@kumsallardagezen12
|
『 Sızlayan ruhların kanayan laneti... 』
Artık hiçbir şey özünü koruyamıyordu. Her özün derinliklerinde bir nefretin izi bir acının kalıntısı vardı. Sevgiye ait izlerse yavaşça varlığını kaybediyordu. Acı yayıldıkça yayılıyor etrafa, kendinden başka bir izin varlığını kabullenmiyordu.
Ruhumda var olan izlerin ise sebebi o izleri kabullenmemi sağlıyordu. Bazen kabulleniş en büyük yenilgidir. Ve sen o yenilgiyi yenilgi olarak kabullenmezsin. Başka bir neden olarak görürsün.
Zihnimin çatlaklarından sızan acının külleri yaşadıklarımı ruhuma aktarıyor. Gören yok. Hisseden yok. Ama bilen var. Susan var.
Her yaşadığım şeyi bir not alırcasına zihnime aktarıyorum bir belleğe aktarır gibi. Sebebi unutmamak için. Sebebi hatırlamak için. Sebebi unutturmamak için.
Sebebi acıyı taze tutmak için....
Şimdi olduğum durumu yadırgıyordum. Gerçekten bu kadını bu kuleye mi davet etmiştiler. Hemde bana sormadan. Aslında zaten bana pek bir şey sorulmuyor. Ya ciddiye almadıkları için ya da onları umursamadığım için. Ama bunu da sağlayacağım sırası geldiğinde. Çünkü önceliğim şu an bu değil ama not listeme ekledim. Sırası geldiğinde herkese neyi nasıl yapmaları gerektiğini bizzat söylemek yerine göstereceğim.
Ve bunu zevkle yapacağım. Zara 'yı beklemediğim için şaşırmıştım. Anında kendimi topladım ve Süreyya hanıma söyleyeceğim şeyleri tek başımıza olduğumuz bir anda söylemeyi kendime not ettim. Bugün de her şeyi not edesim var! Zara' ya doğru ilerleyip tam karşısına geçip onu sanki çok sevdiğim bir misafirmiş gibi karşıladım.
"Sizi burada görmek ne güzel Zara hanım." diye sahte bir sevecenlikle konuştum. Onun burada olmasından hoşnutsuzluğumu anında sezdi ve bana doğru bir adım atıp elini omzuma yerleştirip başını hafifçe bana doğru eğip iğneleyici bir şekilde konuştu.
"Ah küçük kız son ziyaretinden sonra bende seni gördüğüme sevindim. Ah ziyaretin derken usulsüz bir şekilde gelişini bahsediyorum." dedi dişlerini göstere göstere gülerken sahte bir şekilde.
"Ah hatırladım hani o gün doğum gününüzde üzerinize doğum günü pastanızın devrildiği günü söylüyor olmasınız. Huyum kurusun bazı anları güzelleştirdiğim gibi o günü mahvetme gibi kötü bir özelliğim de var. Sizin şansınıza da mahvetme anıma denk gelmişsiniz. Bu elimde değil inanın ki anında geliştiğinden müdahale de edemiyorum o anlarda. "diyerek masum kız rolüne büründüm. Ama bakışlarımda gördüğü eğlenen ifadeyle anında burnundan sesli bir şekilde soludu. Ama durmadım ve saldırıya devam ettim.
" Ah sizi daha fazla bekletmeyeyim malum uzun bir yoldan geldiniz. Eee yaş bir yerden sonra ilerleyince anında ufak bir şey bile insanı inanılmaz yoruyor. İçeriye geçin ve sizin için ayrılmış odanızda istirahat edin." dedikten sonra bir adım geriye çekilip onun ilerlemesini bekledim. Son cümlemin dozajı yüksek olduğundan saldırıya geçemedi ve anında o yüksek darbeyi sadece göğüslemekle yetindi. Bozulmuş bir suratla yanında olan çalışanlarıyla kulenin içerisine doğru ilerledi. O giderken arkasından ona sadece göz devirdim. Neyse birkaç gün biraz eğlenirdim. Katlanırım bu süre içerisinde ona.
Arkamı dönüp bana bakanlara bakışlarımı çevirdim.
"Eee içeriye geçmek için neyi bekliyorsunuz?" diye tatlı tatlı sordum. Ani ruh değişimimi sadece başlarını iki yana sallayarak karşıladılar.
Süreyya hanım bana bir şey demeden önden ilerleyerek içeriye doğru ilerledi. Geride kalmış Tarsis kralı ve Kiran bana doğru ilerleyip benle beraber içeriye doğru ilerlediler.
Anında Tarsis kralına bakışlarımı kısa bir süre sabitleyip yürümeye devam ettim. "Kardeşiniz sizden bile daha sinir bozucu." der demez yanımda yürüyen Kiran söylediğim cümleyi duyar duymaz sesli bir şekilde öksürük krizine tutuldu. Ne var dercesine Kiran 'a bakışlarımı çevirdim. Onun aksine Tarsis kralı sözlerime sadece tebessüm etti. Şimdi şaşırma sırası bana geçmişti.
" Zara'yı seven insan sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Çok insancıl biri değil." dediğinde anında kendimi tutamayıp konuştum.
"Bakın bu özelliği aynı siz."dedim ani bir cevapla. Tarsis kralı bu sözüme şöyle cevap verdi.
" Darbe aldıkça etrafında az insan istiyor zamanla insan. Bende bunlardan biriyim. "dediğinde adım seslerimiz dışında birkaç dakika ses olmadı. Bu ani ıssız atmosferi bozmak adına şu cümleleri kurdum.
" Etrafınızdaki çoğu insan hayatınızdan çıkmış olabilir ama şu an hayatınızda var olan ve hiçbir zaman da hayatınızdan çıkmayacak olan bir kişi var. Ve o kişi en kıymetli varlığınız Kiran." dedim. Anında gözlerinde bir ışıltı doğdu. Ve bir duygu yerleşti minnet. Kiran 'ın varlığına minnet ediyordu. Çünkü her şey onun için gelip geçiciyken Kiran' ın varlığı onun için paha biçilemezdi.
İkisi de birbirine koparılamayacak bir bağ ile bağlıydılar. Ve bu bağ kopmasın diye de elimden geleni yapardım. İkisi için.
Son konuşmamdan sonra bir daha konuşmadan içeri girmiştik. Tarsis kralı, Lord Yelit' in odasına giderken ben ve Kiran kulede Victoria 'yı aramaya başladık.
"Buraya geleceğinden bahsetmedin hiç?" dediğimde Kiran bakışlarını bana çevirdi kısa bir süre.
"Ben de bu sabah öğrendim. Ondan haber vermeye fırsatım olamadı." dedi masum bir edayla. . Anında onun sol koluna girer girmez konuşmaya devam ettim.
"Peki peki darılmadım. Hem zaten duyduğun anda çok heyecanlandığın için beni hatırlamaman normal. Sonuçta buraya gelip Mera 'yı görmek var. Ben aklına bile gelmem o an." dedim anında utandığı için bakışlarını kaçırdı. Bu haline sadece sesli bir şekilde kahkaha attım. Ona gülmemle daha da utancı arttı. Teslim oluyorum dercesine ellerimi yukarı kaldırıp kahkahamı anında yarıda kestim.
" Tamam gülmüyorum hadi aradığımız kişiye aramaya devam edelim belki de yolda başka birine rastlarız yani bunun olması büyük ihtimal." dedim imayla. Artık daha fazla utanmaya dayanamamış olmalı ki adımlarını hızlandırıp beni geride bıraktı. Bu tavrına sadece sessiz bir şekilde güldüm.
" Duyuyorum. "dediğinde Kiran sessiz bir şekilde gülmediğimi anladım. Görünmez bir fermuar çektim dudaklarıma ve ona doğru ilerledim. Yanına vardığım gibi gönlünü almaya başladım. Yumuşak bir kalbi olduğu için anında affetti. Ben olsam süründürür öyle affederim ama Kiran daha fazla özür dilerim kelimesini duymak istemediği için anında affedip kendisininde hatalı olduğunu söyleyince sevimli bir kediyi severcesine onu sevmeye başladım. Tabi bu hareketimle anında yanakları kızardı. Çok naif biriydi Kiran ve bu naifliği onu daha çok tatlı gösteriyordu.
Sonunda Victoria 'yı bulmuştuk. Yeni kuleye gelmişti ve gelir gelmez tabi kendini direk odasına atmıştı. Asper krallığında küçük bir toplantı olduğu için gece geç saatlerde oraya gitmiş ve toplantıda alınan kararlar sebebiyle bir müddet Asper krallığında olan işlerini halletmeye çalışmış. İşi biter bitmez de direk Moritanya kulesine gelmiş. Şimdi hepimiz ön bahçede olan çardakta oturmuş sohbet ediyorduk. Hepimizden kastım. Varisler, Dennis, Kiran, Victoria ve ben.
Konumuz geçen sefer almış olduğumuz ama uymayı bir türlü başaramadığımız cezamızdı.
"Sözde cezamız bir araya gelmemekti. Ama o günden beri her gün bir aradayız." diye gülerken söylendi Kavi. Diğerleri de ona katıldı.
"Cezada bir vukuata da karışamamak vardı. Bak ona uyuyoruz. Bu yönden de bakmak lazım." diyerek cezanın bu yönüne dikkat etmelerini sağladım.
"Daha gün sonu bitmedi. Ben hala bir şekilde nedense bir vukuat bizi bulacak diyorum siz ne diyorsunuz?" diye sorunca Dennis, anında Varisler bakışlarını bana çevirdi. Ne var dercesine baktım onlara.
"Neden öyle bakıyorsunuz?" diye çatık kaşla onlara baktım. Kavi sen söyle dercesine bakarken diğerleri konuşmamı bekliyordu.
"Bir plan yok değil mi?" dedi Nehar.
"Yani şimdilik yok ama olursa bilmiyorum ani gelişirse plana uyarım uyarısınız." diyerek ihtimalleri belirttim.
Anında hepsinin yüzü düştü. Görende işkence etmeye götürüyorum onları sanacak.
"Hazırlıklı olun ani gelişir diyorsun?" diye yutkunarak konuştu Kavi.
"Aynen öyle diyorum." dedim ve bakışlarımı elimde tuttuğum koparılmış siyah güle çevirdim. Çardağa geldiğimde onu burada bulmuştum. Biri koparmış ve burada bırakmış olmalıydı.
"Kiran, halanla ilişkiniz ne durumda?" diye sorunca Dehri anında bakışlarım Kiran 'a çevrildi. Duyduğu soru karşısında biraz düşündü. Böyle bir soru beklemiyor olmalıydı.
"Her hala yeğen ilişkisi gibi." diye kısa bir şekilde cevapladı. Ama son yaşanan olaydan dolayı ona kırgın olduğunu biliyordum. Hatta şu an diken üzerinde olduğunu bildiğim gibi. Çünkü şu an halası ve Mera uzun bir süre aynı ortamda olacaktı ve bu her iki taraf için de gerginlik demekti. Her türlü Zara 'ya karşı saldırı mekanizmam açık. Mera' yı aşağılamaya kalktığı anda aynı üslupla ona karşılık verecektim. Kendini seviyorsa buna cüret etmemeliydi. Kiran oturmuş olduğu bank sandalyesine sırtını yasladı, bakışlarını bahçede usul usul gezdirdi. Bende onun gibi bahçeyi incelerken konuştum.
"Merak etme şu an ikisi istese bile karşı karşıya gelemez çünkü Mera şu an hazırlıklar için şehre indi çalışanlarla beraber gelmesi akşamı bulur. Çok sevgili halan ise şu an Süreyya hanımla terasta sohbet ediyor halde." der demez anında herkes bakışlarını biraz ilerde olan kulenin terasına çevirdi.
" Dışarıdan umursamaz, kural tanımaz, her şeyi boşlayan biri olarak gözüküyorsun ama aslında bu senin masken değil mi? "dedi Victoria bunu açık etmek isteyen bir istekle. Çünkü onun dışında herkes beni böyle biliyordu.
" Eksik.... "diye boş vermiş bir sesle konuştum.
" Ne eksik? "dedi anlamayan bir kafa karışıklığı içersinde Enfal.
" Dışarıdan şu şekilde gözüküyorum. Tecrübesiz bir prenses. "dedim ve Nehar 'a baktım. Ardından da bu sefer Enfal' e bakarak konuşmama devam ettim. " Neyi nasıl yaptığını bilmeyen bir aptal bir prenses. Kurallara zerre uymayan. Sınırları sonuna kadar aşan ve asla söz dinlemeyen, her şeye karşı çıkan bir prenses. "dedim ve elimdeki gülü hafifçe kaldırıp sanki az önce detaylı bir şekilde hiç incelememişcesine tekrar başa sara sara incelemeye devam ettim.
" Hadsiz, saygısız, saygıdan zerre anlamayan, bencil, şımarık bir prenses olarak dışarıdan her kişinin bakış açısından böyle gözüküyorum." dedim ve elimde tuttuğum siyah gülün aniden avuçlarımda yok olmasını ve biraz ileride olan güllerin dikili olduğu yerde olmasını sağladım. Yeniden toprağa bağlıydı. Aralarında ölmüş olan bağı tekrardan sağladım. Sağ kolumu çardağın sandalyesine yasladım ve sarı parlak saçlarımı omzumun gerisine atarken hafifçe onlara değdi gözlerim Hepsi söylediklerimi düşünüyordu ve aralarında ara sıra bakışmalar oluyordu. Ne kadar onlara bakışlarım değse de tüm dikkatim saçımı düzelten sol elimdeydi.
"Ama yanılıyorlar değil mi?" dedi yanımda olan Dennis. Bilmem dercesine kaşlarım kalktı. Ama bu onlara yetmedi. Bende onlara yetecek şu cümleyi kurdum.
"Sen söyle haklılar mı yoksa yanılıyorlar mı? Herkes gibi sizler gibi." diye bir sırrı ifşa ediyor gibi ses tonuyla konuştum. Ama hepsi hala gerçek beni görmek istercesine beni izlemeye devam ediyordular.
"Kendini nasıl yansıttığına bağlı. Sen söyle gerçek Emira mı karşımızda, yoksa hiçbir zaman gerçek kimliğini açık etmeyen Emira mı karşımızda oldu bu zamana kadar?" dediğinde oturduğum yerden doğrulup birkaç adım atarak çardaktan çıkmıştım. Uzaklaşmadan evvel son kez aramızda bir konuşma olmuştu.
" Siz söyleyin bu zamana kadar sizce ben sahte bir Emira 'yla mı karşınıza geldim? Yoksa asıl kimliğiyle her daim sizle karşı karşıya gelen ve kendini saklamayan buna gerek duymayan gerçek Emira kimliğiyle mi geldim? Cevabı bulmak için size kısa bir süre veriyorum. Bakalım ne olacak? "dedim ve ardımı dönüp onların yanından uzaklaştım.
Kulenin ön bahçesinden içeriye gireceğim an Enfal 'in yüksek bağırtısını duydum. Adım atmayı bıraktım o esnada.
" Her an her daim gerçektin. Dışarıya yansıttığın kimliğin ise onlar için sorun bizler için değil. Şımarık bir prenses olmaya devam et. Bu halin daha çekilir prenses."
Sözlerini duyunca sadece tebessüm ettim. Çünkü onlara asıl halimi sunmuş hiç çekinmeden onlarla kendim gibi konuşmuş, tavır almış, eleştirmiştim. Ama onlar dışında olan herkese çekilmez bir prenses kimliğine bürünmüştüm. İçeri girdim anda ilk durağım Süreyya hanımın odası olmuştu. Süreyya hanımla şu ders işini konuşmak istiyordum.
Artık o adama tahammül etmek istemiyorum ve ne gerekiyorsa yapıp şu ders işini sonlandırmak istiyorum. Ve umarım biraz önce Zara terastan çıktıktan sonra Süreyya hanımın yanından ayrılmıştır. Onunla karşı karşıya şimdi gelmek istemiyorum. Süreyya hanım ve Zara 'nın enerjisini hissetmeye başladığımda ikisinin de başka yerlerde olduğunu hissedince rahatlamış bir şekilde ilerlemeye kaldığım yerden devam ettim.
Süreyya hanımın odasının olduğu kata gelince yönümü odasının bulunduğu sol hole çevirdim. Holde ilerlerken odasından çıkmak üzere olan Süreyya hanımı gördüm. Ah son anda yakalamıştım. Başını çevirip benim olduğum tarafa bakınca beni gördü. Onun yanına geldiğimi anlayınca kirpikleri titreşti ve kaşları hafifçe yukarı doğru çatıldı. Kapıyı kapatıp ardından bana doğru küçük adımlarla ilerledi. Son adımlarımı atıp karşısına geçtim. Konuşmam için sessiz kaldı.
"Sizinle konuşmak istediğim şeyler var. Umarım bunun için zamanınız vardır? Yoksa bile yaratın çünkü gerçekten daha fazla bu konuyu ertelemek gibi bir düşüncem yok." dedim sabırsız bir sesle aklıma gelenlerle. Daha fazla o adama katlanmak istemiyorum.
"Evet var. Nedir bu denli aciliyeti olan şey?" dediğinde anında açmış olduğum portaldan Süreyya hanımın odasına geçmiştik.
"Bu öyle sıradan bir konu değil. Ulu orta yerde de konuşmak istemedim." dedim. Süreyya hanım ise odasına ani gelişimizi sorguluyordu. Ah güçlerimle bu kadar haşir neşir olmamı pek bekliyor değildi. Bunu fazla gerekli bulamadığım için direk düşüncelerimi dile getirdim.
" Artık Renas hocadan ders almak istemiyorum. "dedim. Cümlemi duyan Süreyya hanım ilk başta istediğim şeyi anlamaya çalıştı ardından ne istediğimi anlayınca bunu sorguladı. Mimiklerinden yaşadığı düşündüğü her şeyi net bir şekilde anlayabilmek zor değildi. Neden bu dersi sonlandırmayı istediğimi anlamaya çalıştı. Ama zihninde dönüp dolaşıp duran düşünceler gerçeğe ulaşamadığı için bana bunun nedenini sordu.
"Sebep ne ki? Yani neden bu dersin bitmesini istiyorsun? Bunu bana söyler misin?" dedi kafası karışmış bir şekilde. Ses tonunda ise bunu anlamak isteyen bir merak yatıyordu.
"Her şey gözler önünde değil mi? O adama katlanamıyorum ve daha fazla onunla karşı karşıya kalmak istemiyorum. Başka bir öğretmen bulun o versin dersi ya da ben kendi kendime öğrenirim bu benim için zor olmaz inanın." dedim artık gerçekten bu durumun sonlanmasını isteyen istekle. Ses tonuma yansıyan isteksizlik ve bıkkınlık anlaşılmayacak gibi değildi.
" Ben artık uzlaştığınızı düşünmüştüm. Yani ceza aldığın zamanda beraber onun için aradığın kitap etkeniyle artık aranızda olan şu gerginliğin son bulduğunu zannediyordum ama öyle değilmiş." dedi bir gerçeğin farkına varan afallamayla.
"İnanın ben ve o adam arasında hiçbir zaman bir uzlaşma olamaz çünkü o adam benden ilklerine kadar nefret ediyor. Benimde ondan kalır yanım yok zaten. Ve o kitabı da insanlık namına yardım etmek adına aradım. Yoksa ben o adama yarım saat katlanmayı bırakın bir gün katlanamam ama şartlar ve koşullar onu gerektiğinden o gün ona yardım ettim. Ama zaten aramızda olan sulh gün sonunda bozuldu ve yine tartışmaya başladık. Zaten buna istemeden tanık olanlar da vardı. Size söylememiş olmalılar. Turul bey, Rauf bey ve Arın hoca. "dedim ve arama dönüp biraz ileride olan sandalyeye oturdum.
Ben sandalyeye oturunca Süreyya hanım duyduklarını idrak etmekle meşguldü. Ben ise ona zaman tanıyıp odada kısa bir süre gözlerimi gezdirdim. Her zamanki gibi odası derli toplu haldeydi. Zaten ne zaman Süreyya hanımı dağınık görmüştüm ki? Her daim düzenli tertipli biriydi. Bunu etrafına da yayıyor herkesten bu düzeni istiyor bekliyordu.
"Bir şey demeyecek misiniz?" dedi artık sabırsızlıkla. Çünkü artık bugünden itibaren o adamı görmek dahi istemiyorum.
"Tamam istediğin gibi olsun artık Ahrar hocadan ders almayacaksın." cümlesini duyduğum gibi ayağa kalkıp ona doğru ilerledim.
"Ah buraya geldiğimden beri aldığım en güzel haber. Yeni öğretmenim kim merak ediyorum ama onu daha sonra öğrenirim ." der demez Süreyya hanım tam bir şey diyeceği sırada odadan çıkıp kapıyı ardımdan kapatmıştım çoktan.
Artık Ahrar hoca devri daha başlamadan bitmişti. Bugün gerçekten keyifliydim ve bu keyfimi kimse bozamazdı. Kiran'ın halası ve Serra bile. En alt kata merdivenlerden inmiş ve yemekhaneye doğru ilerlemiştim. Güzel bir kahvaltı faslı yaşayıp öyle güzel haberin keyfini yaşayacaktım.
Yemekhanenin önüne geldiğimde kapıyı açıp içeri giriş yaptım. Herkes çoktan toplanmış masadaki yerini almıştı bile. Kapının önünde harekete geçip masaya doğru ilerledim. Herkes kahvaltıya başlamak için Süreyya hanımı bekliyordu ve hala gelmediği için de kimse daha kahvaltısına başlamamıştı. Bende masaya yaklaşıp yerime geçtikten sonra herkes gibi Süreyya hanımın gelmesini bekledim.
"Neden bu kadar keyifli görünüyorsun?" diye kısık bir sesle konuşunca Victoria anında başımı ona çevirip mavi harelerimde olan ışıltıyla güzel haberi ona söyledim.
"Artık dersi başka bir hocadan alacağım." dedim rahatlamış bir halde. Victoria 'nın harelerinde küçük bir sezinti belirdi. Tek kaşı hafifçe yukarı doğru kalkıp bana seni gidi seni bakışlarıyla baktı.
"Hım anladım başka birinden ders almak istediğini söyledin. Ah aslında olan şu ki bunu uzun uzun nefret, tahammülsüzlük içeren cümlelerle kurduğun için Süreyya hanım artık hayır diyemediği için kabul etti. Peki sevgili dostum Süreyya hanım gelecek öğretmeni sana söyledi mi? "dediğinde bir şey diyemedim ve ona baktım.
" Tabi sen cümlenin başıyla ilgilendiğin için sonunu dinlemeden direk terk ettin değil mi ortamı?"diye bilmişlikle konuştu ve çatalının ucunda olan peyniri gözlerini tehlikeli şekilde kısarak ağzına attı. Keyifli bir şekilde peyniri çiğnerken ben onun bu keyfini sorguladım. Ben neyi kaçırmıştım?
" Sen kim gelecek biliyor olmasın ki bu kadar keyif aldın bu bilmememden? Peki sevgili dostum kim yeni öğretmenim?" dedim nefesimi tutmuş bir halde. Sonuçta beterin beteri var. Umarım ben buna kurban olmam.
Zaten Victoria 'nın hal ve hareketleride sonum iyi değil haberi veriyordu.
Yavaşça bana doğru eğildi ve başını yana yatırıp, beni gözlerini kısıp kısa bir süre süzdükten sonra dudaklarını aralayıp nüfus ettiği yere hızla yayılan o zehri bedenime akıttı.
"Turul bey... Yeni öğretmenin Turul bey." der demez olamaz dercesine başımı sola sağa çevirdim.
"Şaka yapıyorum de. En az Ahrar hocadan nefret ettiğim gibi ondan da ediyorken öğretmenim olmasını ister miyim? Cevap veriyorum hayır. Bunu bile bile Süreyya hanım buna karşı çıkmayacağımı, kabulleneceğimi mi düşündü? Yok yok olamaz!" dedim ve olduğum yerden hızla kalkıp Süreyya hanım daha buraya ulaşmadan bunun olmayacağını söylemek istedim. Zaten şu an merdivenlerin olduğu yerdeydi o gelmeden onun yanına gidersem belki önlerdim bunu. Koşarcasına adımlarla yemekhaneden çıkıp merdivenlerin olduğu tarafa ilerledim. Son basamağı inmekte olan Süreyya hanımı görünce seriye bağlamışçasına itiraz dolu cümlelerimi sıraladım.
"Ben sizden rahatsızlık duyduğum için bu dersi sonlandırmanızı istemişken siz bana yeni bir rahatsızlık veriyorsunuz. Asla bu yeni öğretmeni de kabul etmiyorum!" dedim ve ona yaklaşıp itirazlarıma devam ettim. "Turul beyle olan anlaşmazlığımızı biliyorsunuz onun yeni öğretmenim olmasını nasıl istersiniz?" dedim inanamayarak. Aniden itirazlarımı duyması Süreyya hanımın bocalamasını ve itirazlarıma cevap vermemesini sağlamıştı. "İmkanı yok babanızdan ders filan almayacağım. "diyerek son kez olamayacağını olursa kıyameti kopartacağımı belli ettim tavrımla.
" Tamam biraz sakin olur musun Emira? Ben sana böyle bir şey dedim mi? Demedim. O halde bu itirazlarına son ver çünkü sana ders verecek kişi sandığın kişi yani Turul bey değil. Bundan sonra ders alacağın kişi Asper krallığından senin için gelecek bir öğretmen ve bu öğretmen ise çok deneyimli bir öğretmen. Renas hocanın eğitim almış olduğu öğretmen. Bu sabah Renas hoca bana gelip senin bundan sonra onun kendi öğretmeninden ders almanı bunun senin için daha iyi olacağını söyledi. Sende ondan sonra gelip Renas hocadan ders almak istemediğini dile getirdin. Bende hayır demedim ve sen daha cümlemi tamamlamadan odadan çıkınca söyleyemedim. Aslında Renas hoca demese bende Turul beyden ders almanı isterdim ama o bunun senin için iyi olmayacağını Renas hoca söyleyince ve kendi öğretmenini önerince ben de bir şey diyemedim. Yani ne kadar anlaşmasanda Renas hoca çok kıymetli bir öğretmen ve kim olursa olsun onun için öğrencisi hep değerlidir. "dediğinde ben duyduklarımı idrak etmeye çalıştım. Ondan bunu hiç beklemezdim. Ve beni çok şaşırmıştı. Bir şey demeden Süreyya hanımın geçmesini sağladım. O giderken yemekhaneye doğru ben olduğum yerde durdum.
" Sen kahvaltıya gelmiyor musun? "diye sorduğunda hayır diye başımı salladım ve arkama dönüp odama doğru ilerledim.
Gerçek anlamda beni şaşırmıştı. Ondan bu denli bir incelik beklemiyordum. Ya çok ince düşünceli biriydi. Ya da ona yapmış olduğum iyiliği bu şekilde ödüyordu. Ya da bunu onun öğretmen kimliğine yormalıyıdım.
Kafam çok karışmıştı. Ve bu nadir olurdu ama Ahrar hoca bunu hep yapıyordu. Ve bu hiç hoş değildi benim açımdan. Dumura uğramış zihnimle odama girdikten sonra sırtımı kapatmış olduğum kapıya yaslayıp yere çöktüm. Bu adamı çözmek çok zordu. Her yaptığı şeyle beni ya kızdırıyor ya şaşırtıyordu.
Bir günü bir diğer günü tutmuyordu ve bu son zamanlarda kafama takılan ve hiç gitmeyen bir sorun olmuştu. Ahrar hoca son zamanlarda varlığıyla zihnimi meşgul eden bir etken olmuştu. Ben bu etkeni ortadan kaldırıp unutmaya çalışıp unutmaya başladığım anda kendini tekrar tekrar hatırlatması beni daha fazla bilmediğim ve içerisine düşmekten korktuğum bir boşluğa atıyordu. Bu adam benden ne istiyordu? Artık anlayamıyor anlayamadığım gibi de hissizce olanları izliyordum.
Başımı yavaşça kapıya yaslayıp gözlerimi kapattım. Bir küçük kız gibi odama saklanmış sanki olanlardan olacak olanlardan kaçıyordum. İki kolumu karnıma doğru çekmiş olduğum bacaklarıma sarmaladım ve başımı kapıdan çekip dizlerime yaslayıp kendimi sakladım. Sakındım gerçeklerden. Sakındım gelecekten kendimi . Sakındım kendimi geçmişten. Sakındım en çokta kendimi düşüncelerden, hislerden.
Tam başımı kaldırıp odamı izleyeceğim anda birden bir sarsıntı oldu ve ben bir boşluğa yuvarlanır gibi yuvarlanıverdim bir geçmiş anıya.
Artık her şeyi hissediyor kavrayabiliyordum.
Anıya gözlerimi açtığımda kendimi bir davette buldum. Davet alanı çok kalabalıktı. Geniş bir alanda bu daveti dizayn etmiştiler.Her yer özenle süslenmiş, gösterişli bir davet alanında kullanılan süslemeler kullanılmıştı. Şamdanlardan tutun masada bulunan tabaklara, çatallara, bardaklara kadar her şey bir uyum ve şatafat içerisinde dizayn edilmişti. Ve etrafta olan güzel hoş kokulu çiçeklerde vardı davet alanının içinde.
Davet alanının verildiği salonda hoş dinlendirici bir melodi çalarken, davetliler arasında olanların yarısı ya dans ediyor ya da masada sohbet halindeydiler. Hepsi bu geceye özel hazırlanmıştılar. Gözlerim ise tanıdık birini ararcasına etrafta dolaşırken görmeyi tahmin edemeyeceğim birine rastladı. Tarsis kralı. Biraz ileride davet alanının köşesinde ayakta dikiliyordu. Üzerinde gri renkte bir geleneksel takım giymişti. Şimdiki halinden biraz daha genç duruyordu. Tarsis kralından bakışlarımı çektim. Yanında olan kişiye bakmak istedim. Çünkü onunla çok samimi görünüyordu.
Yanında gözleri hariç yüzü hiçbir zaman görünmeyen Aron 'la çok hararetli bir sohbet içerisindeydiler. Hatta bazı anlar Tarsis kralının gülmesine şahit oluyordum. Sanki iki yakın bir dost gibiydiler. Daha önce hiç bu konudan ne Tarsis kralı bahsetme gereği duymuştu nede diğerleri.
Ben onları izlerken birden yanlarına Esila geldi. Tarsis kralı, Esila' yı görür görmez dudaklarında olan tebessüm soldu. Bu tavrı beni biraz şüphelendirdi. Sanki onun varlığından rahatsızdı. Peki neden acaba? İşler çok karma çormandı. Tarsis kralından bakışlarımı çekip Eslia 'ya çevirdim. Yavaş ve kendinden emin adımlarla Aron ve Tarsis kralına doğru ilerliyordu. Uzun kızıl saçlarını omzundan geriye salık bırakmıştı. Gösterişli bir yeşil elmaslarıyla süslenmiş bir taç başındaydı.
Taç çok güzel olduğu gibi çok göz alıcıydı. Eslia' nın üzerinde olan yeşil cüretkar dekolteli elbise ona çok iyi yakışmıştı. Nasıl ki bir insan derisi insanla bütünleşmişse elbise de Esila 'ula bir bütün olmuştu. Giydiği yüksek topuklu ayakkabıya rağmen çok rahat yürüyor neredeyse süzülüyordu. Aron' un yanına geldiğinde sol elini Aron 'ın beline sarıp sahte olduğunu bildiğim tebessümüyle Tarsis kralına baktı. Pekala Esila da pek haz etmiyordu Tarsis kralından. Acaba aralarında ne geçmişti? Ne bu hale gelmelerine sebep olmuştu? İkisi de birbirlerine nefretle bakıyordu neredeyse ellerinde olsa birbirlerini boğazlayacaklardı.
Birbirlerine katlanma sebebi tek Aron' un varlığıydı. Aron ise bunun farkında olup görmezden gelen taraf oluyordu. Eh yani biri sevdiği kadın biri anladığım kadarıyla dostu. İkisinin arasında kalmaktansa bunların arasında olan sahte tavırlarını görmezden geliyordu. Güzel strateji. Sevdim bunu. Gözlerimi onlardan asla çekmeden onları izliyor gözlemliyordum.
Esila onların yanında kısa bir süre kaldıktan sonra yanlarından ayrıldı ve gelen diğer davetlilerin yanına gitti. Baş başa kalınca Tarsis kralının huzursuz bir halde söylendiğini gördüm. Gürültülerden ve onlardan uzak olduğumdan dolayı pek ne dediklerini anlayamıyordum. Nedense her daim sadece görüntüden ibaretti. Pek içerisinde olamıyordum bu anı geçişlerinin içerisinde. Bu sefer yanlarına tanıdık olan bir diğer kişiler geldi Turul bey ve Arın hoca.
Onlar yanlarına gelince sohbet etmeye başladılar. Ama benim gözlerim Esila 'yı aradı. Biraz uzağımda yanında olduğu davetliler arasında duruyordu ama nedense konuşulan konudan bağımız bir haldeydi. Çünkü tüm dikkati Aron' un üzerindeydi. Daha çok fırsat arayışı içerisinde gibi duruyordu. Bir tuhaflık sezdiğim için direk bedenimin yönünü ona doğru çevirdim. Esila aniden harekete geçince şaşkınlık içersinde ona bakmaya başladım. Yanından geçtiği davetlilere selam verip yanlarından durmadan geçiyordu. Nereye gidiyordu bu aceleci bir halde?
Adımları ise davet alanının dışarısı olduğunu gördüm. Kapıya doğru hızlı adımlarla ilerliyor ama sakinliğinden de ödün vermiyordu. Bu ne karıştırıyordu ki bu denli tedirginlik yaşıyordu? Evet dışarıdan biri ona baksa tedirgin olduğunu anlamaz ama ben anlarım çünkü ne kadar farkında olmasa da baş parmağıyla avcunda bir tura çıkmıştı.
Birkaç kere bunu zihnime, rüyama sızdığı zaman yaptığına şahit olmuştum. Davet alanından çıktıktan sonra bende onu takip etmek için harekete geçtim. Umudum bu yöndeydi çünkü çoğu zaman istesem de anı içerisinde olan hareketlerim kısıtlıydı. Ama sanki bir şeyleri öğrenmem için bu kısıtlama bugün kaldırılmış haldeydi. Bende bu verilen fırsatı iyi değerlendirmek için zaman kaybetmeden onu da ardından davet alanından çıktım.
Ben kapının önünde durup ne yöne gittiğini görmek için beklerken birden bir çarpma oldu ve ben sanki görünmez bir nesneye çarpmışım gibi geriye sıçradım. Ama bunun bir geçiş olduğunu gözlerimi açtığımda anladım. Bir küçük kutu şekilde olan holün içinde buldum kendimi. Ve yalnız olmadığımı holün içerisinde yürüyüp dolaşan adamı görünce anladım.
Hol çok karanlık olduğu için adamın yüzünü seçemedim. Adamın adım atamasını durduran şey ise hole giren bir kişiydi. Gelen kişi holün içerisine girdiğinde aniden ikisi de birbirine sarıldı. Sanki uzun zamandır görüşemeyen iki kişiydiler ve bu sarılma onlar için kutsal bir şeydi. Hatta bu özlemin ilerisi olduğuna bizzat şahit oldum. Birbirinden ayrıldıklarında kısık konuşma sesine şahit oldum. Ve bu ses Esila 'ya aitti. İhanet. O Aron va ihanet mi ediyordu? Sevdiği adama ya da sevmediği ama evli olduğu adama...
Bahsettikleri bu muydu acaba? Çünkü şu an Aron' a ihanet ediyordu. Peki bunu bilen biri var mıydı? Kim öğrenmişti acaba sonra da bunu Aron 'a söylemişti? Çok merak etmiştim.
"Burada olman çok tehlikeli! Neden geldin? Ben zaten yarın uygun bir zaman bulduğum anda yanına gelecektim." dedi kızgınlıkla karşısında olan adama Esila, ama adam Esila 'nın bu tavrını umursamadı. Ve ona bir adım yaklaştı. Adamın ruhunda var olan yoğun özlemi ve sevgiyi burada bile hissediyorum. Esila' yı çok seviyor olmalıydı.
"Özledim." dedi sadece Esila ' ya büyük bir iç çekerek.
"Delisin sen!"dedi Eslia onun bu dediğine karşılık ve ardından tekrar birbirlerine sarıldılar. Üç ruh vardı ama bu üç ruh arasında büyük bir yasak vardı. Aldatma kandırma vardı. Ben düşünürken bunları onlar hasret gidermeye devam ediyordu.
Onlar sarılırken ben istem dışı bu andan soyutlandım. Ve yine kendimi davet alanının kapısının önünde buldum. Şimdi neden buradaydım ki! Arkamı dönüp içeriye girmek isterken birden sertçe bir bedene çarptım. Ben çarpmanın etkisiyle bir adım geriye giderken karşımda olan beden adım atmayı bırakmış ve şaşkın bir halde etrafına bakmaya başlamıştı. Karşımda olan kişi ise hiç beklemediğim biriydi. Ahrar hoca. Tam karşımda bir siyah smokin içerisinde duruyordu.
Her zamanki gibi siyah onun tek seçimi olmuştu. Smokin ona çok yakışmıştı. Şu an ki halinden sadece birkaç yaş daha gençti. Ah tabi burada gerçek yaşı nedir kim bilir? Ama sanki burada şuan yaşı 26 veya 27 gibi duruyordu. Lacivert harelerinde olan o, ona çarpan hissiyatı bulamama öfkesi vardı. Beni göremiyordu. Ama ben onu görüyor, hissediyordum. Ne tuhaf.
Sonunda bir şey göremediği için yanımdan geçip gitmek için harekete geçince anında bedenimi yan döndürdüm ve bir daha çarpmamak için ona alan tanıdım. Ama yanımdan geçip giderken hızla sağ elimi eline değdirdim. Neden bunu yaptığımı da anlamamıştım. Birden içimden yapmak gelmiş ve yapmıştım. Bunu yaptığımda aniden adım atmayı bırakıp lacivert harelerini tekrar etrafında gezdirdi. Çatık kaşlarıyla bunu yapanı görmek istiyordu ama görebildiği tek şey boşluktu. Hafifçe elini kıpırdatıp avucunun içinde olan elimi hissetmeye çalıştı. O ekimin ne sıcaklığını ne de soğukluğunu hissediyordu ama varlığını hissediyordu. Ben ise onun sıcacık avuç içlerini hissediyordum. Soğuk parmaklarım onun avucunda yavaşça ısınmıştı bile.
Bu anın keyfini çıkarmak için bu sefer ona doğru usulca yaklaşıp bedenimi tam onun bedeninin karşısına getirip onun o sert çehresini izledim kısa bir süre ardından da başımı eğip yavaşça kulağına doğru dudaklarımı yaklaştırıp hep merak ettim soruyu sordum. Cevap vermeyeceğini hatta sesimi duymayacağını biliyordum ama yine de bunu yapmak geldi içimden.
"Söylesene nedir bu üzerinde soluduğum sana ait olan kokunun ismi ya da bitkinin demeliyim?" bunu der demez yavaşça dudaklarımı kulağından çekmeden önce yavaşça ılık nefesimi üfledim kulağına doğru. Bu hareketi yapınca anında kas katı kesildiğini hissettim. Ah doğru ya görmesede hissediyordu. Başımı geriye çevirip tam lacivert harelerine baktım.
Kirpikleri titreşti ve sesli bir nefes verdi. Bu yaptığına o da inanamıyor gibi görmediği bir şeyi hissetmek için eli usulca yukarı kalktı ama dokunamadı. Çünkü hissedemedi. Eli boşlukta asılı kaldı. Ben dokunamadığım müddetçe o hissedemezdi. Bu anı sevmiştim. Bu görmemezliği de.
Ama eli benim sağ elime değiyor haldeydi. Bunu ben hissediyordum. Sonra onun boğuk sesini duydum çok kısık sesle konuşmuştu.
"Paçuli (tefarik) bitkisinden elde edilen bende soluduğun koku. İsmi bu." dedi durgun sesiyle ama bunları söylerken küçük bir kıvrılma yakaladım dudaklarında. Ve lacivert hareleri görmesede benim varlığımı görebilme umuduyla, onun tarafından görünen boşluğa bakmaya devam etti.
Beni görmek çok istiyordu bunu hak ve hareketlerinden anlayabilmek zor değildi. En çokta lacivert harelerinde olan o yoğun görme isteği. Ondan uzaklaştırdım bedenimi ve gitmesine izin verdim. Sesimi duyabiliyordu ama beni göremiyordu. Garip...
Ahrar hoca benim geri çekilmemle aniden kısa süre benim olduğum ama boşluk olarak gördüğü tarafa baktı. Sonra ise sanki beni hiç hissetmemiş hiç duymamış gibi olduğu yerden harekete geçip benden uzaklaştı. Ben ise ardından onu kısa bir süre izledim. Taki o sislerin arasından kaybolurken. Bende zaten ondan sonra bu anı ziyaretinden çekilip alındım.
🦋⃤
Tekrar olduğum ana geçiş yaparken başımı dizlerimin üzerinden kaldırıp çenemi dizime yasladım. Hiç düşünmeyeceğim bir şey olmuştu. Ne zamandır merak ettiğim konu açığa kavuşmuştu. Ve merakım giderilmişti. Ahrar hocanın o kafamı karıştıran kokusu bugün netlik kazanmıştı. Merak ettiğim bu anıya olan müdahalem onun tarafından hatırlanacak mıydı yoksa sadece bunu ben tek mi hatırlayacaktım?
Bunu ona da soramazdım. İçimde bir merak olarak kalacak ve böyle böyle içimde beni yiyip tüketen bir şey olarak kalacaktı. Hayat gerçekten tesadüflerle doluydu. Hiç beklemediğim bir anda hiç beklemediğim bir anıya şahit olmuş ve bizzat yeni bir anının yaşamasını ve ondan bir iz bırakılmasını sağlamıştım. Sırtmın yaslı olduğu kapının çalınmasıyla olduğum yerde doğrulmaya çalıştım. Ayağa kalkıp kapının kulpunu tutup kapıyı açtım. Kapıyı açtığımda karşımda Mera 'yı gördüm. Şehirden erken dönmüştü.
"Rahatsız etmedim umarım." dediğinde hayır anlamında başımı iki yana sallayıp durdum.
"Bir şey olmadı değil mi?" diye bu sefer ben sordum. Oda benim gibi hayır anlamında başını salladı.
"Peki seni buraya getiren neden ne merak ettim?" diye bu sefer de soru sorduğumda anında mutlulukla cevap verdi.
"Lord Yelit ve Tarsis kralı arka bahçede olan çardaktalar ve onlara eşlik edip etmeyeceğini öğrenmem için buraya gönderildim." dedi sesindeki heyecanla. Hım bu heyecanın kaynağı kesin Kiran faktörüdür. Eh o kadar buraya kadar gelip sormak istemiş Mera 'yı üzmeyeyim de gideyim o da sevdiceğini biraz daha fazla görsün.
" Ne işin varsa iptal et ya da ertele bahçede benimle olacaksın. Bence her iki taraf için de güzel bir teklif?" dedim. Gözlerimi kısmış onun imalı konuşmamdan sonraki utangaç hallerini izledim.
"Tamam tamam utanma. Şimdi bana birkaç dakika ver üzerimi değiştirip bir prenses kombini nasıl olmalı göstermek lazım etraftakileri. Yoksa bu kendi dünyama ait kıyafetlerle pekte ciddiye alınmıyorum da!" dedim son cümlemdeki imayla. Çünkü nedense prensesten çok onların gözünde bilinmeyen bir cisim olarak dikkat çekiyordum kendi kıyafetlerimle. Bundan ötürü ara sıra ya da canım ne zaman isterse o zaman Süreyya hanımın benim için gönderdiği kıyafetleri giymeyi düşünüyorum.
Mera tamam bekliyorum dedikten sonra hemen arkama dönüp kapıyı açık bırakarak giyinme odasının yolunu tuttum. Odaya gelince kısa bir göz gezdirdim dolapta olan kıyafetlerde ve gözüme ilişen mor elbiseyi çekip aldım dolaptan. Elbise bel kısmına kadar straplez , dekoltesiz göğüs kısmına sahipti. Etek kısmı ise fazla kabarık değildi. Dantel işlemeli sade bir elbiseydi. Elbiseyi üzerime geçirdikten sonra elbiseye göre mücevher takımı aradım .
Beyaz elmaslara sahip kolye, bileklik, küpe ve yüzüğü taktıktan sonra bu sefer sarı saçlarımı toplama gereği duymadım ve salık bıraktım. Hafif kıvırcık bir görünüme sahip olmamasını sağlandıktan sonra rahatça yürüyebilmek için çok yüksek topuğa sahip olmayan bir ayakkabıyı da ayağıma geçirirken bir kez daha kendime alıcı gözle aynada bakıp, makyaj masasının karşısına geçip daha çok göz makyajının ağır basacağı bir makyajı yaptıktan sonra aynada bir müddet kendimi izledim.
Eksik bir şey olmadığının kanaatine varınca giyinme odamdan çıkıp odamın içerisine geçiş yaptım. Odamın kapısının dibinde kollarını göğsünde birleştirmiş dalgın dalgın ayağının ucuyla yerde görünmez bir şeyler çizmeye çalışan Mera 'yı gördüm.
"Nasılım?" diye sorduğum anda başını yerden kaldırıp bana baktı. Kısa bir süre baştan aşağı beni incelemeye başladı.
"Neden hep böyle giyinmiyorsun ki? Bu elbiseler içerisinde çok göz alıcı gözüküyorsun." dediğinde omzumu silkerek adımlarımı ona doğru attım. Karşısına gelince durdum.
"Emin ol her gün bu elbiseler arasında olmak beni tuhaflaştırır. Çünkü alışık değilim ama ara sıra giymeyi düşünüyorum. Şimdi Mera hanım benimle arka bahçeye kadar eşlik etmek ister misiniz?" der demez başını evet anlamında aşağı yukarı salladı.
"Peki o halde hadi oylanmadan gidelim yoksa Tarsis kralı söylenmeye başlar. Aslında çoktan başlamıştır ama neyse!" demiş ve odadan çıkıp koridorda arka bahçeye çıkan koridora doğru ilerlemeye başlamıştık birlikte.
Koridorda kim bana denk gelse şaşkınlık içerisinde bana bakmaya başlıyordu. Eh haklılar ne zamandır üzerimde toplasan iki kere bu topraklara ait kıyafetler görmüştüler. Her ikisi de zorunluluktan dolayıydı. Ama şimdi içimden gelmiş olması onları şaşırmıştı. Onları umursamayarak yürümeye devam etmiştim.
Sonunda arka bahçeye çıkan çift kanatlı kapının önüne gelince ilk ben benim hemen ardımdan Mera çıkmış ve bahçeye giriş yapmıştık.
Bahçeye çıkınca gözlerim Lord Yelit'i aradı anında birkaç metre uzağımda olan çardakta gördüm. Harekete geçip yürümek konusunda beni zorlayan elbisem içinde onlara doğru ilerledim. Benim geldiğimi ilk fark eden Tarsis kralı oldu. Konuşurken gözleri etrafa çevrilirken beni fark etmişti. Yoksa yüzünde gördüğüm şaşkınlık izleri mi?
O da diğer herkes gibi beni bu halde görmeyi beklemediği için küçük bir şaşkınlık kurbanı olmuştu. Ah insanlar üzerinde olan bu şaşkınlık ifadesinin sebebi olmak bir yandan mutlu ediyordu. Yanlarına vardığımda varlığımı sezince Lord Yelit başını arkaya çevirdi ve bana baktı. Kahkahalar atmak istedim. Çünkü Lord Yelit tam bana hitaben konuşacağı esnada üzerimde olan kıyafetleri görünce anında konuşamadı.
"Bu kadar şaşıracağınızı bilsem inanın giymezdim bu kıyafetleri. Bana ne kadar kötü bir vahim olduğumu hissettirdiniz. O kadar da büyük bir şaşkınlık yaratacak bir şey yapmadım ki? Alt tarafı elbise giydim içimden geldi. Hem birkaç kere daha giymişliğim oldu. "diye açıklama yaparken Lord Yelit oturmuş olduğu yerden doğrulup bana doğru birkaç adım atıp sağ kolunu sırtıma yerleştirip beni çardağa yönlendirirken bu sırada konuşmayı da eksik etmemişti.
" Evet birkaç defa daha buraya ait elbiseler giydin ama bu giymen gereken zorunlu anlardı. Ama şimdi bile isteye kendi isteğinle giymen ben dahil herkesi şaşırttı. Çok fazla güzel gözüktüğünü söylemeden edemeyeceğim de. Bence her daim bu elbiseleri giy. Daha güzel gözüküyorsun. "dediğinde utanarak teşekkür edip belki diyip geçiştirdim.
Lord Yelit çardağa geçmem için yol verdiğinde elbisemin etek kısmını tutup hafifçe kaldırıp yavaş adımlarla çardağın içerisine girip oturdum. Sağımda Lord Yelit otururken karşımda Tarsis kralı yanımda ise Kiran vardı. Tabi Kiran, Mera 'yı görünce tüm evrenle olan ilişkisini kesip atmıştı.
Bunu benim gibi Tarsis kralı da fark edince sahteden öksürerek Kiran' ın dikkatini üzerine çekti. Öksürük sesini duyan Kiran zorda olsa bakışlarını Mera 'dan çekip babasına çevirdi. Mera' ya tam çardağa oturmasını isteyeceğim anda çalışanlardan Ariz gelip onu çağırınca, Mera bana izin isteyen bakışlarla bakınca gözlerimi kırpıp gitmesinde bir sorun olmayacağını belli ettim. Mera gittikten sonra masada olan Kiran, Mera 'nın ardından kısa bir iç çekti. Ah tabii bu ben dahil herkesin dikkatini çekti. Lord Yelit ve ben sorun etmezken Tarsis kralı oğlunun bu halinden pekte hoşnut değildi.
"Burada kaç gün kalmayı düşünüyorsunuz?" diye sorduğumda Tarsis kralına hitaben. Yavaşça sırtını oturmuş olduğu çardağın sandalyesine yasladı ve bakışları kısa bir süre bana değip baktı ardından da hızla bakışlarını benden çekip masada ritmik tuttuğu parmaklarına çevirdi.
" Birkaç gün. "diye kısa bir cümle kurdu. Ah buna neden şaşırıyorsam adam en uzun cümlesini geçenlerde Kiran 'ın doğumunu anlatırken tüketti ve bundan sonraki tüm cümleleri kısa ve net olmakla sınırlı kalıyordu. Tamam anlamında başımı sallayıp Kiran' a harelerimi çevirip tam konuşacağım esnada Tarsis kralının her zaman ki uyarılarından birine denk geldim.
"Sakın diğerleriyle yaptığın şu tehlikeli gezintileri Kiran için de düşünme Prenses! " dediğinde tek kaşını kaldırıp bana bakınca tabii siz istediniz diye yapmam dercesine başımı salladım.
"Neden konuşmuyorsun da sadece başını sallıyorsun!" diye aksi sesle konuştuğunda bende onun gibi geriye yaslandım.
"Canım bugün pek konuşma havasında değil. Hem sizi ikiletmiyor dediğiniz her şeye evet diyorum daha ne istiyorsunuz ki!" dedim munzur bir tavırla.
"Bu halin daha çok sinirlerimi bozuyor !" diye çıkıştığında işaret parmağımla kendimi gösterdim.
"Benim nefes almam bile bence sizin sinirlerinizi bozuyordur. Hem bugün çok sinirlisiniz sabah yataktan tersinizden mi kalktınız anlamdım ki?" dedim ve sırtımı yasladığım yerden çekip masaya doğru eğilip sağ dirseğimi masaya yaslayıp ardından sağ avcumu çenemin altına yerleştirip bakışlarımı Tarsis kralına sabitledim. Onunda bakışları bu sefer benim üzerimdeydi.
" Bence bu kadar sinir bünyeye zarar! Yani bence biraz sakinliği hayatınıza alın. İyiliğiniz için diyorum. Bunu bir nasihat olarak da algılamakta özgürsünüz." dedim dudaklarıma küçük bir tebessüm yerleştirip.
"Bunu karşımda varlığı sinirle oluşmuş bir kadın mı söylüyor?" dediğinde evet anlamında başımı salladım.
"Biliyor olmasınız ki hala buradaki insanları çözmüş değilim ve bu biraz öfkelenmemi sinirlerime hakim olamamamı sağlıyor. Ve ben burada yeniyim alışınca geçer benim sinirim ama siz yılları devirmiş birisiniz ve hala aynı sinir ve hala aynı tahammülsüzlük. Yani bence bu sizin açınızdan vahim bir durum. "diyerek bana olan o alaycı ifadesini yok ettim. Anında sözlerimin etkisiyle masada duran elini yumruk haline getirdi.
" Bakın sabır kotanız hiç yok. Tahammül edemediğinizde anında vücudunuzun kontrolünü yitiriyorsunuz. "diye daha da üzerine gittim. Ama Tarsis kralı daha bana cevap vermeden Lord Yelit olaya müdahale etti.
" Bence ikinizde sakin olun. Hem ikiniz de yetişkin insanlarsınız yaptığınız hiç hoş değil. "diye bizi esefle kınadığında başımı Lord Yelit 'e çevirdim.
" Farkındaysanız ilk o saldırıda bulundu ben sakin sakin duruyordum. "diye haklı olduğumu söylemeye çalışırken Tarsis kralı alaylı bir şekilde güldü. Anında başımı ona doğru çevirdim.
" Komik bir şey mi var? "diye sordum tavrına karşılık. Evet var dercesine başını salladı.
" Nedir peki? "dedim soğuk bir ses tonuyla.
" Çocuk gibi birde haklı olduğunu açıklamaya çalışıyorsun. "dediğinde beni bu yaptığım hareketten kınarcasına bir sesle, anında olduğum yerden kalkıp masaya iki elimi yerleştirip gözlerimi kısarak ona baktım. Mavi irislerimde onun bu halini kınayan bakışların izleri vardı.
" Ah unuttunuz sanırım sizden asırlarcasına küçükken bu tavrım sizin için çocukça durabilir, malum daha ben yirmilerinde bir kadınım ama siz yaşınızı almış ve daha bunun farkında olmayıp beni çocuk olarak adlandırılabilecek birisiniz. Yani kusura bakmayın yaşım o denli ileri olmadığı için daha bir meyvenin olgunlaşması gibi olgunlaşmamı tamamlayamadım. Sizin için bunu diyebilirim ama bu sözde kalmakla yetinir. Çünkü hala görüyorum ki olgunluğunuz ya tamamlanmadı ya da bunu benim olduğum ortamda unutuyor gibisiniz. Bir hatam varsa kusura bakmayın Tarsis Kralı... " diye son sözlerimi tamamlamış ve Lord Yelit 'ten izin isteyerek çardaktan çıkmam için yol vermesini istemiştim Lord Yelit yerinden kalkıp geçmem için yol verince hemen çardaktan çıkmış ve kuleye girmek için hızlı ve sinirli adımlarla yürümeye başlamıştım.
Ben içeriye girerken ardımdan adım sesleri gelmişti. Kiran ben ayrılıktan sonra hemen zaman geçmeden o da çardaktan çıkmış ve beni takip ediyordu.
İsmimi çağırıp onu beklememi istemesine rağmen adımlarımı durdurmayıp daha da hızlandırıp yörüngemi odamın olduğu çevirmiştim. Yemekhanenin olduğu koridora geldiğimde ise yemekhaneden çıkıp beni gören iki kadına denk gelmem adımlarımı yavaşlatmıştı. Süreyya hanım ve Zara...
Beni gören Zara beni kısaca bir süzmüş ve alaycı tavırla bakmaya başlamıştı. Abisi bitmiyor birde kardeşi çıkıyordu karşıma. Onun gibi bende ona alaylı bir şekilde bakıp karşısına geçip ona bakmaya başladım. İlk hamleyi ondan beklemeden ben başladım hamlemi yapmaya.
"Uzun uzun baktınız Zara hanım sanrım gençliğinizdeki haliniz aklınıza gelmiş olmalı. Eh sizde haklısınız zaman çabuk geçiyor. İnsanlardan her geçişinde bir şeyler almadan gitmeyi de bilmiyor." dedim dudaklarımı büzerek. O ise bu küstahlığıma göz devirdi.
" Sadece bir prenses olduğunun aklına gelmesine şaşırdım. Geçmişimi hatırlamadım yani sana bakarken . Daha uzun bir süre var önümde yani prenses benden bir şeyler kolay kolay gitmez. "diye kibirle konuşup hala genç olduğunun ve bunu anlamamı ima etti.
" Hiç unutmadığım bir şey nasıl aklımdan çıkabilir ki?"diyip bir adım atıp tam karşısına geçip onu kısa bir süre yavaşça inceledim. Ve gözlerinin içerisine bakıp düşüncelerimi dile getirmekten çekinmeden konuştum. " Hem zaman her daim bir şeyleri alır. Siz sadece ya bunu fark etmemiş ya da farkına varmak istemiyorsunuz. Yani demem o ki kayıplarınız var ve olmaya devam edecek." dedim anlamasını umarken.
"Bu toyluğun, hadsizliğin ve de küstahlığın ise senin sonun olacak sen ne düşünüyorsun?" diyince nefret eden bakışlarla, omuz silkip başımı yana yatırdım. Ve onu sinir edecek bir gülüşü dudaklarıma yerleştirip öylece ona baktım. Ve kısa bir süre baştan aşağı onu son kez inceledim. Bakışlarımda yatan küçümsemeyle.
"Sizce kaybetmekten korkan birine mi benziyorum? Bir korkunuz yoksa ayakta kalırsınız varsa ise sonuçlarına katlanmak durumundasınız. Sonum ise inanın umurumda değil neden mi? Çünkü bana ne olacağı inanın hiç umurumda olmaz. Çünkü sonumu getirecek kişi için yapmış olduğum yıkımın sonuçlarını umursarım ve o kişinin son halini. Yani demem o ki bana karşı bir savaş başlatmadan önce o kişi ona yapabileceklerimi düşünsün. Çünkü ben sınırlarımın zorlamasını sevmediğim gibi sınırları zorlamaktan büyük keyif alırım. "diye son cümlemi bastıra bastıra söyleyip bir adım geri çekildim. Sadece ya öyle mi bakışıyla bakmakla yetindi.
Sorun değil ben uyarımı yapayım da gerisi beni hiç ilgilendirmiyor. Süreyya hanım ise biz Zara ile konuşurken hiç müdahale etmeden sessiz bir şekilde bizi dinlemişti. Keza Kiran da. Arkamı dönüp uzaklaşmadan evvel Süreyya hanıma kısa bir süre bakıp önüme döndüm. Sözlerim onu biraz ürkütmüş duruyordu. Ama tam tersine ürkmesi gerekenin o değilde Zara olması lazımdı. Neyse ben bana düşeni yapmıştım neticesinde. Bu sefer yavaş adımlarla ilerlerken Kiran bana yetişmiş ve sessiz adımlarla yanımda ilerliyordu.
"Bir şey demeyecek misin?" diye sorduğumda adım atmayı kesip bana döndü.
"Kaybedecek bir şeyim yok derken çok emindin kendinden. Evet belki kaybedecek bir şeyin olmayabilir ama seni kaybedecek kişiler var. Onları peki düşünür müsün yapacağın yıkımda?" dediğinde bu açıdan bakması beni kısa bir müddet şaşkına uğrattı. Yüzüne üzgün sislerin gölgeleri vardı.
" Bilirsin iddialı konuşmayı hep sevmişimdir. Belki ardımda olanları umursamayacağımı düşünüyorsun ama öyle değil onlar için daha temkinli olup alacağım zararı en aza indirmek için detaylı ve temkinli hareket ederim." dedim bunu hem onun anlamasını sağlayarak hemde zihnime not ederek.
Peki dercesine başını salladı.
" Sen geri dön ben bu ardı ardına kesilmeyen bombardıman gününü atlatabilmek adına biraz yalnız kalmalıyım. "diyerek açık açık yanımda kimseyi istemediğimi belli ettim." Sakın kırılma sadece tek kalıp sakinleşmem lazım daha sonra bu ani çıkışım için babandan özür dileyeceğim sadece senin için tamam mı? "diyerek onun düşen yüzünde bir tebessüm yarattım.
" Peki tamam sen biraz dinlen ben de babamla bu konuyu konuşup halletmesi için sıkıntılı bir konuşma yapacağım. "demiş ve bana sımsıkı sarılıp gitmişti. Onun ardından kısa bir süre baktıktan sonra arkamı dönüp gizli yerime gitmeye karar verdiğim için adımlarımı ön bahçeye çıkan çift kanatlı kapının olduğu koridora çevirdim.
Koridora gelince birkaç metre ilerimde kapalı halde olan kapıya doğru yavaş adımlarla ilerledim. Dalgın dalgın yürürken adım sesleri işitmemle anında bakışlarım gelen sese çevrildi. Olduğum koridorda ilerleyen Ahrar hocaya rastladım. Onu görmeyi beklemediğim için ufak bir şaşkınlık geçirdim ama kısa sürede toparlandım.
Ve yürümeye devam ettim. O da beni görmeyi beklemiyor olmalı ki yüzündeki şaşkınlığı yakalamıştım. Birkaç adım sonrasında karşı karşıya gelince sessiz bir halde öylece karşı karşıya durmuş konuşmadan birbirimize bakmaya başlamıştık. İlk konuşan o olmuştu.
"Artık benden ders almayacaksın. Haberin vardır sanırım." diyince yorgun bir sesle anında haberim var anlamında başımı salladım.
"Sevinmiş olmalısın?" diye gülerek başını iki yana salladı. Bakışları elinde tutmuş olduğu kitaptaydı ona nazaran benim bakışlarım gözlerinde olan o uykusuzluk izlerindeydi. Çünkü nedense şu an çok dikkatimi çekmişti . Uyumamış mıydı? Onu uyutmayan şey de neydi?
" Sessizsin?" diye sorup kitap üzerinde olan bakışlarını uzun süre bende duracak şekilde bana çevirdi. Kaşları yavaşça çatıldı. Sanırım yeni yeni fark etmişti üzerimde olan elbiseyi. Baştan aşağı beni inceleyince nedense bir heyecana kapıldı bedenim. Bakışlarından da bir şey anlayamıyordum. Acaba yakıştırmış mıdır elbiseyi bana? Görünmez ellerle kendimi tokatladım. Bundan bana ne ki? Ne düşündüğü beni neden ilgilendiriyor?
"Konuşmayacak mısın?" diye bu seferde sorunca sessizliğimi bitirdim.
"Uykusuz görünüyorsunuz?" ne soracakken neyi sormuştum aklımda bu soru yoktu ama birden bunu sorarken bulmuştum kendimi.
Sorum beni şaşırttığı gibi onuda şaşırttı. Onun halini soracağımı beklemiyordu. Daha çok küstahça konuşacağımı düşünüyordu ama hayır nedense içinde anlam veremediğim bir burukluk vardı ve bunun sebebini bir şeye yormak istemiyordum. Çünkü bunun sebebini zihnim bas bas bağırıyordu. Ahrar...
"Kitapta bir şey bulamadık ama ben aramaya devam ettim. Ama ne kadar arasam da inceleme yapsamda bir şey de bulamadım ve buda uykusuz bir gecenin sonuna eşlik ettirdi." dedi yorgunluğunu belli eden sesiyle.
"Üzgünüm." dediğimde kaşları daha da çatılı hale geldi.
" Ne için? "
" Her şey için "en çokta dün için dün söylediklerim için. Ama bunu söylemeye ne gücüm vardı ne de cesaretim.
" Bazen üzgün olmak bir şeyi telafi etmez. "dediğinde sıkıntılı bir nefes verirken aniden bir adım geriye gittim. Neden gittiğimi anlamadım da?
"Haklısınız bazen üzgün olmak bir şeyi telafi etmez, etmediği gibi unutturmaz da. Ne sizin söylediklerinizi ben unuturum ne de siz. En iyisini yaptık ve bu ardı arkası kesilmez tartışmayı büyümeden sonlandırdık. Size hayatınızda başarılar dilerim Ahrar hoca. Bunu söylemek benim için ne kadar zor olsa da sizi tanımak iyiydi. "dedim son kez onun lacivert harelerine bakarak. Ardından çift kanatlı kapıya ilerleyip onu ardımda bıraktım.
Neden kötü hissediyordum? Ve neden şu an ağlamak gibi bir düşünceye kapılmıştım? Onu bir daha görmeyecektim bunun için sevinmem gerekiyordu? Ama daha çok üzülüyor gibiydim. İçimde var olan huzursuzluğu anlamdıramadım ve ön bahçeye adım atar atmaz direk kulenin sınırlarının dışarısına çıkan kapıya ilerleyip kendi sığınağım gitmek için harekete geçtim. Geniş uzun bahçede koşar adımlarla ilerliyor bana dönen bakışları umursamadan ilerliyordum.
Sonunda kapıya ulaşmış ve askerlere bile izin tanımadan kendi kolyemin gücüyle kapının kapılarını açıp nefes almak istercesine kendimi kulenin sınırlarının dışına atmış ardımdan da kapının kapılarını kapatmayı unutamamıştım. Gözlerimi boş arazinin sınırları içerisinde gezdirmeye başlamıştım. Daha fazla durmak istemediğim için kulenin önünde ilerlemeye başlamıştım. Bana iyi gelecek, iyi hissettirecek yere gidecektim. Bu yeri yakın bir zamanda keşfetmiştim. Elbisenin eteklerini tutup koşmaya başladım.
Koşarken de hem benim enerjimi bulmalarını engelleyecek kalkanı oluşturmuştum hem de her adım atışımda açmış olduğum birden fazla portal sayesinde iki adımda bir başka toprakların sınırları içerisinde oluyor. Koşarak orayı kat ediyordum bu sayede.
Koştum sayamadığım o görünmez zaman diliminden . Koştum gerçeklerden onun vereceği acılardan . Koştum düşünmekten hissettirdiği o amansız hissiyattan.
Koştum göğsümü döven ve bana acı veren duyguları tattıran kalbimden. Zaman bir yılan gibi etrafımda sinsi sinsi ilerliyor, bana saldıracak anı kolluyordu. Bilmiyordu ki aldığım acıların darbeleri bana büyük izler bırakmış, acı eşiğimi genişletmişti. Yılmadığım onca şey bana koca bir dağ olmuş sadece beni soluksuz bırakmıştı. Ağır gelmeye başladı.
Ağır gelen bu şeyler hedefimde ilerlememi engellemeye çalıştı. Hırslı bir insan asla olmadım ama hırsına yenik düşenlerin bıraktığı izler oldum. Ve o izlerin sessiz çığlığı benim ses tellerimden kopan acı nidalardı. Her portaldan başka bir topraklara geçiş yapıyor o topraklardan da yeni yerlere. Nefes nefese kalmış olmama rağmen sanki tek amacım koşmak üzerine olduğu için koşmayı bırakamıyordum.
Ne geçtiğim yerlerde elbisenin eteğinin yerde bulunan taşa ne de ağaç dallarına takıp yırtılmasını umursadım. Hedefim ulaşmak üzerineydi ve bende bu hedefi yerine getirmeye çalışıyordum. Sonunda ulaşmak istediğim yere gelince koşmayı bıraktım. Başımı göğe kaldırıp içli bir nefes alıp verdim.
Gözlerim kapandı istemeye istemeye. Akmak için savaş veren gözyaşlarımı durdurmak için büyük mücadeleler verdim. Ağlamak yoktu... Ağlamak hatırlamaktı ve ben hatırlamayı istemiyordum. Hatırlamak bana iyi gelmeyecekti. Gelmeyeceği gibi beni o boşluğa bırakıp terk edecekti. Başımı yavaş yavaş aşağı indirdim. Bakışlarımı ileriye çevirdim.
Ve gördüğüm yere yılgın adımlarımla ilerlemeye başladım. Etek kısmında olan ellerim boşluğa düştü. Ani bir duygu patlaması yaşıyordum. Bu olanları ona sayıyor, bunun etkisi yüzünden bu halde olmama yoruyordum. Ya da kendimi avuttuğum diğer günler gibi yalanların etrafımı sarmasını sağlayarak kendimi kandırıyorum.
Kandırmak... İnsanlar insanları kandırırken ben bu kelimeyi kendi üzerimde kullanıyordum.
Birine sığınmak.. Hep yapmak istediğim bir şeydi ama sığınacağım kimse yoktu etrafımda. Çünkü bir süre sonra bunun olmasını engelledim. Sebebi onun da benden kopmaması için. Sebebi benim yüzümden ona zarar gelmemesi için.
Şimdi asırlar önce terk edilmiş bir arazide bulunuyordum. Neden mi terk edilmişti? Çünkü verimsiz bir arazi olduğu için burayı terk etmişti burada daha önce yaşayan kişiler.
Şimdi ise bu koca arazide benim varlığım ve büyük geniş kocaman devasa ağaç dışında hiçbir canlı izleri yoktu. Onca şeye rağmen onca nedenlere rağmen bu ağaç ayakta kalmayı başarmıştı.
Aynı ruhum ne kadar bedenimi terk etse de bedenimin hala ayakta durma çabasına girmesi gibi. Ağaca doğru ilerledim.
İlerledim....ilerledim... Karşısına gelince sırtımı ağaca yaslamak için arkamı dönüp sırtımı yasladıktan sonra sertçe yere düştüm. Ama hala sırtım yaslıydı ağaca. Sırtımı dayayıp güç alacağım bir şey yoktu ama ağacın gövdesi vardı.
Gözlerimde olan küçük saldırıya rağmen derin bir nefes alıp verdim. Ağlamak istemiyorum. Ağlamak bana hiçbir zaman iyi gelmedi. Bana iyi hissettirmedi hiçbir zaman. Hep kötü anları hatırlattı. Acıların varlığına dair izleri gün yüzüne çıkardı. Yavaşça ayaklarımı göğsüme doğru çektim. Kollarımı da ayaklarımın etrafına sarmaldım. Hep yaptığım gibi ağlamamı engellemek adına hep bunları yapardım.
İşe de yarardı ama nedense bugün işe yaramıyor kendime vermiş olduğum sözü bozmam için bir sebep oluşturuyordu. Ağlarsam duramazdım, susmazdım ki. Çünkü çok içime atmıştım gözyaşlarımı. Tonlarca gözyaşı gözlerimin içinde kurumuş bir mezarlık oluşturmuştu. Ve bu gözyaşları özgürlüklerine kavuştuğu anda çok şeyi serbest bırakacaktı. Başımı yukarı usulca kalktı ve ağacın kabuklu sert gövdesine yaslandı. İçli içli derin nefesler alıp verdim. Başımı iki yana salladım.
Hayır ağlamayacaktım. İki elimle yüzümü örttüm ve kendime zaman tanıdım. Bedenim amansız bir titremeye maruz kalmıştı. Sakinleşmeli ve bu duygusal andan kurtulmalıydım. Ellerimi yüzümden çekip dikkatimi dağıtmak için gözlerimi etrafımda gezdirmeye başladım. Etraf boş ve sessizdi.
Rüzgar sırtımı yaslamış olduğum ağacın dallarında bulunan yaprakları uçuşturuyor ve birazını etrafta uçuştururken birazı ise usul usul yukarıdan aşağı düşüyordu. Yukarıdan süzül süzül aşağı düşen yaprağa dikkatimi çevirdim. Ayrılık vakti gelmişti. Her gün bir ayrılık olurdu. Ya yalnız ya da yanında biriyle.
Ağacın dallarında bulunan yaprak ise bu hayatta yalnız olup öyle vedalaşmıştı ağacın dalından. Şimdi ise kurumaya ve çürümeye başlayacaktı. Omzuma düşen yaprağı hissettiğimde sol elimle ona uzandım ve onu ellerimin arasına alıp sanki daha önce hiç görmemiş gibi onu uzun uzadıya incelemeye başladım. Nefesim nedensizce daralıyor ve aldığım nefes ciğerlerime yetmiyor hissine kapılıyorum. Ama etrafımda nefes almamı engelleyecek bir şey yokken ben neden nefes alamıyorum?
Yaslı olan sırtımı ağacın gövdesinden çekip yavaşça olduğum yerde kayarak cenin pozisyonuna gelip ağacın dibinde uzandım. Sağ koluma başımı yasladım. Ve gözlerimi kapattım. Bedenime usulca devrilen yaprakların varlığını hissetmek ve rüzgarın uğultusunu dinleyerek kısa bir süre kendimi bu evrenden uzaklaştırdım.
Dinlenmek belki iyi gelmese bile biraz uzaklaşmak iyi gelebilirdi. Ya da ben böyle kendimi avutuyordum.
Her şey geçecek.. Bu cümleye hep inanmak istedim. Ama başaramadım.
... ♡⃤...
Üşüme hissi bazen gerçeklere uyandırır insanı. Aynı şu an olduğu gibi. Üşüme hissiyle uykumdan uyanmış ve kısa bir süre nerede olduğumu anlamaya çalışmıştım. En son kuleden çıkmış ve kendimi iyi hissedeceğim alana gelmiştim. Uyuşmuş olan bedenime inat hızla uzandığım yerden kalkıp arkamda hala varlığını hissettiren ağaca sırtımı yaslayıp kendime gelmek için kısa bir süre tanıdım kendime. Sonunda uykusuzluğun emarelerinden kurtulmuş bir zihinle şu an ne yapmam gerektiğinin farkına varmaya çalıştım. Saatlerdir dışarıda olmam kulede olanları pek inanmasam da endişelendirmiş olabilir.
Olduğum yerde yavaşça doğruldum ve üzerimi silkeleyip kararmış olan havaya baktım. Hava karardığı için etraf epey soğumuştu. Son kez etrafıma bakındım ve anında kolyemin vermiş olduğu güçle bir portal açtım. Portalın sonu odama çıkıyordu. Portaldan geçerek odama anında giriş yaptım. Her geçen günün ardından güçlerimi daha iyi fark edip daha iyi güçlerimi kullanmayı öğreniyordum. Portaldan odama geçtikten sonra üzerimde olan bu elbiseyi değiştirmek için giysi odasına geçtim ve kendime bir kazak ve siyah pantolon seçip üzerime giymeye başladım. Dışarıda uyuduğum için hafiften biraz üşüyordum.
Hastalanmamak için önlem alıp kalın giyinmeyi ve üşümemi en aza indirmeyi istedim. Giyindikten sonra ayağımda olan topuklu ayakkabıyı çıkartıp onun yerine düz tabana sahip bir siyah spor ayakkabıyı ayağama geçirdim. Takmış olduğum mücevherleri de çıkartıp yerine bırakıp sade günlük takıları geçirdim kulağıma ve bileğime. Yüzük takmayı pek sevemediğim için nadiren yüzük takardım.
Hazır olduktan sonra giyinme odasından çıkıp odama geçtim. Aç olmamdan dolayı yemekhaneye gitmek için acele ediyordum. Odamın kapısına vardığımda kapıyı açıp dışarı çıktım. Koridorda olan kalabalığa şaşırarak baktım. Umarım benden sebep değildir. Sola döneceğim esnada bir bedene çarptım. Bakışlarımı çarptığım bedene çevirdim. Karşımdaki Victoria 'ydı.
"Neredesin sen Emira? Başına bir şey geldi diye aklımızı kaçırdık! Seni askerler her yerde aradılar ama bulamadılar. Bende aradım seni gidebileceğin yerlerde ama bulamadım. Kiran en son senin odana gideceğini söyledi bana ama yoktun orada " dediğinde endişeli bir halde onlara haber vermeden gittiğim için ve orada uyuya kaldığım için kendimi azarladım içten içe.
" Özür dilerim kasıtlı bir şey değildi. Sadece yalnız kalmak istedim ama gittiğim yerde uyuya kalmışım. Uyandığımda hava kararmıştı." dedim bu yaptığım, sorumsuz davranışın utancıyla.
"Sen titriyorsun! Sakın bana dışarıda uyuya kaldığını söyleme!" dediğinde bir şey diyemedim ve utançla gözlerimi Victoria 'dan kaçırdım.
"Ah Emira! Hadi yürü yemekhaneye gidelim de bir şeyler ye sonra senin için sıcak bir içecek getirsinler de hastalanma. Düş önüme haylaz prenses." dedi ve yürümem için yol verdi ben adım atıp ilerlerken Victoria sağ elini sırtıma yerleştirip hafifçe sıvazladı.
" Ne zaman yalnız kalmak istesen o anlar genelde ruh durumunun kötü olduğu anlar ne oldu bana anlatmak ister misin? "dediğinde bakışlarım onu bulamadı. Yok dercesine başımı iki yana salladım. Ondan sonra bir şey demedi ve beraber yemekhaneye ilerledik.
Yemekhanenin olduğu koridorun başına geldiğimde biraz ileride hararetli hararetli konuşan iki kişiye gözüm çarptı. Daha dikkatli bakınca bu kişilerin Ahrar hocayla Serra olduğunu anladım. Bakışlarım onlardayken yürümeye devam ettim. Ahrar hoca takınmış olduğu bir duygu kırıntısı bile belirmeyen yüz ifadesiyle Serra 'nın konuşmasını dinliyordu.
Serra konuşurken ara sıra gülümsüyor bazı anlarda ise elini Ahrar hocanın sol koluna yerleştirip mesafeyi aza indiriyordu. Ama bu yapmış olduğu hal ve hareketleri pekte Ahrar hocanın umurunda gibi değildi. Buradan gözüktüğü şuydu ; daha çok Serra 'nın anlatması lazım olan şeyi hemen bitirmesini ve olduğu ortamdan derhal uzaklaşmak istediğini görüyordum. Bizim geldiğimizi ilk fark eden Serra oldu.
Anında konuşmasını yarıda kesip yönünü bize doğru çevirdiğinde Ahrar hocaya nereye baktığını anlamak için lacivert harelerini tamda bizim geldiğimiz yöne çevirip baktı bize. Ama lacivert hareleri daha çok benim üzerimde oyalandı. O bana bakarken pekte rahat değildim. Ara sıra bakışlarım onu bulduğunda hala bana bakmakta olduğunu gördüm. Neden hala bakıyordu ki? Artık onlar ve bizim aramızda az bir mesafe kaldığında hareketlenen Serra 'yı fark edince harelerimi ona çevirdim bu sefer.
"Kayıp Prenses bulunmuş." dediğinde alaylı bir üslupla bana baktığında. Kollarını göğsünde birleştirmiş beni iğneleyici bir ifadeyle süzdüğünü yakaladım. Nedense hiç rahatsız olmadım. Bende onun tam karşısına geçip onun o anlam veremediğim bakışlarında olan ışıltıya baka baka konuştum.
"Kayıp olduğumu zannetmiyorum şimdi canlı canlı karşısında olduğuma göre. Söylentilere bu denli inanman da senin kendi sorunun." diyerek bu gereksiz alaycı ifadesine karşılık sadece ona gözümü dikerek baktım.
"Saatlerdir kulede olmayışın bu fikre kapılmasını sağladı herkesin. Eh bende olanı beyan ettim." dedi ve kısa süreliğine bakışlarını benden çekip Ahrar hocaya çevirdi. Ardından aklına ne gelmişse anında dudaklarında olan tebessüm daha da büyüdü ve göğsünde birleştirdiği kollarını çözüp bir adım bana doğur yaklaştı.
" Neredeydiniz Prenses? Yoksa biriyle mi birlikteydiniz de zamanın farkına varamadınız?" dediğinde konuyu nereye çekmek istediğini anladım. Zaten ilk fark ettiğimde o gözlerinde olan hayra alamet olmayan ışıltı bir şeyler düşündüğünü ve bunu yapmak istediğini fazlasıyla belli ediyordu.
" Neyi nasıl düşünmek istiyorsan düşün! Sana açıklama yapmak gibi bir düşüncem inan yok. Zaten senin ne düşündüğün beni ilgilendirmez çünkü hayatıma yön veren insanlar arasında olmayışın varlığının yarattı sorunu görmezden gelmemi sağlıyor Serra." diyip tam yanından geçeceğim anda içimde kalması yerine söylemeyi tercih ettiğim için sözlerime devam ettim.
" Ben ya da başkası olsun bu kadar onların yaşantısını önemseme çünkü ben kendi hayatımda baş roldeyim. Senin yaşantında da baş rol yapma beni harcanan sen olursun." dedim ve Ahrar hocaya kısa sürecek bir saniye içinde bakıp yürümeye kaldığım yerden devam ettim. Victoria ise beni sessizce arkamdan takip etti.
Dudaklarında gördüğüm o kıvrılma da neyin nesiydi? Serra 'ya söylediğim sözlerin yarattığı bir tebessüme ait izler miydi yoksa başka bir neden mi? Ruhunda soluduğum o duygu da neyin nesiydi? Bu adam neden her seferinde kafamı karıştıracak davranışlar sergiliyordu?
Victoria' nın konuşması tüm dikkatimi ona çevirmemi sağladı.
"Seninle gerçekten baş edilmiyor. Kızı mors ettin. Ama yani hak etmedi de diyemem." diyerek bu durumdan zevk aldığını belli eden bir ifadeyle bana baktı. Bu hareketine göz devirdim. Üzerimden pirim yapan insanlar gibi benim üzerimden eğleniyordu.
"Kendi istedi. Bende onu kırmadım." dedim ve adımlarımı durdurup karşısına geldiğim yemekhane kapısını açıp içeride yaşayacağım gerginlik için derin bir nefes alıp verdim. Buna içeride gerçekten ihtiyacım olacaktı.
Ben içeri girer girmez içeride olan konuşma kısa süreliğine durdu ardından tekrar önce fısıldamalar başladı. Ve bu fısıldamalar kendini konuşmaya ve gürültüye bıraktı. Neyse ki benim üzerimde olan bakışları kısa sürdü içeride onların. Biz içeri girdikten sonra bizim ardımızda Ahrar hocayla Serra 'da içeri girdi.
Yerlerimize geçtiğimizde daha doğrusu ben yerime geçtiğimde masada derin bir sessizlik oluştu. Sanırım Victoria beni görür görmez anında Süreyya hanıma gelişimi haber vermişti çünkü beni gördüğünde hiç şaşırmadı. Masada bulunanlarda yemeklerini bir yandan yiyor bir yandan da ara sıra bakışları benim üzerime çevriliyordu.
Özür dilememi mi bekliyordular benden? Öyle bir niyetleri varsa ne yazık ki hüsrana uğrayacaklardı. Her gittiğim yer için onlara haber vermek gibi bir zorunluluğum olduğunu düşünmüyorum. Hani ben bir insanım ya ve ben istediğim an isteğim yere gitme özgürlüğüm olduğu gibi bunu bildirmeme gibi de bir özgürlüğüm bulunuyordu.
Rahat rahat ben yemeğimi yemeye başladığımda ara sıra masada bulunanlardan bazılarının kınayan hatta şu an burada oluşumun verdiği hoşnutsuzluğu gördüm. Neyseki bunu umursayan bir karakter değildim. Yemeğimi keyifli keyifli yedim. Zaten çok açtım birde saçma bir tatsızlık yüzünden biraz daha aç kalmak gibi bir düşüncem yoktu.
"Kurallar bazen önemli olduğu gibi uyması da gereken bir şey." dediğinde Zara hanım bende ne zaman biri yediğim lokmaları boğazıma dizecek diye bekliyordum.
Lokmamı çiğneyip yuttuktan sonra içinde su olan bardağa uzanıp bir yudum su aldım. Bakışlarım hala Zara hanıma çevrilmiş değildi. Ama masada olan suskunluk bir gerilimin başlangıcını belli ediyordu. Ben daha doğrusu Turul beyden bu türde bir cümle beklerken Zara 'dan böyle bir cümle gelmesi şaşırtmasada beklenmedikti.
Doyduğumun kanaatine varınca. Rahat bir tavırla geriye yaslandım. Ve soğuk bakışlarımı Zara hanıma çevirdim . Bana elinde hala tutmuş olduğu su bardağı ile bakıyor ara sıra ise suyundan bir yudum alıyordu.
"Kuralları bu kadar önemsemeniz ne hoş ama sözde." dediğimde ne demek istediğimi anlamaya çalıştı. Cümleme devam etmek üzereyken Süreyya hanım masanın altında olan ve dizimin üstüne yerleştirmiş olduğum sağ elimi tuttu. Bakışlarım onu buldu.
Bana ileri gitmememi isteyen bakışlarla baktı ama maalesef bazılarının gerçekten haddini bildirmek lazımdı. Yoksa ileriye gitmekten kaçınmıyorlardı. Süreyya hanımın tutmuş olduğu elimi onun tutuşundan kurtarıp masaya yerleştirip akıllara soru işareti bırakan eksik kalan cümlemi tamamladım.
"Kuralları bu denli önemsiyorsanız neden yıllar öncesinde izniniz olmadığı bir yetkiyle ,birden fazla insanı zor durumda bırakıp hiçbir sorumluluğunuz yokmuşçasına onların öldürülmesine göz yumup, sessizliği oynadınız?" dedim sınırları zorlayarak. Bu hareketim anında onun gizli yerlerde saklı kalan öfkesini gün yüzüne çıkardı ve gözlerimin içerisine tüm nefretiyle bakmaya başladı. Hafifçe masaya doğru eğildim ve gözlerimi kısıp hafifçe başımı omzuma doğru eğip dudaklarımı araladım.
" Sessiz mi kalacaksınız? Pekala öyle olsun. Onun için bir daha bana kurallardan ve yapılan hatalardan bahsetmeyin Zara hanım sizin düşüncenizle keza ben kuralları çiğnerken kimseye zarar vermiyor büyük bir yıkımın sebebi olmuyorum. Onun için lütfen bir daha benimle ilgili olan konulara burnunuzu sokmayın çünkü ne yaptığım ve ne yapacağım her daim sadece tek beni ilgilendirir. Siz veya kimseyi değil!" diyerek son noktayı koyup olabilecek bu tür konuşmaların önünü kestim. Kısa bir sessizlik olduktan sonra herkes yemeğine dram etti.
Ben ise buradan ayrılacağım an aynada onun yansımasını gördüm. Tehlikeli bir gülüşle bana bakıyordu. Esila....
Bakışlarım aynada uzun uzadıya kaldı. Her zamanki gibi o güçlü duruşuyla bana bakıyor. Aşağılayıcı bakışlarıyla beni baştan aşağı inceliyordu. Bir anlığına bakışlarım masada bulunanlara çevrildi. Hal ve hareketlerimi kontrol altına almalıyım yoksa bir şeyi sezebilirler. Aynaya tekrar bakışlarımı çevirdim. Harelerime baktığında gördüğü şeyi korku sandı bu yüzden dudaklarındaki tebessüm daha da genişledi.
O anda gözlerine bir ışıltı doğdu. Bu bakışını umursamaz bir edayla karşıladım. Hadi ama gerçekten ondan korktuğumu mu zannediyordu? Ben daha çok onu görmekten sıkılmıştım. Birde açık vermek istemiyordum. Çünkü aynaya bakmam ve çatık kaşlarımla uzun süre aynada bakışlarımın oylanması bazılarının dikkatini çekebilirdi. En iyisi ara sıra masada olanları kontrol etmekti şu an kimsenin dikkatini çekmedim çünkü yemeklerini yemekle meşguliyetleri vardı.
Geriye rahatça yaslanıp aynada yansıması olan Eslia 'ya diktim gözlerimi. Ona tahammül edemediğimi bakışlarımda belli etmekten sakınmadım. Şu an aynada bir insan bedeni gibi gözükse de bunun sadece bir yansıma olduğunu biliyorum.
Kullandığı büyü de. Bu sayede bana tek görünüyordu. Ama merak ettiğim kim vasıtasıyla? İşte tek bilmem gereken de buydu. Her zamanki gibi ateş kırmızılığına sahip olan kızıl saçlarını omuzlarının gerisinde salık bırakmıştı. Bu sefer üzerinde olan elbisesi de aynı saçlarının rengine sahip olan koyu kırmızı bir elbiseydi. Aynadaki konumu tam sağımda yer alıyor tam yanımda dimdik duruyor haldeydi. Gözlerim boynuna ilişti. O da nereye baktığımı görmek için bakışları benim bakışlarımı takip ettiğinde boynuna indi.
Birkaç saniye boynuna baktım ve hemen bakışlarımı takip ettiğini bildiğim için bu sefer bakışlarımı kendi boynumda duran kolyem çevirdim. Bakışları boynumda kısa bir süre oyalandı. Her an gözlerine yavaş yavaş ama kalıcı olan nefreti, tahammülsüzlüğü gördüm. Elinde olsa direk boynumda olan kolyeyi çekip alacaktı. Ama o da biliyordu ki yanlış bir şey yapmadığım sürece veyahut kendi isteğimle kolyeyi bırakmadığım sürece kolye benden asla kopulup alınamazdı. Yani benle ölüme kadar giderdi. Şimdi onun gözlerinde nefret ve tahammülsüzlük varken bu sefer eğlenen kişi bendim. Anında zihnimin içerisinde onunla konuştum.
"Ah Esila hala öğrenemedin gitti. Karşında düşmanın varken ne duygularını ne de güçsüzlüğünü açık etme." dedikten sonra elimde olan sudan zevkle bir yudum su içtim.
Bardağı masaya bıraktıktan sonra tabağın yanında olan bıçağa uzanıp onu parmaklarımın arasında dolaştırmaya başladım. Her çevrilişinde arkamda onun yansıması bıçağa yansıyordu. Yani her nesnede yansıması ben tarafından görünebilir. Sessizliğimi bitirip eksik kalan cümlemi tamamladım.
"Yoksa ciddiye alınmazsın. Benden sana düşman tavsiyesi kulağına küpe yap tatlım." diyerek tatlım kısmını nefretle zikrettim. Sözlerim anında yüzünde var olan ifadeyi sildi ve küçük bir açıyla kulağıma doğru başını eğdi.
"Ah nasihat vereceksek birbirimize bende sana şunu söyleyebilirim; zaman daralıyor ve sen kendince son mutlu anlarını yaşıyorsun. Gerçekleri öğrendiğinde yaşayacağın hayal kırıklığını merak ediyorum. Ama sanırım o an yanında olamayacağım nedeni yapmam gereken önemli bir iş olacağı için. Yani prenses bugün de olmak üzere bu anın tadını çıkar. Neden mi çünkü bir daha bu konumda olmayacaksın keza bana ait kolye de boynunda olmayacak. Kolye ait olduğu yerde olacak. "dediğinde anında devam etmeden cümlesini yarıda kestim.
" Yani bende kalacak çünkü ait olduğu yer benim yanım ve Esila ben paylaşmayı sevemediğim gibi kaybetmeyi de pek sevmiyorum maalesef. Yani o hayali dünyandan çabuk sıyrıl!"dedim sesime yansıyan tahammülsüzlükle. Konuşmam bittikten sonra kaşları alay eder gibi kalktığında dudaklarına sahte bir tebessüm yerleşti ve dudak kıvrımları genişledi.
" Peki o halde bekleyip göreceğiz. Bakalım kimin dediği olacak. Ben kimin sözlerinin gerçek olacağını biliyorum ama seni şimdiden hüsrana uğratmayayım. Hah bu arada kaybetmeyi sevmem dedin de en büyük kaybının sebebi benken mi! Güldürme beni Emira " dedi ve geri çekilip benden uzaklaştı. Ne demek istemişti son sözlerinde? Ne kaybından bahsediyordu?
Birkaç dakika aynada gözlerime baktı ardından elini kaldırıp yavaşça parmaklarını oynatıp bay bay dercesine parmaklarını kıpırdattı. Sonunda aynadaki yansıması yok olduktan sonra bakışlarımı aynadan çektim. Neyse bu günü de ucuz atlattım.
Bakışlarımı önüme çevireceğim esnada da bana bakışlarını dikmiş olan ve bana sorgularcasına bakan Ahrar hocayı gördüm. Bana ne işler çeviriyorsun bakışlarıyla bakıyordu. Hiç umursamadan lacivert harelerinden bakışlarımı çekip yanımda olan Victoria 'ya çevirdim.
"Odamdayım ben." diyip kalmak için doğruldum.
"Sabah ki gibi olmazsa sevinirim. Geldiğimde seni odanda bulayım Emira." diye azarlarcasına konuştuğunda sesli bir nefes verdikten sonra gözlerimi devirdim. Gözlerimi devirdiğimi gördüğünde gözlerini kısıp bana sinirle baktı. Bunu yapmadan pek hoşlanmıyor hoşlanmadığı gibi hele de ona yapmamdan hoşnut değildi.
Masadan ayrıldığım gibi adımlarımı yemekhanenin olduğu tarafa çevirdim. Yemekhaneden çıkar çıkmaz adımlarımı yasaklı kütüphaneye çevirdim. Victoria kesin beni öldürecekti. Ama kütüphaneye gittiğimi söylesem kesin bir nedenden dolayı gittiğimi düşünceği için yanımdan ayrılmayacaktı.
Eh bende yalnız kalmak istediğimden küçük bir yalana başvurmanın bir sakıncası olmayacağını düşündüm. Hızlı adımlarla kimse fark etmeden kütüphaneye ulaşmaya çalıştım. Sonunda 5.kata geldiğim gibi koşar adımlarla ilerledim yasaklı kütüphaneye. Yasaklı kütüphanenin önüne gelince kapıyı açıp içeri girdim. Neyse ki kolyem sayesinde içeri girme konusunda bir sıkıntı yaşamıyordum.
İki elimi birbirine yavaşça sürterek ne taraftan başlamak gerektiğine karar vermeye çalıştım. Her zamanki gibi gelişine direk plan yapmadan ilk önüme çıkan kitaplarla dolu olan rafa ilerledim. Zaman kısıtlı alan genişti. Elimi çabuk tutmalı ve kimse benim burada olduğumu anlamadan işime yarayacak o bilgiyi edinmeliyidim.
... 1 saat sonra .....
Neredeyse kütüphaneyi alt üst etmiş bakmadığım kitap kalmamıştı. Ama bilin bakalım ne amaçladığım gibi olmamıştı. İstediğim bilgiye nedense ulaşmamıştım. Elimde tuttuğum kitabı öfkeyle alıp verdiğim nefesler arasında aldığım rafa fırlatırcasına yerine bıraktım. Neredeydi bu kahrolası kitap? En son kütüphanede gördüğümü hatırlıyorum ama şimdi sanki daha önce hiç var olmamış gibi onu bulamıyorum. Zaten bir gün de bir şey istediğim gibi gitse kıyamet kopacak sankii! Son kitaba da bakarken umutsuzlukla birden bir ses etrafımda yankılana yankılana bana ulaştı.
"Ne arıyorsun bu öfkeyle?" diyen sesi duyduğum anda başımı eğmiş olduğum kitaptan çekip biraz ileride kapının pervazına omzunu yaslamış olan Ahrar hocaya yorgun mavi irislerimi çevirdim.
Bu adamın burada ne işi var? Beni mi takip etti yoksa bir rastlantı mı? Sorusuna cevap vermedim ve başımı eğip kitabın sayfalarını çevirip aradığım bilgiyi bulmak için kitabın sayfalarında yazan bilgilere göz gezdirdim.
" Konuşmayacak mısın?" dediğinde bu sefer sabır dercesine derin bir nefes aldım. Zaten benim işim ne zaman rast gitsin ki illa bir bela bir sorunlu karşıma çıkar.
Aradığım bilgiyi de bu kitapta bulamayınca bedenimde var olan gerginlik gün yüzüne çıktı. Sertçe kitabın kapağını kapatıp yerine koydum. Bugün buradan bana ekmek çıkmayacaktı en iyisi odama gitmekti.
Harekete geçip kapıya doğru ilerledim. Bakışlarım hiç Ahrar hocaya çevrilmeden. Kapının önüne gelince kapının kulpunu tutup açıp dışarı çıkmak isterken Ahrar hoca sol kolumu tutup gitmeme engel oldu. Bu hareketine karşılık gözlerimi devirdim. Kolumu onun tutuşundan kurtarıp ona yönümü döndüm.
"Evet dinliyorum kısa ve öz olsun rica ediyorum yapmam gereken bir takım şeyler var da." diye sabırsız bir şekilde onun konuşmasını bekledim. Bu tavrım karşısında sadece sesli bir nefes verdi. Ah kızmış mıydı? Benim kadar olmaz.
"Gün içerisinde neredeydin?" dediğinde bana hesap sorarken hiç tereddüt dahi etmeden aniden sorusuna cevap verdim.
"Cehennemin dibinde. Pek gelmek isteyeceğiniz türden bir yer olduğunu sanmıyorum." dedim aksi bir sesle. Hem ona ne niye bana hesap soruyor bu hakkı kendinde nereden buluyor ki! Burada olmaktan memnuniyet duymadığımı hal ve tavırlarımdan fazlasıyla belli ediyordum. Ama benim aksime Ahrar hoca ne hikmetse sanki bu sorduğu soru onun için ölüm kalım meselesi gibiydi. Onu terslemem her daim çatılı halde duran kaşlarını daha da çatmasına sebep olmuştu.
"Sadece bir soru sordum. Cevaplamak bu kadar zor olmasa gerek!" dediğinde ona doğru bir adım atıp aramızda olan mesafeyi sıfıra indirdim. Şimdi ikimiz de dip dibeydik. Nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Lacivert harelerinde ona bir adım atmamla bir şaşkınlık ifadesi belirdi. Burnumdan soluyarak ona baktım.
" Nerede olmamdan size ne!" diye ani çıkışımla oda ona karşı çıkmamdan ve istediği cevabı alamamış olmanın verdiği öfkeyle başını küçük bir açıyla eğip bana tepeden bakmaya başladı.
"Hep bunu yapıyorsun!" dediğinde soğuk ruhsuz sesiyle anında başımı biraz geriye çektim. Bu anlamsız yakınlığa birinin son vermesi lazımdı.
"Yani?" dedim daha fazla dayanamayıp çünkü biran önce buradan gitmek istiyorum. Kendi sağlığım için yoksa yapmak istemediğim şeyleri yapacağım ya da bulunmak istemediğim bir anda bulunacaktım.
"Sadece nasıl olduğunu merak etmiştim. Yardıma ihtiyacın olup olmadığını sormakta. Ama sen hep yaptığın şeyi yaprak bu senin için olan iyi niyetimi yıkıp geçiyorsun. Diğer her şey gibi." dedi dişlerinin arasından tıslarcasına.
"O halde beni merak etmeyin ya da benimle ilgilenmeyin çünkü sizde farkında olmasınız ki ipin ucu kaçıyor ikimizde istemediğimiz durumlar içerisinde kalmayalım...Birbirimize olan nefretimiz ortadan kalkarsa geriye kalan şeyler bizim için iyi bir şey olmayabilir " dedim lacivert gözlerinin içine bakarken. Bir yalvarıştı gözlerimdeki ifade. Uzak dursundu görmezden gelisindi. Yoksa ben savunmasız topraklara geçiş yapacaktım.
" Ya uzak durmak istemiyorsam ya bu belirsizlik bu varlığının olduğu karmaşada olmak istiyorsam. Yine de mi uzak dur diyeceksin?" dediğinde lacivert harelerinde yatan o duyguya yenik düşmemek için derin bir nefes aldım. Lacivert hareleri benim mavi harelerimi kapana kıstırıp hükmü altına almaya çalışıyordu. Ahrar hoca bana doğru bir adım atıp kollarını omzuma yerleştirdi. Elleri omzuma dokunduğu anda bedenimi apansız bir titreme ele geçirdi.
Nefes alış verişlerim dengesizleşti. Ahrar hoca başını yana eğip yüzünü yüzüme yaklaştırmaya başladı usul usul. Anında istemsizce kirpiklerim gözümü örttü. Ahrar hocanın sıcak nefesini yanağımda hissettim ardından da ufak bir öpücüğü yanağımda. Ellerim anın vermiş olduğu heyecanla anında onun kollarına tutundu. Ahrar hocanın dudakları bir müddet yanağımda durdu. Ardından yavaşça geri çekildi. O çekilirken bende kapanmış olan gözlerimi açtım. Lacivert harelerinde yatan o yumuşak ifade nefes alışımı kesti. Harelerinde ilk defa bu ifadeyi görüyordum. Bu ifadesi karşısında kirpiklerim titreşti.
"Beni neden yanağımdan öptünüz?"diye titreyen sesimle kısık sesle konuştum.
" Hissetmek için. "dediğinde kurmuş olduğu cümleyi anlamaya çalıştım ama ne demek istediğini anlamadım.
" Neyi?"diye sordum usulca.
" Seni... "dedi sakin ama huzurlu sesiyle. Yaz sıcaklığını andıran bakışları beni gözlemliyordu. Kısa bir süre ona baktım. Bakmaktan başka da bir şey yapamadım o an.
" Bu hiç iyi değil biliyorsun değil mi? "dedim anlamasını beklerken daha çokta kendimin, dediğim şeyin farkına varmaya çalışırken .
" Varsan eğer bunu emin ol ki hiç dert etmem. "dediği anda içli bir nefes verdim.
" Daha dün yapmış olduğumuz konuşmadan, andan buraya nasıl geldik? "diye bu olduğumuz durumu yadırgıyordum.
"İkimizde birbirine çok öfkeli olan iki insan."dedi ve lacivert hareleri iç çekerek mavi harelerime baktı ve benim hatırladığım gibi o da ilk anlarda yaşadığımız o kavgaları, tartışmaları hatırladı. Ardından dudaklarına belki süresiz bakabileceğim bir tebessümü yerleştirdi. Onu ilk defa bu kadar içten bir tebessüm ederken görmüştüm.
"İkimizde patlamaya an be an hazır iki insan." dedi ve başını iki yana salladı. O günlerde yaşadığımız halimizi şaçma bulur bir ifadeyle baktı harelerime. Ardından başını hafifçe eğip iki elini yanağıma yerleştirdi. Usulca bana yaklaştı ve anlını anlıma yasladı. Derin bir nefes dudaklarımdan sızıp onun dudaklarına hapsoldu.
"Ve ikimizde birbirinin ruhuna büyük bir ihtiyaç duyan iki insan." dedi ve bana sımsıkı sarıldı. İlk an tepkisiz bir halde kollarının arasında durdum sonra ise yavaşça kollarım yukarı kalktı ve onun sırtındaki yerini aldıktan sonra ona sımsıkı sarıldı.
"Başlangıcımız ve sonumuz böyle olacak Emira."
|
0% |