@kumsallardagezen12
|
『Sözlerin sesi olsaydı bu kısık fısıltı ninni olurdu.. 』
Havaya karışan soluklarım benim izlerimden bir parçam haline gelmişti. Ruhum bedenimde olan izlerin silecek bir mucizeye ihtiyacı vardı. Ruhumun yeniden bir yaşam mücadelesi vermesi için bir şeye ihtiyacı vardı.
Renklerin solmuş olduğu dünyamda var olmaya başlayan yeni bir duygu filizi vardı ama ben bu yeniliğe izin vermemek için elimden geleni yapmak zorundayım. Olduğumuz yerden bir anda başka bir yere geçmiştik. Ve burası tam olarak neresiydi anlamamıştım. Ahrar hoca biraz ileride duruyor ve olduğumuz yeri inceliyordu.
Ve ben ise sadece olacakları seyreden bir seyirciden bir farkım yoktu. Biz neyin içerisine düşmüştük? Nasıl bir bela bizi bulmuştu? Sadece izlemekle yetinmeyi tercih ettim. Ahrar hoca olduğumuz yerde ileriye geriye doğru gidip geliyor bir şey bulmaya çalışıyordu. Ama nedense hala benim varlığımı fark etmiş değil gibiydi. Hafif öksürüp burada benim de olduğumu belli etmeye çalıştım.
"Pardon rahatsız ediyorum ama neden bu bekleyiş ve biz neredeyiz şu an bir fikriniz var mı?" diye cevabını merak ettiğim bir soru sordum. Birkaç saniye sessiz kalışı devam etti. Ardından hemen lacivert hareleri bana çevrildi. Gözlerime derin derin baktıktan sonra sesli bir nefes verdi.
" Şu an geçmişe ışınlanmış olmalıyız ve bu bizim için biraz sıkıntılı bir durum. O kitabın ilk koruma anına geldik ve bu anla onun en son nerede olduğunu bileceğiz ama öncesinde biraz zorlanacak gibiyiz." dediğinde sadece söylediklerini düşünüp taşındım. Geçmiş derken? Bir de bu adamla bir yolculuğa çıktığım yetmedi onunla bir şeyi bulma girişimine mi girmiş oldum istemeden.
Başka kişi mi kalmadı neden Serra ile yapamadı ki bu işi? Her zaman nasıl oluyor da ben bu adamla istemediğim istemeyeceğim anları paylaşmak durumda kalabiliyorum biri bunu bana açıklayabilir mi? Sinir sistemim bozulmasın diye derin bir nefes alıp verdim.
"Şimdi siz bana sizinle şu an olduğumuz geçmişte sizinle bir arama bulma operasyonu yapacağımızı mı söylüyorsunuz?" dedim inanamayarak. Ben neden bu adama karşı çıkıp geri gitmedim ki? Benim neyime arama yapmak bu adamla hemde zorundalıkla.
Sözlerimden sonra sadece kafasını salladı. Olduğum yerde tepinmemek için zor bir mücadele verdim. Şu an olduğumuz yer kulede bulunan bir mahzendi. Karanlık ve havasız bir mahzende tam olarak bulunuyorduk. Çıplak gözle etrafı tam olarak görmekte zorlanıyorum. Duvarda asılı olan meşale de etrafını yeterince aydınlatmakta yetersiz kalıyordu. Bir yere takılıp düşmeden ilerlemeye başladım.
İlerlerkende etrafa isteksiz bakışlar atmakla meşguldüm.
"Daha ne kadar incelemeye devam edeceksiniz acaba? Neden harekete geçip şu lanet olası kitabı aramıyoruz?" diye yakınırken Ahrar hoca olduğu yerde hiç kıpırdamadan durmaya devam ediyordu.
"Pardon da size konuşuyorum farkında mısınız bilmem ama?" diye öfkeyle konuştum. Tam aydınlık olmadığı için onu seçmekte zorlanıyordum.
"Sabırsız kadının tekisin!"diye konuştu anda ya sabır çektim. Sabırsızmış! Sabrımı tüketen kendisi olduğunu bir bilse. Adam tüm sistemimi alaşağı ediyor. Sabır kotamıda tüketiyor diğer her şey gibi.
" Sizde uyuşuk bir adamın tekisiniz. Hala olduğunuz yerde sayıyorsunuz. Lütfen bakın lütfen artık şu kitabı aramaya koyulup buradan çıkabilir miyiz? Çünkü sizinle her geçirdiğim saniye benim sinir sistemime hiç iyi gelmiyor da." diye bezmiş bir sesle konuştuğum anda sonunda harekete geçti ve olduğu yerde ilerleyerek karşıda olan kapıya doğru ilerledi.
Bu kapı sanırım mahzenden çıkış kapısıydı. Sonunda buradan ayrılacağımız için bende hızla davranarak onu takip ettim. Ne kadar hızlı olursak o kadar şu yerden çıkabilirdik. Şu kitabı kısa sürede bulmalıydık yoksa ben bugün çıldırmadan buradan çıkacak gibi değildim.
Ama iç sesim senin daha iyi anların bu diye fısıldayıp duruyordu. Sanki tehlike daha kapımızı çalmış değildi. Mahzenden çıktıktan sonra önümüzde olan merdivenlere doğru ilerledik. Önden Ahrar hoca giderken ben onu bir adım geriden takip ediyordum.
"Varlığını hissetmesinler. Ne kadar bizi göremezseler de enerjimizi kesinlikle soluyacaklardır. Onun için olabildiğince temkinli davranalım." dediğinde sadece kısık bir mırıltıyla onu onayladım. Türlü türlü işler başıma açıp duruyordu. Sonra da uyarma gereği duyuyordu beyefendi.
Son basamağı da çıktıktan sonra önümüzde olan dar uzun koridorda ilerlemeye başlamıştık. Sessiz adımlarla ilerliyor hiç konuşmadan yolumuza devam ediyorduk. Ama hala neden kitabın olduğu yere değil de başka bir yere gidiyorduk ki? Sonuçta bana kitap yıllar önce arşive konulduğunu söyledi arşive gideceğimiz yerde başka bir yere gidiyorduk.
"Kitabı neden arşivde aramıyorsunuz?" dediğim anda adım atmayı bıraktı ve arkasına dönüp gözlerime bakarken konuşmaya başladı.
"Sadece bir kere anlatacağım sonrasında soru sormak yok. Sadece beni takip etmen yeterli gerisini ben hallederim. Öncelikle kitap arşivde ama nasıl bir şekilde muhafaza ettiklerini öğrenmek için geçmişe gittik ve en başından kitap arşive girinceye kadar olan süreci an be an izlemek lazım. Ve gün sonunda kitap arşive geldiğinde nasıl bir yöntem ile konulduğunu öğrenip öyle bu geçmişten çıkacağız. "dediğinde tamam dercesine başımı salladım.
" Peki kitabı arşive koyarken kesinlikle bir büyü yapıldığını sizde tahmin ediyor olmalısınız o büyüyü nasıl kaldıracaksınız?"dediğim esnada sadece sıkıntılı bir nefes verdi.
" İşin zor kısmı da bu ya. Onu bende bilmiyorum. "dediği anda omuzlarım anında düştü." Desenize çıkmaz bir sokağa sapmış bir durumdayız. "dedim umutsuzlukla. Ahrar hoca önüne dönüp kaldığı yerden devam etti yürümeye. Bende onu sessiz bir şekilde takip etmeye kaldığım yerden devam ettim.
Koridoru yürümeyi bitirdikten sonra bu sefer önümüze iki koridor çıkınca ikimizde yan yana iki koridorun başında durup nereden gitmemiz gerektiğine karar vermeye başladık. "Sağdan gidelim." dediğinde ben olmaz dercesine bakıp solu işaret ettim. O ise kaşlarını çatıp hayır diyerek benim düşüncemi onaylamadı.
"Tamam o zaman ikimizde istediğimiz yoldan gidelim hem böylece daha hızlı bulmuş oluruz bu aradığımız karanlık ruhların hapsolduğunu belirten kitabı." dediğim sırada anında beni sol kolumdan tutup arkasından sürüklemeye başladı. Anında şaşkınlığımdan sıyrılır sıyrılmaz kızgınlıkla konuştum.
"Ne yapıyorsunuz siz? Nasıl bu şekilde bana karşı davranma cüretini gösterirsiniz?" dedim öfkeyle tıslarken.
"Boş versene sen şimdi yaptığım şeyi sen şunun farkına var. Bu uzayacak olan tartışmayı başlamadan bitirdim. Yoksa sen kendi bildiğini yapacaktın bende sana mani olmaya çalışacaktım. Buda zaman kaybından başka bir şey olmayacaktı. Bunun önünde geçmiş oldum böyle yaparak. "dediğinde bilmişlikle çıldırmak elde değildi. Ahhh! Bu adamdan gerçekten bütün benliğimle nefret ediyordum ve bunun daha da yüksek bir dojda olmasını o büyük bir katkıda bulunuyordu.
Kolumu onun sıkı tutuşundan sertçe kurtarıp ondan biraz uzaklaşıp yürümeye devam ettim.
"Bu yaptığınız hiç hoş değil bir daha olmazsa sevinirim. Yoksa sonuçlarına siz katlanırsınız ben değil!" diye onu sert bir şekilde uyardım ama bunu umursadı mı? Zannetmiyorum beyefendi başka bir şeyle meşgul olmuştu bile. Şeytan diyor ki onu bir tehlikeli portala hapset ve kurtul ama bir yandan onun o portaldan çıkıp da saldırıya geçme ihtimalini düşününce bunun pek iyi sonuçlar doğurmayacağını düşünüyor. El mecbur katlanmak durumumdayım bir süre bu adama.
Ahrar hocanın zoruyla yönelmiş olduğumuz koridoru yürümeyi bitirdikten sonra bulunmuş olduğumuz katta bir arayışa çıkmıştık. Aradığımız şey ise bir kütüphaneydi. Eğer kütüphaneye ulaşır ve içeriye girmeyi başarırsak orada aradığımız şeyi bulmayı sağlayacak bir kayıt defteri varmış o defterden her gün için gün içinde yapılan faaliyetleri tutan bir liste varmış listeye ulaşırsak belki de aradığımız kitaba da ulaşabilirmişiz. İhtimaller içerisinde bir ihtimale tutunuyorduk.
Şu ana kadar iki kat dolaşmış ama hala kütüphanenin olduğu katı bulamamıştık.
"Sıkıldım artık!" diye sızlandığım esnada Ahrar hoca bana çatık kaşlarıyla bakmış ve susmamı isteyen bir bakış atmıştı. Hah kime sızlanıyorsam ölsem umurunda olmaz bu adamın. Sızlana sızlana onu bir adım geriden takip etmiştim. Bulunduğumuz katta nedense hiç kimseler bulunmuyordu. Ahrar hocayla beraber teker teker katta bulunan kapıları açıp açılan kapının ardında kütüphaneyi umuyorduk.
Tabii umduğumuz gibi olmuyordu Neredeyse son kata yaklaşmıştık ama kütüphaneye rastlamamıştık. Burada kütüphane bulunuyor muydu acaba? Çünkü ben olmadığını düşünmeye başlamıştım. Sanki bu kulede her şey vardı ama bir kütüphane yoktu. Ya da var olan gizli bir şekilde saklanmıştı. Adım atmayı bırakıp Ahrar hocaya seslendim. İlk başta duymazdan geldi ama sonra inatla ismini zikrettiğim için arkasına dönüp baktı.
"Yine ne oldu?" dedi bezgin bir halde.
"Bence kütüphane gizlenmiş olmalı çünkü neredeyse son kat kaldı ve o katında çatı katı olduğundan ikimizde eminiz. Ve bir kulede kütüphanenin bulunmaması biraz tuhaf olur. Ya var ya da çok iyi bir şekilde gizlenmiş olmalı." diye olduğumuz duruma açıklık getirirken Ahrar hoca söylediklerimi iyice düşünüp taşındı.
" Hayret bunun farkına varmana şaşırdım. Ben daha çok başıma iş açacağını düşünürken güzel bir çözüm buldun. "dediğinde beni eleştirirken kötü anlamda sadece bu tavrına göz devirdim. Ona maharetlerimi göstermek gibi bir çabaya girmeyecektim. Beni nasıl bilirse bilsin bu umurumda bile değil! Yeter ki bu işi bitirip ikimizde kendi yoluna gitsek yeterli benim için...
"Eee şimdi büyücü olan sizsiniz bulun şu büyüyle gizlenmiş olan kütüphanenin yerini şimdi sizin maharetlerinizi bir görelim." diye ona onun tavrıyla karşılık verdim. Yürüyen ego bakalım bulabilecek miydi? Zihnim bas bas hayır derken bakalım ne olacaktı? Bir yandan bulmayıp egosunun yerle bir olmasını istiyorum bir yandan da bulmasını ve bu andan hemen derhal çıkmayı istiyorum. Çok kararsız olmamda işin cabası.
Olduğumuz yerden aniden harekete geçtik. Ahrar hoca farklı bir büyü enerjisinin fark edilmesi için bir ışık topu oluşturmuş ve o ışık topunun yanmasına bağlı olarak hareket ediyorduk. Şu an hala ışık topu bir renk değişikliğine uğramamıştı. Şu an rengi beyazdı. Pembe olunca orada bir büyü enerjisi olduğunun kanıtı olacaktı. Şu an iki kat inmiş ve hala ışık topu renk değişimine uğramamıştı. Dakikalar geçmiş ve biz olduğumuz ilk yere gelmiştik yani mahzene.
Mahzenden içeri girdiğimiz anda ışık topu beyaz renkten pembe renge dönmüştü. Ne yani biz boşuna mı o kadar zaman kaybettik? Başından beri zaten doğru yerde bulunuyor ama oradan ayrılmış mıydık? Ben böyle işin içine yaaaa! Bu duruma sadece ama sadece göz devirdim.
Ahrar hoca ışık topunu kaldırdı ve şimdi kütüphaneyi gizleyen büyüyü kaldırmak için uğraş verdi. İşimiz neden her an zorlaşmak için bir üst seviyeye çıkıyordu ki? Bir işi de kolay yoldan halletsek olmaz mıydı? Ahrar hoca birkaç süre birçok büyü sözleriyle büyüyü açmaya çalıştı ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın kütüphaneyi korumak için yapılan büyülü kalkanı bir türlü kaldırmış değildi. Yaslanmış olduğum duvardan sırtımı çekip ona doğru ilerledim.
"Sıkıldım hadi şunu hızlı bir şekilde halledelim. Siz bulamadıysanız bir de ben deneyeyim olmaz mı?" dedim işi kolaylaştırmak adına. Ama tabii beyefendi bunu halledemeyeceğimi düşünüyor olmalı ki bana alaylı bir bakış atıp bir adım geriye çekildi. Biraz ileride olan duvara omzunu yasladı ve bir umutsuz vakaya bakarcasına bana bakmaya başladı. Dur dur göstereceğim ben sana o küçümseyen bakışları! Sanki görende ondan iyi hiçbir büyücü yokta ondan başkası bu işi halledemez de.... Bu adamın bu kendisine olan bu özgüveni de nereden geliyor?
Yürüyen arkeoloji kalıntısı ne olacak! Egosunun ağırlığını ölçmeye kalksak tüm dünyaya trilyonlar basar. Bunu bu kadar kim gereksiz yere yüceltti ki? Kesin ailesi ve çevresinde olan gereksiz kişilerdir başka kim olabilir ki?
Neyse bırakalım şunu da yapmam gereken şeyi halledeyim. Derin bir nefes alıp bana öğretilen birkaç gizli korunaklı olan kalkanları kaldıran büyü sözlerini hatırlamaya çalıştım. Bunu Tarsis kralı tarafından öğrenmiştim. Nedense bir gün Kiran 'ı almaya giderken onu bir kitabı incelerken görmüştüm ve merak edip neyi bu kadar derin derin incelediğini sorduğumda beni terslemeden cevap vermişti. Şaşırdığım nadir anlardan biriydi bu an. Kitapta yazan birkaç büyü sözlerinin ne işe yaradığını söylemiş ve büyü sözlerini ezberlememi sağlamıştı. Bakalım bu büyü sözlerinden hangisi işime yarayacaktı.
İlk birkaç büyü sözlerini söylemiştim ama pek işe yaradığını söyleyemem. Ama sonra en sonunda bana öğrettiği büyü sözünü hatırlayınca onu tek benim duyacağım bir şekilde söylemeye başladım.
"Occultum ens quod in umbra vagatur. Purga conspectum tuum a nebulis clypeorum. Fac existentiam tuam, existentiam tuam ostende. Omnia genera factorum, quae" energiam entis destruunt, removent. " Sislerin gölgesinde gezinen gizli varlık. Varlığını kalkanlardan oluşan sislerden arındır. Varlığını gerçek kıl varlığını ortaya çıkar. Varlığın enerjisini yok eden her türlü etkenlerden arın......."
Büyü sözlerini okumayı bitirdikten sonra ne zaman kapandığını bilmediğim gözlerimi araladım ve karşımda yavaşça beliren kapıya dikkatimi verdim.
Anında arkamı dönüp Ahrar hocaya şok olmuş bir ifadeyle baktım. Gerçekten açılacağını bilmiyordum. Ahrar hoca ise bunu yapacağımı düşünmediği için olduğu yerde biraz kıpırdamış ve hafif aralıklı dudakları ile birkaç kere bir şey söylemeye kalktı ama hala şaşkınlığını atamadığı için aralık olan dudaklarını kapayıp bana doğru ilerledi.
Hah hani nerede o küstah bakışları? Az önceye dek yapamayacağımı bildiği için avutmaya çalışan surat ifadesinden çabuk sıyrılmıştı. İşte böyle geliriz bizi küçümseyen insanların hakkından. Bakın gördünüz mü dercesine bakmaya başladım.
"Hadi içeriye girelim süre aleyhimize işliyor." dediği anda kaşlarını çatma sırası bana geçti. Hey insan bir tebrikler der! Kime diyorsam? Direk önümüzde olan kapıyı aralayıp içeri girdi bende onun arkasından bozulmuş bir surat ifadesiyle içeri girdim.
İçeri girdiğimiz anda bizi karanlık sisli bir ortam karşıladı. Hayretler içerisinde olduğumuz ortamın gerçekliğini yadırgadım. Normal bir kütüphane beklerken karşımda korkutucu filmlerde olan bir ortam ile karşı karşıya kalmıştık. Bu kütüphane neden bu haldeydi? Hiç mi birileri buraya uğramamış ve burası bu hale gelmişti? Sislerin arasından görebildiğim kadarıyla her yer küfle çevrilmiş ve neredeyse raflarına arasında bir yeni yaşam meydana gelmişti. Birçok yabani bitki yerleşim kurmuştu. Ve kütüphane olduğu görünümden başka bir görünüme kavuşmuştu. Tüm rafta bulunan kitapların neredeyse yarısı yerlere savrulmuş ya da kırılan raflardan yere düşmüştü.
Ahrar hoca da bir adım gerimde durmuş ve o da benim şaşkın şaşkın bakmam gibi etrafa şaşkınlık içerisinde bakıyordu. Biz tam olarak neye bulaşmıştık? Çünkü iç sesim buraya aslında hiç gelmemeliydik diye bas bas bağırıyordu. Sonunda günü nasıl bitireceğimizi merak ediyordum.
"Doğru yerde olduğumuzdan emin miyiz? Çünkü burası sanki olamamamız gereken yermiş gibi hissettirdi de." diye olduğumuz yerden hiç memnun kalmadığımı belli ettim.
"Burası olmalı çünkü burası istenilen yer. Koyulan önemli bir nesne buradan kolayca alınmaz." dediğinde buradaki işimizin çok sıkıntılı geçeceğini hissettim.
Dikkat ede ede kütüphanenin içerisinde ilerlemeye başladık. Ara sıra sislerden dolayı içeriyi iyi görmediğim için yerde olan nesnelere takılıp bocalıyordum ama sonra kütüphanede bulunan raflara tutunarak düşmekten son anda kurtuluyordum.
Ahrar hoca ise yanında oluşturmuş olduğu küçük ışık huzmesi sayesinde çok rahatça ilerliyordu kütüphanede. Düşüncesiz insan! Bir tane benim için de yapsaydı ya! Kimden medet umuyorsam bende kendi ışığımı kendim yaparım. Birkaç saniye içinde benimde sağ omzumda benimle hareket eden küçük bir ışık huzmesi oluştu. Bu sefer hiçbir şekilde bir düşme problemi yaşamdan içeride kolayca hareket edebiliyordum.
"Şimdi aradığımız şu kayıt defteri tam olarak neye benziyor biliyor musunuz?" dediğim anda Ahrar hoca hiç duraksamadan bana kitabın neye benzediğini anlatmaya benzedi.
"Kırmızı renkte ve kalın eski bir kitap." dediği sırada bende ekleme yaptım.
"Üzerinde bir mürekkep resmi var ve orta boyda bir kitap değil mi?" dediğim anda onaylarcasına bir ses çıkardı. Anında solumda duran rafta olan kitaba uzanıp onu hemen aldım. Ben alır almaz Ahrar hoca şimşek hızıyla arkasına dönüp bana baktı.
Neden surat ifadesi hiç iyi bir şey yapmadığımı söylüyordu? Lanet olsun ben beladan eksik olmayan başıma yeni bir bela mı ekledim! Şanssızlığın da böylesi beni buluyor.
" Bu kitabı hemen almamalıydım değil mi?" dedim sesli bir şekilde yutkunurken. Ahrar hoca usulca kafasını salladı.
"Şimdi ne olacak?" diye kısık sesle sordum. Çünkü sanki şu an etrafımı bir tehlike kuşatıyor gibiydi.
"Bilmiyorum....." demekle yetindi sadece. Endişeli bakışlarla etrafıma bakmaya başladım. Nedense bir anda bir şeyin aniden çıkıp bize zarar verecek hissine kapıldım. Zaten bu filmlerde de olmaz mıydı? Zaten tek başımayım da. Ahrar hoca böyle bir şey olsa bana yardım eli de uzatmaz. Anında beni arkasında bırakıp buradan uzaklaşırdı.
"Ama ben bir şeyi biliyorum siz kesinlikle bir şey olursa beni aniden bırakıp buradan uzaklaşacak gibisiniz. Halbuki sizin yüzünüzden buradayız ama zararlı çıkan taraf ben oluyorum burada." diye ağlayacak bir ses tonuyla konuştum. Sinirlerim bozulmuştu. Ya ben niye geldim ki niye!
" Bırakalım şimdi bunları artık aldın kitabı şimdi açıp içerisine bir göz atalım bakalım aradığımız şey içerisinde yazıyor mu? "dediğinde hiçbir şey yapmadan ona baktım. Bu tavrıma kaşlarını çatmakla yetindi.
" Eee hadi açsana kitabı! "dedi.
" Bence siz açın çünkü içinde yazılan hiçbir şeyi inanın ki hiç merak etmiyorum. "diyerek elimde tuttuğum kitabı fırlatırcasına ona verdim. Ona vermiş olduğum kitabı kafasını iki yana sallayarak aldı ve sağ eliyle kitabın kalın eskimiş kapağını açtı. Ahrar hoca kitabı açar açmaz anında kütüphanede sert bir yel esti. Sanki bu birinin ardından bırakmış olduğu bir izdi.
Çünkü burada rüzgarın esmesi imkansız bir pencere dahi yoktu ve yere sıfır noktasındaydık. Etrafımızda biri vardı artık bunu kesinlikle anlamıştım. Ahrar hocaya doğru hafifçe eğilip onun duyabileceği desibelde konuştum.
"Sizde benim düşündüğüm şeyi mi düşünüyorsunuz?" dediğim sırada Ahrar hoca da bana doğru eğilip etrafa kısa bir bakış attıktan sonra kısık sesle konuştu.
"Neyi kast ettiğini anlamadım?" dedi neyi anlatmaya çalıştığım anlamayan bir suratla.
"Kitabı aldık daha fazla burada durmanın bir manası yok topuklamak için daha neyi bekliyoruz?" dedim ve ona zaman tanımadan elinde tuttuğu kitabı aldığım gibi arkamızda bıraktığımız kapıya doğru koşmaya başladım can havliyle. Tabi koşarken de düşüncelerimi dile getirmekten kaçınmadım.
" Ölmek için daha çok erken yapmam gereken şeyler var!" diye neredeyse bağırır bir sesle konuştum. Ben koşarken ardımdan onun da hızlanan adım sesleri duyuldu.
"Ne gibi?" diye arkamdan bağırarak sesinin bana ulaşmasını sağlayarak sordu. Ama sorusunu cevapsız bıraktım. Ben susarken o konuşamaya devam etti.
"Hem bende ölmek istemiyorum merak etme. "diye tok sesiyle konuştu. Hızlı bir şekilde adımlarımı daha da hızlandırdım ve birkaç adım uzağımda olan kapıya korku içerisinde koşmaya başladım. Koşarken bir yandan da cevap vermeyi eksik etmedim.
" O sizin sorununuz dünyaya kazık çakmak istiyorsanız siz bilirsiniz. Hem daha ne kadar yaşamayı düşünüyorsunuz ki!" diye aksi bir sesle konuştum.
Kapıya ulaşmama birkaç adım kala birden önümde olan kapı yok oldu. Nasıl ya? Anında arkamı dönüp Ahrar hocaya baktım.
" Sizin işiniz mi? Hemen eski haline çevirin kapıyı hemde hemen! "dediğimde bana doğru son adımını atıp sıkıntılı bir şekilde kapının daha önce olduğu ama şimdiki yerinde bir duvar olan kısma bakıyordu.
" Ne sandın kitabı alıp buradan elini kolunu sallayarak çıkacağını mı?" dedi öfkesini yarıştırmaya çalışırken. Bakışlarını bana çevirdi ve elimde tuttuğum kitaba ve bana öldürücü bir bakışla bakmaya başladı.
"İşte şimdi nasıl bir yol izleyeceğiz bilemiyorum? "dediğinde çaresiz bir halde bir ona bir yok olan kapının yeni duvara dönüşmüş haline bakmaya başladım.
" Burada mahsur mı kaldık yani? "dediğimde sadece duvara doğru ilerledi ve duvara sırtını yaslayıp yere doğru yavaşça oturdu.
" Sizinle konuşuyorum bir cevap vermek bu kadar zor olmasın! "diye ona kızdığımda aniden hareleri bana çevrildi.
" Evet kaldık hemde kimin yüzünden bil bakalım senin! "diye bağırınca aniden bir adım geriye gittim. Bu çıkışını beklemiyordum. Bir adım geri gittiğimi görünce yaptığı şeyden anında pişman oldu ve tek elini saçlarının arasından geçirdi ve kendini sakinleştirmek için kendine biraz zaman tanıdı bende bu süre içerisinde hiç konuşmadım. Olduğum yerde durdum ve sakin kalmak için çabaladım.
Ayakta ki bekleyişimi yarıda keserek Ahrar hocaya doğru ilerledim ve ondan birkaç santim uzağa gidip onun gibi yere doğru çöküp oturdum. Bu yaptığım harekete sessiz bir şekilde bakmakla yetindi.
Bir süre ikimizde konuşmadık. Ama sessizliği benim yakınmam bozdu.
"Ya lanet anı içinde lanet bir an yaşıyorum." dediğimde Ahrar hoca hiç gecikmeden azarlayan bir sesle konuşmaya başladı.
"O kitaba dokunmasaydın bu halde olmazdık. Hem sana kim dedi ki kitabı alıp kaçmanı! Hepsi senin hatan şimdi de sızlanıyor musun." diyerek hatamı yüzüme vurmaktan çekinmedi.
"Tek benim hatam yok sizde en baştan uyarsaydınız bu halde olmazdık! Neden o kitaba dokunma demediniz ki içeriye girerken şimdi demeniz boşa?" diyerek tek suçlu taraf ben olmadığımı ve kendisinde de suç bulduğunu anlamasını sağladım.
"Beni mi suçluyorsun şimdi de? Sana inanamıyorum!" diyerek şaşkınlık içerisinde konuştu.
"Evet tabii ki sizin yüzünüzden bu şeyleri yaşıyoruz ne diye sizinle geldim şu arşive her şeyin başlangıcı o çünkü." diye çocuk gibi somurta somurta konuştum.
"Beni dinleseydin her şeyi bana bıraksaydın hanımefendi olayların sonuçları buraya kadar uzanamazdı." dedi oturduğu yerden kalkarak.
"Tamam artık suçu birbirimizde aramayı bırakalım. Şimdi ne yapmalıyız ona kafa yormak lazım." diyerek durumun gerçek vahimine odaklanmamız gerektiğini belli ettim.
"Çıkış kapısı arayalım belki de başka bir çıkış kapısı bulunuyordur." dediğinde Ahrar hoca anında başımı salladım ve bulunduğumuz sislerle dolu kütüphanede bir çıkış kapısı aramaya koyuldum. Elimde hala tutmaya devam ettiğim kayıt defteriyle beraber temkinli bir halde ilerleyip görebildiğim kadarıyla kütüphanede başka bir kapıya ait bir işaret arıyordum. Kütüphane çok büyüktü. Şimdiye kadar ancak yarısını gezebilmiştim. Ahrar hoca ve ben ikiye ayrılarak daha hızlı bulmak adına kapıyı aramaya koyulmuştuk.
Kütüphanede tek kitaplar bulunmuyordu. Birden fazla eşya...Masalarda dağınık halde duran büyü için kullanılan malzemeler ve iksiriler bulunuyordu. Burası fazla dağınık bir o kadar da fazla terkedilmişti. Buraya gelenler elinde olan her ne varsa buraya bırakıp girmiştiler. Ne bıraktıkları bile umurunda değildi. Amaçları sanki bırakmak ve gitmekti. Daha çok sanki bir teminat gibiydi. Bir şey için bir şeyi bırakmak veya sunmaktı. Böyle aniden bir hisse kapılmıştım.
Birkaç adım atarak sağa doğru saptım. Gördüklerimle adım atmayı kestim. Biraz ileride sayamayacağım kadar şişelerde bulunan sıvılar raflara gelişi güzel bırakılmıştı. Bu sıvılarda ne işe yarıyordu? Hatta yanında ise sönmüş birçok meşaleler bulunuyordu. Sanki önemli ve korunaklı bir yer gibi burasına meşaleleri dizip dizip gitmişlerdi.
Adım atmadan sağıma soluma bakarak herhangi bir tehlike olup olmadığını kontrol ettim. Ben ve Ahrar hoca dışında bir canlının izlerine rastlamadığım için sesli bir nefes vererek cam şişeler içinde olan iksirlere doğru ilerledim. İksirlerin önüne gelince kısa bir inceleme yaptım.
Hafif aydınlık olan bu tarafta raflarda olan iksirler net bir şekilde görünüyordu. Hatta hepsi farklı renkte olan iksirlerdi. Hepsi bir sıralamaya göre dizilmişti. Ve hepsi sayı ve harf birleşiminden oluşan isimlerle kodlanmıştı. Bir tanesini elime almak için elimi uzatacağım an birden arkamdan ses duyunca bunu yapmadan yarıda kestim.
"Dokunma!"dediğinde Ahrar hoca arkama dönüp ona baktım.
" Sadece iksirlerin ne işe yaradığına bakacaktım. "diye açıklamada bulunduğumda bana doğru hareketlendi.
Birkaç adım sonra tam karşıma geçip arkamda olan iksirlere kısa bir bakış attıktan sonra bakışları bana döndü.
" Onlar normal sandığın iksirler değil. Onların içine insan ruhu katılarak oluşturmuş. Kara büyülerde kullanılan iksirler bunlar ve dokunmaman senin yararına olur." diyerek beni bir yanlıştan kurtarmıştı. İksirlerde kullanılan ruhlardan dolayı eğer onlara dokunacak olursam bekli bir yolunu bulup o iksirin içinde olan ruh bedenime sızmaya çalışabilirdi. Çünkü içinde kullanılan ruh hala hayatta. Sadece şu an işlevsiz. Onu harekete geçirecek olan şey benim ruhumun sınırları.
"Uyarınız için teşekkür ederim." dediğimde sadece önemli değil dercesine başını salladı.
"Sanırım bir çıkış kapısı yok olanı da zaten kaybettik."dediğinde çaresiz bir sesle sadece susmakla yetindim. Birkaç saniye sonra aklıma gelen fikri beyan ettim.
" Portal açıp çıkarsak olmaz mı? "diye sordum.
" Tehlikeli olabilir buradaki bir varlık bile dışarı çıkarsa bizim açmış olduğumuz portalla sonuçlar bizim için aşılamaz bir sonuca ulaşır. Kapıyı tekrar geri getirmek için birkaç büyü yapacağım sende o sırada uslu ol ve ben kapıyı geri getirene kadar sakın bir bela açayım deme başımıza. "diyerek cevap vermemi beklemeden arkasına dönüp kapının olduğu tarafa doğru ilerledi. Ben ise omzumu silkerek arkamda duran iksirlere son kez bakıp biraz ileriye doğru hareketlendim.
On dakika boyunca kütüphanenin geniş odasına ilerledim ve sonunda sınırlarına ulaştım. Tam sonunda duvarlara asılmış birçok tablo vardı. Hepsi de ilginç bir şekilde çizilmişti. Garip garip figürlü olan tablolar şaşırtmıştı. Çünkü çoğunda sisli bir ormanda bir ağacın arasında olan bir çift göz bulunuyordu. Ve hepsi neredeyse birbirine yakın bir benzerlikte çizilmişti.
Tabloda karanlık içerisinde olan bu gözler kırmızı renkteydi. Bu gözler kime aitti? Ve neden her resimde bunu çizmişlerdi? Burası Moritanya kulesinden bile daha garipti.
Tam arkama döneceğim an birden arkamda bir varlığın geçmesini hissetmiş gibi oldum. Anında korkuyla geriye dönüp arkamda olan hareketlenmeye bakındım. Ama kimse yoktu. Yaşamış olduğum bu gerilimden dolayı korkuyla etrafımı incelemeye başladım. Her noktaya dikkatle bakıyor arkamdan geçip giden şeyi arıyordu gözlerim.
Ahrar hoca olmazdı çünkü onun enerjisi bana şu an birkaç adım uzaktayken yakınımda olan bu varlık her neyse enerjisini dahi solumama izin vermeyecek kadar güçlü olmalıydı. Buradan hemen gitmemiz gerektiğini anlayınca Ahrar hocanın olduğu yöne doğru harekete geçtim. Her adımında sağıma soluma bakıyor dikkatle ilerliyordum. Koşar adımlarla ilerlerken birden karşımda beliren bir çift kırmızı gözle olduğum yerde yüksek sesle bağırdım.
Anında korkuyla geriye gittim. Ve arkamı dönüp Ahrar hocaya doğru koşmaya başladım. Bir yandan koşuyor bir yandan da Ahrar hocaya sesleniyordum.
"Emira!" onun endişeli sesini duyunca hızımı daha da arttırdım.
"Bir varlık var burada!"diye avazım çıktığı kadar yüksek sesle bağırdım. Bağırmamla beraber anında Ahrar hocayı karşımda gördüm. Beni görür görmez anında arkasına doğru çekti beni. Ve etrafımızda yavaşça daire oluşturacak şekilde dönmeye başladık.
" İyi misin? "diye sorunca korkunun vermiş olduğu adrenalinle kesik kesik aldığım nefesler arasından evet diyebildim.
" Nasıl bir şeye benziyordu? "dediği anda gözleri anında belirdi gözlerimin önünde.
" Sadece gözlerini gördüm. Zaten onu görmeden önce biraz ileride duvara asılı tablolara resmedilmiş gözleri vardı ondan sonra onu gördüm. Önce arkamdan hızla geçip gitti sonra ben buraya doğru koşarken önüme çıktı."
"Tamam sakin ol bakalım neyin nesiymiş şu yaratık." dediğinde o görmesede kafamı salladım.
"Bence hemen buradan girmeliyiz." diye bir öneride bulunduğumda anında önerime karşı şu cevabı verdi.
"Sence bu benim aklıma gelmiyor mu? Ama çıkış yok bunu sende en az benim kadar iyi biliyorsun." dedi gerçekleri yüzüme sertçe vurarak.
"Pekala siz ilgilenin o halde çünkü benden bu kadar." diyerek geriye doğru çekildim. Bana bakmadan direk bir adım öne doğru ilerledi. Kısık bir şey mırıldandı ve ne olduysa görmediğimiz canlı karşımızda aniden belirdi. Onu görmenin vermiş olduğu korkuyla sesli bir çığlık firar etti dudaklarımın arasından.
Yaratık iki metre uzunluğunda eğri büğrü bir yapıya sahip ürkütücü bir yaratıktı. Üzerinde eski püskü olan bir siyah cüppe ile karşımızda duruyordu. Elleri benim üç elimin uzunluğu kadardı ve bize bakarken eğilmiş bir halde duruyordu. Gözleri kırmızı olmasına rağmen göz akı simsiyahtı. Ona bakarken bile bunun için kendimi zorluyordum.
Anında sol elimi dudaklarımın üzerine yerleştirip yaratığa bakmaya devam ettim. Çığlığımın etkisiyle yaratık Ahrar hocadan bakışlarını çekip bana doğru çevirdi. Bana doğru adım atacağı esnada Ahrar hoca anında müdahale etti ve canavar birden uzağa doğru hızla fırlatıldı.
"Şimdi ne olacak?" diye sorar sormaz anında Ahrar hoca arkasını dönüp beni arkaya doğru çekiştirip konuşmaya başladı.
"Çıkış kapısını açmak üzereyken sen geldin şimdi geri kalan işlemi tamamlamam gerek ve sen o arada yaratığı oylamaya çalışır mısın?" diyerek beni sağ tarafa doğru ittirip kendisi kapının bulunduğu tarafa doğru ilerledi. Ben ise can havliyle kaçmaya başladım çünkü yaratık tam arkamdaydı. Şansa beni hedef seçmişti. Benden daha iri olduğundan onun bir adımı benim dört adımım ediyordu. Süratle koşuyor ondan kaçmak için her tarafa koşup duruyordum.
Tam iksirlerin olduğu tarafa gelince o da arkamdan beni takip ediyordu hızlı bir manevrayla hemen sola dönüp o tam beni takip edemeden iksir dolu dolabın arkasına doğru geçip arkadan ona doğru dolabı ittirdim. Elimde tuttuğum kitabı ise hızla kolyemin içerisine saklamıştım dolabı aşağıya doğru ittirmeden önce. Hızlı bir şekilde ittiğimden dolayı kaçma fırsatı olmadı ve tüm iksirler üzerine düşüp kırılmaya ve iksirler üzerine saçıldı. Her üzerine düşen iksir onda büyük bir çığlık atmasını sağlıyordu.
Sanırım şişenin içerisinde olan ruhlar onun vücuduna akın etmeye çalıştıkça ona acı veriyordu. Bunu umursamadan hemen olduğum yerden harekete geçip Ahrar hocanın olduğu yere doğru ilerlemeye başladım. Kendimize birkaç dakika yaratmıştım ama yaratık ayağa kalkar kalkmaz direk saldırıya geçecektir.
O gelmeden hemen buradan gitmeliydik. Yoksa yaratık bizi çok kötü bir şekilde kıstıracaktı. Ben hala Ahrar hocaya doğru koşmaya devam ederken birden yaratığın acı dolu nidaları kesilmişti. Koşarken başımı sola çevirip ne halde olduğuna bakındım. Ama bakmaz olaydım. Çünkü yaratık tüm öfkesiyle benim olduğum tarafa koşarcasına değil uçarcasına geliyordu. Anında başımı öne çevirdim ve hızımı arttırdım.
Koşarken Ahrar hocaya söylenmeyi eksik etmiyordum da.
"Umarım şu lanet kapıyı bulabilmişsinizdir. Yoksa yaratığa akşam yemeği olacağız." diye korku dolu sesimle olabildiğince sesimi biraz ileride duran Ahrar hocaya ulaştırmaya çalıştım. Hala duvarın önünde duruyor haldeydi ve bilin bakalım ne eksikti? Kapı.... Hala o lanet eski yıpranmış kapı ortada yoktu. Yaratıkla aramızda fazla bir mesafe yoktu hemen can havliyle Ahrar hocaya koşmaya devam ettim. Sonunda yanına vardığım esnada birden ne olduysa Ahrar hocaya istemeden kendimi durduramadığım için çarptım. Ona çarpmamla ikimizde anında yere düştük. Yere düşerken yaratığın yüksek çığlığını uzaktan duydum.
Ne uzaktan mı? En son birkaç adım arkamda duruyordu. Başımı yaratığa bakmak için sola çevirdim. Yaratığa bakmak istedim ama baktığım yerde onu göremedim. Nasıl yani nereye kayboldu? Hem bu üzerimdeki ağırlık da neyin nesiydi? Anlamak için başımı önüme çevirdim. Çevirmez olaydım ama...
Hemen dibimde duran ve kollarıyla bedenimi sarmaladığını yeni fark ettiğim Ahrar hocayı fark edince anında daha şaşkınlığımı atlatamadan başka bir şaşkınlık bedenimi yokladı anında göz yuvarlarım bu yakınlaşmadan dolayı büyüdü. Çünkü şu an ikimizde birbirimize bakıyorduk şaşkınlık içerisinde. Onun ve benim ılık nefeslerimiz birbirine çarparken iki elimde fark etmeden onun göğsüne yerleşmiş bir haldeydi. Çok fazla yakındık....
Ve bu ikimizi de büyük bir şaşkınlığa bürümüştü. Neredeyse aramızda azımsanmayacak bir mesafe vardı. Lacivert harelerinde yatan şaşkınlık duygusundan başka bir duygu daha vardı gözlerinde ve ben bunu gözlerime yansıdığını hissediyordum amansız bir şekilde. Kısa bir süre yakından yüzüne bakma gafletine düştüm.
Sert çıkık elmacık kemiklerine düşen uzun gür kirpiklerinin gölgesinde oyalandı gözlerim. Hızla kırpıp açtığı kirpiklerinin ardından o yoğun lacivert irisleri bu denli yakından göreceğimi hiç düşünmemiştim. Hızlı alıp verdiği nefesleri yüzümde bir yolculuğa çıkmıştı. Bu kadar yakın olmamız onun o hoş bilinmeyen kokusunu daha yakından koklamamı sağlamıştı.
Bu kokuyu her koklayışımda gözlerim istemsiz olarak kapanırken son anda ona mani oluyor irademi son anda koruyabiliyordum. Saçlarına gözlerim takıldığında birkaç perçemin kirpiklerime değdiğini yeni yeni fark ediyordum. Ve nefes almayı kısa bir süre bıraktığımı fark ettiğim gibi. İyi gelmiyordu bu adam bana iyi gelmiyordu.....
Bu yakınlık çok tehlikeliydi çünkü şu an ne hissedeceğimi şaşırmış durumdaydım ve bu bana hiç iyi bir şey olmadığını bas bas bağırıyordu.
Hemen direk kendimi sağa doğru neredeyse fırlatırcasına attım. Çünkü Ahrar hocaya çarparken düşmemek için sanırım kollarını bana dolamıştı ve bu gereksiz bir yakınlaşmaya sebep olmuştu. Direk onun sınırları içerisinden çıktım ve yerden doğrulmaya çalıştım. Oda kendimi sağa atmamla olduğu yerde yüz üstü yere çarpmaktan kendini son anda kurtardı. Ben doğrulurken o ise hala yerde duruyordu.
"Kusura bakmayın birden canavar arkamdan gelince hızımı durduramadım ve size çarptım." diye saçma bir açıklama girişiminde bulundum. Ne diye açıklama yaptım ki? Of Emira sanki bilerek adama çarptın.
"Sorun yok." diyerek oda yerden doğruldu ve olduğumuz yerin neresi olduğunu anlamaya çalıştı benim gibi.
"Kapı biz birbirimize çarptığımızda açıldı ve başka bir yere gelmiş olmalıyız." diyince başka bir yer kelimesine takıldım sadece. Ne yani başka bir belaya mı sürüklendik yine?
"Peki şu an nerede olduğumuzu biliyor musunuz?" diye sordum ama sesimde var olan tedirginliği sezmiş gibi anında beni yarıştırmak için sakin bir sesle konuştu.
"Merak etme burası bizim için tehlike arz etmiyor. Şimdi kitap nerede?" diye sorduğunda aniden elinde belirmesini sağladım.
Kitap elinde belirmesiyle anında kayıt kitabını alıp kapağını açıp aradığı şeyi kitabın içerisinde aramaya başladı. Birkaç dakika boyunca onu sessiz bir şekilde inceledim. Kitabın son sayfasına gelince anında kaşları çatılı hale geldi. Neydi onu böyle sinirlendiren?
"Bir şey mi oldu?" diye sorunca sıkıntılı bir nefes verdi.
"Evet oldu. Aradığım şey yok burada." dediğinde benimde kaşlarım onun gibi anında çatıldı. Nasıl yok? Hemen ona doğru yaklaşıp elinde olan kitabı alıp bende incelemeye başladım. Her sayfasına teker teker dikkat ede ede baktım ama aradığımız şeyi bulamadım. Kitabın sonuna geldiğimde tekrar başa geçip yeniden bakmaya devam ettim.
"Boşa arama yok işte buraya kayıt edilmemiş sanırım." dediğinde anında ona cevabım gecikmedi.
"Siz öyle sanın var ama koparılmış." diyerek koparılan kısmı ona gösterdim. Anında koparılmış ve hafif sayfadan geriye kalan kağıt parçasına bakıyordu.
"Şimdi ne olacak? Çünkü kim bilir nerededir bu koparılmış sayfa?"diye umutsuz bir tonda konuştuğum anda bir adım benden uzaklaştı ve arkasını dönüp iki elini beline yerleştirip kısık bir şeyler söyledi.
Küfür mü ediyor o? Neyse bana ne?
" Şimdi geri mi dönüyoruz?" dediğimde hayır dercesine başını salladı. Anında arka profiline ortaya çıkan öfkemle bakmaya başladım.
"Nasıl yani? Kusura bakmayın ama sizinle yeni bir belaya sürüklenme gibi bir düşüncem yok buna izin vermenizi de sağlamam." diye sertçe çıkıştım.
"Aslında tehlikeli bir yer değil sadece biraz fazla sıkıntı çıkaracağın bir yerde." dediğinde anlamayan bakışlarla bakmaya başladım. Nasıl bir sıkıntılı yer ki ben sıkıntı çıkaracağım ?
"Nereden bahsediyorsunuz?" dediğim sırada arkasını dönüp bana baktı anlayış bekleyen bir ifadeyle.
"Bataklık ormanı." dediğinde ne dercesine sesli bir şekilde bağırdım.
"Hayatta olmaz beni o pis yere götüremezsiniz buna izin vermem asla ama asla." dedim ama demez olaydım. Bu adamda neden tüm hayırlarım bir bir yıkıyordu.
Bir saat süren yolculuktan sonra bataklık ormanına gelmiştik. Ben somurta somurta ilerlerken Ahrar hoca büyük bir heyecanla ilerliyordu.
Şimdi soracaksınız neden geldin buraya bir çıkarın bile olmadan. Bir anlaşma yaptık ve bu anlaşmaya uyacağına dair bir yemin etmişti. Kara ormana girmemi sağlayacaktı. Ben dört saat desemde sadece ancak iki saat olabileceğini söyleyince başka bir seçeneğim olmadığı için kabul etmiştim. Şimdi ise hiç istemediğim yerde bulunmak zorundaydım.
Ahrar hoca yine kafasına eseni yapıyor ve bir nefes alışı kadar onun için önem taşıyan şu kayıt defterinden koparılmış sayfayı arıyordu. Tek takıldığım nokta ise neden burada olduğunu düşünmüştü. Bunun merakı beni yiyip bitirdiği için direk hızlı adımlarla ona ilerledim ve aynı anda yürürken ona aklıma takılan bu merakı sordum.
"Nasıl burada olduğundan bu kadar eminsiniz bunu öğrenebilir miyim? Çünkü yanlış yerdeysek ve siz beni oyalayıp başka bir yere tekrar götürecek olursanız inanın ki kara ormana girmeyi ne kadar istesem de umursamam ve burayı anında terk edip giderim. Çünkü sizin çalışanınız değilim ve beni istediğiniz gibi oradan buraya götürüp getiremezsiniz! "diyerek tüm içimde biriken sözleri söylediğimde bana sadece kısa bir süre ifadesiz bir suratla baktı.
Ben ise bu ifadesine kaşlarımı çattım sadece bazen çok çekilmez oluyordu. Nedense bu cümleyi içimde tutmaktansa söylemeyi istedim.
Ahrar hoca önüne dönmüş ilerlerken bu bataklık ormanında ben adımlarımı hızlandırıp onun önüne geçerken sesli bir şekilde düşüncemi dile getirdi.
"Biliyor musunuz bilmiyorum ama gerçekten çok çekilmez olduğunuz anlarda sizi öldürme hissiyle dolup taşıyorum." dediğim anda ilk başta bir tepki vermedi. Zaten önünde olduğumdan da yüz ifadesini göremiyordum.
"Ne tesadüf ki ben seni her gördüğümde öldürme hissiyle dolup taşıyorum." diye beni benim cümlemle vurdu. Hah! Beyefendiye de bakın sanki ben onu görmeye çok meraklıyım! Adamdaki şu gereksiz havaya bakın? Bir balon gibi patlatmaz mıyım ben seni?
"O halde bana öğretmenlik yapmaktan vazgeçin. Çünkü eminim ki benim için yeni bir öğretmen bulmak zor olmaz. Yeriniz kolay doldurulur hemde hemen." diyerek sıradanlığına değindim.
"Zannetmiyorum sana bir gün değil bir saat dayanabilecek bir öğretmen olabileceğini." diyerek benim nasıl çekilmez biri olduğuma imada bulundu.
"Bende zannetmiyorum ki sizin düşüncenizde doğru olduğunuzu. Çünkü ilk öğretmenim Arın hoca, Lord Yelit 'ti ve ikisiyle de uzun zamandır dersler yaptık ve hiçte çekilmez bir kişi olduğumu söylemediler." dedim kendimi gizliden gizliye överken.
"Kibar kişilikleri olduğundandır o." diyerek laf sokmaya devam etti.
"Hah kendinizin kaba biri olduğunu söylüyorsunuz tam da şu kurmuş olduğunuz cümlede. Neyse konumuza dönelim Tarsis kralıda birkaç kere bana bazı konularda bilgi verdi ve hiçbir zaman bu tür cümleler kurmadı ve onu herkes tanır ki birine katlanma seviyesi çok azdır ama bana hiç katlandığını imada etmedi. Yani sorun bende değil bayım sizde bunun farkına varın bence. "dedim ve onun cevap vermesini beklemeden bataklık ormanında ilerlemeye devam ettim.
O ise arkamdan sesli bir halde söyleniyordu. Bu söylenmesi kimin umurunda ki! Son noktayı koymuş ve gitmiştim. Nedense ne zaman Tarsis kralından bahsedecek olsam olur olmaz sinirleniyordu. Bunların arasında gerçekten bir husumet mi vardı bunu uygun bir zamanda kesinlikle Tarsis kralına sormalı ve cevabını öğrenmeliyim. Eğer öyle bir şey varsa Tarsis kralını her akşam Moritanya kulesine çağırıp Ahrar hocanın huzurunu bozmayı düşünüyorum.
Bu isteğimi nasıl durdurabilirim ki?
Sonunda istenilen alana giriş yapmıştık. Bataklık ormanında bulunan kanlı bataklık gölüne gelmiştik. Evet ismi biraz tuhaftı. Tuhaftan ziyade bu isim bataklık içerisinde ölen kişilerin bırakmış olduğu ruhlarından sızan kandan dolayı bu adı almıştı. Her gün yeni bir yer her gün yeni bir farklılık.
Bataklık gölünün olduğu yerde birden fazla küçük sandıklar vardı hepside gölün çevresine yerleştirilmiş ve bu sandıkların üzerinde de küçük gaz lambası bulunuyordu. Orman zaten sisli puslu bir yerdi. Ağaçların tamamı neredeyse ağaç yaprakları da dahil bembeyazdı. Her bir noktası ayrı bir şoka uğratıyordu. Biraz arkamda olan Ahrar hocaya dönüp baktım.
"Evet şimdi nerede şu kağıt parçası?" diye sorduğumda gözleri tam olarak biraz ileride olan kırmızı bataklık gölünü gösterdi. Şaka değil mi? Oraya girecek değiliz yani değilim?
"Asla bakın asla diyorum zaten geldim buraya ama beni şu göle girmeye hiçbir koşul sağlayamayan!" diye çıldırma noktasına gelmiş bir halde konuştum.
"Sen girmeyeceksin zaten ben gireceğim ama sende bu arada etrafı kontrol et. Bir şey olduğu anda müdahale etmelisin." diye beni rahatlatan bir cevap verdiğinde anında tüm gerginliğim dindi.
"Peki tamam o halde savunma işlemi bende bir sıkıntı olmayacak emin olun." diyip biraz bataklığa uzakta olan taşa doğru ilerledim. Taşa yaklaşıp üzerine oturdum. Ahrar hoca ise bataklığa doğru ilerledi.
"Immm emin misiniz oraya girmekte? Çünkü hala geç değil." dediğim sırada anında sert tok sesi duyuldu.
"Hayır ama girmek zorundayım. Çok istiyorsan girmememi sen üstlenebilirsin bu görevi." dediği sırada almayayım dercesine elimi salladım.
"Ben size mani olmayayım siz kaldığınız yerden devam edin." diyerek Ahrar hocanın dikkatini tekrar bataklığa çevrilmesini sağladım. Ahrar hoca yavaş ve temkinli bir şekilde ilk önce sağ ayağıyla bataklığa giriş yaptı bir şey olmadığını anlayınca sol ayağını da bataklığa sokup yavaşça içerisine girmeye başladı.
Onun için ne kadar zor bir şey oldu gerilmiş sırtından ve yumruk olmuş ellerinden anlayabiliyordum. Ama nedense onun için üzülmek yerine keyifle onu izliyordum. Hadi ama o olsa o da bunu yapardı. O nasıl sürünmemi keyifle izleyecekse ben neden bu seyri bizzat yaşamışken bunu erteleyeyim ki?
Ahrar hoca dizlerine kadar bataklık gölüne girdiği sırada ilerlemeyi bıraktı ve olduğu yerde durup ellerini oynatarak bir şey yapmaya başladı. Ah sanırım işin içine büyü karışmıştı. Ben ne sanıyordum ki tamamen gölde o koparılmış sayfayı arayacağını mı? Fazla yanılmıştım. Ahrar hoca bir süre boyunca hiç kıpırdamadan öylece olduğu yerde büyü yaparken ve şu çok önemli olan sayfayı aramaya koyulurken ben ise olduğum yerde bakışlarımı ondan çekip etrafımı seyretmeye başladım.
Burası o kadar sessiz ve bir o kadar da terk edilmiş gibi olduğundan insan biraz ürperiyordu ister istemez. Hele ki şu etrafa konulmuş küçük sandıklar hem tedirgin olmamı hemde gün yüzüne çıkmamış olan merakımı arttırıyordu. Başımı Ahrar hocaya çevirdim ve buralı olmadığını anlayınca anında oturmuş olduğum yerden doğrulup şu küçük sandıklara doğru ilerledim. Birkaç adımda ulaşmış olduğum sandığın önüne gelince diz çöküp sesli bir nefes alıp açmaya koyuldum sandığın kapağını. Açmak üzereyken sinirli bir uyarı duydum.
"Sen hiç akıllanmaz mısın? O sandıkları açmaman gerektiğini illa söylemeli miyim?" dediğinde arkaya doğru başımı çevirdim. Ahrar hoca hiç istifini bozmadan olduğu yerde duruyor ve hala aramaya devam ediyordu. Bu adamın başının arkasında gözü mü vardı da benim ne yaptığımı biliyordu dönüp bakmadan?
"Iıı sadece merak ettim. Hem içlerinde ne var bu sandıkların?" diye sorduğum esnada rahatça konuştu.
"Ruh emiciler.... Eğer ruhunu onlara sunmak istiyorsan açmakta özgürsün. " dedi küstahça. Tabi beyefendinin onlara sunacağı bir ruhu olmadığı için rahattı. Bu adamın bu rahatlığı beni öldürecekti bir gün. Ruhumu kaybetmek istemediğim için anında sandıklardan uzaklaştım ve eski oturduğum yerin üzerinde olan soğuk taşa ilerledim. Taşa oturduktan sonra sıkıldığım için Ahrar hocayı fiilen öldüremesemde sorularımla öldürmeyi tercih ettim.
"Daha ne kadar sürecek?" dediğimde soruma cevap vermedi.
"Sıkıldım artık çabuk olun" yanıt yok.
"Çok oyalanmadınız mı sizce?" yine yanıt yok.
"Bu sayfayı neden istiyorsunuz? Ne işinize yarayacak?" tekrar yanıt yok.
"Tam bir sabır yiyensiniz."
"Size hiç ne kadar kaba olduğunuzu benden başka biri söyledi mi?"
"Ömür yiyen." diye kısık sesle konuştuğum anda anında ortamda onun sesi yankılandı.
"Sen kadar olamam inan ki. İki dakika sabredemedin." diye beni azarladığında anında oturduğum yerden doğrulup ona ilerleyip iki elimi belime koyup ona bakmaya başladım.
"İki dakika mı? Hah yarım saattir buradayız. Sanırım zaman kavramını unuttunuz malum onca yaşa sahipsiniz ki unutmamanız normal. "diye sinirimi yatıştırıp ona baktım. Hala arkası bana dönük bir şekilde bataklık gölünde duruyor ve şu lanet olası sayfayı arıyordu.
Artık gına geldi ya ne sayfaysa bulamadık gitti! " Gerçekten daha ne kadar arayacağız belli ki burada değil bence yanıldınız daha fazla sizin yıkılmasını istemediğiniz egonuz yüzünden burada durmak istemiyorum." diye dert yandığım sırada onun buldum deyişini zikretti kulaklarım.
Ahrar hoca anında bataklıktan yavaşça çıkan nesneye doğru eğildi ve çamurlu elleriyle bataklıktan çıkan çamurlu kutuyu alıp bana doğru döndü. Şaşıran bir surat ifadesiyle ona bakmaya başladım. Neyse bulmuştuk birazdan buradan defolup gidecektik. Bugün şu an şu sırada gerçekten sevinmiştim sadece diğer anlarda pişmanlığın dibini görmüştüm.
Ahrar hoca yavaş adımlarla bataklıktan çıkarken bende birkaç adım geriye gidip ona yol verdim. Sonunda saniyeler sonra artık bu cehennem gibi geçen günü bitirmiş olacaktık. Sabırsızlıkla kutuyu açmasını ve hemen içerisinde olan şu sayfayı almasını ve buradan gitmeyi bekliyordum. Ahrar hoca bataklıktan çıkıp dizinden aşağısı çamur olan ayaklarıyla tam karşıma geçtikten sonra elinde olan kutuyu yere bıraktı ve diz çöküp yere çömeldi hemen ardından da kutunun kapağını açtı. Ama açmadan önce dudakları hafifçe kıpırdamamıştı.
Sanırım bir büyü sözlerini söyleyip büyüyle kilitli olan kutuyu açmıştı. Ah burada her şey bir büyü ile sınırlıydı. Sonunda açtıktan sonra kutunun içerisinde yıpranmış bir kağıt parçası göründü. Kağıt ikiye katlanmış bir haldeydi. Ahrar hoca kağıdı alıp yerden doğruldu. Tam karşımda onun hal ve hareketlerini gözlemliyordum. Katlanmış kağıdı açtığında lacivert hareleri hafifçe titreşti. Ve gür kaşları hafifçe çatıldı. Bu adam yine neye kızmıştı?
"Eee artık bulduğunuza göre burada durmanın bir manası yok. Hadi gidelim." diyip tam arkama döneceğim an onun hüsrana uğramış sesini duydum.
"Bomboş..." dediğinde anlamayarak ona doğru bir adım attım.
"Bomboş derken?" diye sordum ifadesiz bir sesle.
"Sayfa boş..." diyip bana doğru sayfayı çevirdi. Sayfayı çevirdiği sırada ona boş olan sayfa bana dolu gözüktü.
"Emin misiniz? Çünkü ben boş bir sayfa görmüyorum. Anlamadığım bir dile bir cümle var." dediğim anda anında sayfayı kendine çevirip baktı.
"Hayır boş ben hiçbir şey görmüyorum." dedi bocalayan bir sesle. Anında sayfayı ondan çekip aldım ve sayfayı görebileceğim bir şekilde tuttum.
"Size göre boş ama ben burada dört satırdan fazla olan bir cümle yığını ile karşı karşıyayım." diyerek ona gördüklerimin var olduğunu açıklamaya çalıştım.
"Nasıl olabilir ki? Ben göremiyorum ama sen görüyorsun. Peki hangi dil olduğunu bilmiyorsun ama bana gördüklerini bir kağıda yazabilir misin?"dediğinde evet dercesine başımı salladım.
" Hadi artık buradan gidelim ve arşive vardığımızda size bu sayfada olanları orada bulunan bir kağıda yazarım sizde yazılan şeyi okuyarak şu kayıt defterinde kayıt altına alınan kitabı arşivde nerede olduğunu öğrenip beni özgür bırakırsınız." dedim ve ona boş sayfa olarak gözüken kağıdı ona verip bir portal açıp geçmiş anından gelecek anına geçmeyi istedim.
Saniyeler sonra ilk durağımız olan arşive gelmiştik anında arşivde bulunan masaya geçip boş bir sayfayı önüme aldıktan sonra Ahrar hocadan sayfayı isteyip olanı her detayıyla kağıda geçirip kağıdı Ahrar hocaya vermiştim.
"Benden bu kadar ben üzerime düşeni yaptım umarım sizde sözüne sadık birisinizdir de yaptığımız anlaşmayı unutmazsınız." diyerek sözümü tamamlar tamamlamaz anında arşivin kapısına ilerleyip kapıyı açtıktan sonra adımlarımı odama doğru yönlendirdim.
Boş sayfada olan yazı zihnime kayıt edilmişti ama arşivde olan kitabı neden aradığını bilmiyordum? Ne onun için bu kadar önemliydi? Ona yalan söylemiştim. Bu sayfada yazılı olan alfabeyi çoktan öğrenmiştim. Çocukluğumdan beri bildiğim yazıydı. Yazı türkçe yazılmıştı.
Boş sayfa gibi gözüken sayfada şunlar yazılıydı.
"Zihinler ne kadar unutmasada bedenler o kadar unutur ait olduğu ruhu."
Kayıt alınmış olduğu sayfaya neden bu denli bir gizemli bir halde eklenmişti ki? Ahrar hoca o kitabı kolay kolay bulacak değildi çünkü emindim ki o istediği kitap çok iyi bir şekilde gizlenmişti. Cümle bile anlaşılacak gibi değildi. İşi fazlasıyla zordu. Adım atmayı bıraktım ve gidip gitmemek arasında kalırken kendime küfürler söyleye söyleye arkamı dönüp geldiğim yerden geri gitmeye başladım.
Arşive çıkan merdivenlerin başına geldiğimde hala dönmek için çabaladım ama düşüncelerimin çığlığına boyun eğip merdivenleri inmeye başladım. Son basamağı indikten sonra arşivin kapısının önüne geldiğimde kendimi zar zor içeriye attım. Çoktan kapıyı açıp içeri girmiştim. Bakışlarım arşiv odasını tararken onu duvarın dibine çökmüş bir halde gördüm. Neden bu haldeydi? Ne bu kadar onun için önem taşıyordu ki onu bu denli çaresiz bırakmış olmalıydı? O kadar buradan soyutlanmıştı ki benim gelişimi bile fark etmemişti.
"Portal içerisinde aradığınız kitap."dedim sesli bir nefes verirken. Olduğum yerden ona doğru ilerlemeye başladım. Benim konuşmamla eğmiş olduğu başı yukarı doğru kalktı ve kaşlarını çatarak bana bakmayı sürdürdü.
" Şimdi neyden bahsediyorsun diyor olmalısınız ama açıklayacağım. Yazdığım sözü çeviremediniz değil mi? Çünkü onu bilmeniz imkansız o dil burada bulunan herhangi bir krallığa ait değil. Bu dil türkçe dili ve bunu benden başkası okuyamaz. Evet ilk anda hayır bilmediğim bir dil dedim ama bu olaya daha fazla girmek istemedim. Ama işte vicdanım el vermedi ve gerisin geri geldim gördüğünüz gibi. Şimdi ise size aradığınız kitabı nasıl bulacağınızı söyleyip gideceğim. Aradığınız kitap potatala koyulmuş ve bu portal ise şu sözleri söyledğiniz anda açılacak. Ve bir şey daha var sözde yazılan şey bana şunu çağrıştırdı. Söz bu;"Zihinler ne kadar unutmasada bedenler o kadar unutur ait olduğu ruhu." yani bu bir bedene ait olmayı başaramayan ruhları kast ediyor ve bu ruhlar bir portola hapsedildi sahipli bedenlere saldırıda bulunmasın diye ve orası çok tehlikeli bir yer Ahrar hoca." dedim bu işe kalkışmaması gerektiğini anlatmaya çalışırken. Ama tabi bunun onda işe yaramadığını gözlerinde doğmaya başlayan umudu görünce fark ettim.
Başımı yapmayın diye sağa sola salladım ama bana öyle çaresiz bir şekilde baktı ki bunu yapmak onun için ne denli bir önem taşıdığını anladım. Lacivert harelerinde olan o kitabı bulma ihtiyacını görünce onu bu işte yalnız bırakma düşüncesi anında beni terk etti. Çaresizliği bilirdim ve Ahrar hocanın bu o kitabı bulma isteği bana başka bir ihtiyacı hatırlatıyordu.
"Bunu söylediğime bende inanamıyorum ama sizinle geleceğim ve şu canınız pahasına aradığınız kitabı beraber bulacağız bakalım neymiş bu kitap." dedim kendime inanamayarak.
Ahrar hoca sözlerimin ardından minnetle bana bakıp sağ ol dercesine başını salladı.
" Önce şu yapılmış gizli portalı bulalım burada. Yıllardır gizli burada ve biraz arama yapmamız gerek. "diyerek harekete geçmemiz gerektiğini belirttim. Anında ikimiz de arşivin sınırları içerisinde bu portalı aramaya başladık.
" Bu portalı sen nereden biliyorsun? "diye sesini duydum Ahrar hocanın arkamdan. Ona dönmeden konuştum.
" Şımarık kural tanımamak bazen işe yarıyor değil mi? "dedim alyalı bir sesle. Çünkü bu sayede bu ve bu tür bilgileri kolay yoldan öğrenmiştim. Ve hiçte pişman değildim. Ve bu böyle böyle devam edecekti. Çünkü istediğim bilgiye daha ulaşmış değildim. Onu bulana kadar da durmaya niyetim yoktu.
" Öyle gözüküyor..." diye cevap verdi Ahrar hoca.
"Peki o halde siz sağ tarafa yönelin bende sol tarafa bulana kadar durmak yok ondan sonrası bana ait. Çünkü oradaki ruhların hakkından nasıl geleceğimi biliyorum iki planım var." dedim.
"Neden iki plan?"dediğinde anında ona doğru döndüm.
" Çünkü biri oyalayıcı biri öldürücü. Umarım b planım devreye girmez yoksa sonuçları inanın bende bilmiyor kestiremiyorum. "dediğimde b planı nasıl bir şey diye sormadı. İşime gelir benim de anlatmaya niyetim yoktu zaten. Ahrar hocayla ayrılıp şu arşivde varlığını gizleyen portalı aramaya başladık. Daha çok öncelik verdiğim şey bana farklı bir enerji hissettiren alandı. Bu bir raf bir kitap bir nesne olabilirdi çünkü Amola portalları ne kadar büyük bir genişliğe sahip olsa da kapladıkları yer bir çok küçük olabilirdi. Gözlerim her yere değiyor olabileceği bir yeri arıyordum ama hala bulamamıştık.
Gözlerim Ahrar hocayı aradığında onu arşiv odasında rafların önünde buldu. Ah kitapların içerisinde olabileceğini sanıyor olmalıydı ama hayır Amola portalı besleneceği bir yerde olabilirdi ve bu besin cansız bir şey değildi. Gözlerim bir canlı kırıntısı aramaya başladı. Arşivi taramaya başlayınca biraz ilerde duvarın dibinde olan bir kaktüs dikkatimi çekti. Ah aradığım şeyi bulmuştum. Anında oraya doğru ilerledim. Kaktüsün yanına gelir gelmez anında diz çöküp portalın enerjisini hissetmeye çalıştım birkaç saniye içinde de buldum. Tam kaktüsün gövde kısmının üzerinde duruyordu. Anında Ahrar hocaya seslendim.
"Buraya gelin çünkü aradığımız şeyi buldum." dedim ve o gelene kadar portalın gözle görülür hale gelmesini sağladım. Portal söylediğim büyü sözleri ile görünür hale geldiği anda Ahrar hoca yanıma çoktan gelmiş ve portala bakıyordu.
"Hazır mısınız? Çünkü şimdi büyük bir tehlikeye adım atmış olacağız. Unutmayın ne kadar benim bedenime sızmaya çalışsalarda bu onlar için çok zor ama sizin ki onlar için açık bir kapı onun için elinizden geldiğince yanımdan ayrılmadan kitabı arayın ve sizi onlardan koruyayım çünkü siz kitapla ilgilenirken ben sizi onların saldırısından kurtarmaya çalışıyor olacağım. "dedim ne yapması gerektiğini bütün olabilecek her şeyin gerçekliğine rağmen. Anında istekli bir halde başını salladı.
" O halde girelim şu portala. "der demez beni beklemeden anında içeriye girdi. Bu hareketine sadece göz devirdim. Adamdaki bu bulma aşkı da ne! Gerçekten merak ettim bu hangi ruh ki onun ruhunun nerede olduğunu merak ediyor? Bende onu orada daha fazla yalnız bırakmamak adına anında içeri girip Ahrar hocayı aradım portalın geniş sınırları içinde. Portalın içerisi bir ormana çıkıyordu ve bu orman da zifiri karanlıktı. Ahrar hocayı bulamamı sağlayan etken oluşturmuş olduğu ışık huzmesiydi. Birkaç adım ileride hareket halindeydi. Ah bu adama az önce ben ne dedim o ne yapıyor! Gerçekten beni dinlediğinden pek emin değilim.
Anında koşar adımlarla ona yetişmeye çalışırken birden etrafta hareket halinde olan sesler duydum bu kadar erken olamaz ya daha içeriye yeni girdik biraz zaman tanısaydılar keşke ama onların da ne kadar uzun bir süre bir bedene ait olma isteğini düşününce bu sabırsızlıklarını ister istemez anlayışla karşılıyorum. Ah elimde olsaydı onlara bir neden vermek isterim ama ne kadar tehlikeli ruhlar olduğunu düşününce bunun herkes için tehlikeli olacağının farkına varıyordum. Hemen Ahrar hoca ve kendim için güçlü geçilmesi imkansız olan kalkanımı oluşturdum.
Anında kalkan etrafımızı kuşattı. Daha etrafta olan bedensiz ruhlar bize saldıramadan anında onların gelişini engelledim. Umarım Ahrar hocanın iradesi güçlüdür. Çünkü iradesi zayıfsa ruhlar onun bedenini ele geçirmek için ona halüsinasyon göstererek onu kendi hükümleri altına alabilirdiler. Ve işte devreye burada maalesef ben giriyor olacaktım umarım buna gerek kalmazdı. Anında düşüncelerimi savuşturup Ahrar hocayla aramızda olan son adımı kapatıp yanında ilerlemeye başladım. İçerisi karanlık olması sebebiyle aradığımız şeyi bulmamız zaman alacaktır.
"Kitabı aldığımız gibi gitmemiz lazım." dediğinde Ahrar hoca sadece tamam dercesine başımı salladım.
Olduğunuz portalda ilerleyebildiğimiz kadarıyla ilerledik. Bizi durduran şey ise biraz ileride bir ağacın tam tepesinde duran etrafına bir enerji salan kitaptı. Mavi bir ışık huzmesi içinde duruyordu kitap. Başımı Ahrar hocaya çevirdim. Kitaba bakıyordu ve tam hareket edeceği anda onu durdurdum. Tabi bu hareketime kaşlarını çattı anında.
"Biraz durun etrafı sizce de korunaklı değil midir? Önce yansımalarımız ileriden gitsin bir ona göre nasıl davranmanız gerektiğini öğrenmiş olacağız." diyerek anında kolyeme fısıldadığımda anında bedenlerimizden ruhumuz çıkar gibi bedenlerimizin bir kopyası anında bizden bir parça gibi ayrılıp anında ağaca doğru ilerledi.
" Şu an bunu yapabildiğini yeni öğrendim. Kendini çok iyi bir şekilde geliştirmişsin. Bunu yapmak ne kadar zor inan biliyorum ve sen başarmışsın."diye büyülenmiş bir şekilde konuştu.
" Zordu ama isteyince oldu diyelim."diye cevap verdim.
Ondan sonra ise yansımalarımız anında ağaca doğru yaklaşmış ve ağacın sınırları içerisine girmeye başlamıştı. Tam ikisi de ağacın gövdesine dokunacağı anda ağacın dalları yansımalarımızı hızla bizim olduğumuz tarafa fırlattı.
Yansımalarımız yerden doğrulutken etrafta şu sözler duyuldu.
"Gerçekleri öğrenmek için gerçek ruhlar yakın olmalıdır ağaca. Gerçeklik anlam kazanabilsin diye. Ve ağaç beslenebilsin diye." ses konuşmayı kesti.
Bakışlarım ağaçtan uzaklaştı ve Ahrar hocaya çevrildi. Zihninin içerisinde korunaklı bir şekilde konuştum.
"Kolayca almamız zor ve ruhumuzdan beslenmek isteyen bir ağaçla karşı karşıyayız bence ona istediğini vermeyelim. Bunu benim usullerimle halledelim ne dersiniz?" dediğim sırada sadece baktı.
"Zaman kısıtlı Ahrar hoca. Hadi şu işi bitirelim." diyerek hızlı bir şekilde ağaca doğru koşup etrafımda beni sarmalayan kalkanım ile ağaca saldırmaya başladım. Olduğum yerde yukarı doğru yükselmeye başladım ve kolyemin yeşil gücünden faydalandım. Yerden kalın sarmaşıklar çıkmaya başladı ve bu sarmaşıkların hedefi ağaçtı. Anında her çıkan sarmaşığın ağaca doğru ilerlemesini ve ağacı etkisiz hale getirmesini sağladım. Sarmaşıklar ağacı kısıtladı ama ağaç onlardan kolayca kurtulmayı başardı.
Ah sert ol diyorsun. Bana uyar. Anında toprağın altından önce sarmaşıklar çıktı onun hemen arkasından da yerde duran taşları devreye koydum ve benim gücümle taşlar yeni bir şekil kazandı. Aynı anda hem yeni şekil almış taş sarmaşıkları ve yerden çıkmakta olan sarmaşıklar onu ablukaya aldı ama durmadım ve ağaca karşı ateşten oluşan ve onu etkisiz hale getirecek bir kalkan oluşturmuş oldum. Üç saldırıya karşı bakalım ne yapacaktı? Eğer olmazsa kırmızı gözlerimin azabına uğrayacaktı. Çünkü baktığım her şeyi taşa çevirme özelliğine sahiptim beni buna zorlamamalı yoksa geri dönüşü olamazdı onun için.
Sarmaşıklar onu kuşatır kuşatmaz ikisinden kurtulmayı başarmıştı. Ateş kalkanını anında söndürdüm. Ah güçlü bir ağaç! Pekala bizde kesin çözüm sürecini başlatırız.
Anında gözlerimi kapattım ve tekrar açtım. Açtığım anda her yer kırmızı rengine bürünmüştü. İlk an ağaç dallarına baktım. Bakar bakmaz anında ağacın dalları taş kesilip yere düştü. Adım adım işi bitirmeye çalışıyordum. Ya da onu adım adım uyarmaya.
Ağaç bu hareketim karşısında anında öfkelendi ve birkaç dalını benim olduğum tarafa doğru hızla savurdu. İstifimi hiç bozmadım ve gözlerimi ona çevirdiğim anda daha dallar bana çarpmadan anında olduğu yerde taşa çevrilip yere sertçe düştüler.
Öfkesi daha da artan ağaç bu sefer tüm dallarını benim olduğum tarafa doğru savurdu. Anında daha olduğu yerde daha bana yaklaşmadan tüm dalları taş olup yere düştü. Artık dalları olmayan ağaç bu çaresizliğiyle köklerini devreye sokmaya başladı ama daha yerden çıkmayan köklerinin icabına baktım maalesef buradan hemen çıkmak zorundayım onun için ağaca gözlerimi çevirdim ve tamamen taşa dönüşmesini izledim.
İşim bittiği anda gözlerimi kapattım ve tekrar açıp etrafıma bakındım. Yerden çıkan sarmaşık ağacın biraz yukarısında olan kitabı benim olduğum tarafa doğru getirmeye başlarken birden bir şey oldu ve kalkan sert bir darbe almaya başladı. Ah sanırım buradaki ruhların beslenme kaynağını kuruttuğum için öfkelerini kazanmıştım. Anında kitabı kolyem ile muhafaza ettim ve olduğum yerde aşağı doğru hızlıca inip Ahrar hocaya doğru ilerledim. Biraz ilerimde zorlanan kalkana bakıyor haldeydi.
"Hemen buradan gitmeliyiz yoksa ruhların akşam yemeği olacağız."diye endişeli bir sesle konuştum.
" Geç kaldın. "diye konuştuğu anda birden kalkan çatırdadı. Ve kırıldı.
" İmkansız. "dedim çünkü bu kalkan bir tek benim iznimle kırabilirdi. Ama şimdi kolayca kırılmıştı.
" Bu portalda hiçbir şey uzun süreli olmaz bir kırılma anı düşün o an burada geçerli ve ne olursa olsun buna kimse mani olamaz. "dedi ve beni arkasına çekip bize doğru gelenleri karşılamaya başladı.
" Misafirlerimiz var. "diye anında sırtımı ona doğru dönüp bize doğru adeta fırlarcasına gelen ruhlara baktım. Ne kadar silik olsalarda gözle görülür haldeydi. Sayamayacağım kadar ruh vardı ve hepsi birbirlerini ezercesine bize doğru geliyordu. Anında ayağımı yere sertçe vurup etrafımda şiddetli bir dalga oluşturdum ve hepsi anında bizden metrelerce uzaklaştı.
Ahrar hocayla sırt sırta vermiş onlara bakınıyorduk.
"Gitmek için neyi bekliyoruz?" diye sordum gerginlik içeren sesimle.
"Kitabı aldık ama buradan öyle kolayca gitmemiz tehlikeli olur çünkü bizim ardımızdan onlardan biri bile dışarı çıkabilir. Ve emin ol ki bunun için pusuda bekleyen ve kendini göstermeyen ruhlar var bunu hissediyorum." dediğinde sesli bir şekilde yutkundum.
" Hepsini etkisiz hale getirirsek bile saklanan birileri olur diyorsunuz. Gerçekten bugün fazla uzadı ve ben daha fazla uzamasını istemiyorum. Kulağınıza dikkat edin çünkü sorumluluk almam. "dedim ve anında Ahrar hoca için yeni kırılması zor olan başka bir kalkan oluşturdum. Gözlerim yavaşça kapandı ve hızlı bir şekilde olduğum yerde tekrardan yukarı doğru yükseldim.
Yaşadıklarımı düşündüm.... Yaşamak zorunda kaldıklarımı.... Sesim bir fısıltı oldu ve bu fısıltı yavaş yavaş büyüdü. Durdurulamaz hale geldi ve boğazımdan yırtılırcasına etrafa kendini duyurmak için saçıldı. Saçılırken yok etmek pahasına etrafa yayıldı. Ve olduğumuz yerde bir patlama yaşandı. Yer sarsıldı. Yer zangır zangır titredi. Olduğum yerde ses tellerim yırtılırcasına çığlığını etrafında duyurmaya çalıştı. Çığlıklarımın yüksek desibel melodileri yok etmek üzere etrafa yayılmaya kanatmaya başladı. Her yer büyük bir çığlığın hükmü altına girdi.
Yaşayan kalmadı aynı yaşamayanın izleri olamayacağı gibi yaşayanlardan da bir iz kalmasına izin verilmedi. Her şey bir toz parçası oldu bir kül misali havada süzülmeye başladı ruhlardan etrafta olanlardan parçalar. Kırmızı renkteydi görebildiğim kadarıyla havada uçuşan küller. Etrafımda tüm sesler sustu. Susan onlar susturan bendim. Sonunda her şey olması gerektiği gibi olunca yere doğru indim. Ve Ahrar hocayı ardımda bırakarak ilerlemeye başladım.
"Bunu yapmak durumunda değildin ama teşekkür ederim bugün için yaptığın her şey için. Bunu yapmak istemediğini yapmaktan nefret ettiğini de biliyorum." diyen sesini duydum ama duymazlıktan geldim. Evet bunu yapmayı sevmiyorum ama nedense o an bunu yaparken buluyorum kendimi bir şeylerin yok edeni olmayı istemiyorum ama bunu yaparken kendimi buluyorum. Hep bir şeyleri istemeye istemeye yapmaktan bıktım ama bıkmam bunu değiştirmiyor.
Anında olduğumuz yerden başka bir alana geçtik. Şimdi arşiv odasında duruyorduk. Birkaç metre uzağımda olan masaya yaklaşıp muhafaza ettiğim kitabı açığa çıkardım. Ardımdan Ahrar hocada gelmiş masada bulunan kitaba bakıyordu. Kitaba yaklaştı ve kitabı tam ortamıza gelecek benim de göreceğim bir şekilde kitabın kapağını açtı. Açar açmaz anında kirabın içinden tonlarca kırmızı bir sıvı ikimize doğru fışkırdı.
Her yerim kan olmuştu. Öğürmemek için büyük mücadeleler verdim. İki elimle göz kapaklarıma sinmiş olan kanı temizlemeye çalıştım. Tabi bu arada Ahrar hocaya çığlıklarımın içinde bağırıyordum. "Lanet olsun bu da ne? Her şeye bu an için mi katlandım yani." dedim avaz avaz.
"Susar mısın yeterince senin çığlıklarına maruz kaldım zaten? Bilmiyorum bir şeyler ters gitmiş olmalı ve bu şekilde cezalandırılmış olmalıyız." dedi kanlar içerisinde olan yüzüyle. Yüzümden masaya doğru damlayan kana bakmaya başladım. Bedenimin ön tarafı kanla boyanmış ve ben çalkantılı olan midemi yatıştırmak için nefesimi tutmaya başladım.
" Size iyilik yaparken bile cezalandırılıyorum evren sizin etrafımda olmanızı istemiyor .." dedim kızgınlıkla ve masada duran kitabı alıp sertçe duvara fırlatıp kapıya doğru ilerledim tabi ilerlerken Ahrar hocaya sesli bir şekilde tüm nefretimi kusuyordum.
" Hata bende size ne diye iyilik yapıyorum ki? Neden geri döndüm ki? Neden? "diye bağırıp çağırıyordum. Önümde olan merdivenleri çıkmayı bırakıp koridorda odama gitmek için ilerledim.
" Şimdi de bunu yüzüme mi vuracaksın? Senin hatan son olayı yapmasaydın bu başımıza gelemezdi." diye beni suçlu gösterince tepemin tası attı. Anında arkamı döner dönmez onu sertçe duvara fırlattım. Duvara çarpınca anında duvar boydan boya çatladı.
"Beni mi şimdi suçluyorsunuz Allah 'ın cezası adam! Her şey sizin yüzünüzden başımıza geldi! Sizin yüzünüzden o yaratıkla karşılaştık. Sizin yüzünüzden o ruhları etkisiz hale getirdim. Ve siz şu lanet olası kitapta aradığınızı bulamadığınız için beni mi suçluyorsunuz şimdi? Sizi öldürürüm ve emin olun ki buna kimse mani olamaz. "diye çıldırmış bir halde konuştum.
Oluğu yerde acı çekerken doğruldu ve bana nefretle bakmaya başladı. Yüzündeki kasılma hala acının bedeninde varoluşunu simgeliyordu.
" Evet senin yüzünden aradığımı bulamadım! "dediğinde sinirle başımı iki yana sallayıp durdum.
" Bencil ve pislik adamın teksiniz! Asıl bu başımıza gelen her şeyin sebebi sizsiniz ama siz beni suçlu buluyorsunuz! Size artık hiçbir şey diyemem çünkü kelimelerin tükendiği yerdeyim. "dedim dişlerimin arasında tıslarcasına.
"Sen işleri yokuşa sürmeseydin bunları yaşamış olmazdık." dedi beyefendi kendini haklı çıkarmak için.
"Sizde bizi oraya götürmeseydiniz bunları zaten yaşamazdık! "dedim olayda benim hatalı olmadığımı anlamasını umarak ama bunu beklemek bile saçma!
" Yine de sende hatalısın." demez mi utanmadan! Ah! Lime lime etmek istiyorum onu.
" Bulamayışınızın öfkesini benden çıkarmayın size tüm iyi niyetlimle yardım ettim. Ama karşılığı ne oldu? Sadece bir suçlama. Halbuki bunu yapmakta bir mecburiyetim bile yokken size yardım ettim. Ama siz olanların sonuçlarını bana maal ettiniz! O kadar ahkam keseceğinize devreye siz girseydinz! Ama girmediniz ve bana bıraktınız her şeyi. Sonuçlar istediğiniz gibi olmayınca vicdanınızı susturmak için tüm kabahati bende aradınız? Yaptığınız çok yanlış. Sizi kınıyorum. "diyerek bir adım uzaklaştım ondan. Bana doğru bir adım attı ve eli göğsünün üzerine yerleşmiş bir halde bana hala yatışmayan öfkesiyle konuştu.
" Tüm suç sende de ondan. Çığlıkların yüzünden bu bedeli ödedik. "diyince anında ona doğru bende bir adım atıp konuştum.
" İzin mi verseydim ruhların bize saldırmasına? Şunu unutmayın geçmişi kurcalayıp onu telafi etmeye çalışıyorsunuz ama bunu bırakın çünkü boşa kürek çekersiniz. Geçmişi geride bırakın. Çünkü hayatınızın üzerinde bir kara gölge gibi dolaşıyor. Ve bu sizi ileriye dönük halden çekip almış. "dedim artık gerçekten birisi ona bunu anlatmalı ve onun da artık gerçeklerin farkına varması gerek.
" Aynı senin yaptığın gibi mi Prenses? Çünkü seninde geçmişinde kara gölgeler hakim ve sen onları unutmuş gibi değilsin? Nasihatlarını kendine sakla çünkü buna ihtiyacım yok!" dedi kanatmaktan çekinmeyerek. Geçmişi unutmadım çünkü bedelini ödemeliydim. Çünkü buna ben sebep olmuştum. Çünkü bunun sebebi bendim ve çünkü ben buna mani olamamıştım. Akmaya çabalayan gözyaşlarımı durdurdum ve derin bir nefes alıp ona kırgın bir halde baktım. Şu an şu kırgınlığımı bırakıp ona güçlü Emira rolüyle bakmalıydım ama bunu sağlayacak gücü kendimde bulamadım.
"Peki ben hatalıyım ama bunları sizin yüzünüzden yaşadığımızı aklınızdan çıkarmayın çünkü ben asla bu lanet günü unutamayacağım. Aynı söylediklerinizi unutmayacağım gerçeği gibi" dedim acı bir sesle fısıldadım. Bir adım geri çekildim ve aramıza soğuk aşılması zor bir mesafe koydum.
"Unut diyen olmadı" diye acımasızca konuştu. Lacivert harelerinde daha önce görmediğim acımasızlığı gördüm bizzat şahit oldum. Acı dolu bir gülümseme peyda oldu dudaklarıma
"Acımasız birisiniz. Ve bu özelliğinizi sevgi görmeyişinize bağlıyorum. Çünkü sınırları fazlasıyla zorluyor ötesine geçmekten çekinmiyorsunuz." dedim ona acıyarak bakarken. Artık ona olan saygımı da yitirdim. Artık o bundan sonra hiçti benim için.
"Sende şuan sınırları aştın. Ve acımasız bir adam olduğumu söyledin ya gaddar olmaktansa acımasız olmayı tercih ederim çünkü bu daha kötü. Sen sana nasıl davranılıyorsa öyle davranıyorsun ve kendini dışardan hiç gözlemlemiyorsun. Aynalardan uzak durman da bu yüzden olmalı aynaya bak derim bu andan itibaren. " dedi. Kelimelerin acısı olur muydu? Her söylediği kelime bir bıçak batışı gibi acı vermişti. Sahte bir tebessümle ona baktım.
" Ben mi siz aynaya bakıyor musunuz peki bayım? Burada siz varken ben ve gaddarlık kelimesi yan yana bile gelmez inanın . Size daha fazla katlanamayacağım bugünlük siz kotamı fazlasıyla doldurdum. Artık bugünden sonra karşılaşmamak için çaba gösterelim çünkü ben öyle yapacağım da. Ve ders anında sadece öğretmen kimliğiyle karşımda olun çünkü daha az katlanılır olduğunuz tek kimliğiniz. "dedim onu incitmekten gocunmayarak.
Arkamı dönüp ilerleyeceğim anda biraz ileride bizi izleyen birden fazla çift gözle karşılaştım. İleride durmuş ben ve Ahrar hocayı kınarcasına izleyen kişiler ;Ahlas bey, Rauf bey ve Turul Beydi. Bakışlarımı onlardan çekip yürümeye başladım. Yavaş emin adımlarla onların yanından geçip gittim. Ne düşündüklerini tahmin edebiliyordum. Ama onlar olayın iç yüzünü bilmiyordu ve beni kınamalarını sorun etmiyordum. Sonunda odamın kapısına vardığımda kapıyı açıp içeri paldır küldür girip adımlarımı odamda bulunan banyoya yönlendirdim.
On dakika süren banyonun ardından hemen üzerime bir kazak ve pantolon giymiş kendimi odamın dışına atmıştım çünkü Süreyya hanımla konuşmam gereken bir konu vardı. Bu öğretmenlik işini konuşacaktım.
Artık o adamdan ders almak istemiyordum. Önüme çıkan çalışana Süreyya hanımın nerede olduğunu sordum bana ön bahçede olduğunu söyledi. Umudum bahçede tek olmasıydı. Umarım isteğim gerçekleşirdi. Odamın olduğu koridorun sonunda ön bahçeye çıkan kapı vardı. Koridorda aceleci adımlarla ilerledim. Ön bahçeye çıkan çift kanatlı kapının önüne geldiğimde kapıdan dışarı çıkıp bahçede gözlerim Süreyya hanımı aradı.
Onu biraz ileride birilerini karşılarken gördüm. Etraf karanlık olduğundan gelen kim tam olarak göremedim. Kapının önünden harekete geçip Süreyya hanıma doğru ilerledim. Birkaç adım Süreyya hanıma yaklaştığım anda onu çağırdım. Sesimi duyunca anında arkasını dönüp bana baktı. Son adımı atıp onun tam karşısına geldiğim anda ona anlatmak istediğim şeyi söyleyeceğim anda onun arkasında beliren bedenle söyleyeceğim şeyi yuttum. Tam arkasında duran kadın Kiran 'ın halası Zara' dı.
Zara bana sahte bir tebessümle bakarken gördüklerimi sorguladım. Gün bitmiyor bitmediği gibi lanetli geçmeye de devam ediyordu.
|
0% |