Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22-Teni Tırmalayan Fısıltı

@kumsallardagezen12

『Zihnimi kahreden acımasız düşüncelerin izleri.. 』

 

Bir gece gibi parlak olan düşlerim, bir is yağmuruna uğradı ve tüm parlaklığı yok oldu. Ve geriye katran karası göz yaşartan bir leke kaldı. Ruhumda var olan bir çok gölge vardı. Bu gölgeler benim varlığımla var olmuştu. Hepsi aslında bir bendi hepsi bir bedene aitti. Hepsini ben var ettim hepsini ben yok ettim.

 

Ama izlerini silemedim bedenimden. Benle birlikte varlıklarını korudular. Her şeyimi zamanla yitirdim. Hayallerimi, mutlu anlarımı ve bir varlığa olan ihtiyacımı. Bunu ben sağlamadım. Bunu yapmak için hayat bana koşulları sundu bende bu koşullara uydum. İki yol sunuldu bana bende bana uygun olanı ya da uygun olacağını düşündüğüm şeyi tercih ettim. Ama şimdi her vermiş olduğum karar bir varlık tarafından pata küte yıkılıyor yerine yeni yenilikler ekleniyordu.

 

Ben ise olan değişikliği sadece izlemekle yetiniyorum. Her şey bir nefret sanan ben bunun aslında bastırılmış bir duygu olduğunu ve zihnimin bunu nefrete yorduğunu şimdi şimdi anlıyorum. Aslında Ahrar hocayı ilk gördüğüm anda bedenimi farklı bir his kaplamıştı ama ben bunun varlığını yeni yeni anlıyor anlamakla kalmıyor yaşıyordum.

 

Evet son yaşamış olduğumuz o özel anlar beni ve onu değiştirmişti. Mesela o akşam yaşamış olduğumuz o özel ve anlamlı andan sonra daha ılımlı olmuştuk o an birbirimize. Hatta o akşamı uyumayarak bitirmiştim. Hala yaşadığım şeyin gerçekliğini sorguluyordum. Yaşadığım bir an mıydı yoksa bir görü mü? Şimdi ise heyecanla odamda hazırlanıyor ve bugün nasıl bir gün olacak diye düşünüyordum içten içe. Nasıl günler bizi bekliyordu?

 

Ben ve Ahrar hoca artık hiç birbirimizle tartışmaya girmeden nasıl bir şekilde bir arada olacaktık? Bunu dünkü geceden beri düşünüyorum ama bir türlü net bir cevap bulamıyorum. Aynaya geçmiş öylece kendimi izliyorum. Ne ara o istemediğim nefret ettiğim duygu kalbime yerleşti?

 

Ve ben bunun farkına bunca zaman nasıl varamadım? Her şey karmaşık her şey cevapsız sorularla çevrilerek kuşatılmıştı. Aslında korkuyorum. Hemde çok. Çünkü daha önce hiç yaşamadığım bir duygu karşısında ne yapmalıyım bilemiyorum. Şimdilik bu özel yaşadığımız duygudan kimsenin haberi olmayacaktı. Bunun sözünü Ahrar hocadan almıştım.

Ahrar hoca...

 

Hala varlığı benim için büyük sorunlar oluşturan adam. Ve bu adam tüm zihnimi, ruhumu ve bedenimi ele geçirmişti. Hala tam anlamıyla bu olanları kabullenmiyordum ve bu biraz zaman alacak gibiydi. Benim aksime Ahrar hoca çok rahat bir şekilde davranıyor gibiydi. Gece gitmeden önce son kez bana sarılmış ardından iyi geceler demiş kütüphaneden ayrılmadan önce dudaklarıyla anlıma küçük bir buse kondurup benim şaşkın olan halime içten bir tebessüm edip oradan ayrılmıştı.

 

O giderken bile ben hala olduğum yerde birkaç dakika durmuş ve olduğum durumun gerçekliğiyle yüzleşmiş ve olanları zihnime gerçek, her şey gerçek diye kısık bir sesle fısıldamıştım. Her şey gerçekti. Ve ben bu gerçekliğin nedense sonsuza kadar sürmesini istiyorum. Sonsuz bir gerçeklik içinde Ahrar 'la bir olmak istiyorum. Ne ondan değişmesini isterdim ne de onun benden değişmemi istemesini. İkimizde kendi karakterlerimizle bu sevgiyi kutsallaştırmalıydık.

 

Nedense şimdi odamdan çıkıp onu görmenin vereceği bir heyecan vardı üzerimde. Zaten bugün onun ders almış olduğu hocadan ders alacağım gündü. Hatta iyi ki ondan ders almayı bırakmıştım. Çünkü belki bir arda olmamız bizi bu bitmek bilmeyen tartışma içerisine sürüklemişti. Ve nedense her şey bizden bağımsız bir halde ilerliyordu. Biz ise ona sadece uyuyorduk. Daha fazla odamda kalmayacağımı bildiğim için odadan ayrılmak için harekete geçtim son kez aynada kendime bakındım. Her zamanki bendim ama bakışlarımda bir farklılık vardı. Işıltı.

 

Gözlerimde bir duygunun doğuşunu simgeleyen bir ışıltı vardı. İster buna sevgi deyin ister aşk ben buna duygu diyordum. Neden mi? Bu benim için ölmek üzere olan ama yeniden bulunduğu topraklarda günyüzüne çıkmaya çalışan küçük ama zamanla derinleşen, büyüyen, bir anlamı ifade eden duyguydu. Onunla var olan, onunla varlığını gösterip, onunla yayılan ve onunla yok olan bir sevgiydi.

 

Bir varlığa bağlı kalmamak için çabalayan ben kendimi neyin içinde buluvermiştim. Neyi isterken neyle savaşmıştım. Evet savaş, ben şu an kendi duygularımla savaşıyor, onunla mücadele ediyordum. Galip gelen kim olacaktı görecektik. Çünkü ben varlığına bağlı olduğum kişiyi yitirdim. Sevgili küçük kardeşimi. Şimdi ise onun kaybından sonra ve yaşamış olduğum acıdan sonra kendime vermiş olduğum sözü çiğniyor tüm vermiş olduğum kararların dışına çıkıyordum.

 

Zaman bana doğru veya yanlış yaptığımı elbet gösterecekti. Ama ben bunu yaşamak istiyorum ön görmek değil. Ondan dolayı Ahrar 'ın sevgisine karşılık vermeye başlamıştım. Aslında biz ikimiz hiç birimizden nefret etmemiştik. Sadece bir araya geldiğimizde yaşamış olduğumuz tuhaf anın, duygunun vermiş olduğu şeyle akıl almaz bir hale bürünmüş kendimizi kaybetmiştik.

 

Ama bunları anlamıştık ve başka bir şekilde şimdi karşı karşıya kalmıştık. Adımlarım beni kapıya ulaştırdığında kapıyı açıp kendimi odamın dışına atmıştım. Gözlerim istemsiz olarak onun odasına giden koridorun başına çevrilmiş ve gelip gelmediğini kontrol etmiştim ama onun enerjisini soluyamamıştım. Sanırım çalışma odasında olmalıydı.

 

Onun için enerjisini hissedemiyordum. Belki de odasına hiç gitmemiş olabilirdi. İçli bir nefes verip anında yönümü sola çevirip yemekhaneye gitmek için yürümeye kaldığım yerden devam ettim. Zaten yemekten sonra anında dersim başlıyordu. Bunu erken saatlerde kapıma gelen çalışan kadın haber vermişti. Eh bende uysal uysal kabul edip istenilen şekilde hareket ediyordum. Ama nedense gözlerim onu görmek istediği için etrafta pir dönercesine onu görmek için etrafa dolanıyordu. Neredeyse koridoru talan edercesine onun varlığını görmek adına etrafta gezinip duran gözlerim bir türlü onu görmüş değildi. Neredeydi bu adam ya!

 

Neyse zaten eninde sonunda onu bugün içinde görecektim. Ama nedense onu bir yanım görmek istese de bir yanım saklambaç oynamak istiyordu. Nedense ondan çekiniyordum. Zaten onu görecek olmanın vereceği heyecan hala gitmiş değildi. Ve gidecek gibi de durmuyordu.

 

Sonunda yemekhanenin olduğu koridora geldiğimde geniş çift kapaklı kapıyı açıp içeri adımladım. Herkes yeni yeni toplanmış bazıları daha yeni yerine oturuyordu. Gözlerim bir lazer ışını gibi hedefini aradı ama bulamadı. Yerinde yoktu Ahrar...

 

Anında masaya doğru hızla ilerledim.

Masanın yanına ulaştığımda masada bulunanlara günaydın diyerek yerime geçmeye hazırlandım. Süreyya hanım ona vermiş olduğum baş işaretini küçük sevimli bir tebessümle karşıladı. Victoria masada yoktu. Sanırım yine Asper krallığına gitmiş olmalı. Bakışlarım Kiran 'a çevrildiği anda benim gibi oda bana tebessüm ederek bakıyordu. Kiran karşımda birkaç sandalye uzağımda halası ve babası arasındaki sandalyede oturmuştu. Abi kardeş kapana kıstırıp abluka altına almıştı onu. Bunların şu aşırı derecede olan savunuculukları sinirlerimi bozuyordu.

 

Zaten Zara 'nın nefret eden bakışları Mera üzerinde gelip gidiyordu. Zavallı Mera masada servis yaparken gerim gerim gerilmişti. Bir yandan Tarsis kralı bir yandan Zara ona hoşnutsuz bakışlarıyla bakıyor kızı ürkütmekle kalmadıkları gibi kızın şu an burada kendisini kötü hissetmesini sağlıyordular. Başımı iki yana salladım. Mera anında yanıma gelip benim için de yemek servisi yapacağı an onu durdurdum.

 

Mera anında bakışlarını bana çevirdi.

Kısık onun duyacağı bir ses tonuyla konuştum.

 

"Sen çık Mera yapacak başka işlerin vardır." diyerek ona çevrili olan nefret edici bakışlardan uzaklaştırmak istedim. Şu an Mera 'dan solduğum enerji çok karamsardı. Kendini çok kötü hissediyor olmalıydı. Sebebi ise sevdiği adamın babası ve halası yüzündendi.

 

Hiçbir şey demeden başını sallayıp gitmek için arkasını döneceği an Zara' nın onu durdurmasıyla hareket etmeyi kesti. Anında yerde olan bakışları ona hitaben konuşan kadına çevrildi.

 

"Hey sen gelip düşen bıçağımı alıp yenisiyle değiştir." diye küstahça konuşup, Mera 'nın kendini kötü hissetmesi sağladı. Mera onunla bilerek uğraştığını anladı. Anında tüm bedeni kasıldı. Çünkü şu an maruz kaldığı şey hiç hoş değildi.

 

Zaten Kiran' da halasının yapmış olduğu şey yüzünden Mera 'ya üzgün bakışlarıyla bakmaya başladı. Anında Kiran bakışlarını bana çevirdi ve bir şey yapmamı istedi bakışlarıyla anında gözlerimi açıp kapattım. Anında harekete geçip gözlerini Mera' ya çevirmiş kadına çevirdim bakışlarımı. Mera tam tekrar hareket edip onun olduğu yere gidecekken anında sağ elimle onun sol kolunu tuttum. Onu durdurmamla Mera bana baktı. Mera 'ya bakmadan konuştum.

 

"Sana dediğimi yap Mera! Ve her önüne gelen haddini bilmeyen kişilerin isteklerini yerine getirmeyi bırak rica edersem. Şimdi gidebilirsin." diyerek otoriter bir sesle konuştum. Mera anında onaylayıp sesli bir nefes verip yemekhaneden koşar adımlarla çıktı. Onun arkasından Kiran, Mera 'ya mahcup bir yüz ifadesiyle baktı sadece. Masadan da kalkamadı çünkü eğer kalksa işler daha da kızışacaktı. İstemeye istemeye yerinde oturmaya devam etti. Ama ben onun gibi susmadım.

 

"Yaptığınız hoş değil bir daha Mera veya başka biri olsun bu şekilde davranmayın sonuçları sizin açınızdan iyi olmaz söylemedi demeyin!" diyerek yaptığı şeyi bir daha yaparsa bu kadar sakin karşılamayacağımı açık açık belli ettim.

 

"Bir hizmetçi için beni tehdit mi ediyorsun prenses!" diyerek anında aksi bir şekilde konuştu. Hatta elinde tuttuğu bıçağı neredeyse parmaklarıyla ezmek istercesine sımsıkı tutuyor bir toprak parçası gibi bıçağın un ufak olmasını istiyordu.

 

"Emin olun ki bu bir tehdit değil çünkü direk uygulamaya dökerdim. Sadece küçük bir uyarı. Eğer bir daha olursa ne yapacağımın teminatı bu konuşmalar. Ona göre ayağınızı denk alın!" dedim ve oturduğum sandalyeden doğrulup masaya eğilip Zara 'ya kınarcasına bakarken konuşmama kaldığım yerden devam ettim.

 

" Ve bir daha burada misafir olduğunuzu ve nasıl davranmanız gerektiğini unutmayın! Mera 'ya bir daha küçümsercesine hizmetçi de demeyin!Unutmayın ki o hor gördüğünüz çalışanlar olmazsa siz önünüzde duran bu yemeği yiyemezsiniz çünkü bunun için çok acizsiniz! Bu soylu köle çalışan sıfatlarını da bir kenara bırakıp, saygı çerçevesinde insanlara yaklaşmayı deneyin bir şey kaybetmezsiniz inanın ki. Sözlerimin sizler için bir faydası olacağını düşünmüyorum çünkü sizde o anlayış hiç var olmamış ki açığa çıksın ama şunu aklınızdan çıkarmayın bir daha bu olay tekrarlanır da Mera 'yı bir daha üzerseniz Zara hanım hiç şüphesiz başka bir ben görürsün karşınızda. Sonuçlar ise sizin hiç ama hiç hoşunuza gitmez. "dedim ve son kez ona uzun uzun bakıp arkama dönüp masanın etrafından uzaklaştım hızlı adımlarla.

 

Ardımı döndükten sonra onun sakin kalmak için büyük çabalar verdiğini bizzat hissettim ama bana karşı küçük bile olsa bir yanlışı olamazdı çünkü yapacağı en ufak şeyin onun açısından hiç iyi sonuçlanmayacağını az çok tahmin ediyordu. Yemekhaneden ayrılıp başlayacak olan dersimin yapılacağı dersliğe gittim. Bu sefer dersi kütüphanede değilde kulenin en son katı olan 9. katta alacaktım. Orada bulunan bir oda bizim için düzenlenmişti.

 

Adımlarım beni merdivenlerin olduğu kısma yönlendirdi. Yavaşça basamakları çıkmaya başladım. Ama içimde bir merak vardı bana ders verecek hocayı merak ediyordum içten içede. Umarım aksi biri olmazdı da dersler ilk derslerdeki gibi gerilim dolu geçmezdi. O günler aklıma gelince başımı iki yana saklayıp küçük bir tebessüm ettim. Nereden nereye gelmiştik. İlk zamanlardaki halimizle şu an ki durumumuz arasında dağlar kadar fark vardı. Sonunda basamakları çıkmayı bitirmiş koridorda ilerliyordum.

 

Ders göreceğim oda koridorun sonumdaydı. Saniyeler sonra varacaktım. Adımlarımı hızlandırıp odaya doğru yaklaştım. Sonunda odanın kapısının önüne varınca kapıyı iki kere tıklatıp içeri girmek için kapıyı açtım. İki adım atarak içeri girdikten sonra içeriye kısaca bir süzdüm. İçeride kocaman bir masa ve o masanın etrafında iki karşı karşıya duran sandalye vardı. Başka da hiçbir şey yoktu odada. Ne dolaplar bulunuyordu ne de kitaplar.

 

Odayı daha dikkatli bir şekilde incelediğimde odada tek bulunan kişi bendim. Eee bana ders verecek hoca şimdi neredeydi ki? Omuzlarım usulca düştü. Sesli bir nefes verip, oturacağım sandalyeye yavaşça ilerledim. Sandalyeye oturduktan sonra bacak bacak üstüne atıp, kollarımı da göğsümün üzerinde bağlayıp, bana ders verecek hocanın gelmesini bekledim. Şimdiden dakik biri olmadığı kanaatine varmıştım. Ahrar hiçbir zaman derse geç kalmamıştı. İçimden bir ses nedense bu yeni gelecek hocayı her daim bir eksikliğini görüp onu Ahrar 'la karşılaştıracağım diyordu.

 

20 dakika. Bana ders verecek hocayı tam tamına 20 dakika beklemiştim ama bana ders verecek hoca hala gelmemişti.

 

Bu adam neredeydi? Beklemekten sıkıldığım için başımı eğip sandalyeye boynumu yasladım. Biraz daha gelmezse kesinlikle gidiyorum. Bu nedir ya bir insan bu kadar bekletilmez ki! Benim de işim gücüm var! Buna zaman israfı denir bir kere! Gına gelmişti artık. Ve nedense şu an bulunduğum ortam üzerime üzerime geliyor hissine kapılmıştım istemeyerek. Daha fazla oturmayacağım için anında sandalyeden doğrulup odada volta atmaya başladım.

 

Birkaç dakika. Sadece birkaç dakika daha beklerim gelmezse bende odayı terk ederim.

 

4 dakika odada bir oraya bir buraya gelip gitmiştim ama içeriye kimse girmemişti. Nedense içimden bir ses gitme diyordu. Yapacak bir şey olmadığından bu odada zaman geçirmek için bir şeylerle de oyalanmıyordum. En iyisi biraz çizim yapıp kafa dağıtmaktı belki de o zaman kadar bu dakiksiz hoca odaya gelme teşrifi gösterirdi. Gerisin geri sandalyeye oturup kolyem vasıtasıyla masada önümde bir boş yaprak ve çizim için kalemlerin var olması sağlandı.

 

Sol elim çenemin altında konumlanmış, sağ elim ise çizim kalemiyle haşır neşirdi. Önümde olan kağıda bir orman resmi çiziyorum. Ve bu orman kara ormandan başkası değildi. Hatırladığım tüm detayları kağıda resmetmiştim. Sonunda çizimi bitirmiş ardından başımı hafif bir açıyla önümde duran kapıya çevirmiştim. Çevirdiğim anda karşımda olan kapının hemen önünde bir varlığa rastlamıştım. Onu görmenin vermiş olduğu şaşkınlık anında yüzümde bir mimikle belirtmişti. Elimde tutmuş olduğum kalemi masaya yavaşça bırakıp çatılmış tek kaşımla karşımda duran adamı kısa bir süre inceledim.

 

80 'lerinin sonunda olan bu adam üzerinde geleneksel bir takım elbiseyle duruyordu. Karşımda. Saçları ve sakalları bembeyazdı. Takmış olduğu kare çerçeveli gözlüğünün ardından bana bakıyordu. Bir müddet onu daha inceledim. Uzun yapılı biriydi. 1.70 cm üzerinde bir boya sahipti. Kumraldı. Gür kahverengi saçlara sahipti. Yaşı ne kadar çok olsa da yüzünde fazla bir karışıklık yok gibiydi . Zamana rağmen hala kendisine önem veriyor olmalı ki kaslı yapısı varlığını koruyor haldeydi. Giyimine önem veren bir yapısı vardı. Yüz hatları fazlasıyla ciddiydi. Görende geç kalan bendim de bu sinir banaydı!

 

"İlk günden geç kalan bir öğretmen! Sanırım dakik bir kişiliğe sahip değilsiniz?" diyerek beni beklettiğini açık açık dile getirmekten çekinmedim.

 

"Sabır göstergesi." dedi sakin sesle.

 

Anında başımı iki yana salladım.

Hadi ama bu kadar geleneksel bir öğretmen beklemiyordum. Bu uygulama genellikle eskiden kullanılan bir yöntemdi . Öğretmen ders vereceği öğrenciyi bu yöntemle dener eğer öğrenci giderse hoca ona ders vermeyi o anda bırakır, ama eğer kalıp hocanın gelmesini beklerse işte ders almaya hak kazanır o hoca tarafından. Ve ben şuan bir geleneksel sınamaya tabi tutulmuştum.

 

"Sizce de bu biraz eski bir taktik değil mi? Malum ben baya gelecekten gibi biriyim sizler için. Bu belki de asırlardır süre gelen bir şey ama tükenmiş olması gerekiyordu. Ama tabi siz hala geçmişe ne kadar bağlıysanız kopmuş değilsiniz bu yöntemden." dedim, anında bana saçma bir şey yapan insana bakan bir kişi gibi bakmaya başladı. Bence bunu ben yapmalıydım. Malum o bunu yapmıştı. Ama yaşlılara söz anlatmak ne kadar zordur biliyorum onun için sadece bu davranışına gözlerimi devirdim . Şimdiden isteksizlik üzerime sinmeye başlamıştı.

 

Bu adam sınırlarımı zorlamayacak, parçalara ayıracak gibiydi.

 

İşim vardı bu adamla.

 

Anında harekete geçmesiyle bakışlarım ona çevrildi. Karşımda olan sandalyeye doğru ilerleyip oturdu. Ve birkaç saniye içerisinde masada birden fazla kitap belirdi.

İlk günden fazla yüklemeden umarım beynim eror verip yanmazdı.

 

"Prenses Emira . Sen beni tanımasanda bizler tarafından çok fazlasıyla tanınıyor haldesin. İsmim Kulha Akpor. Bir büyü eğitmeniyim. Benden ders almanı Renas istedi. Çok sevdiğim bir öğrenci. O istemese asla sana ders vermezdim." dedi ve kısa bir süre beni inceledi. Ardından cümlesine devam etti. "Ama şimdi buradayım ve senden istediğim beni koşulsuz şartsız dinlemen ve istediklerimi anında geri çevirmeden yapman. Bunu yaparsan ders çok verimli ve güzel geçer bunu bilmeni isterim ve bana uymanı." dediğinde sessiz kaldım.

 

"Bir şey demeyecek misin?" diye sorduğunda anında iki elimi masaya bırakıp sorusuna cevap verdim.

 

"İstemediğim hiçbir şeyi yapmam. Yaptırılmasına da izin vermem asla. Yani daha başındayız sizinle iyi anlaşmayacağız bunu anladım da. Saygı çerçevesinde birbirimize yaklaşıp yaklaşmayacağımızı zamanla anlarız. Bence yeterince zaman kaybı yaşadık. Siz anlatmaya bende dinlemeye hazır gibiyiz. O halde neden bunu geciktirelim ki? "dedim.

 

Anında kaşları yukarı doğru kavislendi.

 

" Renas doğru söylemiş küstahlıkta üzerine yok. "diyerek zehri yaymıştı damarlarıma. Dua etsin ki şu an Ahrar burada bulunmuyordu yoksa gösteririm ben ona küstahlığı.

 

" Hayır bu küstahlık değil dürüstlük. Ah tabi bu ayrımı da ancak ben gibi dâhiler anlayabilir. Kusura bakmayın hala buna alışmış değilim malum dâhi olmak biraz zahmetli de." dedim bilmişlikle. Anında başını iki yana esefle salladı. "Ve asla taviz vermediğini de söyledi. Çok haklı bu konuda asla geri durmuyor, durmadığın gibi alt etmek için çaba sarf ediyorsun. Zorsun ama nereye kadar gidersin göreceğiz. Çünkü sabırlı biriyim." dediğinde anında kahkaha attım.

 

"Ahrar hoca şunu eklemeyi unutmuş. Benim de sabır öldüren bir kişiliğim olduğu gerçeğini. Ah umarım günün sonunda bağırıp çağırmazsınız. Tek ümidim bu şimdilik." diyerek cümlemi tamamladım keyifli bir halde.

 

Sadece sustu. Ardından bir şey demeden önünde duran kitabı açıp ders anlatmak için hazırlıklara girişti.

 

1,50 saat sonra şükürler olsun ki ders sona ermişti. Kulha hoca sonunda tüm anlatacaklarını anlatmış ve beni azat etmişti. O ders bittikten sonra açmış olduğu bir geçitle gitmişti odadan. Odada yalnız kaldığım için kısa bir süre zihnimi sessizlik içinde dinlendirmiştim. Sonunda beynimin sızısı yavaşça azalmaya başlayınca anında olduğum yerden doğrulup odanın kapısına kadar ilerledim kapının önüne varınca açıp dışarı çıktım.

 

Koridorun sonuna gelince merdivenlerden inmeye başladım. Yavaşça indiğim basamaklarda adım atmamı engelleyen bir fısıltı duyduğumda olduğum yerde hareketsiz durarak sesin geldiği yönü kestirmeye çalıştım. Sesler ilkinde boğuk boğuk duyuluyordu. Daha da dikkat kesilince sesi ayrıt etmeye başlamıştım.

 

Bu bir kadın sesiydi. Hoş naif ince bir sese sahipti bu fısıltı da olan kadın sesi.

 

"Kaç! Uzaklaş!" diyordu etrafımda duyduğum ses. Anında bakışlarım boş olan koridorda dolaştı ama bir insan varlığıyla karşılaşmadı. Kimse yoktu.

 

"Durma! Yoksa acı senide pençesine alacak." tekrar fısıltı tam yakınımda duyulunca anında etrafımda daire oluşturacak şekilde basamak üzerinde yavaşça döndüm. Ama göremedim. Ne bu fısıltıyı duymama yardımcı oluyordu?

 

"Sende acı içinde kahrolacaksın. "

Ve sende acıyla yaşamayı öğreneceksin. "dediğinde bu sefer anında bu sözüne kaşımı çatarak karşılık verdim. Bunu kim sağlıyordu? Bu fısıltıyı acaba bu kulede olan kişiler mi duymamı sağlıyordu? Kafam allak bullak olmuştu. Olduğum yerden ayrılamıyordum bile.

 

"Uzaklaş... Uzaklaş ve acıdan kaç." dediğinde bu sefer fısıltı anında benden uzakta duydum bu sefer sanki biraz ileriden duyuyordum. Neydi bu fısıltının amacı neden bana bu sözleri söylüyordu? Ney için uyarı alıyordum?

 

"Boynunda olan kolye sahiplerine sadece acı verdi. Sadece acı. Acı. Sen bunu değiştirebilirsin. Bu elinde, bunu sağla." diye acı dolu bir nidayla bunu söylediği anda sadece anında kalbimde bir şey filizlendi. Korku. Bilinmeyene karşı oluşan bu korku hücrelerime kadar yayılmış beni bir kalkan içerisine almış gibi sarmalamıştı. Anında olduğum yerde bedenimi ele geçirmiş olan tedirginlikle merdiven basamaklarını koşar adımlara inmeye başladım. İndim... indim. Nefes nefese kalmış göğüs kafesimde çarpan kalp atışlarıma rağmen hızla indim basamakları.

 

Sonunda son basamağı da inmiş anında yönümü arka bahçeye çevrili olan koridora çevirmiş ve hızlı alıp verdiğim soluklarım arasında koridorda hızla ilerlemeye devam ediyordum. Ne etrafımda olan kişilerin bakışları umurumdaydı ne de beni durdurmaya çalışan kişiler.

 

Önümde olan çift kanatlı gümüş kapıdan çıkıp sağa döneceğim esnada anında bir bedenle sertçe çarpıştım. Alnım karşımda olan bedenin çenesine çarpmıştı. Ağrısı yavaşça kendini belli etmeye başlamıştı bile. Karşımda olan beden ellerini kollarıma sarmalamıştı. Anında karşımda olan bedenin varlığıyla kendimi geriye atıp kim olduğuna bakındım. Ahrar. Karşımda olan ve bana çarpan kişi oydu.

 

Anında kısaca ona bakındım. Hayat gerçekten sen planlar yaparken sen onun kurmuş olduğu planlara dahil olup içerisinde kendini bulursun. Ben Ahrar 'ı nasıl göreceğim diye düşünürken bu durum içerisinde görmüştüm onu. Anında lacivert hareleri endişeli bir halde bana bakıyordu. Ama şu an buradan uzaklaşmak istiyorum. Gözlerimi ondan çekip konuşmasına izin vermeyip koşar adımlarla devam ettim kulenin dışına çıkan kapıya ulaşmak için. Koşarken unutmamıştım.

 

"Kusura bakmayın fark etmedim sizi." diyerek hızlı adımlarla ulaşmak istediğim yere gitmek için sabırsızlandım.

 

Ahrar sadece sorun değil demekle yetinmişti.

 

Sonunda kulenin sınırlarından çıkmış ve yörüngemi kuleye uzak olan çiçek bahçesine yönlendirmiştim.

 

Tenimi tırmalayan bu fısıltılar da neyin nesiydi? Ve bu fısıltıyı duymamı kim sağlamıştı? Lord Yelit mi? Süreyya hanım mı? Yoksa kolyem mi?

 

Kararsızdım bu konuda, ama sanki içimden bir ses bunu başka bir etken sağlamış diyordu ama nasıl öğrenebilirim ki bunu?

 

Sonunda çiçek arazisine ulaşınca adımlarım yavaşladı. Acelesiz bir halde çiçek arazisi sınırları içerisine giriş yaptım. İlerleyip tam arazinin ortasına kadar geldim. Gelince de yere oturup yaşadığım anı düşünmeye başladım. Çok garip bir döngü içerisindeydim. Bir yandan amansız bir anının içerisinde buluyordum kendimi, bir yandan da gerçekleri ya okuduğum günlükten öğreniyordum.

 

Şimdi ise bir fısıltı duyuyordum. Nasıl davranacağımı şaşırmıştım. Konuşmak istemiyorumda kimseyle. Herkes hayatımda büyük bir yer kapladığı gibi büyük bir zelzele oluşturuyordu. Ben ise sadece başa çıkmakla yetiniyorum. İleriye gitmek çok zor geri gitmekse ölüm. Çünkü geriye gidersem tüm çabam boş oluverir ve ben bunu istemiyorum.

 

Hayatımda çok şey oluyor en büyüğü ise Ahrar 'ın zihnimde, kalbimde yer edinmeye çalışması. Evet bana yaşattığı duygu yeni ve çok özel ama korkmuyor da değilim çünkü bu adam bana çok şey yaptıracak ve çok şey kaybettirecek biri bunu hissediyorum. Ne kadar bu duyguya batsam da her daim kendimi korumaya çalışacağım kendimden ve Ahrar 'dan.

 

Ona çarptıktan sonra buraya koşarak gelirken onun yaşadığı şaşkınlığı ve de merakı hissetmek güzel. Benim için merak etmesi endişe duyması hoş. İyi ki arkamdan gelmedi. Gelseydi eğer belki de aramızda olan bu ilişki açığa çıkabilirdi. Ama o bana verdiği sözü tutarak kendini belli etmemek için çaba sarf ediyordu.

 

Ruhunu hissetmeye çalıştığım adam ruhuma ışık olacaktı . Varlığı bana iyi gelecekti öngörebiliyordum.

 

Onu düşünürken bile içimde tarifsiz bir mutluluk var oluyor tüm hücrelerime benim iznim dahi olmadan yayılıyordu.

 

Bu adam bir zehirdi ve bu zehir hızla bedenime karışıyor ve tüm benliğimi ele geçiriyordu. Her köşede kendinden bir iz bırakmak istiyordu. Ve benim buna karşı çıkacak bir gücüm yoktu bunu kendimde hissedemiyordum da keza. Nefes almak zor olur muydu? Ben onun yanında bunu unutuyor, tüm dikkatimi ona vererek hiçbir mimiğini kaçırmamak için onu izliyordum. İlk anlarda da mı bunu yaşıyordum yoksa yeni yeni bu davranışları sergiliyordum bilemiyordum.

 

Bu adam hayatı sunuyordu. Ama o varsa, o yoksa hayat diye bir şey olmuyordu.

 

Başımı iki yana salladım ve düşüncelerimi savurup yapmam gereken ile odaklandım. Yezra 'nın günlüğü.

 

Günlükte çok şey vardı ve ben bunu bitirerek geçmişte var olan ve kendini geçmişe taşıyan gerçeği öğrenerek eski bilgiyi yeni bilgilerle sentezleyip gerçekleri öğrenecektim. Zor bir işti zaman alıyor bazen kafa karışıklığı yaşatıyordu ama pes etmeyerek amacıma ulaşmayı hedefliyordum.

 

Günlük önümde var olunca kaldığım yeri açıp okumaya devam ettim. Düzenli olarak her gece iki güne tekabül eden sayfayı okumayı eksik etmezdim. Bakalım şimdi ne ana geçiş yapacaktım.

 

Bir hayalin gölgelerine sığınıp onun gerçek olacağını düşünme. Çünkü bu seni büyük bir yıkımın uçurumuna sürükler. Ve oradan atlamaktan başka bir sonucun olmaz. Ama ben bunu yaptım. O gölgelere sığınıp büyük bir yıkımın içinde buldum kendimi amacım mutlu olmaktı ama o mutluluk sadece yansımadan ibaretti. Ses yoktu. Hisler yoktu. Anlar sahte ve soğuktu. Ve benden başka da kimse bulunmuyordu. Tek ben vardım. Tek ben öldüm. Yıkım benle başladı ve benle öldü de. Yaşadıklarım her daim arkamdan bir gölge gibi beni takip etti. Yüzüme vurdu. Her daim yaşadığımı, yaşadığım hayal kırıklıklarını. Sevilmek benim için bu hayatta en önemli şeydi. Ama sonra bu fikri yitirdim. Yitirmek zorunda bırakıldım. Sevilmedim hiçbir zaman hiçbir hayatımın izinde. Sadece öyle sandım ya da sanmak istedim.

 

Sonunda okulu bitirmiş mezun olmuştum kendimi eğiterek tüm ulaşacak bilgilere ulaşmıştım. Büyümüş, yaş almıştım. Ve tekrar kendimi büyük bir hüsran mahzeninde bulmuştum. Kardeşlerimden bazıları evlenmiş bazıları ise kendi hayatını yaşamak için evden ayrılmıştı. Ben ise anne ve babamla tek başıma kalmıştım. Evlatları hepsi gitmiş ben kalmışken bile beni görmezden gelmeye devam ediyordular. Bu hiç değişmeyen bir kaide haline gelmişti sanki. Beni görmek onlara iyi gelmiyordu. Bunu bildiğim için yemekleri çalışanlarla beraber yiyor, zamanımın çoğunu onların gelmediği ikinci katta bulunan kütüphanede geçiriyordum. Bu acı vermeyi hiçbir zaman da bırakmadı.

 

Ama bir farklılık olsun diye okuyup bitirdiğim okulda öğretmenlik yapmak istemiştim ama buna sevgili babam şiddetle engel olmuştu. Bu sefer ise tek bir öğrenciye eğitmenlik yapmak istediğimi dile getirmiştim. Sadece susmuş bir şey dememişti. Sanırım kimse beni çocuğuna eğitmen istemeyeceğini düşündüğü için buna sessiz kalmıştı ama öyle olmamıştı. Ben yaşlarında bir öğrenciye ders verecektim. Bir hafta sonra. Bunun için mutluydum.

 

O daha çok evde eğitim gören biriydi. Ondan ötürü istediği okulda , okulu birincilikle bitiren benden ders almak istemişti bende buna olumlu cevap vermiştim. Çünkü bu evde durmak ve bulunmak bana artık iyi gelmemeye başlamıştı. Günün çoğunu o öğrenciye ders vererek geçireceğim için zaman hızla geçip gidecekti. Bunı umuyor, ümit ediyorum. İyi olacaktım. Bunun için çabalayıp, istediğim hayatı yaşayacaktım.

 

Morte çiçeğini unutmuş değilim. Ama umudum yitirilmişte. Bakabildiğim her yere bakıyor elimden geldiğince onu bulmayı istiyorum ama her şey istemekle kalmıyor. Okuldan sonra birkaç hafta sonra anneannemi kaybetmiştim. Bu bana büyük bir acının izleriyle yüzleşmemi sağlamıştı. Ondan bana geriye kalan tek şey bana hediye ettiği son doğum günümdeki kolyeydi. Kolye, parlak bir taşın üzerinde yılan figürüne sahipti

Çok hoş bir kolyeydi ve benim için eşsizdi. Kolyem küçük bir kitap gibi açılıp kapanıyordu. İçerisinde anneannemin resmini taşıyordum. Bir ressam tarafından çizilmişti. Ve onu bu sayede koruyordum. Her an bana yeni öğretiler öğretiyor, onunla hayatta ayakta kalmamı sağlıyordu.

 

Şimdi ise nedense büyük bir mutlulukla ders vereceğim günü bekliyorum. Yapmam gereken, işleyişi nasıl sürdürmek lazım diye dersle ilgili birkaç program oluşturmuştum. Sonunda her şey hazırdı. Tek kalan şey ders vereceğim öğrenciyle tanışmaktı. Heyecan içerisinde o günü bekliyorum. Tam tamına son iki gün. İki gün sonra yeni bir uğraşla hayatıma devam edecektim. Farklılıkları seviyorum. Çünkü bana gerçek yaşam izlerini, hislerini unutturan tek şey.

 

Sayfayı çevirip bu yazdığı günden toplam 5 gün sonra yazılmış sayfaya geçiş yaptım. Çoğunlukla daha çok yazdığı, günlüğüne eklediği şeyler onun için farklı geçen günleri kapsıyordu. Zaten o da demiyor muydu benim için farklılık önemi o sayede hayatın ve gerçeklerin izlerini unutuyor.

 

Yaşadıkları çoğu insana göre farklılık gösterebilirdi. Ama sonuç yine aynı duyguya çıkıyor ;acı çeken ve yalnız olan insan ve bu duygusunda birleşiyor her şey. Sayfayı çevirdim. Ve bu yazdığı tarih beş sayfa sürmüştü. Ve detaylı bir şekilde o günü eksiksiz anlatmıştı.

 

Hisler değişime hızla sürükler insanı. Kaybedersiniz kendinizi. Tanıyamaz tanınamaz hale gelirsiniz. İnsanlar değişir zamanla, insanlar değiştirilir yaşayışlarla. Ben bu ikisini de yaşadım. Ailem beni değiştirdi. Zaman benim olgunlaştırdı. Acıyla direncimi genişletti. En ufak acıları hissedemez oldum. Çok yoğun, çok terazi dengesi yüksek olan acıları hissettim. Ufakları beni etkilemedi bile. Hayatıma birçok şeyi almak istedim. Onlarla kafa yormak kendimi ona adamak istedim. İlk okuldu. Okulumu son raddeye kadar okudum. Gelebildiğim son raddeye geldim okulda. Birincilikle bitirdim.

 

Edinebildiğim tüm bilgilere ulaştım. Belki de normal bir insanın bilemeyeceği tüm bilgileri biliyorum. Çok okudum. Çok bilgi edindim. Hayallerimi tamamını gerçekleştirmeye çalıştım. Yarısını gerçekleştirdim. Yarısı hala gerçekleşmeyi bekliyor. Şimdi ise bugün istediğim şeyi yapacağım bir öğrenciye ders vereceğim. Evden çıkmış ve gideceğim yere erkenden gitmek için evden saatler önce ayrılıp, gideceğim yere yürüyerek gitmek istemiştim. Biraz anın tadını çıkarmak istemiştim. Ders vereceğim yer çok uzakta değildi. Yakın bir mesafede bulunuyordu. Yürüyüş yapmak için de uygun bir mesafede bulunuyordu.

 

Kendi kaldığım ev bir orman çıkışında bulunuyordu ama gideceğim yer ise şehir içerisinde bulunuyordu. Bu yollarda daha önce gidip geldiğim için kaybolma riskim yoktu rahatça gidip gelebilirdim.

 

Uzun sürmeyen yolu sonunda bitirmiş ve gideceğim yere varmıştım. Evin olduğu yere geldiğimde evin bahçesine girmeden evi incelemeye başlamıştım. Üç katlı güzel bir evdi. Evin dış cephesi zarar görmemişti. Bakımı yapıldığı belliydi. Kahverengi üç katlı evden bakışlarımı çekip bahçesine çevirdim. Geniş kocaman çiçeklerle, çardaklarla dolu bir bahçesi vardı evin. Bakınca bile inansın içi açılıyordu. Ben bahçeyi incelemeye devam ederken birden bir adam belirdi evin arka tarafından bana doğru ilerledi. İçeri geçmem için bana yolu gösterdi.

 

Bahçeye giriş yaptım ve adamı takip ederek evin kapısına ilerledim. Kapı daha çalınmasına izin verilmeden açıldı. Kapıyı açan orta yaşı kadın bana içten bir tebessümle içeri girmemi istedi. Anında sessiz bir mırıltıyla evet diyip içeri doğru adımladım. İçeri girdiğimde içeride bulunan tüm eşyalar mobilyalara şaşkınlık içerisinde bakındım. Çünkü çok gösterişli ve güzel bir evin içerisinde bulunuyordum.

 

Renklerin birbiriyle olan uyumu çok hoştu. Kahverengi ve gri tonlarıyla dekore edilmişti evin içerisi. Çalışan kadın beni salona yönlendirince anında bakışlarımı salona çevirdim. Salona geçtikten sonra çalışan kadının gösterdiği yere oturup ders vereceğim öğrencimin gelmesini bekledim. Dakikaların ardından öğrencim gelmişti. Tekerlekli sandalye üzerinde oturan ve bana ışıldayan bakışlarla bakan sevimli benden 3 yaş küçük bir kızla karşı karşıya kalmıştım.

 

Ama bakışlarımı ondan çekmeme sebep olan bir kişi vardı. Hemen onun ardından ilerleyen bir varlık. Anında gözlerimi onun koyu siyah gözlerine çevirdim. Bir duygu barındırmayan hareleriyle beni inceliyordu. Anın vermiş olduğu heyecanla bakışlarımı ondan çektim ve karşımda duran öğrencime çevirdim. Anlamıştım onun öğrencim olduğunu. Ve arkasında duran varlığın ise onun abisi olduğunu. Çünkü en az aralarında 10 yaş vardı.

 

Arkasında duran varlık bana paten bir bakış atıp bakışlarını önünde tekerlekli sandalyede oturan kardeşine çevirdi. Ona kısık sesle bir şey söyledi ve ardından arkasını dönüp geldiği yolu gitmeye başladı. O gittikten sonra rahat bir nefes verip öğrencime ilerleyip bir dizimin üzerine çöküp onunla tanışıp ardından derse başladım. İlk gün onu fazla yormayacaktım. Sadece belirlemiş olduğum programı ona üstün körü anlatmış ardından birkaç soru sormuştum onu tanımak için onun ardından gün bitmiş ve evime geri dönmüştüm. Ama nereden bilecektim. En büyük yenilgimle o gün tanıştığımı.

 

Son paragrafı da okumuş ardından sayfanın alt köşesinde yazan yazı dikkatimi yine çekti. Her daim bunu görüyorum. Önce yazıp sonra mı üzerini çiziyor yoksa yazdığı anda mı yazdığı cümleyi çiziyor? Bilemiyorum.

 

Bu umutsuz bir aşkı anlatan melodi .

 

Aşktan kastı acaba yaşadığı aşk onun için hüsranla mı sonuçlandı yoksa bu genel olarak bir cümle miydi? İlerleyip okumadan öğrenecek değilim. Anında sırt üstü uzanıp öylece durdum. Duruldum. İyi geliyordu. Bu tür şeylere ihtiyacım var.

 

⨀⃝⃟⃞

 

 

Çok zaman harcadığım için çiçek arazisinde sırt üstü uzandığım yerden doğrulup ayağa kalktım. Yavaş adımlarla çiçek arazisinin sınırlarına yaklaştım. Taki bir şey dikkatimi çekene kadar ilerliyor haldeydim.

 

Biraz ileride çiçek bahçesinin arka tarafında olan kişiler dikkatimi çekti. Gözlerimi kısıp daha dikkatli bakınca bu kişilerin Mera ve Kiran olduğunu görünce anında buradan uzaklaşmam gerektiğini anladım onların özelini bozmamalıydım. Onlar beni fark etmiyordu çünkü hararetli hararetli konuşuyordular. İkisini yan profilden görüyordum. Kiran bir şeyleri telafi etme çabası içindeyken Mera üzgün bir halde Kiran 'o dinliyordu.

 

Geriye dönüp geldiğim yeri geri gitmeye başladım. Onlar beni görmesin diye sessiz ve aceleciydim. Sonunda çiçek arazisinin çevresinden uzaklaşmış kuleye yaklaşmıştım. Sessiz adımlarımla yürümeye devam ettim kuleye doğru. Tam kara ormanın sınırlarının yanından geçip kuleye giden patikaya gireceğim anda biraz ileride ağacın arkasında Mera ve Kiran 'ı izleyen kişi dikkatimi çekti. Gördüklerim gerçek olamaz.

 

Onların yanından sessizce çekip gitmemi engelleyen bir etkene rastlayana kadar yolumdan dönmek gibi bir nedenim yoktu. Adımlarımı Tarsis Kralının olduğu ağaçlık arazisine yönlendirdim. Bu adam ne yapıyordu böyle? Onları mı gözetliyor acaba yoksa o da benim gibi rastlantı sonucu onları görmüş müydü? Ondan mı orada duruyordu? Ama neden geri gitmiyor da onları izliyordu? Anın verdiği tuhaflıkla Tarsis Kralının yaptığı şeyi yadırgadım.

 

Beni fark edince anında hafifçe yerinde toparlandı ama bakışları hala ileride güzel bir anı paylaşan çiftin üzerindeydi. Başımı iki yana salladım. Hiçte istifini bozmuyor beyefendi. Anında adımlarım ağaçlık alana çevrildi. Saniyeler sonra onun olduğu yere ulaştım. Onun arkasında olduğu ağaca ilerleyip karşısına geçip kısa bir süre yaptığı davranışı anlamaya çalıştım. Ama bana sadece kısa bir bakış atıp kaldığı yerden devam etti onları izlemeye. Bu yaptığına söz bulamıyorum.

 

"Bu yaptığınız bence hiç hoş değil sonuçta özel hayat diye bir şey var." dedim kaşlarımı çatarak. Hadi ama bu adam söz konusu oğlu olunca çok kuralsız davranıyor! "Benim gibi onları görünce geri dönebilirdiniz ama siz ne yapıyorsunuz onları izliyorsunuz haberleri olmadan. Bu yanlış bilmem farkında mısınız? "

dediğimde bana bakmadan çatık halde duran kaşlarını daha da çatarak anlının kırışmasına sebep oldu.

 

Pür dikkat hala karşısında olan çifti izlemeye devam etti. Sözlerim dahi onun şu yaptığı hataya engel olamadı. Bu adamın şu oğlunun olduğu her şeyde olan kural tanımamazlığı beni sinir ediyordu.. Ah tam dayaklık şu an ki hali. Hiçte yaptığını yadırgamıyor birde! İnanamıyorum burada olan adamlara çok katı olduklarının yanında küstahlarda. Birde önüne gelen bana küstahsın diye bence onlar kendilerinin ya farkında değil ya da aynaya bakmıyorlar. Bir süre sustuktan sonra nihayet konuşmuştu.

 

"Sen peki şu an özel hayatı ihlal etmiyor musun? Hem ben şu an oğlumun yaptığı hatayı sorguluyorum" diye birde beni kınamadı mı çığlık atmamak için dişlerimi sıktım. Birde hata diyor ya aralarında olan aşka. Bu adam insan olamaz.

 

"Hayır tabi ki! Ben sadece buradan gitmemiz gerektiğini açıklamaya çalışıyorum size ama anlayana tabii. Hem hata derken bana sakın bu hata kısmının Mera olduğunu söylemeyin çünkü Mera, Kiran için çok değerli."dedim ve hiç bu davranışını tastik etmediğim için başımı iki yana kınarcasına salladım.

 

Ama bu davranışımı görmezden geldi. Gözlerini kıstı ve omzuna doğru başını eğip sıkıntılı bir nefes verip çaresiz bir şekilde bana baktı. " Ve altını çizmek isterim ki yaptığınız hiç hoş değil onu küçümsüyorsunuz hiç mi umurunuzda değil Kiran' ın ona karşı olan duyguları." diye bu katı tavrına son vermesini umdum ama ummakla yetindim.

 

"Küçümsemek değil benim yaptığım sadece tek isteğim o kızın oğlumdan uzak durması." diyerek gerçeklerden kaçtı, uzaklaştı. Anlamıyordu.

 

"Anlamıyorsunuz?" diyerek başımı iki yana inanmıyorum dercesine salladım. Bakışlarımda yatan şaşkınlık kendini çok açık ediyordu. Anında bu tepkime anlam vermeye çalıştı.

 

"Farkında mısınız bilmiyorum ama Kiran, Mera 'ya karşı gerçek duygular besliyor ve siz bunu bile bile görmezden gelmeyi tercih ediyorsunuz. Bence artık bu durumu kabullenmek ve Mera' yı sevmeye başlamalısın en kısa sürede. Çünkü yoksa hiç iyi sonuçlar olmaz sizin açınızdan. Bir tavsiye ve bunu dikkate alın derim. " diyerek artık bu yaptığı şeye dur dedim. Yoksa işler hiç istenmeyen yerlere kadar gidebilirdi.

 

"O kızı asla oğlumun sevdiği kadın olduğu için asla sevmeyecek ve kabul etmeyeceğim." dedi taviz istemeyen sesiyle. Birde asla kelimesini bastıra bastıra söylemiyor mu sinir ediyor insanı bu adam. Sanki bunu söylemek onun için çok zor bir eylemmiş gibi zorlukla dile döktü. Sözlerinde hem nefret vardı hemde çaresizlik . Mera 'nın varlığından rahatsız o olduğunu hiç saklamıyordu. Hatta elinde olsa bunu açık açık oğluna da söyleyecekti. Ama Kiran' ı üzmek istemediği için sadece bunu Mera 'ya karşı gösteriyordu.

 

Biri bu adama artık durması gerektiğini söylemeliydi. Yaptığı hiç hoş bir hareket değildi. Ama bunu nasıl sağlamalıydım?

 

Zihnimin içinden sakinleşmek için içten içe kendimi kendi konuşmamla. Sakinleştirmeye çalışıyordum. Ben susmuşken harekete geçti. Yavaşça geri kuleye ilerliyordu. Düşüncelerime dalıp gittim bende o sırada.

 

"Bence sevmeye bakın sonuçta en yakın zamanda gelininiz olacak." dediğim de adım atmayı bıraktı ve arkasına dönüp bana baktı, ona dünyanın sonu gelecek haberini vermişim gibi olduğu yerde dumura uğramış bir ifadeyle bana baktı. Lanet olsun ben en son zihnimin içinden konuşuyordum ne ara bunu dışa vurdum ki? Kendimi tokatlamak istiyorum. Endişemi sadece öfkeli bakışlarıyla karşıladı. Sanırım bunu söylemek için biraz daha beklemeliydim.

 

"Ups bunu hem sesli söyledim hemde erken söyledim. Bu söylediklerimi biraz daha sonraları duymanız gerektiğini bilin. Onun için birkaç saniye öncesini lütfen yaşanmamış sayalım olur mu?" dedim endişeli yüz ifademde, tebessümümde endişenin ve tedirginliğin izleri bulunuyordu. Ben ortamı yumuşatmak için genişçe sırıtırken, o öfke içinde bana öldürücü bakışlarıyla bakıp, birkaç adım öne gidip, biraz ileride birbirine sarılmış halde olan çifte baktı.

 

Bunlarda sarılacak anı bulmuşlardır! Burada birazdan kıyamet kopacak gibi gözüküyordu. Onlar hala aşk meşk peşindeydiler. Birinin, beni ve onları Tarsis kralının gazabından koruması lazımdı . Ama kim? Umarım ben nasibimi almazdım onun her daim yerli yerinde olan öfkesinden olan ben ve Mera 'ya olacaktı. Kiran' ın tuzu kuruydu tabi .Bence en iyisi buradan hemen tüymek Mera 'yıda bir portaldan Tarsis kralından uzakta güvende olacak bir yere ışınlanmaktı. Çünkü hislerim birazdan hiç iyi bir şey olmayacak diyordu.

 

Anında Tarsis kralı bana tekrar döndü ve kuleye gitmeden evvel şu sözleri söyledi.

 

"Öngörülerin umurumda değil prenses ben bu söylediğin şeylerin olmaması için elimden geleni yapacağım. Bundan hiç şüphen olmasın."

 

Taris kralı gittikten sonra bende pek olduğum yerde durmamış, kuleye gitmek için harekete geçmiştim. O açmış olduğu bir portaldan kuleye giderken, ben anında koşar adımlarla kuleye girmiştim. Arka bahçeden kulenin içerisine girmiş ve gözlerim Victoria 'yı aramıştı. Enerjisini hissettiğim yere koşar adımlarla gitmiş ve direk toplantı odasına dalıvermiştim.

 

İçeri girdiğim anda masanın etrafında olanları görünce sinirimden dilimi ısırdım. Ne diye diğerlerinin burada olduğunu anlamadan içeri dalıyorsam. Hatta içeride gördüğüm kişiyle anında gözlerim irileşti. Bu adam ne ara buraya geldi ki? Tarsis kralı direk toplantı odasına geçmişti.

 

"Ah Emria gelmen iyi oldu. Bizde bir konu hakkında konuşuyoruz. Burada bulunman gerekiyordu ama dersin bittiği anda kuleden ayrılmışın. Burada olmadığını düşündüğüm için seni çağırmadım." dedi sakin ses tonuyla Süreyya hanım.

Anında Süreyya hanımın konuşmasıyla gözlerim onu buldu.

 

" Küçük bir dinlenme için arkada çiçek arazisinin oradaydım. "dedim ve masaya yaklaşıp boş olan bir sandalyeye oturdum. Masanın etrafında olan kişiler ;Süreyya hanım, Victoria, Loya hanım, Rauf bey, Ahlas bey , Tarsis kralı, Turul bey Ve Zara hanımdı.

 

Victoria tam karşımda olan sandalyede oturur vaziyetteydi.

 

" Dinlenmek için demek . Sizi fazla yormuş olmalı ders o vakit prenses." dediğinde iğneleyici bir sesle Zara, anında mavi harelerim ona çevrildi.

 

"Dersten çok burası yoruyor, burada olan insanlar, olaylar ve ön görüleri." dediğimde Tarsis kralı anında elinde tuttuğu kalemi sertçe masaya bıraktı. Herkesin bakışları anında benden uzaklaşıp ona çevrildi. Ah istemeden onu sinirlendirdim. Neyse şu an bunu umursayarak zaman harcayamam. Sözlerim masada bulunan tek kişiyi bir soru boşluğuna itti. Turul bey.

 

Bana gözlerini kısıp bakmıştı. Ney onu bu soru boşluğuna itti ki?

 

"Burada ne için toplandınız merak ettim doğrusu?"der demez anında Süreyya hanım konuştu.

 

" Bizim her sene yaptığımız bir gelenek var. Bu sene burada kalabalık krallıklarla yapılacak beşinci kez. İşte bunun hazırlıkları için toplandık. Bir hataya maal vermeden nasıl bir düzenleme yapalım diye iştirak ediyorduk." dedi anda Süreyya hanım ne geleneği diye düşündüm. Burada da ne gelenek merasimi vardı ya! Biri bitiyor diğeri başlıyordu. Gelenek nefes almak gibi bir şeydi burada sanırım. Çok önem verildiğine göre.

 

" Nasıl bir gelenekten bahsediyorsunuz? "diye kafa karışıklığı içerisinde sordum. Anında devreye bu sefer Ahlas bey girdi ve beni şaşırtacak geleneği anlatmaya başladı. Anlattıkları gelenekten çok cezalandırmaya benziyordu. Bunu nasıl yaparlardı ki!

 

" Bu gelenek tam tamına 100 yıl önce başladı ve her 20 sende yapıyoruz. Bir tür anma gibi bir şey. Belirli yarışmacılarla kuleden uzakta olan mahzenlerde olan kişilerle burada olan eğitmenler, savaşçı askerler bir araya gelip galibiyet için savaşıyor. Savaştan kastımız mücadele etmek. Hünerlerini gösteriyorlar. "dediğinde Ahlas bey anında sinirden küçük bir kahkaha attım .

 

Kulenin dışında bulunan mahzenlerde binden fazla güçsüz, ölmekte olan kişiler vardı. Hepsinin durumdan bi haberdardım. Ne kadar çabalasam da onları serbest bırakmış değildi Süreyya hanım. Ve şimdi o güçsüz, ayakta bile zor duran kişilerin bir saçmalıktan ibaret olan gelenek için bir denek için kullanacaklarını söylüyorlar. Sözde ben burasının prensesiyim ama hiçbir dediğim yapılmıyor! Ama görecekler neler yapabileceğimi çok kısa bir zamanda görüp tedirgin olacaklar. Kahkamdan sonra yaptığım şeyi masada bulunanlar anlam vermeyerek karşıladı.

 

" Galibiyet mi dediniz? Ne galibiyetinden bahsediyorsunuz siz! Bildiğiniz ölüm mücadelesi bu!"diyerek ayağa kalkıp onlara inanamayarak bakmaya başladım. Birde normal bir şeyden bahseder gibi bahsediyorlar.

 

" Birbirinin dengi olmayan iki insan mücadele ediyor. Bu acımasızlık anladınız mı? Neden krallıklar arası mücadele olmuyor da bir güçsüz ve güçlü mücadele veriyor? Sebebi krallıklar arasındaki sulhu bozmamak için değil mi? O halde şu anlamsız geleneğe bir son verin! Çünkü siz onları izlerken o güçsüz olanlar acı çekiyor o mücadeleler içerisinde. Ve sizler buna rağmen susup onları iğrenç zihniyetlerinizle izliyorsunuz. Çok acınası. "diyerek tamamladım sözlerimi.

 

Karşı çıkışım bir müddet sesiz kalmalarına sebep oldu. Ama anında hepsi bir ağızdan beni eleştirmeye hatta yaptığım şeyin yanlış olduğunu söylemeye başladılar. Ama burada daha fazla durmayacağım için anında açmış olduğum portaldan başka bir yere geçtim.

 

Onlara çok güzel unutulmayacak bir gelenek gösterisini gösterecek bizzat yaşatacaktım.

 

 

 

 

⨀⃝⃟⃞➢

 

İnsanlar ne garip bile bile yaptıkları şeylerden sonra acı çekiyor. Bildiğin, bildiğinden emin olduğun şeyin acısını neden çeker ki insan? Yaptıklarının her daim bedeli olur ve ödersin onu.

 

Salıncakta oturmuş olan her şeyi tek tek birbirlerine bağlı bir ip düğümü gibi çözüyor, ona göre benim için büyük önem taşıyan problemleri ilk sıraya alıp , çözdükten sonra geriye kalan düğümlere odaklanıyorum. Hepsi aslında birbirini takip ediyor. Bir öncesi hallolmadığı için diğerinin doğuşunu sağlıyor. Her şey aslında ilk ortaya çıktığı anda çözüme kavuşturulması lazım yoksa sonradan bunun çözümü meşakkatli oluyor kişi için.

 

Çoğu problem çözüme kavuştu kavuşacak. Tek tük problemler kaldı çözülmek için. O da hallolur hallolmaz anında istediğim plan devreye girecek.

 

Uykularım biraz karmaşıklaştı. Birçok öngörü görüyorum. Ve bu öngörüler planlarıma yeni değişiklik katmamı sağlıyor. Aslında her şey çok basit ilk nedeni bilince diğeri anında anlaşılıyor ve peşi sıra anında çözüme kavuşuyor. İşte burada ilk nedeni bilemem lazım, ilk nedeni bulunca nedenleri birleştirdiğim anda sonuca ulaşmam gereken yere ulaşacağım. Derin bir nefes alıp içime hapsettiğim nefesi dışarıya usulca bıraktım. Hava soğuk ve ıssızdı etraf.

 

Kimse bu soğuktan ötürü dışarıda bulunmuyordu. Ben ise her daim olmayan olması muhtemel olmayan yerlerde olurdum. Aslında sessiz yerleri severdim. Yalnız kalmayı sevdiğim gibi. Salıncakta oturmuş kırpmadan duruyorum. Bu yeri gerçekten çok seviyorum. Nedendir bilinmez ama bana huzuru aşılıyor. Ve benim varlığım buna uzun zamandır aç. Fazlasıyla hemde.

 

Omzuma dokunan parmaklar anında dikkatimi ona çekmemi sağladı. Gelen Ahrar 'dı bunu rüzgarın bana ulaştırdığı kokudan anladım. Anında istemsiz bir tebessümle ona döndüm.

Salıncağın iki adım gerisinde duruyor ve bana bakıyordu o lacivert irisleriyle. Onda en sevdiğim ilk şey gözleriydi.

 

"Burada, bu soğukta ne arıyorsun prenses?" dedi prenses kısmına dikkat çekmek için. Ama prenses kelimesini çok yumuşak bir tonda söylemişti. Sorusuna cevap olarak bilmem derecesine omzumu silktim. Bu hareketime gözlerini kısıp baktı sadece.

 

"Peki siz neden buradasınız?" dediğimde anında ona siz dememe kızmıştı. Bunu anında çatılan kaşlarından anladım. Hımm resmiyeti daha çok birileri olduğunda hoş karşılayacak, diğer türlü ona Ahrar dememi istiyor. Yanına bir sıfat eklenmeden.

 

"Seninle konuşmak için odana gelecektim ama toplantı odasında yapmış olduğun şeyden ötürü dışarı çıkarken orada olanların konuştuklarını duydum. Yine bir vukuatın başlamasına sebep olmuşsun. Ve biraz ortam gerilmişti. Haberin olsun Süreyya hanım bile ilk defa kızgın gözüküyordu. Genelde ortamı yumuşatmak ister senin yapmış olduğun şeylere karşı ama bu sefer öyle değildi. "diye sakin bir sesle bana olan biteni anlatırken sessiz bir şekilde onu dinledim. Ve o cümlesini tamamladığında bu sefer ben anlattım kendimi ve neden bu tür bir davranışta bulunduğumu.

 

"Tahmin etmiştim zaten ben gittikten sonra neler olabileceğini. Pekte şaşırmamak lazım. Onlar için biraz büyük bir sorunun kaynağı oluyorum. Ama onlarda şunu anlamıyor benim geldiğim yerde bu tür şeyler yok ve benim mizahıma ters bu tür gelenekler. Yani onlar için normal olan şey benim için anormal , onlar için anormal olan şey ise benim için normal oluyor. Ama işte gel de anlat onlara. Neyse en fazla yeni bir uyarıya maal olur bu yaptığım şey sonrasına ise bakarız. "dedim sıkılgan bir ses tonuyla. Bana doğru bir adım attı ve biraz başını eğip bana baktı. Lacivert harelerinde bir parıltı oldu.

 

" Küçük bir kız çocuğu gibisin. Tuhaf tuhaf olaylar çıkartıp haklı olduğunu her daim iddia ediyor, hoşuna gitmeyince ise olan şeylere itiraz edip kendini bir yerlere saklayıp duruyorsun." dedi dalgın dalgın beni izlerken. Lacivert harelerinde bana yönelik olan o duyguları bir bir izledim anladım.

 

İlk önce bir kıymetli şeye bakarcasına bakmıştı hemen ardından ise varlığına inanamadığı bir şeyi görüyor gibi detaylı bir şekilde inceler gibi beni gözleriyle inceleyip, gerçek olduğumu bizzat anlayınca anında bunun mutluluğunu yaşamıştı. Her daim onu yaptıklarımla şaşırtacak hemde soluğunu kesecektim. Ama o her daim bunu yapıyordu. Varlığı soluğumun kesilmesini sağlıyordu. Bu adam bana her daim gerçek olmayan bir varlığın olduğunu bana hissettiriyor. Sanki hiç yokmuş onu bir tek ben görüyorum gibiydi hissettiklerim.

 

Anında bu ortamdan sıyrılıp ayağa kalkıp etrafıma kısaca baktım. Birileri bizi gözetliyor olabilir. Bunun şimdilik açığa çıkmasını istemiyorum ondan dolayı anında aramıza bir mesafe koyarak onun karşısına geçip her zaman ki Emira gibi davrandım.

 

"Hey siz bayım lütfen dikkatli olun. Ahrar hoca biliyor olmalısınız ki sınırlarımı zorlamak üzersiniz. Zorlarsanız neler olabileceğini biliyor olmalısınız." dedim ve ona küçük içten bir gülümseme bahşedip harelerimi onun o girdap gibi içine çeken lacivert mücevherleriyle kesiştirdim.

 

Sözlerim katı sert bir uyarıydı ama bakışlarım onun harelerine sıcaklık aşılıyordu. Anında dudakları hafifçe kıvrıldı." Desene o sınırları zorlamak vazife oldu benim için." dedi boğuk sesiyle, fısıldayarak konuşmuştu kimse duymasın dediklerini diye.

 

"Ah o halde zoru başarmak olacak sizin ki. Çünkü sınırlarım geniş topraklara sahip, orada kaybolabilirsiniz de Ahrar hoca." dedim munzur bir sesle. Benim için sorun yok der gibi başını iki yana salladı. Bu adam ah bu adam sonum olacak.

 

"Peki görelim marifetlerinizi o halde. Şimdilik gitmem lazım malum gece oldu ve bir prenses olduğumdan dolayı almış olduğum dersler, işler ve sorumluluklar yorulmamı sağlıyor. Eh bu her daim olan enerjimi ise uykuya borçlu olduğum için uyku saatimi kaçırmamam lazım. Sizde uyuyun bence malum yaşça benden büyüksünüz sanırım siz daha çok hızla yoruluyor olmalısınız ondan dolayı enerjik olmanız için sizde benim gibi erken uyumalısınız. "diyince ona takıldığımı kenara bırakıp ona benden yaşça büyüksünüz dediğim cümleye odaklandığı için anında yüzü asıldı. Hadi ama bunu ciddiye alacağını düşünemedim. Ben umursamaz sanmıştım.

 

" Yaşlı değilim. "dediğinde aksi bir ses tonuyla anında hayır diye tastik etmek için başımı iki yana salladım. Ah bilimsel açıdan yaşlı olabilir ama bir gözlem sonucu bunun olmadığı söylenebilir. Neyse bunu sesli dile getirmemek için düşünmeyi bırakmalıyım.

 

" Tabii değilsiniz. Sadece takıldım. Neyse bu konuyu unutalım. Hocanızdan almış olduğum ilk dersti bugün. Ve beni şu geleneksel denemeye tabii tuttu. Fazla geleneksel ve gereksiz değil miydi?" diyince cümleyi söyleme şeklim onun tebessüm edip başını iki yana sallamasını sağladı.

 

"Hayır bu onun taviz vermeyen kuralı. Böyle öğrencilerine ders veriyor. Ve vermeye devam edecek." dediğinde anında bu hocayla da işim var olduğunu anladım. Benim de çilem bu şekilde ne yapayım. Hocalarla bir türlü anlaşamamak.

 

"Peki o halde iyi geceler Ahrar hoca." diye sakin bir ses tonuyla zikrettim onun ismini. Sadece baktı bana. Ben ise arkama dönüp içeriye girmek için adımlar attım. Ben yürürken beni izlediğini biliyorum. Ve üzerime çevrili gözler bu sefer rahatsız etmiyordu.

 

Odama geldiğim gibi yatağa girip uyumaya hazırlandım. İyi bir uyku çekmeliyim çünkü yapacağım şey için dirence ihtiyacım var.

 

Ceza alacağım tahmin edebiliyorum. Ama bunu umursamıyorum. Çünkü yapacağım şeyden gram pişmanlık duymayacağım. Zihnime yavaşça yayılan bir sis bulutu vardı. Tüm irademi ele geçiriyordu yavaş yavaş.

 

Ve bu sis bulutu bana bunu kimin yaptırdığını açık ediyordu renginden. Kızıl renge sahip bir sis bulutu tüm zihnimi ele geçiriyordu.

 

Harelerim buldunduğum yerin neresi olduğunu anlamak için büyük çaba harcıyordu. Çünkü şu an garip bir yerde bulunuyordum. Burası birden fazla boş evlere dolu bir eski kasabaydı. Etraf karanlık puslu ve sessizdi ama bu sessizlik insanı ürkütüyordu bir yandan da, ürperdikçe üşüme hissim git gide artıyor olduğum yerde bir daire oluşturacak şekilde etrafımda dönüp duruyordum. Amacım ise Esila 'nın nereden çıkıp geleceğiydi .

 

Biliyorum bunun onun işi olduğunu, bu zihne sızma olayının sebebinin baş karakteri o çünkü.

 

Kasabada bulunan evler yıkık dökük, her evin camları kırılmış dışarıdan gelen ve evin kırık camlarından içeriye giren rüzgar tuhaf bir sesin çıkmasına vesile oluyordu. Toplam 8 ev bulunuyordu. Garipsediğim şeyde buydu. Neden bir kasaba görünümlü bir yerde 8 ev bulunuyor ki? Bu durumu garipsedim içten içe. Her evin üzerinde ise sayılar bulunuyordu.

 

Bu evler neyi simgeliyor bilmiyorum? Ben bunları düşünürken anında kısık ama kendini belli eden adım sesleri duyuldu arkamda. Kurumuş ağaç yaprakların çıkardığı hışırtıları duymam, onun bana yaklaşan adımlarını belli ettiriyordu. Arkama usulca döndüğüm esnada Esila 'yı puslu havada seçebildim. Yine o her daim capcanlı olan kırmızı saçlarıyla bana doğru ilerliyordu. Gözlerinde her daim yerini koruyan o şeytani parıldama mevcuttu. Yine kim bilir ne sinsiliklerle doluydu zihni.

 

"Seni yeniden görmek ne güzel Esila. İnanır mısın seni her görüşümde inanılmaz mutlu oluyorum!" diye iğneleyici olduğu kadar sahte sevinçle onu karşıladım. Ama bunu hiç gram umursamadı ve son adımını da atıp karşıma geçip baştan aşağı beni inceledi.

 

"Yorgun gözüküyorsun prenses?" diye sahte bir ilgiyle soru sordu. Bu arada cümlesini tamamladıktan sonra tekrar yavaş yavaş avını izleyen bir avcı gibi beni detaylı bir şekilde hal ve hareketlerimi izlemeye başladı.

 

"İnsanlar yorulur Esila. Ama yorgunluğu kısa sürer . Benim ki de ondan. Normal yani." diye bezgin bir halde sorusuna yanıt verdim. Anında o kahverengi gözleri kısıldı ve yok etmek istercesine bakmaya başladı bana. Ben ise hiç umursamadan ona baktım.

 

"Eee bu davetsiz ziyaretini neye borçluyum?" dediğimde sadece omuz silkti.

 

"Seni özlemiş olamaz mıyım? Ve onun için seni görmek istedim. " dedi sahte bir özlemle ve ilgi isteyen tavırla. Anında gözlerimi devirdim. Bu kadın tüm sinir sistemimin has düşmanı olabilir konumunda.

 

" Hayır." dedim anında sorusuna karşılık. "Hem görende bizi iki yakın arkadaş sanır ben senden nefret ediyorum sende benden. Neyin özlemi bu Eslia? Rica etsem o rahatsızlık veren varlığını benden uzak tut. Çünkü inan bana sınıra yaklaşıyorsun. Ben senin gibi yavaş yavaş acı vermem anında onu ilkelerine kadar hissedersin. Artık şu oyunlarına son ver kaybettin anla bunu. Ve benle gireceğin savaşta kazanma ihtimalin de yok anla artık . "diyerek artık tüm bıkkınlığımı, nefretimi dile getirdim. O ise hiçbirini ciddiye almadı hatta üzerine sesli bir kahkaha attı. Varlığı yetmiyor birde kahkahası sinir sistemimi mahvediyordu.

 

" Ah prenses çok emin konuşuyorsun.

Bak sana bir tavsiye bir daha bu kadar emin olma kendinden kaybedersen büyük bir yıkım olur senin için." diyerek beni küçümsercesine baktı . Saçlarını yavaşça omzunun gerisine atıp bana doğru ilerleyip aramızda olan son mesafeyi kapattı.

 

" Ben varsam eğer bir savaşta emin ol kazanan her daim benim olduğum taraf olur. Bunu aklından çıkarma. "dedi ve kollarını kaldırıp etrafını gösterdi.

 

" Eee beğendin mi ortamı? Aslında seni buraya getirmek istemezdim ama başka bir yere de götürmedim buradan başka. Şimdilik bununla idare et yakında eski halime dönünce seni epey bir gezdiririm ne dersin ölümünden ya da yok oluşundan önce?"diye sorunca kısa bir süre etrafı izlerken buldum kendimi.

 

" Getirdiğin yer bile senin gibi kimsesiz, sessiz ve renksiz. İnsanlar kendilerini yansıtan yerlerde yaşar. Sen ; seni yansıtan yerde kalırken, bende beni yansıtan yerde bulunuyorum. Onun için bence ben seni biraz gezdireyim ne dersin? Ha bu arada şu ölüm meselesine gelecek olursak, o kadar kesin konuşma. Kimin neyi ne zaman yapacağı belli olmaz? Dikkat et küçük görüp kaale almadığın kişi bu sefer senin sonunu tam getiren olmasın? Bu senin açından küçük düşürücü olur. "diyerek karşı çıkıştım ona ve söylediklerine. Anında bakışlarına hızla saldıran duygular oldu; nefret ve tahammülsüzlük.

 

" Seni bir böcek gibi ezmek istiyorum prenses ama zamanı var daha zamanı. Yoksa şimdi senin ruhunu alırdım şuracıkta. Şanslısın ki daha ölümün için süre var." diye gizli kapaklı konuşunca söylediklerini düşünmeye başladım. Ne zamanından bahsediyor bu?

 

"Immm ama benim seni öldürmek için bir sürem yok gibi ne dersin ben seni şuracıkta öldüremez miyim?" diye tehditvari bir sesle konuştum. Ama sadece bakmakla yetindi. Çok yazık birini küçümsemek çünkü onun neyi yapacağımı bilemezsin bunu yapınca çünkü hamlesini ön görmezsin. O beni sessiz bir şekilde dinlerken sözlerime devam ettim ." Sen ise emin ol bana hiçbir şey yapamazsın çünkü bunun için benim dengimde değilsin. Neler yapacağımı inan tahmin edemez aklının sınırları. Çünkü bunu bilmiyorsun. Sana uyarılarımı yapıp bitirdim Esila artık ardını kolla çünkü saldırım çok can yakacak." der demez sadece ya öylemi dercesine başını yavaşça omzuna doğru yatırıp bana baktı.

 

" Sana üzülüyorum biliyor musun çakılışın çok sert olacak yaptıklarımı duyunca. "dediğinde gizli bir bilinmezlikle anında kaşlarım çatılı hale geldi. Neyin sonucu bunu yapacağım düşünürmüş olmalı ki?

 

" O halde sende umutlanma çünkü her çakılışın elbet bir kaklışı da olur . "dedim sözlerine karşılık.

 

" Göreceğiz. "demiş ve anında olduğum ortam birden yok olmuştu. Her şey bir sis perdesini ardına saklanmış ve ben gerçeklere uyanmıştım.

 

Uyandığım anda bir daha uyuyamayacağım için uzadığım yerden doğrulup odama kısa bir göz attım. Geceleri bile burası bana huzur vermiyordu. Gündüzleri buradaki insanlar istila ederken gecelerimi ise Esila istila ediyordu. Bazı şeylerin sonuçları beni yormakla kalmıyor beni geri planda bırakıyordu. Yataktan kalkıp biraz ilerde olan sandalyeye daha önce bırakmış olduğum hırkama doğru ilerledim. Hırkayı giydikten sonra bu sefer adımlarım beni kapıya doğru yönlendirdi.

 

Kapıyı açtıktan sonra sessizce kapattım. Koridorda gözlerim gezinirken hiç kimsenin varlığına rastlanmadı. Duvarlarda asılı olan meşaleler koridoru aydınlatıyor, bu sayede az da olsa bir ışıkla etrafı net olmasa da seçmekte zorlanmıyorum.

Şu an herkes uyuyor olduğu için ses çıkarmadan arka bahçeye çıkan koridorun olduğu tarafa doğru paytak paytak adımlarla ilerledim.

 

Dakikaların ardından istediğim yere gelmiştim. Salıncağa...

 

Ben etrafta kimseyi beklemezken biraz ileride salıncağın birkaç adım önünde duran bedeni görmeyi beklemiyordum.

 

Tarsis kralı...

 

Birinin geldiğini fark ettiği anda başını hafifçe dikleştirdi. Arkasında kim olduğunu bilmiyordu ama birinin varlığını hissetmişti. Hala gün içinde giydiği kıyafetler üzerindeydi. Hiç uyumamış olmalıydı. Bildiğim kadarıyla pek uyuyan biri de değildi. Çok az uyuduğunu bir kere dile getirmişti Kiran. Ya geceler de bana olduğu gibi ona da huzur vermiyordu. Ya da uyumak artık onun için bir şey anlam ifade etmiyordu. Olduğum yerden harekete geçip salıncağa doğru ilerledim. Salıncağı yanına geldiğimde anında salıncağıma oturup yavaşça sallanmaya başladım.

 

Bir ileri, bir geri. Ölüm önünde, yaşam arkanda.

 

Rüzgar usulca etrafta esip hükmünü sergiliyordu. İkimizde sessizdik. O konuşmak istemiyordu bende biraz çekingenlik yaşıyordum. Ya da konuşmayı başlatacak sözleri. Başım yavaş yavaş sola doğru çevrildi. Harelerim onu karanlıkta izledi.

 

"Uyuyor olduğunuzu düşünmüştüm ama sizin pek geceleri uyumayan biri olduğunuzu söylemişti Kiran." dediğim anda başını bana tam çevireceği an son anda bunu durdurdu.

 

" Uyku ile olan münasebetim yıllar önce sona erdi. Ve bir daha da aynı münasebet geri de gelmeyecek. Sen ise seni huzursuz eden rüyalar yüzünden buradasın değil mi? "diye sordu aslında zaten sorduğu sorunun cevabını biliyordu.

 

" Evet bazı geceler beni huzursuz ve uykusuz eden rüyalar geceyi sabah etmemi sağlıyor. Ama sorun değil hiç uyuyamadığım geceler de oldu. Uyumayı akıl dahi edemediğim geceler... Bu onun yanında hiç, izi bile yok diyebilirim." diye bitkin bir ruhla konuştum. Ruhum aldığı her darbede çok yaşlı bir varlığa dönüşüyordu. Dışardan genç gözüken ama yıllanmış bir ruha sahiptim. Ruh yaşlılığıydı bende olan durum.

 

" Yaşanmışlıklardır bu cümleleri kurmamızı sağlayan. "diye fısıldayıp sustu ardından.

 

" İzi kalmış acıların sebep oldukları davranışlar da diyebiliriz. "diye içli bir nefes verdim. Omzum usulca yukarı kalkıp yavaş yavaş aşağı indi.

 

" Kaybetmek... Senede var olan iz bu değil mi? "diye açıkladı daha önceden bu kanıya varmış, onu sindirmiş bir edayla. Ne evet diyebildim ne de hayır. Sadece sustum. Her zaman yaptığım gibi. İyi gelen şeyleri her zaman hatırlarım iyi gelmesini istediğim için. Kötü şeyleri dillendirmeyi sevmem çünkü bir daha onu yaşamak istemediğim için, hatırlamak istemediğim için.

 

"İzin verin mutlu olsunlar bunu hak ediyorlar iksi de. Zamanı geriye alamıyoruz. Önünüzde olan yarınlarda keşke dememek için bence bu adımı atın. Kaybı olacak olan sizsiniz çünkü. Ona göre bu kararı iyi düşünüp bir sonuca varmalısınız. Ya hayatınızda olacak Kiran ya da hayatınızdan ışık hızıyla çıkacak. Bunu bilmelisiniz. Seçim sizin. "dedim ve ondan bir cevap beklemediğim için oturduğum salıncaktan doğrulup kulenin dışına çıkan kapıya doğru ilerledim. Kapıdan çıkmış önümde olan karanlık patikada ilerlemeye başladım. Karanlık olduğu için temkinli bir halde yürüyordum. Biraz gezinti bana iyi gelecekti. İyi hissedecektim kısa süreliğine de olsa.

 

Dakikalarca yürüdüm. Belki de saatlerce. Kuleden uzaklaşmıştım. Karanlık ormandan da. Şu an neredeyse başka bir araziye girmek üzereyim ama umursamadım.

Ve ilerleyebildiğim kadar ileriye gitmek için adımlarımı durdurmadan yürüdüm. Adım atıp öne geleceğim anda birden bir boşluğa düşer gibi bedenim savruldu. Anında bedenimi ele geçiren korkuyla olduğum yeri gözlerimle incelemeye başladım ama saf zifiri karanlıkla karşılaştım. Ve sonunda boşlukta savrulan bedenim sertçe yere düştü. Anında bileğim düşüşümden dolayı bir sızıya maruz kaldı. Ah sanrım burkulmuş olmalıydı.

 

Bileğime dikkat ederek ayağa kalkmaya ve nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Burası bir kütüphaneydi. Etrafım bir silindir şeklinde yukarı doğru yükseliyordu. Uzun duvarlara sahipti kütüphane. Sanki bu kütüphane kişisel bir kütüphaneydi. Çünkü bir kişi ancak burada kitap okuyabilir ve burada zaman geçirebilirdi. Gözlerimi duvarlara çevirdim.

 

Ve bu duvarlarda asılı olan raflarda yukarı doğru yükseliyordu. Burada olan her şey çok eski duruyordu. Hemde çok fazla. Raflarda binlerce kitap vardı. Hepsi kalın, eskimeye yüz tutmuş kitaplardı. Burası geniş yüksek bir kütüphaneydi. Alan kulede olan kütüphane alanından küçüktü ama genişliği on insan alabilecek bir genişlikteydi. Sadece burada olan kişi için o darlığı almak için bu genişlikte yapılmıştı.

 

Kişisel bir kütüphaneydi ama o kişi rahat etsin ve burada daralmasın diye biraz geniş bir şekilde yapılıp öyle dizaynı yapılmıştı. Bu kütüphane de kime aitti acaba? Kütüphaneyi aydınlatan tek şey tavanından yansıyan ay ışığıydı. Evet bu kütüphane bir kapıya sahip değildi ama bir açık olan tavana sahipti. Buradan yıldızları insan görebilirdi rahatça. Bu kütüphane kime aitse normal bir insan için değildi. Çünkü bu kiminse buraya normal bir insan gibi girip çıkmıyordu.

 

Moritanya toprakları dışında ama ona yakın bir arazide bulunuyordu bu kütüphane. Merakımı cezbetti bu kütüphanede daha önce yaşayan kişi.

 

Olduğum yerde yavaşça burkulan sol ayağıma dikkat ederek rafta duran kitaplara doğru ilerledim. Burası çok tozlanmıştı. Kitabı elime alır almaz anında burnuma gelen yoğun tozlarla ardı ardına hapşırmıştım. Ah burası detaylı bir temizlik istiyordu. Eğer sahibi burasını uzun süredir terk ettiğine göre bir daha gelmemişti. Burası artık benim olabilirdi.

 

Sahibi gelene kadar buraya çok iyi bakacağım. Yarına kadar sabredemeyeceğim için şimdi burayı temizlemeye koyulmak istiyorum. Kolyeme fısıldadığımda anında burada temizlik malzemeleri belirdi. Zaten sabaha çok vardı. Eh bende bir daha uyuyamayacağım için burayı temizlemek benim için daha faydalı olacaktır. Hem temizlik yapacaktım hemde kitapları inceleyecektim.

 

Kovanın içinde olan bezi alıp iki elimle ıslaklığı gidecek şekilde sıkıca sıktım. Ardından yeni fark etmiş olduğum rafın sonunda olan yüksek merdivene doğru ilerledim. Merdivenin hala iş gördüğünü anladığımda merdiveni çıkmaya başladım. Tam tamına 50 sıra raf vardı aşağıdan yukarıya.

 

Zamanımın büyük kısmı buna ayrılacaktı. İn ve çık.

 

En son rafa ulaşınca hemen temizliğe başladım. Sıra sıra ilerliyor, rafın yüzeyinin başından sonuna kadar temizleyip öyle bir diğer işe girişiyordum. Raf bittikten sonra kolyem sayesinde kirli olan bezi hemen yeni temiz bir hale döndürdüm.

 

Rafın temizliği bittikten sonra bu sefer kitapların temizliğine geçtim.

 

6 saat sonra...

 

Her raf itinasız bir şekilde temizlemiş, kitaplar tek tek temizlenip yerleştirilmişti. Sonunda temizlik bitince bende bitmişti. Kitapları incelemek istemiştim ama temizlik ağır basınca bunu ertelemiştim. Sonuçta daha buradayım. Başka bir an bunu yapabilirim. Ama masayı silerken çekmece arasında birden fazla mektupla karşı karşıya kalmıştım.

 

Hepsi ismi olmayan bir kadına yazılmıştı. Mektupların üzerinde nefesim olan kadına diye bir zikrediliş vardı. Merak ettiğim için mektubu da açıp okumuştum ama ne yazan adamın ismi belli ediyordu mektup sonunda ne de kadının. Sanki kimin kime yazdığı belli olmasın diye isimler bilerek belli edilmemişti.

 

Kim bu mektubu yazmışsa gerçekten büyük bir aşkla bu mektup yazılan kadına aşıktı. Mektupları yerine koyup buradan çıkmak için işe koyuldum çünkü güneş çoktan doğmuştu. Hatta herkes şimdiden yemeğe geçmiş olmalıydı. Yeterince geç kalma vukuatım vardı bir yenisini daha eklemek istemiyorum. Burayı benden başkası gelip bulamasın da diye bir görünmez kalkanı oluşturmuştum.

Nedense burayı çok sevmiş ve çarçabuk sahiplenmiştim.

 

Küçük kütüphaneden kolyem sayesinde çıkmış ve hemen Moritanya sınırları içerisinde kendimi buluvermiştim. Bahçede durmuş gözlerimi etrafta gezindirmiştim. Etraf sesiz ve sakindi. Bükülmüş sol ayağıma dikkat ederek bahçede ilerlemeye başladım. Hızla kuleye girmeli ve yemekhaneye ulaşmalıydım.

 

Kuleye girdiğim anda beni şaşırtan bir manzarayla karşı karşıya kaldım. İçerisi süsleniyordu çalışanlar tarafından. Hay aksi şu arena günü yaklaşmış olmalıydı! Bu hazırlık onun hazırlığı olmalıydı. Neyse bunu da hallederim şimdi şu yemekhaneye gidip geleyim bakacağım bu işin icabına.

 

Yemekhanenin kapısının önünde gördüğüm bedenle anında kalbim hızlı bir zelzele içerisinde tıkılı kaldı. Arkası bana dönük olan adam sağ omzunu yemekhanenin kapısına yaslamış öylece sessiz bir şekilde bekliyor haldeydi. Ahrar dalgın dalgın ayağının ucuyla yeri eşelerken ben ona doğru bir adım attım. Adım sesleri duyunca arkasına acelesiz bir şekilde döndü. Beni görünce çatılı halde olan kaşları daha da çatıldı. Hadi ama bu surat ifadesini beklemiyordum. Ben beni görünce sevinir, tebessüm eder zannettim. Ama hafif kızgındı bunu lacivert harelerinde görebiliyordum.

 

Yine ne olmuş da bu adam kızgındı böyle? Birkaç adım sonra karşısına geçince ilk önce beni baştan sona inceledi.

 

"Akşamı dışarıda mı geçirdin? Hâlâ üzerinde dün giydiklerin duruyor." dediğinde anında başımı eğip üzerimde olan kıyafetlere baktım. Ah evet dünkü kabustan dolayı kazağımı giymeden evvel gün içerisinde giydiğim giysileri geceliğimle değiştirmiştim. Alel acele gelince üzerimi değiştirmeyi de unutmuştum. Anında üzerimde olan kıyafetler yenisiyle değişti. Bu hareketimi Ahrar bıkkın bir nefes vererek karşıladı. Etrafımı kolaçan ettikten sonra konuştum.

 

"Gece uykum kaçınca dışarıya çıktım sonra sabah olunca geç kaldığımı görünce alel acele gelince fark etmemişim üzerimdeki giysileri. Söylediğin için sağ ol." diyerek ona tebessümle baktım. O ise tebessümüme bakıp başını ben seninle ne yapacağım dercesine salladı iki yana.

 

" Geceleri dışarıda olmaman gerekiyor. Bir dahakine artık dikkat edersen sevinirim. "diye uyarıda bulununca geçiştirmek için başımı salladım.

 

" Geçiştirme beni Emira iyiliğin için konuşuyorum. Bu başına buyruk hallerin sana zarar verir bunu istemiyorum. "diye endişeli bir halde konuşunca anında tüm yelkenlerim suya indi.

 

" Pekala anlaşalım ben kendime dikkat edeceğim sende beni bu şekilde kısıtlamaya son vereceksin. Bence adil bir teklif. "diye genişçe gülümsedim. Dudaklarım iki yana genişçe kıvrılınca gözleri anında dudaklarıma indi. Bir süre orada oyalandıktan sonra tekrar gözlerimi, gözlerinin hapsine aldı.

 

" Bakacağız Prenses. Sen önce kahvaltını et sonra dersine gecikme bunları daha detaylı uygun bir zamanda konuşuruz." diyince emredersiniz dercesine başımı sallayıp kapıya doğru ilerledim. Ayağımı fark etmesin diye ağrısına rağmen hızlı yürümeye devam ettim. Yemekten sonra bir durumuna bakacağım. Zaten şifacı gücüm olduğu için kısa sürede zaten iyileşecek ama kimse anlamadan iyleşse benim iyiliğime olurdu bu durum.

 

Birde gece vakti bu ayağımı nasıl burktuğumu yalan bir senaryoyla anlatmak istemiyorum. İçeri girdiğimde benim ardımdan hemen Ahrar girmedi ben yerime geçmiş yemeğimi yemeğe başladıktan sonra girmişti. Ah bu konuda bana olan sözünü tutması hoşuma gidiyordu. Ahrar masaya geçtikten sonra masada büyük bir mutluluk vardı. Gözlerimi devirerek bu hallerine baktım.

 

Gösterecektim onlara arenayı ben. Onların zihninde unutulmazlar arasında yer alacaktı

 

"Evet yarın akşam arena günü olacak. Tüm hazırlıklar başladı. Yarına kadar biter. O zamana kadar herkes hazırlıklarına başlasın. Arenada rakibiyle müsabaka yapacak kişiler son çalışmalarını yapsın. Davetliler ve yarışmalar için unutulmaz bir gün olacak arena. "diye sözünü tamamlandığında Süreyya hanım son cümlesine çokça hak verdim. Bakalım yaptıklarımdan sonra yüzleri nasıl bir ifadeyle şekillenecekti.

 

Ben sessiz sessiz kahvaltımı ederek onların konuşmasını istemeye istemeye dinlemiş oluyordum. Hepsi büyük bir hevesle yarın akşamı büyük iple çekiyordu. Benim aksime masadakiler çok mutluydu. O mutluluğu boğazlarına takılı kalan bir yumru gibi bırakmasını bilmez miydim ben.

 

Bakışlarım karşımda oturan Serra 'ya iliştiği anda onun da bana baktığını gördüm. Bir süredir yoktu ortalarda annesinin yanında bir müddet kalmıştı. Ama dün geldiğini bana Mera söylemişti.

Gözlerim onun gözlerini bulunca oradaki o şeytani parıldamalar daha da çoğaldı. Yine ne tilkiler dönüp dolaşıp duruyordu bunun zihninde?

 

Ona tahammülsüzlük akan bakışlarla bakarken o bunu umursamadı ve gereksiz bir heyecanla olduğu yerde kıpırdanıp durdu. Birazdan yayardı zehrini dışarıya. Bana ise dinlemek düşüyordu.

 

"Prenses Emira, siz de bu arenada yer alacak mısınız ?" diye soru sordu. Ama sesi alay doluydu. Vereceğim cevabı biliyor olmalıydı. Kuru bir hayır diyeceğimi sanıyordu. Ama yanılıyordu. Her zamanki gibi.

Sandalyede geriye yaslanarak bakışlarımı Serra 'ya çevirdim. "Hayır katılmak gibi bir amacım yok. Sadece o gecede bulunacağım. Bence bu bile yeterli olur ." sözlerimi bitirdikten sonra hemen Arın hocanın karşısında olan Zara konuşmaya başladı. Bana olan nefreti gerçekti.

 

Hatta bunu dışarıdan biri bile kolayca fark edebilirdi. Yaptıklarımı hala sindirmiş değildi. Gözleri beni yok etmek istercesine bakarken dudaklarından çıkan ses tonu bunu gizliyordu.

 

"Neden katılmıyorsun? Malum bu gösteriş yapanların gücünü sergilediği bir yarışma." dedi kinaye dolu sesiyle. Omzunu dikleştirip çatalında olan lokmasını ağzına atıp çiğnemeye başladı. Önce omzumu yavaşça silktim. Ve hemen önümdeki kahve bardağının sapını kavrayarak ellerimin arasına alıp küçük bir yudum aldıktan sonra geri masaya bıraktım bardağı ve gerçek düşüncelerimi tane tane dile getirdim anlaması için .

 

" Kendimi birilerine kanıtlama gereği hiçbir zaman duymadım Zara hanım . Neden mi? Çünkü kendimin farkındayım. Bu tür ucuz göşterişleri ucuz insanlar yapar ben değil. Bu arada bu yarışmaya sizde çok katılım gösteriyormuşsunuz sanırım. Yarın akşam da arenada olacak mısınız? . Şimdiden içtenlikle başarılar dilerim. " Sözlerimden hemen sonra tekrar kahve bardağına uzanıp ellerimin arasına aldığım bardağı dudaklarıma değdirip kahveden bir yudum daha aldım. Şimdi alay dolu bakışlarla ona bakan bendim. Ah kime kafa tuttuğunu hiç bilmiyordu. Nasıl bir kişiliğe bürünebileceğimi de.

 

Yarın akşam bir tek benim için iyi geçecekti.

 

Loading...
0%