@kumsallardagezen12
|
『Aslında her gülüş bir ağlamaydı sadece kimliği değişmişti. 』
Cellatlarıma gülümsedim bana yaptıklarını yapacaklarını bildiğim halde. Bile bile acıya yürüdüm ;sebebi vereceği duyguya alışmak için. Bazen kötüye de alışmak gerekir çünkü her daim seni iyi şeyler bulmaz bulması istenmez. İşte bende her duyguyu tatmak için her deliliği yaptım. Acıyla yüzleştim. Hüznü tattım. İhaneti kaldırdım. Kırıldım. Kırılmayı seçtim. Ölümle karşı karşıya kaldım.
Nefesim kesildi ama ben yaşama tutunmak için kendimden büyük ödünler verdim. Bazen bir karar iki dudağının arasından değilde o an yaşamış olduğun acının sessiz çığlıklarıyla verilir. Ve bende bunu yaptım yapacağım da. Acıların verdirdiği kararlar vardır. İşte ben onları uygulamaya çalışıyorum. Son nefes... İşte ben o son nefeste bir umut mutluluğu yaşayıp öyle sonlanmayı istiyorum.
Açmış olduğum portoldan hepimiz hızla yere savrulmuştuk. Sert bir geçiş yaptığımız için direk karşımızda duran duvara toslamıştık. Sağ omzum sertçe duvara çarparak öyle yere düşmüş ardından sol kolumdan destek alarak doğrulmayı başarmıştım. Yaratığın öldürücü sesi neredeyse bedenime görünmez darbeler bırakmıştı. Diğerleri ise hepsi yönü bana dönük bir şekilde yerde doğrulmaya çalışıyordu.
"Artık şu portaldan geçiş yaparken darbe almaktan bıktım." diye sızlandığı esnada Victoria bakışları hızla beni buldu. Gözleri hafifçe kısıldı. "İyi görünüyor gibisin?" diye iğneleyici bir şekilde konuştu.
"Ya ne demezsin siz portala koşarken yaptığım kalkan kırıldı ve yaratığın o çığlıkları az bir süre olsa da bana ulaştı."diyerek iyi olmadığımı açıklamak istedim. Kulaklarım bir müddet desibeli yüksek olan sese maruz kalmak istemiyordu.
" Farkında mısınız bilmiyorum ama nedense biz hep siz ikiniz yüzünden belaları mıknatıs gibi üzerimize çekiyoruz. "dedi aksi bir sesle Dennis.
" Teorik olarak biz belayı çekmiyoruz belaya ilerliyoruz bilerek desek daha doğru olur Dennis. "dedi Enfal bakışları kısa bir süre ben ve Victoria üzerinde gelip giderken. Ah doğru söze ne denir ki?
"Hadi ama her seferinde kıl payı kurtuluyoruz hatırlatırım size beyler." dediğim anda hepsi susmamı istercesine baktılar bana. Tamam ya sustum. Bunlarda ayrı tuhaf önce kırın mırın edip geliyorlar sonra da sonunda sızlanıyorlar çocuk gibi. Yani bir taraftan bakıcak olursam eksik bilgi de vermemden ötürü de kaynaklanıyor. Hatalı olsam da sonuçta onları her daim kurtaran taraf benim. Belayı çeken de aslında. Neyse bu konuyu deşmenin bir anlamı yok.
"Eee şimdi biz boşuna mı o kadar gittik oraya neden o hazineyi almadan geldik?"diyince Kavi anında direk sorusuna cevap verdim.
" Hadi ama anlamadınız mı orada ki hazine lanetliydi. Yani o yaratık orada bulunan her şeyi lanetlemişti. O hazineyi alsaydık bizde lanetlenirdik. Yaratık ortadan kalkınca o kulede var olan lanet ortadan kalktı. Buna hazine de dahil." dediğim anda hepsi hazineyi alamadığı için küçük bir hayal kırıklığı yaşamıştı.
Hadi görende bunları fakir sanacak hepsi de veliaht ve bir sürü hazineye sahipler ama hala gözleri doymamış olmalı ki yeni bir hazineye hayır da demiyorlar.
" Neden biz her seferinde eli boş dönüyoruz kuleye?"diye sordu Nehar. Sorusundan sonra başımı yana eğip ona baktım. Diğerleri de yönünü Nehar 'a çevirmişti.
" Bilemiyorum inan ki. "diye cevapladı onu Dehri. Anında kaşlarım çatıldı.
" Pardon da sanki o hazineye ihtiyacınız var sanacak insanlar. Hepiniz gayet zenginsiniz daha neyi istiyorsunuz ki anlamadım?"diyerek bu saçma konuya açıklık getirmek istedim. Hadi ama o hazineyi almış olsalardı da bir şey değişmeyecekti almamış olsalarda. Bazen bu insanoğlunun nankörlüğünü anlamıyorum.
" Prenses Emira bizler her zaman en iyisinin iyisini isteriz ve o hazineyi de istiyordum." diye Nehar çıkıştığı esnada anında olduğum yerden doğruldum.
"İyisinin iyisi... Hım öylemi ? Bence iyiyle yetinmeyi öğrenmeye bak derim. Malum her şeyin fazlası zarardır derler. "diyerek anında öfkemi gün yüzüne çıkardım. Nehar ona karşı geldiğimi anlayınca anında olduğu yerde ayağa kalkıp bana doğru yaklaştı.
" Bak prenses ben senden nasihat alacak değilim. Bana nasihat vermeyi bırakıp o nasihatleri ihtiyacı olanlara söylemeye başla sen bence." dedi sözleri nefretle sarf ederken. Kaşlarım biraz daha çatılı hale geldi.
"Bence sen biraz nasihat almalı ve ona göre davranmalısın." dedim ve bir adım ona doğru ilerledim. Bu adımımı oda bir adım karşılık vererek karşıladı.
"Ne yapıyorsunuz ikiniz de?"dedi Victoria.
" Siz aklınızı mı kaçırdınız? "diyerek ikimizin arasına geçti Dennis.
" Bence bırakın kendi hallerine ne yapıyorsalar yapsınlar. "dediği esnada Dehri anında ben ve Nefal ikimizde ona doğru dönüp tüm öfkemizi ona çevirdik.
" İstersen ilk senden başlayayım Dehri ne dersin? "diyerek bedenini Dehri 'nin olduğu tarafa doğru yönlendirdi Nehar bende geri kalmayarak Dehri' ye doğru ilerledim.
İkimizin ona doğru geldiğini görünce yüzünde alaylı bir sırıtış belirdi.
" Hadi ama beni bu kadar alt etmek istediğinizi bilmiyordum inanın ki? Duygulandım neredeyse." bildiğin eğleniyordu bu halimizden pis herif. Tam onun karşısına geçip adım atmayı bırakınca anında tam onun karın bölgesine dizimle sert bir şekilde vurdum. Anında bunu beklemediği için gelen darbenin acısını eğilerek karşıladı.
" Bence bunu hak ettin. Hem bunun bir borç olduğunu düşün merdivendeki karşılaşmamızda çok yapmak istemiştim ama olmamıştı o güne say. Zaten bugüne nasipmiş Dehri" cim. "diyerek onun acı içinde kıvranırken ki halini büyük bir zevkle izledim.
" Haklı olduğunu bilmesem inan ki karşılığını misliyle alırdın prenses. Ama maalesef haklısın. "dedi zor zor konuşurken dişlerinin arasından.
" Hadi ama ikimizde biliyoruz ki sen bana bir şey yapamazsın. Ama kendini avutmaya devam et. Buda bir şey kabullenmek yerine bahaneye başvurmak. "dedim ve onu kınayan bakışlarla bakmaya başladım. Anında tam bana doğru adım atacağı an arkamdan öfkeli nefret içeren bir haykırış yankılandı.
" Yeter bu ne rezalet! Sizler ne hakla bugünü mahvedersiniz? "dedi önümde ama göremediğim bir kadın sesi. Anında hepimiz bizi azarlayan kişiye doğru bedenlerimizi çevirdik. Karşımda olan kadın kırklarının sonunda olan bir kadındı. Üzerinde bordo bir balo elbisesi vardı. Elbisenin göğüs kısmı payet işlemlerle süslenmiş bel kısmına kadar bu payet işçiliği devam ediyordu. Bel kısımdan ise elbisenin etek kısmı kabarık bir halde ayak bileklerine kadar uzuyordu. Saçları ise sıkı bir topuzla toplanmış ve başına gösterişli bordo elmaslarından oluşan bir taçla tamamlanmıştı.
Ne sadeydi ne de şık daha doğrusu dozunu kaçırmıştı. Göz alıcı olayım derken göz oyucu olmuştu çünkü her parça ayrı güzel olsa da bir arada insanın gözünü yoruyordu. Makyajını da koyu renklerden tercih etmişti. Göz farı koyu bir kahverengiyle boyanmış göz çevresi olabildiğince ortaya çıkarmak isterken tam tersini yapıp ela rengine sahip olan irislerini kaybolmasını sağlamıştı. Dudağına sürmüş olduğu koyu bordo ruj ayrı bir hataydı. Takmış olduğu mücevherler ise çok şaşaalıydı. Uyum yakalamak isterken uyumsuzluğu yakalamıştı. Kadını incelemeyi kesip söylediklerine odaklanmaya çalıştım .
Victoria anında yanıma gelip hadi bakalım dercesine kaş göz işareti yaptı hepimize.
Yine portal azizliğine mi uğramıştık. Neden bunu hep yaşamak zorunda kalıyorduk ki? Neden... neden? Hadi şimdi birde yeni bir hesap verme vakasıyla karşı karşıyaydık. Etrafıma kısa bir göz attığım esnada başka bir kulede olduğumuzu fark ettim. Biz şu an bir kutlama yapılan bir yerde bulunuyorduk. Ve bu kutlama Tarsis krallığındaydı.
Eee Tarsis kralı doğum gününü kutlamazdı. Kiran 'ın doğum gününe daha çok vardı. Peki bu kimin doğum günüydü de bu salon şatafatlı bir şekilde süslenmişti. Her kimin doğum günüyse o kişi biraz rüküştü çünkü fazla abartmayı seviyor olmalı ki tüm zıt renkler bu doğum günü kutlamasında toplamıştı. Gözlerim kanıyordu bu rüküşlükten dolayı neredeyse.
Gözlerim anında onları buldu. Bizim kulede bulunanları. Süreyya hanım, Ahlas bey, Lord Yelit, Arın hoca, Ahrar hoca ve Serra...
Zaten bunlarda olmazsa olmazdı. Neden her seferinden rezil oluyoruz ki bunlara? Kendi içimizde halledeceğimiz şeyler gözler önüne seriliyordu.
Sanrım şu bize bağıran kadının doğum günüydü ondan bize bu denli kızmış olmalıydı. Acaba bu kadın kimdi ki Tarsis kralı onun burada kutlama yapmasına izin vermişti? Kiran'ı bakışlarım aradı bulunduğumuz ortamda ve onu bir adım şu bize bağıran kadının arkasında dururken gördüm. Bana kaygı dolu bakışlarla bakıyordu. Ah aslında kaygılanması konusunda haklıydı çünkü Süreyya hanıma detaylı bir açıklama yapacaktık.
Çünkü çok hoş olmayan bir durum içerisindeyiz şu an ve şu gittiğimiz yer hakkında önce sebebini öğrenecek sonra ise uzun bir uyarı konuşması yapacaktı. Olabildiğince bakışlarımı zaten Süreyya hanımdan kaçırıyordum. Çünkü o uyarı dolu bakışları şu an görmek istemiyorum.
Bize bağıran kadına bakarken biz hala Victoria zihin yoluyla konuştu.
"Ölmeye hiç bu kadar yaklaşmamıştık." dedi.
"Ah aslında tüm suç sizin kızlar bizim değil ama yaşın yanında yanan kuruyuz bizde." dedi Dennis.
"Kes sesini!" dedik aynı anda Victoria'yla. Anında tamam tamam diyerek sustu Dennis.
"Ben böyle işin içine..." dedim ve sustum devamını getirmedim. Çünkü zihinler arası olan bağı unutmuştum. Rahat rahat küfür bile edemiyordum!
"Böyle işin içine evet?" dedi Victoria devam etmemi isterken.
"Tüküreyim. "diyerek sansürledim yarım kalan küfürü . Victoria hahlarcasına zihnimin içerisine şuh bir kahkaha attı.
" Karşımdaki de prenses olacak."diyerek bir iğneleme yaptı.
" Ne varmış halimde? " dedim meraksız bir ses tonuyla ama yüz hatlarım anında kısıldı. Kaşlarım anında çatılı hale geldi.
" Bir şey yok ki hiç bir şey yok prenslik kelimesinde çok uzaksın. " diyerek daha da sinirli bir hale gelmeme sebep oldu. Karşımda birileri olduğu için ona doğru da dönemiyordum.
"Hah gayette prenseslik kavramıyla örtüşüyorum bir kere!" dedim tıslarcasına. Sesimde var olan o tını biraz daha konuşmaya devam ederse hiç iyi şeyler olmayacağını bariz belli ediyordu. Çünkü bilmeli ki burada olan her şey silinir ve öfkem devreye girerse hiç iyi şeyler olmaz yakıp yıkarım. Victoria da bunu istiyor olmalı ki üzerime gelmeye devam ediyordu ama ona istediğini vermeyecektim. İnsanın arkadaşı bile yeri geldiğinde düşman sıfatına bürünür mü ya?
"Kendini avut sen avut!" dedi umursamaz bir edayla.
"Kendimi avutmuyorum ama sen biraz daha konuşmaya devam edersen seni bir prenses olarak cezalandırırım bilesin!" diyerek artık durması gerektiğini belli ettim.
"Görende 40 yıllık prenses sanacak! Kızım sen ne ara ceza verme kısmına geçtin? "dedi anlamaya çalışarak
" Biraz önce Victoria hanım biraz önce! Hah bu arada emin ol ki o kırk yıllık prenseslere taş çıkartırım."artık susması gerektiğinin farkına varmış olmalı ki konuşmayı kesmişti. Tabii biz kısa bir süre susunca karşımızda olan şu cinnet geçiren kadın anında dayanamamış olmalı ki bana doğru ilerledi ve tam karşıma geçip tekrar o desibeli birazı da üzerinde olan bir sesle konuştu.
" Sen küçük hanım davet edilmediği bir yere gelmeye çok meraklı gibisin sanki!" dediğinde iğneleyici bir üslupla anında tüm gardımı ortaya serdim.
Ilımlı olabilirdim ama o buna izin vermedi.
"Sadece yanlış yer yanlış zamanlama diyelim." diyerek bu konuyu gereksiz bir şekilde büyütmemesini anlamasını sağladım.
Ama o bunu umursamadı ve aşağılayıcı bir üslupla konuşmaya devam etti.
"Her zaman yanlış yerde oluyor havası sezdim sanki ben." dediği esnada anında bir adım atıp kısık bir sele konuştum. Daha çok onun söyleyeceğim sözü duymasını istedim.
"Bende daha çok sizin ortamda gözde olmanızı istediğinizi sezdim. Yanılıyor muyum?" diyerek dudak büzüp üzgün bir halde ona bakmaya başladım.
"Ah ileriye mi gittim? Ama hak ettiniz sanki." diyerek bir adım geriye adımladım ve aramızda olan mesafenin açılmasını sağladım. Sözlerimde yatan gerçekliği bildiği için öfke küpüne dönüştü ve bir olay çıkarmamak ve bugün bozulmasın diye kendini sakinleştirmeye çalıştı.
" Sen had hudut bilmeyen bir prensessin!" dedi. Ah beni tanıyordu. Benim aksime.
"Bunu diyen çok kişi var ama bu kişiler daha çok damarına bilerek basmış olduğum kişiler. Sizde onlardan birisiniz." dedim ve gözlerinin tam içine baktım.
"Sanırım bugün doğum gününüz? Doğum gününüz kutlu olsun da yani 400 yaşındasınız bir doğum gününüzü kutlamazsanız dünyanın sonu gelmeyecek malum bu zamana kadar çok kutlamış olmalısınız?" diyerek çizgiyi aştım anında eli yumruk oldu. Tam tokat atacağını düşündüğüm anda birden Tarsis kralı yanımıza gelip karşımda duran kadına hitaben konuştu.
" Zara sakin ol ve yerine geç. "diye emir verircesine konuştuğu esnada adının Zara olduğunu öğrendiğim kadın kendini zorlayarak yanımda bulunan Tarsis kralına kırılmış bir halde bakıp arkasına dönüp ilerlemeye başladı.
Daha Tarsis kralının konuşmasına izin vermeden ben konuştum.
" Biliyorum biliyorum burayı anında terk etmeliyim. Bende bunu yapacağım inanın ki şimdi hemen gidiyorum. Ve şunu bilin ki buraya istem dışı geldim amacım buraya gelmek değildi." diyerek cümlelerimi sıralarken anında sözlerime karşılık verdi Tarsis kralı.
" Sıkıntı etme buradan git demeye gelmedim sadece Kiran bu günlerde biraz sıkıntılı bana da bir açıklama yapmadı. Bir sen konuşsan. "dediğinde ilk başta şaşırdım çünkü bu sözleri söyleyeceğini düşünmemiştim. Ama kısa sürede kendimi topladım ve kafamı salladım.
" Tabi sıkıntısını öğrenir öğrenmez size de haber veririm. "dediğim anda sağ ol dercesine başını sallayıp ardına dönüp geldiği yere gerisin geri gitmeye başladı.
Bir adım ardımda olan Victoria yanıma gelip konuştu.
" Kiran 'ın halası o tartıştığın kişi. "dediğinde şaşırmıştım. Çünkü Tarsis kralının kendi kardeşine bu şekilde yaklaşımına şaşırmak elde değildi. Yani bana böyle davransa şaşırmazdım.
Derin bir nefes alıp hiç Süreyya hanımın olduğu tarafa bakmadan Kiran' ın olduğu tarafa doğru ilerledim. Kiran 'on yanına ulaştığım esnada Kiran' on etrafını sarmalayan o karanlık havayı hissettim. Sol tarafına geçip konuştum.
"Neyin var senin Kiran? İyi gözükmüyorsun?" diye sorduğum anda acelesizce omzunu silkti.
"Boş ver irdeleme Emira..." dedi yorgunca. Ne kadar söylemek istemese de üzerindeki sıkıntısını öğrenmek istiyordum.
"Bak bir sıkıntın var belli söyle de beraber onun üstesinden gelelim." diyerek inadını kırmak istedim ve başardım.
"Bu sabah Mera 'yı buraya davet ettim ona kuleyi gezdirdim güzel bir anlar yaşarken halam yanımda Mera' yı görünce kovmaktan beter etti. Onu küçük düşürecek sözler sarf etti ve Mera apar topar kuleden gitti. Arkasından gittim ama ne yaptıysam onu durduramadım ve bir daha etrafında olmamamı ve ikimizin bir arada olmasının yanlış olduğunu dile getirdi. Halamla bu konuda tartıştık ondan özür dilemesini istedim ama bir hizmetçiden özür dilemeyeceğim diyerek diretti kararlılığı konusunda. "dediği anda bizi azarlayan kişinin maalesef bir kere daha onun halası ve Tarsis kralının kardeşi olduğunu öğrendim ve kadına olan nötrlüğüm anında nefrete dönüştü. Alacağım bir özür bedeli vardı.
" Merak etme yakında bu özür dilenecek. "diyerek Kiran 'on yanından ayrılıp Victoria' nın yanına gittim. Varislerle beraber bir köşede konuşur haldeydi. Yanlarına geldiğimde bakışlarımda gördüğü duyguyu tanıdığı için direk ne oluyor dercesine bakmaya başladı.
" Şu kadın doğum gününü kutlayan Tarsis kralının kardeşi ve Kiran 'ın halası ve üstelik Mera kuleye gelmiş Kiran için ama bu kadın onu küçümseyerek kuleyi terk etmesini sağlamış." diye açıklama yaptığımda Varilser sadece dinlemekle yetindiler ama Victoria anında kadından o yaptıklarının bedelini ödeteceğimi anladı.
" Kadına acıdım şimdiden doğum günü mahvoldu bizlerin gelmesiyle şimdi olacaklar da üstüne tuz biber olacak. Zavallı kadın. "diyerek sahteden onun için üzülmüş gibi yaptı.
" Bunu o istedi bende gerçekleştireceğim zevkle. "dedim şimdi asıl eğlence başlıyor alarmıyla.
" Yanında olduğumu biliyorsun değil mi? Yapacaklarını uzaktan izlemek yerine bizzat içinde bulunmayı isterim. "dediğinde sadece eğlencenin başladığını belli eden o gülümsemeyi dudaklarıma yerleştirdim.
" Daha pasta kesilmedi değil mi? Zavallı kadın keserken tüm o gösterişli pasta yanlışlıkla üzerine düşecek bu çok utanç verici olmalı?"dediğim esnada Victoria anında gözlerini kocaman açmış ve şaşkınlık içerisinde bana bakmaya başladı.
" Bu direk saldırı oluyor ben ufaktan girişim yaparız diye düşündüm. Hem pasta hemde o mahvolacak. "dediğinde kahkaha atmamak için kendini zor tutarken gözlerinde olan o ışıltı şimdiden zevk aldığını belli ediyordu.
" Hadi o zaman gösteri başlasın zaten biz gelene kadar her şey çok sıkıcı olmalıydı bizim varlığımız buradakiler için eğlence anının başladığını belli edecektir." diyerek bakışlarımı bulunduğumuz salonun kapısına yönlendirdim.
Çünkü şu an on ikiye bir dakika kalmıştı birazdan pasta içeri gelecek ve o Kiran 'ın halası o pastayı kesmeye hazırlanırken pasta bilinmeyen bir nedenden dolayı onun üzerine devrilecekti. Bakalım biraz da o başkaları tarafından alay konusu olsun da Mera' nın yaşadıklarını bizzat tatsın da nelere sebep olurken nelerin içinde olduğunu kavrasın.
Ben kapıya gözlerimi dikmişken anında kapı açıldı ve içeriye dört görevli yanlarında durdukları pastayla Kiran 'ın halası Zara' nın olduğu tarafa gitmeye başlamışlardı. Şimdiden o çalışanlardan özür dinliyordum çünkü bunun için büyük azar işitecektiler ama ben bunu da halletmeye çalışacaktım. Çalışanlar birkaç adım kala Zara 'ya yaklaşacakları an kısa bir süre bakışlarımı Tarsis kralına çevirdim ve sinsice bakmaya başladım ona. Bakışlarımı ondan çekip kardeşine çevirdim oda beni takip etti.
İlk birkaç saniye anlamadı ama sonradan yapacağım şeyin farkına vardı. Tam o bana doğru ilerleyecekken ben hemen çalışanlara bakışlarımı çevirdim ve Zara 'ya bir adım uzakta olan pastanın çalışanların hatasıymış gibi göstererek onların bir hata yapmasını sağladım ve pasta olduğu yerde sallanmaya ve bir adım arkasında olan Zara' nın üzerine devrilmesini sağladım pastanın. Pasta Zara 'nın üzerine devrildiği esnada ortamda keskin bir çığlık yankılandı. Ah bu biraz rahatsız edici bir sesti. Ama sonuçları buna katlanılır kılınmasını sağlıyordu.
Tüm on katlı pasta tamamen Zara' nın üzerine devrilmişti. Pasta devrilir devrilmez Zara 'nın yanına bulunan her kim varsa hemen onun yanında biti vermiş ve onun üzerinde olan pastalardan kurtulmasını sağlıyordular. Ben ise sırtımı arkamda duran kolana yaslamış olanları keyifli bir şekilde izliyordum. Bir ara bakışlarım Tarsis kralını buldu. Yaptıklarımdan ötürü beni kınayan bakışlarla uyarıyordu. Hadi ama içimdeki o yaramaz kızı nasıl susturabilirdim ki duyduklarımdan sonra? Susturamazdım.
Susturmadım da keza. Ah ama o pasta onun üzerine devrilirken ki görüntüsünü zihnimde istesem de silemezdim. Bunu o istemiş bende gerçekleştirmiştim. Şunu söylemek istiyorum ki pasta onun üzerine düşerken ki görüntünün seyir keyfi çok güzeldi. Ah keşke bunları kayda alsaydım da ara sıra başa ala ala izlerdim. Neyse bir kere de olsa bunu izleyebilmek bile bana asırlarca yeterde artardı.
Pasta Zara 'nın üzerine düştükten sonra Zara elleriyle üzerinde olan pasta parçalarından kurtulurken biraz ilerde onu korku dolu bakışlarla izleyen çalışanlara nefretle bakıyordu. Onun dikkatini hiçbir suçu olmayan çalışanlardan çeksin diye sessiz olan ortamda benim sözlerim yankılandı.
"Ufak bir kaza." diyerek Zara'nın bakışlarının üzerime çevrilmesini sağladım. Harelerinde olan o saf nefreti an be an izledim. Onun aksine ben ona alay dolu bakışlarla bakıyordum. Ah en sevdiğim bakışlar. Harelerinde yaşayan ve yayılmaya devam eden öfke beni bir ok misali vurmak için can atıyordu.
"Sen...." dedi ve sustu ama devam etmek ve etmemek arasında kararsız kalmıştı. Ah sanırım birkaç tahmini vardı kaza için ama direk oklar beni gösteriyordu ama bir kanıtı olmadığı için susmakla yetiniyordu.
"Ben... Evet sizi dinliyorum." dediğim sırada sesli nefesler alıp verdi.
"Sadece sus olur mu? Çünkü günümü mahvettin ve senin varlığınla bu mahvoluş devam ediyor." dediği sırada anında omuz silktim üzülmüş bir edayla.
"Nedense varlığım olduğum ortamda aksilikler yaratmak yerine ışıltılar saçar. Demek ki sizinle aynı ortamda olmak bu özelliğimi devre dışı bırakıyor ah be ne acı değil mi?" diyerek masum bir çocuk misali konuştum. Ama bu onun daha da çıldırmasını sağladı. Artık konuşmama katlanamıyor olmalı ki olduğu yerde her iki eli yumruk haline geldi ve parmak boğumları bembeyaz kesildi. Çıldırma noktasına çok yakındı.
Devreye ise Tarsis kralı girdi ve kız kardeşine odasına gidip üzerini değiştirmesini istedi. Zara ne kadar öfkeli olsada yapması gereken şeyin buradan ayrılması olduğunu bildiği için diretmedi ve hemen burayı terk etmek üzere adımlarını kapıya doğru çevirdi. O gittikten sonra bende dikkatimi salonda olan kişilere çevirdim. Çoğu kişi ben ve Zara arasında olan gerilimden ötürü dikkatleri benim üzerimdeydi. Eee Zara gidince tüm dikkatleri bana çevrildi.
Neyseki alışıktım bu rahatsızlık veren bakışlara onları umursamadım ve dikkatimi salonda bulunan Süreyya hanıma çevirdim. Harelerinde daha fazla tatsızlık çıkarmamam için uyarı sinyalleri vardı. Uslu olacağıma dair küçük bir tebessüm belirdi yüzümde. Uslu olacağımı anlayınca derin bir nefes verdi. Bunu yukarı çıkıp inen omuzlarından anladım. Hadi ama bu kadar baş belası değildim ki? Sorun çıkarmak gibi bir amacım yoktu ama Zara bunu istemişti. Yoksa uslu bir kız olup burayı terk edecektim ama onun yapmış olduğu şey ona bir ders vermemi sağladı.
Bu sefer adımlarımı Süreyya hanımın olduğu tarafa yönlendirdim. Yanına vardığımda bakışlarım ona sabitlendi.
"Sizi dinliyorum Süreyya hanım." dediğim esnada Süreyya hanım kuleye dönünce uzun uzun konuşacağımızı söyledi. Ah doğru ya yargılama konseyi tam olarak tamamlanmış değildi Turul Bey eksikti. Ve konsey yeri burası değil bizim içler karartan kulemizdi.
Eh ne yapalım başa gelen çekilir. Zara üzerini değiştirir değiştirmez anında geri dönmüştü. Bu sefer üzerine giymiş olduğu elbise diğer elbiseye nazaran daha şık ve sadeydi. Neyse ona bir yandan iyilik yapmıştım bence bir teşekkürü hak etmiştim. Ama insanlar her zaman kötü tarafından baktığı için olayların iyi taraflarını hep göremezdiler. Sorun değildi ama ben bunun için vardım onlara bu yönden de bakmasını sağlamasamda göstermekten kaçınmıyordum.
Ah benden nefret etmeleri için onlara neden yaratırken bir yandan da sevmeleri için neden yaratıyordum. Ah kendim tuhaf ama gerçekçi kendim. Zara için hızlıdan yeni bir pasta yapılmıştı. Ve o pasta tekrar çalışanlar tarafından Zara 'nın önüne getiriliyordu. Ama neyseki bu sefer sorunsuz bir şekilde pasta kesilmiş ve iyi dilekler dinlenmişti. Ah bu gece sorunsuz bir şekilde bitmeli ve kuleye dönmeliydim.
Kulede olan şu yargılama konseyi beni yargıladıktan sonra ben şu özür bedelini etraflıca halletmeye çalışacağım. Çünkü daha yapmam gereken bir şey vardı. Ruhlar haritası hala onu incelemiş değildim onu incelemem lazımdı. Umarım harita da diğer şeyler gibi ortadan yok olmamıştır yoksa büsbütün hüsrana uğrarım.
Ben düşüncelerimle boğuşurken birden arkamda bir varlığın enerjisini soludum. Bu kişi Ahrar hocadan başkası değildi. Ahrar hocanın bir adım gerisinde ise Arın hoca vardı. İkisi de bana doğru ilerliyordu. Olduğum yere geldiklerinde adım atmayı bıraktılar. Biraz yakınında olduğum masanın etrafında bir yere geçtiler. Ahrar hoca tam karşıma geçmişken Arın hoca solumda yer alıyordu. Bakışlarım direk Arın hoca üzerindeydi ama zihnim onunla meşguldu nedense.
"Yeni bir vukuat mı?" diye sorduğu sırada anında omuzlarım çöktü. Bu hareketime karşılık sadece tebessüm etti.
"Yakalanmamız açmış olduğum portaldan kaynaklanıyor yoksa ruhu duymaz Süreyya hanımın. Şu zamana kadar neler yaptım siz istemeden de olsa şahit oldunuz. Öğrendi mi? Hayır. Ama şimdi portal nedense sanki bile bile istediğim yere değilde hiç olmayacağım olmamam gereken bir yerde sonlanıyor. Yani iplerin kontrolü tamamen elimde değil ve bu da başımıza bela oluyor. Bu durumu nasıl düzeltebilirim bilemiyorum da?"dediğim anda sorunuma Arın hoca cevap vereceğini düşünürken anında onun sesi duydum.
" Bir yanlış senin için uyarı komutuna geçti. Bir hata yaparsan portal seni böyle cezalandırır. Yani yapmış olduğun bir yanlış var ve bunu düzeltmeni istiyor portal senden en kısa sürede." dedi sert tok sesiyle. Ayaz soğuğundan farkı olmayan sesiyle bana hiç bir saniye dahi bakmadan konuşmuştu. Ben ise anında yaptığım yanlışı kavramış bundan hafifte olsa utanç duymuştum. Çünkü o haritayı almak bir nevi çalmak ve kurallara karşı gelmek demekti.
Bundan dolayı portol beni uyarıyor daha fazla ileriye gitmememi istiyordu. Ama keyfi olarak yaptığım bir şeyde değildi ki? O haritayla işim bittikten sonra zaten geri bırakacaktım. Niyetim bu yöndeydi. Bu yöndeydi değil mi? Umarım bu yöndedir. Yoksa her daim o haritayla kim nerede diye bakmaktan hayatla olan bağı gevşetmiş olacaktım. Bazı şeyler büyük bağımlılık yapardı ve bu bağımlılık insanı birçok şeyden mahrum bırakmaya başlardı.
"Bir yanlış yok ama küçük bir yanlış anlaşılma var sadece onu düzeltmek lazım." diyerek Ahrar hocanın sözlerine cevap verdim. Kısa bir süre ona baktığımda kaşları çatılmış bakışları etrafta dolaşıyordu ama eminim ki harelerinin kesiştiği nesnelerden haberdar değildi. Sadece bakmak için bakıyordu beyefendinin aklı vermiş olduğum cevaptaydı. Merakıma yenik düşerek onu izleme gafletine düştüm. Yine her zamanki gibi siyahlar içerisindeydi. Ama bu sefer siyah desensiz düz bir gömlek gitmişti. Ve kumaş siyah bir pantolon.
Saçları ensesine doğru taranmış. Kumral saçları birkaç tutam teli gergin alnına serpilmişti. Şu an yüz hatları eski halini almış ve düz bir surat ifadesiyle etrafı inceleyip duruyordu. Bir eli masanın üzerinde olduğu için harelerim oraya çevrildi. Sağ elinde yüzük parmağında küçük ince bir yüzük vardı. Yüzüğü küçük bir kum saatiydi.
Çok hoş bir yüzüktü. Küçük bir kum saati yüzüğün her iki tarafına sabitlenmiş bir şekilde duruyordu. Demir kısmı bir çift el şeklindeydi. Yani iki küçük demir iki el tarafından kum saati yatay bir şekilde duruyordu. Kum saatinin içerisinde olan kum siyah renkteydi. Aynı ondaki terk rengin lacivert olması gibi beyaz yüzüğünde tek renk yüzüğün demir kısmıydı.
Bu adamın şu siyah sevdası beni ayrı şaşırtıyordu. Her şeyi simsiyahtı elinde olsa bence lacivert harelerini siyah elmaslara çevirecekti Düşüncem bu yöndeydi. Ama onu o yapan lacivert hareleriydi. Ondaki tüm öne çıkan ilk şey gözleri ve yüzüydü. Kabul etmekten asla kaçınmadım fazlasıyla yakışıklı biriydi. Ama kişiliği işte tüm o artı özelliklerini silip atmaya yetiyordu. Sadece bana mı bu tavrı sergiliyordu diye soracağım ama Serra 'ya da ayn soğuklukta davranıyordu. Yani tamamen böyleydi bence karakter olarak. Bakışlarım biraz daha onun üzerinde oyalandı.
Gömleği vücuduna sımsıkı oturmuştu. Gömleğinin ilk iki düğmesi açık olduğu için boynunda olan gümüş zincir dikkatimi çekti. Acaba kolyesini simgesi nasıldı? Kaşlarımı çattım anında. Bana neydi bundan? Anında kendimi toparlayıp bakışlarımı ondan çekip etrafa çevirdim...
Birkaç dakika Arın hocayla konuştuktan sonra olduğum yerden ayrılıp adımlarımı bizimkilerim olduğu tarafa çevirdim.
Salonun en sonunda olan masaya oturmuş kendi aralarında konuşuyordular. Masaya yaklaştığım esnada bizimkilerden Dennis bugün yaşadığımız her şeyi Kiran 'a detay bile atlamadan anlattığını işittim. Kiran ise yaşadığımız şeyleri duyarken yaşadığı duygu değişimleri an be an yüzünde beliren mimiklerle anlaşılıyordu. Yanlarına vardığımda konuşmalar susmuş hepsinin dikkati bana çevrilmişti.
"Merak etmeyin şimdilik iyiyim konsey daha toparlanmadı. Davetten sonra kulede yargılama heyeti hepimizi tek tek sorguya çekecek. Şiddetli bir fırtına yaklaşmak üzere. Kendinizi iyi koruyun. Ben çoktan fırtınadan darbemi alıp devrildim. Siz temkinli olun." dedim ve hepsine tek tek baktım.
Herkes son söylediğim cümlede takılı kalmıştı. Bilseler altında yatan gerçek sebebi neden böyle bir cümle kurduğumu anlamış olurlardı. Ama kimseye söyleme niyetim yoktu ve olamayacaktı da bundan sonra. Çünkü yaşanmışlıklar bazen saklı kalmalıydı. Dile getirilmemeli ve hatırlanmalıydı.
Hatırladığımız çoğu şey bazen acı verse de bizi ayakta tutan tek şeyler olmaktadır. Mutluluk sana bir kalkan oluşturmaz ama acı, hayal kırıklığı, üzüntü, gözyaşları bize kırılmaz kalkanlar oluşturur ve ruhlarımıza bir barikat koyarız. Ve artık ruhlarımız duygu ihanetlerine uğramaz ve ihanetlerin izleri ruhumuzun arazilerinde izlerini bırakmaz. Ruh duygusuz bir varlığa dönüşür ve zarar görmesi zorlanır. Darbe almak artık kolay olmaz. Bunun için büyük bir güçle karşı karşıya kalması lazımdır.
Davet daha sonlanmadan kuleden ayrılmış ve kimseye haber vermeden direk haritayı kolyem vasıtasıyla saklamış olduğum yere gitmiştim açmış olduğum portaldan.
Daha önce keşfettiğim bir boş arazide saklı tutmuştum kolyeyi. Boş arazide bir ev vardı yıkık dökük. Harita o yıkık dökük evin içerisinde bulunuyordu. Açmış olduğum portaldan direk evin içerisine geçiş yapmıştım. Olduğum kısım evin salon kısmıydı. Ve harita salonun lambasının içerisinde yer alıyordu. Ve bu oluşturmuş olduğum kalkan vasıtasıyla korunur haldeydi. Biraz ardımda duran sandalyeyi çekip üzerine oturmadan önce oluşturmuş olduğum kalkanı bozdum ve haritayı olduğu yerden alıp sandalyeye oturup haritayı inceledim.
Şimdilik haritanın üzerinde herhangi bir şey yoktu. Diğer parşömenler gibi üzeri tertemizdi. Ama bu harita üzerinde olan çizimleri ortaya çıkaracak bir söz ya da büyü olmalıydı. Veya herhangi bir söz de olabilirdi. Anında bir nefes alıp her gizli büyüyü çözen büyü sözlerini söyledim. Birkaç dakika bekledim ama herhangi bir şey olmadı. Bir müddet sadece düşündüm ve hangi büyüyle bunun korunacağını düşündüm ve aklıma gelen anıyla bunun o büyüyle açılacağını hatırladım.
Derolas büyüsü....
İlk zamanlar buraya geldiğim sıralarda Lord Yelit bu büyüden bahsetmiş ve büyü sözlerini bana sesli bir şekilde söylemişti. İşte şimdi içimde umut filizleri yetişmeye başlamıştı. Gözlerimi usulca kapattım ve büyü sözlerini yavaş ve okunuşuna dikkat ederek söylemeye başladım.
"İz izi silerse izden izler çalınır. Çalınan her şey geriden bir iz bırakır. Geçmişten gelen her izler hayata anlam bırakır. Hayatın kendisi kaybolsa dahi bıraktığı izi görürsün. İşte lanetle şekillenen yaşamlar, ruhu hapsolmuş bedenler özgürlüğünü bu büyüde bulurlar. Büyü lanetin sonu büyü acının izleri. "
Büyü sözleri biraz farklıydı diğer büyü sözlerine nazaran. Büyüyü söylemeyi bırakınca anında bir şeyler olmaya başladı ve haritanın rengi değişmeye başladı. Parşömen kahverengiyken siyah renge dönüştü ve üzerinde resimler belirmeye başladı. Ve yavaşça bir hareketlilik oldu haritada birçok canlıya ait beden simgeleri hareket etmeye başladı.
Şu an çevremde birçok hayvan türü vardı. İnsana ait tek kanıt benim kendi varlığımdı. Haritanın sol üst köşesinde bir kara vardı ve onun hemen üzerinde dokun ve söyle yazıyordu. Zihnime doluşuo taşan fikirlere ayak uydurdum ve zihnimde var olan soruyu sordum.
"Moritanya toprakları." dedim ve derin bir nefes alıp verdim. İlk başta harita da bir hareketlilik olmadı ama sonra şu an bulunduğum konum haritası değişti ve yerini hemen Moritanya toprakları aldı. Ve kulede bulunan herkesin ruhları belirdi. Bir kişi hariç. Ahrar hoca..
Şu an kim nerede ne yapıyor hepsini haritadan takip edebiliyordum. Ve dudaklarımı aralayıp ikinci sorumu dile getirdim.
"Esila'nın ruhu nerede şu an? "diye sorduğum esnada anında haritada var olan konum değişti ve Kara Orman 'ın sınırları var oldu haritada. Ve Orman bulunan üç varlık vardı. Biri iki hayvana aitti. Biri ise bir bedene insan ruhuna aitti. Ve bu ruh Esila' ya ait olan ruhtu. Her ne kadar bedeninden ayrı olsa da hala ruh formatında özgürce etrafta gezip dolaşabiliyordu. Ve saklandığı yer ise Kara Ormandı.
Şanslıydı çünkü oraya girişim yasaktı yoksa orada onu çok güzel ağrılardım. Peki ne sıklıkta acaba Kara Ormana gelip gidiyordu? Her daim orada durduğunu düşünmüyorum çünkü bu fark edilirdi. Ama ara sıra gelmesi onu tehlikeye atmazdı. Onun bu gelişlerinin önünü kesmeli ve bir daha etrafımızda olmamasını sağlamalıydım.
Öğrenmek istediğim şeyi öğrendiğim için artık bu haritaya işim bitmişti. Ait olduğu yere gitmesi lazımdı. Ruhani boyuta.... Çünkü onun yeri orasıydı. Onu oradan çalmış ve bu dünyaya getirmişti bazı kimseler ve artık girmesi lazımdı ait olduğu yere. Yine kolyemden yardım alarak onun olması gereken yere gitmesini sağladım.
Saniyeler sonra harita ellerimin arasından yok olmuştu. Şimdi artık yapmam gereken şeyi biliyordum.
⭑⃝🦋
Yıpranmış bir kalp, yorgun gözler,boş bir ruh, hissiz bir kalp ... Hissettiklerim buydu ve sadece bundan ibarettim. Ya da bundan ibaret olduğumu sanıyordum. Bazı şeyler böyle düşünülür böyle hissedilirdi. Bende böyle hissediyor bunun için çabalıyorum. Keza zaten çabamda sonuçsuz kalmıyordu. Haritayı ait olduğu yere bıraktıktan sonra yörüngemi Moritanya kulesine çevirmiştim. Çünkü vermem gereken bir hesap vardı.
Diğerlerini yalnız bırakmak olmazdı. Kulenin ön bahçe kapısına geldiğim gibi direkt içeriye giriş yapmış ve hemen bulunduğum koridorda bulunan toplantı odasına doğru adımlarımı yönlendirmiştim. Toplantı odasının önüne geldiğim sırada kapıda birkaç saniye beklemiş ve içeride hala kopmayan fırtınanın son demlerini beklemiştim. İçeriden hiçbir ses duyulmuyordu. Sanırım benim gelişimi bekliyor olmalıydılar.
Kapıyı açıp direk zaman kaybı yaşamaya müsaade etmeden içeri girdim. Bakışlarım odada gezindiği sırada toplantı odasında bulunan görüşmelerin yapıldığı masada ilk başta oturan kişi dikkatimi çekti. Turul bey. Ben içeriye giriş yaptıktan sonra o da diğerleri gibi bana bakmaya başlamıştı. Ama Turul beyin bakışlarında yatan bir duygu diğerlerinden bir tık fazlaydı. Nefret... Bu nefret benden mi kaynaklanıyordu yoksa boynumda taşımış olduğum kolyeden mi bilmiyorum? Ama ne sebep olursa olsun bu saf nefreti ben ona herhangi bir şey yapmadan kendini var etmişti.
Durumun garip tarafı da buydu ya zaten . Ondan bakışlarımı çekip masada bulunan diğer kişilere çevirdim. Süreyya hanıma... Bu sefer harelerinde gerçekten bir öfke vardı. Çünkü yapmış olduğum şeyi hiç mi hiç onaylamıyordu. Ama bilmiyordu ki bana bu şekilde engel olamayacağını. Ve masada bulunan diğer kişilerde gezindiği sırada bakışlarım bu sefer masada Lord Yelit, Arın hoca ve Ahrar hoca vardı. Ahrar hocanın varlığına şaşırdım çünkü onun dışındaki herkes bu kulede yaşayanlarken o sadece yabancı konumunda bulunuyordu. Yargılama komitesi yeni bir üye almıştı kendilerine geçici olarak sanırım.
Sessiz kalarak diğerleri gibi bende masada kendime bir yer bulup oturdum. Onlar gibi konuşmadan ilk hamleyi karşı tarafın yapmasını bekliyordum. Birkaç dakika hala sessizlik devam etti ama daha sonra ilk konuşan aralarında Ahlas bey oldu.
"Yaptığınız şeyi onaylamadığımızı bilin hanımlar ve beyler." dedi ve kısa bir süre hepimize teker teker baktı. Sonra bakışlarını tekrar bana çevirdi ve bana bakarken konuşmasına devam etti. "İzinsiz gittiğiniz hatta girmeye çalıştığınız topraklara girmemeniz gerektiğini artık söylemeye gerek yok diye düşünüyoruz. Ama sizler hala hiçbir şey olmamış gibi kafanıza eseni yapmakta özgür gibi davranıyorsunuz. Bu yaptığınız hiç iyi sonuçlar doğurmadı. Birkaç şikayet var şimdilik önünü kestik ama devamı gelirse elimizden bir şey gelmez ve bu konuda yargılanmak durumunda kalacaksınız. Ona göre tercihinizi yapın. "diye tamamladığı esnada cümlesini bakışlarında bir şey yakaladım.
Tedirginlik. Evet anlamamızdan korktuğu bir şey vardı. Ve oda sözlerinde bazı şeylerin bilerek abartılacak şekilde dile getirilmesiydi. Bence bilerek göz dağı vermek için bizleri korkutmaya bu sayede bizde artık bir daha bu işlere kalkışmayarak onların derin bir nefes almasını sağlamamızı istiyordu bizden. Ama istediği gibi de olamayacaktı bilmesi gerekiyordu.
Sadece kafa salladım geçiştirmek için. Diğerleri de aynı benim gibi sadece onayladı.
"Peki bu sefer bu gitme işi kimin başının altından çıktı? " diye sordu Turul bey sorduğu sorunun cevabını bildiğini belirten bir ses tonuyla. Turul bey sorusunu sorar sormaz anında Varisler ve Dennis 'in bakışları ben ve Victoria' yı gösterdi. Ah hain kalleşler anında bizi ifşa ettiler. İnsan bir duraksar ama olur mu direk kendilerini aklamak için bizleri ele verdiler. İşte yine bir insan nankörlüğüyle baş başa kalmıştık. Gözlerimi devirdim sadece bu hareketlerine.
"Hiç şaşırmadım. Zaten cevabını bildiğim bir soruydu." dediğinde bilmişlikle Turul bey.
"Hep cevabını bildiğiniz soruları mı sorarsınız Turul bey? Yoksa sadece karşıdaki kişinin huzurunu bozmak için mi bu çaba ve uğraş?"dediklerim anında onun arka planda olan nefretini ön plana çıkardı.
" Sadece küçük bir teyit. "diyerek soruma cevap verdi.
" Ah daha doğrusu sadece bir basit uğraş karşıdaki kişiyi yıpratmak için desek daha doğru olur ama şunu bilin ki hiçbir şekilde karşı taraf yani o ben oluyorum sizin onca saldırınız karşısında asla sabır gardımı düşürmüyor düşürmeyeceğim de. Yani boşa kürek çekmenin bir anlamı yok. Bunu artık anlayın. "dedim ve son kez masada bulunan kişilere bakındım.
" Şunu söylemek istiyorum ki yaptıklarım ve yapacağım şeylerin bir zararı olmaz olsa bile bu size değil bana olur yani endişe etmenizin bir anlamı yok! Siz bir şeyleri açıklamazsanız ben kendi cevabımı kendim bulurum bu benim için zor olamaz. Yani artık şu gizli kapaklı arkadan çevirdiğiniz şeyler her neyse bilin ki ben tarafından ortaya çıkarılacak o zaman kadar ister siz anlatır ben uğraşmadan öğrenirim ister uğraş vererek öğrenirim. Her türlü öğrenmiş olacağım sadece bu biraz farklı bir yoldan olacak. "demiş ve onlara konuşma hakkı tanımadan toplantı odasını terk etmiştim.
Ben kapıya ilerlerken diğerleri de ardımdan beni takip etmişti. Onları beklemeden direk çıkıp adımlarımı arka bahçeye çıkan yola doğru çevirmiştim.
Sonunda arka bahçeye ulaştığımda direk salıncağa doğru ilerlemiş ve salıncağa oturmuş onların bana doğru yaklaşan adım seslerine dikkat kesilmiştim.
"Ani bir çıkıştı." dediğinde Dehri anında bedenimi arkaya çevirdim. Ve ona çatmış olduğum bakışlarımla bakmaya başladım.
"Nasıl davranmamı isterdiniz veliaht bey?"diye çıkıştım anında. Dehri iki elini yukarı teslim oldum dercesine kaldırıp bana bakmaya devam etti.
" Hadi ama onlar canımıza okumadan Emira onların yerine bu işi yaptı. Zaten hiç gece gece onları çekemezdim iyi oldu bu çıkışı. "diyerek yaptığım şeye destek çıkan Enfal 'ın bu sözlerine karşılık sessiz kaldım.
" Eee şimdi bugünden anlamamız gereken bir şey var mı? Çünkü ben orasını kaçırdım."diyince Kavi anında devreye ben girdim.
" Evet bugün çok güzel bir şey öğrendim ve bu benim hayat dersim olacak ve bazılarının ise sonu. "dediğim sırada hepsi söylediğim şeyleri anlamayan bakışlarıyla bana bakmaya başladı.
" Boş verin yakında zaten öğreneceksiniz. "diyerek kurcalamalarının boş olacağını belli ettim.
" Peki o halde yarın görüşürüz çünkü uyku saatim çoktan başladı ve geçti. "diyerek anında arkasına dönüp uzaklaşmaya başladı Dennis.
Dennis gittikten sonra diğerleri de ona eşlik etti. Bahçede ben ve Victoria tek kalmıştık.
" Neler oluyor anlatacak mısın bana? "dediği sırada sadece sustum. O ise bu suskunluğumun bir müddet daha devam edeceğini daha sonra ona anlatacağımı anlamıştı. Bunun için fazla bu konuyu diretmedi ve iyi geceler dileyip oda odasına gitmek için içeriye doğru ilerledi.
Victoria 'da gittikten sonra bahçede yapayalnız kalmıştım. Biraz buğulu bir denizde yüzme vakti gelip çatmıştı. Derin bir nefes alıp verdim. Ağırlıkların her geçen günün ardından daha fazla yormaya başladığını hissediyordum.
Artık tamamen o hafif olan ruhumun ayaklarına bir beton yığını bağlanmış ve bu beton yığını ruhumu okyanusun dibine doğru çekiyordu. Yüzeyden her saniye daha fazla uzaklaşıyor umut kırıntıları benden ıslanarak ayrılıp parçalara ayrılıyordu. Giderek yok olmakla bir bütün oluyor kendimi kaybediyordum. En kötü yanı ise buna hayır diyemiyor olmamdı. Dediğim gibi en büyük acıyı ben kendime veriyordum.
Kimse değil kimsenin ruhumda izleri yoktu var olan izler sadece bana aitti. Ve sanırım uzun bir müddet bu böyle olacaktı. Çünkü kurallarına sadık biriydim ve bu ancak büyük bir darbe almamla değişime uğrardı ve ben zaten o darbeyi çoktan almış büyük bir değişimi başlatmıştım. Şimdi o darbeyi başka bir ruha iade etme zamanıydı. Ve bu zaman çok yakın bir zamandı. Çünkü istediğim şeyleri geçte olsa mutlaka yapardım. Bu kendimde en sevdiğim özelliğimdi.
Saniyeler öncesi isteğim üzerine Yezra 'nın günlüğü şu an ellerimin arasında duruyordu. Onun hissettiklerini okumak ve yaşadıklarını öğrenmek ve takındığı tavrı bilmek beni farklı bir kapıdan bakmamı sağlıyordu dünyaya. Ve o dünya çok tehlikeli bir dünyaya açılıyordu. Ama büyük bedeller ödetmek için büyük bir bedel ödemek lazımdı. Ben bedelimi ödemiştim şimdi ödetme zamanıydı.
Siyah sert kapağa sahip olan günlüğün kapağını açıp kaldığım yerden devam ettim okumaya.
Yakılan bir hayalin izleri.....
Acılar bir gölge misali ruhuma kazındı. Acılar her şeyim oldu. Her an her daim benle hayata karşı ilk adımımı atmamı sağladı. Ben onunla gözlerimi açtım onunla şu harelerimi kapatıyor olacaktım. Ve etrafımda sonsuza kadar olacak tek şey yaşadığım acılarım olacaktı. Herkes gelip gitmeyi sürdürürken kalıcı ve daimi olan sadece benle büyüyen acılarım olacaktı. Ondandı ona alışmışlığım. Ondandı onu bu sahiplenmişliğim. Ve onandı ondan başka kimse sığınmayışım. Ne de zavallıca değil mi? Seni üzen bir şeye bağımlı olman ondan medet umman. Ama başka bir seçeneğimde yoktu ki? Aslında bana bir seçenek bırakmamışlardı. Bunu bile elimden almışlar beni kör bir kuyuya sertçe itmişlerdi. Ben ise o kuyuda bir ışık aramadan acıma tutunmuş hayatta kalmaya çalışıyordum. Tek varlığım tek yakınlığım bedenimde ruhumda zihnimde olan acımdı. Ve ben ondan başka nedense kümeye güvenmeyecek kadar kendimi güven sorunu olan biri gibi hissediyorum.
Güven kelimesi sana zarar veren kişinin yanında değilde seni koruyan kimsenin yanında hissettiğin duyguyken ben bunun tam tersini hissediyor zarar veren tarafta kendimi güven hissiyle tek başıma bırakıyordum. Bazı zıtlıklar tehlike arz ederken bazıları güven duygusunu hissettirir. Ben ise tam olarak o ikinci tarafta bulunan kişinin ta kendisiydim.
Sahi güven hissini de baştan inşa edemez miydik? Ben tam olarak bunu yapmıştım ve hiç pişman da değildim. Zaten istesem de normal olanı hissedemezdim. Çünkü sevdiklerim bende bir güven hissi bırakmıyordu. Daha çok o duygunun yok olmasını sağlıyordu. Okullar açılmış ve ben eski yaşantıma kaldığım yerden devam ediyordum. Her zamanki gibi onların varlığımı görmezden gelmesi ve benim ise hiç var olmamış gibi davranmam artık bir alışkanlık haline gelmişti. Okulda artık son senemdi ve okul bittikten sonra ne yapacaktım bilemiyorum çünkü okul düz olan hayatıma bir şekil çizerek az da olsa güne farklı uyanmamı sağlıyordu ama okul bittikten sonra tekrar ev benim için bir hapishaneye dönüşecekti. Ve ben hiç oradan ayrılmayacaktım. Başka bir uğraş buluna kadar.
Son senemde her okula gelişimde içimde bir burukluk var oluyordu. Nedeni bu günleri özleyeceğim olmamdı. Ama elimden de bir şey gelemezdi ki. Okul her türlü bitecek ve ben başka bir ana takılı kalacaktım. Taki o an gelene kadar ve sonlanana kadar. Şimdi ise çalışma masamda oturmuş ve kapının ardında yenen yemekte olan kişilerin konuşma seslerini istemeden de olsa dinlemek durumunda kalıyordum. Sıkıcı anım biraz da olsa sıkıcılığından uzaklaşıyordu. Yemekte konuşulan konu ise okullar açılmadan yapılacak küçük bir tatil kaçamağıydı. Ve ben bu tatil planı içerisinde değildim maalesef. Tek başıma bu evde kalacak ve öyle zamanı geçireceğim onlar gelene kadar. Benim için zor değildi. Çünkü alışıktım tek başıma bir şeyler yapmaya tek kalmaya da alışmak durumunda kalmıştım. Yemekler yenmiş ve herkes odasına çekilmişti. Ben ise geceleri pek uyuyamadığım için odamdan çıkarak kendimi üst katta bulunan terasa doğru yönlendirmiştim. Terasa çıktığım gibi direk hemen anında bir adım uzağımda olan küçük berjer kanepeme oturmuş ve geceyi seyretmeye başlamıştım. Bazen yıldızları izleye izleye terasta uyuya kalmışlığım çok olmuştu. Sabahları aynı yattığım gibi uyanıyordum. Kimse burada olan varlığımı görmüyordu ya da görmezden geliyor da olabiliyordular.
Sıkılmak bile artık benim için bir faaliyet değildi çünkü hep aynı şeyi yaşamak benim için bir andı ve ben o andan sıkılmayı hiç beceremedim.
Gündüzlerimde gecelerin izleri vardı. Çünkü bir kum tanesi aktığı gibi ardından bıraktığı izden takip ederdi onu bir diğer kum tanesi. Ve böyle böyle o haznede kum eksilir biterdi. Ve bende böyle böyle önümdeki izi takip ede ede günümü tamamlardım.
Sayfayı çevirdim ve kalan son paragrafı da okuyup son hislerini hissetmeye çalıştım.
Anıların içerisinde mutluluğu aramaya çalışan zavallının tekiyim. Bazı zamanlarda bunu hissediyordum. Benim bir anım sadece mutluluğa tanıklık etmişti. Onuda parça parça hatırlıyorum. Gerisi boşluk.
Paragrafı okumayı bitirdikten sonra kapağı kapattım ve yerine gerisin gitmesini sağladım. Günlük ellerimin arasından kaybolduktan sonra oturmuş olduğum salıncaktan doğrulup kulenin içerisine ilerlemeye başladım. Kulenin içerisine girdiğim gibi direk yorgun olduğumdan dolayı hızlı adımlarla odamın olduğu koridora doğru ilerlemeye başladım. Saniyelerin ardından ulaşmak istediğim yere gelmiştim. Odamın kapısına vardığım gibi kapıyı açıp içeriye girmeye hazırlanıyordum ki ismimi zikreden birini duyunca arkama doğru döndüm.
Omzumun gerisinden ona baktım. Sevgili hocam tam karşımda olan duvara omzunu yaslamış bana bakıyordu. Kaşlarım istemsizce çatılı hale geldi. Bu saatte burada ne arıyordu bu adam? Ve şu yüzünde var olan sırıtma da neyin nesiydi? Bir şeyden keyif almış bir hali vardı. Ona bu keyfi veren şey neydi merak etmiştim?
Ve şu an neden karşımda duruyordu? Bu adam yine neyin peşindeydi kim bilir? Ama içimden bir ses sanki konu benimle ilgili ve onun da bu konudan keyif aldığını benim ise hiç almayacağım bir şey olduğunu söylüyordu. Ah eğer kötü bir şeyse işte bu adamın gazabından birinin beni korumasını istiyordum çünkü konu bensem sınırları olmadığını iyi biliyordum çünkü benimde sınırlarım o varken konu içerisinde asla olmuyordu. Sınır ihlali yapmakta çok iyiydik ikimizde.
Bir adım atıp yüzümde olan merakla konuştum.
"Bu saatte bu neyin keyfi merak ettim ve neden şu an şu saatte benim karşımda duruyorsunuz sevgili öğretmenim?" diye sorduğum anda yüzündeki sırtıma kaybolmadan omzunu yasladığı duvardan çekilip bana doğru ilerledi. Sevgili öğretmenim kelimesine yaptığım iğnelemeyi bile görmezlikten geldi. Durumlar benim açımdan hiç iyi olmayan bir noktadaydı. Lacivert harelerinde yatan o bakış hiç iyi şeyler olmayacak alameti taşıyordu. Yine ne oldu ki bu adamın benim kıvıranan halimden zevk alacak keyfi vermiştiler? Çünkü hissettim. Şimdi şu an yaşadığı keyif fazlasıyla belli oluyordu duygu enerjisinden. Hafif kısık bir sesle öksürdü ve lacivert harelerinde ışıldayan bir bakışla konuşmaya başladı.
"Sadece bu gece güzel bir uyku çek çünkü sabah bana asistanlık yapacaksın ve şunu belirtmek isterim ki ben çok titiz bir öğretmenim yani bu seni zorlanacağın bir gün olacak demek. Erkenden odamda ol yapman gereken çok şey var hepsini halletmeden günü bitirmezsin. Yoksa kalan işleri ertesi günde yapmak durumunda kalırsın. "dediği sırada ben sadece ne anlatıyorsun dercesine bakıyordum ona.
" Pardon....pardon da ne asistanlığından bahsediyorsunuz? Ben size asistanlık falan yapmayacağım haberiniz olsun. Kendi kendinize bir şeyler kurmuşsunuz kafanızda çıkın o hayali dünyanızdan bence." dedim sesimdeki ani çıkışı saklamayarak. Ne diyordu bu adam ya! Asistanlık birde yapacağım ona ben ona bir saat katlanamıyorum birde bütün gün beraber olacakmışım. Evlerden ırak olsun. Sanırım kötü bir kabusun tam içerisinde olmalıyım.
" Geçen sefer şu generalden kurtulmak için böyle bir yalana başvurmuştun. O gün kütüphane bana yardım edememiştin acelemiz olduğu için ama şimdi bütün bir gün süremiz var kısıtlı değil. Bugün davette yaşanılanlardan dolayı Turul bey herkese ceza verdi uyarı niteliğinde olsun diye ve senin cezan da benim asistanım olmandı. Bu öneriyi ben sundum onlara. Ama üzülme senin için yararlı bir ceza bence. "diyerek olayı normalleştirmeye çalıştığı sırada ben hala duyduklarıma inanamadığım için sadece bakıyordum. Ah olamaz bu ceza değil katliam.
" Biliyor musun size söylemek istediğim çok şey var ama susmakla yetiniyorum sadece. Ve emin olun ki sizin olduğunuz bir ortamda her ne yaşarsam yaşayayım o an bana ceza değil lanet olur. Siz varken bana hayat zulüm olmaktan da öteye gidiyor. Ah beni kızdırmak için hiç bir anı kaçırmıyorsunuz tebrik ederim sizi bay Ahrar. İstediğiniz oldu şimdiden bir rahatsızlık duydum. Şimdiden mutlu olmalısınız. Rahat bir uyku uyuyabilirsiniz çünkü benim şu andan itibaren gözüme bir gram uyku bile girmeyecekte. Ve şimdiden lanetli uykular dilerim size. Çünkü benim için o lanet şimdi başladı malum sizin olduğunuz her an benim için lanetli anların çanının çalması demekte. "dedim tüm içimdeki kini kusarken. Çünkü sinir sistemim büyük bir darbe almış yıkılmaktan bin beter olmuştu. Ve hemen arkama dönüp odama girmek için acele ettim. Kapım kapanmadan önce onun şu sözlerimi acıyla tekrarladığını duydum.
" Lanetli geceler.... "
Sesinde var olan o tınıyı umursamazlıktan gelip direk karşıdaki pencereye doğru ilerledim. Çığlıklarımın etrafta duyulmasını istiyordum çünkü şu an beni tek rahatlatabilecek şey oydu. Ceza olarak gerçekten doğru kişiyi bulmuştular. Ah şimdiden sabahın hemen bitip gece olmasını istiyorum. Bütün gün diken üzerinde olacaktım. Dayanma kotam ne kadar dayanabilirdi bilemiyorum. Ama gittiği dayandığı yere kadar bu adama dayanmaya çalışacaktım.
Pencereden bakışlarımı direk çekip odamda gezdirip kısaca beni oyalayacak bir şey aramaya başladım. Ama bulamadım. Şimdiden vücuduma tüm sinirlerim akın etmişti. Bütün gün patlayacak bir pim gibi etrafta dolaşacaktım. Çok güzel bir güne adım atmak üzereydim ne ala ama ne ala. İçimde var olan şu her yeri yerle bir et fikrini yapmamak için büyük uğraş veriyordum.
Odada bir oraya bir buraya gidip gelirken sesli bir şekilde kendimi sakinleştirmek için gereksiz uğraşlar veriyordum.
"Hadi ama sadece bir gün ne olacak bunda hem ona bir saat katlanıyorsun bir 23 saat daha katlanabilirsin bence hem böylece dayanma gücünü de ölçmüş olacaksın Emira. Dayan kızım sen neyin üstesinden geldin bir gün sana koymaz." dedim ama hiç te ikna olan bir yanım da yoktu.
" Tüm üstesinden geldiklerim bunun yanında kül kül! "diyerek neredeyse ağlayan bir sesle konuştum. Ah hadi ama bu çok kalleşçe . Başka bir saldırı daha iyi olurdu benim açımdan ama olur mu beyefendi ona söylediğim tüm sözleri teker teker bana bedelini ödetmeden durur mu? Asla!
Odada gelip gitmeyi bırakıp kendimi yatağıma doğru hızla bıraktım. Pislik çok iyi yerden vurdu. Ama bunun rövanşı kesinlikle olurdu ve çok ağır bir rövanş olacağını belli etmekten çekinmedim. O bunun karşılığını çok güzel bir şekilde alacaktı. Sadece bu asistanlık işi bir bitsin bakalım ben ona ne anlar yaşatacağım.
Sinirden uyku falan da bırakmadı. Tüm yorgunluğumu, uykumu hepsini yıkıp attı yerine sinir sistemimi altüst eden bir an bıraktı. Güneş doğana kadar odada uyumadan vakit geçirdim. Aslında alışıktım uykusuzluğa çünkü bazı geceler istesem de bir türlü uyumayı başaramaz geceyi öyle sabah ederdim. Zaten bu uykusuzluk ve ara sıra baş gösteren şu baş ağrıları çok fazlaydı ve bu dikkatimi çok çekiyordu çünkü hiçbir sebep yokken birden ortaya çıkmaları çok düşündürüyordu.
Sonunda güneş doğmuş ve bende bugün yaşayacağım onca şeye şimdiden isteksiz isteksiz hazırlık yapmaya başladım. Üzerimi giyip direk kedimi odamdan dışarı attım. Yörüngem yemekhaneydi çünkü orada kahvaltı edildikten sonra herkes güne başlardı. Yemekhanenin olduğu koridora geldiğim anda beni biraz ileride öylece duvara sırtını yaslayıp derin derin düşünen Ahrar hoca karşıladı. Umarım beklediği kişi ben değilimdir.
Bir adım atıp koridorda ilerlemeye başladım. Koridorda adım sesim duyulunca anında lacivert bakışları gelen sese bakınmak için benim olduğum tarafa çevrildi . Saatler öncesinde giymiş olduğu kıyafeti değişmiş yerine siyah ama farklı kıyafetler giymişti. Siyah bir kazak ve siyah bir pantolon. Hava artık git gide soğumaya başladığı için artık kulede yazlık kıyafet giymemeye özen gösteriyordular. Birkaç adım sonra onunla karşı karşıya geldiğim sırada istemeden de olsa bakışlarım onu tekrar buldu. Ama onun bakışları benim gözlerimde olmak yerine bedenime çevrilmişti. Lacivert hareleri beni inceliyordu.
"Sence de bu havaya göre biraz ince giyinmemiş misin?" dediği sırada sadece baktım. Sessiz kalmamdan ötürü sorduğu sorunun cevabını alamadı.
"İzin verirseniz yemek yiyeceğim." dediğim anda önümden çekilmedi. Bu hareketine sadece gözlerimi devirdim. Yine ne isteyecekti kim bilir?
" Kahvaltıyı sen bugünlük mutfakta ye. Sonuçta yadırgamazsın ilk anlar bize kendini bir çalışan olarak tanımıştın. Ben birkaç dakika sonra seni almaya geleceğim o ana kadar kahvaltını etmiş olursun." dediği sırada bir adım sopa kayıp yürümeye başladım. Ben ilerlerken o arkamdan seslendi.
" Nereye gidiyorsun? "dedi kızgın bir sesle.
" Mutfağa.. "diye kısaca cevap verdim. Hem mutfakta ye diyor hemde nereye diye soruyor.
" Israr edersin sanıyordum. "diye alaylı bir sesle konuştuğu anda yürümeyi bırakmadan onun duyacağı bir ses tonuyla konuştum.
" Hayır bugün sizinle bütün gün bir arada olacağım zaten neden bu süreyi uzatayım ki. Çabuk bitmesini isterken hemde bugünün . "dedikten sonra sağa sapmış ve mutfağa doğru ilerlemiştim.
Mutfağa giriş yaptığımda çalışanlar ilk burada olduğumu yadırgamış sonra biraz ileride duran küçük masaya ilerlemiş ve sandalyeye oturmuştum.
"Kahvaltımı burada edeceğim de benim için rica etsem servis açar mısınız?" dediğim anda mutfakta bulunanlar hızlı bir şekilde benim için telaşlı bir halde kahvaltı hazırlamaya başlamıştılar.
Kahvaltı hazır olduktan sonra direk kahvaltıya başlamış ve hızlı bir şekilde kahvaltımı ettikten sonra ayağa kalkmıştım. Masayı toplamaya hazırlanırken çalışanlar buna itiraz etmiş ve kendileri masayı toplamıştılar. Bende daha fazla zaman kaybetmemek adına mutfaktan çıkıp direk Ahrar hoca beni almaya gelmeden onun çalışma odasına doğru harekete geçmiştim.
Odasının olduğu kata geldiğimde derin bir nefes alıp verdim. Buna gerçekten ihtiyacım vardı. Bugün adam üzerime oynamaktan asla çekinmeyecekti. Şimdiden yüzüme vurmaya başlamıştı daha önceden yapmış olduklarımı. Kapıyı çalıp gel komutunu aldığım gibi içeri girdim. İçeri girdiğim anda beni bir sarsıntı karşıladı. Kurnaz.....! Gelen kişinin ben olmayacağımı düşündüğü için beni görünce şaşırmış ardından etrafa attığım bakışları görünce memnuniyetle gülümsemişti. Her şeyi kasıtlı yapmıştı. Damarıma damarıma basmak için hiç bir fırsatı dahi kaçırmıyordu kurnaz...!
İçimden ettiğim küfürlerle beraber ardımda olan kapıyı kapatmış ve içeriye doğru ilerlemiştim. Odada bulunan duvarlara sabitlenmiş raflarda bulunan kitaplar nedendir bilinmez bugün her yerdeydi.
Nedendir bilinmez her gün tertipli düzeninden şaşmayan adam bugün bu dağınıklıkla iç içeydi. Bende Emira değilsem bu adam bugün benim sonumu getirmek için büyük bir prodüksiyon kurmadıysa ne olayım. Ben sessiz sessiz dururken yerimde oturduğu sandalyeye iyice yaslandı ve lacivert hareleri solumda duran raflara çevrildi. Birkaç dakika raflardaki kitaplarda bakışları oyalandı.
Harelerinde bir anda beliren o ışıltı son duanı et diyordu kızım. Vücuduma akın akın eden siniri geri göndermek için çabaladım ama boşaydı. Çünkü bu karşımda duran insan müsveddesi varken çok zordu bunu yapmak. Bakışları raftan uzaklaştı ve olduğum tarafa çevrildi.
Kısa bir süre bana baktı ve sonra ileride ulan rafta duran kitapları gösterirken konuştu.
"Şunları isimlerine göre diz."dediği anda içimden derin bir ya sabır çektim.Çünkü bütün gün buna ihtiyacım olacaktı. Bakışlarımla öldürme yeteneğim olsaydı ilk onu öldürürdüm kesin. Lacivert harelerine bıkkınlıkla bakıyordum. Kısık onun duymayacağı bir sesle konuştum.
"Asistanlık mı yapıyorum yoksa hizmetçisi miyim anlamadım?" dediğim sırada anında içimden içimden konuştuğum için anlamamış olmalı ki kaşlarını çatarak bana baktı.
"Ne dedin?"diye tok sesiyle sordu. Bir süre sadece sustum sırf daha da çileden çıksın diye. Ve istediğimi de aldım. Olduğu yerde daha da köpürmüş bir halde sabır dilercesine bana bakıyordu. Sonunda istediğim görüntüyü gördüğüm için susmayı bıraktım.
"Dayan dayan diyorum kendime" diyerek lafı çevirdim. Söylediklerimi kısaca sorguladı.
"O kadar da katlanılmaz ve zor değil ama?" diye sorarcasına baktı. Daha çok kendine söylüyor gibiydi. Ama neyi kast ettiğini anlamadım. Kendini mi kast ediyordu yoksa bugün olacakları mı?
"Ah onu birde bana sormak lazım." diyerek elimde tuttuğum kitapları ismine göre düzeltmeye devam ettim. Zor değildi ama işim zaman alacaktı. . Ah adım kadar eminim ki bilerek bu çalışma odasını bu kadar dağıtmıştı. Sırf beni böyle görmek için yoksa her zaman düzenli olan adam bugün de dağınık olacak değil ya! Ama dayanacağım gün bitene kadar.
İçimden bir ses bu da başlangıç daha zorlu etaplara gelmedik diyor. Konuşmamızın ardından odada bir sessizlik doğdu ve kendi yapmam gereken işime odaklandım ve dağılmış olan kitapları sırasıyla dizmeye devam ettim raflara. Bir süre sonra keyif ala ala dizmeye başladım kitapları. Zaten kitapları okumayı çok sevdiğim için bana sıkıcı ve zor gelmeyen bir işti verdiği görev.
Kitapları bir yandan diziyor bir yandan da içeriğine kısa bir göz atarak neyle ilgili kitaplar olduğunu anlamaya çalışıyorum. Zaten çoğu kitap eğitim kitaplarıydı. Bazı kitaplar ise büyüyle ilgili kitaplardı. Şu ana kadar hiç okuma kitabını görmemiştim. Ya burada bulunmuyordu. Ya da bu adam eğitim dışında keyif almak için kitap okumuyordu. Ahrar hocanın ne yaptığını merak etmiştim çünkü uzun bir müddet sessiz kalması merakımı uyandırmıştı. Omzumun gerisinden ne yaptığına bakmaya başladım.
Ben kitapları dizerken oda masasına oturmuş imzalaması gereken belgeleri imzalıyordu. Kendini o kadar kaptırmıştı ki yaptığı işe ona baktığımı fark bile etmemişti. İşime gelirdi birde onu gözetlediğimi düşünmesini istemezdim. Başımı önüme çevirdim ve rafta dağınık duran kitapları dizmeye devam ettim.
Elimde tutmuş olduğum basit büyüler kitabını yer alması gereken yere koyacağım an birden onun sesi yankılandı odada.
"Öğleden sonra bir dersim var ve ona sende katılacaksın. Orada birkaç büyü uygulaması yaparken sende orada bana asistanlık yapmaya devam edeceksin." dediği anda sadece içimden küfürler etmekle yetinmek durumunda kaldım. Kıyamet kopacaktı ama ne zaman orası muamma.
" Bir şey demedin?"dedi anda arkama dönüp bakmadan konuştum..
" Siz zaten günü planlanmış ona göre planı devreye almışsınız. Bana sadece uymak kalıyor. "diye aksi bir sesle konuştum. Sözlerimden hemen sonra sadece kısık homurtusunu duydum. Hah birde söyleniyordu asıl burada yakınacak biri varsa o da benim ben! Ama beyefendi sızlanıyordu nedense!
Huysuz adam ne olacak!
Bir saat sonra tamamen tüm kitapları ismine göre sırasıyla dizmiştim. O sırada Ahrar hoca ise tüm yapması gereken her şeyi bitirmişti. Çalışma odasına işimiz bittiği için odadan çıkmış ve dersin yapacağı dersliklere doğru ilerlemeye başlamıştık. Bir adım gerisinde ilerliyordum. O ise yine takınmış olduğu öğretmen kimliğiyle önümde ruhsuz bir yüz ifadesiyle düz ve kendinden emin adımlarla ilerliyordu.
Merdivenlerin olduğu koridora gelmiş ve yavaş adımlarla basamakları çıkmaya başlamıştık. Son basamağı da çıkmayı bitirdikten sonra dersin yapılacağı sınıfın kapısının önüne varmıştık. Ahrar hoca kapının kulpunu tutup kapıyı açmış ve içeri adımlamıştı. Onu takip ederken bende içeri girmiştim. İçeri girdiğim anda beni sınıftaki öğrenciler karşılamıştı. İçlerinde tanıdık olan birileri daha vardı. Varisler ve Dennis.
Tabi ilk başta neden burada olduğumu sorgulamıştılar sonra dünkü olay yüzünden hepimiz ceza almıştık farklı farklı. Onların ki benden daha farklı bir cezaydı. Bir daha benle aynı ortamda kısa bir süre yalnız kalamayacaklardı. Ben ise onlardan daha farklı bir ceza almıştım. Üstelik ben iki ceza alırken onlar bir tane almıştı. Evet yanlış duymadınız ben toplamda iki ceza almıştım. Ele başı ben olduğum için caydırıcı bir yol izledikleri için iki ceza ile sınırlı tutulmuştum. Birinci cezam bende onlarla bir müddet bir araya gelmeyecektim tek başıma. İkinci ceza bugün bütün gün Ahrar hocaya asistanlık yapacaktım.
Benim halimi gören Dennis ve Varisler anında sinir bozucu bir sırıtma ile bana bakmaya başlamıştılar. Bu ders gerçek anlamda iyi geçmeyecektir. Cezalı olduğumu bildikleri için onlara eğlence çıkmıştı.
Bana bu dersi zindan edecek altı kişi varken sabrımın sınırları fazlasıyla zorlanacaktı.
Ahrar hoca içeri girdiği gibi masasına doğru ilerlemiş ve direk kolunun altına sıkıştırmış olduğu kitapları masasının üzerine bıraktığı gibi dersin başladığını ve içeride olan gürültünün sona ermesini istemişti. Ahrar hoca konuştuğu anda içeride bulunan gürültü anında kesilmiş hepsi pür dikkat Ahrar hocayı dinlemeye koyulmuştu.
Ahrar hocanın yapısı gereği sert bir öğretmen olduğu için bence kimse kolay kolay ona karşı çıkmaya cesaret edemez. Adamın zaten ünü bile yeter insanı korkutmaya. Ruhu olmayan adam. Bir müddet içeride bulunanları izledikten sonra harekete geçtim. Ben de bana ayrılan yere geçip oturmuştum.
"Evet bugün bana derste asistanlık edecek kişi prenses Emira. Şimdi herkes dersi iyi bir şekilde dinlesin ve not alsın." diye tok sesiyle konuştuğu anda bakışlarım ona çevrilmese de tüm algılarım ondaydı. Öğrenciler komutu aldığı gibi ders içi hazırlıklarına başlamıştılar.
Bazı öğrenciler dersi dinliyor bazıları ise hem dinleyip hemde not alıyordu. Bazıları ise hiçte dinliyor gibi değildi. Ahrar hoca dersi anlatırken olabildiğince detay dahi atlamadan her bilgiyi öğrencilerine anlatmaya çalışıyordu.
İlk olarak derse gelişinde konuyu kısa ve öz bir şekilde herkesin anlayacağı biçimde anlatmış. Herhangi bir yerde bir sıkıntı olduğu anda bile usanmadan anlatmıştı baştan sona. Sorulan soruları teker teker cevaplıyor olabildiğince basit bir şekilde konuyu anlatmaya çalışarak herkesin aynı düzeyde anlamasını sağlıyordu.
Sonunda anlatma kısmı bitmiş ve uygulama kısmı başlamıştı. Ahrar hoca herkesin açması gereken sayfayı açmasını ve büyüde kullanılan malzemeleri temin etmelerini istemişti sınıfta bulunan malzeme deposundan. Herkes oturduğu yerden kalkıp malzemelerin olduğu yere doğru ilerlemişti. Tabii Dehri bana takılmadan geçememişti.
"Renas hocam ben bir yerde takıldım da asistanınız Emira hanım yardımcı olabilir mi acaba bana?" diye sorduğunda Ahrar hoca bir süre düşünmüş ardından onaylayan bakışlarla bakmıştı Dehri 'ye. Oturduğum yerde sesli bir nefes verip Dehri' nin olduğu yere doğru istemeyen adımlarla ilerledim.
Yanına vardığım esnada elinde tuttuğu kitaba kısaca bir bakındığımda bildiğim bir büyü olduğunu görünce kitaba bile bakma gereği duymadan karşımda duran malzeme alanına gidip malzemeleri teker teker bulup onları Dehri 'nin neredeyse yüzüne fırlatırcasına ona vermeye başladım.
Sonunda bittiği esnada malzemeler tam eski yerime geçeceğim an bu sefer Dennis yardıma ihtiyacı olduğunu söyleyerek ona da yardım etmemi talep etmişti Ahrar hocadan. Ahrar hoca ise hiç düşünmeden direk onaylamıştı tekrar. Sabır dileyerek Dennis için de malzemeleri eksiksiz olarak temin edip yerime geçmiştim. Diğerler Varisler ise kendi başlarına malzemeleri temin etmişti.
Ben bana ayrılan yer geçip sınıfta bulunan öğrencileri izlerken Ahrar hoca ise o sırada biraz ileride küçük bir masada uygulamalı olarak büyüyü yapmayı gösteriyordu. Öğrenciler onu pür dikkat izleyerek onlarda büyüyü yapmaya başlamıştı. Onları izlerken aklıma ilk bu büyüyü yaptığım an geldi. Tabii ilk anda yapamamış her şeyi mahvetmiştim ama deneye deneye sonunda olması gerektiği şekilde bu büyüyü yapmayı başarmıştım.
Büyü bir nesneye can verme büyüsüydü. Sınıfa bulunanların hepsi farklı bulmuş oldukları nesneye can vermeye çalışıyordu. Ben bu büyüyü yaparken ormanda bulunuyordum ve o an orada bir taşa can vermiştim. Tabi taşın birden canlanır canlanmaz bana doğru fırlamasını beklemiyordum. Büyüyü yaparken bir cümleyi yanlış telaffuz ettiğim için hem taşa can vermiş hemde onun bir kanguru misali zıplamasını sağlamıştım.
Tabi bu özelliği devre dışı bırakana kadar biraz darbe yemiştim. Bu yüzümde küçük bir tebessüm bırakacağı esnada biri tarafından izlenme hissine kapıldığım için direk bakışlarım beni izleyen kişiye çevrildi. Ahrar hoca... Büyüyü tamamlamış ve sınıfta öğrenciler büyüyü yaparken o beni izliyordu. Gözlerim onun lacivert hareleri ile kesiştiği anda direk bakışlarını benden çekip sınıfta bulunan öğrencilere çevirdi .
Bazı anlar beni tuhaflaştıran anlarla baş başa bırakıyordu Ahrar hoca. Olduğum yerde dersi izlemeye devam ettim. Taki Ahrar hoca derste tüm öğrencilerle beraber beni de uygulama dersine alana kadar.
"Prenses Emira sizi de bu büyüyü yaparken görmek isteriz." dediği anda hay hay dercesine başımı salladım ve onun olduğu tarafa ilerlemeye başladım. Ahrar hocanın yanına geldiğim anda yarım kalmış büyüyü hem yapmaya hemde anlatmaya çalıştım bir öğretmen edasıyla.
" Büyünün malzemelerini sırasına göre yapmanız önemli yoksa bir hataya sebep olursunuz. Genelde bu büyü daha çok zor durumda olduğunuz anlarda kullanabilirsiniz. Mesela bir nesneyi canlandırıp onu kendinizle birlikte karşınızda bulunan kişi için bir silah haline getirebilirsiniz. Ve ayrıca yanınızda malzemeler bulunmazsa bile büyü sözleri bile yeterli olur tabi bu kolay değildir. Telaffuzu da doğru söylemek lazım yoksa büyü amacından sapar ve olur olmadık bir şeye sebep olabilirsiniz. Ve ayrıca sözleri canlandırmayı düşündüğünüz şeye bakarak söylemelisiniz. "dedim ve son malzemeleride küçük kazana ekledim ve büyü sözlerini malzemelerin olduğu kazana bakarak söyledim evet kazanı canlandırmayı düşünüyorum. Sesli bir şekilde büyü sözlerini söylemeye başladım.
" Ruhu özüne yansıt ruhuna can veren bedene hapset. Ruhu özgür bırak. Ruh özgürlüğünü bulsun ruhani bedene hapsolsun." 'Recogita animam ad essentiam tuam, liga animam tuam in corpore vivificante. Libera animam. Libertatem inveniat anima, constringatur in corpore spirituali.' dedim son cümleyi söyler söylemez anında kazan olduğu yerde hafif bir şekilde kıpırdadı ve hareket etmeye başladı. Bir aksilik olmasın diye onu başka bir büyü sözüyle hareketsiz kalmasına sebep oldum. Büyü eksiksiz bir şekilde yaptıktan sonra sınıfta bulunan kişilere kısa bir göz attım.
"Basit bir büyü olduğu için müdahale edilmesi bir zamandan sonra kolay oluyor." dedim ve Ahrar hocaya yandan bir bakış atıp tekrar konuştum.
"Bence siz Kalapria büyüsünü öğrenmelisiniz çünkü çok güzel bir büyü. Kısa bir süre de olsa karşınızda olan kişilerin zihnini kontrol edip onu yönlendirebiliyorsunuz. Büyü sözleri ise çok kısa ve basit. 'Descendant moenia, vincatur animus magico vestigio animae.' "Duvarlar yıkılsın zihin ele geçirilsin sihirle bir ruhun iziyle." dediğim anda birden sınıfta bulunan herkes yanında olan kişiye doğru dönüp söylediğim büyü sözlerini söyleyip karşısında olan kişinin zihnine sızdı.
Ahrar hocanın kızmasın beklerken birden bana doğru harekete geçti ve söylediğim büyü sözlerini sesli bir şekilde söyledi bana karşı. Sadece güldüm bu hareketine karşı. Bilmiyordu ki benim zihnim bir kalkanla korunuyordu. Hemde benim oluşturmuş olduğum kalkanla. Ama küçük bir oyunun zararı olmazdı.
O zihnime sızmaya çalışırken ona duymasını istediğim sözlerin zihnimde çınlamasını sağladım.
"Olmuyor mu duvarı aşamıyor musunuz?" dedim eğlenirken. Çünkü şimdi eğlenme ksımı bana geçmişti ama zihin kalkanımı zorladığı aşikardı çünkü sert bir darbenin oluşturmuş olduğum kalkanı fazlasıyla zorluyordu.
"Zararlı bir girişim." dediğim anda kaşlarını çattı. Ama susmadım ve kısık sesle konuştum. "Hadi ama kolayca zihnime girebileceğinizi mi sandınız? Çok kötü bir düşünce bu." diyerek sözümü tamamladım.
Kalkanı geçemeyeceğini anlayınca anında zihnimi zorlamayı bıraktı. Ama bu sefer ben onun zihnine sızmaya çalıştım.
"Hadi ama o kadar da küstah bir kadın değilim." dediğim anda hemen başını bana doğur çevirdi. Lacivert harelerinde sinir yavaş yavaş yerleşmeye başladı.
"Baş belası olduğumu düşünmüyorum." dedim homurdanarak. Anında sağ eli yumruk oldu.
"Şunu yapmayı kes!" dedi neredeyse bağıran bir sesle.
"Neyi? "diyerek bilmezlikten gelmeye çalıştım.
" Lanet olası şu zihnime girme işlevini. "dediğinde kelimelerin üstüne basa basa anında gözlerimi devirdim. Hadi ama o yapsa böyle köpürmemi bile alaylı bir şekilde karşılardı ama bana gelince ruhsuz bir yüz ifadesiyle azarlayarak buna son vermemi istiyor. Sanki ilk yapan bendim o başlatmıştı ilk bende devam etmiştim.
O yapamadıysa benim bunda ne suçum var ki? Hiçte suçlu benmişim gibi davranmamalı. O böyle bir şey yapmasaydı benim aklıma bile gelmezdi. Ama bazı zamanlar onun zihnine sızıp benim hakkımda ne hissettiğini öğrenmek istiyordum. Ama son anda kendimi dizginleyip bunu yapmaya mani oluyordum.
Olduğum yerden ayrılıp direk bana ayrılan yere geçip ders sonuna kadar hiçbir şekilde derse mani olacak bir şey yapmadan dersin bitmesini beklemiştim. Ders bitiminde öğrenciler sınıftan ayrılırken ben Ahrar hocanın bir şey demesini beklemiştim.
Masasına doğru ilerlemiş ve eşyalarını aldıktan sonra beni takip et bakışı atıp sınıftan dışarı çıkmak için harekete geçmişti. Bende istemeye istemeye onu ardından takip etmiştim. Sınıftan çıktıktan sonra Ahrar hoca çalışma odasına eşyalarını bırakmış ve kulenin arşivine inmemiz gerektiğini söylemişti.
Arşivde bir belgeye bakması lazımmış ve ona bu konuda yardım etmem gerektiğini söylemişti. Yani bir açıdan bakınca güzel bir aktivite olacağını düşündüğüm için bir şey dememiş onu takip etmiştim. Kulenin en alt katında bulunan arşive gitmek için mutfağın yanında bulunan alt kata inen merdivenleri kullanmıştık. Ahrar hoca birkaç basamak önde bende onu geriden takip ediyordum. İndiğimiz katı duvarlara asılı olan meşaleler aydınlatıyordu. Önümüzde olan küçük dar ama uzun koridorda arka arkaya ilerlemeye başladık.
"Ses etmediğine göre arşive inmek cazip gelmiş olmalı?" diye sorduğunda anında yanımda bulunan duvara elimi yaslayıp elimi yavaşça duvarda sürterek ilerlemeye başladım.
Kısa bir süre daha konuşmadım. Tabii bu onu fazlasıyla bozmuş olmalı ki hızla ilerleyemeye başladı koridorda. Bununla konuşmaya da gelinmiyor susmayada! Çokta umurumda da onunla konuşmak her sorusuna cevap vermemi bekliyor beden. Koridorun sonuna ulaştığımız anda önümüzdeki kapıyı aralayıp içeri girdi ve kapıyı sertçe kapattı arkasından . Benim için kapıyı açma gereği bile duymadı. Kapıyı neredeyse yüzüme çarpacaktı eğer ben bir adım geride durmasaydım.
Hah kendini beğenmiş egoist ne olacak! Nelere katlanıyorum ben nelere kimse bilmiyor. Herkesin de ayrı kaprisini çekiyorum. Birde bana diyorlar kendini beğenmiş burnu havada. Ben bunların yanında sütten çıkmış ak kaşığım ya! Ah dayan dayan Emira bu günler kısa yakında kurtulacaksın bu ve bunun gibilerinden.
Ciğerlerime temiz bir nefes çekip kapıyı aralayıp içeri giriş yaptım. İçeri girdiğim anda beni geniş uzun bir arşiv alanı karşıladı. Ben arşiv odasını incelerken Ahrar hoca çoktan arşivde armaya koyulmuştu. Artık her ne arıyorsa bu denli aceleci bir halde. Ardımdan kapıyı kapattım ve arşivde bulunan dolaplara ilerledim.
"Ne arıyoruz öğrenebilir miyim? Ona göre arama yapmam kolay olacak." dediğim anda arkasına dönüp bakmadan konuştu tok sesiyle.
"Karanlık portala hapsolmuş kişilerin dosyası olmalı burada onunla ilgili bir dosya var burada bunu bulmam gerekiyor sende yardım edeceksin." dediğinde o dosyayı canı gönülden isteyen bir sesle anında görmesede başımı salladım. Neden bu kadar önemliydi ki bu dosyayı bulmak merak etmiştim.
Bir. Şey demeden aramaya koyuldum. Bakalım bulabilecek miydik bu dosyayı bu karmaşıklık içerisinde.
5 saat sonra...
Neredeyse beş saat burada Ahrar hocanın istediği dosyayı arıyorduk ama hala nedense ne o ne de ben bulabilmiştik. Arşiv geniş ve büyük olduğu için araması da o kadar zor oluyordu. Yorulduğum için biraz ileride olan masaya doğru ilerledim. Benim masaya ilerlediğimi görünce beni incelerken dudaklarını aralayıp konuştu.
" Bu saate kadar dayanman bile mucize ben ilk saatlerde pes edersin sanmıştım ama iyi dayandın." dedi söylediği sözlerdeki gerçeğin farkına varırken. Bu kadar çabuk pes eden birine mi benziyorum onun tarafından?
"Bence aradığınız şey burada değil . Çoğu yere baktık bence yanlış yerde arıyorsunuz." dedim onun iğnelemesini es geçerek. Sözlerimin gerçek olmasından korkar bir ifadeyle bana baktı.
"Burada olmalı en son burada olduğu söylenmişti." dedi dalgın dalgın.
Ben masaya yaklaşıp sandalyeye oturduktan sonra oda kısa bir süre dinlemek için karşımda olan sandalyeye doğru ilerleyip oturdu.
Masaya oturduğu anda derin derin düşüncelere dalıp girmişti. Onu o derin düşüncelerden çekip almak istedim ama sadece istemekle yetindim. Tam bir şey diyecektim ki birden ne olduysa Ahrar hocayla beraber olduğumuz yerden ışınlanmış başka bir yere geçiş yapmıştık.
Nereye gelmiştik biz? Hemde beraber..
|
0% |