@kumsallardagezen12
|
『Zihnim karanlık bir gökyüzüydü ama uçacak kanatlarım yoktu... 』
Silinmez... Yaşadıklarımız istesekte zihnimizde silinmez. Bizle büyür bizle darbeler alır. Ve bizle de hayattan bir toz bulutu gibi silinir.
Bir hücre gibi sanki zihnimiz ne yaşarsak yaşayalım her anı bir şekilde oraya hapsolur. Ve ne yaparsak yapalım yine de onu o aldığı müebbetten kurtarmayız. Karanlığa mahkum olur bir kere ışığı kavuşması imkansız hale gelir.
Uzun zamandır zihnimin esareti altındayken kalbime hiçbir zaman söz hakkı tanınmadı. Ve zihnim kalbimi geri dönüşü olmayan bir yola sürükledi.
Boğuldum. Ama dibe çakılmamak için de büyük uğraşlar verdim. Yüzeyi görmek için büyük umutlarla yüzmeyi öğrenmeye çalıştım. Ama nereden bilebilirdim ki ayaklarımdan zincirlendiğimi? Ve nereden bilebilirdim ki o zincirlerin anahtarının yok olduğunu ben tarafından?
Aslında çoğu zaman en büyük zararı biz kendimize veririz ve ben bunun büyük bir simgesiyim. Düşünmek gerçekleri ertelemektir. Ve ben gerçekleri erteyele erteleye yalanlar denizinde boğulup kaybolalı çok oldu.
Gerçekler kör edicidir. Seni yalanlara kör edip o anının yaşamına sabitler. Ve yalanlarla dolu bir silsileden uzaklaşmanı sağlar.
Tek gerçek vardı. Ve bu tek gerçek yakın zamanda açığa çıkacaktı. Biliyorum.
Benden çok şey saklanıyor hatta öğrenmemem için de ellerinden geleni yapıyorlardı. Ama bilmiyorlardı ki ben o gerçeğe çok yakınım. Bir adım atsam hepsi açığa çıkacak. Ama sıra sıra hepsini öğrenip ona göre hareket edeceğim.
Lord Yelit ona yaptığım teklifi geri çevirdikten sonra direk çıkıp gitmişti. Bende ondan sonra pek piyona odasında durmayıp aşağı inmiştim. Akşam yemeğine kadar kuleden uzaklaşmak istemiştim.
Kulenin 4 metre aşağısında olan bir çiçek arazisine gelmiştim. Kendimi bir müddet burada saklamaya karar vermiştim. Tek kalıp biraz zihnimi dinlendirmek istiyordum.
Anında sırt üstü yere uzanmış ve gözlerimi kapamış huzur veren bu sessizliği dinliyordum. Etrafımda olan çiçek arazisinden gelen hoş kokularla beraber ciğerlerim bir bahar havası alıp huzurla deşarj oluyordu. Rüzgarın uğultusu kulağıma hoş bir melodi bırakıyor, kendimi ve ruhumu bu huzura teslim ediyorum. Bazen durmak iyidir. Durmak dinlendirir. Durmak dışarıdan bakmayı sağlar. Ve durmak bazen ruhu iyileştirir.
Ama bu iyileştiricilik etrafımda onun varlığını hissedene kadar sürdü . Ahrar hoca biraz uzağımda olduğum tarafa doğru ilerliyordu. Bana doğru yaklaşan adım seslerini ve enerjisini soluyordum. Bu adamın burada ne işi vardı! Nereye gitsem bu adamı görmek zorunda mıyım? Bir huzur da vermiyor ki kulede! Anında uzandığım yerden hızla doğrulup yönümü ona döndüm. Sabit yüz ifadesiyle olduğum tarafa geliyordu kendinden emin adımlarla. Yine siyahlar içindeydi. Güneş ışığından dolayı lacivert hareleri hafif kısılmış haldeydi.
"Sizi tanımasam beni özlediğinizi düşüneceğim. Neden her gittiğim yerde karşıma çıkmak zorundasınız?" diye aksi bir sesle konuştum. Hadi ama bu adama tahammül edemiyorum ama her defasında bir araya geliyorduk gün içerisinde birden fazla.
"Özlemek mi? Zannetmiyorum. Dersi bugün de erken yapacağız bir nedenden dolayı. Bugün Kara Ormanda görmeni istediğim bitki türleri var. Ve bunun için gündüz dersimizi yapmak zorundayız." dedi düz bir sesle. Anında tüm dikkatim söylediği cümleye çevrildi.
Kara Orman. Ne kadar çabalarsam çabalayayım bir türlü oraya gidememiştim. Kara Ormanın etrafında olan kalkan yüzünden. Bir şey demedim ve sessiz bir şekilde Ahrar hocanın bana doğru ilerlemesini bekledim. O sessiz kalışımı gördükten sonra bir şey demedi ve arkasını dönüp ilerlemeye başladı. Anında onu takip etmek için harekete geçtim. O önden bende onu birkaç adım geriden takip ediyordum.
İlerledik... ilerledik ve sonunda Kara Ormana gelebildik. Siyahın hüküm sürdüğü bu ormana bugün giriş yapacaktım. Kocaman devasa bir genişliği vardı Kara Ormanın. Ahrar hoca bir adım attı ve Kara Ormana giriş yaptı. Bende tereddüt içerisinde bir adım atıp Kara Ormanın sınırları içerisine adımladım. Hayret kalkan tarafından geri püskürtülmemiştim. Ahrar hoca ilerlemeye devam ederken bende kafama takılan beni ele geçirmiş sorumu çekinmeden sordum. Anında ortamda bulunan sessizlik yok oluverdi.
"Daha önce çoğu kez kara ormana giriş yapmak istedim ama giremedim çünkü kalkan vardı şimdi neden yok? " dedim meraklı bir surat ifadesiyle. Çünkü gerçekten bu ormana girmek için elimden geleni yapmıştım ama kalkan yüzünden bir türlü içerisine giriş yapamamıştım. Portol bile açmıştım ama maalesef ki portalla bile kalkanı geçemiyordum. Nasıl güçlü bir kalkansa artık etkisiz kalıyordu uğraşları? Ben düşüne dururken Ahrar hoca kısa bir sessizliğin ardından sorumu yanıtlamıştı.
"Benim isteğim üzerine kaldırıldı kısa süreliğine çünkü ormanda görmeni istediğim bitki türleri var işimiz bittikten sonra kalkan tekrar devreye girecek." diyerek merakımı sonlandırdı. Hadi ya keşke tamamen kaldırılsaydı da ormana rahat rahat girebilseydim. Şimdi asla Ahrar hoca izin vermezdi ormanda onun izni dahilinde olmadan keşif yapmama.
Ders bittikten sonra direk ormandan çıkmamamı isterdi de. Onu kandırmak da zor olacaktır. Paşa paşa dersi dinleyip ormandan çıkmak zorunda kalacağım. Çünkü Ahrar hoca ders biter bitmez anında ormandan çıkmamı isteyecek kesinlikle. Bir saniye bile fazla beklememi sağlamaz. Yani istemesem de ormandan hiçbir şey yapmasan çıkmak zorundayım.
Şansıma bugün de uzun pembe bir elbise giymiştim. Orman biraz serin olduğu için birde siyah bir pelerin almıştım omuzlarımın üzerine yere kadar uzun olan. Üzerimde olan elbise yüzünden yürümekte şimdiden zorluk çekmeye başlamıştım.
Ahrar hoca ardına bile bakmadan ormanın içinde ilerlemeye devam ederken ben olabildiğince ormanı izliyor bu ormana girmememi sağlayacak etmeni arıyordum. Ama nedense siyah geniş gövdeli ağaçlar dışında hiçbir şey yoktu. Peki ben neden buraya girmiyordum? Neyden sebeple? Bir nedeni vardı ama göz önünde değildi sanırım. Bakalım ders sonuna kadar bulabilecek miydim?
"Hızlı ol oyalanma!" diye sert sesiyle emir verdiği anda gözlerimi devirdim ve ona ulaşmak için adımlarımı hızlandırdım. Hadi ama en fazla birkaç adım gerisinde yürüyordum. Bunun için de kızmasın gerek yoktu. Ama beyefendi kurallarına sadık olduğu için bir dakikalık bir gecikme bile onu kızdırmaya yetiyordu. Sonunda tam yanına vardığım anda yan yana ilerlemeye başlamıştık.
Yan yana yürümeye başladığımız andan itibaren bütün ilgim ona kaymıştı. Çünkü bir anda bir tuhaflık olmuştu. Gergindi. Az önceki sinirli haline tezat. Hayretler içinde onu gözlemlemeye devam ettim. Sanki bir rahatsızlık bedenine enjekte edilmiş gibiydi. Bu adam gerçekten tuhaftı.
Kara ormanda onunla ilerlerken rahatsız olduğu her halinden belli oluyordu. Bir anda neden bu duygu değişimini yaşamıştı ki? Böyle yaparak kendimi garip hissetmemi sağlamıştı. Neden şu an benim olduğum ortamda olması onu bu kadar rahatsız ediyordu? Bilmiyorum ama pek önemsediğim de söylenemezdi. Daha çok onu daha fazla rahatsız etmek için elimden geleni yapmak istiyordum. Çünkü bunu hak ediyordu. Onu bu istemişti. Zihnimdeki düşüncelerimi dile getirmenin tam zamanıydı. Çıldırmaması elde değildi sözlerimin ardından.
"Beni ne kadar tanıyorsunuz Ahrar hoca?"dedim vereceği cevabı pek önemsemeden. Çünkü ne diyeceğini az çok tahmin edebiliyorum. Hakaret içerikli olacağı tahmin edilesiydi. Sözlerimden sonra bana hiç bakmadan yürümeye devam ediyordu. Arkasında ilerlerken bir kaç adım önümdeydi. Ben onu takip ederken sert boğuk sesi etrafımda yankılandı.
"Neden seni tanıyayım ki? Buna gerek yok sadece Süreyya Hanım'ı ricasıyla sana ders veriyorum. Tam eğitimini aldıktan sonra bir daha ne sen beni ne de ben seni göreceğim." dedi aksi bir sesle. Ah demek birileri dünkü olan konuşmamıza fena bozulmuş. Ah ne kadar da üzüldüm. Hiçte üzülmedim niye üzüleceğim ki! Ondan bu tavırları sergiliyor beyefendi.
O hala önümde yürümeye kaldığı yerden devam ediyordu. Ona öylemi dercesine bakışlarımı sabitledim ve dilimin ucundan kaçamak isteyen düşüncelerimi serbest bıraktım.
"Bilemeyeceğim hayat sürprizlerle dolu. Merak etmeyin bende pek sizden hoşlanmıyorum Süreyya Hanım olmazsa sizinle aynı ortamda olmayı bırakın aynı havayı solumak bile beni rahatsız ediyor." Arkasından bu kara ormanın eğri büğrü olan yolunda ilerleyerek düşmemek için büyük mücadeleler veriyordum.
O ise hiç bir sıkıntı dahi yaşamadan düz yolda yürürcesine yürüyordu. Giydiğim uzun pembe elbisemi uçlarını ellerimin yardımıyla yerden hafifçe kaldırarak yürüyordum. Omzumda duran pelerinimin uçları yere sürtünüyordu ama bana herhangi bir zorluk çıkarmıyordu. Hiçbir sıkıntı yokmuş gibi yapacağı konuşmaya odaklandım.
"Gerçekten dedikleri kadar çekilmez ve küstah bir kadınsın! Bunu biliyor olmalısındır sanırım?" dedi bunu fark etmemi isteyen bir ses tonuyla. Kimin umurunda ki ne derlerse desinler ben beni biliyorum o bana yeter de artar. Onun sakinliğinden kurtulup sinirlenmesi benim şu an en büyük keyfimdi. Onun hep böyle sinir etmek şimdilik en büyük hobilerim arasında ilk sırayı almış bulunmaktaydı.
Bazen bu adama neden katlandığımı düşünüyordum? Ama sonra nedeni aklıma gelince sabırla onu gerçek anlamda çıldırtacağım gün için sakin kalmayı ve ona katlanmaya devam ediyordum. Dua etsindiki can almıyordum yoksa ruhunu sileceğim ilk kişiydi. Ona olan ölüm planlarımı zihnimden savuşturup kendimi sakinleşmek için derin nefesler alıp verdim. Uzun süre sessiz kalışımı bitirerek onun sözlerine karşılık verdim
"Pek umursamıyorum benim hakkımda söylenenleri. Sizde biliyorsunuz ki hakkımda çok şeyler söylenip duruyor." Sanki çok umurumda da benim hakkımda ne demişler ne dememişler. Gereksiz insanların gereksiz düşünceleri. Buna ne diyebilirim ki? Yüzüme karşı birde desinler ama derler mi? Hayır anca yüzüme karşı iki yüzlü kimliklerini takınıp öyle iletişim kurarlar.
"Evet asıl kimliğin ne ben asıl onu merak ediyorum gerçek kimliğini gizliyorsun nedenini anlamasamda senin hakkında kötü bilgiler dışında pek iyi şeyler konuşulmuyor bu konuda ne düşünüyorsun ? " diye sorduğunda arkasına bile dönüp bakmadan ilerlerken bende yürümeye çalışıyordum ona tezat. Hiçbir şey onca işin gücün sorumluluğun altında bunlara mı kafa yoracaktım? Ama sırf gıcık olsun sinirlensin diye aklımdaki tilkileri serbest bıraktım.
"Ben şu ana kadar benzeri görülmemiş biriyim." dediğim anda anında arkasına döndü ve lacivert harelerini bana çevirdi. Harelerinde olan ya öylemi bakışını umursamadım ve konuşmama kaldığım yerden devam ettim. "Neden mi sahip olduğum güçlü herkesin değişiyle de taklitçi veya hırsız kolyem sayesinde. Bu kolyem bana gösterilen güçlü ruhların , güçlü ırkların, iblislerin ve görmüş veya duymuş olabileceğiniz tüm güçleri bir taklitçi ya da hırsız gibi kendisine hapsedip bana bu hapsettiği bu güçleri sunuyor. Aslında bakarsanız benim hakkımda kötü konuşmaları iki yüzlü gibi arkamdan konuşmalarına yeğlerim malum insanlar fazlasıyla iki yüzlü ve sahtekar olabiliyor ben ise tam olarak karakterimi yansıtarak iki yüzlülük yapmıyorum. " dedim soğuk bıkkınlık içeren bir ses tonuyla uzun bir konuşma yaparken .
Cümlem bittikten sonra tekrar yürümeye devam etti beni bekleme gereği duymadan. Bu adam gerçekten medeniyet görmemişti. İnsan bir nezaket gereği yavaş yürür. Ona yetişmemi bile beklemiyor! Ama söylediğim sözlerimde haklıyım neysem onu yansıtıyordum.
Birine karşı nefret mi hissediyordum asla bakışlarımı ve nefretimi gizleme gereği duymazdım. Birini canı gönülden çok mu seviyorum bunu saklamam hissettiririm. Gücümü ise gereksizce kullanmam gerektiği yerde kullanmaya özen göstererek bunun için kendimi üstün göremezdim. Çünkü bunun gereksiz olduğu düşüncesi içerisindeydim.
" Bu morte kolyenin sana verdiği güç senin için tehlike arz ediyor bunu bilincinde misin?" dedi ve tekrar yürümeyi bıraktı ve bedenini bana doğru çevirdi. Ben ise beni uyardığı anda uyarısını kısa bir müddet düşündüm. Neyi anlamamı istediğini anlamaya çalışarak. Lacivert harelerinde bana yönelik olan duyguyu anlamaya çalıştım.
" Fazlasıyla ama bunu umursadığımı söyleyemem hem rahatsız da değilim . "dedim omuzlarımı silkip. Bu hareketime karşılık sadece kaşları biraz daha çatıldı. Bu adam da her cümlemden sonra kaşlarını çatmayı huy edinmişti. Nelere katlanıyorum nelere! Neyse konumuza dönelim. Evet ilk başlarda bu kolyeyi hiç mi hiç istemiyordum ama şimdi bu kolyenin varlığına fazlasıyla alışmıştım. Bana karşı yönelik şimdilik bir tehlike yoktu ama olunca bunu ortadan kaldırmaya çalışacaktım.
" Zamanı geriye alma ya da zaman arasında geçiş yaparak o kolyeyi almamanı sağlayabilirsin. "diyerek hala geç olmadığını belli etmeye çalıştı. Ama bilmiyordu ki geriye dönüş gibi bir düşüncem asla olamadı olmayacakta.
" Zamanı da kontrol etmede yeteneklerimin arasında var evet. Ama bunu gerek duymadıkça kullanmamak için çaba sarf edeceğim bu zamanı geriye alacağım anlamına da gelmiyor hayatımdan memnunum Ahrar hoca. "dedim bu konuşulan konudan artık rahatsızlık duyduğumu belli etmekten kaçınmayarak.
Olduğum yerden harekete geçtim ve onu ardımda bıraktım. Bakışlarının bende olduğunu hissediyordum. Bu kadar rahat rahat bu konuyu konuşması sinirlerimi bozuyordu. Birde kolyenin bende olmasından rahatsız olduğunu da belli etmekten kaçınıyor da. Birde isterse kolyeyi boynumdan çıkartıp ona verseydim! Gerçekten inanılacak gibi değil!
" Tehlike sen için var olmuş ve sanırım yakanı kolay kolay bırakacak gibi değil. "dedi son kez uyarıda bulunarak. Dediklerinden sonra adım atmayı bıraktım.
Bedenimi ona doğru döndürüp bakışlarımı ona çevirdim. Ve geldiğim yolu geri gitmeye başladım. Adımlarım ona doğru ilerliyordu. Lacivert koyu harelerini gözlerimle birleştirmiş ruhsuzca bana bakıyordu. Tam karşısına geçince kısa bir müddet sessiz kaldım. Omzumu silkerek kollarımı önümde bağladım ve aramızda olan son mesafeyi de kapatarak dudaklarımı araladım.
" Unuttuğunuz bir şey var. Tehlikeli olan benim etrafımdakiler değil. Hem düşünsenize kim benim gibi birini karşısında görmek ister ki? Siz ister miydiniz? Düşünsenize karşı saflardayız ve size kendi gücünüzle karşılık veriyorum? Fazlasıyla tuhaf olurdu. Gerçi böyle bir şey olmazdı ama neyse " İhtimaller arasındaydı ama oldurmayacağım bir şey de değildi.
" Bu soruna yanıt vermeyeceğim! Asıl önemli olan şu her şey öyle kolayca var olmaz! Şunu da unutma her şeyin senin için nasıl bir sonuç doğuracağını bilemezsin ve o kolye seni bulmuşsa demektir ki senden de büyük bir şey alacaktır. "dedi benim bir şeyleri artık fark etmemi isteyen bir istekle. Almadığını söyleyemem.
"Almadığını da nereden biliyorsunuz ki! "dedim sabit düz sesimle.
Sözlerimden sonra kaşlarını anında tekrar çatarak lacivert irislerini gözlerimle kesiştirdi. Harelerinde gerçekten nefreti gördüm sonra ise hemen anında kaybolup ruhsuz bakışlara çevrildi. Bu kadar hızlı geçiş duygusu olması ona karşı olan merakımı ve karşılıksız sorularımı daha da çoğalttı. Normal değildi. Ve ben bu normal olmayışı altında çok şey bulacağımı düşünüyordum.
" Dediğin gibi tehlikeli birisin ve ben böyle birini eğittiğim için umarım ileride senden yana büyük bir pişmanlık duymam. "dedi sesli bir nefes verirken. Her soluk alıp verişinde buğulu nefesi etrafımda bir sis bulutu oluşturarak o nefesin sıcaklığını hissetmemi sağlıyordu. Bazen bu adamın varlığı farklılaştırıyordu beni. Ve ben bu farklılıktan hiç hoşnut değildim.
Sözleri zihnimde devrile dururken derin bir nefes alıp verdim.
Bilemem ki geleceği görmek elimde ama pek umursadığım da söylenemez. Ama iç sesim inşallah pişmanlığın dibini görür diye dua ederken onu nasıl susturabilirim ki? Bir şey demeden omzumu silkerek adımlarımı ondan uzaklaştırdım ve geldiğim yolu geri yürümeye devam ettim. O arkamda hala dururken bana olan her duygusunu bir bir hissettim düşüncelerini benden saklayabilirdi ama hislerini asla işte orda onu anında hisseder ve tavrımı takınırdım.
Ne kadar saklasam da şu an bana olan kızgınlığını hissediyorum ve bunu bildiğimi de bildiğinden eminim ama hala bu hislerini saklamıyorda.
Kara ormanda bir müddet sessiz bir şekilde ilerledik. Ahrar hoca derste görmem gereken bitkilerin olduğu yere geldiği anda bitkilere doğru ilerledi ve sırasıyla önce bitkilerin ismini söyledi sonra onun ardından bitkilerin kullanıldığı büyüleri kısaca hızlı bir şekilde açıkladı. Çoğu büyüde aynı bitkiler ve kullanılıyordu.
Bunu her büyünün içinde yazan malzemeleri söylediği anda anlamıştım. Tek bir büyüde tek bir bitki vardı ve bu bitkinin ismi Norilyina 'ydı. Bu bitki kahve ve turuncu renkte olan bir bitkiydi ve bu uzun kalın bir gövdeye sahipti. Çiçek kısmı ise küçük bir görünüme sahipti. Bitkinin yaprakları turuncu ve kahve ağırlıklı, çiçek tohumları ise mavi ve açık krem rengine sahipti.
Bu bitki sonlandırma büyüsünde kullanılıyordu. Bu istenilen her şeyin yok olmasını sağlıyordu. Yaşamın sonlandırmasını , ölümün sonlandırmasını , hareketin sonlandırmasını, ruhun sonlandırmasını vb şekilde istenilen şeyin sonlandırılmasını sağlayan bir büyüde kullanılan bitkiydi.
Tabi bitki az sayıda bulunuyordu ve bu bitki gözetim altında büyütülüp depolanıyordu.
Ahrar hoca her bilgiyi atlamadan eksiksiz bir şekilde aktarıyor hatta not almam gereken yerleri söylüyordu. Öğretmen kimliği normal Ahrar kimliğinden daha çekilir haldeydi.
Bugün karanlık sırlar kitabından dersi yapmamıştık. Sadece bitkileri tanımamı istemişti bu bir saat süre içerisinde. O anlatırken ben hem not alıyor hemde çiçek olsun bitki olsun hepsini not kitabıma hem not ediyor hemde resmini çiziyordum çiçeği hem unutmamak için hemde hatırlamakta zorluk çekmemek için.
Sonunda dersin sonuna gelmiştik ve Ahrar hoca dersin nasıl bittiğini söylediği gibi direk ormandan hızla çıkmamızı söylemişti. Oyalanmak için bir çaba sarf etmemi sağlamadan. Bende el mahkum boynumu büke büke onu takip etmiş ve ormanın çıkışına kadar sessiz bir halde ilerlemiştim.
"Öğretmen kimliğiniz takdir edilecek bir yönünüz. Gerçekten sizi başka bir meslekle düşünmek biraz tuhaf olur." dediğimde sessizliği bitirerek. Sadece yürümeye devam etti. Ormandan çıktığımız gibi kuleye doğru ilerlemiştik.
"Takdir edilecek bir yönümün olması ve senin de bunu ifade etmeni beklemiyordum inan ki." dedi sesindeki şaşkınlıkla. Tabi adam benden o kadar eleştiri duydu ki övgü ona tuhaf geldi. Normal her cümlemde onu eleştiriyordum. Omuzlarım çöktü ve mavi harelerim etrafta dolaşıp durdu.
" Hadi ama o kadar da kötü değilim. Tamam çoğu zaman hatta her bir araya geldiğimizde tartışma oluyor ama asla kimsenin hakkını yemem. Siz gerçekten iyi bir eğitmensiniz. Bunu unutmayın. Ama iyi bir insan olup olmadığınız tartışılır." dedim yine dayanamayıp.
" Sen gerçekten normal değilsin. Bir insan bir cümle içerisinde hem bir insanı övüp hemde onu nasıl eleştirir ki? Sen tüm o kuralları yıkan tek kişisin bunu anlamışsındır umarm. "dedi inanamayarak yaptığım konuşmanın gerçekliğine değinip bir şeylerin farkına varmamı isterken. Hatta bir anda sinirden güldü ve başını sağa çevirdi. Ve gülüşünü sakladı. Ama gülüşünün o şuh sesini duydum. Bilmiyorum ama gülüşü etrafın soğukluğunu kesip attı. Küçük tatlı kısık bir melodi gibi geldi o an gülüşü. Gülüşünü sonlandırıp bakışlarını önünde olan yola çevirdi.
"Geç oldu yapmam gereken işlerim var. Kuleye döneceğim sen geliyor musun?" diye sordu. Yine yapmıştı yine anında tüm duygularından kendini arındırıp o sert katı ruhsuz Ahrar 'a büründü.
Hayır gelmeyeceğim diyerek onun kuleye ilerlemesini sağlamıştım. O kuleye giderken bende yönümü çiçek bahçesine çevirdim. Ah şimdi sessizlik hiçte istemeyeceğim bir andı. Çünkü düşünmek istemiyorum bu yaşanılan şeyleri.
Ama başka da gidecek bir yerim yoktu. Tekrar çiçek arazisine geri gelip uygun bir yere oturup kafamı dinlemeye devam ettim.
Gözlerim usulca kapandı. Ruhum hafifledi sanki gözlerimin kapanışıyla. Bedenim bir boşluğa bırakılmış gibi hissettim o an. Yine oluyordu. Yine bir anıya isteğim dışında misafir ediliyordum. Bu sefer gözlerimi bir anı silsilesine açtım.
Bir odadaydım yine. Odanın düz duvarları gri renge sahipti. Bu seferki odada tek bir şey vardı. Bir piyano... Evet bu kocaman geniş odada tek piyano vardı. Piyano dışında hiçbir şey yoktu . Daha dikkatli bakınca bu piyanonun bu sabah çalışmış olduğum piyano olduğunu anladım. Nasıl yani bu geçmişte birinin çalışmış olduğu ve bir köşeye bırakılmış bir piyano muydu? Bu sabah ki çaldığım piyanoda da A ve R harfleri bulunuyordu. Pek önemsemeden direk piyanoyu çalmıştım. Ama şimdi bu anıda olan piyanoyu dikkatle incelediğimde buna dikkat kesilmiştim. Peki bu anında neyi anlamam lazımdı? Neden bir şeyler bu tür anılar vasıtasıyla öğrenmemi ve kavrayıp gerçeğin farkına varmamı istiyordu. Kim bunu sağlıyordu. Kim?
Şu gizem dolu şeylerden artık bıkıp usanmıştım. Yemişti artık direk her şeyi öğrenmek istiyordum. Parça parça değil ya da bu tür şeylere başvurularak da değil.
Piyanoya doğru ilerledim ve düz bir surat ifadesi ile piyanoyu gözlemlemeye başladım. Farklı bir şey göremedim ama... Tam geri gideceğim an birden piyanonun önünde bir beden var oldu. Anında korkudan bir adım geriye sıçradım. O benim varlığımı görmemişti ama ben onu net bir şekilde görebiliyordum. Soluk almayı bırakmış bir halde onun hareketlerini izlemeye başladım. Düşünceli bir halde piyanonun önünde anında sihriyle var olan markizine oturdu ve uzun kemikli parmakları piyanonun tuşlarına uzandı. Anında işaret parmağında olan yüzüğe baktım. Üzerinde A ve R harfleri bulunuyordu ve bu harfler iç içe geçmiş bir halde bulunuyordu. Bu piyano Aron 'a aitti. Karşımda oturmuş birazdan piyano çalacaktı.
Neden peki şimdi şu piyano bizim kulede bulunuyordu? Aron aslında kimdi? Bunu öğrenmeliyim. Artık zihnim bulamaç haline gelmişti. Birçok gizli tutulan ve öğrenilmesi gereken bilgiler vardı ve ben nereden başlayacağımı bilmiyordum.
Aron daha önce duymadığım bir müziği çalmaya başladı. Melodi çok hoştu insana dinginlik veriyordu. Melodi çalmaya devam edince birden bu melodinin sonraki notları tanıdık gelmeye başladı. Sanki daha önceden duymuş olduğum bir cümlenin kelimeleri notaya geçirilmiş gibiydi. Ben bu melodi notlarını nereden duymuştum? Aklıma da gelmiyordu. Aron çalmaya devam etti ama artık ben duymamaya başladım çaldığı müziği. Yine ne oluyordu? Her yerde bile bazı şeyleri eksik bir şekilde öğrenmem isteniliyordu. Sanki zamanı gelmeden ben o bilgiyi istesem de öğrenemeyecek gibi hissediyordum.
Onu izliyordum. Her tuşlara dokunan parmakları ustalıkla o notalardan melodiler duyulmasını sağlıyordu. Ama ben şimdi o notları duyamıyorum. Başımı iki yana salladım ve homurdanarak etrafımda sıkkın bakışlar attım. Şimdi ne yapacaktım? Bu anının içerisinde harekette edemiyordum. Olduğum yere çöküp oturdum. Anı beni dışarı atana kadar beklemekten başka çarem yoktu.
Saniyeler geçti hatta dakikalar... Aron çalmaya devam etti bende oturmaya. O çalarken ben sessizliği tattım o ise çaldığı piyanodan çıkan melodileri dinlemeyi.
Sıkıntıdan patlayacak duruma geldiğim anda birden Aron çalmayı bıraktı. Ve parmakları tuşlardan uzlaştı. Ve parmakları boynuna doğru ilerledi. Üzerinde olan siyah gömleğin yakasının bir düğmesini açıp boynunda olan şeyi açığa çıkardı. Daha net görebilmek için ayağa kalkıp yakından bakmak istedim ama sadece ayağa kalkabilmiştim. Onun dışında hareket edememiştim. Aron boynunda olan kolyeyi avucuna hapsetmişti. Kolye neye benziyor görmemiştim.
Ama daha sonra avucunu açıp kolyeyi özgür bıraktı. Soluk alamadım. Çünkü kolyemin bir eşi benzeri olan kolye onun boynunda duruyordu. Tek farkı onun boynunda duran kolye de bulunan yılan figürü saf bir renge sahipti. Simsiyah bir yılan kolyenin taşını sarmalamıştı. Kolyeden iki tane mi vardı? Kafam karışmıştı. Neler oluyordu? Her şey çok karmaşıktı. Morte kolyesi iki tane miydi? Peki neden bundan bahsetmemiştiler? Ya peki o kolyenin de bir sahibi olacak mıydı? O da yeni sahibini mi bekliyordu? Bunu birine sormam lazımdı. Ama kim?
Ben bunları düşünürken anı beni içinden çekip attı. Uzandığım yerden hızla doğruldum. Her an yeni bilgiler ama her an eksik bilgiler öğreniyordum. Çiçek arazisinden çıkıp kuleye doğru ilerledim. Kulenin arka tarafında nöbet tutan askerler beni gördükleri anda hemen saygı duruşuna geçip selam vermişti. Acelem olduğu için direk kapıdan geçip kulenin arka bahçesine giriş yaptım.
Bahçede neredeyse koşar adımlarla ilerliyordum. Sonunda geniş araziyi bitirmiş arka bahçeye çıkan çift kanatlı kapıya ulaşmıştım. İçeri hızla girdiğim için dışarı çıkan bir bedenle hızla çarpıştım. Anında bir adım geriye gitmek zorunda kaldım. Bakışlarım çarptığım kişiye çevrildi. Çarptığım beden Loya hamımdı.
"Kusura bakmayın acelem vardı. Görmedim sizi."diye açıklama yaptım zaman kaybetmeden.
" Sorun yok belli zaten hızlı yürüyordun. Ben seni daha fazla tutmayayım acelen var belli ki. "dedi anlayış içeren bir ses tonuyla. Kafamı salladım ve Loya hanım bir adım geriye çekilip bana yol verdi. Hemen adımladım ve kaldığım yerden devam ettim yürümeye ama aklıma gelen şeyle olduğum yerde durdum ve Loya hanıma bedenimi çevirdim.
" Burada olmaktan mutlu musunuz? Tüm yaşanılanlara rağmen." dedim vereceği cevabı merak ederken.
Anlamadı ne demek istediğimi ilk başta. Sonra ise harelerimde yatan tüm gerçeği biliyorum bakışını anlamış olmalı ki sesli bir nefes verdi.
"Aslında hayır mutlu değilim ama bir adım atmak için buraya gelmiştik. O da olmadı zaten. "dedi sözlerime karşılık. Bakışlarındaki mahçupluğu gördüm. Tüm yaşananlar onun varlığıyla başladığı için kendini suçlu hissediyordu. Suçlu muydu bilmiyorum ama kayıtsız kalmıştı Lord Yelit 'in Rauf beyle olan arkadaşlığının bitmesine işte bu konuda suçluydu.
" Suçlu olduğunuz konular var biliyorsun değil mi? Geç olmadan düzeltebilirdiniz ama sadece uzak durmayı tercih ettiniz. İşte bu konuda elinizden bir şeyler gelebilirdi ama bir şey yapmadınız. Yazık çok yazık hemde ." diyerek sözlerimi tamamladım ve ona konuşma hakkı tanımadan kaldığım yerden devam ettim yürümeye. Ama hissettim sözlerimden sonra yaşadığı pişmanlığı an an soludum. Ama geçti artık bu pişmanlığı yaşamdan önce bu konu hakkında bir şey yapmalıydı. Şimdi geriye dönüp düşünmek veya ders çıkarmak için geçti.
Tek isteğim vardı o da Lord Yelit 'in yalnızlık senaryosundan kurtulmasını sağlamaktır. Ama işte bunu nasıl sağlayacaktım bilmiyordum. Ama bunu başarmayı canı gönülden istiyordum.
Loya hanımın yanından ayrıldığım gibi anında kendimi yasaklı kütüphaneye kapattım.
Kime sorarsam sorayım sorum kesinlikle cevapsız kalacaktı. Bunu bildiğim için direk belki de aradığım tüm soruların cevaplarını bulacağım yere geldim.
Kütüphanede bulunan sor cevabını bul diye bir kitap vardı. Bu kitaba neyi sorarsak soralım cevabını direk alacaktık. Onu kütüphanede bulursam kolaylıkla her sorumun cevabı açıklanmış olacaktı. Bu kitap ise gizli bir bölmede saklanıyordu. Ve ben bugün o bölmeyi bulmak zorundaydım.
Hadi bakalım kolları sıvama vakti. O kitap bugün bulunacaktı. Kütüphanede bulunan tüm rafları aramış, raflarda bulunan kitaplara göz atmış o da yetmemiş direk gizli bir bölmenin olabileceğini yerlere bakmıştım. Fakat hiçbir şekilde aradığımı bulamamıştım.
Hatta bir ara kolyeme o kitabın gün yüzüne çıkmasını istemiştim ama olmamıştı. Kitap burada değil miydi acaba? Ya da ben mi yanlış şekilde arıyordum? Zorluklar içinde bir tünele girmiştim ve tünelin sonunda hiçbir ışık yoktu ben o zifiri karanlıkta ilerlemeye çalışıyordum ama önüm karanlık önüm uzun önüm uçsuz bucaksız. Ve ben bu karanlıkta birçok şeyin üstesinden gelmeye çalışıyordum yara ala ala.
Saatlerdir kütüphane içerisinde o kitabı aradığım için yorgunluktan ölüyordum neredeyse. Biraz ilerideki sandalyeye doğru ilerledim. Ve ağrıyan belimin ağrısı dinsin diye kısa bir süre dinlenmeye karar verdim. Önümde duran masaya hafifçe eğildim ve sağ yanağımı masaya yaslayıp öylece durdum. İçimi sis bulutları kaplamıştı. Ve bu sis bulutları dağılacak gibi de değildi. Ne yapacaktım peki?
Cevapsız...cevapsız.... cevapsız sorulardan usanmış bıkmıştım. Artık bir cevap arıyordum. Ve o cevabı bulmaya ihtiyacım vardı. Oflaya puflaya can sıkıntısından kütüphanede göz gezdirmeye başladım. Ben göz gezdirirken bir anda kütüphanenin tam yukarısında olan şey dikkatimi çekti. Kapının biraz yukarısında olan küçük çerçeve görünümlü şey kapının üstüne asılı halde duruyordu. Ve bu çerçeve çok ince bir kalınlığa sahipti. Ve üzerine şu yazı yazıyordu. ;Gerçekleri zihninde olan sorularda bulabilirsin...
Olduğum yerden ışık hızıyla kalkıp direk kapıya doğru ilerledim. Kapının önüne geldiğim anda yakından incelemeye başladım. Ve kapının üstünde duran çerçeveyi ellerimin arasına alıp evire çevire inceledim. Eee bunun içindeyse kitap nasıl açığa çıkacaktı? Çünkü çerçevenin hiç açılacak bir yeri yoktu. Bir tahta gibi düz ve tek tarafı vardı. Kitabı bunun içine de koymadıklarına göre kitap burada değildi. Ya da bu kitabın varlığı yoktu. Bir yalan söylentiden de ibaret olabilirdi.
Önünde durduğum kapıya sırtımı dönüp yere çöktüm ve sırtımı kapıya yasladım. Ellerimde tuttuğum çerçeveyi yere uzatmış olduğum ayaklarımın üzerine bıraktım. Çerçeve dizlerimin üzerinde duruyordu. Çerçevenin üzeri tozlandığı için avcumla üzerinde olan tozu silmeye kalkıştım. Avcum çerçeve yüzeyinde geçip gitti. Tozlu olan yazı netlik kazanadı mı diye bakacağım an gördüklerim şaşırmamı sağlamıştı. Çünkü yazı yok olmuştu. Nereye kayboldu bu yazı şimdi?
Yoksa... Olabilir miydi? Denemekten zarar gelmezdi.
Derin bir nefes alıp verdim.
"Aron kim?" diye sordum kısık sesle. Sorumun ardından bekledim herhangi bir şey olacak mı diye. Bekledim ama bir şey olmadı. Umutsuzluk beni sarmalamaya başlayacağı an bir şeyler olmaya başladı. Çerçeve yüzeyinde yavaşça yazılar belirlemeye başladı.
"Moritanya 'nın eski kralı."
Çerçeve yüzeyinde bu yazı anında belirdi. Bir yandan şaşırdım bir yandan da mutlu oldum. Ah şimdi gelsin sorularımın cevabı bu akşam çok güzel geçecek gibiydi. İkinci sorumu da iyice düşünüp öyle sormaya karar verdim.
"Kolyenin ikinci benzeri nerede?" diye sordum nefeslenerek. Bakışlarım çerçevenin yüzeyinde gidip gelmekteydi. Sorumu sormuş alacağım cevabı beklerken hala çerçeve üzerinde bir şeyler yazılmadı. Kaşlarım anında çatılı hale geldi ve üzgün bir halde önümde duran çerçeveye kötü bakışlar atmaya başladım. Yılmadım ve sorularımı sormaya devam ettim.
"Esila nerede?" Yanıt yok...
"Esila yaşıyor mu?" Yanıt yok...
"Kolyenin ilk sahibine ne oldu?" Yanıt yok...
"Karanlık sırlar kitabının ilk sayfası neden boş?" Yanıt yok...
"Karanlık ruhlar hangi boyutta?" Yanıt yok..
"Sence bu kule senin gibi garip şeylerle dolup taşmamış mı?" diye ardı ardına sorularımı sordum ama cevap alamadım.
"Biliyor musun işe yaramazın tekisin." diyerek önümde duran canlı olmayan çerçeveyi eleştirdim. Başımı kapıya yasladım ve sıkkın bir durum içerisinde kütüphanede oturmaya devam ettim. Öylece beklerken hafif bir şekilde mırıldanarak şarkı söylemeye başladım. Ben kendi kendime mırıldanarak şarkı söylerken bir anda çerçeve üzerine yazılmaya başlayan yazı dikkatimi çektiği için direk bakışlarımı çerçeve üzerine çevirdim.
"Bazı şeylerin zamanı vardır prenses ve sen o zaman gelmeden bir şeyler öğrenmeye çalışıyorsun bu yanlış bir şey. İşe yaramaz olduğum bir nokta yok. İstediklerin istenilen zamanda öğrenilmesi gereken şeyler ve sen o zamana daha çok uzaksın."
Lanet olsun bir canlı olmayan çerçeve tarafından uyarılmadığım kalmıştı.
" Neden zamanında öğrenmem lazım ki? Erkenden öğrensem kıymet mi başlayacak? Hayır... Öyleyse niye bu gizemlere gerek duyuyorsunuz ki anlamış değilim? "diyerek sesli bir şekilde söylendim.
" Hadi tamam zaten işimi de görmedin gidebilirsin. "diyerek tersledim canlı olmayan ama canlı gibi davranan çerçeveyi.
Benim sözlerimden sonra çerçeve anında ellerimin arasından yok oldu. Gözlerimi devirmekle yetindim sadece. Herkeste de bir atar bir gider. Görende sizden bir şeyler saklanıyor ben bile böyle atar gider yapmadım. Burada haklı olan ben miyim onlar mı?Durum çok karışık.
Daha fazla burada durmanın bir gereği olmadığını anlayınca olduğum yerden kalkıp kapıya dönüp kapıyı açıp dışarı çıkıp kütüphaneyi terk ettim.
Bu kulenin şu gereksiz gizemli hallerinden sıkılmış usanmıştım. Herkeste bir garip haller bir anormallik. Kendimi tımarhanede gibi hissetmem normal miydi? Ya onlar deliydi ya da ben. Akşam yemeğine az kalmıştı gecikmemek için adımlarımı bu sefer yemekhaneye doğru yönlendirdim. Ben yemekhanenin olduğu kata gelince çoğu kişinin de benle birlikte aynı yere doğru gittiğini gördüm. Çoğu gelenek için gelenler bazen bana bakıyordu. Hatta aralarında konuşup bana bakıyordular.
Bakışlarından rahatsızlık duyduğum için direk adımlarımı hızlandırıp onların şu tuhaf bakışlarını görmezden gelmeye çalıştım. Ne olmuştu? Çünkü şu zamana kadar böyle bir muamele görmemiştim. Neyse öğreniriz biraz sonra. Yemekhanenin olduğu koridora geldiğim anda biraz uzağımda olan Victoria 'yı görünce anında ona seslendim. Sesimi duyduğu gibi adım atmayı bıraktı ve arkasına dönüp olduğum tarafa baktı. Yanına geldiğim gibi direk şu bana olan tuhaf bakışların nedenini sorguladım.
"Herkes bana neden böyle bakıyor Victoria? Bir şey mi oldu?"diye sorunca sabırsızlıkla anında boş ver sen onları dercesine başını salladı.
" Ay onlar şu geçen ki Simala ormanda yaşadığımız şeyleri yeni öğrendiler ondan bu bakışlara maruz kalıyorsun. Konumuz bu değil sen neredeydin? Odana geldim seni görmedim. "diye sorunca başımdan geçen her şeyi anlattım.
" Kara ormana gitmene şaşırdım. Ama gitmen de lazım oraya. Ama kalkan varken zor. Bu arada şu sor cevabını bul kitabı ya da çerçeve görünümlü şu çerçeveyi umursama zaten o bile kısıtlanmış yani istesen de sorularına cevap bulamazsın. Bu engellendi herkes için. Sıkıntı da etme her merak ettiğin konuyu yakında öğreneceksin zaten acele etme o gerçekler zaten seni bulacak. "diyince el mahkum başımı salladım. Haklıydı Victoria çünkü gerçekleri zaman izin verdiği müddetçe öğreniyordum. Biz koridorun tam ortasında konuşurken koridorda kimse kalmamıştı. Herkes çoktan yemekhaneye gitmişti. Şu yemekhaneye ne zaman erkenden gidecektim merak ediyordum.
"Tamam hadi yemeğe geç kalmayalım sonra kınayan bakışlara maruz kalmak istemiyorum." dediğim anda Victoria takma bu konuyu bu kadar diyip yürümeye başladı.
Demesi kolay o bakışlara maruz kalan kişi net bendim. Biz kapıya doğru yaklaşacağımız an arkadan ismimin zikredildiğini duydum. Direk hızla arkama dönüp baktım bana seslenen kişiye. Şaşkınım çünkü Lord Yelit tam karşımda duruyordu. Gelmişti. Ona ettiğim teklifi geri çevirmemişti. Yüzümde beliren tebessümle Lord Yelit 'e doğru ilerledim. Biraz ileride durmuş bakışları benim üzerimdeydi. Lord Yelit' in yanına varınca ışıldayan gözlerle ona baktım.
"Gelmenize çok sevindim. Verdiğiniz karardan pişmanlık duymayacaksınız emin olun ki. Eğer rahatsız hissederseniz direk ayrılacağız hiç tereddüt etmeden." dedim ona güven vermeye çalışırken. Sadece başını salladı. Anında Lord Yelit 'in sağ koluna girdim ve onunla beraber yemekhanenin kapısına ilerlerken Victoria şaşkın bakışlar içerisinde bize bakıyordu.
Lord Yelit ona hitaben konuştu.
" Değişim başladı bile kaçmak imkansız." dediği anda Victoria' nın gözlerine yansıyan o anların vereceği hissiyatı hayal ettiğini gördüm. Evet değişim çoktan başlamıştı. Onun kasırgasından kaçabilmek imkansızlığı canlı kılmak kadar zordu.
Üçümüz yan yana yemekhane kapısını aralayıp içeri giriş yaptık. Anında Lord Yelit 'in varlığını burada görenler şaşkınlık içerisinde bizim olduğumuz tarafa bakmaya başladılar.
Ah insanları şaşırtmayı seviyorum. Bakışlarım biraz ileride olan masaya çevrildi. Masada bulunan Loya hanım ve Rauf bey dumura uğramış bir surat ifadeleri içerisinde Lord Yelit 'e bakıyordular. Onun varlığının burada olmasını hiç beklemedikleri için bunu görmek onları fazlasıyla şaşırmıştı.
Artık buna alışmaları gerekiyordu çünkü elimden geldiğince Lord Yelit' i o odasının boğucu havasından dışarı çıkması mücadele verecektim. Sonunda bir adım atmış ve yavaşça masaya doğru ilerlemiştik. Masada bulunan Süreyya hanım, Ahlas bey ve Turul bey oldukları yerde Lord Yelit 'in onlarla beraber yemek yiyeceği gerçeği ile yüzleşiyordular sevindiklerini değişen duygu hallerinden anlayabiliyordum.
Masanın yanına geldiğimiz gibi direk Lord Yelit için bir sandalye getirilmişti. Tam benim sandalyemin sağına konulmuştu Lord Yelit' in oturacağı sandalye. Yerlerimizi aldıktan sonra masada olan karmaşaya baktık.
Herkes hala yaşadıkları şaşkınlığı söküp atamamıştı. Arkamda duran çalışanlardan Efil hemen Lord Yelit için bir servis açmıştı.
Masada bulunan Lord Yelit 'in sevdiği yiyecekleri direk Lord Yelit' in tabağına yetiştirmeye başladım. Lord Yelit ise bu halime küçük bir tebessüm etti. Sonunda onun için yiyecekleri doldurmayı bırakmış ve kendim için yiyecekleri tabağıma doldurmaya başlamıştım. Ben tabağımı doldurduğum sırada Turul bey konuşmuştu.
"Seni burada görmek onur verici Yelit." diyince Lord Yelit anında o onur bana ait demişti.
Lord Yelit 'in hemen yanımda olan varlığını hissetmek bana nedense huzur veriyordu.
"Sizinle burada olmak beni gerçek anlamda mutlu etti. Tabi bu mutluluğu bana sağlayan küçük kızıma borçluyum." dediği anda bakışlarım ona çevrildi ve ona sevecenlikle bakmaya başladım.
Bu akşam çok güzel geçecekti. Çünkü Lord Yelit 'in varlığı bazı şeyleri değiştirecekti.
Lord Yelit cin konuşmasının ardından sessiz bir şekilde herkes yemeğini yemeye başladı. Ara sıra bakışlarım biraz ileride yemek yiyen çifte takıldı. Lord Yelit' in varlığı onlarda bazı duyguların uyanmasını sağlamıştı. Hatalı olsun veya olmasınlar yine de bu onlar yüzünden olmuştu. Kendi kaldığı kulede huzuru kaçan kişi Lord Yelit 'ti. Ve ben artık bu kulenin sınırları içerisinde rahat bir şekilde hareket etmesini istiyordum. Yanımda duran Lord Yelit' yemeğini yerken tüm dikkati yemeğindeydi. Masada kendini garip hissetmesini istemedim.
"Yemekleri beğendiniz mi?" diye sorup kendi iç dünyasından sıyrılmasını sağladım.
Bakışları bendi buldu ve evet dercesine başını salladı. "Peki sevindim isterseniz yemekten sonra bahçede kısa bir yürüyüşe çıkabiliriz tabii size uygunsa?" dediğim anda bir müddet düşündü ve sonra neden olmasın dercesine başını salladı.
"Sevindim sizinle bu akşamı güzel bir şekilde bitirmek isterim. Hem enerjim ruhunuza iyi gelecek aynı sizin varlığınızın benim ruhuma iyi geldiği gibi." diyerek onun varlığının benim için ne anlama geldiğini belli etmekten kaçınmadım.
"Bu akşam çok açık sözlüsün prenses." diyerek bana takılmaktan kaçınmadı.
"Konu sizseniz Lordum asla sınırlarım olamaz." dedim alaylı bir ses tonuyla. Bu sözlerimin ardından anında uyarı dolu bakışlarıyla bu tavrımı sonlandırmamı istedi anında uyarısını ciddiye aldım ve yemeğimi yemeye devam ettim.
"Lord Yelit 'i buraya gelmesini nasıl sağladın?" diye şaşkınlık içerisinde sordu Victoria. Bana doğru eğilmiş sessizce kulağıma fısıldamıştı. Bende onun gibi kısık sesle konuştum.
"Emira farkı Victoria' cım sen bilemezsin." diyip üstünlük tasladım. Gözlerini anında kıstı ve hah'larcasına baktı bana.
"Yesinler farkını!" diyip önüne döndü. Omzumu silkip bende önüme döndüm. Ama bir anda bakışlarım tam karşımda yemeğini yiyen Serra 'ya kaydı. Bana ve Victoria' ya dalgın dalgın bakıyordu. Hatta öyle dalmıştı ki benim ona baktığımı bile fark etmemişti. Bakışlarındaki rahatsızlığı görebildim.
Benim varlığımın onun için rahatsızlık teşkil ettiğini biliyordum ama neden Victoria 'dan rahatsız olduğunu anlamış değilim. Bu tavrına kaşlarımı çatarak cevap verdim. Birden ne olduysa anında Serra dalgınlığından sıyrıldı ve hareleri bana çevrildi. Bakışlarımız birbirini bulunca her ikimizin de irislerinde olan rahatsızlığı ikimizde net görür haldeydik.
O benden rahatsızdı bende ondan. İlk bakışlarını çeken o olmuştu. Başını eğip direk gözlerini önünde duran tabağa çevirdi ve tabağa dalgın dalgın bakmaya devam etti. Bugün Serra biraz garip davranıyordu. Beni ilgilendirmediğini bildiğim için kurcalamadım ve tüm dikkatimi yanımda konuşulan konuya çektim.
Süreyya hanım Lord Yelit 'e yemekten sonra bahçede kahve içmeyi teklif etmişti. Lord Yelit biraz önce bana söz verdiği için kabul edip etmemekte kararsızdı anında bu kararsızlığından kurtulmasını sağladım.
"Keyfinize bakın başka bir sefere birlikte yürüyüş yaparız."
Lord Yelit zihninde benim sözlerimi duyduktan sonra anında kabul etmişti.
Bende gece için başka planlar yapardım. Bu biraz tehlikeli olsa da..
⭑⃝🦋
Yemekhanede yemeğimizi yedikten sonra Victoria 'yla birlikte yine Varisleri toplamış ve kütüphanede buluşmuştuk. Tabii onlar yine nasıl bir belaya bulaşacağımızı bildiklerinden hoşnut olmayan bakışlarla ben ve Victoria' ya bakıyordular.
"Görende ölüme götürüyoruz sizleri. Farkında mısınız bilmem ama sizler zaten ölümsüzsünüz?" diye onları azarlamaktan gocunmadı Victoria.
"Victoria geçen sefer de Emira 'ya kızan ben miydim? Ne ara unuttun Simala ormanında yaşadıklarımızı? Şimdi gideceğimiz yerde de ona benzer şeyler de yaşayabiliriz. " diyerek Dehri olabilecek şeylerin farkına varmasını ve ayrıca hatırlatma gereği duydu geçen seferki Victoria' nın ormanda bana söylediklerini. Victoria ise sanki o sözleri hiç kendisi söylememiş gibi omzunu silkip konuştu.
"O anın vermiş olduğu bir öfke anı diyebilirim. Her neyse boş ver şimdi sen geçmişi şimdi önemli olan şey gelip gelmemeniz. Eeee ne kararı verdiniz? Umarım ödlek bir tavuk rolü oynamazsınız. Çünkü gelmemek gibi bir tercihiniz olmaz asla!"diyerek Victoria emri vaki yapmaktan kaçınmadı.
Varisler ve Dennis birbirlerine bakıp bakıp durdular. Hımm hala karar aşamasında olmalılar neyseki ben varım ve bunu hızlandıracağım.
" Gideceğimiz yerdeki sorunu halledersek alacağımız ödülü söyledim mi size ben?" diyerek meraklarını uyandırdım. Ah tabi ucunda güzel bir ödül varsa kabul etme ihtimalleri daha fazla olurdu.
"Ödül ne ki?" diye çocuk merakı ile sordu Kavi. Diğerleri ise Kavi gibi merakla vereceğim cevabı duymak istiyordu. Anında yüzüme geniş bir tebessüm yerleşti. Avlar yavaşça tuzağa düşmeye başladı. Sarı saçlarımı omzunun gerisine iteleyip direk hepsine teker teker bakıp konuştum.
"Bir oda dolusu hazine..." dedim ve sesli bir nefes verip olayı baştan anlatmaya başladım. "Şimdi gideceğimiz yer daha önceden bir lanet yüzünden kimsesizliğe mahkum edilmiş bir krallık. Ve bu krallık büyük bir hazineye sahip ama hiçbir insanoğlu oraya gidemiyor daha doğrusu dönemiyor çünkü giren bir daha çıkışı bulamıyor ve hazineye de kavuşamıyor. Yani o krallığa girip o hazineyi ele geçireceğiz. Herkes üstüne düşen payı alır. Ben alacağım hazineyi çoğu krallıkta bulunan kasabalarda bulunanlara bağışlayacağım. Yani iyi bir şey için o krallığa gideceğim. Sizler alacağınız ödülü istediğiniz gibi harcamakta özgürsünüz. Ben ve Victoria karar verdik kasabada bulunanlara bağışlayacağız. "dedim ve nasıl bir cevap vereceklerini duymak için sessiz kaldım. O krallığa gitmek istiyorum ama tek amacım krallıkta bulunan hazine değil orada olan bir şey ve bu şeyi almak istiyorum. Bakalım alabilecek miyim?
Benim konuşmam biter bitmez anında hepsi olabilecek ihtimalleri düşündüler ama sonra gitmekten başka bir şey elden gelmeyeceğini bildikleri için kabul etmek durumunda kaldılar.
Ah ne güzel yeni bir olay yeni bir sorun giderme operasyonu. Bu krallığı şimdi gerçek anlamda sevmeye başlamıştım. Umarım daha çok sevmemi sağlayacak ihtimaller olurdu. Bu sıkıcı ve rutine dönmüş hayatı biraz aksiyon, adrenalin ve heyecanla değiştirme vakti gelip çatmıştı çoktan. Eh o zaman harekete geçme zamanı. Umarım bu sefer Süreyya hanım ve diğerlerine yakalanmazdık... Umudum bu yöndeydi. Umarım bir sıkıntı yaşamazdık. Yoksa kesinlikle bu sefer bir ceza almadan bizi serbest bırakamazdılar. Süreyya hanım öğrenirse beni bu sefer gerçekten çiğ çiğ yiyebilirdi. Bu ihtimal olası bir durumdu.
Yani yaptığım iyilik bile başıma dert oluyordu. Kimin bu denli bedduasını ya da nefretini kazanmıştım ki? Ah yani birkaç kişi vardı. Bunların başını çekenler Serra ve sevgili kuzeni Ahrar hoca....
Ve daha niceleri... Sorun onlarda mıydı bende mi? Kesin bir şey de diyemiyorum da. Neyse düşman her daim iyidir. Bana göre tabi.
Benim açmış olduğum portaldan istediğim yere geçiş yapmıştık. Tamino krallığına gelmiştik. Bu krallık yaptıkları lanetli büyü yüzünden bir lanete kurban gitmişti. Ve bu lanet herkesi cezalandırmıştı. Ve hala cezalandırmaya devam da ediyordu. Ben ise bu lanete sebep olan büyüyü bulmak ve laneti ortadan kaldırmak istiyordum tabii laneti kaldıracak büyüyü bulabilsem neden olmasın. Ama ilk önceliğim aradığım şeyi bulmak. Ruhlar haritası....
Evet yanlış duymadınız bu kulenin içerisinde bir ruhlar haritası var ve bu ruhlar haritasıyla istediğiniz kişinin ruhunun nerede olduğunu bulabilirsiniz bende bu harita vasıtasıyla Esila 'nın kayıplarda olan ruhunun nerede olduğunu bulmak istiyorum. Krallığın üstünü altına getirsem de o harita bulunacak. Zaten buraya gelme amacım buydu ve şu saklı olan hazineyi alıp ihtiyaç sahiplerine vermek. Zaten eğer bu laneti kaldırırsam bu hazineyi bana koşulsuz bir şekilde verirlerdi burada yaşayan ama ruhları onlardan ayrılmış olan halk.
Şimdi Tamino krallığının giriş yerinde duruyorduk. Etraf fazla puslu ve fazla ürkütücü duruyordu. Arkamda olan Varisler, Dennis ve Victoria dikkatle etrafı gözetliyor bir tehlike olup olmadığını öğrenmek istiyordular. Zaten içerisi fazlasıyla tehlikeliydi. Ve biz bakalım bu tehlikeyi savuşturabilecek miydik?
Tamino kulesinin dış kapısına doğru ilerledim. Hemen benim ardımdan diğerleri de harekete geçti. Kapının önüne varınca tüm gücümle paslanmış olan çelik çift kanatlı pencereyi açmaya başladım. Kapı içeri doğru gürültü bir şekilde açılmaya başladı. Paslı olduğu için kapı kulakları rahatsız eden bir sesle açılmaya başlamıştı.
Bu da etrafta ürkütücü bir sesin yankılanmasını sağlamıştı. Kapı sonunda iki yana açılınca kendimi cesaretlendirip kulenin içerisine doğru adımladım. Kulenin bahçesi sessiz ve karanlıktan dolayı seçilmez haldeydi. Ay ışığı bile zar zor aydınlatıyordu bahçeyi. Tabi burada devreye direk Dehri giriş yaptı. Ve aynı Simala ormanında olduğu gibi bizler için küçük ateş topları oluşturdu.
"Ayrılmak yok hep birlikte ilerleyeceğiz çünkü bu biraz değil fazla tehlikeli bir yer birlikte hareket edersek bir sorun oluşursa anında el atmak kolay olur." diye bir açıklamada bulundum. İtiraz dahi etmediler ve bana ayak uydurdular. Önden ben onlarda sırasıyla beni takip etmeye başladılar. Kulenin bahçesini sonunda yürümüş ve içeriye giriş kapısının önüne varmıştık. Başımı arkaya çevirdim ve dudaklarımı araladım.
"Dikkatli hareket etmeliyiz. Herkes birbirini kollasın! İçeride bizi neler bekliyor bilmiyoruz ona göre gardımızı asla indirmemeli ve gelebilecek bir saldırıya karşı hazırlıklı olalım." demiş ve herkesin onaylamasını beklemiştim. Hepsi dediklerime uyacaklarını söyleyince başımı öne çevirdim ve kapıyı açıp içeri girmiştik.
İçerisi o kadar zifiriydi ki Dehri 'nin oluşturduğu ateş topları etrafı aydınlatmada yetersiz kalıyordu. Buna çare olarak aklıma gelen şeyi devreye koydum. Kulenin içerisinde yanmayan tüm meşaleleri kolyem vasıtasıyla yanar hale getirdim. İşte şimdi kulenin içerisi yeterince aydınlıktı. Bu hareketime Dehri kaşlarını çatarak karşılık vermişti. Tabi onun gücüne sahiptim.
Bu biraz onun egosunu söndürüyor olmalıydı ama sadece gözlerimi devirdim ve kulenin giriş kapısının önünde olan upuzun olan koridorda yavaşça ilerlemeye başladım. Kulenin koridoru çok geniş olduğu için üç kişi önde dört kişi arkadan ilerliyorduk. Temkinliydik gelebilecek tüm saldırılara karşı. Herkes dikkatli bir şekilde hem koridorda ilerliyordu hemde etrafta zararlı olabilecek bir şey var mı diye etrafı gözetliyordu. Bu geceyi çok zor geçirecek gibi hissediyorum.. Gece ya felaketlerle sonlanacaktı ya da iyi şeylerle.
Koridorun sonu iki kola ayrılıyordu. Bu da demek oluyor ki bir seçim yapıp bir diğerini sonraya ertelemek lazımdı. Sağı tercih etme kararı aldım ve bizimkilerle beraber sağa sapıp önümüzde olan holde ilerlemeye başladık.
"İçimden bir ses geldiğimize bin pişman olacağız diyor. Sizde öyle hissediyor musunuz?" diye sorunca Kavi anında başımı arkaya çevirdim ve ona uyarı dolu bakışlarla bakmaya başladım.
"Kavi dikkatini buraya ver! Artık geldik geri dönüş yok! Herkes dikkatli olursa sıkıntısız bir şekilde kuleye döneceğiz."diyerek artık sızlanmaların bir fayda vermeyeceğini anlamalarını istedim. Ve sözlerime şöyle devam ettim.
" Önümüzde olan holde birden fazla kapı var herkes bir kapıyı kendi için seçip içeri girecek herkes toplu halde bir odada arama yaparsa zaman kaybetme olasılığımız çok ama herkes dağılır ve arama yaparsa daha iyi olur. Ve zaten aynı holde olduğumuz için bir sıkıntı olursa müdahale etmek zor olmaz onun için toplu halde aynı holde ama ayrı odalarda arama yapacağız. Zaten birleşme yeri kralın odası o oda devasa halde oraya birlikte gireceğiz anlaşıldı mı? "diye sorduğum anda bir müddet sessiz kaldılar. Ah sanrım içlerinden bana demediklerini bırakmıyorlardı. Tepki vermelerini bekledim. Saniyelerin ardından sadece evet dercesine kafalarını salladı. Ve herkes seçmiş oldukları kapıya doğru harekete geçti.
Son kez bir uyarıda daha bulundum. " Hızlı olun! Çünkü sabah olmadan buradan çıkmamız lazım yoksa bir daha çıkamayız çünkü lanet bu yönde giren sabah olmadan çıkmazsa bir daha çıkışı bulsa dahi çıkamaz krallıktan." diyince herkes anında arkasını dönüp bana şaşkınlık içerisinde bakmaya başladı.
" Bundan bahsetmemiştin Emira."diye kafa karışıklığıyla sormuştu Dennis.
" Ya orasını atlamış olmalıyım ama şimdi dedim hiç demeyede bilirdim. "diyerek bir savunma girişiminde bulundum.
" Çok sağ ol ya demesen ne yapardık biz bunu burada sonsuza kadar kaldığımız an öğrenmiş olurduk. "diye azarlandım Enfal tarafından.
" Unutmuş olamaz mıyım ? "diye kendimi savundum tekrar.
" Emin misin daha çok önceden deseydin gelmeyeceğimizi bildiğin için şimdi söyleme zahmetinde bulunmuş gibisin de buradan bakınca. "diye aksi bir şekilde söylendi Nehar. Sessiz kalmakla yetindim çünkü haklılardı. Söyleseydim gelmezlerdi. Bunun için sonraya söyleme kararı aldım.
" Tamam artık geldik zaman kaybediyoruz şu an konuşarak hadi herkes dağılsın ve istenilen şeyi aramaya koyulsun. O laneti çözecek kitap aransın. Ve hazinenin koyulabileceği yer de." demiş ve direk seçmiş olduğum kapıya doğru ilerlemiştim. Kapıyı açıp direk içeri girerek diğerlerini ardımda bırakmıştım. Umarım içeride ölümle karşı karşıya kalmazdım. Daha yapmam gereken şeyler vardı. Onlardan önce ölemezdim.
İçeri giriş yaptığım esnada beni bir toplantı odası karşıladı. Oda bizim kulede bulunan toplantı odasından bile daha büyük bir genişliğe sahipti. Toplantı odasında toplam doğru sayabildiğim kadarıyla 80 kişilik bir masa vardı. Tam toplantı odasının ortasında duruyordu. Toplantı odasının duvarları ise tavana kadar yüksek olan kitap rafları ile doluydu.
Ve raflarda tozlanmış, yıpranmış ve neredeyse çürümeye yüz tutmuş kitaplar yer alıyordu. Duvarlarda asılı olan meşaleler odanın net bir şekilde aydınlatılmasını sağlıyordu. Kapının önünden hareket ederek odada yavaşça ilerlemeye başladım. Toplantı odasında bulunan masanın üstünde birden fazla dosya ve mürekkep vardı. Odada her ne kadar her şey eski dursada içersi düzenli bir haldeydi. Lanet ne kadar her yeri ele geçirse de insanların sadece yaşamlarına dokunmuştu yaşamlarının düzenine dokunamamıştı.
Lanet insanları değiştirmişti. Etrafta olan cansız varlıkların yerini ve düzenini değil. Masanın yanına geldiğimde masanın üstünde olan dolaylara kısa bir göz attım ama işe yarayacak bir bilgi bulamamıştım. Bu sefer rafta duran kitaplara ve dosyalara bakmaya başladım.
Olabildiğince rafta bulunan kitapları inceliyor işime yarayacak bir şey arıyordum ama şu ana kadar baktığım her kitap, dosya ve belge olsun istediğim bilgileri barındırmıyordu. Burada istediğimi bulamayacağımı anlayınca zaman kaybetmemek adına hemen toplantı odasından dışarı çıktım. Hole geldiğimde anda kimse yoktu. Sanırım hala girdikleri odalarda arayış halindeydiler.
Gözüme kestirdiğim odanın kapısına doğru ilerledim. Kapıyı açtığım gibi direk içeri girdim. Bu sanırım böyle devam edecekti ta ki istediğimi bulana kadar.
3 saat sonra...
Neredeyse tüm kulede bulunan kapılardan içeri girmiş ve içerisini didik didik aramıştık ama ne laneti ortadan kaldıracak kitabı bulmuştuk ne de aradığım haritayı. Umutsuz bir halde son odaya doğru ilerliyorduk.
Tamino Kralı Vendad 'ın odası....
Oda neredeyse bir katı kapsayacak kadar büyüktü. Ve buraya hep beraber girerek odada istediğimiz şeyleri aramaya başlayacaktık. Varisler ve Dennis hazineyi ararken Victoria ve ben laneti ortadan kaldırmak istiyorduk.
Ama en çokta o ruhlar haritasını bulmak istiyorum. Çünkü onu bulunca işim kolaylaşacak.
"Dikkat ederek içeri girelim." diyerek Enfal önden bizleri uyarmıştı. Kapıyı Enfal yavaşça açarak içeri girdik. Şu ana kadar bir tehlikeyle karşı karşıya kalmamıştık ama bu kalmayacağımız anlamına da gelmez. Temkinli olursak sorunsuz bir şekilde bu kuleden istediklerimizi alıp gidebilecektik.
İçeri girdiğimiz anda bizi tuhaf bir atmosfer karşıladı. İçeride tüm kulede yaşayanlar vardı. Ve hepsi taşa çevrilmiş bir halde öylece odanın içersinde duruyordu. Gözlerim bu kalabalık içerisinde kralı aradı. Ve anında onu yatağının yanına ayakta dikilirken buldu. Odayı iyice dikkatle inceledim.
Sanırım kulede yaşayanlar kralı bir konuda uyarmaya gelmişti çünkü kral üzerinde olan gece kıyafetleri içersinde telaşlı bir halde yatağının yanında ayakta dikiliyordu. Bizimkiler hiçbir gözlem dahi yapmadan çoktan odayı aramaya koyulmuştu. Ben ise hislerime yenik düştüğüm için direk bakışlarımla genel bir gözlem yapmaya başladım.
Zihnim birkaç şey söylüyordu. Aslında lanet bilindik bir şeyden de ortaya çıkmış olabilirdi. Laneti devam ettiren bir nesne veya bir şey vardı. Ama ne? Bunu bulursam kısa sürede o nesneyi kuleden alıp lanetin sona ermesini sağlayabilirim. Ama işte bu nasıl bir nesne? Bir kitap mı? Bir taş? Veya bir mücevher yahut başka bir şey mi? Ne yasaklıydı ki onu alıp buraya getirilmesi lanetin başlamasını sağlamıştı.
Düşün... düşün....
Tabi ya buldum. Bu nesne o harita. Onun için bu lanet onları sarmalamıştı. Haritayı kim nereye saklamışsa artık buradan alınıp götürülmediği için hala lanetin varlığı sürüyordu. Peki bu harita nereden alınmıştı ve nereye saklanmıştı? Harita lanet yayıyorsa o lanet daha başlamadan Eslia'nın varlığının yerini öğrenip onu yerine koymayı başarırsam bu lanet hem ortadan kalkacak hemde ben işimi görmüş olacaktım. Bir taşla iki kuş vurmuş olacaktım.
Sıkışıp kalmış gibi hissediyorum bir fanusta kendimi. Bizimkiler hala her yeri didik didik arıyordu ama bence aradığımız şey göz önünde olmalıydı ama nerede? Bakışlarımı geniş odada gezdirip durdum. Odada geniş bir çalışma masası vardı ve bu çalışma masası üzerinde birden fazla evrak bulunuyordu. Sırtımı arkamda yaslı olan sütuna yasladım. Ben uzaktan uzağa inceleme yaparken Victoria anında bana baktı arkasını dönüp.
"Sen neden aramaya başlamıyorsun?" diyerek sorgularcasına bakmaya başladı. Çünkü anlamıştı bir gariplik olduğunu.
"Arıyorum zaten ama uzaktan çünkü bence aradığımız şey öyle gözler önünde olamaz. Öyle bir yerde ki bulmak biraz dikkat istiyor. Ve bende bunu yapıyorum. Siz aramaya devam edin." dedim ve beni görmezden gelmelerini istedim. Bir şey demedi ve kaldığı yerden devam etti aramaya.
Nerede bu harita?
Bakışlarım bu sefer odada bulunan tablolara çevrildi. Her tabloyu didik didik inceledim. Ama bir gariplik bulamadım. Tam bir adım atıp Victoria 'nın olduğu tarafa gideceğim an kralın yatağının üstünde duran tuhaf tablo dikkatimi çekti. Tablo çok karman çorman duruyordu. Bir adım ilerleyip yatağın üstünde duvara asılı olan tabloya doğru yaklaştım. Bence bu tablo incelenmeliydi hemde yakından.
Yatağın yanına vardığım gibi yatağın üzerine çıkıp tabloya yaklaşıp olduğu yerden tabloyu alıp onunla beraber yatağa oturdum. Evire çevire tabloyu incelemeye devam ettim. Arasında bir şey yoktu. Hatta asılı olduğu duvarda da.
Elimi tablonun yüzeyinde gezdirdim. Tablo iki kolumun açış genişliği kadar bir genişliğe sahipti. Tabloda resmedilen şey bir uçurumdu. Siyah tonlarıyla bir uçurum tabloya çizilmişti. Parmak uçlarım tabloda gezinirken bir gariplik hissetti. Çünkü tablonun bir yarısı kuru kağıt üzerine resmedilmişken bir diğer yarısı parşömen üzerine çizilmiş gibiydi. Anında kaşlarım hafifçe çatılı hale geldi. Aradığım şey burada mıydı acaba?
Tablonun kuru kağıt üzerine resmedilen kısmını parmak uçlarımla parçalamaya başladım. Parşömen kısmına zarar vermeden. Kuru kağıt kısmını tamamen söküp attıktan sonra diğer kısmı yani parşömen üzerinde parmaklarım usulca gezindi. Sanırım haritayı bulmuştum. Anında dikkatle parşömeni olduğu yerde çıkarmaya başladım. Parşömeni çıkardıktan sonra onu ters çevirip diğer arka yüzüne baktım. Ellerimde duran aradığım şeydi.
Ruhlar haritası....
Anında haritada bulunan hareketlenme dikkatimi çekti. Şuan olduğumuz kulede bulunanların ruhu gösteriliyordu. Hatta bulunduğumuz odada bulunanların hala hayatta olan ruhları bile haritada hareket halinde gözüküyordu. Bizlerin bile bile ruhları harita da yer alıyordu. Ama merak ettiğim şey Esila 'nın hayatta olan veya olmayan ruhuydu. Onu görmek istiyordum. Ama bunun için mekan değiştirmem lazımdı. Haritayı bulduğum gibi onu kolyem vasıtasıyla güvenli bir yere kaldırdım. Lanet başlamadan işimi görüp onu olduğu yere göndermeliydim.
Harita ortadan yok olduğu anda birden kulede bir yankılanma oldu. Sanırım lanet kendini yok ediyordu. Şimdi gerçekten tehlikeli anlar başlayacak gibiydi.
Yankıyı duyunca bizimkiler anında bana dönüp baktılar.
"Yine ne yaptın?" diye aynı anda konuştular.
"Laneti çözdüm." diye kısa bir açıklama yaptım. Anında etrafta olan hareketlilik hepimizin dikkatini çekti. Lanet yok olduğu için burada bulunanlar da eski hallerine dönüyordu. Kaçın dercesine bizimkilere bakmaya başladım. Anında odanın biraz ilerisinde olan kapıya doğru hepimizin aynı anda koşmaya başladık. Lanet gelsin neden çıkmaya doğru ortadan kaldırmadım ki haritayı işimizi zorlaştırmakta üstüme yoktu.
"Şimdi ne yapacağız?" diye bir soru yöneltti Dennis.
Hepimiz hala kapıya doğru koşar haldeyken arkamızda olanlar çoktan eski hallerine dönmüş oldukları için Kral Vendad anında gür sesiyle bize hitaben konuşmuştu.
"Sizler de kimsiniz?" dediği anda erkekler sesli bir şekilde küfür savunmuştular. Nasıl bir Durumd olursak olalım Victoria 'yla birlikte onlara uyarı dolu bakışlar atmaktan kaçınmamıştık. Bu söyledikleri küfürleri duymak zorunda mıydık? Tekrar Kral Vendad konuştu.
" Size bir şey sordum kimsiniz siz?" diyerek konuşmamızı istedi. Bir adım önde çıkıp konuştum.
"Merhaba Kral Vendad ben Moritanya Prensesi Emira. Buraya sizi şu kulenin etrafında olan lanetten kurtarmak için geldik ve kurtardık da. Ama bir sorun olmasın diye buradan giderken sizlere yakalandık. Amacımız kötü değildi."diyerek açıkladım kısaca olanları.
Kısa bir süre bizi izledi kral ve söylediklerimde bir doğruluk olup olmadığını anlamaya çalıştı.
" Teşekkür ederim kendim için ve krallığım için. Sadece gidişiniz biraz şüphe uyandırdı. Ama sorun değil. Kim olsa bizi kurtarmazdı. Bunun için size ölene kadar müteşekkir olacağız." dedi minnetle.
"Aslında bakarsanız amacımız ilk başta lantten kurtulmanız değildi ama sonra şartlar değişince sizi de kurtardık. Neyse bunlar önemsiz şimdi. Hayatlarınıza kaldığınız yerden devam edin bizlerin gitmesi lazım." diyerek hızla kapıya doğru hareketlenirken tekrar durdurulduk.
" Buraya hazine için geldiniz biliyorum. Ve hak ettiniz de. Hazineden istediğiniz kadar alabilirsiniz. "dediği anda bir anda bir tuhaflık etrafımı kuşattı. Neden ondan bana gelen bir sinsiliği soluyordu ruhum? Ve hiç bir sorun yaratmadan direk hazineyi vermesi beni şüpheye düşürmüştü. Ben sessiz kalsam da arkamda duranlar anında kabul etmiştiler hazineden bir pay almayı.
İçim hiç rahat değildi nedense. Kesinlikle burada bir art niyet olmalıydı ama ne görecektik. Kral Vendad odada bulunan iki kişiye bizi hazinenin olduğu yere götürmesini emretmişti. Anında emre uyuyup bizleri odadan dışarı çıkarmışlardı. Onlar önden giderken bizler ise onları arkadan takip ediyorduk.
"Sessizsin Emira." diye konuştuğu anda Victoria anında bakışlarımı yürüdüğüm yoldan çekip ona doğru çevirdim.
"Bir gariplik seziyorum çünkü. Anında hazineyi vermeyi kabul etti kral." dediğim anda Victoria anında eee yani ne var bunda dercesine baktı.
"Sen de olsan seni kurtaran kişiye bence verirdin. Normal bence."diyerek fazla üstelememi ima etti. Evet bende ilk öyle düşünmüştüm ama nedense garip tavırları beni bu düşünceye itelemişti. Bu işin altından bir şeyler çıkacak gibiydi. Yolun geri kalanını kimse konuşmadan tamamlamıştık. Hazinenin olduğu mahzen katına gelmiştik. Hazine güvenli olsun diye onu bir mahzenin içerisinde muhafaza ediyordular. Tabii mahzenin kapısı büyüyle kilitli haldeydi. Böyle demişti önümüzde bize yol gösterici olan kişiler.
Onlar bile sanki bir tedirginlik içerisindeydiler. Hatta geldiğimiz mahzende korkuyla etrafa bakınıp duruyordular. Bu hal ve hareketleri daha çok işkillenmemi sağlıyordu. Anında kimseye belli etmeden bizimkiler için bir koruma kalkanı oluşturdum.
Bu kalkan için ruhumu ortaya koymuştum ve çok güçlü bir kalkandı. Kalkan ancak ya benim isteğim üzerine kaybolurdu ya da ben ölünce ortadan kalkardı. Bu oluşturduğum kalkan şimdi bizleri olabilecek her türlü tehdit ve tehlikeden koruyacaktı. Kalkan etrafımızı kuşatmışken hala mahzende ilerlemeye devam ediyorduk. Taki önümüzde dursun iki kişi yürümeyi bırakana dek.
"Ne oldu neden durdunuz?" diye sordum anında. Sorumdan sonra ilk başta birkaç saniye sessiz kaldılar ama sonra karşımda duran kadın konuşmaya başladı.
"Hazine biraz ilerideki kapının ardından siz istediğiniz kadar alıp sonra gidebilirsiniz. Bizim görevimiz bitti. Geri dönmemiz lazım." diyip alel acele bizlerin arasından koşar adımlarla geldikleri yolu geri gitmeye başladılar.
Bu duruma hepimiz kayıtsız kalamadık zaten. Şu an herkes bir gariplik olduğunu sezdi.
"Bunlar bir şeyler saklıyor belli. Şu ilerde olan kapının ardında her ne varsa bu bizler için tehlikeli." diyerek durumu herkesin fark etmesini sağladı Dennis.
"Açalım kapıyı." dediğim anda hepsi anında kızgınlıkla konuştu ağız birliğiyle.
"Sen aklını mı kaçırdın?" dediklerinde hayır dercesine başımı salladım. "Kalkan oluşturdum yani bir zarar göremeyiz. Hem şu tehlikeli şey neyse bence bir bakalım. Oradan onu çıkartıp yok edersek çok güzel olur. Evet kralın yaptığı hoş değildi. Bizleri şu kapının ardındaki her neyse ona yem etmek istedi ama bence onları bu dertten kurtarabiliriz. Ne derisiniz? "diye sorduğum anda hepsi sus pus oldular. Ah yine mi kararsızlık baş gösterdi.
" Bence bu sıkıntıyı halledelim belki başka bir zamanda bize sarar önceden el atarsak sonradan bizim için sorun olmaktan çıkar. "diyerek ısrarımı devam ettirdim. Söylediklerime hak vermiş olmalılar ki bu sefer bakışlarında o evet cevabını görür gibi oldum.
" Peki halledelim şu kapının arkasında olan her neyse onu zarar vermeyecek duruma getirelim. Sonrada buradan defolup gidelim çünkü yeterince belaya bulaştık daha fazla burada durup bir yenisini kaldıramaz bünyem." dedi aksi bir sesle Dehri.
Sessiz kaldım. Çünkü dikkatimi kapının ardında olan şeyin enerjisine yoğunlaştırdım. Çünkü iyi bir kamuflajdı. Hem enerjisini hemde canlı olduğunu kanıtlayan delilleri iyi gizlemişti. Yani kapıyı açıp içeri girmeden buradan onun hangi tür olduğunu anlayamazdım.
Bakışlarım kapıda olduğu halde bizimkilere hitaben konuştum.
"Enerjisini gizlemiş bu yüzden hangi tür olduğunu anlayamıyorum. Ve ruh formunda mı yoksa bir beden içerisinde mi olduğunu da yaptığı bir büyü yüzünden ayırt edemiyorum. Yani içeri girip karşı karşıya kaldığımız anda onun nasıl bir şey olduğunu anlayacağız. "dedim bir tehlikeyi bas bas bağırırcasına.
" İlk kim giriyor içeriye? "diye bir soru yönettiği anda direk sorusuna cevap verdim.
" Tabii ki hepimizin aynı anda içeri giriyoruz."dedim ve kısa bir müddet sustum. Devamı olan cümlemi şöyle zihinlerinde devam ettirdim. " Ama yanılsamalarımızdan sonra. "diyerek son cümlede planımı direk açıkladım. Anında bana ışıldayan gözlerle bakmaya başladılar.
"Senden korkulur." diyerek yanıma doğru geldi Victoria. Ona ya öylemi bakışlarıyla baktım. Ve ardından bizlerin yanılsamasını bildiğim büyü sözleriyle oluşturmaya başladım. Birkaç dakika sonra büyü sihrini tamamlamış ve bizlerin tıpatıp aynısı olan yanılsamalarını oluşturmuştum. Biraz ileride bizlerin yanılsaması bizlerin olduğu tarafa bakıyordu. Aralarında olan kendi yanılsamama baktım ve ona şunları söyledim.
"İçeri girip oradaki tehlikeden bizleri koruyun." dedim. Anında kendi yanılsamam başıyla beni onayladı ve direk arkasına dönüp mahzende bulunan demir kapıya doğru ilerledi ve kapıyı açtığı gibi içeri doğru hızla giriş yaptı. Onun ardından diğer yanılsamalarda içeriye girip onu takip etti. Birkaç saniye boyunca bekledik ama bir ses veya içeriden çıkan olmadı. Başımı yana çevirdim.
"Sanırım içeride çok tehlikeli bir şey var. Çünkü yanılsamaların enerjisi soldu bir dakika önce." dediğim anda hepsi sesli bir şekilde yutkundu. Korkmakta haklılardı. Çünkü gerçekten neyle karşı karşıya geleceğimiz muammaydı. Bizimkiler içeriye girmeye hazırlanıyordukiler onları cümlemle durdurdum.
" Biraz bekleyin çünkü yanılsamanın ölmeden önce yaşadığı ana gideceğiz bakalım orada ne yaşamışlar." dediğim anda hızla kolyemin bana vermiş olduğu güçle geçmişe kısa bir süre dönüş yaptık.
"Sadece yanılsamaların görüşlerini göreceğiz mekan değişimi olmayacak." diyerek kısa bir bilgilendirme yaptım.
Yanılsamalar içeriye giriş yaptığı anda birden bir şey yüzünden anında oldukları yerde hareketleri kısıtlandı. Ve saniyeler içinde yok oldular.
Anında geçmişten günümüze geçiş yaptık.
" Hala kararlı mısın Emira içeriye girmekte?" diye endişe içinde sordu Kavi.
"Ah aslında emin değilim ama buraya kadar geldik diye bir söz var. Geri dönmek yakışmaz bence hepimize. Yoksa devam etmediğimiz için büyük bir pişmanlık duyabiliriz." diyerek kararsız ama yapmaktan başka bir şey gelemeyen bir çaresizlikle konuştum. Bakışlarım onlara çevrilince içeriye girmek istemeseler de bunun doğru olacağını bildikleri için geri dönmekten vazgeçtiler.
Hep beraber kapıya doğru ilerledik. İçeri girmek için yavaşça kapıyı açmaya başladım. Aralanan kapıdan sadece cılız bir ışıkla aydınlatılan bir hücre gördük. İçeride olan havasızlıktan dolayı içerisi çok kötü kokuyordu. Elimle burnumu kapatarak bir adım atıp içeriye adımladım. Benim ardımdan da bizimkiler içeri giriş yaptı.
"Bu kokuda ne? Burada ne yapmışlar da bu koku ortaya çıkmış?"diye tiksinircesine konuştu Victoria.
" İçeride bir şeyler olmalı ki bu kokuya sebep olan o olmalı. "dedi Dennis Victoria 'nın sorusuna cevaben.
" Daha içeride olan şeyden zarar görmeden bu kokudan dolayı zarar görebiliriz. "diye çıkıştı aniden Enfal.
" Susar mısınız? Çünkü şu an konumuz sizce burada olan bu berbat koku mu? "diyerek sesli bir şekilde onları azarladım. Hadi ama şu an şurada en son konuşulacak konu bu berbat soluduğum koku. Daha önemli şeyler var onlara öncelik verilmeli. Ama gel gör ki önemsiz şeyler önemli hale geliyor bunlar yüzünden. Tüm sınırlarımı gerçekten zorluyorlar. Hemde bilmeyerek.
"Tamam ya hadi şu lanet yere girelim artık şuradan çıkmak istiyorum biran önce." dediğinde Victoria anında ona yandan bakmaya başladım. Susarsa zaten yapacağımız şey bu olacak. Başımı iki yana sakin kalmak için salladım.
Gözlerim karanlık içerisinde bir varlığın izini aradı ama ne kadar çabalarsam çabalayayım bulamadım.
" Ruh formunda olmalı." diyerek zihinlerinde sesimin çınlamasını sağladım. İşimiz şimdiden daha da zorlaşmıştı çünkü neyle karşılaşacaktık görmiyorduk. O tabii buna izin vermediği müddetçe.
"Sırtlarımız birbirine dönük şekilde etrafımızda daire oluşturalım. Gelebilecek darbeyi anında savururuz bu sayede. "dediğim esnada anında istediğim şekilde konumlandılar. Şimdi yedimiz de sırt sırta vermiş bu hücre içerisinde olan varlığın harekete geçmesini bekliyorduk.
Ona müdahale edemezdim çünkü daha neye benzediğini bilmiyordum ya da nasıl onu sistem dışı bırakacağımı. Kendini gösterdiği anda kim olduğunu anlarsam anında yaratıklarla ilgili okumuş olduğum daha önceki kitaptan onların nasıl durdurulacağını bilmiş olacaktım.
Ama bu yaratık sakin ve acelesizdi doğru anı kolluyordu bizler gibi. Birden ne olduysa tüm algılarım açıldı ve etrafımda olan tehlike bir boyut kazandı ve bu sayede nerede olduğunu hissedebildim. Biraz uzağımda tam karşımda duruyordu. Hatta hedefinde tek kişi vardı. Ben...
Yaydığı tehlike siyah katran karası kadar yoğun ve rahatsız ediciydi. Hatta her soluduğumda onun enerjisini ciğerlerim acı bir sızı ile karşılaşıyordu. Enerjisi bile acı veriyorsa ruh formundan bir bedene bürünüp karşımıza çıksa vereceği acıyı az çok tahmin edebiliyorum.
Bir saldırıda bulunmuyordu çünkü oluşturduğum kalkanın varlığından haberdardı. Hatta bundan dolayı etrafa yaydığı soğuk enerjiyi hissediyordum. Hoşnut değildi ve bir şey arıyordu. Büyük bir zarar verecek bir darbeyi. Ama bu bir fiziksel saldırıdan uzaktı. Daha çok sanki uzaktan bize zarar vermek için bir girişimde bulunmak istiyordu. Ama ne?
Tabii ya bu o yaratıktı. Zimilolar.... Zimilolar zihinlerde bir patlama yaratarak karşısında olan canlıyı ona dokunmadan öldürebilecek tek yaratıktı. Ve bu patlama onun zihinlerde olan oyunu ve çığlığı ile yapılırdı. Önce zihne sızar onu tuhaf şeylerle aklını yitirtecek hale getirecek görüntüler görmesini sağlar en sonunda tamamen etkisiz kalsın diye onu çığlığı ile son darbeyi almasını sağlardı.
Ve sonra ruhunu kendine esir ederdi. Ruhlarla beslenir onunla hayatlarını sürdürürdü. Şimdi bu yaratıkla karşı karşıya kalmıştık ve onu püskürtmek için bir şeyler düşünmeliydim. Ona onun gücüyle karşılık vermek isterdim ama benim daha farklı bir planım vardı ve bu büyük bir patlamaya sebep olabilirdi.
Ve bunun için çok titiz davranmalı ona göre hata yapmadan buradan çıkmalıydık.
Anında bizimkilerin zihinlerine sızdım.
"Karşımda olan yaratık Zimilolar. Ve bu yaratık şu an bir boşluğumuzu arıyor." dediğim anda hepsinin ne nidaları zihnimde yankılandı.
"Şaka yapıyor olmalısın."dedi Kavi.
"Bir bu yaratıkla karşı karşıya kalmadığımız kalmıştı. Şimdi ne yapacağız." dedi Dennis.
"Hadi ama daha ölmek için çok yakışıklı ve gencim." dediği anda hepimiz Dehri 'ye kötü bakışlarla bakmaya başladık. Beyefendinin dert ettiği şeye de bakın. Daha ne kadar yaşamayı düşünüyor. Bilmem kaç küsür yaşında hala gencim diyor. Asıl benim daha yaşamam gereken günlerim var. Ben bile bunu dert etmezken onun etmesi inanılır gibi değil!
"Konumuz bu değil ama daha ne kadar yaşamayı düşünüyorsun Dehri bey dünyaya kazık mı çakacaksın." dediğimde Dehri bakışlarını bana çevirip konuştu.
"Hadi ama burada yaşam uzun senin gibi normal bir insan değilim. Tabii ki de uzun süre yaşamak istiyorum. Yapmam gereken onca şey ve yönetmem gereken bir krallık var." dediğinde sadece gözlerimi devirdim. Uzun yaşayacakmış daha ne kadar uzun yaşayabilir ki? Neyse şu an bunu düşünmenin sırası değil bunu başka bir zaman konuşuruz.
" Şu an şu yaratığı ortadan kaldırmalıyız. Plan şu dikkatle dinleyin saldır, şaşırt ve püskürt. Anlaşılmayan bir şey yoktur umarım." dediğim anda başlarını sallayıp onayladılar. Onlar yaratığa saldırırken ben yaratığı istediğim kıvama getirip onu kendi hamlesi içinde ortadan kaldırmayı düşünüyorum. Umarım istediğim gibi plan tıkır tıkır işlerdi.
Ben bir adım geri çekilip meydanı bizimkilere bıraktım. Ve geride durup yaratığın ortaya çıkmasını bekledim. Bakalım yaratık nasıl gözüküyordu. Çünkü kitapta onun resmi çizilmiş değildi. Çünkü sadece avladığı kişilere gözüküyordu. Yani onu sadece kulaktan dolma bilgilerle tanıyordu insanlar net gören birkaç saniye sonra gözlerini yuman insanlardı.
İlk Dehri yaratığa karşı bir hamlede bulundu. Onlar yaratık ne tarafta bilmiyordu ama ben onları yönlendirerek onların hamle yapmasını sağlıyordum. Dehri oluşturduğu ateş kalkanı yaratığın olduğu tarafa doğru fırlattı.
Anında yaratığın etrafı ateş kalkanıyla sarmalandı. Onun hemen ardından Victoria ölümcül darbe olan acı veren bir büyüyü yaratığın etrafında oluşmasını sağladı. Yaratık bu iki saldırı karşısında bir şey yapmadan öylece karşı koymaya çalıştı. Sadece gelecek olan darbeleri karşıladı çünkü en son o saldırı girişiminde bulunacaktı onun hemen ardından da ben.
Yaratığın etrafında olan ona acı çekmesini sağlayan büyü sayesinde şimdiden çığlıklarla bu acının sonlanmasını sağlamak için olduğu yerde kıpırdanıp duruyordu ama Dehri 'nin oluşturduğu ateş kalkanı ona engel oluyordu. Canı yanıyordu ama bir saldırıda hala bulunmamıştı.
Şimdi yeni bir saldırı girişiminde Kavi ve Nehar bulunmuştu. Nehar toprağa hükmettiği için olduğumuz hücrede yaratığın olduğu yerin çökmesini sağladı ve yaratık olduğu yerde birden o anında oluşan çukura düştü. Çukura düştüğü anda o çukur onun sıkışmasını sağlayacak kadar uzun ama dar bir şekle büründü. Bunun olmasını tabii ki Nehar sağlamıştı.
Yaratığın artık sabrı tükenmiş olmalı ki anında öfkeli bir boğa gibi çırpınıp duruyor bizlerin olduğu tarafa doğru gelmek için düşmüş olduğu çukurdan çıkmak için çaba sarf ediyordu ama ne yaparsa yapsın daha da sıkışıp duruyordu çukura. Kavi ise onun etrafında kavurucu bir sıcaklık yaratıp yaratığın daha da rahatsız olmasını sağlıyordu.
Onların ardından da Dennis ve Enfal devreye girmişti. Enfal yaratığın etrafında buzdan bir duvar örülmesini sağlamıştı. Dennis ise avı avlayacağı anı kolluyordu. Sonunda artık yaratık kıpırdayamaz hale geldiği esnada Dennis yanında her zaman taşıdığı riona zinciriyle anında yaratığı zincirle etkisiz hale getirmişti. Yaratık artık gerçekten bizlerin saldırısına karşılık vermeyecek durumda olduğundan son darbe benden gelecekti ondan sonra ise buradan gidecektik açtığım portolla.
Bekledim... bekledim. Yaratığın zihinlerimize sızmaya çalışmasını ve o acı çığlığıyla bize saldırmasını. Saniyelerin ardından yaratık saldırmak için harekete geçti. Önce zihinlerimize girmeye çalıştı ama buna engel oldum. Zihinlerimize her saldırı girişiminde onu yüksek karanlık duvarlar karşıladı.
Tabi zihinlerimize hükmedemediğini anlayınca çıldırdı ve olduğu yerde aniden acı bir çığlık koyuverdi. Anında ellerim kulaklarımı buldu. Ne kadar kalkan olsa da çığlık desibeli çok yüksek olduğu için duymamak elde değildi. Daha fazla bu sesin bize zarar vermesini istemediğim için anında portalı açtım ve hepsine portola doğru koşmasın emrettim. Çünkü biraz sonra artık tüm her şey yok olacaktı.
Yaratığın çığlıkları o kadar deprem etkisi yaratıyordu ki onun etrafında olan saldırı teşebbüslerimiz artık dayanamazdı ve yok olacaktı.
Biz daha portala koşmadan birden onun etrafında olan kalkanlar olsun ve diğer her şey bir cam gibi parçalara ayrıldı tabii bizde bu çığlık o kalkandan sızınca anında portala doğru hızla savrulduk. Çığlığın etkisi o kadar fazlaydı ki son anda hep portala girebilmiştim hemde yaratığı oluşturmuş olduğum bir boşluk evrenine son anda hapsedebilmiştim. Umarım bu sefer portaldan istediğim yere geçiş yapabilirdik.
|
0% |