@kumsallardagezen12
|
『Çaresizce bir yenilginin hayali yollarında ilerliyordum.. 』
Acılar ruhun intiharını gerçekleştirirken. Beden de içinde olan ruhun cesedini göğüs kafesine hapseder. Çürür onunla beraber. Beraberinde götürür kendisiyle. Ruh her aldığı darbeden sonra yıkılmaz sadece çatlar çatlar ve zaman geçe geçe bir anda bir yıldırım gibi bir yıkım yapıp kendisini parçalara ayırır. Yok eder kendini kendisinde olan acının izlerini. Acısız bir yaşam insanın hiçbir zaman bulamayacağı bir şifayı araması gibi umutsuz ve çaresizdir. Bazen insan ruhunda olan izlerin farkına varamaz. Sonradan acısı şiddetlenir.
İzleri acımaya acıtmaya başlayınca işte dönüp bakar kendinde bırakılması sağlanan acıya onun görünmez izlerine. Ruh sızlarsa beden hissiyatını yitirir. Hisler acelesiz bir şekilde yok olur. Renkler hayattan çalınır ve evren yaşanmaz bir işkence haline gelir. Renkleri, hisleri oluşturan insandır aynı yok eden olduğu gibi. Bazen neyin sonu neyin başlangıcı olduğunu bilmek gerekir. Ya ölümümüzü başlatan oluruz ya da onun azmettiricisi oluruz. Her iki şekilde de tüm oklar bizi gösterir.
Nedenler sonuçlara değil insanların duygularına bağlanmalı. Ani bir karar bir ölüme sebep olabileceği gibi bir yaşama da sebep olabilir. Değişim bazen bizim ürkek adımlarımızın ya ilerisinde ya da gerisinde duruyordur. Fark etmek bir an meselesidir. Fark etmek bir yaşam belirtisidir. Ama bunu anlamak bazen imkansız oluyor çünkü onun yerine başka bir amaca yöneliyor insan. Çok farklı bir yola sapıyor insan. Amansız bir yolculuğu başlatıyor.
İnsanlar çok garip neyin peşinde koştuklarının farkına varmadan başka bir yola doğru fütursuz bir şekilde yol alıyor ölene dek bu döngü devam ediyor. Döngü ancak ölüm onu kovalamaya başlarken düzene giriyor. Ama o zaman da çok geç oluyor. Ve bu gecikme hiçbir şeyi düzeltmeye yetmiyor. Anlayışı geciktirmek bazen başka bir evrende başka bir evren kurulmasını sağlıyor. Yeni evrenler yeni bir etmen ortaya çıkarıyor. Etmenler insanın doğasını değiştirip onu farklılaşmasının öncüsü oluyor. İnsan doğası değiştikçe düşünceleri, hayatı, kararları değişimin büyüsüne kapılıyor.
Hayatlar değişebilir hatta her şey değişebilir ama acılar işte onlar nerede olursan ol nereye gidersen git hiçbir şeyin değişimine kapılmıyor çünkü o saf acı. Saf kalmaya mahkum bir acı değişmez değiştirir acı insanı. Acılar eski kalmaya ve kendisini ilk halini korumaya programlanmış gibi. Ve bu uzun bir müddet de öyle kalacak gibi. Acısız bir yaşam insanların olmadığı bir yaşam. İnsanların olamadığı olmayacağı bir yaşamda sadece tükenir. Tükenerek unutulur.
Ahrar hocayla yaptığımız dersten sonra hiç hızımı kaybetmeden Lord Yelit 'in odasına çıkmıştım. Ve ona yarın değilde bu akşam yola çıkıp Tarsis krallığına gitmek istediğimi söylemiştim . Lord Yelit ise isteğimi hiç sorgulamadan kabul etmiş ve yola çıkmıştık.
Üç kişiydik. Ben, Victoria ve Lord Yelit. Normal bir şekilde Tarsis krallığına gitmemiştik. Lord Yelit' in açmış olduğu portaldan hızla zaman kaybetmeden Tarsis krallığının dış kapısının önünde yolculuğumuzu tamamlamıştık. Kapının önünde bizi gören askerler hiçbir sorun çıkartmadan anında kapıyı açmışlardı.
Askerler kapıyı açtıktan sonra hep beraber içeriye adımlamış ve büyük kocaman arazide kuleye doğru yol almıştık. Etrafımızda koca arazide yürüdüğümüz alan büyük ağaçlarla sıralanmıştı. Bahçeyi aydınlatan ağaçların dallarına asılı olan meşalelerdi. Bu sayede bahçede rahat rahat ilerliyorduk. Yürüdüğümüz alanda Lord Yelit 'in iki yanında ben ve Victoria vardık. Hepimiz ileriye dönük bir şekilde sessizce ilerliyorduk. Yürürken sessizliği kesip atmıştım kurduğum cümleyle.
"Tarsis kralı sizi göreceği için sevinirken beni görünce öfkeye kapılacak." dediğimde Lord Yelit başını kısa bir süre bana çevirip tekrar önüne çevirmişti. "Bunu kendine özgü sanma Hermes 'in her zamanki hali. Pek insan sevmiyor." diye sakin sesiyle konuştu. Amacı bu konuda üzülmememdi ama Tarsis kralının öfkesi artık rahatsızlık vermiyordu. Alıştım onu öfkeli ve sinirli görmeye sakin gördüğüm anda bocalardım.
" Bence Kiran dışında kimseye tahammülü yoktur. "dedi Victoria gülerek. Anında onu onayladım.
" Bak işte burada haklısın. "dedim kahkaha atarken. Lord Yelit esefle bizi kınayan bakışla bakmaya başladı.
" Hadi ama gerçekleri söyledik. Kızmayın Lord 'um. "dediğim anda başını iki yana salladı. Bu hareketinden sonra sağ koluna girerek yürümeye böyle devam ettik.
" Tamam sizi bu tür konulara alet etmeyiz bir daha. "dedim sevecenlikle.
Cümlemden sonra kulenin çift kanatlı kapısına doğru yaklaştığımızda bizi kapıda karşılayan Tarsis kralı ve Kiran 'ı gördük. Sanırım askerler gelişimizi haber vermiş olmalıydı. Onlara yaklaştıkça Kiran' ın yüzündeki tebessümü Tarsis kralının yüzündeki memnunsuzluğu gördüm. Lord Yelit 'i görmek onu sevindirmişti ama ben ve Victoria' nın gelişini hoşnutsuzlukla kabullenmişti. Hadi ama onun için gelmedik ya! Kiran olmazsa buraya gelmeyeceğimizi bilmeli.
Ama kralımızın bundan haberi yoktu. Onlara yaklaştığımız anda Tarsis kralı bize doğru adım atmaya başladı ondan sonra Kiran 'da sakin ama bir o kadar da heyecanlı adım atarak bana doğru ilerlemeye başladı. Karşı karşıya gelince yüzündeki içten tebessümle burada olmamdan ne kadar mutlu olduğunu saklamadan gösterdi.
Kiran' ın üzerinde her zamanki vazgeçmediği geniş beyaz gömleği ve siyah pantolonu vardı. Saçları etrafımızda esen rüzgarın etkisiyle hafif dağılmış saçlarının bir kısmı anlına serpilmişti. Karşıma geldiğinde zaman kaybetmeden sarıldık. Kollarını belime doladı bende kollarımı aynı şekilde. Kısık sesle fısıldadım.
"Beni görmüş olduğuna çok sevinmiş gibisin." diye alaya aldığımda anında sesli bir şekilde güldü. Kollarını benden çekti ve yüzünü bana doğru çevirdi.
"Evet gelişin gelişiniz beni çok mutlu etti. Yarın gelecektiniz diye biliyorum öyle yazıyordu bize ulaşan zarfta. Bu akşam geleceğinizi bildirmeliydiniz hazırlık yapardık. Neden haber vermediniz ki?" diye sordu.
"Aslında yarın gelecektik ama ani bir kararla bu akşam gelmeyi tercih ettim. Kötü mü ettim hem daha çok vakit geçirmiş olacağız. Bence buna sevinmelisin Kiran." dedim. Sözlerimden sonra bana kısa bir süre baktı sonra başını salladı.
"Evet haklısın. Hadi hava serin içeri girelim." dedi ve beni içeriye yönlendirdi.
O sırada Victoria da yanımıza gelmiş hep beraber içeriye doğru ilerlemeye başlamıştık. Bizden önce Lord Yelit ve Tarsis kralı çoktan içeri girmişti. Onlar önde bizde onların arkasında ilerliyorduk.
" Ee bizden önce ne yapıyordun?"diye sormuştu Victoria, Kiran'a.
" Ben kendi odamda vakit geçiriyordum babam ise aşağıda küçük bir toplantı yapıyordu. İyi ki geldiniz. Gelişiniz beni çok mutlu etti. "dedi sakin ama bir o kadar yılmış bir sesle çünkü burada fazlasıyla yalnızdı. Babasıyla bile kısıtlı bir zaman geçiriyordu. Bunu bilmek ve bir şey yapmamak Kiran 'ı daha fazla üzüyordu.
" Sıkma canını. Sana kaç kere dedim istediğin an kuleye gelebilirsin. Lütfen bunun için çekinme." dediğimde başını salladı. Anlayışla ona baktım.
"Zaten siz gelmezseniz ben birkaç güne gelecektim. Babam bir seyahatten öbür seyahate gidiyor. Bazı yerlere götürüyor ama bazılarındaysa kulede kalmamı istiyor. O gittikten sonra bu kule daha can almaz bir sıkıcılıkla baş başa kalıyor." Sesindeki o elinden bir şey gelemeyen çaresizliği hissediyordum. Ona doğru eğildim ve konuştum.
" Ne zaman giderse Tarsis kralı seyahate bana haber ver ben gelirim gelemezsem ise Mera'yı gönderirim olur mu?"dediğimde ilk başta şaşırdı sonra utanarak bakışlarını kaçırdı. Bu halleri o kadar tatlı duruyordu ki. Sonra hevesle başını salladı.
" Peki haber veririm ama babam bunu öğrenirse ne olur? "dedi ne tepki vereceğini bile bile.
" En fazla milyon kere söylemiş olduğu şeyleri tekrar söyler sonra susar. Merak etme seni kollarım ben. Sana kızmaz kızsa bile ben yine buna izin vermem. "dedikten sonra ona göz kırptım. Gülerek başını salladı.
" Bence toplu katliam yapar o gün Tarsis kralı. "diyerek konuya dahil oldu Victoria.
Başımı ona doğru çevirdim.
" İlk katliam kurbanı benim bu kesin imzamı atarım bile. "dedikten sonra ikiside bu söylediklerime sesli bir şekilde güldüler. Onlar buna gülünce önümüzde olan Lord Yelit ve Tarsis kralı arkalarına doğru döndüler. Neden güldüğümüzü merak ermiştiler. Hiçbir şey yok dercesine kafamı salladım. Lord Yelit sakince önüne döndü ama Tarsis kralı kınayan bakışlara bize baktı kısa bir süre sonra acelesi bir şekilde önüne döndü.
Anında yanımda olan Victoria ve Kiran 'a sahteden kızan bakışlarla baktım. Anında bakışlarını önüne çevirdi ikiside. Tarsis kralı sağa doğru dönünce bizde onları sessiz bir şekilde takip ettik. Sağa dönünce koridorun sonunda bir kapı göründü. Kapının önünde duran iki asker bizleri görünce anında kapıyı her iki yana doğru açtı.
Ve Tarsis kralını görünce asker selamı verdiler. İlk açılan kapıdan içeri Lord Yelit ondan sonra Tarsis kralı girdi. Ardından Victoria, ben ve Kiran içeri girdikten sonra askerler kapıyı kapattılar. İçeri girince bizi bir yemek salonu karşıladı. Günler öncesi buraya gelmiş ve Kiran ve Tarsis kralıyla karşılıklı yemek yemiştik. Kim derdi tekrar buraya geleceğimi ama bu sefer yalnız değildim.
Karşımızda 24 kişilik olan yemek masasına doğru ilerledik. Masanın çevresinde herkes yerini almıştı acelesizce. Yerlerimize geçtikten sonra olduğumuz salonun kapısı açıldı ve birkaç kadın çalışan ellerinde tuttuğu tepsilerle bize doğru ilerlemeye başladılar. Masaya ulaştıklarında tepside olan her şeyi masaya yerleştirmeye başladılar. Saat geç olduğu için çalışan kadınlar masaya sıcak içecekler getirmiştiler ve onun yanında küçük atıştırmalık yiyecekler.
Masadaki her şeyi eksiksiz yerleştirdikten sonra çalışanlar masanın çevresinden ayrılıp kapıya doğru ilerlediler. Onlar çıktıktan sonra sessizce herkes önünde duran sıcak çayı içmeye başladılar. Ben yine rahat durmadım ve Tarsis kralına çatmadan duramadım.
"Misafirperverliğiniz için teşekkür ederim Tarsis kralı." diye konuştuğumda Tarsis kralının hareleri önünde duran çay bardağından uzaklaştı ve beni buldu. Sözlerime sadece başını sallamakla yetindi. Tabi illa onun kızgın bakışlarını görmeden durmayacağım için tekrar sözlerime devam ettim.
" Sizi de hatta Kiran 'ı da yakın bir zamanda tekrar kulemizde ağırlamak isteriz." diye tatlı bir şekilde konuştum. Sağ elimi yanağıma yerleştirip ne cevap verecek diye bekledim.
Sözlerimden kısa bir süre sonra olmasını istediğim bakışlarla bana bakmaya başladı.
" Bazı şeyler ilk ve son olmalı. Kiran bir daha buradan ben olmadan ayrılmayacak." diye kesin bir şekilde konuştu. Sesindeki ikaz bana yönelikti. Ama bunu umursayan var mı? Tabii ki de hayır.
"Ah! Ne üzücü... Benim olduğum bir yerde bir şey ilk olur ama son olmaz . Eee bu da demek oluyor ki Kiran yakın bir zamanda kuleye tekrar gelecektir. Hatta bunun devamı da olacak. Onu bu kuleye hapsedemezsiniz." diyerek sözlerimi tamamladım. Son sözümden sonra anında gözlerine öfke tohumları yerleşti. Beni şu an öldürmek istediğini biliyor hatta hissediyordum. Ama bunu yapmayacağını yaparsa ne olacağını benden bile iyi biliyordu.
Aramızda olan bu sessiz soğuk savaş Lord Yelit konuşunca bozuldu.
"Emira haklı Kiran istediği an kuleye gelebilir. Sen çoğu zaman seyahate çıkıyorsun. Onu kulede yalnız bırakacağına bizim kuleye gelsin orada daha güvende." dediğinde anında Tarsis kralı başını Lord Yelit 'e çevirdi.
"Oğlumun o topraklarda olmasını istemiyorum bunu bizzat biliyorsunuz." dediğinde Lord Yelit tekrar konuştu. " Evet ama bazı şeyler değişmeli sende bunu bil." dediğinde Tarsis kralı sessiz kaldı.
"Oğlunuzu kendi yalnızlığınıza mahkum etmeyi ne zaman bırakacaksınız." diye yakındım. Tabi bu sözlerimi duyunca Tarsis kralı daha da öfkelendi.
"Bu seni ilgilendirmez. Bir daha bu konu hakkında konuşmaman gerektiğini bil prenses." dedi. Prenses kelimesini söylerken o an o kelimeyi nefretle söylemişti.
"Kiran arkadaşım ve onu ilgilendiren her şey beni de ilgilendirir. Bakın kötü bir şey söylemiyorum. Sadece onu hapsetmeye çalıştığınız dünya Kiran'a iyi gelmiyor. Bırakın biraz özgür kalsın onun bu hakka ihtiyacı var. Demiyorum onu korumayın. Koruyun buna hakkınız var ama onu insanlardan soyutlayıp sadece dersler ve bu kulenin duvarlarına hapsetmeniz adil değil. Onun hayatı böyle öğreneceğini mi düşünüyorsunuz? Siz gittikten sonra peki ne yapacak yapayalnız mı kalmasını istiyorsunuz? Bu sizce de çok acımasızca olmaz mı?" dediklerimde az da olsa biraz ileriye gitmiştim ama artık her şeyi fark etmeliydi. Böyle yaşanmazdı yaşamamalıydı da.
Kiran 'ı üzmüş olduğumu düşününce ona baktım ama o bana değil babasına bakıyordu. Söylediklerime kırılmamıştı. Aslında daha önce dile getirilmesi gerekeni Kiran yerine ben dile getirmiştim. Belki de biri bunu yapmalıydı.
"Sizde biliyorsunuz ki haklıyım söylediklerimde. Kiran' ı kısıtlamayı bırakın artık. Onun iyiliği için. Bakın ben ne sizin ne de Kiran 'ın düşmanıyım. Sadece onun iyiliği için bunları söyledim. Ona güzel bir dünya inşaa edin. Yalnız olacağı bir dünyayı değil. "diyerek cümlemi tamamladıktan sonra sustum. Umarım artık bir şeyleri gerçekten bu zamandan sonra anlamaya başlar. Kiran için kendisi için...
Sözlerim Tarsis kralını sessiz bir boşluğa itmişti. Hatta şu an buradan soyutlandığını bile söyleyebilirdim.
Tarsis kralı uzun bir sessizliğin ardından bakışlarını bana çevirdi. Bir şeyler görmek istiyordu. Ama bundan korkan bir çekincesi var gibiydi de.
Sol elini Kiran 'ın omzuna koydu ve ona gerçek bir sevgiyle baktı.
"Kiran' ın benim için ne kadar değerli olduğunu dostum da düşmanım da çok iyi bilir... Ne yapıyorsam her şey onun iyiliği ve güvenliği için. Zarar görmesini hiç istemiyorum. İstemem de. Yaptığımın doğru olamadığını bende biliyorum ama elimden ancak bu geliyor. "dedi çaresizce.
" Herkes bir büyük darbe almadan gözlerini yummaz bu hayata. Kira 'da acı çekecek, üzülecek, kırılacak ama bunlarla mutlu olmayı da öğrenecek. Buna sadece izin vermeniz yeter. Bir baba olarak oğlunuz bu kirli dünyadan koruyamazsınız sadece araya bir mesafe koyabilirsiniz Kiran' ın kendisini savunmasına süre tanımak için. "dedim usulca.
Sadece susmakla yetindi Tarsis kralı. Ondaki çaresiz ama güçlü baba figürü en takdir ettiğim yönü. Ne olursa olsun oğlu için elinden geleni yapacağını biliyorum. Ama onun için bir gelecek hazırlamak istiyorsa geçmişi arkada bırakmalı.
Aramızda geçen bu diyaloglardan sonra yemek salonundan ayrılmış ve bizler için ayrılmış olan odalarımıza çekilmiştik. Kiran odasına gitmeden önce bana sıkıca sarılmış ardından teşekkür etmişti. Çünkü oda biliyordu her geçen günün sonunda Tarsis kralı biraz daha yumuşuyor. Sert katı kuralları ben tarafından darbeler alıyordu bu darbeler yıkıcı değil onarıcı darbelerdi. Kiran 'ın yararına zararına değil. Bunu bildiği için Tarsis kralı karşı koymakta zorlanıyordu.
Herkesin aksine ben bana ayrılmış odamda uyumamış olduğum için her zaman buraya ne zaman gelsem geldiğim terasa çıkmış günün doğmasını bekliyorum. Nedense buraya geldiğimden beri hiç başım ağrımamıştı. Bunun sebebini merak etmiştim ama Moritanya topraklarında bana zarar vermek isteyen bir etmen vardı ve bu etmen bir başkası tarafından oluşturulmuştu. İşte bu etmeni bulup onarmam lazımdı.
Omzuma almış olduğum kalın örtü ile terasta sessiz bir şekilde koltukta oturmuş etrafımda olan sessizliğin vermiş olduğu huzuru dinliyordum. Ben sessizliğe odaklanmışken ardımdan duyduğum adım sesleri ile başımı arkaya çevirmiştim. Gelen Tarsis kralıydı.
O da uyumamıştı. Çünkü biz kuleye gelirken üzerinde görmüş olduğum kıyafetleri hala üzerindeydi. Oturduğum koltuğa doğru yavaş acelesiz adımlarla ilerledi. Koltuğun boş ve benden uzak kısmına yavaşça oturdu. Başımı önüme çevirdim. Bakışlarım karşımda karanlık gökyüzünde ışıl ışıl parlayan aya sabitlenmişti.
"Sizi de mi uyku tutmadı?" diye sordum öylesine. Bir sohbeti başlatma gereği duyduğum için. Sorumdan birkaç saniye sonra cevap verdi.
"Hayır genelde bu saatlere kadar uyumam." dedi. Anında omzuma doğru başımı çevirdim. Bunu biliyordum ama neden buraya gelmişti işte onu merak ediyorum?
"Çalışma odanıza gidersiniz genelde. Neden benim burada olduğumu bildiğiniz halde buraya geldiniz? Yoksa benimle bir şeyler mi konuşmak istiyorsunuz? Mesela özür dilemek gibi mi?" diye alaylı bir ifade takındım. Sesimdeki o tınıdan onu bir köşeye sıkıştırma amacımın olduğunu hissetmiş olmalıydı.
" Ben kimseden özür dilemem. "dedi kesinkes. Ya dercesine başımı salladım. Sabit bakışları karanlığa çevriliydi. Karanlıkta ışıldayan kahverengi harelerindeki kararlılık ve kendinden emin ifadesi ben tarafından bir gün yerle bir edilecekti. Ne üzücü ama daha bunun farkında değildi. Neyse zamanı geldiğinde zaten bizzat bugünü hatırlayacaktı.
" Ne tuhaf o zaman ilk özür dileyeceğiniz kişi ben olacağım. Bu ne büyük şeref. "diyerek iddiamı ortaya attım. Geriye doğru yaslandım. Sözlerimi işittikten sonra hah dercesine sesli bir nefes verdi. Kibirli bir şekilde yandan alaycı bakışlarına maruz kaldım.
" Söylediklerimde gerçekçiyim Tarsis kralı. "dedim taviz vermeyen sesimle.
" Büyük laflar ediyorsun Prenses Emira . "dedi tok sesiyle . Olduğum yerde başımı yana yatırdım ve ayın ışığıyla az da olsa aydınlanan kulenin etrafına bakınmaya başladım.
" Büyük konuşmam, konuşmayı da sevmem. Ben size olacakları söyledim. Sizde buna inanmadınız bu sizin sorununuz. O an geldiğinde size bugünü zevkle hatırlatacağım. Bunu zihninize kazıyın. Çünkü ben çoktan kazıdım. Ve bugünü size hatırlamaktan büyük bir zevk duyacağım. " diyerek tavrımı, şimdiden belli ettim.
" Öyle olsun bakalım.. "dedi sadece söylediklerime.
"Öyle olacak inanın... "diyerek onun sözleriyle karşılık verdim bekletmeden.
Son cümlemden sonra etrafımızda nefes seslerimizin bile kolayca duyulacağı sessizlik oluştu.
Başımı geriye atıp koltuğun baş kısmına ensemi dayadım. Zaten etraf karanlık olduğu için beni pek net göremeyeceğini bildiğim için gözlerimi usulca kapadım.
"Sizi ilk gördüğüm anda ne düşündüğümü biliyor musunuz?" diye sorduğum anda bir şey demedi. "Hım... Sanırım tahmin ediyor olmalısınız? Aslında ilk anda ne kadar sinirli bir yapıya sahip olduğunuzu düşündüm." dedim ve kısa bir süre onu ilk bu kuleye geldiğim gün gördüğüm ana döndüm. O anlar hızla gözlerimin önüne bir filim şeridi gibi geçip gitmeye başladı.
O zaman beni Kiran 'ı kuleden çıkardığımı düşündüğü için neredeyse zindana atacaktı tabi ondan önce elinin kılıç kınına gittiğine şahit olmuştum. Öldürmek ve zindana atma kararsızlığı içerisinde gidip geldiğini görmüştüm.
Ama gözleri boynumda duran kolyeye ilişince işte o an onun bocaladığını hatta bakışlarında ilk kez başka bir duyguyu görmüştüm. Şaşkınlığı... Çünkü bunu beklemiyor olmalıydı... Moritanya Prensesi... Morte kolyesinin yeni sahibi... Ondan sonra benden ne kadar haz etmese de oğlu için bana katlanmak zorunda kalmıştı.
"Daha sonra ne kadar iyi bir baba olduğunuzu gördüm. Kiran 'a verdiğiniz değer çok değerli. Ona olan sevginiz normal bir babanın oğluna olan sevgisinden daha güzel daha özel. Kiran sizin gibi bir babası olduğu için şanslı ama ona yönelik olan kısıtlamalarınız için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Evet babalığınızı sorgulamak bana düşmez ama Kiran 'ın siz etrafında olmadığınız anlarda bu kulede nasıl mutsuz olduğunuzu biliyor olmasınız? Çünkü sizin varlığınız olmadığı anlarda o çok yalnız hissediyor kendisini. Onun bu yalnızlığına son verin. Bırakın hayatın tadını güzel ve özgür bir şekilde çıkarsın."dedim usulca.
Söylediklerimi uzun uzadıya düşünüyor olmalı ki sessizlik peyda olmuştu ortamda. Gözlerimi usulca açtığımda Tarsis kralının bakışlarının üzerimde olduğunu gördüm anında olduğum yerde toparlandım ve omzumdan düşmekte olan örtüyü tekrar omuzlarıma doğru bıraktım.
"Benden nefret ettiğini söyleyen cümleler bekliyordum." dedi kinaye içeren sesiyle.
"Ah buna yetkim var mı? Sayın Kral Hermes... " diye munzur bir şekilde konuştum. İsmini benden ne zaman duysa bocaladığını fark ediyorum.
Hayır dercesine başını salladı. Ardından bakışları kısa bir süre beni buldu sonra tekrar bakışlarını benden çekip aya çevirdi.
" Buraya geldiğim anda çok huzursuz gibiydin." diye başka bir konu açtığında dikkatimi istemeyerek de olsa onun sorusuna odakladım.
"Evet aklıma takılan birkaç şey var. Onları düşünüyordum." dedim ifadesizce.
"Ne ile ilgili?" diye sorunca ilk an sessiz kaldım. Tarsis kralı sorduğu soruyu cevaplamayacağımı düşünmüş olmalı ki başka bir şey demedi. Benim sessizliğime ayak uydurdu.
"Sık sık..." derin bir nefes alıp dikkatimi kuracağım cümleye çevirdim. "... baş ağrısı ile sınanıyorum. Bu normal bir baş ağrısı da değil. Bir anda ortaya çıkarak sanki vücudumda olan tüm enerjimi emen bir ağrı. Ne zaman ağrı baş gösterse olduğum yerde bir ruhsuzluk, bitkinlik kendini belli ediyor. Ve şunun farkına vardım. Bu sadece bir anda oluyor. Yani bunu tetikleyen bir etmen var. Mesela şimdi buraya geldiğim andan itibaren hiç olmadı ama genelde belli bir aralıkta oluyor. Bunu sağlayan şey ney onu merak ediyorum? Aslında aklıma bir şey geliyor ama bu etmeni bulamıyorum. Bu kafama çok takıldı. "diyerek cümlemi tamamladım sesli bir nefes verirken.
Sözlerimden sonra bana kısaca bir baktı. Ve gözlerini gözlerime sabitledi. Bu sefer hiç kaçırmadı. Sanırım neyden bahsettiğimi anladı. " O vakit bu etmen her neyse onu bulmaya bak ve o etmeni yok et. Kendin için onun için." dedi bir sırrı söyler gibi. Gözlerimi kapatıp açtım.
Oturduğum yerden omzumdaki örtüye dikkat ederek kalktım.
"İyi geceler... Ve her şey için teşekkür ederim. Söylediklerinizi düşüneceğim hiç şüpheniz olmasın. "dedikten sonra onun konuşmasına izin vermeden terası kapısına doğru ilerledim. Ve kapıyı açıp içeriye geçtim odamın olduğu tarafa doğru ilerlemeye başladım. Odamın kapısına gelip içeriye geçtim.
Etmen kısa sürede ortadan kaldırmak üzere yok edilecekti. En kısa sürede.
✵⃝⃟⃠
Günler gelip geçiyordu bizden izin bile alma gereği duymadan. Tarsis kralıyla gece yaptığımız konuşmadan sonra uyumuş ve güzel bir güne uyanmıştım. Uyandığım anda hazırlıklarımı bitirdikten sonra odadan çıkmış ve kahvaltı için dışarıda bahçeye hazırlanmış masaya gitmek için kuleden beni çağırmak için gelen yardımcıyla beraber arka bahçeye doğru ilerliyordum. Sonunda dakikaların ardından kuleden çıkmış arka bahçeye gelmiştim.
Beni dışarıda bahçede karşılayan güneşli ışıl ışıl olan bir gökyüzüydü. Bakışlarımı bahçede kurulu olan masaya çevirmiştim. Masa buradan görebildiğim kadarıyla eksiksiz bir şekilde yiyeceklerle donatılmıştı. Ben hariç herkes masaya çoktan gelmişti. Hepsi yemek için beni bekliyordular. Onları daha fazla bekletmemek adına hızlı adımlarla masaya doğru ilerlemeye başladım. Bana ayrılmış yere geçtikten sonra masadakiler kahvaltı etmeye başlamıştılar.
Bende yiyebileceğim yiyecekleri tabağıma yerleştirmeye başlamıştım. Bu sırada masada olan konuşmaya kulak kabarttım.
Lord Yelit ve Tarsis kralı yakında yapılacak bir davet hakkında konuşuyordular. Pek benlik bir şey değildi. Tam o an yanımda olan Victoria 'ya doğru eğilip kısık sesle konuştum.
"Dün odanda değildin? Bir yere mi gittin gece? Ben uyumaya giderken yoktun enerjini hissetmedim."dedim. Çünkü Tarsis kralıyla olan sohbetimizden sonra odama doğru giderken odasında Victoria yoktu. Halbuki terasa gideceğim an vardı.
" Evet acil bir iş çıktı. Onun için ayrılmak zorunda kaldım. "dedi sakince. Tamam dercesine başımı salladım.
" Sen neden uyumamıştın bir sorun yok umarım? "diye merakla sorduğunda sorun yok dercesine elimi salladım. Bir şey demedi bu hareketimle. Ve yemeğimizi yemeye devam ettik. Kahvaltıdan sonra herkes bir yerlere dağılmıştı. Ben ise kulenin antrenman alanında öylece oturmuş düşüncelerimin ölüm çukuruna kendimi atıvermiştim. Söylemler doğrultusunda bazı şeyleri yerine yerleştiriyordum.
Ama eksik noktalar vardı. Yerine oturulmayan noktalar. Sırtım yaşlı bir ağacın gövdesine yaslanmış bir haldeydi. Etrafımda askerler ve çalışanlar dışında kimse yoktu. Karşımda boş olan arenaya gözlerimi diktim.
Arena bir kule genişliğine sahipti. İçinde birçok dövüş sanatları için alet edevatlar vardı. Oturduğum yerden kalkıp arenaya doğru ilerledim. Birkaç adım kala arenaya yaklaşacağım an ardımda adım sesleri duydum. Omzumun gerisinden kimin geldiğine bakındım. Arkamda olan kişi Kiran 'di. Ona doğru döndüm acelesiz bir şekilde.
"Neredeydin? Sizi aradım kimseyi bulamadım etrafta." dedim sakin bir ses tonuyla.
"Yine şu sıkıcı derslerin birindeydim." diye yanıtladı beni. Başımı usulca salladım.
"Var mısın bir karşılaşmaya?" diye sordum. Gözlerimle arenayı gösterirken. Varım dercesine başını salladı. Beraber arena alanına ilerledik. İkimiz ilk başta ilk karşılaşmayı ok atamadan yana kullandık. Ellerimize okları ve yayları alarak bize ayrılmış yerlere geçtik. Olduğumuz alanda 10 hedef vardı. Ve biz bu on hedefin tam ortasında duruyorduk.
Kural şuydu ;iki kişi aynı anda kısa sürede karşısında olan 10 hedefe elinde tuttuğu okları hızlı bir şekilde isabet ettirecekti.
Hedefleri tam 12 'den kısa sürede vurmalı ve rakibinden önce tüm hedefleri eksiksiz bir şekilde tamamlamalıydı. Ve bu iki kişi omuz omuza sırt sırta vermeliydi. Sırtlarımız birbirine yaslı bir şekilde öylece hedeflerin ortasında duruyorduk.
Yerimize geçmiş başlayın komutunu bekliyorduk. Hakem ise Victoria 'ydı. Birkaç dakika önce gelmiş ve hakem olmayı teklif etmişti bizde kabul etmiştik.
Victoria başlayın diyince hemen zaman kaybetmeden ben ve Kiran okları yaya yerleştirip atışlara başlamıştık. Victoria süre tutuyordu en kısa sürede kim bitirecek diye. Kiran 'la omuz omuza sırt sırta vermiş, etrafımızda olan hedefleri hiç ıskalamamaya çalışarak okları hedefe doğru hızlı bir şekilde atıyorduk. İlk hedefi hiç ıskalamamaya çalışarak hızlı bir şekilde oku atmış ve hedefi tam 12' den vurmuştum.
Diğer hedefe zaman kaybetmeden geçmiştim benim ardımdan da Kiran ikinci hedefe geçmişti. Kiran da benim gibi kusursuz bir şekilde hedefi bulmuştu. Ok atma konusunda ben ne kadar iyiysem Kiran 'da o kadar iyiydi. İkimizde hiç hata yapmadan bu hedefleri vurmak istiyorduk. İkinci hedefi de ıskalamamış ve üçüncü hedefe geçmiştim. Kiran ise beni birkaç saniye gelirde takip ediyordu. Kiran' a göre ok atmada daha hızlı ve pratiktim.
Üçüncü hedefi eksiksiz bir şekilde vurmuş diğer hedefe geçmiştim. Tabi bu sırada etrafımda bir daire çizerek ilerliyordum. Keza Kiran 'da aynı şekilde.
Victoria ise o esnada bizim kaç saniyede oku attığımızı ve hedefi kaç saniyede vurduğumuza bakıyor bunu elinde tuttuğu deftere not ediyordu. İşi zordu ama yapamayacağı bir şey değildi. Son kalan 4 hedefi de hızlı bir şekilde bitirmek istiyordum. Kiran' la etrafımızda daire oluşturarak atış yaparken bir yanda da kendimizi düşürmek için uğraş veriyorduk. Psikolojik olarak.
"Ah sayın veliahdımız bir prensese mi yenilecek. Ne üzücü!"diye sahteden üzülmüş gibi yaptım. Tabi bu tepkim Victoria 'ya komik gelmişti . O anda Victoria sesli bir kahkaha attı. Kiran ise onu düşürmeye çalıştığımı bildiği için oyunuma gelmedi ve oda benimle atışmaya başladı.
" Hadi ama prenses sadece kısa bir öncelik veriyorum sana. Yoksa biliyorsun ki bunu kaybetme lüksüm yok." dedi alaylı bir sesle.
"Hadi oradan! Ok atışında gayette iyiyim biliyorsun. Keza nasıl sen kılıçta iyiysen bende ok atışında fazlasıyla iyiyim." dediklerimden sonra son iki hedefi saniye farkıyla Kiran 'dan önce hedefi on ikiden vurarak tamamladım. Ben yönümü Kiran' a döndüğümde o ise benden yedi saniye sonra bitirdi ve bana döndü.
Arkamı göstererek gördün mü marifetimi dercesine göz kırptım Kiran 'a. Somurtarak bana baktı.
"Evet hakem hanım kazananı söyler misiniz? Bazıları hala umutlu. Söndürelim umutlarını çabucak." diyip Victoria ' ya doğru ilerledim. O sırada sert olmayacak bir şekilde Kiran 'a omuz atarak ilerledim.
"7 saniye farkıyla Emira kazandı. Kiran üzülme sende iyisin. Ama kötünün iyisi..." dedi ve saçlarını savurarak kahkaha attı. Kiran ise somurtmuş ve ikimize de bu halimizi onaylamayan bakışlarla bakmaya başladı. Elimde olan ok ve yayı yere bıraktım. Yanına gelip omuzlarına elini koydum.
"Bak kazanmakta kaybetmekte var. Bazen kaybetmek kazanmak demektir. Kaybedersin ama sonra kazanmak için. Hem üzülme eğer Mera burada olsaydı bilerek kaybederdim. Biricik veliahdı kaybetse Mera çok üzülürdü." dedim imayla. Anında gözlerini kaçırdı. Bu utangaç hali başka sempatik oluyordu. Mera ve onun bu saf sevgisi gerçekten çok eşsizdi. Daha fazla onu uyandırmak istemedim ve Victoria 'ya hitaben konuştum.
" Şimdi sayın veliahdımızın en iyi olduğu alana geçiş yapalım. Kılıçlarımız konuşsun şimdi." dedim yüksek sesle. Ve ardından elimize bu sefer kılıçlarımızı aldık.
Tam arenanın ortasına karşılıklı olarak yerleştik. Kiran' ın elinde ona ait olan aslan figürlü kılıcı vardı benim elimde ise bana has yapılmış siyah ve beyaz iki yılanın birbirlerine sarmaş dolaş olduğu yılan figürlü kılıcım vardı. Benim kılıcımın sapı griydi. Kiran 'ın ise siyah.
Kılıçlarımızı birbirimize doğru kaldırdık. Saldırı pozisyonunu aldık. İlk an ikimizde birbirimize selam verdik ondan sonra tekrar eski duruşumuza geri döndük. Onun her zamanki gibi sol ayağı önde sağ ayağı gerideydi. Ve kılıcı sağ elinde tutuyordu. Kılıç kullanırken bu pozisyonu alırdı. Ben ise onun tam tersi sağ ayağım ve sağ elim öndeydi. Saldırı başladıktan sonra pozisyonum değişirdi.
Ondan önce hep bu şekilde dururum. Victoria 'nın başlayın komutunun ardından bir süre sadece kıpırdamadan durduk. Ve ilk saldırı Kiran tarafından geldi. Kılıcını usta bir şekilde karşıladım ve hızla kılıcımla onun saldırısını önledim. Her yaptığı küçük saldırıda anında karşılık verip saldırısını önlüyor ve kendim bir saldırıya geçiyordum. Her darbesi sonuçsuz kalıyordu. Kiran bir şeyi hiç mi hiç bilmiyordu. Kendimi kılıç konusunda ne kadar geliştirdiğimi. Neyse ki bunu birazdan bizzat öğrenecek ve görecekti.
İkimizde bir açık arayıp saldırıya geçmek istiyorduk ama bu her seferinde olmuyordu. O benim darbelerimi geri püskürtüyordu ve ben de onun darbelerini. Birkaç dakika bu böyle devam etti. Ardından da daha sert bir şekilde birbirimize saldırmaya başladık. Kılıçlarımız neredeyse havada kıvılcımlar çıkartıyor. Sadece çarpışma sesleri duyuluyordu etrafımızda ve de ben ve Kiran 'ın soluksuz nefesleri. Kiran' a zaman tanımadan üst üste ona saldırmaya başladım. Kılıcımla onu yormaya ve ataklarını daha yapmasına izin vermeden sonlandırmaya başlamıştım.
Artık etraf soyutlanmış tek Kiran ve benden başkası yoktu etrafımda. Hiç durmadan hiç nefeslenmeden birbirimize saldırı girişiminde bulunuyorduk. Ama ikimizde bu konuda çok iyi olduğumuz için sadece birbirimizin saldırısını püskürtüyorduk. Ama bunun uzamasını istemediğim için gerçek gücümle Kiran 'a zarar vermeyecek şekilde saldırmaya ve onun ataklarınında sonuçsuz kalacak bir şekilde hamleler yaparak onun sadece kendisini savunmasını sağlamaya başladım.
Sonunda köşeye sıkışan Kiran küçük bir hata yapmasıyla anında sertçe kılıcıma davrandım ve elinde tuttuğu kılıcı sert darbelerimle yere düşmesini sağladım. Kiran ise şaşırmış bir şekilde düşen kılıca ve bana bakıyordu. Hımm sanırım bu konuda iyi olduğunu ve benim ona yenileceğimi düşünmüş olmalıydı. Ama şunu unutmuştu; kolyemin bana sağladığı güçler ve benim o güçleri çok iyi bir şekilde yönetmeye başlamamı. Ona yaklaştım ve düşen kılıcını alıp ona verdim. Hala yaşadığı şaşkınlığı atlatamamıştı.
"Sanırım ben kazandım." dedim konuşmasını sağlamak için. Usulca başını salladı.
"Ben de ben kılıç konusunda çok iyi olduğumu sanırdım ama sen benden daha iyisin fazla iyi." dedi bir gerçeği kavrarcasına.
"Eee bunun nesi kötü?" diye sordum. Çünkü sanki kötü bir şey yapmışım gibi hissetmemi sağlamıştı verdiği tepki. Kötü değil dercesine başını salladı. Bu hareketi rahatlamamı sağladı.
"Hem ikimiz belki eksik yönlerimizi bu sayede halledebiliriz. Senin kötü olduğun yönlerini ben, benim kötü olduğum yönleri ise sen beraber çalışarak hallederiz. Sana üstünlük tasladığımı sakın düşünme. Bunu asla yapmam. Amacım sadece galip gelmekti. Kılıç konusunda çok iyi olduğunu ben dahil herkes bilir. Bu konuda seni vurmak istemem ben sadece kaybetmeyi sevmiyorum. Bunu bir kompleks olarak düşünme sadece bir şeyi ama sana büyük bir darbe vermiş bir şeyin kaybından sonra kaybetmek ölüm hissi veriyor. Ben bunu hissetmek istemiyorum. Bunun için kaybetmek gibi bir lüksüm yok. Olamazda. "diyerek cümlelerimi tamamladım. Kendimi açıklamayı hiçbir zaman sevmedim ama söz konusu sevdiklerim olduğu vakit bunu göz ardı ediyordum.
Kiran bana doğru yaklaştı ve karşıma geçtikten sonra içtenlikle bana bakmaya başladı.
" Senin gibi bir kadına yenilemek üzüntü değil onurudur benim için." bunu dedikten sonra asker selamı verdi karşımda. Anında bende onun karşısında dizlerimi hafifçe büktüm ve selam verdim. Selam verdikten sonra ona hızla sarıldım.
Bu konuda bir sorun olmaması beni sevindirmişti. Biz sarılırken Victoria ise yanımıza kadar gelmiş oda ben ve Kiran 'a satılmıştı.
Üçümüzde aynı anda ama sessiz bir şekilde fısıldadık.
"İyi ki...."
"İyi ki... "
" İyi ki... "
Biz böyle sarılmış haldeyken etrafımda sonradan fark etmiş olduğum gerçekle hemen kollarımı Kiran' dan çekmiş ve arkama dönmüştüm. Tam arkamda Tarsis kralı ve Lord Yelit duruyordu ve onların ardında birkaç asker. Benim arkaya dönüp bakmamla Kiran ve Victoria da arkasına dönüp nereye baktığımı görmek istemiştiler.
Onlar da karşılarında Tarsis kralı ve Lord Yelit 'i görünce toparlanmış ve sessiz bir şekilde gözlerini onlar dışında her yerde gezdirmeye başlamıştılar. Hadi ama eminim ki başından beri bizleri izliyordular. Enerjilerini kısa bir süre için gizlemiş olmalıydılar ben hissetmeyeyim diye. Bu hiç hoş bir davranış değildi. Sorun etmeyip geçiştirdim. Onlara doğru adımladım. Benim ardımdan Victoria ve Kiran 'da ilerlemişti.
Onlara yaklaşırken ima dolu sesimle konuştum.
"Nasıl beğendiniz mi küçük gösterimizi?" diye sorarak cevap vermelerini bekledim. Tabi konuşan Lord Yelit oldu. Tarsis kralı konuşma tenezzülüne bile girmedi.
"Güzel bir karşılaşmaydı. İkinizi de tebrik ederim. İkiniz de gücünüzü ortaya sonuna kadar koydunuz."dedi samimi sesiyle.
" Teşekkürler. "demekle yetindim sadece. Tarsis kralı hala sessiz bir şekilde ben ve Kiran 'a bakıp duruyordu.
Kızmış mıydı acaba Kiran' a yenilmiş olmasından dolayı? Kiran da benim gibi düşünüyor olmalıydı ki üzgün bir şekilde babasına bakıyordu. Sanırım babasının ondan utanç duyduğunu düşünüyor olmalıydı. Biraz daha konuşmasa bende bunu düşünecektim.
Ama Tarsis kralı beni şaşırtacak cümleler kurmuştu.
"Tebrik ederim oğlum. Güzel bir mücadeleydi. Prenses Emira ile olan mücadeleni gururlanarak izledim. Sonuna kadar savaştın. Pes etmedin. Kaybetmedin çünkü Emira 'nın güçlü varlığı senin güçsüz olduğunun belirtisi değil." diyerek cümlelerini sonlandırdı.
Onu bir kez daha takdir ettim. Kim olsa belki bu konuda oğlunu azarlayacakken o ona övgü dolu sözler söylemişti. Başımı Kiran' a çevirdim. İkimizde tebessümle birbirimize bakıyorduk. Çünkü ikimizde çok güzel cümleler duymuştuk. Tarsis kralının konuşmasından sonra kuleye girmiştik.
İlk durağım kaldığım odam olmuştu. Odama geldiğim gibi bir duş almış ardından da üzerimi giyindikten sonra odamdan çıkmıştım. Koridorda ilerlerken karşıdan gelen bir çalışana Kiran ve Victoria 'nın nerede olduğunu sormuştum. Bana onların Tarsis kralı ve Lord Yelit' le beraber terasta oturduklarını söylemişti. Teşekkür ettikten sonra adımlarımı Kiran 'ın odasının olduğu kata doğru yönlendirdim.
Çünkü bahsettiği teras Kiran' ın kaldığı katta bulunuyordu. Terasın bulunduğu kata geldiğimde koridorda sakin adımlarla ilerliyordum. Tam sağa dönüp terasın olduğu koridora geçeceğim an bir şey oldu ve gözüm kararmaya başladı.
Etrafımdaki her nesne görüntüsünü silik bir görüntüye bıraktı. Sanki her şey hareket ediyor gibiydi. Düşmemek adına bir şeye tutunmak istedim ve o an bana yakın olan duvara sağ elimle tutundum. Gözlerimi kapatıp bu baş dönmesinin geçmesini bekledim ama beklediğim olmadı.
Sessizlik... Korkutucu gecelerin bir gölgesi. Gölgeleri takip et. Gölgeleri ara.
Gözlerimi kapattığım andan sonra bu kelimeleri kısık bir sesle etrafımda duydum. Bu cümleler kulağımda sonsuz bir şekilde çınlamaya ve başa sarmaya başladı. Böylece her saniye boyunca bu sözleri duydum bir şarkı nakaratı gibi. Ve ne olduysa o an oldu ve ben zihnimle, bedenimle ve ruhumla bu ortamdan kısa süreliğine soyutlandım.
Bu sefer gözlerimi açtığımda kendimi bir toplantı odasında buldum. Önümde 50 kişilik bir toplantı masası ve bu toplantı masasında oturmuş insanları şaşkın bakışlarla incelemeye başladım. İnsanların yüzlerini net bir şekilde göremiyordum. Hatta bana arkası dönük kızıl saçlı bir kadın vardı ve o kadının olduğu kısımda masanın diğer karşısında olan sandalyede ise bir adam vardı.
İri yarı...Geniş gövdeli... Kahverengi saçlara sahip bir adam bulunuyordu. Yüzünü seçemiyordum. Ama gözleri işte gözleri o sadece net ve çok gerçekçiydi. Biri onu tam anlamıyla görmemi istemiyor gibiydi. Sanki biri bunu bile isteye engelliyor gibiydi. Sadece belli şeyleri görmemi istiyordu. Bakışlarımı masada bulunan diğer kişilere çevirdim. Baktığım yerde tanıdık birini gördüm hatta birilerini. Süreyya hanım, Ahlas bey ve Turul bey...
Neredeydim ben? Çünkü burası Moritanya kulesi değildi. Başka bir yer başka bir kuleydi. Ama neresi işte kilit nokta buydu. Olduğum yerden ileriye doğru kıpırdayamıyordum. Sanki biri bunu engelliyor gibiydi. Etrafa attığım şaşkın bakışlar karşımda yüzünü göremediğim adam tarafından kesilip atıldı.
Evet konuşma seslerini duyuyordum ama bu net bir ses değildi sanki bir diğer odada konuşulan bir konuşmayı duymaya çalışır gibi duymak için çabalıyorum ama olmuyordu. Sesler vardı ama sesler net değildi. Karşımda duran adam etrafında olan kişilere hitaben konuşuyor ve bazı zamanlarda tam önümde olan kadına bakıyordu.
Ama bu bakış normal bir bakış değildi. Değerli bir şeye bakarcasına bakıyordu. Gözlerinde olan o duygu çok belliydi. Sonra bakışlarını ondan çekti. Ve masanın etrafında olanlara çevirdi. Karşılarında olanlar ise onu sessiz bir şekilde dinliyordu. Kimdi bu adam? Dikkatli bakışlarım onu buldu. Daha dikkatli bakınca sağ elinde bir dövme gördüm. Bir yılan dövmesi...
Sanki gerçek bir yılanın dersi onun derisiyle bütün olmuş gibiydi. Çünkü dövmesi o denli gerçek ve somuttu. Sağ kolundaki dövme sağ elinin ters yüzünden koluna doğru uzanıyordu. Siyah yılan gerçek eşsiz bir sanatla onun koluna işlenmişti. Giydiği kısa siyah gömleği sayesinde dövmesini çok net görebiliyordum olduğum kısımdan.
Yüzünü göremesemde hissediyordum. Eşsiz bir yüze sahip olduğunu. Farklı olduğunu. Tek gözlerini görebilmek bile nasıl bir yüze sahip olduğunu tahmin ettirebiliyordu. Her konuşmasında sağ elin masanın üzerinde küçük sessiz ama etkili bir melodi bırakıyordu. Ama nedense sesler bana ulaşmıyordu. Sanki onlar ve benim aramda görünmez bir kalkan vardı. Ve ben bu kalkanı istesemde geçemiyordum. Dikkatimi tekrar karşımda duran adama çevirdim. Etrafında olanlar onu pür dikkat dinliyor.
Onun konuşmasının bitmesini bekliyordu. Sanki o sözlerini tamamlamadan biri konuşsa o an o kişinin ruhu bedeninden ayrılabilir hissiyatına bürünmüştüler. Bakışlarım Süreyya hanıma çevrildiği anda onun tam yanında olan adama gururla baktığını gördüm. Neydi bu gururun sebebi? Keza Turul beyde aynı bakışlarla karşımda duran adama bakıyordu.
Sonra ne olduysa bir anda oldu ve onlar ve benim aramda olan kalkan bir anda kalktı.
"Yakın bir zaman içerisinde istediğimiz toprakları ele geçireceğiz ve orada olan karanlık ruhların sağlamış olduğu topraklarımıza ait olan tutsakları da serbest bırakacağız. Her şey benim istediğim gibi şimdilik gidiyor bir sorun olmazsa her şey eksiksiz bir şekilde ilerleyip sonuçlanacak. "dedi duyabildiğim boğuk sesiyle. İki kişi dışında diğerlerinin sesini artık kendi sesleriyle duyabiliyordum. Ama karşımda olan yüzü gözükmeyen adam ve bana sırtı dönük olan kadının sesini istesemde duyamıyordum.
Karşımda yüzü gözükmeyen ama gözleri yeşilin en koyu rengine sahip olan adam oturduğu yerden aniden kalktı. Onun kalkışıyla masada oturan diğerleri de kalktı onun kalkmasının ardından. Karşımda duran adam yavaşça masaya doğru eğildi ve iki elini masaya doğru bıraktı. Hafif omuzlarını eğdi ve masada duran kişilere teker teker bakmaya başladı. Hepsiyle kısa da olsa kısa bir süreliğine bir bakışma yaşadı.
Ve sonra tam karşımda duran kadına baktı. Ona baş işareti yaptı ve anında bunu gören bana sırtı dönük olan kadın oturduğu yerden kalktı ve ona doğru ilerlemeye başladı. Adam ise olduğu yerden ayrılmadan önce şu sözleri söylemişti.
"Moritanya gerçek kimliğine kavuşacak. Bu ben ve sevgili kraliçem sayesinde olacak." dedi ve toplantı odasını terk etti onun yanına gelen kadınla beraber.
Ve her şey bir deprem gibi sarsıldı ve her şey uzaklaştı. Ben ise bir boşluktan çekilircesine olduğum ortamdan hızla çekilip alındım.
Bu sefer gözlerimi açtığımda bakışlarım boş koridoru buldu. Tutunmuş olduğum duvara bu sefer sırtımı yaslanmış bir şekilde duruyordum.
Onların kim olduğunu adamın söylediklerinden sonra kavrayabilmiştim.
Aron ve Esila...
Kolyenin ilk sahibi ve onun ruh eşi...
Her şey şimdi netlik kazanıyordu. Biri beni gerçeklere uyandırıyordu. Biri ise beni bir yalana hapsetmek istiyordu.
Biri Esila 'ydı. Peki diğeri kimdi? Veya kimler? Yaslı olduğum duvardan sırtımı çekip ağır adımlarla bu sefer terasa ilerlemeye devam ettim. Terasın kapısının önüne gelmeden derin bir nefes alıp verdim. Ve terasın kapısını açıp bedenimi dışarıya attım. Dışarı çıktığımda ciğerlerime çektiğim nefes biraz da olsa bana iyi gelmişti.
Ben terastan dışarı çıktığımda karşımda duran koltuklara oturmuş olan Kiran, Tarsis kralı, Lord Yelit ve Victoria bana bakmıştılar. Kendimi zorda olsa toparladım ve onlara doğru ilerlemeye başladım. Beni görünce Kiran biraz yana kaydı ve yanına oturmamı bekledi. Yanına oturunca bakışlarım istemsizce bir boşluğa tutundu hala gördüklerimi sindirebilmiş değildim.
Bu durgunluğum herkesin dikkatini çekmiş olduğu için bir açık vermemek için gözlerimi onlara çevirdim.
"Bir sorun mu var? Bana neden böyle bakıyorsunuz?" diye sordum sabit sesimle.
"Asıl sen söyle bir sorun mu var? Çok durgun duruyorsun?" diye anında konuşan Victoria 'yla dikkatimi ona çektim.
"Hayır yok sadece bir şey aklıma geldi onu düşünüyordum. Ailevi bir şey." diye bir yalan söyledim. Ve onlarda bu yalanına inandılar ya da inanmayı tercih ettiler. Ve fazla sorgulamadan bu konunun üzerine düşmediler.
Zaten daha soru sormaya kalksalardı susmayı tercih ederdim. Bazı şeyler dile dökülmezdi. Buna cesaret edemezdik çoğu zaman. Bazı şeyler benlikte saklı kalmalıydı. Birkaç dakika sonra sohbet başka bir konuya çevrildi. Konu Lord Yelit ve Tarsis kralının tanışma hikayesiydi. Bunu merak edip soran Kiran olmuştu.
"Hermes 'le bir toplantı da tanıştık. O zamanlar tabi bu yaşta değildik. Bildiğiniz üzere bundan yıllar önce tüm krallığın yılda bir kerede olsa bir araya geldiği bir toplantı düzenlenirdi. Biz de o sırada toplandık. O zamanlar ben toplantının genel başkanlığını yapardım. Kuruldan biriydim. Bir konu için fikir birliği yapmamız lazımdı. Ama Hermes tabii ki herkesten farklı bir düşünce ile fikrini beyan etti. Tabi kimse tarafından kabul görünmedi. Herkes imkansız gözüyle bakıyordu. Hermes'in ortaya sunduğu fikre. Ama kurulun başkanlığını o zaman ben yapıyordum ve son karar bana aitti. Hermes 'in kararını kabul ettim. Benim etmemle kimse bir şey diyemedi. Ondan sonra zaten ara sıra bir araya geldik. Ve dostluğumuz böyle başladı. "dedi Lord Yelit.
Anlatırken geçmişe gitmişti ve o geçmişinde onun gözlerine hızla bir deprem etkisi bırakan bir şey vardı. Onu hatırlayınca aniden gözlerindeki ışıltı yavaşça solmaya ve kendini ölüme bırakmaya başladı. Ne kadar kendini şu an ki ana bağlı tutmaya çalışsa da başaramıyor bu andan uzaklaşıp geçmişin sancılı anına itiliyordu. Bu ani değişiminden kurtulması için başka bir konu açtım. Ve anında dikkati bana yöneldi.
"Görevinizi neden bıraktığınızı bilmiyorum ama iyi ki bıraktınız bu sayede sizi tanıyabilme imkanı buldum." dedim sevecenlikle. Sözlerimden sonra bana içten bakışlarıyla baktı.
"Evet seni tanımak benim gibi bir ihtiyara çok iyi geldi. Böylece durgun hayatıma başka bir farklılık geldi." dedi sakin ses tonuyla. Bakışlarında gördüğüm minnet benim için her şeye değerdi. Hayatımın bir parçasında onun olması ve olmaya devam edecek olması bana başka bir mutluluk veriyordu.
"Burada kurunun yanında yanan yaş mıyım ben?" diye sordu aksi sesiyle Victoria. Alınmamıştı sadece bunu şakaya vurmuş ve Lord Yelit nasıl bir tepki verecek ve onun hakkında ne söyleyecek diye meraklanmıştı.
"Victoria sen de benim için çok değerlisin. Emira ve seni kendi evladım gibi sevdiğimi bilin." dedi şefkatle. Anında ben ve Victoria oturduğumuz yerden kalktık ve Lord Yelit 'in oturduğu koltuğun yanına ilerledik ve Lord Yelit' in iki yanına geçtik. Ben sağ tarafına ve Victoria 'da sol tarafına geçtik. İkimizde başlarımızı Lord Yelit' in omzuna yerleştirip bir süre öylece durduk. O sırada Lord Yelit ise iki kolunu kaldırıp bizi kollarının arasına aldı. Bir kolu bana yaslıydı diğer kolu Victoria 'ya.
Kısa bir süre böyle bekledik. Bu sırada Kiran bize muhteşem bir şeye bakarcasına bakmaya başladı. Ona içten bir tebessümle bakmaya başladım. Yaslı olan başımı Lord Yelit' in omzundan çekip doğruldum.
Benden sonra Victoria 'da doğrulmuştu.
"Bu ihtiyar adamın görünüşü ardında varlığını saklamakta olan bir kimlik var ve ben o kimliği çok merak ediyorum. Biraz kendinizden sakıncası yoksa bahseder misiniz?" diye sordum heyecanla. Çünkü Lord Yelit' i çok merak ediyorum. Her konuda. Ama pek bir şey duymamıştım onun hakkında. Kimse bir şey söylemiyor ya da söyleyecek bir şey bilmiyorlardı.
Ona ihtiyar dediğim için sesli bir kahkaha attı. Ona ihtiyar demeyi sevdiğimi çok iyi biliyordu ve bundan rahatsız değildi. Çünkü bunu ona önceden sormuştum ve rahatsız olmadığını dile getirmişti. Bende samimi olabildiğim anlarda ona ihtiyar demekten kaçınmıyordum.
Tabii dercesine başını salladı. Onu gerçekten çok merak ediyordum. Merak ettiğim ilk üç kişi arasındaydı. İlk sırada Ahrar hoca bulunuyordu. Hatta konuyu oraya bile çekmek istiyordum ama yanlış anlaşılmaktan korktuğum için dile getiremiyordum.
"Aslında zaman lordu olduğumu çok geç fark ettim. Tabi böyle bir güce sahip olmam etrafımda olan kişiler için tehlike arz ediyordu. Çünkü zaman içerisinde yolculuk yapabildiğim gibi zamanı da kontrol edebiliyordum. Geleceği görmek ve geçmiş içerisinde değişiklik yapmak ve buna benzer başka şeyler... Benden daha güçlü kimlikleri olan kişiler bu konuda beni kısıtlamayı hatta ortadan kaldırmayı bile düşündüler. Ama bu amaçları ben tarafından gerçekleştirilemedi. Kendimi her konuda güçlendirmeye başladım. Her eğitimi aldım. Ve sonra her yıl başka topraklarda bu elde ettiğim bilgileri orada bulunan kişilere vermeye başladım. Bildiklerimi onlara aşılarken mutlu oluyordum çünkü böylece yetenekli iyi öğrenciler yetiştirdim. Onlarda çok iyi bir kral, general, asker oldular. Topraklarına kendilerini adadılar. Gelişmek ve geliştirmek için birçok şey yaptılar. Hatta eğitim verdiklerimin arasında Yezra yani kolyenin sahibinin ailesi de yer alıyordu. Yezra 'ya ders vermedim çünkü o yıl büyücüler krallığında olan görevimi tamamlamıştım. Ama ailesine aktardığım her şey ona eksiksiz bir şekilde ulaşmıştı. Yezra çok başarılı ve yetenekli biriydi. Ama bu yeteneğini keşfetmesi ve bunu kullanması geç oldu. "dedi sesli bir nefes verdikten sonra.
Merak etmiştim Yezra 'nın gücünü çünkü hala tam günlüğünü okuyabilmiş değildim.
" Gücü neydi ki? "diye sormaktan kendimi alamadım.
" İki gücü vardı. O bir melezdi. Bu zamana kadar pek melez olmazdı etrafımızda çünkü herkes tek bir güçle ortaya çıkar ve o gücü elinden geldiğince güçlendirmeye çalışırdı. Yezra ölüleri hayata döndürebiliyordu. Yani ölmüş ve bedenden çıkan bir ruhu tekrar o bedene geri dönmesini sağlayabiliyordu. Ve kendi ırkına ait gücü barındırıyordu ruhunda. Büyücülük. Ama kara büyüyü. İşte bu onun için bile tehlike arz ediyordu. "dedi bir gerçeği fısıldarcasına. Bu bilgileri bile söylerken sanki başka bir şeyi elinden geldiğince az anlatmaya çalışıyordu.
" Peki hiç ölen birini geri getirmeye çalıştı mı? "dediğimde başını salladı.
" Zordu ama getirdi ama buna pişman oldu da çünkü istediği şeyler olmadı ya da hayal ettikleri ve gerçekler örtüşmedi. Bildiğim kadarıyla Yezra 'nın günlüğünü okuyorsun bunları daha detaylı bir şekilde öğrenebilirsin oradan. "dediğinde başımı salladım.
" Peki sizce onun bu ruhları geri getirme gücü şu an kolyemde mevcut mu? "diye sorunca başını bilmem dercesine salladı.
" Olabilir veya olmayabilir de. "dedi ve sağ elini sol elimin üzerine yerleştirip gözlerimin tam içine bakarak konuştu." Bunu ancak senin sayende öğrenebiliriz. Varsa eğer bu güç boynunda olan kolyede zamanla bu ortaya çıkacaktır. Ve sende bu güce sahip olabileceksin. "dedikten sonra kısa bir sessizlik yaşandı olduğumuz ortamda.
" Başka bir şey sormak istiyorum sadece bir merak birkaç kişiye sorduğum ama cevabını alamadım ama düşününce bir kanıya varabilmek kaçınılmaz olmadı. Ahrar hoca da mı bir melez? Çünkü bildiğim kadarıyla tek büyü konusunda iyi değil başak bir konuda daha iyi kara büyüde çok iyi olduğunu işittim. Hatta bir kaya büyü işine karışmış . Ve bunun onda bıraktığı bir iz de varmış. Onun için mi hem Esila hemde bana karanlık sırlar kitabında olan büyüleri ondan öğreniyoruz? Karanlık sırlar kitabında olan kaç yasaklı ya da şöyle demeliyim kaç tane büyü kara büyü? " diye sorgulayıcı bir tavırla konuştum Çünkü bunu çok merak ediyorum. Ama başka bir şeyi daha merak ediyordum. Ama bunu öğreneceğim kişi şuan burada bulunmuyordu.
"Evet Renas bir melez ama onun kara büyü konusundaki yeteneği büyücülük arasında çünkü bu onun kanında var. Bu biraz özel bir konu olduğu için bu konuda konuşamam ama diğer bir yeteneği ise evrenler arasında olan her şeyle irtibat kurabilmesi ve o evrenler arasında olan ruhlarla uzun bir süreliğine iletişime geçmesi onun bir diğer yeteneği. Ve o ruhları kendi himayesine alabilmesi yani onlara bir beden bulabiliyor Renas. Silik ruhlar bir tek onun sayesinde bir bedene kavuşabilir. Ve karanlık sırlar kitabının neredeyse yarısında yasaklı büyüler mevcut. "diye sözlerini tamamladı Lord Yelit.
Dediklerinden sonra birkaç saniye sessiz bir şekilde düşündüm. Peki Esila hangi yasaklı büyüyü yapmıştı da ceza almıştı. Bunu sorsam cevap vermeyecekti kimse en iyisi kendim öğrenmekti. Ama Ahrar hoca hakkında Lord Yelit 'in söyledikleri kafamın karışmasını sağlamıştı. Kaşlarım anında çatıldı. Bu yaşadığım karmaşıklıkla.
" Eee peki neden kendi ruhunu da geri getirmiyor bedenine? Neden bunu yapmadı? "diye soruverdim hızla. Çünkü şimdiye kadar bunu yapmış olmalıydı.
" Emin ol ki yapabilse şimdiye kadar çoktan yapardı. Ama onun ruhu bir evrende değil onun ruhu silindi ebediyen . Yaptığı bir hata buna sebep oldu. "dedi Lord Yelit fısıldarcasına.
Sessiz kaldım. Ve bu sessizlik devam etti. Bir tek bende. Ben susmuşken başka bir konu açıldı ve ben hariç herkes o konuya dahil oldu.
Akşam olmuştu. Ve birazdan yemek yenilecekti. Yarın akşama kadar buradaydık. Aslında bu gece buradan ayrılacaktık ama bir konu için Asper krallığında bekçiler kurulu bir sebepten ötürü Lord Yelit ve Tarsis kralını çağırmıştı. Onlarla birlikte Victoria 'da gitmişti.
Ben ve Kiran tek kulede kalmıştık. Neden beni çağırmadıklarını bilmiyorum ama zaten gidesimde yoktu. Kiran yorgun olduğu için odasına çekilmişti. Yemeğe kadar odasında biraz dinlenecekti. Bende o sırada burada olan oturma salonuna gelmiş ve şöminenin karşısında olan tekli koltuğa oturmuştum.
Elimde tuttuğum Yezra 'nın günlüğüne kısa bir süre baktım. Bakalım şimdi beni ne karşılayacaktı.
Sıradanlık simgesi bir güne merhabalar
Acının zihinde uyandırdığı tatsız gerçeklere bir uyanış yaşıyordum. Ama bu uyanış zarardan başka bir şey değildi. Bu uyanış her acının yeniden deride sızlayışlarıydı. Geçmezdi geçemezdi . Hissettiklerimi artık umursamaz olmuştum. Evet artık hayatın bir noktasında bulunuyor biraz da olsa özgür oluyordum ama bu yetmiyordu.
Gerçek aile sevgisinin yerini hiçbir şey tutmuyordu. Aynı masada yemek yiyorduk aynı okulda kardeşlerimle ders görebiliyordum ama onlara söylenen sevgi sözlerinden eksiktim. Bir derdim veya bir sorun olduğunda kendin başıma halletmek durumunda kalıyordum. Ve bu çok kırıyordu. Kendimi kitaplara adamış her bilgiye ulaşmak için büyük bir çaba sarf ediyordum.
Elde ettiklerimin yanında aile büyüğümüz olan babamın da kardeşlerime edindiği bilgileri aktardığı zaman bir köşeye geçip babamın izin verdiği müddetçe onu dinliyor dinlediklerimi not edip bunları kitabıma geçiriyordum. Ama her büyüyü kolyem vasıtasıyla açtığım kitabıma geçirmiyordum bunların en önemlisi yani kara büyüyle ilgili olanları ekliyorum ve zor önemli bilgiler, büyüler kitabımda yer ediniyordu.
Geçen zaman ardından kitabımda önemli eşsiz büyüler yer edinmişti. Tabi bunları hala tam olarak yapabilmiş değildim. Ama deniyordum. Tam anlamıyla bir gün bu yazdığım büyüleri eksiksiz olarak yapabilecektim tıpkı bir büyücü gibi . Umarım yapabilirdim.
Çünkü şuan tutunduğum tek şey buydu. Başarılı bir büyücü olabilmek. Çünkü morte çiçeğini bulma ümidini yitirmiştim. Her yerde aramış her yere gitmiş ama onu bulamamıştım. Ya bu çiçek gerçek anlamda yoktu bir efsaneden ibaretti ya da ben yanlış yerde arıyordum. Şu ana kadar kaç kişi bu çiçeği aramıştı ama bulamamıştı.
Ömürleri bu çiçekle geçen insanlar vardı. Ve ömrünün sonuna kadar arsada bulamayıp bulamadan ölenler de varmış. Öğrendiğim kadarıyla bu çiçek 100000 asır içerisinde bir yetişen bir çiçekmiş ve ömrü 100000 yıl olduğu için bu yıl içerisinde çiçeği bulan bunu kullanabilirmiş bulamazsa onun tekrar yetişmesini beklemeliymiş. Ya şuan varlığı vardı ya da yoktu. Belki de şu an yetişme zamanı da olduğu için bulamamış olabilirdim. Yani bu da bir olasılık olabilirdi de. Ve olasılıklar değerlendirilmek için vardı.
Diğer sayfayı çevirip kalan kısmını okumaya başladım. Gözlerim paragrafa çevrilmeden önce yine boş bir alana kısa bir cümle yazılmış ve üzeri karalanmıştı. Cümle zihnimde binlerce kez yankılandı. Bu neyin cümlesiydi? Ve neden karalanmıştı?
İlk ben üşüdüm, ilk ben öldüm.
Yazan cümleden pek bir şey anlamamıştım fazla üzerinde durmayıp kaldığım yerden devam etmeye başladım.
Gün içerisinde okula gidiyor dönüşte ise eve geçmeden önce kolye için akademinin yanında olan krallıklar kütüphanesine uğruyor orada araştırmalarıma devam ediyordum. Pek bir ilerleme kat etmesem de her öğrendiğim bilgiyi not ediyor hatta burada kitapları karıştırırken yeni keşfettiğim yasaklı olan büyüleri not ediyordum gizli gizli. Çünkü burada görevli olan kütüphane görevlisi burayla pek alakadar değildi.
Bundan dolayı o başka işlerle ilgilenirken ben burada bulduğum kitapta olan bilgileri hızla endişe içerisinde kimseye yakalanmadan kendi defterime geçiriyordum.
Bu neredeyse bir ay kadar devam etti. Akademiden çıkıp buraya geliyor işim bitince kütüphaneden ayrılıp evime gidiyordum. Taki bu kütüphanenin kapatılmasına kadar buraya gelip gittim. Kütüphane kapatıldıktan sonra çok nadir yasaklı büyüleri not edinebilmiştim. Yeni yasaklı büyü bulana kadar edinmiş olduğum büyüleri gizli saklı bir şekilde öğrenmeye yapmaya ve bunu pratik hale getirmeye çalıştım.
Akademiden çıkıp çıkıp akademinin biraz uzağında olan ormanlık alana gidip orada bu not ettiğim büyüleri yapmaya çalışıyordum. Tabi başarılı olamıyordum çünkü bu konuda kötüydüm. Ama pes etmiyor ve çabalıyordum. Ama sonra bir gün yine ormana gelmiş pratik yaparken birini fark ettim. Ben yaşlarında bir kız burada olmamı sorguluyordu. Onu beni gözetlerken görmüştüm. İlk başta kızmış neden beni gözetlediğini sormuş bana cevap vermesini beklemiştim.
Tabi ilk başta konuşmamıştı ama sonraları onunla gel git zaman içerisinde arkadaş olmuştuk. İlk onu gördüğüm gün bir şey demeden çekip gitmişti ama ertesi gün olduğum alana gelmiş ve bana büyü konusunda yardım edebileceğini söylemişti. İlk başta kabul etmek istememiştim. Ama sonra istemeye istemeye kabul etmiş ve her gün düzenli olarak birlikte çalışmıştık. Onunla beraber az da olsa bu konuda bir şey öğrenip büyü konusında az da olsa ilerleyebiliyordum.
Öncelikle kolay büyülerden başlamış ve öyle devam etmiştik. Zamanla yavaş yavaş günlük hayatta işimi kolaylaştıracak büyülere geçmiştim. Ve her günün ardından bu konuda gelişip güçlenmeye başlamıştım.
Ama nedense ormana gelip bana büyüler konusunda eğitim veren kızın ne adını ne de onun hakkında bir şey öğrenebilmiştim. Onun hakkında ne sorsam sessiz kalıyor ama eğitim için sorduğum soruları eksiksiz bir şekilde cevaplıyordu. Ne kadar diretsemde asla kendi hakkında küçük dahi olsa bir kelime etmiyordu. Bende artık zamanla sorgulamayı bırakmıştım. Çünkü sessiz kalması tüm isteğimi silip atıyordu.
Artık tüm kolay olan büyüleri öğrenmiştim şimdi sıra zor olan büyülere geçmişti. Bu büyüleri yapmaya çalışmak benim için çok zor geçmişti çünkü çok fazla zorlanıyor bazen çıldırma noktasına geliyordum. Daha doğru dürüst ne büyü sözlerini söyleyebiliyordum ne de bunun için o gücü ortaya çıkarabiliyordum. Ama ne olursa olsun geri adım atmıyorum atmayacağımda
Çünkü istediğim kişiye bürünmek için çok çaba sarf etmem lazımdı. Bazı şeyler zaman alırdı bazı şeyler zamanla olurdu. Ve ben bunu yapacağıma inanıyordum.
Yezra
Günlüğü kapatıp kolyem vasıtasıyla gizli bölmeye gitmesini sağladım. Kolyemin içerisinde gizli bir sığınak vardı ve ben bu sığınaklara benim için büyük önem arz eden eşyaları saklıyordum.
✵⃝⃟⃠
Asper(Koruyucular ) krallığından Victoria, Tarsis kralı ve Lord Yelit dönmüştü . Onlar kuleye geldikten sonra hep beraber akşam yemeğine oturmuştuk. Sessiz bir şekilde yemeklerimizi yiyorduk. Ortamda varlığını çok belli eden bir huzur vardı. Ve bu huzuru herkes sessiz bir şekilde hissetmek istiyordu.
Yanımda Kiran 'ın konuşmasıyla başımı ona doğru çevirdim.
"Bence ara sıra böyle bir araya gelmeliyiz. Sizinle olmak bana çok iyi geldi. Ne kadar bu kısa sürecek olsa da." dedi sesindeki bunun kısa süre olmasından hoşnut olmayan tınıyla.
Elimi Kiran' ın elinin üzerine koydum ve dostane olan bakışlarımla ona baktım. "İstediğin zaman davet et geri çevirmeden geliriz davetine. "dediğimde mutlulukla gözlerini kırpıp açtı.
Etrafının kalabalık olmasını çok seviyordu Kiran ama etrafı her zaman bu kadar kalabalık olamıyor olduğu zaman ise bunun kısa sürmesi onu üzüyordu.
Benim sözlerimin ardından Victoria 'da ne zaman isterse Kiran kuleye gelebileceğini söylemişti.
Yemek yenirken konu bugün gidilen bekçiler krallığına gelmişti. Bugün gitmelerin sebebi birkaç yeni düzenleme içinmiş.
Hala Asper (Koruyucular ) krallığına gitmediğim için Victoria' ya ne zaman uygun olursa o gün gidebileceğimizi söyledim. Çünkü kolyemin aydınlık ve karanlık tarafında olan bekçileri ve o krallığı gerçekten merak ediyordum. Bir türlü gitmek istesem de gidememiştim.
Yemekler yenmiş ve herkes ön bahçeye çıkmış çalışanların getirmiş olduğu içecekleri içerken güzel bir anı zihinlerimize kazıyorduk.
Konu Tarsis kralının Kiran 'ın doğumuna tanıklık ettiği anlardı. Zar zor da olsa o günü anlatmasını istemiştik üçümüz Tarsis kralından. Lord Yelit o güne tanıklık ettiği için bu konuda ısrar etmemişti.
"Kiran' ın annesiyle bir davette tanıştık. Bizim evliliğimiz zaten aşk evliliğiydi. Evlendikten sonra Kiran 'ın annesiyle tam 10 yıl boyunca evliliğimize ve yeni yaşamımıza alışmaya çalıştık. Yeni evliydik ve benim o zamanlar krallığın başına geçme yıllarımdı. İyi bir kral olabilmek için çok çalıştım. Evlendikten sonra ben bir görev için 7 ay başka bir yerde kalmak zorundaydım. Tam 7 ay sonra geldiğimde Kiran 'a hamile olduğunu öğrendim. Bu haber benim için her şeye bedeldi. "dedi sözlerini tamamlayıp Kiran' a bakıp. Kiran 'a kısa bir süre baktı ve sesli bir nefes verdi. Eşinin kaybı onun için hala tazeydi. Keza Kiran için de. Kiran' ın üzerine çevrili olan bakışlarını çekti ve boşluğa gözlerini dikip devam etti.
" Kuleye gelmeme daha çok vardı. Ve Kiran 'ın doğumu yaklaşmıştı. Elimden geldiğince işimi kısa süre de halledip kuleye dönüp Kiran' ın doğumuna tanık olmak istiyordum. Ama olduğum gittiğim yerde bir isyan çıkmıştı ve bu isyanı bastırmak ve eski düzene geri dönülmesi için çok çaba sarf ettim ve bu da kuleye dönüşümü geciktirdi. Çünkü isyan olmasaydı birkaç gün içerisinde krallığıma geri dönecektim. Ama bu olmadı ya da olması istenmedi. Sorunsuz bir şekilde isyanı bastırmış ve düzen eski haline zor da olsa dönmüştü. Tabi Kiran 'ın doğumuna günler kalmıştı. Ne kadar çabalasam da bir türlü erken gitmeyi başaramamıştım. "dedi. Son cümlesini söylerken sözlerinde yatan kederi pişmanlığı hissetmek elde değildi. Koşullar ve şartlar bazı güzelliklere engel olabiliyordu.
" Bir ayaz gecesi sonunda yola çıkabilmeyi başarmıştık. Sabah veya gece olması umurumda değildi. Yola çıkmayı başarmıştık. Krallığı varmak biraz geç sürmüştü tabi bu süre zarfında doğum başlamıştı. Bir kral olarak askerlerimle krallığa dönmem uygun olurdu ama bir his yüzünden bu isteği bir köşeye iteledim ve bir portaldan krallığa geçiş yaptım. Portal en fazla bildiğiniz gibi 5 kişiyi kapsar. Yanımda kimseyi almadan portaldan kuleye geçiş yaptım. Kuleye geçtiğim an adımlarım doğumun yapıldığı odaya doğru yönlendirdim. Etrafımda olan kimseyi umursamadım ve koşar adımlarla doğum yapılan odaya son sürat yürümeye başladım. Odanın önüne gelince Lord Yelit 'i kapının önünde gördüm. Doğumun başladığını ve benim de kulede olmayışımdan dolayı kuleye gelmişti. Kısa bir selam verip içeri girdim. İçeri girip direk oğlum ve eşimin yanına geldim. Kiran doğmuş ve eşimin kolları arasında duruyordu. Yanlarına gidip ikisinin de iyi olup olmadığına görmek için dikkatle bakındım ve ikisi de sağlıklıydı. Eşim Kiran 'ı kollarıma uzattı ve Kiran' ı kollarımın arasına aldım. Yaşadığım huzuru ve mutluluğu tarif edemiyordum o an. Kiran hayatıma anlam kazandırdı. "dedi ve bütünleşmiş olduğu andan sıyrıldı ve her zaman olduğu katı ve sert karakterine büründü.
" Peki sakıncası yoksa Kiran 'ın annesi ne zaman aranızdan ayrıldı öğrenebilir miyim? "diye sordum. Çünkü kafama takılan bir soru vardı.
Sorumun cevabını geciktirmeden Kiran cevapladı.
" 20 mart gecesi annem aramızdan ayrıldı. Benim 24. yaş günümde. "dedi. Dumura uğramış bir halde başımı salladım.
" Peki kaç yıl oldu annenin senden ayrılışı? "diye korka korka sordum. Çünkü 20 martta ben de bir kayıp yaşamıştım. Büyük sancılı bir kayıp.
" 10 yıl oldu. "diye kısık sesle fısıldadı Kiran .
5 yıl önce yaşadığım kayıp ve 10 yıl önce yaşanmış bir kayıp. Günler aynıydı. Aynı acıların aynı olması gibi.
" Kaybınız için çok üzgünüm. "dedim Kiran ve Tarsis kralına bakarak.
Sözlerimden sonra son konuşmamız olmuştu aramızdaki sohbet ve herkes konuşmanın bitişinden hemen ardından oturduğu yerden doğrulup odalarına çekilmişti. Kaldığım odada sırtımı yatağın başlığına yaslamış kaygılı bir duygu ile düşünce çukuruna düşmüştüm.
Bazı şeyler vardı ve bunlar çok rastlantı olarak gözüme gözüküyordu. Bu rastlantıyı daha yakından araştırmayı düşünüyordum. Çünkü bir plana kurban gitmiş olabilirdik. Ya da bu benim kuruntularım olabilirdi. Evrenler arasında bu düşündüğüm şeyin olması çok zordu. Umarım sadece bir kuruntuydu düşündüklerim.
Yorgun bedenimi ve ruhumu sancılı bir uykunun evrenine sürükledim.
Sabah uyandığımız gibi kahvaltı etmiş ve kuleden ayrılmak için hazırlıklara başlamıştık. Lord Yelit önemli bir işi olduğu için erkenden Moritanya kulesine geçmişti ben ve Victoria ise öğlene kadar Kiran 'la zaman geçirmiş ardından vedalaşıp açtığım portaldan kuleye geçiş yapmıştık.
Açtığım Portal Kiran' ın odasına bulunan terasta açılmış ve Moritanya kulesinin ön bahçesinde sonlanmıştı. Portaldan ön bahçeye hızlı bir giriş yapmıştık. Ders saatinin son saatlerine yakın bir zamanda geldiğimiz için bahçe bomboştu.
"Etraf sakin gözüküyor. Desene bizden sonra bir atraksiyon yaşanmamış. Ah! Her şey bizim varlığımıza bağlı. Biz de olmasak bu kulenin çekilir hali kalmayacak." dedi Victoria sesli bir kahkaha atarak.
"Herkes bazen sakin hayatı tercih eder. Nadir insanların hayatları aksiyonla geçer ve sonlanır." dedim sakin ses tonuyla ve etrafıma kısa bir bakış atıp sözlerime devam ettim. "Boş ver sen onları hem bence biraz kaçamak yapalım bir yerlere gidelim bence eski günlerdeki gibi. Eski davetlerde yaptığımız oyunbaz hallerimiz gibi. "dediğimde aklımıza gelenlerle sesli bir kahkaha attık. Ah o anlar çok güzeldi.
" Yaptığımız şeyleri bizim yaptığımızı bir öğrenseler varya mahvoluruz. "dedi Victoria bir sırrı paylaşırcasına. Gözlerine yansıyan ışıltı o günlerde yaşadığımız heyecan ve güzel anların yansımasıydı.
" O oyunların baş karakteri sendin yanan tek sen olursun. "dedim meydan okuyarak. Öylemi dercesine baktı.
" Eğer yaptıklarım öğrenilirse bilki seni de yakarım. "dedi uyarıda bulunarak. Ben gözlerimi devirmek üzereyken hanımefendi saçlarını savurup havalı bir bakış attı bana.
" Yanmaktan korkan kim? Ben gidiciyim ama sen hayır. "dedim bilmişlikle. Bu sefer gözlerini deviren oydu.
" En son yaptığım şeyi biri bilse bittiğim resmidir. "dedi bunu istemeyen bir sesle dile getirmişti .
" Kim bilecek ki? Ben ve sen kimseye söylemezsek bu bilinmeyecek. "dedim. Dediklerimin ardından evet dercesine başını salladı.
Ve sonunda durduğumuz yerden harekete geçtik. Kulenin çift kanatlı ön kapısından içeri girdik yana yana.
İçeri girdiğimiz anda bizi olduğumuz koridorda bir sessizlik karşıladı. Tam Victoria konuşacağı an onu elimle susturmak zorunda kaldım.
" Lanet olsun. "diye kısık sesle fısıldadım. Söylediğim şeyle Victoria bana ne oldu dercesine bakmaya başladı.
" O general bozuntusu burada.. "diye öfkeyle konuştum. Çünkü onun o rahatsız eden enerjisini hissediyordum.
" Hangi general ya? "diye sordu anlamayarak Victoria. Kaşlarım anında çatılı. Bir şeyi de ilk dediğim anda anlasa şaşardım. İlla detaylı bir açıklama yapmak zorundaydım . Ama sorusuna cevap vermedim daha doğrusu veremedim. Çünkü adım sesleri bizim olduğumuz yere doğru geliyordu.
O genaral bozuntusu yalnız da değildi. Yanında Süreyya hanım ve Turul bey de vardı. Bu adamın burada ne işi vardı anlamış değildim . Umarım davet edilmemiştir buraya. Ben ve Victoria görmemeleri için Victoria 'yı sağımda olan koridora doğru ittim ve ilerlemesini sağladım. Sessiz ama telaşlı adımlarla koridorda ilerliyorduk bizi fark etmemeleri için.
"Hepsi senin o gereksiz oyunun sonucu başımıza geldi." dedim yakınırken ve sessiz ama hızlı adımlarla ilerledik. Tam merdivenlerin olduğu tarafa ilerleyeceğim an Victoria tam kütüphaneye çıkacağımız merdivenlere varmadan Ahrar hocanın odasının önünde durdu.
"Ya ne yaptım ben? Çekiştirip duruyorsun beni hem kim geldi kimden saklanıyoruz?" dedi anlamamışca. Şaşkın bakışlarıyla bana bakıyordu.
"General Rian burada." dediğim anda gözleri neredeyse yerlerinden çıkacakmış gibi gözlerini sonuna kadar açarak bana baktı.
Yüzüne aniden yerleşen korku ve telaşı gördüm.
"Ya ya... Şimdi anladın mı belayı. Başımıza gelenlere bak?" dedim tam Victoria konuşacağı an bize yaklaşan enerjileri ve olduğumuz koridora yakın adım sesleriyle az bir zaman kaldığı için aniden kendimizi telaşla Ahrar hocanın odasına attık. Kapıdan içeri girip korkarak sessiz bir şekilde kapıyı kapatıp odada göz gezdirmeden yönümüzü kapıya çevirip adrenalinin vermiş olduğu gerginlikle sesli nefesler alıp vererek kulağımızı kapıya yasladık. Tabi bu sırada ikimizde birbirimizi azarlamayı unutmuş değildik.
"Adamı sen sardın başımıza Victoria. Bak kurtulamıyoruz her yerde karşıma çıkıyor ya!"dedim öfkeli ama ses tonumu düşük desibelde tutarken. Çünkü eğer burada olduğumuzu öğrenirse kesin gelirdi yanımıza o adam.
" İşimize yarar diye yakınlık kurdum adamla bende sevdiğimden değil ya! Bana niye kızıyorsun ki? Böyle olacağını nerden bilebilirdim ki adam kapıldı sana bırakmıyor salyangoz gibi yapıştı ."diye yakındı suçlu benmişim gibi . Hayret edercesine ona bakmaya başladım. Şakamı yapıyordu benim ne suçum vardı? Ben mi dedim git adamla beni tanıştır? Hem böyle olacağını bilseydim izin verir miydim sanki? O güne dönüp bu adamla tanışmamayı ne çok isterdim.
" En büyük suç seninde ondan. Sana yapma demiştim dinelemedin beni. Bak ne oldu şimdi? Elimizde patladı o gereksiz oyunun. "dedim öfkemi kusarcasına. İkimizde soluk soluğa kalmış sessiz bir şekilde kapının ardında adamın gitmesini bekliyorduk.
" Senin de beni dinlemediğin zamanlar oldu hatırlatırım? "dedi uyarırcasına. Şu an bunun sırası mıydı? Ben onun gibi başımıza bir sorun açmamıştım bir kere.
" Sen her şeyde lütfen kendine bir haklılık payı çıkarma ! Şuan haksız olan sensiz ben değil ! Birde işimize yarar diye yakınlık kurmuşmuş. Bir çarparım yakınlığı görürsün. "dedim sinir krizi geçirmek üzereyken . Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum ama şu an ne yeri ne de zamanıydı.
Ama o ne yaptı dersiniz benim söylediklerime sadece omzunu silkip hadi oradan dedi.
Başımı sen iflah olmazsın derecesinde salladım. Ama oralı bile olmadı hanımefendi. Ben burada kime laf anlatmaya çalışıyorsam? "Adam işimize yaramadı başımıza iş oldu." diyerek Victoria 'ya baktım. Ama kulağını kapıya yaslamış bir şekilde bana bakıyordu.
"Susar mısın? Gidip gitmediğini duyamıyorum. Adım sesleri de kesildi." dedi sıkılmış bir tavırla. Birde azar yiyordum sanki suçlu o değilde benmişim gibi.
"Hah! Yine suçlu ben mi oldum? Bak gerçekten bir tane elimin tersiyle çarpacağım ona göre!" dedim ama ne yaptım dersiniz kulağımı kapıya hızla yasladım ve bir ses duymak için kulak kabarttım. Koridorda hiç ne konuşma sesi vardı ne de adım sesleri. Gitmiş olabilirdiler?
"Evet çok sessiz acaba gittiler mi?" diye sordum.
" Bence de gitmişler. Belki de kısa bir ziyaret için gelmiş de olabilir biz de o ana denk gelmiş olabiliriz?" dedi bu yönden bakmamı sağlayarak. Ama bana nedense hiç öyle gelmiyordu.
"Hiç sanmıyorum çünkü Moritanya Prensesi olduğumu biliyor. Ve o vurdum duymaz adam maalesef bunu söylemek bile istemiyorum ama beni görmeden gitmez." dedim bu durumdan yakınırken.
"Küçük bir ziyarette olabilir. Bu ihtimali atlamayalım. " diye bir öneride bulundu Victoria.
"Umalım ki öyle olsun." dedim. İçimden öyle olsun diye dualar ederken.
Başımı Victoria 'ya doğru yakınlaştırdım.
" Umarım Victoria, Ahrar hoca arkamızda yoktur. Bodoslama girdik de odasına. Odada olup olmadığına bile bakmadık. "dediğim anda Victoria yok dercesine elini salladı.
" Yok o şimdi kütüphaneden çıkmamıştır. Her zaman dersten sonra kütüphaneye giden adam bugün de direk odasına geçecek değil ya. "dedi. Umarım dediklerinde haklı çıkar. Ama dayanamayıp merakıma yenik düşüp arkama dönüp baktım. Ama keşke dönmez olaydım. Ahrar hoca elinde tuttuğu kitapla dumura uğramış bir halde bize bakıyordu. Şöminenin önünde duran oturduğu koltuktan. Onu gördüğümü fark edince anında yüzümde aniden sahte bir tebessüm yerleşti.
Bakışlarımı ondan çekmeden hızla Victoria 'yı çekiştirip arkaya dönmesini sağladım. İlk çekilişte bakmadı ama ikinci çektirmem de istemeyerek de olsa yönünü arkaya doğru çevirmeye başladı. Tam önüne dönüp beni azarlayacakken Ahrar hocayı tam da karşısında görünce olduğu yerde şaşırmıştı.
Bakalım şimdi ne diyecektik adama hanımefendi. Az önce yok ya burada olmaz diye atıp duruyordu. Şimdi de aynı düşünce içerisinde olabilecek miydi?
İkimizde sessiz bir şekilde Ahrar hocaya bakıyorduk. İkimizde ara sıra birbirimize bakıp yardım çağrısında bulunuyorduk ama ikimizde çaresizdik.
"Evet hanımlar sizi dinliyorum?" İlk konuşan Ahrar hoca olmuştu.
"Ah aslında pek anlatılacak bir şey yok gibi. Değil mi Emira?" diye sorunca yardım çağrısına uydum ve evet dercesine salladım başımı. Ah şuan olduğumuz an çok utanç verici bir durumdu. O general bozuntusu da geleceği günü bulmuştu. Onu gördüğüm ve göreceğim günlere lanet okumaya şimdiden başlamıştım.
" Ah! Evet pek önemsenecek bir şey yok biz sizi daha fazla rahatsız etmeden odanızdan çıkalım. Epey bir işimiz var onları halletmeliyiz." dediğim anda hızla arkaya dönüp çıkacakken onun durun komutuyla olduğumuz yerde kıpırdamadan durmaya başladık.
"Anlatmak istemiyorsanız sizi zorlayamam. Ama zor bir durum içerisinde gibisiniz." dedi ve sessiz ama dikkatli bakışlarla bizi inceledi. Konuşmayacağımızı anlayınca pes etti.
"Victoria sen çık benim küçük hanımla ufak bir işim var. Eğlenceli anaları için önemli derslerinden kaytarıyor." dedi tam karşı çıkacağım an elimde tuttuğu kitabı sert bir şekilde kapattı. Ve konuşma çabam su gibi akıp gitti aynı sönen cesaretim gibi.
Victoria başını salladı ve arkasına dönüp kapıya doğru bir adım atıp kapıyı açıp çıktı. Başımı ona doğru çevirdim. Victoria çıkmadan hemen önce ise bana çaresizce baktı. Git dercesine başımı yavaşça eğdim. Victoria çıktıktan sonra yönümü tekrar Ahrar hocaya çevirdim. Onun karşısında zayıf gözükmemek için omuzlarımı dikleştirdim.
"Evet sizi dinliyorum Ahrar hoca." dedim mesafeli sesimle. Konuşmamın ardından kaşlarını çattı. Oturduğu koltukta sırtını dikleştirdi. Ve elinde tuttuğu kitabı yanında olan kitap rafına usulca bıraktı. Ve rafta duran bir küçük kutuyu aldı ellerinin arasına. Ardından bakışları tekrar beni buldu. O kutuyla ne yapmayı düşünüyordu? Umarım kutuya hapsedilmezdim ama o general bozuntusu gidene kadar bu ihtimale sıcak bakıyordum. Allah aşkına neler düşünüyorum ben ya?
" Bir gün bile olsa Prenses Emira dersimizi aksattın. "dedi sert buzu andıran soğuk sesiyle. İsmimi zikredişi bir nefreti dile getirircisineydi. Oturduğu yerden kalkıp bana doğru gelirken birden bakışlarım istemsiz olarak ondan uzaklaştı ve hemen sol tarafımda tam yatağın üst tarafında asılı olan ve duvarı tamamen kaplayan aynaya çevrildi.
Elinde tuttuğu kutu aynada gözükürken o görünmüyordu. Bu görüntüyü istemsiz de olsa görmek hafif bir ürkmeme sebep oldu ve istemsiz olarak bir adım geri gittim. Bu hareketimle Ahrar hoca soluna baktı ve orada varlığından haberdar olduğu aynaya baktı. Bilerek mi yapmıştı acaba?
Bir adım daha geri gidince sırtım kapıya yaslandı. Ortamda sinir bozucu bir sessizlik vardı. Ahrar hoca onun aynada görünmeyen varlığına bakıp ürktüğümü gördü ama bir duraklama yaşamdan bana doğru ilerlemeye başladı. Ve bir adım mesafe kalınca durdu adım atmayı bıraktı. Sadece o ve ben arasında bir adım mesafe vardı. Bir karış mesafe bir küçük adım.
"Gerildin." dedi. Tek kelime ama altında yatan anlamı bilerek. Gerilmemem saçma olurdu. Karşıma geçmiş hortlak misali haliyle sakin olmamı bekliyordu benden.
"Kusura bakmayın sadece birden beklemediğim için şaşırdım." dedim başka bir şey diyemeyerek. Ama hala aramızda olan bu mesafe bir gerginlik aşılıyordu bedenime.
"Ama merak ettiğini de biliyorum çünkü bunu gözlerinde görüyorum Emira" dedi sakin ama tehlikeli sesiyle. Ve şöyle devam etti sözlerine. "Ve bu merakın beni düşünmeye itiyor. Ruhsuz bir adamı neden merak edesin? Yoksa başka bir amaç uğruna mı bu merak?" deyince sakince başımı hayır anlamında sağa sola çevirdim. Cevabım ardından sesli bir nefes alıp verdi. O an kısa da olsa onun lacivert harelerine mavi harelerimi kilit vurdum. Yoğun renge sahip gözleri eşsiz bir tablo gibiydi.
Ve her nefes alış verişimde ondan bana usulca gelen ona has kokusu algılarımı yıkıyordu. Kokusu şu ana kadar hiç soluyamadığım farklı bir kokuydu. Ve tuhaf olan şu ki kokusu insana bir dinginlik veriyor. Her kokuyu soluğumda gözlerimi kapatmamak için büyük bir mücadele veriyordum. Beni gerçeğe uyandıran ise onun sözleri olmuştu.
"Hım kötü niyetli değil demek ?" dedi ve başını yana yatırdı. Şu an gerçekten biraz ürkütüyordu beni. Aynada olmayan ruhunu bile görmediğimde bu kadar ürkmemiştim. Ve her nefes alış verişinde sıcak nefesi bir meltem gibi yüzümde gezinip kayboluyordu. Sessiz kalışım sanki onu eğlendiriyor gibiydi?
Hah pislik benimle oyun oynuyordu öylemi? Gözlerindeki alay dolu bakışları bile isteye görmemi istercesine tam gözlerimin içine bakarak konuşuyordu. Oyun nasıl oynanır ona fazlasıyla güzel bir şekilde gösterebilirdim.
"Pardon ama siz ve varlığınızla ne alıp veremediğim olabilir ki? Ben hayatımda yer edinen insanları önemser onlarla uğraşır ve onları merak ederim. Siz hayatımın bir köşesinde değil ucunda bile olamazsınız." diyerek onun yarattığı bu gerginliği yok etmek istedim ama başarılı olamadım tabi. Adam üzerime oynamaktan kaçınmıyordu.
" Peki neden Lord Yelit 'e benim hakkımda sorular sordun."diye sorunca sessiz kaldım çünkü verebilecek bir yanıtın yoktu o sorunca aniden." Hani sen önemsediğin insanlarla uğraşırdın ve onları merak ederdin? Beni neden merak ettin? Az önce hayatının köşesinde hatta ucunda bile olmadığımı söyledin . "dedi gözlerindeki alaycı ifadeyle. Ayaz soğuğunu andıran gözleri merakla vereceğim cevabı bekliyordu. Düşünmek için bana zaman bile bırakmadan beni benim sözlerimle vuruyordu.
" Aslında amacım kötü değildi. Sadece merak etmiştim ve merak ettiğim şeyi sordum. Bu siz hayatımda olduğunuz ve önem verdiğim için değildi sadece sizden ders alıyorum ve beni düşündüren bir konu olduğu için sordum Lord Yelit 'e bir daha olmaz merak etmeyin. " diye mırıldanarak yutkunmaya çalışarak konuştum.
Adam tüm dengelerimi alaşağı etmek için uğraş veriyordu. Ve bunu dikkatimi dağıtıp bir açık vermemi sağlayarak yapmak istiyordu. Nereden öğrenmişti acaba onun ruhuyla ilgili bir soru sorduğumu? Lord Yelit söylemiş olabilir miydi?
Bakışlarımda ne görmüştü bilmiyorum ama düşündüğüm şeyi sanki sesli söylemişim gibi cevaplamıştı.
" Kimseden öğrenmedim çünkü bizzat duydum. Kim ruhum ve ismimi aynı cümlede kursa onları işitebiliyorum." dedi bir açıklama yaparken.
"Bu bir düşünce olsa da mı?" dedim endişe ederken ama çaktırmamaya çalışarak. Başını olumsuz şekilde salladı. Rahatladım. Bunu belli etmemek için de büyük bir mücadele verdim o anda
"Sadece konuşma..." diye yanıt verdi.
"Ders diyordunuz." diye konuyu kapatmaya çalıştım. Yaptığım hamleyi anladı ama bir şey demedi ve bana ayak uydurdu.
"Elimde tuttuğum kutuda senden isteyeceğimi çiçeği bulmanı istiyorum bakalım verdiğim süre içerisinde bulabilecek misin? Bunu küçük bir ceza olarak düşün. " dedi fısıltıyı andıran tok ve sert ses tonuyla.
"Ama Lord Yelit sizinle bu konu hakkında konuşmuştu. Neden ceza alıyorum ki?" dedim aksi bir şekilde.
"Lord Yelit sadece senin o gün derse gelemeyeceğini söyledi bende bir şey demedim ama bu seni aksaklık yaptığın için cezalandırmayacağım anlamına gelmiyor." dedi düz bir sesle.
"Bir ders yapamadık diye sizin kurallarınızın dışına mı çıktık da ceza veriyorsunuz bana?" dedim söylediklerini kavramaya çalışarak bu adamın amacı neydi? Evet dercesine başını salladı.
Kurallarının canı cehenneme.
Gözlerimde olan öfkeyi görmüş ve sinirlendiğimi anlamış olmalı lacivert gözlerinde bana yönelik bir alay sezdim. Onu şu an şurada boğazlamamak için kendimi zor tutuyordum. Sakin kalmak için ne kadar uğraş versemde yeterli olamamıştı. Sakin kalmayı kenara iteledim ve öfkeme yenik düşerek yüksek sesle konuştum.
"Siz ve sizin anlamsız kurallarınızın canı cehenneme anladınız mı?" bu tepkiyi vereceğimi tahmin etmiş olmalı ki hiç tepki vermeden olduğum yerde çıldırmamı izledi ama ona isteğini vermemek için daha fazla konuşmanın bir sonuç doğurmayacağını bildiğim için odadan ayrılmak için bir hamlede bulundum.
" Kutuyu unuttun. "diye konuştuğu anda öfkemi dizginleştirerek onun lacivert harelerine bakarak konuştum.
" Movirya çiçeğini istiyorsunuz ve o da şu lanet rafınızın üzerinde duruyor ve siz kedi başına getir demediniz ve kolyemin yardımıyla o lanet çiçeği kısa sürede buldum ve şuan elinizde." dedim öfkeli sesimle. Ama bu sözlerime karşılık o ne yaptı dersiniz sesli bir kahkaha attı. Bunu beklemiyordum. Bakışlarımı ona çevirdim. Gerçekten gülmüştü. Onun şu ana kadar hiç gülmediğine şahit olmuşken şimdi karşımda güldüğüne şahit olmuştum.
Bana doğru bir adım attı ve yüzündeki gülümseme yerli yerindeyken konuştu.
"Seni gerçekten çok merak ediyorum Prenses Emira." diye konuşunca bocaladım. Neden merak ediyorudu ki? Dışarıdan nasıl gözüküyorsam öyleydim. Gerçek beni ben istemedikçe kimse tanıyamazdı. Yaşadığım durgunluktan kısa sürede toparlandım ve kaşlarımı çatarak konuştum.
"Etmeyin. "diye uyarıda bulundum. Bunu yapmamalıydı... Sonuçlar iyi olmazdı. Olması muhtemel bile olamazdı.
" Niye? "diye sordu sesindeki meraklı tınıyla. Kaşları çatılmış verdiğim cevabı sorguluyordu. Lacivert harelerinde anlamsız bir merak duygusu vardı.
" Çünkü ederseniz sonuçlarına katlanırsınız. "dedim ve cevap vermesini beklemeden kapıyı açıp odasını terk ettim . Kapıyı kapattıktan sonra derin bir nefes alıp verdim. Bu artık bana lazım olacak tek şeydi artık.
|
0% |