@kumsallardagezen12
|
『 Zihinlerle oynanan hayali oyunlar..』
Kader bir zaman çizelgesi çiziyor ve ben o çizelge doğrultusunda istemeyerek de olsa ileriye gitmek zorunda kalıyordum. Yönüm puslu adımlarım kararlı. Amacım ulaşmak üzerine. Ulaşıp gerçekleri öğrenmek için. Düşünmek gerçekleri ertelemektir. Ve bende düşünmeden adım atmaya meyilliyim. Bazı şeylerin farkına varabilmek için ve bazı şeyleri açığa çıkarmak için.
Zihnimin karanlık odalarının kapısını açık bırakmalıydım ki o karanlık odaları aydınlığa kavuşturabilmeliydim. Karanlık yanıltıcı. Karanlık kör edicidir. Ne gerçeklere kör olabilirim ne de yalanları sineye çekebilirim. Işığın gösterdiği yolda adımlıyor ve bir kapıya ulaşmaya çalışıyorum. Er ya da geç bir kapıya ulaşıp düğümleri çözecek bir delile rastlayacağım.
Ahrar hocanın odasından çıktığım gibi kendimi odama atmıştım. Söylediklerini ne kadar düşünmek istemesem de zihnim bana karşı bir savaş açmış gibi Ahrar hocanın bana yönelik söylediği sözlerini unutturmayarak tekrar tekrar hatırlamamı sağlıyordu. Kör düğüm bir yolda mahsur kalmış gibiydim. Ama bu yola girmemeli ve elimden geldiğince arkama bakmadan kaçıp gitmeliyim. Çünkü o yol bile bile ölüme gitmek demek ve ben bu yolu göze alamam almak istemem.
Çalınan kapım tüm dikkatimi dağıtmıştı. Gel dediğimde anında kapı aralandı ve içeriye Victoria girdi. İçeri girdikten sonra sırtını kapının pervazına yasladı ve irislerini bana çevirdi.
"Ne oldu ben gittikten sonra?" diye kısık sesle soru sordu Victoria. Orada uzun süre kalmam onun meraklanmasını sağlamıştı. Başımı bir şey olmadı dercesine salladım.
"Beyefendi derse gelmediğim için bir ceza verdi ama istediği gibi olmadı ve anında istediği cezayı kolyem sayesinde süre başlamadan tamamladım." dedim önemsiz bir şey dercesine. Ayrıntılara gerek yoktu. Zaten gereksiz önemsiz bir ayrıntıydı bugün yaşananlar. Olmaması gerekiyordu ve bir daha aynı olaya benzer bir olay yaşanmaması da bugün olanların bir daha yaşanmasına izin vermeyecektim.
" Başka bir şey demedi mi? General hakkında bir şey sormadı yani?" diye kurcalamaya devam etti. Bir şey sakladığımı düşünüyor olmalıydı.
"Hayır o konuyu kurcalama gereği duymadı. Zaten onu ilgilendirmiyordu. Sorsa dahi bir şey demezdim." diye umursamaz bir tavırla cevapladım onu. İkna olmuş olmalı ki yüzünde varlığını koruyan merak yavaşça silinmeye başlamıştı. Hem Ahrar hocaya hesap vereceğimi mi düşünmüştü? Hem Ahrar hocaya neydi ki onu ilgilendirmeyen bir konuyu irdelemek?
"Ah güzel! Şimdi asıl konuya geliyorum o zaman. Genaral Rian birkaç günlüğüne burada kalacak. Öyle duydum. Bu salyangoz benzeri adamdan epey çekecek gibiyiz ve lanet olası adam umarım bizim ona oynadığımız oyunu kimselere söylemez." diye olduğu yerde tepinerek söylendi neredeyse. Bu durum onun da hoşuna gitmemişti hatta şuan sinirli olduğunu biliyorum ama belli etmiyordu. Söylediklerinin ardından kaşlarım anında çatıldı.
Burada olmasının zamanı mıydı ? Başka bir zaman ağırlanamaz mıydı? Mesela benim olmadığım bir zaman diliminde. Ama olur mu illa her günüm sorunsuz geçememeliydi burada.
" Lütfen şimdi bana o Genaralin yemekhanede yemek yediğini söyleme." dedim duymak istemeyeceğim ama cevabını çok iyi bildiğim soruyu. Başını bir sorunu istemsiz olarak kabul etmiş bir kabullenmişlikle salladı.
"Desene burada kaldığımız her gün bize cehennem." dedim öfkeyle. Sorunuz bir gün de olmuyordu ki? Onca uğraşın içinde bir de genarali idare edecektim. Lanet olası adam bir sülük gibi yapışıp kalacaktı. Kurtulmak ne ala? Kulede kaçan kovalanır seansları olacaktı bu birkaç gün boyunca. Umarım bu adam yüzünden başıma bir şey gelmezdi.
"Ee ne yapıyoruz gidiyor muyuz yoksa saklanmaya devam mı?" diye sorunca Victoria birkaç saniye sessiz kaldım. Neden ertelemeliyiz ki eninde sonunda bu adamla karşılaşacaktık? Bunu ertelemek uzatmak demekti bu olayı.
İstemeyerek de olsa bu sözleri söylemek zorunda kaldım.
" Hayır gidiyoruz ve normal bir şekilde bu akşam ki yemeği atlatıp sabaha sağ çıkmayı başarıyoruz." dedim ve omuz silkerek elimle kapıyı gösterdim elden bir şey gelmiyor dercesine.
Victoria kısa bir süre kapıya baktı ardından tekrar bana.
"Emin misin? Daha kaçmak için geç değil." dediğinde anında gülümsedim ve adım attım kapıya doğru. Ben kapıya ilerlerken Victoria yaslandığı yerden bedenini çekti ve yönünü kapıya çevirdi. Ama hala bakışları benim üzerimdeydi.
"Baktık olmuyor oradan ayrılmak için bir olay yaratabiliriz yapmadığımız şey değil sonuçta." değdiğim anda Victoria 'nın gözlerinde beliren o sinsiliği anı anına görüp izledim. Yaptığımız şeyler bir bir zihninde belirmiş olmalıydı...
"Ah en sevdiğim anlar desene bunun için bile o adama katlanabilirim sanırım." dedikten sonra sesli bir kahkaha attı. Saçlarını omzunun gerisine atıp bana doğru döndü.
"Beni takip et bebeğim ona kim olduğumuzu gösterelim. Kimi karşına almaması gerektiğini bilmeli." dedi tehlikeli sesiyle. Ve anında kapıyı açıp dışarı çıktı ve ilerlemeye başladı bende onu takip ettim bir gecikme yaşamadan.
Ah umarım gün sonunda bir sorun olmazdı yoksa bu dönülmez bir nokta olurdu orada olanlar için. Bizim için ise zevkli anlar....
Koridorda ilerlerken karşı tarafta merdivenlerden inen Arın hoca ve Dennis 'i görmüştük. Kısa bir sohbetin ardından hep beraber yemekhanenin olduğu tarafa doğru ilerlemeye başlamıştık beraber. İçimden bir ses bu akşamın sonu gelemeyecek diyordu.
Şimdiden kolaylıklar diliyordum kendime ve orada bulunanlara.
Yemekhanenin kapısına vardığımız anda kapıyı Dennis açtı ve içeriye girmemizi bekledi önden Victoria ardından ise ben içeriye giriş yaptım. Ardından ise Arın hocayla Dennis.
İçeri girdiğimde anında onun enerjisini hissettim. İlk an benim varlığımı fark etmemişti. Ama fark ettiği anda yaşadığı o amansız duygu rahatsız olmamı sağladı. Bakışları anında beni fark edince bana çevrildi.
Ah şeytan diyor ki oy o gözleri de bir daha bakmasın. Ama dayanmalı ve bu akşamı sorunsuz bir şekilde atlatmalıydım. Yoksa sorun büyür ve başını alıp giderse kontrol etmek zor olurdu.
Masaya doğru ilerlemeye başlarken masada olanlara kısa bir süre izledim bakışlarımı olabildiğince General Rian ne de Ahrar hocadan uzak tuttum. Bakışlarım onları bulsun istemedim.
Biri varlığıyla beni rahatsız ediyordu. Biri ise varlığının hala nasıl bir sorun oluşturacağı belirsiz bir muammaydı. Sonunda masanın yanına vardığımızda bizler için ayrılmış yerlere geçtik. Victoria her zaman ki gibi yanımdaki yerini almıştı.
Solumda Victoria sağımda Süreyya hanım ve tam karşımda Ahrar hoca ve Serra vardı. Ve General Rian ise Turul beyin yanında oturuyordu. Aman ne kadar uzak o kadar iyi. Ama beyefendi o rahatsız eden bakışlarını benden bir saniye bile uzaklaştırmıyordu. Ondan rahatsızlık duyduğumu biliyordu ama bunu pek umursuyor gibi değildi.
"Emira seni General Rian ile tanıştırmak istiyorum. Birkaç günlüğüne kulede onu ağırlayacağız." dedi tatlı sesiyle Süreyya hanım. Aman birini ağırlamazsak kule başımıza yıkılır sanki.
Pot kırmamak için kısa da olsa bakışlarım Genaral Rian 'ı buldu.
"Memnun oldum." dedim kısaca ve anında bakışlarımı ondan uzaklaştırdım. Ama o bunu umursar mı hayır anında bundan cesaret alıp konuşmaya başladı bile.
Ah bir bilse bir bilse onu bir kaşık suda boğmak istediğimi. Bu isteğim Serra' nın kinin bile önüne geçiyordu.
Nedense etrafım nefret ettiğim insanlarla doluydu. Acaba sorun bende mi diye düşünmüyor değilim de.
"Sizinle tanışmak onur verici Prenses Emira." diye konuşunca anında teşekkür ettim hiç bakışlarım onu bulmadan.
"Adam kafayı taktı bir kere. Kuruluş zor." dediğinde Victoria zihnimde konuşacağını bilmediğim için bir an ona doğru dönecektim ki son anda kendimi dizginledim.
"Hiç sorma şu yemek bitsin gitsin de odmsa geçip o gidene kadar odadan çıkmamayı bile düşünüyorum inan ki."
Sözlerimi tamamladıktan sonra Victoria'ın kahkahası zihnimde yankılandı.
"Gül sen gül. Adam foyamızı ortaya çıkarsın bakalım böyle tekrar gülecek misin Victoria hanım." diye azarladım onu ama kime söyleniyorsam hiç oralı olur mu? Asla.
Anında başını tabağına eğip yemeğini yemeye devam etti. Eh tabi rahat adam ona bela olmadı bana oldu . Bende olsam bende rahat olurum.
Ben bunun acısını çıkartırım ondan bu işten bir sıyrılayım da önce.
Neyse ki son konuşmadan sonra masada olanlar Genarale sorular sorduğu için istemese de dikkati bende olamadı. Tabi ben de bundan faydalanıp anında Victoria ile beraber yemekhaneden hızla tüydük. Yemek yediğimiz gibi hızla herkese iyi geceler dileyip odalarımızda çekildik.
Genaral bir şey soracağı an masadan gelen soru ona mani olmuştu bu ise bizim işimize yaratmıştı anında arkamıza bile bakmadan odalarımıza son sürat ilerlemiştik. Yoksa kurtuluşumuz bu kadar kolay olamazdı.
Ah akşamı hadi sorunuz bir şekilde atlattık bunun sabahı da vardı bir de akşamı. Adam birkaç gün kalacaktı. Bakalım bugün olduğu gibi rahat bir şekilde onu atlatabilecek miydim?
⭑⃝🦋
Herkesin bir şeyden kaçamak için sığınağı vardır. Bu sığınaklar bize nefes olur. Ama bu sığınaklar birileri tarafından darbelerin fırtınasına yakalandığı an artık nefes olmayı bırakır. Ve artık her acıyı kendi benliğimizde atlatamaya çalışırız. Sabah erkenden kalkmış ve kimseye görünmeden direk yasaklı kütüphaneye gelmiştim.
Ve herhangi bir masaya geçip oturmuştum. Biraz kendi başıma kalmayı ve düşünmeye ihtiyacım vardı. Hala tam olarak bazı şeyler tam yerine oturmuş değildi zihnimin yüksek karanlık raflarına. Ama ilk adım geçmişi öğrenip geleceği şekillendirmekti. Elimde her zaman okumayı eksiltmediğim Yezra 'nın günlüğü bulunuyordu.
Onun anlattıklarını okumak ve yaşadıklarını görmesem de zihnimde hayal etmek biraz da olsa başka bir evrene gitmemi sağlıyordu. Kendi karmakarışık evrenimde olup biten şeylerden az da olsa uzaklaşıyordum. Ve o evreni anlamayı kendi evrenimi anlamdırmayı istiyordum.
Neredeyse artık birkaç sayfanın ardından tam günlüğün yarısına ulaşmış olacaktım. Kaldığım sayfayı açtım. Ve elle yazılmış yeni bir anı okumaya başladım.
Silinen Bir Anın Acı Çığlığı
Süre azalıyordu. Benim için.. evren için.. Etrafımda olan herkes için... Ama en çok yeni bir dünya inşası için... Ama ne yapıp bu zamanın akmasına rağmen benim için bir heba olmamasını sağlamalıydım? Bilemiyordum. Çünkü çabam benim için iyi bir yöne yönelmiyordu. Yönlendiremiyordum.
Evet her konuda kendimi geliştirmek için elimden geleni yapıyordum. Ormanda adını bilmediğim o kızdan ders alıyor antrenman yapıyor. Yeni şeyler öğreniyordum. Fakat bu istediğim konuma gelmek için yeterli değildi. Çünkü hala morte çiçeğini bulamamıştım. Sanki hiç bulamayacağım gibi hissediyordum. Ve bu histen nefret ediyordum.
İyi bir yere gelmek kolaydı ama iyiyi başarmak zordu. Ve ben hala iyiyi başarmış değildim. Bunu ancak morte çiçeğini bulmakla başaracaktım. Günüm hala eskisi gibi devam ediyordu. Evden okula.. Okul bittikten sonra ormana gelip ders alıyor ve ardından da 2 saatin ardından ise hemen bir sorun olamasın diye eve geçiyordum.
Varlığımı aramıyordu ailem ama yine de bir şüphe uyandırmak istemiyordum. Ve bunu sağlıyordum. Ama yıllar sonra kendimi kanıtlayacak bir şey bulabilmiştim. Okulda bir yarışma düzenlenecekti. Ve bu yarışmaya herkesin katılma şansı vardı. Hiç tereddüt etmeden direk yarışmaya ismimin yazılmasını sağlamıştım. Çekinmedim. Kazanabilirdim de kaybedebiliridim de. Ama yine de o yarışmaya katılmak istiyordum....
Haftaların ardından yarışma günü çatıp gelmişti. Tabi final etabına kadar birçok eleme olmuştu ve ben bu elemeleri kolay bir şekilde geçebilmiştim. Çünkü ormanda o kızdan aldığım dersler benim bu yarışmaları kolayca geçmemi sağlamıştı. Etrafımda olan herkes bu final etabına kadar gelmemi beklemiyor oldukları için hala şaşkınlık içerisindeydiler. Ama bunu umursamadım. Çünkü amacım bu yarışmayı kazanmaktı.
Final etabına 7 kişi kalmıştık. İlk etap küçük zararsız bir hayvana yapılmış olan lanet bir büyüydü. Hayvana yapılmış lanet onun hareket etmesini engelliyordu ve bizde bu hareketsizliği ortadan kaldırmalıydık. Bu küçük hayvanı bu büyüden kurtulmasını sağlayan bir diğer etaba geçmeye hak kazanacaktı. Bunu daha önce ormanda defalarca yapmıştım çünkü ilk zamanlar bu büyüyü kaldırmak konusunda epey zorlanmıştım. Ama zamanla bunu kaldırmayı öğrenmiştim. Budan sebep kolaylıkla bu büyüyü saniyeler içerisinde kaldırmış ve küçük hayvanın hareket etmesini sağlamıştım. Diğer etaba geçmeye hak kazanan ilk kişi olmuştum.
Diğerleride kısa bir zaman sonra bu büyüyü bozmayı başarmıştı. Ve sıra ikinci etaba gelmişti. İkinci etap bizden istenilen büyüyü yapmaktı. Ellerimizde olan kağıda yazan büyüleri harfi harfine yerine getirip büyüyü tamamlamalıydık.
Önce dikkatli bir şekilde kağıtta yazılanları okumuş ve herhangi bir eksik veya kağıtta yazılmayan bir şey var mı diye bakmıştım ve hiçbir eksiklik bulamamıştım. Ondan sonra ise hemen büyüyü yapmaya başlamıştım. Dikkat ederek ve hiçbir şeyi eksik yapmamak için büyük bir çaba sarf etmiştim sonunda istenilen büyüyü yaptıktan sonra yanımızda bizim yaptığımız büyüleri kontrol edecek gözetmenleri çağırmış ve yaptığım büyüyü kontrol etmelerini beklemiştim.
Birkaç dakika sonra büyümün eksiksiz olarak tamamlanmış olduğunu söylemiştiler. Bu etabı da rahat bir şekilde geçmeye hak kazanmıştım. İkinci etapta tam 3 kişi verilmiş büyüyü yapmıştı. Biri ben diğer ikisi ise bir kız öğrenci ve erkek öğrenciydi.
Geri kalan 4 kişi ikinci etapta elenmişti. Sıra 3.etaba geçtiğinde bizden yine bir büyü yapmamızı istemiştiler ama bu büyü 2.etapta olan büyüden farklıydı. Bir yasaklı olan büyüyü bizden yapmamız istenmişti.
Zor bir şey isteniyordu bizden ama bunu başarmak zorundaydım. Tüm söylenenleri not almış ardından ise kitapta yazanları eksiksiz olarak okumuş not çıkarmış ve yapmam gerekenleri not almıştım. Bize tam olarak yarım saat süre vermişlerdi. Ve bu süreyi iyi değerlendirmeli ve yasaklı büyüyü olması gerektiği gibi yapmalıydım.
Kalan 20 dakikamı sakin bir hata yapmaya ihtimal vermeyecek şekilde hatasız bir şekilde ilerletiyordum. Zaman geçiyordu ve ben bu geçen süre içerisinde çoğu malzemeyi kullanmış ve büyüyü artık neredeyse tamamlamak üzereydim. Süre bitmek üzereyken sonunda büyüyü tamamlamıştım. Yaptığım büyüden emindim ama eksikler olduğunu düşünüyordum. Ama yine de bitirdikten sonra gözetmenleri çağrımış ve yaptığım yasaklı büyüyü incelemelerini istemiştim.
Benim yaptığımı incelikten sonra diğer iki öğrencinin yapmış olduğu büyüyü incelemiştiler. Onun ardından ise hemen köşelerine geçmiş ve aralarında bir konuşma başlamıştı sanırım karar vermek için fikir birliği yapıyordular. Kazanmak istiyordum. Ama kazanmasam bile buraya kadar gelmek bile güzeldi benim için.
Kazan kişi saniyeler sonra açıklanacaktı. Ve gözetmenler kazanan kişinin ben olduğumu söylediklerinde çok mutlu olmuştum. Ama bu mutluluğumu paylaşacağım hiç kimse etrafımda yoktu. Tebrikler dileklerimi aldıktan sonra sessiz sedasız evime dönmüştüm.
Herkes kazandığımı duymuştu. En çokta ailem ama kimse beni tebrik etmeye gelmemişti. Bende tebrik etmelerini beklemeyi bırakmıştım. Aynı çoğu şeyi beklemeyi bıraktığım gibi.... Acı veriyor ama bunu hissetmiyordum... Buna bile hissiz kalmayı öğrenmiştim onlar sayesinde...
Sayfayı çevirip kalan kısa el yazısıyla yazılmış günlüğün devamını okumaya devam ettim. Küçük bir not düşmüş ardından tekrar anılarını yazmaya devam etmişti Yezra.
" Gördüğüm gerçekler hislerimi üşütüyordu. Ve yavaşça hislerim rahatsızlanıp ölüme terk ediyordu bedenimi."
Tüm yazdıklarım tüm hissettiklerimin bir yansıması gibiydi. Büyüdüm ama büyümek beni mutlu etmemeye başladı. Çünkü büyüyünce gerçekleri daha iyi anlamaya başlıyordum. Çok küçük olduğum anlarda onların beni sevdiğini düşünüyordum. Biraz daha büyüyünce bunu belli edemediklerini düşünmüştüm.
Ama hayır artık her şeyin farkına vardığımda bu düşüncelerin hepsinin bir avutma olduğunu çok iyi fark etmiştim. Yıllar bana sevgisizliği vermişti. Ben ise yıllara umudumu bağışlamıştım. Ne talihsiz bir çaba ama. Üzüntülerimi yazmaya kalksam bir değil bin kitaptan fazlasına yazılırdı. Ama mutluluğumu yazacak olsam bu bir satıra bile yazılamazdı. İşte hayatımda var olmayan mutluluk bu kadardı.
Sayfayı okumayı bitirdikten sonra sayfanın kenarında küçük yuvarlak izleri gördüm. Bunlar gözyaşı izleriydi. Ve oradaki küçük buruşukluk bir acının büyük bir yıldırımıydı. Yıldırım düşmüş ve etrafını ablukaya almıştı. Siyah kara bir dalga Yezra 'nın tüm renkli hayatını simgeliyordu. Yezra' nın hayatında var olan tüm renkler siyah ve onun tonuydu.
Herkesin bir acısı vardı ama kimsenin her şeyi acı ile sınırlı değildi.
Acı sınırlı bir varlık gibiydi. Acının bir çok farklı yapısı vardı ama saf özü olan acı nadir insanda bulunuyordu. Acının evreleri olduğunu söyleyebilirdim. Ve bu evrelerin kademeleri vardı. En son kademeye ulaşmak ise tüm renkleri, hisleri, mutluluğu, huzuru ve bir çok iyi duyguyu yitiren insanların bulunacağı bir kademeydi bu son kademe.
Ve Yezra bu kademeye ulaşmış nadir biçare bir insandı.
Sislerin çevrili olduğu yaşam hatıraları
Yaz tatilinde olduğum için okula bile gidemiyordum. Ve bu bütün günü evde geçirmeni sağlayan sıkıcı bir nedendi. Evde bulunmak tüm gerçeği daha dikkatli kavramamı sağlıyordu ve bunu fark etmek hiç istemiyordum. Hatırlamak acı veriyor. Ve acıları unutmak varken hatırlamak işkence. Ve ben yeterince yalnızlığın işkencesini çekmiş biri olarak bu yalnızlığı hatırlayıp daha dibe batmayı hiç istemiyorum.
Bunu bildiğim için okulda olan bir işe başvuru yapmıştım. Bu okulda yetenekli büyücü öğrencilerin katıldığı bir yaz okulu gibi bir şeydi. Ve bu belli bir yerde olan eğitim aktiviteydi. Başarılı öğrenciler ancak katılabilirdi ve bende son kazandığım yarışmadan dolayı rahat bir şekilde bu yaz okuluna katılabilmiştim. Yaz okulu yatılı bir okuldu. Bunun için ailemden izin belgesi almalıydım.
İlk söylediğim anda ailem karşı çıkmıştı ama okulda olan öğretmenlerimi deveye koymamla bu sorun giderilmişti. Ve izin kağıdımla beraber yaz okulunun olduğu yere girmiştim. Okula gittiğim de önce yerleşmiş ve ardından hemen okulu kısa bir süre gezmiştim. Güzel ve sakin bir yere benziyordu. Birçok öğrenci ağırladığı için akademi fazlasıyla büyüktü.
Günde toplam 4 ders alınıyordu. Biri temel dersler...Biri uygulama dersleri ...Biri akademik bilgi içeren dersler... Ve sonuncu ders ise düello dersleri. Öğrendiğimiz tüm bilgileri karşımızda olan takip öğrenci ile karşılıklı olarak uygulamaya koyulacaktık . Bu ikinci uygulama dersi. İlki kendi başına ders anında öğrenim diğeri rakibine karşı öğrenim ve uygulamaydı.
Günler burada güzel ve tempolu geçiyordu. Burada az da olsa hayatımı unutuyor günün vermiş olduğu yoğunlukta kaybolup gidiyordum.
Yavaş yavaş tecrübe kazanıyor. Bilgilerime bir yenisini ekliyordum. Hafta sonları burada aile ziyareti olurdu. Ama benim ziyaretime kimse gelmezdi ve ben bu ziyaret anında kendimi hep kütüphaneye kapatırdım. Tam da yine bir aile ziyareti günüyken ben yine kütüphanede kitaplarıma sarılmış onların dünyasında kaybolurken bir an olduğum kütüphane kapısı açılmış ve içeri akademi yönetiminde olan Rauf Bey gelmişti.
Onu gördüğüm anda oturduğum yerden kalkıp ona selam vermiştim. Beni burada görmek onu şaşırmıştı. Çünkü diğerleri gibi aşağıdaki ziyaretçi odasında olmamı bekliyordu. Ama bilmediği bir şey vardı o da ailemin zerre umurunda olmamam. İlk olarak neden burada olduğum sormuştu. Ziyaretime gelen kimse olmadığını söylemiştim. İlk başta bunun bir haftalık olduğunu düşünmüştü. Ama sonra ismimi söylediğim anda ailemin beni hiç ziyarete gelmediğini bildiği için bunu irdelemeyi bırakmıştı.
Ve karşıma geçip oturmuştu Lord Rauf . Ardından büyüyle ilgili kısa bir sohbet gerçekleştirmiştik. Onun beni kendi bilgi ışığıyla aydınlattığı bir sohbetin derin mahzenine inmiştik. Saatler geçmiş ve biz birçok konu hakkında küçük sohbetler etmiştik. Sohbetin bitmesini sağlayan içeriye gelen başka bir akademi yöneticisi Zaman Lordu Yelit 'ti.
Olduklarımı kavramaya çalıştım. Lord Yelit ve Rauf Bey tanışıyordu. Ama neden hiç bir araya gelmemiştiler. Ya da gelmiş bunu ben mi görmemiştim. Bunu Lord Yelit' e sormak istiyordum en uygun bir zamanda.
Zaman Lordu içeriye girdikten sonra onunla da kısa bir tanışma faslı yaşamıştım. Ardından Lord Rauf 'le beraber kütüphaneden ayrılmıştılar. Onlar gittikten sonra bende kütüphaneden çıkıp bana ait olan odaya girmiştim. Odama geldikten sonra yorgun olan zihnimi dinlendirmek için gözlerimi yummuş ve uykunun tesirine kapılmıştım.
Uyumak biraz iyi hissettiriyordu. İyi hissettiren nadir şeyler hayatımda yer alıyordu. Kitaplarım, okul, uyku ve günlüğüm......
Sayfayı kapatmadan önce tekrar küçük bir not gözüme ilişti sayfanın kenarına yazılmış ve aynı şekilde üzeri karalanmış küçük kısa bir cümle.
Ön sıralarda sendeleyip düşen hep sen oldun.
Bu yazılan üçüncü kısa cümleydi. Bu cümleler neyin bir parçası ya da neyin eksik kısımlarıydı merak ediyordum. Elimde tuttuğum Yezra 'nın günlüğünü olduğu kısma kolyem vasıtasıyla yerleşmesini sağladım.
Durgun olan ruhumla beraber yasaklı kütüphaneden ayrılmak için harekete geçtim. Kütüphaneden çıktıktan sonra merdivenlerin olduğu tarafa ilerleyip aşağı inmeye başladım. Şimdi herkes yemekhanede toplanmış olmalıydı. Bugün diğer günlere nazaran daha geç gitmiştim yemekhaneye.
Aslında pek iştahım yoktu ama yine de orada bulunmak durumundaydım. Yemekhaneye vardığımda kapıyı açıp içeri giriş yaptım. İçeri girmemle masada yemek yiyenler içeri giren kim geldi merakıyla bakışlarını kısa bir süre bana çevirmiştiler.
Üzerimde olan bakışları umursamadan direk oturacağım masaya doğru ilerlemeye başladım. Yerime geçmeden masada bulunanlara kısa bir bakış attım. Herkes yerlerini almış çoktan yemeklerini bitirmeye yakındı.
Geç gelmem masada bulunan tek bir kişinin hoşuna gitmemişti. Turul Bey... Onun o kınayan balıklarına daha fazla maruz kalmamak için bakışlarımı ondan çektim. Yaptığım şey onun için saygısızlık olarak görünebilirdi ama her daim bu masada bulunmayabilirdim. Geç gelebilir ya da hiç gelemeyebilirdim de. Bu durumlar olabilirdi.
Bunu her daim büyütmesine gerek yoktu. Sessiz bir şekilde masadaki yerimi almış ve kendime önümde duran servis tabağına yediğim yiyecekleri doldurmaya başlamıştım. Tabağıma yiyecekleri koymayı bıraktıktan sonra yemeye başladım.
Sessiz sessiz yemek yerken ben masadakiler yemeklerini yedikleri halde masada oturmaya devam ediyordular ve aralarında koyu bir sohbet başlatmıştılar. Ara sıra sohbetlerini dinliyor zihnimde söylediklerini tartıp çıkarıyordum doğru olan kısımları ve yalnış kısımları.
Bir krallığa ait konu hakkında konuşma yapıyordular. Krallıkta baş göstermiş olan halkın isyanına yönelik konuşma geçiriyordu aralarında ve bunun tek sebebi krallığın halkına fazlasıyla taviz verdikleri içinmiş. Ama yanlış düşünüyordular. Kendimi tutamadığım için konuşmaya anında katıldım.
"Bir isyan varsa bu isyanın altında ya krallığın göstermiş olduğu bir yanlış vardır ya da halka yapılan bir zulüm vardır. Hiçbir halk durduk yere isyan çıkarmaz. Bir düzenin kolay kolay bozulmasını hiç kimse göze alamaz." dedim bazı şeylerin anlaşılmasını sağlayarak. Hatta bu dediklerimden bir şeyler çıkartabilirdiler. Çünkü burada da soylu köle sınıfı vardı ve bu hiç hoş değildi. Ve bu bir isyanın çıkması veya bir düzenin bozulmasına yok açan bir sebepti.
Tabi benim böyle bir cevap vermem masada bazı kişilerin hoşuna gitmemişti. En çokta masanın başına her zaman yerini koruyan Turul Beydi. Her daim benim söylediklerimi ya itirazla karşıladı ya da hatalı olduğumu kanıtlamak için elinden geldiğince sözleriyle yanlış sözler söylediğimi belli etmeye çalışırdı.
"Yanılıyorsun Prenses isyanın sebebi yöneten taraf olmaz. Krallık halkını korumak için bazı şeyleri göz ardı edebilir ama bunu her zaman halk olumlu karşılamaz." dediği anda Turul Beye sadece ona dikmiş olduğum bakışlarımla baktım. Kısa bir süre öylece dururdum. Ama o ona bir haklılık payı biçtiğimi düşünmüş olmalıydı ki. Yüzünde alaycı bir tebessüm belirdi.
" Bir krallık her zaman halkını düşünerek hareket etmeli yoksa işler istemediği yöne doğru yol alır. Ya yok olur ya da her şeyle beraber geçmişe hapsolur. Göz yummak her zaman iyi olan bir şey değildir. Göz yumulan şeylerin sonuçları almış olduğu karar hakkında bir pişmanlık yaşatabilir. "dedim katı sert sesimle. Bakışlarımda onun katı sert kurallarını ve düşüncelerini geride bırakmasını isteyen bir bakış vardı. Kaşı anında kavislendi ve küstahça bana bakmaya başladı. Ona karşı gelmem yine hoşuna gitmiş değildi.
Çünkü hiçbir zaman düşüncelerimiz uyuşmuyor, uyuşmadığı için de her zaman varlığını koruyan aramızda olan nefret gün yüzüne anında çıkıyordu. Masada duran eli anında yumuldu hale geldi ve parmak boğumlarını bembeyaz kesecek kadar yumruğunu sıkmaya başladı.
Yaymış olduğu enerjisinde bana yönelik olan yoğun nefreti ve öldürme isteğini anında hissettim. Ama unuttuğu bir şey vardı. Ondan fazlasıyla güçlü ve korunaklı biriydim. Yani istese de bana tırnağının ucuyla bile zarar vermezdi. Bunu bildiği için de sadece sessiz tepkiler vermekle yetiniyordu.
Tam başımı önüme çevirecektim ki onun gür sert sesi duyuldu masanın etrafında. Yankı yapa yapa bana ulaştı sesi. Sesi bazı şeyleri kavramam için uyarılar veriyordu ama bunu umursamadım.
"Sandığın ve inandığın her ne varsa hepsi bir bir yıkılacak Prenses. O zaman da böyle taviz vermeyen bir ifadeyle konuşabilecek misin merak ediyorum." dedi bir sebebi belli etmek istercesine.
"İnandığım ve olamaz sandığım şeyi bir yıkımla kaybettim. İnanın ondan sonra bile hala karşınızda böyle durabiliyorsam demek oluyor ki hiçbir şey öğrenmiş olduğum yetileri kaybetmeme sebep olmadı. Bundan sonra olan hiçbir kayıp buna sebep dahi olamaz inanın bana. "diye konuştum zihnime düşen katil senaryolarla.
Hatırlamak bile tüm durgunluğumu ele geçirmişti. Derin bir nefes alıp dağılmış dikkatimi ve düşüncelerimi toplamaya çalıştım. Sadece sustu Turul Bey. Ama hala gözlerinde bana yönelik olan nefreti yerli yerinde duruyordu.
Daha fazla burada duramayacağımı bildiğim için oturduğum yerden doğruldum. Sandalyeyi geriye itip adım atmadan önce masada bulunan herkese kısık bir sesle afiyet olsun dedim.
Yemekhaneden çıktığım gibi adımlarım beni arka bahçeye çıkaran koridora yönlendirdi. Karşımda arka bahçeye çıkan çift kanatlı kapı göründüğü anda adımlarımı hızlandırdım.
Bahçeye giriş yaptıktan sonra hedefim her zaman bana iyi gelen salıncağa doğru ilerlemeye başladım. Ne zaman ruhum sıkışsa ne zaman nefes bile almak iyi gelmezse buraya gelmek bana iyi geliyordu. Salıncağa yaklaştım ve hemen üzerine oturup yavaşça bir geriye bir ileriye doğru sallanmaya başladım.
Geçmiş ne yapsan da geçmiyordu. Her bir anı her bir düşünce her bir konuşma onu hatırlatmaya yetiyordu. Ve bu insanı diri diri yakmaktan başka bir şey değildi. Sabah saatleri olduğu için etraf sakindi. Ve hava tam olarak aymadığından dolayı etrafta soğuk bir rüzgar esip duruyordu. Ama bu bile içimde olan lavı söndürmeye yetmiyordu. Salıncakta bir ileriye bir geriye doğru sallanırken sessiz bir melodi de bana eşlik ediyordu. Burada olmak gerçekten bana iyi geliyordu. Ve hayatımda bana iyi gelen şeyler çok az ve özdü.
Ardımda duyduğum adım sesleri ile anında başımı geriye doğru çevirdim. Ardımda olan kişi Süreyya hanımdı.
O kadar derine gömülmüştüm ki onun yaydığı o enerjiyi bile hissetmemiştim. Anında olduğum yerden kalktım. Ve Süreyya hanıma doğru yavaşça ilerledim.
"İyi misin?" diye sordu. Gerçekten bunu öğrenmek istercesine. Sadece omuz silktim.
"Bilmiyorum uzun zamandır ne halde olduğumu anlayacak kadar üzerine düşmedim. Geçiştirip durdum aynı çoğu şeyi geçiştirip durduğum gibi." dedim ona dürüst olarak. Anında bakışlarında anlayış hakim oldu.
"Yaşadıkların kolay bir şey değil ki. Birden buraya gelmen buraya alışmaya çalışman seni yormuş olabilir. Yaşadıklarımız bazen nasıl hissetmemiz gerektiğini unutturur ya da ne hissettiğimizi anlayamaz oluruz. O andaki yaşamış olduğumuz duygu karmaşası bizi nefes alamaz hale getirir. Bu durumlarda ben hep bana ne iyi geliyorsa onu yaparım. Görüyorum ki sende sana burada iyi gelen şeye sürükleniyorsun. Bu uçurum sana iyi geliyor olmalı. Çünkü her zaman ne zaman kötü olduğunu görsem ya da hissetsem seni burada görüyorum. "dedi. Beni bu kadar dikkatli bir şekilde gözlemlediğini bilmiyordum. Söyledikleriyle bunu anlamış oldum. Anında içten bakışlarımı ona çevirdim.
" Evet burası iyi geliyor ama her daim değil bazı anlarda sadece. "diye cevapladım Süreyya hanımı.
" Bu da güzel bir şey... Burada bir şeylerin sana iyi gelmesi güzel bir şey. "dedi sakin bir sesle.
" Güzel hissettirmek kavramına uzun zamandır uzağım "dedim fısıltıyla. Ama etrafta kimse olmadığı için bunu Süreyya hanım duymuştu.
" İstersen bugün sana iyi gelecek bir şey yapabilirsin. "dedi Süreyya hanım.
" Nasıl bir şey? "diye merakla sordum.
" Aslında şu an Victoria İki Kule Krallığında bilmiyorum biliyor musun? İşte oraya gidebilirsin senin için bir değişiklik olur. Yeni şeyler keşfetmek sana iyi geliyor. Belki de bu sayede bu etrafını kuşatmış karanlıktan kurtulabilirsin. "dedi Süreyya hanım.
" Ama Victoria oraya bir toplantı için gitmişti. Oraya gitmem doğru olmaz ki? Toplantı biter bitmez Moritanya'ya döneceğini söylemişti. "dedim kararsızca.
" Ah hayır orada kalması gerekiyor ama sanırım tek başına orada kalmak istemediği için erken gelmek istiyor. Sen oraya gidersen orada kalabilir de. "dediği anda bu fikir kafama yattığı için anında tebessüm ederek tamam dercesine başımı salladım.
Tam Süreyya hanımın yanından ayrılıp gideceğim an tekrar konuştu.
" Serra ve Ahrar 'da oraya gideceklerdi kısa bir işi oldukları için istersen onlara katılabilirsin." dedi ısrar istemeyen bir sesle. Çünkü biliyordu bu teklife hiç hoş bakmayacağımı ve kabul etmeyeceğimi.
"Sen hazırlan ben onlara eşlik edeceğini bizzat haber vereceğim. " El mahkum karşı çıkamadan kabul etmek zorunda kaldım. Ama onlarla tek başıma gitmeyeceğim için bana bu yolculukta Kiran 'da eşlik etmeliydi.
Umarım Tarsis kralı gerçekten bu sefer kılıcıyla boğazımı kesmezdi.
⭑⃝🦋..
Süreyya hanımın yanından ayrıldıktan sonra bir zihin büyüsü ile Kiran' la bağlantı kurmuştum. Ve zihinler arası bu bağlantı ile onun benimle İki Kule Krallığına gelip gelmeyeceğini sormuştum.
Kabul etmişti ama derste olduğunu 1 saat sonra dersin bitişinden sonra gelebileceğini söylemişti. 1 saat boyunca kulede oyalanmak için öylesine kulede kısa bir gezintiye çıkmıştım. 2.kattan merdivenleri usulca inerken etrafımı sıkılmış bakışlarla inceliyordum. Kule boğucu hale gelmişti bugün. Son basamağı indikten sonra odamın olduğu koridora doğru ilerlemeye başladım.
Yavaşça ilerlerken duvarlarda asılı olan portrelere kısa bir göz teması kuruyor ardından her adım atışımda bir diğer portreye bakışlarımı çeviriyordum. Neredeyse bu koridorda tüm duvarlar burada olan eğitmenleri portreleriyle dolup taşımıştı.
Koridorun başında Lord Yelit, Süreyya hanım ve daha önce görmediğim insanların portresi varken benim olduğum tarafta yeni eğitmenler ve birkaç başarılı olan soylu insanların portresi yer alıyordu. Tam karşısında durduğum portrede ise bir küçük kızın resmi vardı ve ismi yazmıyordu sadece bir lakap portreye yazılmıştı. Asin... Portrede bu yazılıyordu.
Bildiğim kadarıyla Asin karanlık sırlar kitabında sözlük kısmında koruyucu anlamındaydı. Biraz daha düşününce bunun Yezra 'yı koruyan koruyucu olma ihtimali aklıma geldi. Kolyenin ilk koruyucusu. Daha kolye bile ortaya çıkmadan Yezra için bir koruyucu var olmuştu.. Yani aslında her şeyin nasıl olacağı ve nasıl sonuçlanacağı önceden belliydi ve bunun için bir önlem alınmıştı. Ne garip Yezra aslında yalnızken bile yalnız değildi. Etrafında onu korumak için birileri vardı ve hepte olmuştu.
Tabloda olan kızı daha yakından incelemeye başladım. Kahverengi kıvırcık saçlara sahip küçük sevimli bir kızdı. Ela harelere sahip bu güzel kızın tam gözünün altında küçük bir ben vardı. Küçük pespembe olan dudakları iki yana kıvrılmış ve inci gibi bembeyaz olan dişleri ön plana çıkmıştı. Resim o kadar güzel resmedilmişti ki uzun kirpiklerinin gölgesi bile elmacık kemiklerine eklemeyi unutmamıştı. Beyaz tene sahip bu küçük kızın bakışlarında olan o mutluluk an be an gözler önüne serilmişti.
Kısa bir süre daha tabloyu inceledikten sonra bedenimi tablonun önünden çektim ve yönümü odama çıkacak olan koridora sabitledim. Koridor sessiz olduğu için her adım atışımda ayağımda olan topuklu ayakkabımın zemine bıraktığı o tok ses koridorda yankılanıp bana ulaşıyordu.
Tam sağa dönüp odamın olduğu koridora geçeceğim an arkamdan biri ismimi zikretti. Anına sesi tanımıştım bile. O lanet olası adamdı. İstemeye istemeye arkamı dönüp yönümü ona çevirdim.
Ah o bakışlarda gördüğüm mutluluk o beğeni katliam çıkarmam için büyük bir sebepti. Bu adam neden ondan rahatsız olduğumu bir türlü idrak edemiyordu? Ya da işine gelmiyor da olabilirdi. Ama ona istediğini vermeyecektim.
"Evet Genaral Rian sizi dinliyorum bir sorun mu oldu?" dedim mesafeli sesimle. Tabi ona olan bu mesafemden pek hoşlanmış değildi ama umursadığını da söyleyemezdim.
"Sadece kulede yalnız kaldım yürüyüş için bahçeye çıkacaktım ve sizi görünce durdurmak istedim. Dilerseniz size de uygunsa bahçede yapacağım yürüyüş için bana eşlik eder misiniz?" dedi. İsteğini kabul etmem için olan heyecanını saklamaya çalışsa da bunu ne kadar çabalasa da saklamayı beceremiyordu.
Onunla yürüyüşe çıkmak mı? Aklımı kaçırmış olmalıyım. Gidip Serra ile yürüyüş yapardım ama bu adamla asla ama asla. Bana sağlam bir bahane lazımdı onun teklifini reddetmek için ama ne? Tam bu çaresizliğin içinde çırpınırken karşıdan bize doğru gelen Ahrar hocayı gördüm anında aklıma bahanem geldi bile. Ahrar hoca bize yaklaşırken sesli bir şekilde konuştum. Böylece bana ayak uydurabilirdi.
"Ah! Maalesef Ahrar hocaya ona kütüphanede yardım edeceğime dair bir söz verdim. Ah! Bakın oda geldi. Maalesef teklifinizi reddetmek durumundayım. Üzgünüm... " dedim. Ne üzgünü kurtuluşumu bulduğum için kurban kesecektim neredeyse. Bu adama bir dakika bile dayanmazken yürüyüş yapsak sıkıntıdan oracıkta ölebilirim. Tabi ismini duyan Ahrar hoca kaşlarını çatarak bana ve Genaral Rian 'a bakıyordu. Yanımıza yaklaştığı anda anında beni bozmasın diye anında söze atıldım.
"Kusura bakmayın Ahrar hoca bende birazdan kütüphaneye size yardıma gelecektim." dedim ama bakışlarımla beni sakın bozma dercesine kaşlarımı yukarı kaldırıp onaylaması için elimden geleni yapıyordum. Tabi sonunda dank edince ne yaptığım anında Genaral Rian 'a yönünü çevridi.
" Prenses kısa bir süre bana yardım edecek kütüphanede olan işlerim için." diye beni tastiklediğinde rahat bir nefes alıp verdim. General Rian anında bozulmuş bir ifadeyle bana baktı ve tamam dercesine kafasını salladı. Ve ardından arkasına dönüp bahçeye çıkan kapıya doğru ilerlemeye başladı. Onun gidişiyle anında sesli bir nefes verdim dudaklarımın arasından. Genaral Rian bahçe kapısından çıktıktan sonra yönümü Ahrar hocaya çevirdim. Onun da lacivert bakışları anında benim mavi harelerimi buldu.
"Yardımcı olduğunuz için teşekkürler Ahrar hoca." dedim minnettar bir sesle. Sözlerimden sonra kısa bir gözlem yaptım. Her zaman olduğu gibi siyahlar içerisinde karşımda yerini almıştı. Ondaki tek renk lacivert hareleriydi. Ve ona yakışan en güzel renk diyebilirim siyahtan sonra. Anında kaşlarım çatıldı. Ne saçmalıyorum ben ya? Bana ne ki bundan.
Ahrar hoca anında yüz ifademin değişmesine şaşırmadan sadece kafasını salladı. Konuşulacak bir şey olamadığı için arkamı dönüp ilerlemeye başladım.
"Nereye gidiyorsun Prenses?diye tok sesini duydum ardımdan. Başımı omzumun gerisinde çevirerek ona baktım.
" Odama.... "dedim kısaca. Başını iki yana salladı.
" Gidemezsin! "diye emir verdi beyefendi. Anında arkamı döndüm ve bedenimi ona çevirdim.
" Neden gidemiyormuşum ki? "dedim tek kaşımı çatıp. Allah bilir yine ne diyecekti bu adam ?
" Neden mi?..... Dur söyleyeyim çünkü bana kütüphanede yardım edeceksin de ondan? Az önce öyle demedin mi? "dedi. Anında merakımın yerini öfke aldı. Kalleş anında yararlandı bu halimden. Bunu ödeyecekti.
" Bir yardım çağrısından kötü bir niyetle yararlanacak biri misiniz? "dedim onu iğnelemeye çalışarak. O ise evet dercesine kafasını salladı.
" Bu senin gibi burnu havada bir prensesse neden olmasın. "dedi alaylı ifadesiyle. Ah o suratında pençelerimle bir sanat tablosu yapmak ne kadar çok istiyorum bir bilse.
" Bu yaptığınıza ne denilir biliyorsunuz değil mi? "dediğim anda evet dercesine kafasını salladı.
" Evet kötü andan faydalanmak deniliyor sözlükte... "dedi sesindeki o muzurlulukla. Ah! Birde alay ediyordu benle. O da yetmiyormuş gibi beyefendi gülümsemesini mi saklamaya çalışıyordu?
" Şu dediğimi de bence kafanıza kazıyın ;Son gülen iyi güler.... "dedim.
Sadece alaylı surat ifadesiyle bana bakmaya başladı.
" Eee hadi kütüphaneye gitmiyor muyuz?" diye konuştu keyifli bir tonlamayla. Ben şimdi o keyfini bir balon gibi söndürmez miyim? Kendisi istedi olacakları bundan sonrası çok sakıncalı ama çok.
Hay hay dercesine önden yürüyerek kütüphanenin olduğu kısma doğru ilerlemeye başladım. O da beni ardımdan takip ediyordu. Birkaç adım sonra adımları bana ulaştı ve aynı anda ilerlemeye başladık.
"Süreyya hanım söylemiş olmalı İki Kule Krallığına maalesef ki size eşlik edeceğim Kiran 'la beraber." dediğimde biliyorum dercesine kafasını salladı.
Kütüphaneye kadar yan yana sessizlik yemini etmiş iki insan olarak bir şey konuşmadan ilerledik. Kütüphanenin önüne gelince kapıyı açıp girdim. Bu kütüphane Ahrar hocanın odasının olduğu kısımda bulunuyordu. Merdivenlerden bu kütüphaneye Ahrar hocanın odasından bir dakika da ulaşabilirdi herkes. Zaten bildiğim kadarıyla akşamları bir iki saat burada zaman geçiriyormuş. Adamın hayatı kitapları ve dersleri olmuş.
Kütüphaneden içeri girip anında biraz ilerde olan 44 kişilik olan masaya doğru ilerledim. Ders saatleri olduğu için kütüphanede kimse yoktu. Sanrım şanslı günümdeyim çünkü Ahrar hocanın boş ders saatine denk gelmiş olmalıyım. Yoksa dersi olsaydı bu uğraşa girmez direk sınıfına giderdi ama beyefendi hem boş olduğu için hemde alacağı bir intikamı olduğu için bu fırsat kaçırmamayı istemişti.
Masanın etrafında durup oturmadan bakışlarımı Ahrar hocaya çevirdim.
"Benden ne yapmamı istiyorsunuz Ahrar hoca?" dediğim anda kısa bir süre düşündü.
"Şimdilik hiçbir şey başka bir zaman yardımcı olursun şimdi direk dersimize başlayalım zaten İki Kule krallığına gidip gelmemiz çok zaman alacak ve bu dersimizi aksatır. Bunun için bu anı iyi değerlendirmek lazım. "dediğinde sevindim çünkü bana emirler verip beni çıldırtmasını istemezdim.
" Ama kurtuldum sanma çünkü bugün olmadıysa başka bir gün mutlaka bana yardım edeceksin Prenses. "dedi katı sert sesiyle. Lanet olsun ki bu adamdan da kurtuluş yoktu.
Ama buna da şükür. Genaral Rian belası mı Ahrar hoca belası mı deseler Ahrar hocayı tercih ederim anında.
Anında masanın ucunda olan sandalyeye oturdum ve o demeden karanlık sırlar kitabını kolyem vasıtasıyla önümde olmasını sağladım. Ahrar hocada o karanlık varlığıyla karşımdaki yerini aldı. İşine öyle odaklanmıştı ki onu kısa bir süre izlememe sebep olmuştu. O sarsılmaz duruşu onu farklı kılıyordu. Onu bir şeye benzetecek olsam bu Karanlık olurdu. Çünkü bu adam karanlığa doğmuş birisiydi. Ve karanlığı tüm o sarsıntısıyla kabul etmişti.
Her daim kaşları çatılı halde bulunuyordu. Ve mesleği gereği her zaman sakallarını 2 numaraya kestirip duruyordu. Sakal çoğu adama yakıştığı gibi ona da yakışıyordu. Kahverengi gür saçları ise ensesine doğru taralı bir haldeydi çoğu zaman. Siyahı tüm evreni sayan bu adam hayatına siyahtan başka bir renk almamak için yeminli gibiydi. Dirseğinin birini masaya bırakmış ve lacivert harelerini ise önünde duran kitaba sabitlemişti. Onu çoğu zaman incelediğimi hissediyor ama hissettiği halde bir şey demiyordu.
Bazen sırf rahatsız olsun diye bile onu incelemişliğim olmuştu ama bu yaşattığım rahatsızlığı gram belli etmemişti. Usta bir oyuncu gibi görmezden gelmekle yetinmişti. Bu adam gerçekten tuhaftı insan sarrafı olduğumu biliyordum ama bu adamı bir tüy çözemiyorum. Ve bu onu daha çok merak etmemi sağlıyordu gereksizce.
Ahrar hoca hala önünde duran kitaplarını açıp derse hazırlık yapmaya koyulurken ben de onu izlemeye kaldığım yerden devam ettim.
Acaba kaç yaşındaydı? 100... 120....veya daha fazla da olabilirdi. Bunu ona da sormazdım. Yaşı büyük de olsa buradakiler yaşlarına karşıt çok küçük duruyordu. Aralarındaki en küçük bendim... Kiran bile benden büyüktü....
Sağ elimi çenemin altına yerleştirdim ve Ahrar hocanın dersi başlamasını bekledim. Ben çoktan kaldığımız sayfayı açmışken o hala masada olan kitaplarını karıştırıp durmakla meşguldü. Büyücü olması sebebiyle anında birkaç sihir sözleri ile istediği her şeyi anında önünde olmasını sağlıyordu. Bazen hala olduğum bu dünyayı yadırgamıyor değildim. İstedikleri şeyi birkaç sözle anında vat olmasını sağlıyordu. Ama normal insanlar bunun için bir harekete geçmesi lazımdı.
Bazı yaşantılar içerisinde insanlar büyük haksızlıklar yaşıyordu.
Ben bakışlarımı karanlık sırlar kitabına çevirdiğim anda onun sesi duyuldu. Bakışlarım anında onu bulmasada birkaç saniye sonra lacivert harelerine bakar olmuştum.
"Sayfa 44 aç ve orada ki Ruhani Varlıklardan koruma büyüsüne bak." diye tok ve sert sesle konuştu. Anında istediği sayfayı açıp söylediği büyüyü okumaya başladım. Ben büyüye göz atarken Ahrar hoca büyü ile ilgili bilgiler vermeye başladı. Yine öğretmen görevine bürünmüş ve soyutsuz bir tavırla bilgilerini aktarmaya çalışıyordu.
Ve her zaman olduğu gibi kum saatini ters çevirmiş derin başladığını belirmişti. Kurallarına sıkı sıkıya bağlı biriydi. Karakter olarak sorunlar yaşasakta Ahrar hocayla onun bu kurallarına bağlı biri olması takdir ettiğim tek yönü olabilirdi. Ben büyüyü okumuş, aklıma takılanları sormuş hatta anlamadığım kısımları bana hiç sıkılmadan anlatmıştı Ahrar hoca. Bu 1 saat içerisinde birçok kez hiçbir sorun yaşamdan dersi tamamlamıştık.
Son taneler kum saatinden diğer kısma dökülürken derin bitişine bir çan çalıyordu. Ve bu çan artık öğrenci ve öğretmen kimliğimizden kopmamızı sağlıyordu. Son tane de diğer hazneye düştükten sonra artık Ahrar hoca anlatmayı bırakmıştı bende dinlemeyi. Yavaşça toparlanmaya başlamıştık ikimizde.
Ben karanlık sırlar kitabının olması gereken yere gitmesini sağlarken hala varlığını koruyan zihin büyüsü sayesinde zihnimde Kiran 'ın sesini duyabilmiştim.
"Dersim bitti ve hazırlıkları bitirdim. Artık gidebiliriz Emira." dediğinde onu zihnimde onaylamıştım.
"Evet ders bitti hazırsan yola çıkalım. Geç olmadan İki Kule krallığını ziyarete gidelim." dedi Ahrar hoca toparlanırken. Keskin lacivert hareleri kısa bir süre gözlerimle keşişti. Tamam dercesine başımı salladım sadece. Anında bakışlarını çekti benden.
"Bir şey sormak istiyorum." deyince anında evet söyle dercesine başını kaldırıp bana baktı.
"Siz niçin İki Kule Krallığına geleceksiniz? Victoria orada olduğu için ondan sebeple oraya gidiyorum. Sizin gidişinizi anlamdıramadım."dediğim anda sağ elinde tuttuğu kitaplarını sol eline bıraktı.
" Serra orada annesini ziyaret edecek. Ona katılmamı istedi. "diye kısaca açıklama yaptı.
Sözlerinden sonra sessiz kaldım. Ardından ikimizde yan yana yürüyerek kütüphaneden çıktık. Merdivenlerden inerek zemin kata geldik. Ahrar hoca kitaplarını odasına bıraktıktan sonra tekrar ilerledik ve ön bahçeye çıkan kapıya doğru ilerlemeye başladık.
Çift kanatlı kapının yanına geldikten sonra sırayla dışarı çıktık. Ahrar hoca çıktığı gibi bahçede bekleyiş halinde olan Serra 'ya doğru ilerledi. Serra, Ahrar hocanın yanında beni gördüğünde anında kaşlarını çattı. Sanırım benim geleceğimden haberi yoktu. Ah! Neden biraz onun canını sıkmıyorum ki. Serra' ya doğru ilerledim ve karşısına geçtikten sonra yüzüme sahte bir gülücük yerleştirdim .
"Merhaba Serra... Kusura bakma seni biraz beklettik." dediğimde anında başını yanında duran Ahrar hocaya çevirdi.
Ahrar hoca onun bu tavrını sessiz bir şekilde karşıladı.
"İki Kule Krallığına geleceğim için Ahrar hoca dersi akşam yapmak yerine şimdi yapalım dedi. Dersi bitirip direk buraya geldik. "dediğim onun anında sinirlenmesini izlerken.
Bozuntuya vermeden anında benim gibi sahte bir tebessümle konuşmaya başladı.
" Ya ne güzel... Yolda bana arkadaşlık yaparsınız. Malum Renas 'la hep yan yana olduğumuzdan farklı konular hiç konuşamıyorum. Kız kıza güzel vakit geçirebiliriz Kuleye varıncaya kadar." dediğinde samimiyetten uzak anında sözlerimle onun beklentisini yok ettim.
" Yolculuk derken?"dedim anlamaya çalışarak. Neden büyüyle bir portal açıp gitmiyorlar ki? Tuhaf...
" Bildiğimiz yolculuk... "diye yanıtladı beni Serra.
" Buna neden gerek duyuyorsunuz ki? Portal açıp direk kuleye geçiş yapsanız daha iyi olmaz mı? "diye anlamaya çalışarak soru sordum.
" Nadir portal açarız. Diğer türlü cezalandırılırız. "dediğinde bu durumu garipsedim.
Tam konuşacağım an Kiran 'ın portal açıp onu yanıma getirmemi istedi. Anında istediğini kabul ettim. Ve biraz uzağımda açılan portaldan Kiran' ın bedeni dışarı çıktı. Anında gözleri beni aradı ve görünce direk bana doğru gelmeye başladı.
"Benim böyle bir sınırlandırılmam olmadığı için direk açacağım portaldan rahat bir yolculuk yapacağız." dedim bakışlarım Kiran 'ın üzerindeyken. Kiran yanıma ulaştıktan sonra bakışlarım Serra' ya çevrildi.
"Evet hazırsak gidebiliriz.. "dediğim anda Serra ve Ahrar hoca garipseyerek bana bakmaya başladılar. Ah! Onlar sanırım at yolculuğuyla İki Kule Krallığına gideceğimizi düşünmüştüler. Ama bu çok yorucu bir yolculuk olurdu. En kolay yöntemi dururken neden bu uzun meşakkatli yolu tercih edeyim ki?
Anında onlar bile ne olduğunu anlamadan açmış olduğum portaldan İki Kule Krallığının sınırları içerisinde olmuştuk. Açmış olduğum portal tam olarak İki Kule Krallığının giriş kapısında sonlanmıştı. Askerler bir anda önlerinde bizi görünce bocalamıştı ama önceden Victoria 'ya geleceğim haberini verdiğim için askerleri bilgilendirmiş olmalı ki askerler kendilerini toparlayıp direk bir şey sormadan kapıları bizim için açmıştılar.
Kapıdan içeri ben ve Kiran ilk girmiştik. Bizim ardımızdansa Ahrar hoca ve Serra girmişti.
Bakışlarım içinde olduğumuz krallığın büyüleyici, gösterişli bahçesinde gezinmeye başlamıştı. İki Kulenin bahçesinde sayamayacağım kadar çiçekler vardı ve bu çiçekler tertipli bir şekilde bahçeyi muazzam gösterecek bir şekilde yerleştirilmişti.
Farklı farklı renkte olan çiçeklerden gözlerimi alamıyordum. Bu renge tezat olarak iki kule simsiyah renkteydi. Ona renk veren ise pencerelerin saydam rengiydi. Siyah renge sahip olan İki Kule fazlasıyla geniş ve yüksekti. Kiran 'ın yürümesiyle anında bakışlarımı kuleden çekip olduğum yola çevirdim.
Yürüyeceğimiz yolun kenarlarında direkler bulunuyordu ve bu direklerin etrafında, üstünde çiçekler bir sarmaşık gibi yol alıyordu. Her şey çiçeklerin hükmü altında duruyordu. Ve bu insana ayrı bir huzur veriyordu. Sonunda önümüzde olan uzun yolu kat ettikten sonra kulenin içerisine giriş yapabilmiştik. Bizim ardımızdan Ahrar hoca ve Serra da kuleye girmişti.
Ama içeriye giriş yaptığıma bin pişman oldum. Anında başımı yanımda duran Kiran 'a çevirdim.
"Neden babanın burada olduğunu söylemedin ki?"dediğim anda Kiran' da şaşkınlık içeren bakışlarla bana baktı.
" Bilmiyordum da ondan... Bana da sürpriz oldu babamın burada olması. "dediğinde derin bir nefes alıp verdi.
Ah! Kıyamet kopmadıysa şimdi kesin kopacaktı.
Biraz ilerimizde olan Tarsis kralı, Victoria ve tanımadığım birkaç kişi bizim olduğumuz tarafa doğru ilerliyordu.
Yutkunarak bu olacakları izlemeye koyuldum. Bizi ilk fark eden Victoria oldu. Anında adım atmayı bıraktı. Beni görünce sevindi ama yanımda olan Kiran 'ı görünce anında yüzünde bir emare yerleşti çünkü biliyordu ki Kiran buraya babasının izni olmadan gelmişti.
Başını iki yana salladı bittik dercesine. Victoria adım atmayı bıraktığı için tam yanında olan Tarsis kralı önce Victoria' ya baktı ardından baktığı yöne. Ve baktığı yöne iki kişi vardı. Biri ben biri de onun oğlu ve Kiran 'ın ondan izin almadan buraya gelmesi bir katliama sebep olan en büyük nedendi.....
Tarsis Kralı, Kiran' ı gördüğü gibi anında yanında konuşan adamı umursamadan bize doğru ilerlemeye başladı. Kiran'la aynı anda birbirimize baktık.
"Suçu bana at." " Suçu bana at." dedik aynı anda.
Yanımızda bulunan Ahrar hoca ve Serra bize tuhaf bakışlarla bakıyor olmalıydı. Ama onları umursamadan direk bir adım öne doğru ilerledim ve Kiran 'ı arkama alacak şekilde onun önünde durdum.
Kiran öne doğru çıkacağı an onu anında sağ koluma durdurdum. Tarsis kralı sinirli bakışlarını ilk Kiran' a ardından bana çevirdi.
Sakin kalmak için çok çabalıyordu ama bunu başarması zordu. İnip kalkan heybetli göğsü derin yatıştırıcı nefesler alıp vermesinin simgesiydi. Bana dikmiş olduğu uyarı dolu harelerinde saf kızgınlığını ve öfkesini görmemek için kör olmak lazımdı. Anında sağ elini kaldırıp bana işaret parmağını doğrulttu. Kısık ama tehditkar sesindeki bariton uyarı bu söylediklerini anlamam için bir uyarıydı. Aslında ikinci uyarısıydı ama ben uslanmaz biri olduğum için bunu anlamakta zorlanıyordum.
"Haber vermeden oğlumu ikinci kez benim iznim olmayan bir yere getirdin. Sınırları fazlasıyla zorluyorsun Prenses ve benim de belli bir sınırım var ve sen o sınırı geçmek için elinden geleni yapıyorsun !"dedi bağırmıyordu ama sesinin oktavı düşük ama yeterince yüksek yan etkisi olan bir sesti.
" Bakın haklısınız ama unuttum. "dediğimde bana aval aval bakmaya başladı. Sanrım ne diyor bu ya diye düşünüyor olmalıydı. " Her arkadaşımla bir yere gittiğimde ebeveynlerine haber verme alışkanlığım yok ama bunu sizin sayenizde alışkanlık haline getireceğim. O zamana kadar biraz uzlaşmacı olursanız ve bana yardımcı olursanız sevinirim." dedim bana anlayış göstermesini isteyerek. Ama olur mu Tarsis kralı ve anlayış imkansızı istemek gibi bir şeydi bu. .
Trasis kralı ise söylediklerimden sonra sakin kalmaya ya da daha doğrusu bunun için çaba sarf etmeye devam etti. Başını iki yana salladı ve bakışlarını arkamda olan oğluna çevirdi.
" Hayatında yaptığın en büyük hata. "diyip beni gösterip arkasına dönüp geldiği yere doğru ilerlemeye başladı..
Ben ise öylece onun arkasından baka kaldım. Hah! Sanki kendisi çok doğrusal hareketlerde bulunuyor da beni bir hata olarak simgeliyor. Arkamdan gülen Kiran 'a bakmadan sesini kesmesini söyledim. Anında konuşmamla susmuştu. Sonunda harekete geçip Victoria' nın olduğu tarafa ilerlerken birden koridorun başında orta yaşlarda olan bir kadın olduğumuz tarafa koşar adımlarla gelmeye başladı.
Sanrım Ahrar hocanın bahsettiği Serra 'nın annesi karşımızdaki kadın olmalıydı. Anında yürümeye başladım. Benimle beraber arkamda olanlarda ilerlerken ben ve Kiran Ahrar hoca ve Serra' yı arkamızda bırakıp ileride olan Victoria ve Trasis Kralının olduğu koridora ilerledik.
Onların yanında vardığımızda Tarsis Kralı konuşması sırasında bana hoşnutsuz bakışlarını kesiştirdikten sonra tekrar karşısında olan adama bakışlarını sabitledi. Hah! Sanki bende çok memnunum onunla aynı ortamda olmaya şükretsin Kiran 'a yoksa onunla aynı ortamda bulunmazdım.
Victoria' nın yanına geçtiğimde bana teselli eden bakışlarla bakmaya başladı.
"Sakın alay edeyim deme şuracıkta seni parçalara ayırıp canını okurum" diye tehdit edercesine konuştum anında eliyle dudaklarına görünmez bir fermuar varmış gibi o fermuarı kapatır gibi parmaklarını sağdan sola doğru götürür gibi yaptı.
Ben sinirden olduğum yerde krize girerken İki Kule Kralı beni görünce anında olduğum tarafa doğru ilerledi.
"Prenses Emira sizi burada görmek benim için büyük bir şeref. Ben İki Kule Kralı Agah Kertal " deyip kısa bir selam verdi. Selamını alıp bende kısa bir selam verdim dizilerimi kırpıp.
" Teşekkürler. Sizinle tanışmak onur verici. Bu arada ben şeref duydum beni burada ağırladığınız için." dedim.
Ondan sonra diğer etrafımızda olan çoğu kişi ile tanıştım. Yanımıza gelen çalışanlar bizi dinleneceğimiz odalara kadar eşlik ettiler. Akşam yemeğine kadar dinlememizi istemişti İki Kule Kralı.
Odama geldiğim gibi odamda olan terasa çıkmıştım. Terasta bulunan koltuğa geçip dinlemeye koyuldum. Fazlasıyla yorucu bir gündü benim için. Zaten sık sık ağrıyan başım da başka bir sıkıntı veriyordu bana. Hala bu baş ağrılarının nedenini bulmuş değildim. Tahminlerim vardı. Ama bu tahminler soyut bir kanıtla kesinleşmeyene kadar tahmin olarak kalacaktı. O ana kadar da elimden geldiğince bir nedene bağlanmalıydı bu tahmin olasılıkları.
Odamın kapısı açılıp kapandı. Gelen kişi belliydi. Victoria...
Adım sesleri odada duyuldu. Beni odada göremediği için adımlarını terasa doğru yönlendirdi. Her bir adım atışında bana yaklaşan enerjisi etrafımı kuşatıyordu. Terasa geçiş yaptığı gibi oturduğum koltuğa doğru ilerlemeye başladı. Ben ise başımı koltuğun başucuna yaslamış gözlerimi kapatmış bir halde duruyordum. Varlığını yanımdaki koltuğun kolçasında hissettim.
"Yorgun gözüküyorsun? Uyuyamadın mı gece?" diye sordu cevabını anında almak isteyen bir istekle.
Aslında bir gece değil çoğu gece her an uykumdan sıçrayarak uyanıyor uyumaya çalışsam bile bu kısıtlı bir saat diliminde sürüyordu bu uyku . Uykularımda geçmişle bir mücadele içerisindeydim. Etrafım bir geçmiş fırtınasıyla çevrili haldeydi.
Rüyalarımda geçmişle mücadeleler veriyordum. Gündüz vakti bir geçmişte var olan bir ana ruhani bir yolculuk yapıyordum. Ve geçmiş ve gelecek köprüsü arasında sıkışıp kalmış bir haldeydim. Ne şimdiye odaklanabiliyordum. Ne de geçmişe tam anlamıyla geçiş yapabiliyordum. Tam anlamıyla geçmiş gelecek arafı içerisinde sıkışıp kalmıştım.
Uzun süre sessiz kalmam Victoria 'nın kaşlarının çatmasını sağlamıştı. Bunu görmezsem de hissediyordum. Onu bu konuda canının sıkılmaması için gerçekleri tamamıyla anlatmadım.
"Gece uyuyamadım. Onun vermiş olduğu yorgunluk ve uykusuzluk var üzerimde." dedim gözlerim kapalı bir şekilde. Yüz ifadesini görmesem de ikna olduğunu biliyordum.
Ondan sonra Victoria ile odamda kısa bir konuşma yapmıştık. Bugün yaptıklarını vs. anlatmıştı. Bende bugün General Rian 'dan kurtulmak için giriştiğim çabayı anlatmıştım.
"Yani Renas hocanın böyle bir şey diyeceğini hiç tahmin etmezdim. Ben direk o sırada çekip gideceğini düşünürdüm. Ama artık adama ne çektirmişsen hıncını almak istemiş." dedi benim nasıl bir bela olduğumu ima etmeye çalışarak.
"Yani Victoria? Ne dememi bekliyorsun hanımefendi? İyi bir niyet beklerken adam çıkar arayışına girdi. Birde ben ona hiçbir şey çektirmedim. Onun kaprislerini çeken benim ama suçlanan da benim. Neyseki sayılı günler kaldı. Sonra ikimizde kendi yollarımıza gideceğiz. "dedim fısıltıyla son cümleyi. Victoria dediklerimi dinledikten sonra yanımdan kalktı ve karşımda olan koltuğa geçip oturdu.
" Emin ol ki o da senin o imalı sözlerini alttan alıyordur. Sen sana bir şey denildiğinde asla altta kalmayacak bir yapıya sahipsin. Renas hoca sana bir şey diyecek ve sen susacaksın. Hayatta inanmam. Onu sözlerinle oracıkta öldürürsün sen." dedi bana beni anlatırken. Yani haklılık payı da vardı ama yine de Ahrar hoca da az değildi. Adam beni benim sözlerimle iğneliyor beni benim sözlerimle vuruyordu.
Zeki olduğu gibi beyefendi ağız dalaşında da fazlasıyla iyiydi.
" Emin ol ki o da az değil beni benim silahımla vuruyor acımasızca." dedim aksi bir sesle. Adam usta bir büyücüydü onun yanında başka iyi olduğu yanları vardı ve ben nedense hep bu iyi yönlere denk geliyordum.
"Tamam sen hep haklı olan tarafsın oldu mu?" diyince Victoria somurtarak ona kötü bakışlarımı sabitledim. Hah kendi arkadaşım benim tarafımda olacağına tarafsız bir şekilde davranıyordu. Bu denli iyi bir arkadaşta ancak yine bana denk gelirdi.
"Tamam bu konuyu kapatalım olur mu? Eee sen burada olan işlerini hallettin mi?" diye sordum anında başını salladı.
"İşlerim bitti. Akşam yemekten sonra sana burada güzel olan yerleri göstereyim. Hah bu arada tanışmanı istediğim biri var." dediği anda kaşlarımı çattım. Tanışmak mı? Kalsın en son tanıştırmak istediği insanla tanıştım ve hiç hoş bir tanışıklık olmadı benim için. O Generali hiç tanımamış olmayı ne çok isterdim.
" Yok kalsın Victoria en son ki tanışmayı hatırlıyorsun değil mi? Ben hala unutamadım da." dedim sözlerimle onu azarlamaya çalışarak.
"Ah Emira sen hala orada mısın? O bir hataydı. Yani olmaması gereken bir şeydi ama oldu. Unutalım artık şu Genarali. Bu tanıştıracağım kişi buranın veliahdı hem yakın arkadaşlarımdan biri. Emin ol ki tanıştığına memnun olacaksın." dedi.
Gözlerimi kısıp ona baktım." Umarım bu tanışma da bir fiyasko yaratmaz bizim için. "diye önceden uyarmaya kalktım. Şimdiden uyarayım da sonra suç daha anlamadan benim üzerime kalıyordu. Victoria olmaz olmaz dedikten sonra odasına çekilmişti.
Victoria 'nın gidişinin ardından bende kısa bir dinlenme ardından kendimi yatağa atmıştım. Akşam yemeğine kadar biraz dinlenmek iyi gelecekti bana.
Kısa sürsede dinlendirici bir uyku uyumuştum. Uyanır uyanmaz direk üzerimi değiştirmiş ve odama gelen Victoria' yla akşam yemeğinin yenileceği yere doğru beraber gitmiştik.
Yemek bahçede kurulmuş bir masaya hazırlanmıştı. Fazla kalabalık bir masa değildi. Masada bulunan kişiler ;Victoria, Tarsis Kralı, Kiran, Ahrar hoca, Serra ve Serra 'nın annesi bulunuyordu. Ben masanın sağ kısmında baştan ikinci sırada oturuyordum. Karşımda Ahrar hoca bulunuyordu.
Ahrar hocanın sağında Serra solunda ise Tarsis Kralı vardı. Benim sağımda Kiran solumda ise Victoria vardı. Masanın tek kişilik yerlerinde ise solumda Serra 'nın annesi sağımda İki Kule Kralı yer alıyordu. Farkı bir akşam yemeği olacağı şimdiden belliydi. Bakalım akşam yemeği nasıl sonuçlanacaktı. Çünkü Serra' nın annesi bana çok rahatsız edici bakışlarla bakıyordu. Ve eminim ki her bir konuşmam da beni iğneleyici sözler sarf edecekti.
Yemekler yenmeye başladığı anda Tarsis Kralı ve Kral Agah oğullarının ileride onların tahtlarına geçeceği gün hakkında konuşmaları yaşandı. İkisi de gururla oğullarından bahsediyordu. Tarsis kralı her oğlum diyişinde öyle bir ses tonuyla onu o kadar içten sahiplenici bir edayla söylüyordu ki tek varlığının onun tek mucizevi şeyi olduğunu açıkça belli ediyordu. Yanımda duran Kiran 'a başımı çevirdim.
"Şimdiden tahta geçeceğin konusu açıldı. Peki sen istiyor musun bu konumu?"diye kısık bir sesle sordum. Anında başını salladı.
" Evet babamın inşa ettiği bu krallığı en iyi şekilde devralıp ona yarışacak bir şekilde yöneltmek istiyorum. "dedi bunu canı gönülden istediğini belli edecek şekilde.
" Ah aslında bakarsan Mera 'ya Kraliçe olmak yakışacaktır."dediğim anda anında ona takılmamdan ötürü kızarıp bozardı." Hadi ama bunu istediğini biliyorum ama öncesinde ona açılman gerek bakalım o bunu istiyor mu? Yani oda isteyen davranışta bulunuyor ama yine de bunu sesli bir şekilde duymak lazım ondan. "dedim. Kiran 'ın anında yüzü asıldı.
" Ya istemezse? "diye korkarak sordu. Bu ihtimal yoktu ama yine de erkenden umutlandırmak olmazdı.
" İşte bak buna en iyi baban sevinir. "dediğim anda bakışları babasını buldu. Ona üzgün bir suratla bakmaya başladı. Sonra tekrar bakışları beni buldu.
" Evet babam pek Mera 'dan hoşlanmıyor ama kararıma saygı duyacağını düşünüyorum. "dedi bunu umut ederek.
" Kabul etmezse bizim kuleye gelirsiniz Mera' yla bizim kulede yaşarsınız. Baban da tek başına iktidar sahibi olduğu topraklarında yaşar yalnız yalnız. "diye bir öneride bulundum.
" Onu yalnız bırakmam. "dedi bu düşünceyi onaylamayan bir sesle. " Ama o seni bırakacak gibi. "diye cevapladım onu. Sözlerimde Mera 'yı kabullenmezse bir seçim yapacağı ve bu seçim babası olursa kendisi yalnız kalacağını belli ederken.
Bunun olmasını hiç istemeyen bakışlarla bakmaya başladı.
" Üzülme yani babanın öfkesine rağmen ben bir yolunu bulup 3.ünüzün bir arada yaşamasını sağlayacağım." dedim nasıl olacağını ben bile bilmeyerek. Yani olur gibiydi ama olmaz gibime de gelmiyor değildi. Sözlerime içtenlikle bir tebessümle karşılık verdi.
Biz aramızda konuşamaya kaldığımız yerden devam edeceğimiz an Serra 'nın annesi bana hitaben konuştu.
"Kolyenin yeni sahibi siz olmalısınız küçük hanım." dedi sesindeki o küçümseyici sesle. Bakışları üzerimde gezinip duruyordu. Ve üzerimde olan kıyafetlerime tuhaf bir şeymiş gibi bakıyor burnunu kıvırarak bu mu Prenses seçildi dercesine uzaylı görmüş gibi beni inceleyip duruyordu. Sanırım pek beğenilmemiş üstelik yine hal etmediğim düşünülmüştü taşıdığım boynundaki kolyemi. Ama pek de bu tarz bakışları ve düşünceleri umursuyor değildim. Hatta kafama bile takmıyorum bu tarz yaklaşan insanları.
"Evet benim Berra hanım." dedim samimiyetten uzak bir sesle.
Masada bulunan herkesin dikkati Berra hanımın bana olan gereksiz tavrına dikkat kesildi. Daha hiçbir tanışıklığımız bile olmadan bana bu yaklaşımla gelmesi olağan karşılanmadı. Tarsis Kralıyla bile neler yaşadık ama asla bana küçümseyici ne sözler söyledi ne de küçümseyici bakışlarla baktı bana.
Ama karşımda duran kaldın ona hiçbir kötülüğüm bile dokunmamışken tavrı beni şaşırtmıştı. İnsanlar gerçekten nefretle doğmuştu ve bunu göstermekten asla gocunmuyordu. Ne içler acısı bir haldi bu. İnsanların her yerde aynı olması ve farklı olan kişileri bu denli küçümseyip kendilerini yüceltmeye çalışmasını istesem de hep şaşırarak karşılıyordum.
"Kolyenin sahibinin farklı ve güçlü biri olacağını hep düşünmüştüm." diyerek benim hak etmediğimi açık açık belli etti.
"Ne yazık ki buna kişiler değil kolye karar veriyor." dedim altta kalamayarak. Anında gözlerine gerçek duygusunu yerleştirdi. Nefret...
"Ah! O zaman keşke biz kişiler verseydik kararı daha iyi olurdu bence." dedi sözlerime karşılık olarak.
"Keşke demek çok tehlikeli bir kelime bunun ağırlığını kaldırmak zordur." diye uyarırcasına konuştum.
Berra hanımın konuşmasını bölen Agah Kral olmuştu.
"Hanımlar bu konu bence şu an kapatılmalı. Berra kolye hak ettiği sahibinde. Buna ne sen ne de başkası bir söz söyleyebilir." dedi tok sesiyle.
Bakışlarım anında önüme çevrildi. Akşamım zehir sarmaşıklarıyla çevrilmişti şimdiden. Yemek boyunca Berra hanımla birbirimize attığımız nefret ve öfke bakışları eşliğinde akşam yemeği yenmiş ve tamamlanmıştı.
Yemekten sonra yalnız kalmak istediğim için direk burada bulunan çiçek bahçesine gelmiştim. Etraf sadece biraz uzakta duvarlara asılı olan meşalelerle ve ay ışığıyla aydınlatılıyordu. Oturacağım bir alan bulup direk çiçek bulunmayan bir yere çöküp oturdum. Etrafım isimlerini bilmediğim çiçeklerle doluydu ve her bir çiçeğin kokusunu soluyup duruyordum. Yıldızları izlemek için direk bedenimi yere bıraktım.
Şimdi sırt üstü uzanmış, uzandığım yerden gökyüzünde olan loş yıldızları izleyerek ruhumu dinlendiriyordum. Sessizlik beni dinlendirici bir müzik gibi rahatlatıyordu . Usulca gözlerim kapandı. Şuan bu huzur veren anın içerisinde tatlı bir uyku beni kuşatmaya çalışıyordu. Etrafım güvenli ve rahatlatıcı olduğu için uyumamak için çaba sarf ediyordum. Her an bu anın vermiş olduğu güzel huzurlu uykuya yenik düşebilirdim. Ama burada uyumak olmazdı odama gitmeliydim. Birkaç dakika daha burada durup öyle odama geçecektim.
Ben bu sessizliğin melodisini dinlerken bu melodiye başka bir melodi eklendi. Adım sesleri....
Enerjisi kim olduğunu ele veriyordu. Lacivert harelere sahip siyahın pençesinde olan adam. Anında gözlerim açıldı. Ama olduğum yerden doğrulmadım.
"Burada ne arıyorsunuz?" diye sordum kısık sesimle. Sesimde uykunun emareleri vardı. Kendimi bıraksam anında uyurdum neredeyse.
"Konuşmak için geldim." diyerek beni yanıtladı. Ve yanıma gelip oturdu. Onun oturmasıyla olduğum yerden istemeye istemeye doğrulup oturma pozisyonuna geçiş yaptım.
"Sizi dinliyorum Ahrar hoca. Uyumam lazım erkenden. Hızla giriş yaparsanız sevinirim. " dedim konuşmasını kısa kesmesini belirterek.
"Teyzem adına özür dilerim. Biraz fazla ileriye gitti. Masada söylediklerini söylememesi lazımdı." dedi soğuk içten gelen boğuk sesiyle.
"Pek önemsemedim." dedim kısaca.
Anında karanlıkta bile olsa hiç tereddüt etmeden seçeceğim lacivert hareleri beni buldu.
"Ah evet sen senin hayatında bulunmayan insanların ne dediğiyle pek ilgilenmez onu önemsiz sayarsın." diyerek beni kendince anlattı.
Yüzünü görmesem de alaylı bir sırıtış dudaklarında çoktan belirtmişti.
"Ah! Peki siz neden bu konuyu önemsediniz ki sonuçta benden pek hoşlanmıyorsunuz. Neden teyzeniz adına bu konuşmayı yapıyorsunuz? Bakın Serra hiç annesi için benden özür dilemeye geldi mi? Cevap vereyim hayır. Siz neden buradasınız?" diye sordum. Çünkü vereceği cevabı merak ediyorum. Neden buradaydı? Neden bu konuşmayı yapıyorduk? O da benim bu kolyeyi hak etmediğimi düşünenler arasındaydı.
" Sadece bazı şeylerin farkına vardım. Ve bunu düzeltmek istedim bu kadar sadece. "diye kısaca açıklamada bulundu. Peki dercesine başımı salladım.
Ve oturduğum yerden doğruldum. " İyi geceler. "dedim mırıldanarak. Duyup duymadığını bilmeden. Ve onun yanından ayrılıp direk kuleye doğru ilerledim. İçeriye girdiğim anda adımlarımı odama doğru yönlendirdim. Bugün benim için çok tuhaf geçiyordu.
Bu tuhaflık beni gerçek anlamda korkutuyordu.
Odamın olduğu kata doğru geleceğim an ismimi birinin zikrettiğini duydum. Anında o tarafa doğru ilerlemeye başladım. Koridorun sonunda bir odadan ismimi duymuştum. Kapısı aralık odaya doğru ilerledim. İçeride olanların beni fark etmesini engellemek adına anında yeni keşfettiğim kolyemin özelliğinin devreye girmesini sağladım. Bu özellik bedeni görünmez kılma özelliğiydi. Anında silikleşen bedenimle kapısı aralık odaya yaklaşıp içeride konuşulana kulak kesildim. İçeride olanlar Serra ve annesi Berra hanımdı.
Beni göremeyeceklerini bildiğim için hiç çekinmeden kapının açık kalan kısmından onları dinlemeye başladım. Bakışlarım ise açık kalan kısımdan gözükebildiği kadarıyla Serra 'nın yan profiline bakıyor haldeydim.
"Buralı olmadığı giyinişi ve konuşmasından fazlasıyla belli." diye konuşmuştu Berra hanım. Onu göremesemde yüzünde o benden son derece rahatız olan yüz ifadesini takındığı söyleyebilirim. Kadın başından beri benden hoşlanmamıştı. Nedenini az çok tahmin ediyorum ama bu kadar saf bir nefreti anlamıyorum. Sadece kolyeye sahip olmamla alakalı olduğunu düşünmüyorum. Başka bir sebep daha var.
"Evet başka bir evrenden... Ama ne yaparsa yapsın o kolyeyi hiçbir zaman hak etmeyecek." dedi Serra sesindeki o nefreti gizlemeyerek.
"Kolye olmasa bir hiç ama kimse bunun farkında değil. Hepsi ona samimiyetsiz bir saygı ile yaklaşıyorlar." dedi Berra hanım. Olduğu yerden başka bir yere ilerlerken. Çünkü adım sesleri duymuştum konuştuğu esnada. Onun sözlerine karşılık olarak Serra şunları ilave etmişti.
" O da bunun farkında. Ondan haz etmediğimizin farkında masada sana olan bakışını gördüm. Ona söylediğin sözlerden hemen sonra anladı ondan hiç hoşlanmadığını anında tepkisini ortaya koymaktan çekinmedi." diye bilmişlikle konuştu.
Daha fazla dinlemek istemediğim için kapının önünden çekilip odama doğru ilerlemeye kaldığım yerden devam ettim. Farklı bir şey zaten beklemiyordum. Anne ve kızı benden ölesiye nefret ediyordu ve bunu saklamıyorlardı da. Sözleri ele vermese gözleri ele veriyordu nefretlerini.
Sonunda odama ulaştığımda direk kapıyı açıp içeri girmiştim.
Nereye gidersem gideyim her zaman birilerin benden nefret eden varlıkları etrafımda oluyordu.
Bu artık değişmeyen bir yasa olmuştu.
Odama girdiğim gibi anında üzerimi bile değiştirmeden yatağıma geçip uzandım. Zihnimdeki o rahatsız edici düşünceleri bir toz bezi ile temizleyip anında ortadan kaldırdım.
Uykuya gerçek anlamda ihtiyacım vardı.
⭑⃝🦋
Gizlenemeyen anlar günlerin o tatsız saatlerine sıkışıp kalmıştı. Gözlerimi açar açmaz anında hazırlanmış ve direk Victoria 'nın odasına doğru ilerlemiştim. İçeriye girdiğim anda onu yatağında uyuyorken görmüştüm.
Uyanma saatine göre bugün geç kalkmıştı. Yorgun olabileceğini düşündüğüm için anında onu uyandırmamaya çalışarak odasından çıkmıştım. Olduğum koridorda merdivenlerden yavaş adımlarla aşağıya inerken merdivenleri çıkan birini görmüştüm. Yanından hiçbir şey demeden geçeceğim an beni gördüğünde anında basamakları çıkmayı bırakmıştı. Bu hareketi kaşlarımı çatmamı sağladı.
"Sen..." dedi ve kısa bir nefes alıp verdikten sonra tekrar konuşmasına devam etti. "Prenses Emira olmalısın?" diye tamamladı eksik cümlesini.
Sadece başımı salladım. Anında bir basamak çıkıp tam karşıma geçti.
"Ben Duman Kertal." dedi tok sesiyle. Ah şu Victoria 'nın tanıştırmak istediği veliaht.
"Merhaba veliaht." dediğimde anında ona veliaht dediğimi duyunca yüzünde erkeksi bir gülüş peyda oldu.
"Sanırım benim seni tanıdığım gibi sende beni tanıyorsun Prenses." dedi sesindeki muziplikle.
"Evet öyle gözüküyor." dedim söylediklerine karşılık olarak.
"Bende Victoria 'nın yanına gidecektim. Ama senle karşılaştım." dedi ve eli ensesine uzandı ve hafifçe ensesini kaşıdı.
"Odasından geliyorum bende uyuyordu. Rahatsız etmemek için de direk odasından çıkıp aşağıya iniyordum bende." diyerek onun Victoria' nın odasına gitmesini engellemeye çalışarak.
"Ah! Peki o zaman istersen beraber inelim Victoria uyanana kadar sana arkadaşlık edebilirim" diyince kısa bir süre düşündüm. Aslında iyi bir fikirdi. Burada biraz gezintiye çıkmak iyi olabilirdi.
"Neden olmasın." dedim. Sözlerimden sonra anında yan yana merdivenleri inmeye başladık. Bu sırada da birimimize sorular soruyor birimimizi tanımaya çalışıyorduk.
Duman kendini anlatırken tek kardeş olduğundan bahsetmişti. Victoria 'yla bir seyahat sırasında tanıştığından bahsetmişti. Zaten bahçeye çıktığımız da Kiran' ı ileride çardakta otururken görmüştük. Kiran bizi fark ettiği anda oturduğu yerden kalkıp bize doğru ilerlemişti. Yanımıza geldiği gibi oda Duman 'la tanışmış ardından ise Duman bizi buradaki at ahırına götürmüştü. Kahvaltıya kadar bir at ile gezinti fikrini öne sürmüştü. İkimizde kabul edip onu takip ederek ataların bulunduğu alana doğru yürütmüştük.
Sonunda atların olduğu kısma ulaştığımız gibi önce kendimiz için birer at seçip kontrollü bir şekilde atlara binmiştik. Kiran ve Duman siyah atlara binerken ben beyaz bir ata binip öyle gezintiye başlamıştım. Üzerinde olduğum at o kadar uysal bir attı ki ona bineceğim an bana hiçbir zorluk yaşatmamıştı. Önde süratle giden Kiran ve Duman 'on ardından bende geliyordum.
Olduğumuz ormanlık alanda onlar hızla ilerliyor bende onları takip ediyordum. Onlar ormanda sağa saptıktan sonra bende tam onları takip edeceğim an birden ormanda bir varlık dikkatimi çekti. Anında ağaçların ardından geçip giden şey her neyse tüm dikkatimi ona çevirmişti. Anında atımın dizginlerine sarılıp varlığın geçtiği yöne doğru ilerlemesini sağlamıştım. At anında bana ayak uydurmuş ve isteğim yere doğru ilerlemişti.
O varlığı gördüğüm alana geldiğim an atımı dururdum ve gözlerimle o seçemediğim varlığı aramaya başladım. Atla olduğum alanda bir daire oluşturuyor ve hala gözlerim etrafta dolaşıp duruyordu. Ama be yazık ki hiçbir şey görmüş değildim.
Anında tam geri döneceğim an tekrar o varlığı gördüm. Bu... Bir Zümrüdü Anka kuşuydu. Evet tam olarak o efsanede olan küçük sevimli hayvan tam karşımda duruyordu.
Biraz ilerde bir ağacın dalına konmuş benim olduğum tarafa bakıyordu. Onu ürkütmemeye çalışarak yavaşça üzerinde olduğum attan usulca inmeye başladım. Attan indiğim gibi yavaş ürkütmemeye çalışan adımlarla anka kuşuna doğru ilerlemeye devam ettim.
Ona yaklaştığım anda olduğu dalda hareket etti ama yerinden ayrılmadı. Birkaç adım daha... Birkaç adım daha... Ve sonrasında artık şimdi karşı karşıyaydık. Şu an tam gözlerinin içerisinde bakıyor haldeydim. Bu çok güzel bir varlıktı.
Fiziksel olarak tavus kuşunu andırıyordu. Yüzü tam bir köpeğin yüzü gibiydi. Ve pençeleri tıpkı aslan pençeleri gibiydi keskin ve tehlikeli . Zümrüdü Anka kuşu iyiliği temsil ederdi böyle biliyordum. Ve bu varlıklar dişi bir kuşturlar.
Ona hala büyülenmiş gibi bakmaya devam ederken anında olduğu yerden hareket etti ve bana doğru uçmaya başladı. Anında bu hareketini beklemediğim için telaşla arkaya doğru gideceğim an ayağım tökezledi ve geriye doğru sertçe düştüm. Sırt üstü düştüğüm için boylu boyunca uzamış bir haldeydim. Yere sertçe düştüğüm esnada avuçlarıma hücum eden ağrıya odaklanacağım an birden Zümrüdü anka kuşu ne olduğunu anlamadan karın bölgeme kondu. Şaşkın şaşkın ona bakmaya başladım. Çünkü bunu bekliyor değildim.
Hafif boynumu kaldırıp karın bölgeme konmuş Zümrüdü ankaya baktım. Ayak pençesiyle asil bir şekilde keskin bakışları benim üzerimdeydi. Vereceği tepkiyi kestiremeyeceğimi bildiğim halde kararsız bir halde sağ elim usulca havalandı ve Zümrüdü anka kuşuna uzandı. İlk an bakışları elimi buldu ama bir şey yapmadan öylece durmaya devam etti bende bundan cesaret alarak sağ elimi onun kanatlarına doğru tedirginlik içerisinde dokundurup onun o yumuşak tüylerini okşadım. Onu dikkatle izleyip ardından da onun tüylerini okşuyordum.
Hala olduğum şu anı yadırgıyordum.
Tam gagasına parmak uçlarım değeceği an onun keskin sesi etrafımda duyuldu.
|
0% |