Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2 - Ruha Hapsolmuş Karanlık

@kumsallardagezen12

『 Ruhumun acıyla kefaret savaşı... 』

 

Kanardı ruhlar ama dikiş tutar mıydı? Bunu işte bilmiyorum. Hayat insanları her konuda zorluyordu. Zorlandıkça hayata olan umut bağımız yavaşça incelemeye başlıyordu. Soğuk zihnimde beliren kirli düşüncelerim hayatın acımasızlığını dile getiriyordu. Ama ben onca isyana rağmen görmezden geliyordum bana yaşatılanları. Siliyordum her gece yaşadıklarımı hafızamdan. Yaşadığım acımasızlığı kelimelere dökemiyordum bundan dahi çekiniyordum. Kanayan geçmişim onarılmazdı.

 

Her zaman yarası deşiliyor gün yüzüne çıkartılıyordu. Bir bakıma iyileşmem istenmiyordu. Bende buna kayıtsız kalıyordum. Çünkü savaşmayı bırakalı asırlar olmuştu. Ben bile isteye sessizliğin gücüne boyun eğmiştim. Bunu hiç zorlanmadan yapmış ve yapmaya devam etmiştim. Hücrelerim yıkıma uğruyordu aldığım her darbede ama ben usanmadan devam ediyordum yaşamaya. Ölene kadar buna katlanmak zorundaydım. Bataklığa sapladığım ürkek ruhum etrafındaki otlar sayesinde sarmalayarak dış etkenlerden gizliyordum.

 

Bir tek zararı ben verebilirdim ruhuma. Sadece ben. Başkasının zararını kabullenmezdim. Çünkü ben en çok zarar verebilir kendimi yaralayabilirdim. Benim derdim aslında kendimleydi. Bu hiç değişmedi. Bu hayatın bana sunduklarını kabullenmeyip acımasızlığı istemiş ama kavuşamamıştım. Ruhumu kandırmayı seçerek acıya mahkum olmuştum.

 

Kanasamda bunu görmezden gelerek kendimi yitiriyordum. Neydi ki gerçek acı bunu tarif edebilirdi mi insanoğlu kelimelerle? Bile bile gider miydik? Ya da biz mi gitmeyi son çıkış yolu biliyor ilk onu tercih ediyorduk. Garip. Fazlasıyla garipti. İnsanlar çözümlenmeyecek bir problemdi. Her koşulda farklı oluyor elbise değiştiriyor gibi kimlik ve maske değiştiriyorduk. Gerçekten normal değil bir o kadarda aynı gibiydik. Ve sahte.

 

Şimdi ise gözlerimi çantadan çıkmış olan ve rengi değişmiş olan kolyeye bakıyordum az önce o mor renkte değil miydi ne ara mordan turuncuya döndü? Acaba bir özel tasarım mıydı? Adımlarımı kolyeye doğru atmaya başladım. Kolyenin yanına vardığımda dizlerimin üzerine çökerek kolyeyi parmaklarımın arasına aldım. Şimdi kolye avcumun içinde duruyordu. Daha yakından incelemeye başladım. Çok sıradan bir kolye gibiydi bir o kadar da farklı. Nedeni bu kolyenin sanki farklı bir enerjisi olduğunu düşünüyorum.

 

Garip hissettiriyor bana. Kolyenin uzağında olsamda yanında da olsam da ellerimin arasına alsamda . Düşüncelerimi silkeleyip hemen yerden doğrularak karşımda duran pencereye doğru adımladım. Elimde tuttuğum kolyeyle birlikte .

 

Perdeyi hafifçe aralayarak buğulamış olan camdan dışarıya baktım. Ormanda gözlerimi gezdirdiğimde ağaçlar dışında başka bir şey yoktu. Bu tedirgin olmamı sağladı. Birkaç dakika öncesine kadar önümden hızla geçen o gölge hala zihnimin kuytularında geziyordu. O kime aitti? Acaba ben mi yanlış görmüştüm. Çok kararsızdım bu konuda. Derin bir nefes alıp kararmak üzere olan gökyüzüne baktım biraz sonra hava kararır orman karanlığa gömülecekti.

 

Saf karanlık. Arkadaşlık yapan anıları sarmalayan karanlık. Bakışlarım elimde tuttuğum kolyeye tekrar çevirip uzun uzadıya baktım hala rengini değiştirmemiş turuncu renkteydi. Bedenimi istemsizce bir titreme alınca elimde tuttuğum kolyeyi bırakma hissi oluştu ve karşımda duran masaya göz attım ardından karşımdaki masaya doğru ilerledim ve elimdeki kolyeyi yavaşça masaya bıraktım.

 

Hemen derin bir nefes alarak bedenimi arkaya çevirdim biraz uzağımdaki şömineye doğru ilerlemeye başladım. Adımlarım şöminenin karşısında durunca hemen yanındaki odunları ellerimle alıp şöminenin içerisine yerleştirip yanında duran çakmakla odunları tutuşturup ateşin odunu ele geçirmesini ruhsuz bakışlarımla izledim. Yavaş yavaş ateş odunla birleşiyordu. Yavaşça odun onu küle döndürmeye ele geçirmeye başlamıştı. Odundan çıkan çıtırtılarla sessizliğe ses olan sese odaklandım.

 

Üşüyen bedenimi şömineye doğru yaklaştırdım. Isınmak bedenime iyi gelecekti. Diz çökerek ateşin önünde ısınmaya başladım. Bazen zaman dursun ve böyle kalmak istiyordum. Ne karanlık ne aydınlık ne üzüntü ne mutluluk uğrasın bana. Derin bir nefes alıp ateşi seyre daldım. Sabahı bekleyecek sonra buradan gidecektim.

 

Burada olan gariplikleri unutup her zaman ki hayatıma devam edecektim. Burada olan burada kalacaktı. Şu an yapacak bir şey yoktu. Buradan arabam olmadan ayrılamazdım. Sabah olunca ana caddeye yürür birinden telefonunu rica eder Edim veya Kadir 'in beni almasını sağlayacaktım. Şömineye biraz daha odun koyup bir süre daha sessiz bir şekilde ateşi izledim ardından yapacak bir uğraş için odama doğru adımladım. Yarına kadar çizim yapsam iyi olurdu.

 

Hem böylece zaman çabuk geçer bu sessizlik içinde boğulmazdım. Aklıma gelenle kapıya baktım. Bu dağ evine tüm güvenlik önlemleri alarak inşa etmiştim. Dışarıdan normal gözükse de sağlam bir kapıya ve sağlam bir pencerelere sahipti. Bu konuda rahat olup rahatça yatabilirdim çizim yaptıktan sonra. Odama doğru ilerlemeye başlamıştım.

İçeriye girip çizim masama ilerledim. En iyisi şu anlık zihnimi rahatlatmaktı.

En çok bana iyi gelen şeyi yapmak.

 

3 saat sonra...

 

Kendimi kaptırmış çalışma masamda çizme odaklamıştım. Zihnimden bana sunulan her şeyi kaçırmadan en ufak detayına kadar çizmiştim . Yorulan zihnimi umursamadan kendimi bir işe vermiş zamanın geçmesini bekliyordum. Artık sabah olsun ve hemen buradan gitmek istiyordum. Masamda duran gece lambasına gözüm kayarken aniden duyduğum sesle yerimden doğruldum. Ses dış kapıdan gelmişti. Yaşadığım korkuyla elim ayağıma girmiş kıpırdamadan öylece sessizlik içinde bekliyorum neyi beklediğimi bilmeden. Zihnimden dışarı fırlamak isteyen düşüncelerimi zorlukla susturdum.

 

Belki de rüzgardan doğayı basamaklarda duran saksılardan biri düşmüştür. Evet... Evet bencede böyleydi. Kötüyü düşünmemeliydim. Derin bir nefes alıp ardından sessiz adımlarla odamdan ayrılarak salona doğru ilerlemeye başladım. İçeriden yanan tek ışık masamda duran lambaydı. Başka bir ışık huzmesi yoktu etrafımda. Karanlığı aydınlatan ay ışığında ilerleyerek salonda pencereye doğru gittim. Pencereye vardığımda perdeyi hafifçe araladım ve perdenin ardından dışarıya bakındım. Ama karanlık olduğu için hiçbir şey net değildi. Solumda duran kapıya tedirgin bakışlarımı çevirdim. Güvende miydim? Nedense böyle hissetmemiştim o gürültünün ardından.

 

Bakışlarımı karanlık salonda gezdirdiğimde masanın üstünde duran mavi kolye dikkatimi çekti. Şimdi ise turuncudan maviye dönmüştü. Bu kolye normal bir kolyeden çok uzaktı. Endişem git gide büyüyüp taşıyordu. Bu sefer ki adımlarını kolyeye doğru attım. Masanın üzerinden alıp avcumda tutarak daha yakından izledim. Acaba neden renk değiştiriyor? Önce mor sonra turuncu şimdi ise mavi. Bu kolyeyi çözememiştim. Hala sessizlik kendisini korumaya devam ediyordu. Belki de saksılardan biri düşmüştü. Zihnimi kandırdım her zamanki gibi.

Adımlarımı odama atacakken ormandan yüksek sesle yankılanan çığlıkları duymamla dumura uğramıştım. Bu çığlığı kim atmıştı ve neden?

 

Neler oluyordu burada anlamış değildim . Bu sesler kimden geliyordu? Çıldırmak üzereyim artık. Üst üste gerçekleşen bu olaylar fazlasıyla ürkütüyordu beni. Elimden bir şey de gelmiyordu ve burada yapayalnızım. Kötü bir şey olursa tek başıma nasıl halledecektim. Elimde duran kolyeyle beraber pencereye doğru ilerleyip tekrardan tül perdeyi aralayıp ormana baktım. Karanlıkta göz bebeklerim bir şey arıyordum. Bir nesne ya da bir insan bedeni. Her köşeye olduğunca bakamaya çalıştım. Uzun bir süre ormanı izledim ama her yer kapkaranlıktı ve ben karanlık dışında hiçbir şey görmedim. Sağ elimle ağrıyan başımı sertçe ovdum. Buraya gelmek tam bir aptallıktı.

 

Ve bu hayatımda yaptığım 2.aptallıktı. Başımı pencereye yaslayıp gözlerimi kapattım. Anında camın soğukluğu alnımdan bedenime sızmaya başladı.

 

Nedense yorgun ve bitkin hissediyordum bir o kadar da uykum vardı. Gözlerimi kapatmış öylece bekliyorum. Soğukluğu hisseden başımın ağrısı dinmişti sanki. En iyisi uyumaktır. Uyursam bu andan uzaklaşırdım. Gözlerimi açıp tam pencereden ayrılacakken biraz ilerde duran bir gölgeyle karşılaştım. Öylece korkudan kıpırdayamaz oldum.

 

Tam karşımda olan bir gölge vardı. Kıpırdamadan duruyordu. Ama sonra ne olduysa gölge hareket etmeye başladı. Yaşadığım korkuyu tarif edemiyorum şuan öylece durmuş gölgenin benim olduğum tarafa doğru gelmesini izliyordum. Bedenim kas katı kesilmişti. Sanki kalbim bile atamayı bırakmıştı aynı nefes almayı bıraktığım gibi.

 

Buraya geliyordu. Transtan çıkarak geri geri gitmeye başladım. Geri geri gitmemeden dolayı ayak bileklerim arkamda duran masanın kenarına çarpınca durdum. Kalbim hızlı hızlı atıyor, kulaklarım gümbürdüyor, soğuk soğuk terlemeye başlıyordum. Titreyen bedenim ile ne yapacağımı düşünmeye başladım. Buraya gelebilir mıydı? Belki de...

 

Daha fazla düşünmenin gereksiz olduğunu düşünerek aklıma gelen fikirle hemen odama doğru koştum ve titreyen ellerimle ardımdan kapıyı kapattım. Karşımda duran pencereyi sıkı sıkı perdelerle örtüp kilitli olup olmadığına baktım. Buraya gelebilir miydi o gölge? Geldiğinde ne olacaktı? Korkudan dolayı tüm mantığımı yitirmiştim.

 

Sırtımı kapının gövdesine yasayarak sessiz bir şekilde beklemeye başladım. Ölümünü bekleyen bir av gibi. Artık yaşadığım korkunun haddi hesabı yoktu. Bedenim bir zelzele misali tir tir titriyordu. Birinden yardımda isteyemiyordum. Etrafım dağ, taş, ormandı...

 

Yere doğru çömelerek öylece beklemeye devam ettim. Şimdi ne yapmalıyım? O gölge hala orada duruyordu mu acaba? Umarım bu her yaşadığım şey neyse hayalden ibaret olurdu. Dizlerimi kendime çekerek başımı dizime yasladım avcumu sıkı sıkıya örtmemden dolayı avcuma batan tırnaklarım bana acı veriyordu bundan dolayı sertçe avcuma açıp acıyı kendimden uzaklaştırdım. Avcum açıldıktan sonra avcumdan düşen kolyeye bakışlarımı çevirdim.

 

Sarı...

Şimdiki rengi ise sarı olmuştu. Anlam veremiyorum artık bu yaşadıklarıma gerilen sinirlerimle kolyeyi yerden alıp duvara fırlattım. Ne yaşadıysam hepsi onun suçuydu. Onu almasaydım ya da görmeseydim başıma bunlar gelmezdi.

 

Fırlatmıştım değil mi kolyeyi ?

 

Ama kolye hala yerde duruyordu. Onu duvara attım. Attığımı hatırlıyorum. Yoksa atmamış mıydım? Dinmeyen öfkemle tekrar onu atmayı istedim. Tekrar kolyeyi avcuma alıp duvara doğru fırlattım. Bakışlarım onu ararken ummayacağım yerde duruyordu tam elimin altında yerde duruyordu. Ben onun duvara çarpma anını izleyeceğimi düşünürken kolye yine ilk olduğu yerdeydi. Neler oluyordu? Aklımı kaçıracaktım. Aklımı... Bu olanlar çok farklı ve imkansızdı.

 

Tam kolyeye uzanıp avcuma alacakken ormanda yüksek sesle yankılanan cümleyle öylece durdum. Her şeyin durduğu gibi.

 

"O kolyeye bile isteye bile zarar vermezsin!" diyordu ikaz eden bir ses tonuyla.

 

Ses çok yakından yankılanıyordu. Birileri vardı hemde yakınımda. Belki de yanı başımda. Korkuyorum. Hemde çok. İliklerime kadar hissediyorum bu korkuyu. Ve bu korkudan arınmak istiyorum. Hiç iyi şeyler olmayacağını hissediyordum. Hemde hiç. Saçlarımı sertçe çekiştirip etrafımda olan şeyleri idrak etmeye çalıştım. Bu yaşadıklarım gerçek miydi? Belki de rüya görüyordum. Belki bu her zaman gördüğüm garip rüyalardan biriydi . Belki de birazdan uyanacaktım bu kabustan.

 

Ve her şey hiç olamamış hiç yaşanmamış gibi güne devam edecektim. Derin bir nefes alıp kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Derin bir nefes alıp tekrar yerden kolyeyi alarak doğruldum. Bu kolyenin normal olmadığı aşikârdı. Hemde hiç normal bir kolye değildi. Bir lanet gibi kim onu bulmuşsa onu bu lanete sürüklüyordu. Tam adım atıp yatağıma doğru gideceğim an salonda yankılanan adım sesleri ile nefes almayı ve hareket etmeyi bıraktım. Evde biri vardı. Ya da birileri. Ormanda gördüğüm gölge mi acaba eve gelmişti? Hiçbir zorlama olmadan nasıl içeri girmişti? Kendim için artık fazlasıyla endişeleniyordum.

 

Ne yapacaktı bana? Bir zarar mı verecekti?Ama ona hiçbir şey yapmamıştım ki ona neden bana zarar vermek istiyordu? Elimde tuttuğum kolyeye tekrar baktığımda bu sefer de kırmızı renge dönmüştü. Lanet olsun neden hep renk değiştiriyordu bu kolye ? Ne yapmalıyım şimdi? Kapıdan çıkıp gitsem orman benim için daha tehlikeli olacaktı.

 

Ama burada kalsam da zarar görecektim. Tüm önümdeki çıkışlar tehlikeli bir yola çıkıyordu. Ve sağ kalmam çok zor gibiydi. Başımı hemen kapıyı çevirip sessizce kapıya adımlayıp kulağımı kapıya yasadım. Adım sesleri kesilmişti. Hiçbir ses yoktu. Şimdi sessizlik içinde olacakları bekliyorum. Ne olacaktı? Titreyen bedenimi sakinleştirmeye çalıştım ve beni kurtarabilecek bir çözüm aramaya koyuldum.

 

Ama aklıma yaşadığım korkudan dolayı hiçbir şey gelmiyordu. Sinirlerim boşaltmıştı artık histeri krizine girmiştim. Hepsi bir hatanın ardından ortaya çıktı. Bir hata bu denli çıkılmaz bir yola sürüklenmemeliydi. Karamsarlığa gömülü düşüncelerimi savuşturup zihnime yükledim ve beni kurtarabilecek bir şey düşünmeye başladım. Eğer o şuan salonda hala duruyorsa ondan kurtulmak imkânsız çünkü pencereleri korkuluklarla örtmüş ve çıkış yolunu kapatmıştım. Tek çıkış kapıdan başka bir yol değildi.

 

Ama odamın çalışma masamın altında küçük bir kiler vardı oraya saklanabilirdim ama bunun için masayı itmek gerekiyordu ve bu ses çıkarırdı ve bu beni ele verirdi. Ne yapmam gerektiğini artık düşünemez oldum. Elim kolum bağlı bir şekilde öylece yerimde sayıyorum. Bu bana hiçbir şey kazandırmıyordu. O gölgeye karşı bir avantajım yoktu çünkü o normal biri değildi. Ve ben en fazla benim gibi sıradan normal olan bir insana karşı bir atakta bulunabilirdim.

 

Sükunet içinde sessizce bekledim neyi beklediğimi bilmeden. Her geçen saniye bedenimde olan korku huzmesini artırıp bedenime yayılmasını sağlıyordu.

 

Ne kadar öylece bekledim bilmiyorum ama o duyduğum adım sesleri tekrar yankılandı salonda ama işin tuhaf tarafı adım sesleri benim bulunduğum odaya doğru yaklaşıyordu. Aman Allah 'ım şimdi ne yapmalıydım? Kaçacak bir yerimde yoktu.

 

Ben onun kapıyı açıp içeri gireceğini düşünürken adımlar kapının önüne gelince yok oldu gitti. Nefsimi tutmuş bir şekilde bekliyorum olabilecek herhangi bir eylemi. Ben kapının koluna gözlerimi sabitlemiş öylece bakarken arkamdan gelen ses ve nefes alışıyla dışarı salamadığım çığlıklarımı içime hapsettim. Arkamdaydı. Tam olarak aynı odada aynı yerdeydik. Kapıdan nasıl gelebilmişti?

 

Bu yaşadığım gerçeklerden çok ama çok uzaktı. Nefesi bedenime çarpıp duruyordu. Bedenim o her nefesini dışarıya saldığında ürperip duruyordu. Yaşadığım korku ve panikte kıpırdayamaz olmuştum. Ne arkamı dönebiliyordum ne de ses çıkartabiliyordum. Öylece olduğum yerde bir şey yapıp yapmayacağını bekliyordum.

 

Ben artık korkuma karşı arkamı dönmeyi düşünürken arkamdan onun sesini duydum.

 

"Kolye sahibini bulmuş. Bu ne güzel bir haber ."

Arkamdaki şey konuşurken ben kıpırdamadan öylece onun dediklerini düşünmeye başladım. Ne demek kolye sahibini buldu? Bu kolye bana ait değildi ki. Söylediği şeyler daha da korkumu körükledi. Bir kuru yaprak misali parçalara ayrılıp dağıldım.

 

"Korkma sana zarar verecek değilim. Tek isteğim o elinde tuttuğun kolyeyi boynuna geçirmen ve bana yüzünü dönmen. Umarım beni kıramazsın Emira." dedi kısık sesle.

 

Adımı nereden biliyordu? Korkuyla onun sessiz bir şekilde dinledim. Ve neden bu kolyeyi takmamı istiyordu benden ? Bu işte bir terslik vardı. Bu kolyenin bir sırrı olmalıydı. Yoksa neden takmamı istiyordu ki benden. Taktığım an ne olacaktı? Zarar mı görecektim? Arkamı yavaşça ona doğru dönerken gözlerim bir yırtıcı gibi avına bakışlarını sabitleyip onu izlemeye başladım.

 

Karşımdaki gölge ayakları yere değmeden öylece havada duruyordu. Bu gerçekten insanın dilini yutturacak bir görüntüydü. Böyle bir varlık benden ne istiyordu. Onu daha detaylı incelemeye başladım. Gölgenin gözleri ya da yüzü yoktu simsiyah bir renkteydi. Sanki bir insan vücuduna siyah bir örtü örtülmüş gibiydi. Çok ürkütücü gözüküyordu. Kesik kesik aldığım nefes ciğerlerimi yakıyordu.

Korku bedenimi istila ederek hükümdarlığını ilan etmişti. Aklımda duran düşüncelerimi dile getirdim.

 

"İsmimi nereden biliyorsun ve sen kimsin benden ne istiyorsun? En önemlisi şuan yaşadığım şey gerçek mi?" diye sordum kafa karışıklığıyla.

 

"İsmini biliyorum çünkü seni tanıyorum Emira. Ve benim kim olduğumu yakında öğreneceksin. Ve şuan yaşadığın her şey gerçek. Şimdi elimde tuttuğun kolyeyi boynuna geçir zaman geldi çattı. Artık olman gereken yerde olmalısın anlaşıldı mı? " dedi.

 

Neden bu kolyeyi takmamı istiyordu? Kendimi güvende hissetmiyordum. Tehlike etrafımda dolanıp duruyordu ve ben ise buna izin vermeyecektim.

 

" Hayır bu kolyeyi boynuma takmayacağım anlaşıldı mı?" dedim inatla. Asla bana bu kolyeyi kimse taktıramazdı. Taktığım an olabilecek sonuçları düşünmek bile beni ölümle karşı karşıya getiriyordu.

 

Sözlerimden sonra bana doğru bir adım atarak aramızda olan kısa mesafeyi de sıfıra indirdi.. Ve sıfırlanan bu mesafeyle ben daha zangır zangır titremeye başladım.

 

"Bu kadar kesin konuşma Emira. Neden mi çünkü sen bu günün sonunda güneş doğmadan o kolyeyi boynuna bile isteye kendi rızanla takacaksın. Banda bunu izlemek kalacak. Bu arada yaşayacakların şeyler yüzünden senden özür dilemeyeceğim. Ama şunu söyleyebilirim yaşayacakların kolay olmayacak ama şunu unutma kolye seni seçtiği için buna layıksındır. Ve onun sana sunduğu her şey sana bir şey olmasın diye olur. Bunun için onu gereksiz yere çıkarıp durma anlaşıldı mı?" dedi.

 

Karşımda durmuş bana sözlerini sarf ederken ben mi ne yapıyordum? Hala nasıl bu şeyin içinde okuduğumu düşünüyorum ve hayal mi gerçek mi? Bunun farkına varmaya çalışıyordum. Kolyeyi bile isteye takacakmışım. O zorla olmasın mı! Neyse sinirlenmeyi bırakarak aklımdaki soruyu dile getirdim.

 

"Neden bu kolyeyi bu kadar takmamamı istiyorsun? Benden ne gizliyorsun ve Allah aşkına karşımda bir hayalet var ve senden neden birkaç dakikadır korkmayı bıraktım ben? Çıldırmak üzereyim senden ilk anlarda çok korktum ama şimdi sanki bu tuhaflık çok normalmiş gibi seninle gayet sakin bir şekilde konuşuyorum. Bana ne yaptın? Beni telkin etmedin değil mi?

 

Bu tür şeyler fantastik filmlerde ve kitaplarda vardır. Ve ben ne şuan bir kitapta nede bir filmin içindeyim. Aman Allah'ım şuana kadar bu kadar uzun bir cümle hiç kurmamıştım!" söylediklerime ben bile inanamıyordum. Olağan bir durumda olmadığımdan dolayı fena saçmalama başlamıştım.

 

" Değişim başladı ve sen benden korkmazsın. Sende bunun farkına geçte olsa vardın ama hala inanmıyorsun bu yaşadığın şeylerin gerçek olduğuna . Neyse kolyeyi boynuna taktığın an tekrar karşılaşacağız Emira o güne kadar kendini her şeye karşı korumaya bak!" dedi.

 

Sözlerini söyleyip benden uzaklaşarak pencereye doğru gitti. Ne değişiminden bahsediyordu bu? Kesinlikle bir rüyadaydım. Ama çok gerçekçiydi. Ama sonra bir an durup arkasına dönüp baktı. Neden durmuştu?

 

Ve ben daha konuşmak için dudaklarımı aralayıp soru sormadan son sözlerini sarf edip gitti.

 

" Evet biz ne filmdeyiz nede kitapta ama biz tam şuanda Moritanya topraklarının sınırları içerisindeyiz ve sen o sınırı geçmek üzeresin istemesende Emira."

 

Sözlerinden sonra pencereden geçip gitti bir sis perdesi gibi. Ben ise öylece onun arkasından bakmakla yetindim.

Kolyeyi kendi rızamla takacağımı söyledi ama bu nasıl olacaktı? Ben bu kolyeyi neden istemediğim halde takacaktım? Aklım karışmıştı. Derin bir nefes alıp elimde tuttuğum kolyeyle beraber yatağıma doğru gidip boylu boyunca uzandım avcumda tuttuğum kolyeye bakarak düşüncelerimin zihnime yavaşça sızmasına izin verdim. Bu kolyenin ne gibi bir özelliği vardı. Hala anlamış değildim. Belki de tek kurtuluşum uykuydu.

 

⚓⚓⚓

 

Bedenimin üşümesi hissi nedeniyle gözlerimi zar zor açmaya çalışırken nerede olduğumu düşünmeye çalıştım. En son odamda yatağıma uzanmıştım. Giydiğim siyah elbisemden ötürü açıkta kalan bacaklarım soğuk kesilmişti. Sanırım uyuya kalmıştım hava iyice kararmış odaya vuran ay ışığı ile aydınlanıyordu odam. Üzerime bir şey örtmemem ve şöminenin sönmesi evin soğumasını sağlamıştı kısa sürede. Yavaşça doğrularak tutulmuş bedenimi gevşetmeye çalıştım. Halsizdim.

 

Yorgun ve solgun... Düşüncelerimin ağırlığı bedenimi halsiz düşürüyor beni doğru dürüst düşünmememi sağlıyordu. Zihnim artık yaşadıklarımın karşısında sadece tepkisiz kalmak dışında hiçbir şey yapmamayı seçmiş gibiydim. Yatağımın köşesine doğru itilmiş olan kolyeye bakışlarımı çevirdim. Yine rengi değişmişti. Bu sefer ki rengi pembeydi. Saat başımı renk mi değiştiriyordu anlamış değildim. Yüzümün önüne gelen saçlarımı parmaklarımla arkaya savuşturarak sersemliğimden kurtulmaya çalıştım. Yatağın üzerindeki kolyeyi alarak odadan çıkarak şömineyi yakmam gerektiğini anladım.

 

Odadan yavaş adımlarla ayrılarak salona geçtim. Yavaşça yürümeye başladım. Bakışlarım şömineye çevrildi. Şömineye doğru yaklaştım. Önüne gelince şöminenin yanında olan odunları şömineye yerleştirip köşede bulunan çakmakla odunları tutuşturmaya başladım. Birazdan salon ısınır etraf oda sıcaklığına kavuşturdu. Karnımın guruldaması sebebiyle bu sefer ilgim aç olan karnıma kaydı. Bu sefer ki adımlarımı mutfağa doğru yönlendirdim.

 

Acıkan karnıma bir çare bulmalıydım.

Dolabı açıp yiyecek bir şey aradım. Genler olarak konserve dışında dolap bomboştu. Bugünlük bununla idare edip hava aydınlanınca buradan ana yola kadar yürürsem sonra merkeze ulaşabilirdim. Elimdeki konserveyle karnımı doyurup kendime sıcak çikolata yapıp şöminenin oraya doğru gittim. Ateşin önüne dizlerimi bükerek rahat bir pozisyon alarak oturdum. Yorgun zihnimi ele geçirmek isteyen düşüncelerimi zorlukla susturdum. Şimdi tek amacım sabaha buradan çıkabilmekti. Sessizliğe alışan ruhum ani bir rahatsızlıkla sarsıldı. Anlayamadığım bir acı ile karşı karşıya kaldım.

 

Ruhuma sanki bir şey hapsoluyordu ama ben buna direniyordum. Ruhuma girmeye çalışan sanki bir şey vardı ve bana zarar vermek için an içmiş gibiydi. Acıyordum... Soluksuz kalıyordum, soluk boruma aldığım nefesler takılı kalıyordu. Aldığım soluklarım bile canımı yakıyordu.

 

Ellerimi boynuma götürerek elbisemin yakasını çekiştirip durdum. Ruhum bedenimden sökülmek istiyordu ama iskeletim ona parmaklık oluyor ve dışarı çıkmasını engelliyordu. Ruhumun kanları ıstırabı parmaklara sıçrayarak kanlı bir sanat oluşturuyordu. Her yer kandı. Her yerde vahşi bir hayvani haykırışı yankılanıp duruyordu. Gözlerim kararıyor etrafımı silik silik görmeye başlamıştım. Elimdeki sıcak çikolata yeri boylayarak sesiz bir gürültü çıkartarak sessizliğe sessizlik oluyordu.

 

Ne oluyordu bilemiyordum ve buna karşıda gelemiyor yaşadığım acının yoğunluğuyla direncim her saniye azalıyor usulca tükenmeye doğru yol alıyordum. Tattığım acını tarifi yoktu ruhum sızlıyor sızlamakla kalmıyor acı beni ölümle karşı karşıya getiriyordu. Ölüm bu muydu? Ölüyor muydum yoksa? Ellerim yardımıyla doğrulmaya çalıştım. Ama bu sadece çalışmakla yetinmiş bir adım dahi ilerlemeyi başaramamıştım. Kabul edemediğim bir durumda kavruluyordum ateşte acıya acıya sanki.

 

Bu ruhsal bir acıydı bedensel olarak acımıyor. Soluklarım sadece ruhuma pençeler bırakıyordu. Neden böyle bir şey yaşıyordum bilmiyorum. Derin bir nefes alıp yerden doğrulmaya tekrar çalıştım. Bunu zor da olsa başararak komodine yaslanarak başarabilmiştim. Artık etrafımda olan biteni net bir şekilde göremiyor gözlerim kararıyordu. Bana aniden ne olduğunu bir türlü anlayamamıştım kulağımda çınlamaya başlayan sese bile zar zor odaklanabilmiştim.

 

" O kolyeyi hemen boynuna geçir yoksa öleceksin Emira. Hadi! Çabuk ol zaman tüketmeden kendini bu lanetten kurtar! Çabuk ol az kaldı ayin tamamlanmak üzere." dedi sesindeki tedirginlikle.

 

Bu oydu bugün bana görünen siyah gölge olan insan bedeni benzeyen şeydi. Belki de kolyeyi takmam için bana böyle bir acı veriyordu kolyeyi taktıktan sonra bu acıyı kesecekti. Bu onun bir oyunuydu belki de. Hepsi bir oyun da olabilirdi. Uzaktan gelen seslerini artık duyamıyor bilincini kaybetmek üzereydim . Bedenim istemsiz bir titremeye maruz kalmış ve yok oluşa doğru adım adım saniye saniye yaklaşıyordu.

 

Ya da belki de bu sesi de dinlemeliydim. Bilemiyordum. En son hatırladığım yere düşmeden önce doğru karar verip veremediğimi bilmeden siyah renge dönüşmüş olan kolyeyi boynuma geçirecek yere düşüp bilincini yitirmemdi. Zaman bana hiç acımamıştı.

 

Kanamış acıyla imtihan edilmiştim.

Ya da ben acı için var olmuştum. Bunu bilemiyordum.

 

Acıyla büyük bir imtihan sınavı vererek hayatıma yön veriyordum......

 

✵⃝⃟⃠ ✵⃝⃟⃠

 

Moritanya toprakları...

 

Acı doğum gibi insanların başlangıcı olmuştu. Her şey bir acının intikamı üzere şekillenmiş ve onu hayata uygulanmıştı.

Acı gerçekleri köreltmiş. Doğruyu yanlış, yanlışı da doğru sandırmıştı insanoğluna. Bir ayaz akşamı şiddetli bir gece her yeri büyük bir gürültünün esiri bırakan bir yakarış geceye ses olarak gelen ve beklenen haberi etrafa duyurmuştu. Bu asırlar önce olmuş ondan sonra bir daha uzun süre gerçekleşmemişti. Herkes bunu şaşkınlığı yaşarken gelen prensesin yolunu gözlemiştiler. Ama bu arada onlar için önemli olan bir düğün hazırlıkları için de heyecan verici koşuşturmaca içinde gidip geliyordular. Her şey zamanı beklerdi. Ve onlar da prensesin onlara gelmesini bekleyecekti.

 

Acı kadını yıkmış tanınmaz hale getirmiş. Ve bir harabeye çevirerek onu acımasızlığa itmişti. Hepsi bir hırs uğruna başlamış ve o hırs inanılmaz bir başlangıca ev sahipliği yapmıştı..

 

Kadın harabeydi ama bunu belli edemeyecek kadar gururlu. Öfkesini kolayca belli eden ama sevgisini kolayca dile dökmeyen bir korkak. Cesaret simgesi olarak kabul edilirken cesaretsizliğin simgesi olduğunu gizlemekte usta bir oyuncu.

 

Acısa dahi bunu unutup ileriye bakamaya devam etmeye çalışan bir kırık yürekti. Ruhunun ıstırabını bile kendisinden gizleyen biriydi.

 

✵⃝⃟⃠ ✵⃝⃟⃠

 

Olaydan saatler sonrası ....

 

Üşüyorum ama bunu durdurabilecek gücü kendimde bulamayacak kadar güçsüz hissediyorum kendimi. Neredeyim ve nasıl bir durumdayım bilemiyordum? Acıyordum. Sanki binlerce kişi tarafından saldırıya uğramış gibi hissediyorum kendimi. Sahi bana ne olmuştu? Kolyeyi taktığım andan itibaren kendimi yitirmiş bayılıp kalmıştım. Gözlerimi açarak nerede olduğuma baktım. Salonda değildim.

 

Şu an yere uzanmış bir halde ormanlık bir alandaydım. Buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyorum ve nasıl getirildiğimi. Bedenimi zorlukla kaldırmaya çalıştım yattığım yerden. Acıyan bedenimi umursamaya çalışarak etrafımda herhangi bir şey arama çabası içerisine girdim. Nasıl bir yerde olduğumu anlayamadım. Ormanlık bir alandaydım ve bu orman Türkiye de bulunan herhangi bir ormana benzemiyordu. Burada ki ağaçlar devasa boyuttaydı.

 

Geniş gövdelere ve upuzun dallara sahipti ve buradaki ağaçlarım dalları kahverengi değil simsiyahtı. Siyah ağaçlar. Doğru mu görüyordum? Hayatımda ilk defa siyah bir ağaç ve ağaç yaprakları görüyordum. Bunun şaşkınlığını daha atlatamadan etrafa duyduğum sesle bakışlarımı sesin geldiği yere çevirdim. O an bana doğru gelen bir beyaz devasa beyaz bir kaslanla karşı karşıya kaldım. Gördüğüm gerçek miydi? Yoksa rüyada mıydım? Yavaşça beyaz kaslan bana doğru ilerlemeye devam ediyordu. Nefesimi tutmuş etrafımda bir yardım eli arıyordum.

 

Etrafa kısa bir bakış attım ama kimseler yoktu. Benden ve karşımda olan beyaz kurttan başka bir canlı şuan ormanda yoktu. Gözlerimi korkuyla onda sabitlerken her adım atışında sallanan yer ve savrulan ağaç yaprakları ve nefes alışverişinin etrafımda dönüp dolaşıp bana ulaşması ve gözlerinin kızıllığına olan şaşkınlığım ve korkum hiçbir şey yapmamamı sağlıyordu. Ne bulunduğum yerden ilerleyebiliyor nede geriye doğru herhangi bir adım atabiliyordum.

 

Heyecanın ve korkunun verdiği dehşetle nefesimi tutarak yavaş adımlarıyla beyaz kurdun bana yaklaşmasını izledim. Yerimde öylece put kesilmişken o son adımını atarak karşımda durdu. İlk an sadece hareketsiz kaldı. Başımı biraz yukarıya doğru kaldırıp ona yerden bakamaya devam ettim. Onun da gözlerinin hedefiydi benim gözlerim. Beni inceliyordu. Hiç kıpırdamadan. Ben ondan bana karşı yapacağı herhangi bir darbe beklerken onun yaptığıyla şaşkına uğradım. Beyaz kaslan önce hafifçe dizlerini kırptı. Diz çökerek koca beyaz başını dizlerime değdirerek dizlerime başını koyup öylece yerde pozisyonunu alarak uzandı.

 

Ben ise yaşadığım korku ve heyecanla dumura uğramış bir şekilde öylece dizlerime yaslanmış olan beyaz kaslana bakıyordum. Sanki biraz kıpırdasam bana saldıracak gibi hissediyorum. Ne yapacağımı bile bilmiyordum. Onu incelemeye başladım korka korka. Büyük gövdesinin yanında küçücük kalmıştım. Kocaman bedene kocaman ayaklara sahipti. Dizlerimde olan başı bile çok ağırdı Ve tüylerine dokunmasam bile buradan bile çok yumuşak olduğu belliydi. Elimi kaldırıp ona dokumaya çalışma çabası içerisine girmeye çalıştım ama elim ve onun başı arasında fazlaca bir mesafe vardı.

 

Belki ona tehlikeli olmadığımı kanıtlarsam kurdun başını kaldırdığım gibi bu ormandan koşarak uzaklaşabilirdim. Evet belki böylece bana zarar vermezdi. Tam onun başına elimi koyup dokunacağım vakit uzaktan gelen hırlamayla anında başımı geriye çevirdim. Olduğum yere koşar adımlarla gelen bir siyah kaslanla karşılaştım.

 

Ben daha korkudan bir şey yapamazken başını dizlerime yaslayan beyaz kaslan yerinden doğrulup bize doğru ilerleyen siyah kaslan ilerledi koşarak ve bende anında transtan çıktığım gibi yerimden doğrulup geri geri gitmeye başladım yavaş adımlarla. Beyaz ve siyah kaslan birine doğru koşarak ilerliyordular. Çıkardıkları ses ürkmemi sağladı. Anında yavaşça geri geri gitmeye başladım. Harekete geçmemi sağlayan siyah ve beyaz kaslanın birbirlerine vahşice saldırmaları olmuştu.

 

Ben ise zarar göreceğim hissine kapıldığım için önüme dönüp koşar adımlarla ormanda ilerlemeye başladım. Uzaklaştıkça onların hırlama seslerini duyabiliyordum. Ve yaptıkları büyük gürültüleri. Koşmaya devam ederken gökte yankılanan gök gürültüsüyle korkum daha da şiddetlendi. Her şey üst üste geliyordu. Hala alıp verdiğim hızlı soluklarla koşuyordum. Her adımında yüzüme sertçe çarpan saçlarım ve ayağımda ayakkabımın olmaması nedeniyle ayağıma batan taşlar, ağaç dalları kırıkları ile ağrıyan ayak tabanımla ilerlemek fazlasıyla zordu.

 

Dar elbisemden ötürü koşmam da zordu her koşuşumda elbisem yukarıya doğru çıkıyor bacaklarımın daha fazla üşümesini sağlıyordu. Hâlâ gök gürültüsü devam ederken, nereye gittiğimi bilmeden koşmaya devam ediyordum. Artık koşmaktan ötürü aldığım soluklarım ciğerimi yakıp kavururken biraz soluklanmak için biraz durdum. Durmamla birden aniden sudan boşalırcasına yağmur yağmaya başladı. Bugün her şey sanki aleyhime göre işliyordu. Artık krize girmek üzereyken etraftan duyulan kükreme sesi beni kendime getirdi. Hemen adımlarımı hızlandırıp koşmaya devam ettim.

 

İlerliyordum... Nereye veya kime gideceğimi bilmeden .... Korkuyordum bilmediğim bir yerde bilmediğim bir yere sığınmak istiyordum. ..

 

Bu yaşadıklarımı hak etmiş miydim? Neden bu kolyeyle karşılaşmıştım ki? Onunla karşılaştığım andan itibaren hiç iyi şeyler yaşamamıştım. Hala koşmaya devam ederken havanın kararması ve bulunduğum yerde koşarken sığınabileceğim bir kulübe ya da bir yardım alabileceğim birini arıyordum. Artık koşmaktan yorulmuş adımlarım yavaşlamıştı. Saçlarımı saç tellerimin yardımıyla toplayarak gözlerimi gezdirdiğimde etrafımda uzaktan az da olsa yanan bir ışık hüzmesi gördüm bunun sevinciyle hemen oraya doğru koştum.

 

Ayak tabanlarım ağrıyordu ama ilerlemek zorundaydım. Her adımda ışığı daha iyi görüyor ve umutlarım az da olsa artıyordu. Yaklaştıkça bunun eski küçük bir kulübe olduğunu fark ettim. Kulübeye yaklaştım ve kırk dökük olan merdivenleri hızla çıkarak kapısını çaldım.

 

Birkaç saniye bekledim ama herhangi bir ses duymadım bu az da olsa içimde yeşeren umudu tüketse de yılmadım ve umutsuzluğa kapıldığım halde tekrar çaldım bu seferde bir ses daha duymayınca kapıyı açmaya çalıştım açabilirsem içeride bugünlük konaklayacaktım bakışlarımı kapıda kısaca gezdirdiğim ama kapı dışarıdan kilitlenmişti. Bu kapıyı nasıl açacağımı bilmiyordum. Dışarıda mı kalmıştım? Bu hiç iyi değildi. Bu tehlikeli ormanda bir gün geçirmek benim için tehlike arz ediyordu.

 

Umutlarımı yitirilmeye başlamışken yavaşça kapıya bakarak geriye doğru gitmeye başladım. Başka bir çözüm bulmalıyım. Tam önüme dönüp basamaklara doğru ilerleyeceğim an aniden çıplak ayağıma batan tahta parçasının acısıyla karşı karşıya kaldım. Tahta parçası ayağıma battıktan sonra yavaşça nüksetmeye başlayan acıyı bedenim istemeye istemeye karşıladı. Acı yüzünden hemen yere doğru çömelip oturdum ve ayağımı görebilecek şekilde kendime çektim. Çok derine saplanmıştı ama yine de acısı fazlasıyla vardı. Titreyen ellerime rağmen sakin kalmaya çalışarak ayağıma giren tahtayı çıkarmaya çalıştım.

 

İlk dokunduğum an yoğun bir acıyla karşılaştım. Anında ellerimi geri çektim. Ardından tekrar ama bu sefer hiç yavaş olmayacak bir şekilde tahta parçasını hızla çekip ayak tabanımdan çekip aldım . Ayak tabanın resmen facia içerisindeydi. Kanamaya devam ediyordu ve bu kanamayı kesmek zorundaydım. Hemen üzerimde olan elbisenin ucunu yırtmaya başladım iki elimle küçük bir parçasını yırtıktan sonra onu ayağıma sarmaya başladım. Sıkıca sarıp kanamayı az da olsa durdurmaya çalıştım. Ayağımı sarma işlemi bittikten sonra ayağıma dikkat ederek onu yavaşça tahta zemine bıraktım.

 

Artık yılmış ve yaşadıklarımın vermiş olduğu yorgunlukla gücüm bitmişti. Hala bu yaşadıklarımın gerçekliğini sorguluyordum. Bulunduğum tahta zeminde otururken sırtıma giren küçük sızlar sebebiyle bir yere sırtımı yaslama hissi uyandı. Ve oturduğum tahta zeminde otururken biraz uzağımda olan kapıya ellerim yardımıyla yaklaştım. Ve sırtımı kapıya yaslayarak öylece oturmaya başladım. Ayağımın ağrısı giderek artıyordu. Ama ona pansuman yapacak bir şey yoktu etrafımda. Sert eden rüzgar sebebiyle bir titreme gelmişti.

 

Hava giderek soğumaya başlamıştı. Şuan olduğum an çıkılması zor bir durumdu. Üşümüş ve acıkmıştım en önemlisi uykum da gelmişti. Ama o kadar kendimi güçsüz hissediyordum ki buraya kıvrılıp yatmak istiyordum . Başımı geriye atıp gözlerimi kapadım ve etrafımda olan soğuğun bedenime sızıp beni soğuk bir ana hapsetmesine izin verdim. Gözlerimi kapatmamdan ve yorgun olmamadan ötürü uyku zihnime, bedenime ve göz kapaklarıma sızmıştı. Tam uyuyacakken dengemi yitirmiş ve yere doğru düşmüştüm. Bu düşüş sert olduğu için kol direklerim ağrımıştı. Ve eski olan tahta zemin kırılmış dirseğim içine sıkışmıştı bu sıkışma sebebiyle küçük bir acı nidası dudaklarımın arasından kopup etrafa yayıldı .

 

Canımın yanmasına rağmen bedenimi doğrultacakken boşluğa sıkışmış olan dirseğimi düştüğü yerden çıkaramadım. Orada sıkışmış kalmıştı. Kırık tahta parçasının içerisinde dirseğimi çıkarma çabasına girerken boşluğun içinden çıkartırken direğime yeni bir darbe almış derin bir çiziği misafir etmiştim tenime . Ama buna rağmen yine de acımı görmezden gelip zar zor dirseğimi sıkıştığı yerden çıkarmayı başarmıştım. Tam tekrar eski pozisyonuma döneceğim an kırılan tahta parçasının içerisine saklanmış olan bir anahtar gözlerime ilişti. Bu anahtarın burada ne işi vardı?

 

Hemen elimi içerisine sokarak anahtarı alıp kısaca biraz inceledim. Acaba arkamda duran bu kapının mı anahtarıydı? Olabilir miydi? Denemekten zarar gelmezdi. Temkinli adımlarla oturduğum yerden dizlerimin üzerinden doğrulup ayağa kalktım. Ve bedenimi kapıya doğru döndürdüm ve kapıya doğru yaklaştım. Ardından elimde tuttuğum anahtarı kilitli kapının anahtar deliğine sokup anahtarı sağa çevirip kapının kilidini açmaya çalıştım. Birkaç saniye denemenin ardından kapını deliğinden olan anahtar sayesinde kapıyı açmaya başarmıştım. Ve yavaşça kapının deliğinde duran anahtarı alıp kapıyı açıp içeriye kısa bir süre bakındım.

 

İçeride birinin olup olmadığını kontrol ettim. Olmadığını anlayınca bunun sevinciyle hemen içeriye girince kapıyı kapatıp içeriden elimde tuttuğum anahtarla kapıyı kilitledim. Bakışlarımı kulübenin içerisinde gezdirmeye başladım. İçerisi bildiğiniz eski çağda yaşanmış olan bir evin iç deklarasyonuna sahipti. Eski taslar eskisi bir şömine ve içerisinde bir simsiyah kazan. Duvarda asılı olan gaz lambası içeriyi az da olsa aydınlatıyordu .

 

Bir masa ve 4 adet sandalye bulunuyordu tam ortasında ve onun bir uzağında ise bir geniş sedir yatak vardı. Sedir yatağının yarısında ise bir kitap dolabı vardı. Şaşkınlığım hala devam ediyordu. Burası tam olarak neresiydi? Anlamış değildim. Tarih öncesi çekilen bir film setinde miydim acaba? Artık ayakta durmam bana acı verdiği için sedir yatağının oraya yavaşça ilerlemeye başladım.

 

Yanına vardığım an oturarak bedenime ve ayaklarıma verdiğim acıya son verdim. Yorgun olduğum için bedenimin tamamını yatağın üstüme çekip boylu boyunca uzandım başımı yastığa yaslayarak ay ışığının yardımıyla aydınlanıyordu ve içerisi soğuktu ama halsiz olduğum için şömineyi yakacak gücüm yoktu. Ayaklarım ucunda duran yorganı fark etmemle hemen yorganı üstüme çekip kendi beden ısımla ısınmaya çalıştım. Yorgunluğumun sebebiyle gözlerim usulca kapandı şimdi uyuma vaktiydi. Uyanınca kendi çareme bakacaktım.

 

✵⃝⃟⃠✵⃝⃟⃠

 

Güneş ışınlarının vurduğu odada gözlerimi zar zor açarak nerede olduğumu hatırlamaya başladım. Dün dışarıdaki tehlikeye karşı buraya sığınmıştım. Üzerimdeki yorganı kaldırıp ayaklarımı yere değdirdim. Bakışlarımı ayağıma çevirdiğimde kurumuş kan lekeleriyle karşılaştım. Eğer bu yerde su bulursam yıkayıp pansuman yapabilirdim . Yavaşça doğrulup yürümeye başladım temkinli bir şekilde.

 

Ama ne kadar yavaş adım atsam da ayak tabanlarım ağrıyordu. Her adım bir acıya bin acı katmaktı. Uyuşan bedenimi hafifçe esneterek gözlerimle su bulma umuduyla odada kısa bir tur attım ama suya dair hiçbir şey bulamadım. Sanırım burada yaşayan her kimse uzun zamandır buraya gelmemiş olabilir veya çok önceden burası terk edilmiş olabilir ya da ilk tahminim olan bir set çalışma yeride olabilir bu umuda tutunmak istiyordum.

 

Okuduğum romanlarda ki kadın karakterin başına gelen şeyleri yaşamak istemiyordum. Suyun olmamasından dolayı ayaklarım için şuanlık bir çözüm yolu bulamamıştım bu seferde yiyecek bir şey aramaya koyuldum. Bu küçük odadan başka bir de kutu gibi bir oda daha vardı. Bunu sonradan fark etmiştim oraya adımlarımı yönlendirip yiyecek ve içecek bir şey aramaya başladım. Yerde duran sepetleri karıştırmaya başladım ama içleri bomboştu. Umutsuz bir halde öylece ne yapmam gerektiğini düşünmeye başladım.

 

Belki de şuan etrafımda biraz dolaşırsam başka bir kulübe bulurum belki de içinde bu sefer birilerini bulabilirdim. Kulübenin salonuna geldiğimde biraz ilerde sandalyenin yanında duran eski püskü olan ayakkabı dikkatimi çekti. Hemen onun yanına doğru adımladım ve ellerimin arasına alıp incelemeye başladım. Benim ayaklarıma göre biraz büyüktü.

 

Ama tek çarem olduğu için ayaklarıma geçirmeye karar verdim. Bu rahatsız olacağım bir şeydi çünkü bana ait olmayan bir şeyleri kullanmak beni rahatsız ederdi. Ama bunu giymezsem ayaklarım daha kötü bir şekilde yaralanacaktı ve önceden olan yaralarımın kabukları tekrar kanayıp bana daha çok acı verecekti. Ve yaram kabuk bağlamayacaktı aynı diğer yaralarım gibi ama bu yaralar ruhumda açılan dikiş tutmaz derin yaralarımdı. Çaresizce ayakkabıyı ayaklarıma geçirdim.

 

Fazlasıyla ayaklarıma büyük gelmişti. Yavaşça bir adım attım. Ve bir adım daha ama ayakkabı ayağıma büyük olduğu için adım atmak zordu. Başımı kaldırıp adımlarımı temkinli bir şekilde kulübenin kapısına doğru yönlendirdim. Kapının önüne geldiğimde kapının kilidini açtım. Kapıyı açıp yavaş adımlarla dışarı adımladım. Dışarıya çıktıktan sonra elimdeki anahtarla kapıyı dışarıdan kilitledim.

 

Başımı önüme çevirdim ve gündüz ışığıyla ormanı izledim çok sessizdi. Ama bu sessizlik hiçte güven hissi uyandırmıyordu. Bakışlarımı ormandan çektim. Elimde olan anahtarı aldığım gibi eski yerine koydum tekrar anahtarı ve içine düşmüş olan tahta parçasını da eskisi gibi onun üzerine bıraktım . Anahtarı bıraktıktan sonra doğrulup merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Merdivenlerden indikten sonra öylece kısa bir süre etrafıma baktım.

 

Her yer siyah büyük gövdeli ağaçlarla doluydu herhangi bir yol izi yoktu. Hangi taraftan gitmeliyim bilemiyordum. Kaybolup tekrar dün yaşadığım olayı yaşamak istemiyorum. Birilerini bulup ve bana yardım etmelerini isteyecektim. Umuyorum ki bu isteklerim olurdu. Artık yaşadıklarım bana fazla geliyordu. Hala bunların gerçek olmamasını istiyordum ama her geçen saniyenin ardından bu düşüncem bir çiçek misali soluyordu. Dayanama kotamı çoktan doldurmuştum. Düşüncelerimi savuşturup adımlarımı sağa doğru ilerletmeye başladım.. Adım atmak bile yaşadığım başka bir acı seansıydı.

 

Uzun bir süredir yürüyordum ama yardım alabileceğim herhangi bir kulübeye ya da insana rastlamadım bu süreç içinde . Bu siyah ağaçlarla dolu olan ormanda nereye gideceğimi bile bilemeden yürümeye devam ediyordum. Her yer birbirinin aynısıydı ve sanki ben hep olduğum yerden bir gram bile olsa ilerlememiş gibi hissediyordum. Fazla yorulmuştum bir o kadar da açtım. Başımı eğip ayaklarıma baktım. Ayaklarımın yaralı olması hiçte bana yardımcı olmuyordu.

 

Önüme gelen saçlarımın bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdım. Geçen zaman içinde üşümeye başlamıştım. Elbisemin bu hava koşullarına göre uygun olmaması üşümemi sağlıyordu. Rüzgar çok sert esiyordu. Her esmesinde ürperiyor ellerimin yardımıyla bedenimi ısıtmaya çalışıyordum.

 

Ama bu kafi olmuyordu. Çok zamandır yürüyordum artık tam anlamıyla bu devasa ormanda kaybolmuş ve yolumu yitirmiştim. Nasıl bu ormandan çıkacağımı da hiç bilemiyordum. Artık yorgun ve aç olmamdan dolayı adımlarım yavaş atıyordum. Tüm enerjim bedenimden çekilmiş gibiydi. Ayak tabanlarımın sızısı gitgide artmıştı. Ve dinlenecek ir yerde bulamamıştım. Yardım isteyecek birinide.

 

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama artık etrafımda olan bu siyah ağaçlar azalmaya başlamıştı. Bunu fark ederek adımlarımı daha bir umutla atarak yürümeye devam ettim. Biraz ileriye daha dikkatli bakınca uzağımda bir göl olduğunu seçebildim buradan. Gölü görünce yüzümde geniş bir tebessüm peyda oldu.

 

Susuzluğumdan ötürü adımlarını hızlandırmakla kalmayıp oraya doğru koşmaya başladım. Canım acıyordu ama sorun değildi. Çok canım yanmıştı onların yanında bu acı hafif kalırdı. Artık o siyah ağaçlarla dolu olan ormandan kurtulmuş düz bir alana çıkmıştım. Gölün yanına vardığımda hemen dizlerimin üzerine çöküp ellerimi suyun içinde yıkayıp ardından suyu avcuma doldurup içmeye başlamıştım.

 

Her aldığım yudum bana hayat olmuştu. Gerçekten fazlasıyla susamıştım. Artık susuzluğum geçmiş ve bende rahatlamıştım keşke o kulübede yanımda su koyabileceğim bir testi alsaydım. Şimdi çok lazım olmuştu.

Aldığım soluğu usulca bırakıp etrafımda neler var diye bakmaya başladım.

 

Şimdi ise boş bir alandaydım. Etrafımda hiçbir şey yoktu. Aklıma gelenle hemen ayağımdaki ayakkabıyı çıkarttım. Ardından ayağıma sardığım bez parçasını çözdüm. Serbest kalan ayağıma kısaca göz attım. Yaranın bazı kısımları kurumuş bazı kısımlarının kurumuş yarası tekrar kanamaya başlamıştı. Yavaşça ayağımı gölün soğuk suyuna bıraktım. İlk an soğuk yüzünden açık olan yaram sızladı. Ama acıyı umursamadım ve ayağımı suyun daha derinine doğru soktum. Su yavaşça iyi gelmeye başladı.

 

Ardından iki elimin yardımıyla yavaşça ayaklarımı yıkamaya başladım. Su az da olsa ayaklarıma iyi gelecekti. İki ayağımı da yavaşça suyla yıkayarak kurumuş kan lekesinden kurtardım. Islak olan ayaklarımı sudan çıkardım ve toprağın üzerine uzatarak kurumasını bekledim. Gözlerimi ayaklarımdan çektim ve etrafımda gezdirmeye devam ettim. İnsana dair hiçbir iz yoktu. Etrafta benden başka bir canlı belirtisi bulunmuyordu. Acaba şuan neredeydim ? Geceyi nerede geçireceğim kim bilir? Dışarıda kalmayı da hiç istemiyordum .

 

Burası fazla tehlikeli bir yerdi. Bakışlarımı tekrar ayaklarıma çevirdim. Kuruyan ayaklarımı kendime çektim ve yaralı olan ayağıma tekrar bez parçasını bağladım. Ve ayaklarıma ayakkabıları geçirip yerimden yavaşça yaralı ayağıma dikkat ederek doğruldum. Bu seferde gölün akış yönünü takip ederek yürümeye başladım. Sonuçta bu sudan faydalanan birileri vardır diye düşünüyordum.

 

Adım atarken hala zorlanıyordum. Yaralarım iyileşmeden onları kanatıp duruyordum. Zaman kavramını yitirmiş bir şekilde ilerlerken gözlerimi uzağımda gördüğüm bir kaleye sabitledim. Sayamayacağım kadar insan kalenin kapısından içeri girip duruyordu. Olduğum yerde durup kısa bir süre onları izledim. Sonra kendime bakıp onların üzerlerimdeki eski tarz elbiselere baktım beni görseler anında bir gariplik olduğunu anlarlardı. Ne yapmam gerekiyor diye düşünmeye başladım. Onların giydiği elbiseyi nerden bulabileceğim yönünde fikir ürettim ama aklıma hiçbir şey gelmedi. Önümde duran uzun çalılıkların ardından onlara görünmeden ilerlemeye başladım.

 

Adımlarımı sağıma doğru atarak kulenin arkasına doğru ilerlemeye başladım. Belki de o tarafta köy veya kasaba bulabilirim. Gerçek anlamda bir tarihi kurgunun içindeydim. Ve hala buna inanamıyordum. Umarım yaşadıklarım bir rüyadan ibarettir ve uyandığımda kendi hayatıma kaldığım yerden devam ederdim. Çalılıkların ardından ilerlemeyi bırakıp kuleye doğru kimse beni görmeden yürümeye devam ettim.

 

Kulenin yüksek duvarlarının yanından yürüyerek ilerledim. Bakışlarımı etrafta gezdirmeyi de ihmal etmiyordum. Biraz uzağımda gerçek anlamda bir kasaba buldum. Hızlı adımlarla oraya doğru ilerlemeye devam ettim. Ayaklarım ağrıyordu ama şimdi bu acıya katlamalı ve kendimi muhafaza etmeliydim. Umarım onların giysilerinden bulup üzerime geçirebilirim. Çünkü böyle fazlasıyla dikkat çekiyordum. Kasabanın girişinde gözlerimi her evde gezdirdiğimde çok sessiz olduğunu fark ettim.

 

Kimseler yok muydu acaba? Hemen gözüme kestirdiğim bir eve ilerlemeye başladım. Kapısını açmaya çalıştım ama kilitliydi arkadan dolaşıp açık bir kapı ya da pencere aradım ama bulamadım. Bu sefer de başka bir eve ilerledim. Bulunduğum kasaba küçük ama güzel bir kasabaydı. Biraz ileride su kuyusu vardı .

 

Evlerin yanlarında küçük tarlalar ve evlerin pencere önünde küçük saksılar bulunuyordu . Her adımda ayağıma giren sancı ile işkence çekiyordum sanki. Ama dayanmaktan başka da çarem yoktu. Gözüme kesiştirdiğim evin önüne gelip kapıyı açmaya çalıştım. Ama bu evinde kapısı da kilitliydi.

 

Yılmadım ve pes etmedim. Yine bu sefer de evin arkasından dolanmaya başladım. Bütün olan pencereleri yokladım ve sonunda arka tarafta açık bırakılmış küçük bir pencere buldum. Buna çok sevindim. Bu yaptığım doğru değildi ama yapmaktan başka çarem yoktu . Pencereye yaklaşıp içeri girmemde bana yardımcı olabilecek bir şey aradım . Ve biraz uzağımda duran evin önünde bir sandalye buldum hemen oraya doğru yürüdüm. Ulaşacağım yere geldikten sonra sandalyeyi alıp penceresi açık olan eve tekrar ilerledim.

 

Elimde olan sandalyeyi pencerenin olduğu yerin karşısına yerleştirip üzerine yavaş ve temkinli bir şekilde çıktım. Pencerenin pervazına ellerimi yerleştirip içeriye kısa bir göz attım. Kimse yoktu içeride. İçerisinin boş olmasıyla kendimi içeri attım. Dengemi koruyamadığım için ayağım kaydı ve içeriye doğru hızla düştüm. Düşüşümden dolayı dirseklerim yere sertçe çarpmıştı. Yere çarpan dirseklerim fazlasıyla sızlamıştı.

 

Ayaklarımın çektiği acı zaten tarif edilemezdi. Hemen kendimi zorda olsa toparlayarak yerden doğruldum. Kısa süre evi incelemeye başladım . Evin şuan salonundaydım. Salonun içerisinde dolaşmaya başladım. Tahta zeminde yürürken her adımda ayağımın sızlaması beni mahvediyordu. Keşke yaralarım hemen kapansaydı. Benim için çok iyi olurdu. Şuan bulunduğum ev eski derme çatma bir evdi. Küçük bir salona sahipti. Salondan mutfağa ilerledim.

 

Kapıları açık olduğu için rahatça içeriyi görebiliyordum. Evin mutfağının içerisinde eski çanak tabaklar. Eski bir masa ve 2 adet sandalye bulunuyordu. Mutfağın içerisine girip yakından baktığımda ise tahta raflarda tabaklar diziliydi. Ve onun hemen altında bir tezgah onun üzerine koyulmuş yiyecek ve eşyalar bulunuyordu. Mutfağı incelemem bittikten sonra başka bir odaya geçtim. Hemen sağımda duran odaya ilerledim.

 

Odaya kısa bir baktığımda aklıma gelenle olduğum odada kendim için bir elbise arayışına girdim. Odada bulunan giysi dolabına ilerledim ve dolabı önüne geçip dolap kapaklarını açtığımda içinde çok az elbise olduğunu fark ettim. Bu kadar az bir elbiseye sahip olan kadın için üzüldüm çünkü benim yüzümden bir elbisesi eksilecekti ama benim de başka çarem yoktu maalesef.

 

İstemeye istemeye önüme gelen turkuaz renge sahip olan elbiseyi alıp dolabın kapağını kapattım. İçim hiç rahat değildi ama bunu yapmak zorundaydım. Elbiseyi giymek için bir banyo aradım. Odadan çıktım. Odanın hemen yanında duran küçük banyoda aldığım elbiseyi giymek için banyoya geçtim. Birkaç saniye sonra elbiseyi üzerime geçirip kendi elbisemi ellerimin arasına aldım ve banyodan ayrıldım . Odaya tekrar girip odada bulunan küçük aynadan kendime baktım.

 

Giydiğim elbise ayaklarıma kadar uzanıyordu sade dekoltesiz bir elbiseydi. Bilek kısmı fırfırlıydı ve elbisenin bel kısmında ince bir kemeri vardı. Giydiğim ayakkabı elbisemle hiç alakası olmadığı için bulunduğum odada dolaptan kendim için bir tane ayakkabı çıkarttım ve ayaklarıma geçirdim. Bunun için de üzüldüm çünkü bu aldığım ayakkabıdan sonra bir ayakkabısı daha azalmıştı. Umarım bunu telafi ederdim.

 

Ayakkabıyı giyerken epey bir zorluk çekmiştim. Ağrıyan acıma rağmen ayakkabıyı giyebilmiştim. Ayakkabı düz sade bir babetti. Hazır olduğumu düşünüp tam çıkacakken masanın üstünde olan önlükler dikkatimi çekti. Acaba bu önlükler niçin vardı? Mutfakta kullansaydı bu mutfakta asılı olurdu. Belki de kulede çalışan bir kadındı. Evet evet bu olabilirdi. Bu önlüğü bende üzerime geçirirsem belki de benide çalışan sanarsalar kuleye girmemde sorun yaşamazdım. Aldığım önlüğü üzerine geçirip son kez aynada kendime baktıktan sonra odadan çıkmam gerektiğini düşündüm. kimse gelmeden bu evden ayrılmalıydım. Yakalanırsam kötü olurdu .

 

Buradan hemen çıkma zamanım gelmişti tekrar o küçük pencereden sandalye yardımıyla çıktım. Kasabadan ayrıldım ve kulenin olduğu tarafa doğru yürümeye başladım . Arkama dönüp baktığımda çok küçük bir kasabaydı toplam 15 ev var veya yoktu bu kasabada. Yolda ilerlerken bu sefer kulenin yüksek duvarlarından gözlerimi kaldırıp kulenin kendisine baktım eski tarihi bir yapıydı.

 

Fazla gösterişli değildi dışarıdan böyle gözüküyordu ama içini bilemiyordum. Hızlı olmaya çalışarak temkinli adımlarla kulenin kapısına kadar ilerledim. Kulenin kapısında sayabildiğim kadarıyla 20 tane asker vardı. Elimde katlanmış olduğum elbisemle derin bir nefes alıp adım atmaya başladım. Umarım yabancı olduğumu anlamazlardı Askerlerin olduğu tarafa doğru ilerlemeye başladım.

 

Önümde ilerleyen kişileri. Takip ederek bende onları takip etmeye başladım. Önümdeki kişi içeri girdikten sonra bende tam içeriye adım atacakken yanımdaki asker beni çağırdığı an adım atmayı bırakmıştım.

 

"Sen neden bu kapıdan giriyorsun. Soylular ancak bu kapıdan girebilir sen arka kapıdan gir!" diye sert sesiyle konuştu.

 

Bana emir vermesiyle hemen başımı korkudan sallayarak adımlarımı arka tarafa doğru yönlendirdim. Arka tarafa yürürken at arabasıyla kalenin girişine gelen kişi dikkatimi çekti. Attan inen adam hızlı adımlarla at arabasına ilerleyerek kapıyı açıp içerisinde olan kadının dışarı çıkmasında yardımcı oldu. Ben ise hala inen kadına bakıyordum.

 

Garip bir hisle dikkatimi çekmişti. Ben ona öyle bakarken onun bakışlarıda beni bulmuştu. Benden rahatsız olmuş bakışlarıyla bana bakıyordu. Bir süre bana daha baktıktan sonra kulenin kapısından içeri girdi. Bende önüme dönerek arka kapıyı bulmaya koyuldum.

Bakalım nasıl bir belayla karşı karşıya kalmıştım .

 

Derin bir nefes alıp adımlarımı ağrıyan ayağıma rağmen hızlandırıp kapıyı bulma umuduyla yürümeye devam ettim. Arka tarafa geldiğimde daha önceden fark etmediğim bir bahçeyle karşılaştım. İşin garip tarafı bahçede iki kişi vardı ve sessizce konuşuyordular kendimi göstermeden onlara doğru sessizce yürüdüm ve biraz önümdeki ağacın arkasına geçip onları dinleme gafletinde bulundum.

 

Biraz ilerimde şık giyimli tarihi devirlerde kraliçelerin giydiği elbiseyi üzerinde taşıyan bir kadın ve onun yanında siyah renge bürünerek siyah pantolon siyah gömlek ve siyah bir pelerin üzerine geçirmiş bir adam vardı. Aralarındaki konuşmayı dinlemeye başladım.

"Düğün başlamak üzere neden hala buradayız? " diye sordu adam. Yüzünde endişeli bir ifade vardı.

 

"Şuan önemli olan sence bu mu? Neden enerjisini ilk hissettikten sonra bir daha hissedemedim? Buradan uzaklaştı mı sence?" dedi endişeli içeren sesiyle. Kadın çok tedirgin gözüküyordu. Yüzündeki endişe çok fazlaydı. Endişe içinde olduğu için ikide bir avuçlarını sıkıp sıkıp bırakıyordu. Bir şeyi sorguluyordu ama neyi?

 

"Bunu bilemeyiz onun gelmesini bekleyeceğiz. Çünkü onu tanımıyoruz. Sabredelim ve şuan önümüzdeki düğüne odaklanalım."diyerek sözlerini tamamladı . Adam kadını yatıştırmak için elinden geleni yapıyordu. Bakışları bir dakika bile olsa ondan ayrılmıyordu.Endişeleri ne içindi acaba merak etmiştim?

 

Kadın onu dinleyerek adamı takip ederek benim olduğum tarafa gelemeyen başladılar. Hemen kendimi geniş gövdeli ağacın arkasında saklamaya çalıştım. Onlar yürüyerek arkada duran siyah kapıdan içeri girdiler. Sanırım askerin dediği kapı buydu. Elimde duran elbiseyle içeri girmem iyi olmazdı ondan dolayı elbiseyi ağacın dibine bıraktım. Adamla kadının konuşması fazlasıyla kafama takıldı acaba konuştukları kişi ben miydim ?

 

Bu düşünceyi ileri savuşturup kapıya doğru adımladım ve içeriye doğru ilerlemeye başladım. Bu kapı önünde asker yoktu. İyi ki de yoktu. İçeri girip etrafta kısaca bir baktım. İçerisi çok sessizdi. Birkaç adım atıp koridor sonuna kadar ilerledim. Merakla etrafta dolaşacakken arkamdan duyduğum sesle olduğum yerde duruverdim. Şimdi ne yapacaktım.

 

İşim fazlasıyla zordu. Umarım bir açık vermezdim.

Umarım yabancı olduğumu anlamazdı birileri.

 

 

 

 

Loading...
0%