Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23-Büyük Karar

@kumsallardagezen12

『Kim olduğun değil gün sonunda kime dönüştüğündür asıl gerçek olan. 』

 

 

 

Ruhun bizlere yansıttığı gerçekler vardır. Hissiyat gibi, acı gibi sürükleniş gibi. Yenilgi gibi...

 

Yalanların ve sırların kalıcı olduğunu artık düşünmüyorum. Neden mi? Çünkü sırları yalanlar ortaya çıkartıyor. Yalanlar sırların sızmasını sağlıyor. Peki şimdi siz söyleyin bir şeyler kalıcı olma özelliğini koruyabilecek mi sonsuza kadar? Bence hayır her şey belli bir zaman diliminde saklı açığa çıkmayı bekliyor.

 

Gün ışıklarını üzerinde hissetmek istiyor. Hiçbir şey karanlığın sonsuz hükmünde olmak istemez. Kararır yoksa. Her nefis bir yenilik mahkumundan başka bir şey değildir. İki ayrı çizgi belirler hayatı aydınlık ve karanlık. Acı ve mutluluk... Her şey bu iki ikilem arasındadır. Birini seçer birinden vazgeçersin. İkisini bir arada bulunmaz bulunamaz. Başaramazsın çünkü bunları bir arada tutmayı. Biri var olunca diğeri ortalıktan çekilir. İsteyerek istemeyerek.

 

Ruhların bağlı olduğu duygular vardır. Onunla ya iyileşir ya da yok olmaya başlar. Her alınan darbenin ya yüksek bir çığlığı ya da derin bir izi vardır. Ruh beden gibi yaralarını, hüzünlerini belli etmez. Saklamakta ustadır.

 

Kaybettirir kendini görünüre. Bulamaz anlayamazsın. Onarmaya çalışır ama o bile farkında değildir ki istese de alınan her darbe onun bir parçası olmuş ondan kopamaz hale gelmiştir. Her yaşanılan her varılan yerden bir izi alırsın acıyla mutlulukla. Ama alırsın. Unutmakta senin elindedir hatırlamakta. Ama unutmayı başarmak bir mucizedir. Zordur. Ama yapmaktan çekinmemek lazım.

 

Zihinde var olan uyuşmuşluk hissi nedir bilir misin? Ya da ne kadarını bile bilebilirsin? Tam bilinmez aslında ya da tam net söylenemez. Fakat yaşanır veya yaşatırız karşımızda olana . Ve bir de sanki bu biraz da hayali bir şeyi düşünmek gibi var değil ama var olduğunu düşünürsün.

 

Sence insanlar zihnini uyuşmuş hisseder mi? Yoksa bu bir yanılgının yansıması mı? Veya bunu hissettiğimizi düşünür gerçek sanarız? Peki bizler ne zamandan beridir normalliği bir kenara bırakıp insanı hissizliğe, acıya, kanamaya, kanatmaya böylesine alıştırdık ya da alıştık? Bunun başlangıcı ne zaman başladı? Durdurmakta geciktik mi yoksa daha yolun başında bekliyor muyuz?

 

Düşünmek her daim beni farklı bir boyuta sürükleyen eylemden öteye gidemedi....

 

Şimdi terasın balkonunda olan sandalyeye oturmuş soğuk ayazda düşünüyordum. Dünümü, bugünümü ve yarınımı. Neydim? Ne için burada kalıyordum? Beni buraya bağlayan nedenler nelerdi? Başımı yavaşça arkaya doğru yasladım.

 

Sandalyenin ucunda olan yaslı başım ağrıyordu. Olaylar beni ablukaya almıştı. Yaptığım yapacağım şeyler yoruyordu beni. Üzerimde olan elbiselerim ince olduğu için üşüyor hatta zangır zangır titriyordum ama bunu şu an pekte umursuyor gibi değildim. Önceliklerim vardı. Ve bunlar içinde ilk sırada başka şeyler bulunuyordu.

 

Kanıtlamak... Doldurulması gereken bir kelime. Herkes bu akşam düzenlenecek olan arenada kendini kanıtlamak için mücadeleler verecekti.

 

Acımadan karşısına geçen her kimse ona saldıracak yaralayacak belki de öldürecekti de. Ama fark edilmesi gereken bir husus vardı. O da rakiplerinin onların denginde olmaması. Burada kurmuş olduğum plan devreye girecekti ama daha vardı. Akşam olunca her şey istediklerim doğrultusunda ilerleyecekti. Ama tabii bunun getireceği şeylerde vardı tabi.

 

Ama şimdilik bunu umursamamayı tercih ediyorum. Ya da ertelemeyi. Her neyse! Üzerinde durulması gereken bu değil. Oturduğum yerden doğrulup terasın balkon korkuluklarına ilerledim ve karşısına geçince iki elim demir korkulukların üzerine yaslandı. Burası bana hapishaneyi andırıyordu. Sınırları çizilmiş kurallar çerçevesinde ilerliyordu herkes.

 

Bazı şeyler çok kısıtlanmıştı. Ve bazı şeylerinde çoktan değişme ihtiyacı vardı. Bakalım ben bunu başaracak mıydım? Uykum gelmediği için kendimi burada bulmuştum. Herkes çoktan bu akşam için erkenden uyumuştu. Arenayı sabırsızlıkla bekliyordu burada bulunanlar. Ne saçma ama?

 

Sesli bir nefes verip etrafı incelemeye başladım. Askerler dışında kimse bahçede yoktu. Onlarda vardiyalı olarak yer değiştiriyordu. Önlem konusunda Süreyya hanım çok titiz davranıyordu. Çok korumacı olduğu zamanlar oluyordu. Bazen aşırıya kaçtığı da. Hiçbir tehdit veya tehlikeli yoksa bu üst düzey önlem de neyin nesi oluyordu peki? Hala bazı şeyleri saklamakta çok inat ediyordular. Benim de haberim olsa daha iyi olurdu ama onlar saklıyordu ve saklamaya da devam edecek gibi gözüküyordu.

 

Bilmediklerimi mi düşünüyordular?

Esila 'nın varlığını çoktan öğrenmiştim. Öğrenmekle kalmamış onunla bizzat iletişim halindeydik isteğim dışında. Esila' nın amacı neydi bilmiyorum tam olarak ama benim iki amacım vardı. Onun amaçlarını yıkmak ve kendi planlarımı gerçekleştirmekti.

 

Arkama dönüp içeriye doğru hareketlendim. Teras kapısından içeri girip koridorda sessizce ilerlemeye başladım. Olduğunca sessiz oluyordum. Kimse uyanmasın kimse benim neden bu saatte uyanık olduğum anlamasın istiyorum.

 

Victoria 'ya planımdan bahsetmedim çünkü biliyorum ki bunu yanlış bulacağı için anında yapmamam için elinden geldiğince beni durdurmaya çalışacaktı. Ama ben bunu istemiyorum. Hatta Ahrar bile anlamasın diye ondan bugün olduğunca kaçınmaya çalıştım. Beni görmek istediği için odama bile gelmişti ama ben anında oradan uzaklaşmıştım. Ondan neden kaçtığımı bilmiyordu ve bu onu daha çok kızdırıyordu. Ama amacım gerçekleştikten sonra bunu zaten anlayacaktı.

 

Verilecek bir ceza olacaktı. Bunu az çok tahmin ediyorum. Ama ne olduğundan habersizim.

Sadece odama tıkılmak istemiyorum. Çünkü düzenli olarak o bulduğum kara orman yakınlarında olan kişisel kütüphaneye gidip gelmeye başladım. Şu ana kadar işe yarar bir şey bulamadım ama bulamayacağım anlamına da gelmiyordu.

 

Odamın olduğu kata gelince sessizce koridorda ilerlemeye devam ettim. Duvarda olan meşaleler sayesinde net bir şekilde ilerleyebiliyordum koridorda. Birkaç adım sonra odamın kapısına varınca tam kapıyı açıyordum ki ardımda duyduğum sesle sıçrayarak arkaya doğru döndüm.

 

Omzunu duvara yaslamış bana kızgın bakışlarla bakan Ahrar 'la karşı karşıya geldim.

 

"Gecenin bu vaktinde odanın dışında neden bulunuyorsun? Ve bugün neden bütün gün uzaktın?" dediğinde bu durumdan hiç hoşlanmadığını belli eden sesiyle. Hatta ondan uzak kalmaya çalıştığım için epey buna içerlenmiş gibiydi. Bedeni gerilmiş kaşları çatılmıştı.

 

Tam aydınlık olmadığı için lacivert harelerini seçemiyorum ama bu hareketimi sorgulayan bakışlarla bana baktığını tahmin edebiliyorum. Yaslı olduğu duvardan omzunu çekti ve duvardan uzaklaşarak bana doğru ilerledi. Sert adımlarla bana doğru ilerledi ve karşıma geçince sesli bir soluk verdikten sonra hafifçe başını eğip gözlerime bakıp şunları söyledi.

 

"Seni rahatsız edecek bir şey mi yaptım? Onun için mi bugün bütün gün benden kaçtın? Ortalıkta hiç yoktun diyebilirim de." dedi anlamaya çalışır gibi. Çünkü bu davranışıma sebep olabilecek bir şey yapıp yapmadığını tartıp duruyordu zihninde. Ama bir sebep bulamıyorum da.

 

Bir adım geri çekilip aramıza mesafe koydum. Bu onun daha çok kızmasın sebep oldu. Hatta kaşları daha çatıldı. Nasıl başlayacağımı bilemedim cümleye. Yanlış anlamasın diye dikkat ede ede cümleleri kurdum.

 

"Hımm. Aslında bu biraz benimle ilgili bir şey onun için bütün gün tek başıma kalmam gerekti. Bilip bilmediğini bilmiyorum ama ben bir tasarımcıyım, onun için tek kalıp çizimler yapan biriyim onun için bütün günü kendimi insanlardan izole edip, çizimim için sessiz bir ortam bulup oraya gittim. "diyince kısa bir süre sessiz kaldı ve söylediklerimi düşündü zihninin kara duvarları arasında.

 

" Onun için mi kuleden bir gece vakti çıkıp gidiyorsun bir yere. Nereye gittiğini de anlayamadım çünkü bir süre sonra izini kaybettirmişsin. "dediğinde anında ona doğru bir adım atıp sinirle konuştum.

 

" Beni takip mi ettiriyorsun! "diye sinirle konuşan şimdi bendim. Hah beyefendi üşenmiş takip etmemiş birde takip ettirmiş. Bunu daha önce vermiş olduğu derslerde söylemişti. Luyana ruhları... Onların görevleri bu efendilerine hizmet edip istediklerini yapıp birilerini bütün gün gözetlemek. Onların çevremde olduğunu anlamamıştım da. En kısa zamanda yapmış olduğum o kalkanı deveye sokup bir daha ne Ahrar 'ın ne de başka birilerinin hiçbir zaman beni takip edememesini sağlayacaktım.

 

" Güvenliğin için. "dediğinde rahat bir tavırla, anında onu iki elimle göğsünden ittim.

 

" Bunu yapmanı kim istedi senden! Kimse o halde bu bir daha olmasın Ahrar. Çünkü sonuçları kötü olur. Bu tarz şeyleri hiç sevmem. "dedim hala yaptığı şeyi idrak etmeye çalışarak. Ah bir dahaki sefere o ruhu yanımda göreyim sildirmez miyim onu ben bu dünyadan!

 

" Zarar görmemen için bunu yaptım. Neden anlamıyorsun ki! . "dedi benim şu anki yükselişime anlam vermeyerek. Bu şekilde bir tepki vereceğimi düşünmemiş olmalıydı.

 

" Kim bana zarar verecek?"dedim açıklama isteyen bir ifadeyle." Bunu bilsem yeterli gerisini bizzat ben hallederim. Kendimi kendim koruyabilirim sadece tehlike nereden gelecek onu söylesen yeterli olurdu! "dediğim anda sustu. Bir yeminin açığa çıkmaması için gösterilen gayreti bundan bahsetmemek için gösterdi.

 

" Peki o halde söylemeyeceksin sanırım. O halde benden bir şeyler saklayamayacağını anlayana kadar karşıma çıkma Ahrar Renas Arvas. Çünkü şu an sana tahmin edemeyeceğin kadar sinirliyim. Ve inan ki öfkem çabucak dinen bir şey değil." dedim ve onu kınayan bakışlarla süzüp arkama dönüp odama ilerledim.

 

Ben eğer ona kütüphaneyi söyleseydim anında o kütüphanenin varlığını Süreyya hanıma bildirecektir. Ama isteğime ulaşmadan kimsenin bundan haberi olmayacak ama Ahrar bilmem gereken bir şeyi benden saklaması hoş değil. Benim için gerekli olan bir bilgiyi etrafımda bulunan herkes saklıyor. Amaçları ne öğrenmesem korunaklı olacağımı mı düşünüyorlar? Ama yanılıyorlar. Ve ben onlara bunu da göstereceğim. Ne çok şeyi ispat etmem lazım buradakilere.

 

Odama girer girmez direk anın vermiş olduğu sinirle yatağıma sertçe kendimi bıraktım. Biraz uyumak sinirlerime gerçekten iyi gelecekti. Tabi Esila 'nın istilası olmazsa zihnime bu gerçek olabilirdi. O kadın artık sınırlarını çoktan aşmıştı. Onu gerçekten sertçe uyarmanın zamanı gelip çatmıştı bile.

 

Güne sıkıntısız bir şekilde uyanmıştım. Giysi odasında ayna karşısında durmuş kendimi izliyordum. Bunu burada çok sık yapıyor hale gelmişim. Ah bugün biraz zor olacağı için en sevdiğim rengi seçtim. Mor.

 

Üzerimde mor bir tulum vardı. Geniş parçalara sahip. Göğüs kısmı v yakalı ve bel kısmında ince bir kemer bulunuyordu. Çok dekolteli değildi. Sarı saçlarımı açık bırakmıştım. Ve saçlarımın her iki ucuna küçük siyah iki toka takılıydı. Kolyemi de isteğim üzerine elmas kısmı mor renkteydi. Siyah kısa topuklu botlarımı da giydikten sonra aynada tekrar kendimi süzdüm. Hazır olduğuma kanaat getirdikten sonra aynanın karşısından çekilip odaya geçip kapıya doğru ilerledim.

 

Şimdiden gerilim kokusunu buram buram soluyordum. Ah yapacaklarım gerçekten çok olay yaratacaktı. Umarım başımı büyük bir belaya sokmamışımdır. Keza umursuyor muyum diye soracak olursanız? Hayır hiç te umursuyor değilim. Bazı şeyler yapılmalı bende yapıyorum. Cezası caydırmak için olacak ama bu daha çok hayatın dikine gitmemi sağlayan bir faaliyet. Ama bundan kimsenin haberi yok ve olmasını da istemiyorum da.

 

Koridorda ilerlerken ardımdan duyduğum adımların kime ait olduğunu çoktan anlamıştım. Hala ona kızgın olduğumu sanıyordu. Ama hayır ben kızgınlık boyutunu atlamış hesabını soracak boyutuna ulaşmıştım. Ahrar yaptığı şeyin karşılığını alacaktı. Her şeyin bir bedeli vardı. Ve bir Emira atasözü der ki ;Acı çektirmeye, kin tutmaya meyilliyim.

 

Şimdi ise arkamdan sessiz sessiz geliyordu. Ah bu akşam onun için de planlarım vardı. Hayatımda ki adam olabilirdi ama unuttuğu bir şey vardı. Ben normal bir insan değilim ve o benim sınırlarıma sızarak beni huzursuz ederse ben ise onun sınırlarını yerle bir ederim.

 

Hiç oralı olmadan yemekhaneye doğru ilerleyip kapıyı açıp içeri girdim.

Ah ne güzel manzara! Herkes bugünkü arena için ne de mutlu. Ah çok yazık çok. Hepsi hüsranla sonuçlanacak. Onların akşam ki surat ifadesini görmek beni hüzünlendirecek gibi ya da hayır mutlu edecek. Artık bu adil olmayan arenaya bir değişiklik lazım ve o değişiklik benim sayemde gerçek kılınacak.

 

Bence bunu yapmak büyük kaos yaratacak ama kaosları severim.

Hele ki bunu yapan bensem bu büyük bir zevk veriyor. Burası gerçek anlamda gerçek beni açığa çıkarmıştı. Süreyya hanım demişti burada kal gerçek Emira 'yı bul. İşte ona gerçek Emira. Beni ben yapan nedeni o bana vermişti. Şimdi şikayet etmesi bence çok abes olurdu. Sahici bir tebessümle masaya yaklaşıp yerime geçip oturdum.

 

Herkesin tabi bakışları bana çevrilmiş bu gereksiz mutluluğumu sorguluyordu. Ah çok meraklanmasınlar akşam bizzat nedenine şahit olacaklardı. Şimdiden heyecan içerisinde bekliyorum onların yaptığım şeye karşı olan suratlarının alacağı ifadeyi.

 

Keyifli bir şekilde kahvaltımı etmeye başladım. Ben yerken yemeğimi bana sataşmadan duramayan Serra anında zehrini akıttı.

 

"Bu ne mutluluk Prenses. Sizi ilk defa böyle mutlu görüyorum. Sakıncası yoksa nedenini öğrenebilir miyim?" diye meraklı bir kedi ifadesiyle bana baktı.

 

Çayımdan bir yudum alıp bardağı tabağa bıraktıktan sonra hay hay dercesine başımı sallayıp dudaklarımı araladım.

 

" Kısa süreliğine bir ziyaret yapacağım. Ve uğrayacağım kişi hayatımda büyük bir yer aldığı için, onunla karşılaşmanın vereceği mutluluğunu yaşıyorum şimdiden ." dedim ve sırtımı sandalyeye yasladım.

"Şimdi merakın giderildi mi? Çünkü acelem varda." diye son cümlemi söyleyip masadan kalkmaya hazırlandım.

 

" Pek bir şey yemediniz Prenses. "diye sinirini saklamaya çalışır bir vaziyette konuştu Ahrar. Ah küçük bir kıskançlık krizi. Ne diyebilirim ki?

 

" Zaten kahvaltıya davetliyim Ahrar hoca."dedim hiç ona bakmadan anında yönümü Süreyya hanıma çevirdim.

 

" Arenadan önce orada olacağım merak etmeyin. "dedim. Anında Süreyya hanım başını salladı.

Hızlı adımlarla yemekhaneden çıkmış ve gideceğim yere gitmek için adımlarımı bahçeye çevirdim.

 

Asper krallığına küçük bir ziyaretim olacaktı. Ama bundan kimsenin haberi yoktu. Victoria'nın bile. Beni Asper kralı ne tesadüf ki kahvaltıya davet etmişti. Zamanlaması mükemmeldi. Aslında normal bir zamanda olsa geri çevirirdim ama şu an onunla yapacağım kahvaltıda söyleyeceğim şey için bir desteğe ihtiyacım vardı. Ve bu destek büyük bir ses yaratacaktı. Her şey tamda istediğim şekilde gerçekleşiyordu. Hiçbir engele takılmadan hemde.

 

Tam tamına üç saat boyunca isteğimi gerçekleştirmek ve bunu yasa haline getirmek için büyük bir çaba sarf etmiştim sonunda isteğime ulaşmıştım. Şimdilik kimsenin bundan haberi olmasın diye Asper kralından bunu saklamasını istemiştim. Beni kırmamış ve onaylamıştı.

 

Şimdiki yörüngem arenanın başlamasına kadar kişisel kütüphaneyi ziyaret etmekti. Orada bulabileceğimi düşündüğüm birkaç kitap vardı. Ya da olacağını tahmin ediyordum.

 

Kütüphaneye geldiğimde önceki haline göre derli toplu ve temiz olan kütüphanede raflara doğru ilerledim. Buradaki tüm kitapları önceden buranın sahibi harf sırasına göre sıralamıştı ondan dolayı ben sadece temizlemiş ve birkaç şeyin yerini değiştirmiştim. Gerisine pekte dokunmamıştım .

 

Bana yapılan bir büyüyü bozmak için burada o kitabı arıyordum. Aradığım kitapta onu bozacak büyü bulunuyordu. Üç zihin büyüsü. Evet artık Esila 'nın bu büyüyü yapıp benim zihnime sızdığını biliyordum. Üç zihnin büyüsünü bozacak büyüyü bulduktan sonra kimi aracı yaptığını bulacaktım. En zoru buydu şimdilik. Ya da öyle gözüküyordu.

 

Tam tamına burada her rafa dikkatle bakmış ve o kitabı aramıştım. Ama tabi bulamamıştım. Kitabı nedense sanki gördüğümü hatırlıyorum. Ama nerede gördüğümü bilmiyorum tabi. Yani yakın bir zamanda bir yerde kitaba denk gelmiştim ama nerede bilmiyorum. Ben burada gördüğümü düşünerek buraya gelmiştim ama kitap burada değildi.

 

Zihnimi yoklayarak iyice hatırlamaya çalıştım. Kütüphanede bir ileri bir geri gidip nerde gördüğümü tam net hatırlamaya çalıştım. Hatırlar hatırlamaz lanet okudum. Tabii ya onu Ahrar 'ın çalışma odasının rafında görmüştüm. Onun için ilk durağım burası olmuştu. Eh şimdi birde o odaya girmeye çalışacağım gizli gizli. Bakalım yakalanmadan bunu başaracak mıydım?

 

Ahrar ketumu şimdi kesinlikle odasını koruma büyüsüyle sarıp sarmalamıştı. Eh bende odasını gizli bir buluşma noktası olarak belirleyebilirdim. Yani orada hem bedel öderdi hemde ben amacıma ulaşırdım. Sonuçta kitabı çalmayacaktım. Kitabın sayfasına baksam yeterli olacaktı.

 

Ah umarım yaptığım şeyi anlamazdı Ahrar. Aslında zaten ona vereceğim ceza bunu engelleyecek gibi duruyordu. Plan içinde başka bir plan. Tam da bana göre! Elime yüzüme bulaştırmadan bitirirsem çok güzel olurdu. Olmazsa Ahrar 'ın dikkatini dağıtacak planlara başvurarak da bunu kolay yoldan halledebilirim de yeter ki o kitabı alabileyim.

 

Direk istersem fazlasıyla deşer konuyu. Ve bende bundan kimsenin haberi olsun katiyen istemediğim için buna izin vermeyeceğim. Burada bulamadığım için direk kuleye dönmek için kolyem fısıldadığımda anında kendimi odamda buldum.

 

Ahrar'ın odasına nasıl girmeyi başaracaktım? Ya da o varken nasıl o kitabı alacaktım bu çok zordu.

Çünkü en az benim kadar zeki bir adamla karşı karşıyaydım o odada. Odamda bir çözüm bulmak adına gidip gelirken nasıl ona hissettirmeye çalışmadan alabilirim ki o kitabı onun odasında? Düşün... Düşün...

 

Aklıma hiçbir şey de gelmiyordu ki! Olduğum yerde hareket etmeyi bırakıp olduğum yerde durdum. Anın gelişine bıraksam diyecektim de nasıl o hisstmeden alabilirdim ki kitabı odasından? Bir küçük buluşma yapsam odasında tüm dikkati benim üzerimeyken onu alamazdım.

 

Ama küçük bir kaza onun dikkatini çeker ve o oraya odaklanırken bende kitabı alırdım. İşte bu olabilirdi. Anında hemen odamda masanın üstünde duran boş kağıda onun okuyacağı büyülü bir kısa not yazmak için masaya doğru ilerledim.

 

Masaya ulaşınca anında yazıyı yazmış ve onun odasında görebileceği bir yere bırakılmıştı isteğim üzerine. Yazıyı bir tek o okuyabilecekti. Hemen anında gözlerimi kapattım ve açtığımda gözlerimi Ahrar 'ın odasının önünde buldum kendimi. Kolyemi bu yüzden çok seviyorum. Çünkü istediğim an istediğim yerde anında olabilmemi sağlıyordu. Ben hemen karanlık tarafa geçip kimse beni görmeden duvarın arkasına saklanıp onun gelmesini bekledim.

 

Ben sırtımı duvara yaslayıp sessizce onun gelmesini beklerken anında Ahrar 'ın çalışma odasının kapısı açıldı. Karanlık tarafta olduğum için ikisi de beni görmedi. Odadan çıkan iki kişi Serra ve Ahrar' dı anında sessiz olup onların arasında geçen konuşmayı dinledim çünkü Serra kapıdan çıkar çıkmaz adımı zikretmişti.

 

"Sonu gelecek Emira 'nın. " demişti sinirli bir şekilde. Ahrar ise onu sakinleştirmek için uğraşırken sessiz olmasını istiyordu ondan. Ama Serra onu umursamadan sinirli sinirli konuşmaya devam ediyordu. "Sakın yolundan sapma amacını unutma Ahrar. Yoksa sonuçları kötü olur biliyorsun değil mi?" diye uyarmadan da geçmemişti Ahrar 'ı. Dediklerinden pek bir şey anlamış değildim. Ahrar ise sessiz bir şekilde ona bakıyordu. Bir şey demedi. Serra ise onun bu tepkisizliğine sinirlenerek arkasına dönüp sert adımlarla ve söylene söylene uzaklaştı.

 

Ahrar onun ardından kısa bir süre baktıktan sonra odasına geçti. Bende anında karanlık taraftan çıkıp onun arkasından odaya geçtim. Ben odaya geçerken Ahrar bana sırtı dönük bir şekilde masasına doğru ilerliyordu. Ardından kapıyı açıp kapattıktan sonra sinirli bir şekilde konuştu.

 

"Serra yeter artık ne yapıp yapmayacağımı söylemek gibi bir haddin yok! Anladık artık iki de bir hatırlatma ne yaptığımın farkındayım. Sınırı aşıyorsun artık!"diye sinirli bir şekilde konuştu ve sesli öfkeli bir nefes verdi. Hızlı alıp verdiği nefeslerinden ötürü omuzları inip kalkıyordu. Öfkeli bir şekilde masaya ilerlerken iki elleri de yumruk olmuştu. Neydi onu bu kadar kızdıran?

 

Masanın yanından geçip sandalyeye oturup başını kaldırıp benim olduğum tarafa bakınca anında sinirli ifadesinin yerine şaşkınlık belirdi. Beni burada hiç ama hiç beklemiyordu. Anında şok olmuş bir ifadeyle baktı bana.

 

Burada olmam onu neden tedirgin etmişti ki? Ona doğru sessizce ilerledim. Masaya ulaşınca masanın köşesine oturup yavaşça bedenimi eğip ona baktım kısa bir süre. Bu hal ve hareketlerim onun daha da gerilmesini sağlamıştı. Ve bu daha çok merakımı cezb etti. Sorsam söyleyecek değildi biliyorum. Ama yine de sormak istedim.

 

"Ne için tartıştınız Serra 'yla ?" dedim bir gizem arayan dedektif edasıyla. Anında rahatladı ve omuzları hafifçe düştü. Bunun farkında değildi. Ama anında yakaladım. Hatta yüz ifadesi anında başka bir ifadeye yerini bıraktı. Gerginlik gitti ve yerine olayı geçiştirmek için takındığı sahte bir durgunluk geldi.

 

"İki kuzen ne için tartışırsa ondan dolayı bir tartışma yaşadık. Önemsiz bir şeydi." diye beni geçiştirmeye çalıştı. Ama inanmadım ama yansıtmadım da.

 

Bir şey saklıyordu. Diğerleri gibi ya da...

 

"Sıkma canını Serra durulur durulmaz anında gelip senden özür diler. Tabi o haksızsa." dedim ve onun oyununa uyum sağladım. Başka bir gizemi de çözmek görev olmuştu. Buna da sıra gelirdi muhakkak.

 

"Onu boşver de sen neden buradasın?" diye sordu bu sefer sahici bir ifadeyle.

 

"Küçük bir ziyaret yaptım olamaz mı?" dedim ve oturduğum yerden kalkıp arkama dönüp masanın karşısında olan sandalyelere doğru ilerledim. Tabi o esnada da gözlerim rafların üzerinde gezinip durdu. Sandalyeye yaklaşınca bakışlarımı sandalyeye çevirip oturdum. O ise sessiz bir şekilde beni izledi.

 

"Neden sandalyeye oturdun?" diye bu seferde sorunca omuz silktim.

 

"Odana her an biri gelebilir ondan sebeple." diyerek sorusunu cevapladım. O esnada öylesine bakar gibi odasında yani raflarda gözlerimi gezdirdim. Ahrar kitapların yerini değiştirdiği için bıraktığım yerde değildi kitap.

 

"Nasılsın?" diye sorup onun kafasını daha çok karıştırdım. Çünkü yapacağım şey için onun kafa karışıklığı yaşaması gerekiyordu.

 

"İyiyim de sen iyi misin?" diyince anında başımı ona çevirdim ve lacivert harelerine bakarak konuştum.

 

"Hiç bu kadar iyi olmamıştım. Bugün benim için çok güzel bir gün." diye manidar bir şekilde konuşmam onun kaşlarını çatıp daha çok sorgulamasına sebep oldu bu durumu.

 

"Bazen çok tuhaf olabiliyorsun." diye sakin bir sesle konuştu.

 

"Bu halime sevin çünkü normal olmamdan iyidir. Normal halim inan hiç çekilmez. Tanışmanı istemediğim bir halim. Çok ürkütücü olabiliyorum o an." der demez iki elini masaya yaslayıp bana başını iki yana sallayıp baktı.

 

"Başka bir Emira varmış gibi konuşuyorsun." dediğinde tebessüm ettim. Yok mu ki? Bence var ama bunu bilmiyor kimse. Sırtımı sandalyeye yaslayıp gözlerimi etrafta kısa bir süre gezdirip konuştum.

 

"Herkesin aslında başka bir tarafı vardır. Buna o kişinin görünmeyen yüzü diyebilirsin . Bunu etrafındaki insanlara göstermesi gerek. Çoğu kişi bunu göstermiyor ki. Sahteliklerle dolu bir dünya da yaşayan insanlarız bizler. Herkes sahtekar." dedim içten bir tebessümle. Ve yavaşça yerimden kalkıp ona doğru ilerledim.

 

" Yani ben yeri geldiğinde gerçek Emira oluyorum yeri geldiğinde takınmam gereken Emira kimliğini sergiliyorum." yürürken bunları söylemiştim. Daha çok kafa karışıklığı daha çok dikkat dağınıklığı yaratır. Sözlerimde bazı yerleri benim düşüncemken bazıları ise yaptıklarımı söylemekti. Ahrar 'ın yüzüne bakışlarımı çevirdim anında dalgın dalgın söylediklerimi tartıyordu. Sanırım önceki davranışlarımla şimdi söylediklerimi bağdaştırmaya çalışıyor olmalıydı.

 

Hedefe ulaşıldı. Sırada planı devreye sokmak vardı. Ahrar 'ın yanına gidince anında arkasında duran rafa ilerleyip sahteden orada bulunan şeyi kurcalamaya başladım. O ise bana doğru dönerek ne işler karıştırdığımı anlamaya çalıştı ama anlayamadı.

 

Raftan aldığım küçük kutuyu incelemiş gibi yaparak aklıma gelen soruyu sordum. Sırtı kapıya dönüktü. Yani kitabı alsam görmezdi. Kitap kapıya yakın olan raftaydı.

Beni dikkatle izleyen adama tebessümle bakındım. Tabi bu halime alışık olmadığı için ifade bulunmayan suratında sorgu dolu bakışlar yer edindi hızlı hızlı.

 

Başımı eğip sağ eline çevirdim bakışlarımı.

 

"Yüzüğün hediye mi?" diye sorunca anında bakışları yüzük parmağına çevrildi.

 

Ah evet olmuştu. Anında kolyeme fısıldadım ve kitabı anında olduğu raftan yok olunmasını sağladım yerine de geçici olarak başka bir kitap koydum. Olmuştu şimdi odadan uzaklaşmak için fırsat yakalamam lazımdı.

 

Ama önce bu yüzüğün varlığının nedenini öğrenmem lazımdı. Merakımı cezbeden bir sebepti. Bunun giderilmesi lazımdı.

 

"Ailemden hediye. Belki de başka bir zaman yani gelir mi bilmem ama o zaman anlatmak isterim. Tabi dinlemek ister misin o zaman bilmiyorum?"diye bilmece söyler gibi konuşunca bu sefer onu anlamayan bendim.

 

" Peki zamanı gelince anlatırsın şimdi benim gitmem gerek. Malum bu akşam için bir arena var ve benim orada olmam lazım. Sen gelecek misin? "diye sorunca evet geleceğim dercesine başını salladı. başını salladı.

 

" Neden ben senin gelmeyeceğini düşünmüştüm. Malum senin pek olmak isteyeceğin bir yer değil. "der demez anında cevap verdi.

 

" Sen oradasın ve içimden bir ses başını belaya sokacaksın diyor. Yani orada olmam lazım senin için. "diyince anında lacivert harelerine baktım. Gerçek ilgi kırıntılarına rastladım. Elimde olan küçük kutuyu yerine bıraktım.

 

" Peki sevgili Ahrar hocam arenada görüşünceye kadar hoşça kalın. "diye sakince konuşunca başını usulca salladı. Tam gitmek üzereyken anında elleri ellerimi buldu. Lacivert harelerinin hedefinde ellerim bulunuyordu.

 

" Küçük zarif ellere sahipsin. Ellerin ellerimin arasında kayboluyor neredeyse. Her şeyinle kusursuzsun. Bu daha düşündürücü oluyor çoğu zaman. Gerçek misin değil misin diye." dedikten sonra bakışları mavi harelerimi yakalayıp onu bir alevin evi sardığı gibi sardı.

 

Ateş tüm hücrelerimi ablukası altına almıştı. Her derin bakışı benim için bir boşluğa ışık yakan mumdan farkı yoktu. Her şeyiyle karanlık olan bir adam nasıl olurda benim karanlığımı çoğaltmak yerine onu aydınlatıyor? Bunu anlamış değilim. İkimizde karanlık tarafız ama birleşince ikimizden biri diğerine aydınlık oluyor. Tuhaf bu adam bana oldurmayanı oldurtuyor.

 

"Kusursuz değildim. Hiçbir zaman da olamadım. Zamanla kusursuz olmadığımı ve kusurlarımı fark edeceksin. Varlığın varlığımın yanında uzun süre kalınca." dediğim esnada sesli bir nefes verdi.

 

"Olabilir mi ki?" dedi ama daha çok kendine sorar gibiydi. O da hala bence şu an ki durumumuza alışmış değildi. Ben bile ara sıra eskisi gibi olacağımızı düşünüyorum. Ama onu görünce bana olan sevgi dolu bakışını, varlığını hissedince anlıyorum biz eskisi gibi olmayacağız. Daha ilerisi olacak. İkimizde çok şey için mücadeleler vereceğiz ama beraber. Umarım beraber.

 

"Beklemek lazım. Ne dersin?" diyince başını salladı sadece. "Peki artık gerçekten gitmem lazım. Arenada görüşürüz." dedim ve ellerimi ellerinin arasından çekip çalışma odasının kapısına doğru ilerledim.

 

Kapıyı açıp çıktıktan sonra odamda buldum kendimi. Yanımda getirmiş olduğum telefonla kitapta istediğim sayfaları çekip kitabın eski yerine gönderdim. Evet sıra sıra hedefime ilerliyordum. Engeller vardı ama açılmayacak kadar yüksek ve güçlü değildi. Sayfaları incelemeyi sonraya bıraktım çünkü planımı devreye sokmam lazımdı. Az bir vakit kalmıştı ondan dolayı acele etmem lazımdı.

 

Odamdan bu sefer mahzen kısmına geçmiştim. Özgürlük çanları çalıyordu zihnimde. Fazla yükseti hatta. Kıkırdamalarımı bile susturacak cinstendi. Ah bu geceki sürprizi görecekleri an onların fotoğrafını çekmek isterdim ama izlemekle yetinmek zorunda kalacaktım. Bu da iyiydi.

 

Mahzene ulaştığımda karanlıkta dikkatle ilerlemeye başladım. İçerisi çok havasız ve küf kokuyordu. Bu bile acımasızlıklarının göstergesiydi. Onlara onların anladığı dilden konuşma zamanı çoktan gelip çatmıştı.

 

Mahzende duvarlara tutuna tutuna ilerlemiş ve sonunda kadın erkek ayrı konuldukları hücreye gelince anında elimde olan anahtarla asma kilidi açıp onları özgür bırakmaya başladım. Mahzenin giriş kısmında duran askerler bizden habersizdi. Onlar kapıda boş olan hücrenin nöbetini tutarken ben hepsini kaçıyordum. Mahzene gelmeden önce saklama kalkanı yapmıştım. Bu sayede ne bizleri görecekti askerler ne de herhangi bir ses duyacaklardı.

 

Asma kilidi açar açmaz hepsi bana şaşkın şaşkın bakmaya başladılar. Olayı uzun uzun anlatırdım ama buna pek vaktimiz yoktu ,onun için direk hızlı bir şekilde anlatmayı tercih ettim. Tabii o esnada diğer erkeklerin bulunduğu hücrenin asma kilidini açmakla uğraşıyordum.

 

"Yasal bir kararla sizi buradan çıkartıyorum. Birazdan açılacak olan portaldan Asper krallığına gideceksiniz. Korkmayın sakın size zarar verilmeyecek onlar size geri kalan şeyleri anlatacak. Burada daha fazla durmamız iyi değil." demiştim soluk soluğa. Bir yandan da gelen olup olmadığına bakıyordum.

 

Omzumun gerisinden içeriye giriş kapısına bakınca bir hareketlilik görmeyince sevinmiş ve erkekler hücreden çıkınca anında portalı açmıştım. Hepsi korku ve tedirginliğin vermiş olduğu duyguyla hızlı bir şekilde portaldan geçmeye çalışıyordular. Son birkaç kişi de geçtikten sonra portalı kapatıp anında tekrar odama geri döndüm. Ah bakalım işler nasıl kızışacaktı?

 

꧅......... ꧅

 

Bazen güçlü durmak için duygularımı saklamaya çalıştığım anlarda farkında olmadan duygusuzlaştığım oluyordu. Ama bunun farkında mıyım diye soracak olursanız? Bazen fark edemiyorum. Taki karşımda olan kişinin yüzünde gördüğüm hayal kırıklığını fark edinceye kadar. İşte o an yaptığım şeyin farkına varıyorum. Ama bu tabi bazen bir şeylerin değişmesini sağlamıyor da. Sadece pişmanlık hüküm sürüyor. Ve sonra o yavaşça zihnime kazınıp orada asılı bir ceset gibi sallanıp duyuyor.

 

Siyah ölüm çiçeğiyim ben. Dokunduğum dokunmak istediğim insanların yaşamlarına müdahale edip onları öldürüyorum. Yavaşça ya da hızla. Ama sonu hep ölüme çıkıyor. Acı çekmek yaşamımdan ayrılmayacak bir parça gibi. Bazen aynada uzun uzadıya bakıyorum kendime. Bu son zamanlarda yaptığım en alışılmadık alışkanlıklarımdan biriydi.

 

Bir diğeri ise uyku tutmayınca Ahrar 'ın odasına gitmekti. O bunu bilmiyordu çünkü bedenimden ruhum ayrılıyor ve onun odasına gidiyordu. Onu kısacık bir zaman diliminde izliyor sonra ruhum bedenime geri dönüyordu. Artık bedenim ve ruhumun bağının ucunu bulmuştum. Ara sıra bazen ruhum bedenimden ayrılıp başka bir yere özgür bir şekilde gidiyordu. Tabii o sırada bedenim eğer neyle meşgulse ona devam ediyordu.

 

Eğer kitap okuduğum anda ruhum bedenimi terk ederse bedenim hiçbir şey sezdirmeden anında kaldığı yerden devam ediyordu neyle uğraşıyorsa. Artık ikisi de birbirinden kopuk bir şekilde devam ediyordu.

 

Ama bu sadece bir gün için geçerli çünkü ikinci güne kadar ruhum bedenime dönmezse ondan bağımsız olacak ve oraya dönmesi zorlaşacak çünkü bedenim onu kolay kolay kabul etmeyecektir. Bu ise onun tehlikeli yanı. Zaten bunu kısa tutuyordum. Genelde daha çok acil bir şey olunca ve uyku tutmazsa merakım yenik düşüp Ahrar 'ı ziyaret etmek istersem bunu yapıyordum.

 

Gerçek ana geçiş yapmam etrafımda yankılanan seslerle eş zamanlı oldu. Arena için tüm hazırlıklar bitmişti ve biz kulenin ön bahçesine düzenlenmiş arena için platformun arasında duran yerlere geçmiştik. Arena alanı geniş olduğu kadar uzundu da. Ön bahçe arena için genişlik ve büyüklüğü açısından uygun olacağından ön bahçeye kurulmuştu arena platformu. Yapılacak arena birkaç etapta oluşuyordu. Ben ise biraz daha gerilerde olan yere geçmiş uzaktan uzağa onları seyrediyordum.

 

Herkes arenada yarışacak olanları net görmek için daha ön kısımlara geçmişti. Benim bulunduğum kısımda az tük kişi vardı. İşime gelirdi. Gereksiz kalabalığı hiç sevmezdim zaten. Oturduğum yerde herkesin yerlerine geçmesini bekliyordum. Sırtımı rahatsız tahta sandalyeye yaslayıp arenanın başlamasını ve başladığı gibi bitmesini istiyordum. Sıkıntıdan etrafı incelemeye başladım.

 

Arena alanında kullanılan süslemelerin renkleri ise kırmızı ve siyahtı. Net bir şekilde yarışmacılar görülsün diye her köşede yanan meşaleler vardı. Çalışanlarda buradakilere servis yapıyordular. Herkes fazla heyecanlıydı. Şu an ki ortamda yüksek dozda adrenalin ve heyecan vardı. Hatta çalışanlar bile nedense bu arena için büyük bir ilgili duyuyordu. Hepsi servis yaparken etrafı ışıldayan gözlerle izliyordu. Mera zaten başlı başına bir merak sembolü o çipil çipil gözleriyle buradaki herkesi inceliyordu.

 

Tek iki kişi hariç çünkü onlardan fazlasıyla çekiniyordu. Zara ve Tarsis kralı. Ara sıra gözleri Kiran 'o buluyordu ama saniyesinde göz göze gelince ondan bakışlarını çekiyordu. Ah bu tatlı şapşallar. Sevgilerini bile rahat yaşayamıyordular. Merak etmesinler onların da sırası geldiğinde bu kaçamak bakışları sona erecekti. Onlardan bakışlarımı çekip etrafta bulunana diğerlerine çevirdim.

 

Askerler bizden biraz uzakta arenanın etrafında dizilmişti. Herhangi bir sıkıntı olduğu anda kolayca müdahale edebilmek için. Ama kaygılanmasınlar zaten iç savaş birazdan başlardı. İki taraf olacaktı. Tek tarafta bulunan ben, diğer karşı tarafta bulunan herkes. Savunmam çoktan hazırdı. Bakalım onlar bunu kabul edecek miydi? Yaşayıp görecektim.

 

Sonunda herkes yerlerini almış ve gürültüler çoğalmıştı. Nedense herkes kıpır kıpırdı. Ben ise duygusuzca onları gözlemliyordum. Tek benim olduğum sıra boştu. Diğer her sıralar hepsi dolup taşmıştı. Çok uzak olduğu için kimse benim oturduğum sıra basamağını tercih etmemişti. Hatta bizimkiler bile. Victoria Süreyya hanımın yanında bulunuyordu. Varisler ise kendi gruplarıyla farklı farklı sıralarda oturuyordu.

 

Kiran ve Tarsis Kralı ise en önde oturmuştu. Tarsis kralı yanında bulunan Lord Yelit 'le sohbet ederken, Kiran' ın odağında olan kişi Mera 'ydı.

 

Zara ise Süreyya hanımın yanında duruyordu aynı Victoria gibi.

 

Herkesin heyecanlı nidaları, hislerini bizzat duyuyor hissediyordum. Ve bu rahatsızlık veriyordu.

 

Arena başladı.

 

Askerler yüksek sesle arenanın başladığını bildirince arenada yer alacaklar hazırlıklar için biraz ileride olan alana geçtiler. Orada arena için kullanılması gereken alet edevatlar bulunuyordu.

 

Ah seyir keyfi şimdi başlıyordu.

 

Yarışmada yarışacak olanlar hazırlıklarını yaparken. Sümbül hanım aceleci adımlarla Süreyya hanıma doğru ilerliyordu. Imm sanırım sorunu anlamış olmalıydılar. Süreyya hanımın yanına ulaşınca izin istedi ve kulağına eğilip olanları korku ve şaşırmış yüz iadesiyle anlatmaya başladı. Süreyya hanımın sırtı bana dönük olduğu için yüzünü göremiyordum. Anında olduğu yerden kalkıp direk kuleye doğru ilerledi. Onun hemen ardından da Ahlas bey.

 

Saçlarımı omuzlarımın gerisine usulca atıp herkesin gerilen an içerisindeki davranışlarını incelemeye başladım. Sıkıldığım için sağ ayağımla bir ileriye bir geriye doğru ritm tutmuştum. Ah hadi iptal olduğunu söylesinlerde odama çekileyim.

 

Süreyya hanımın kuleden çıktığını ben ve diğerleri görünce onun bize doğru yaklaşmasını bekledik. Sonunda tam arena alanına gelince sesli alıp verdiği nefesleriyle konuşmaya başladı. Herkes pür dikkat ona kulak kesildi.

 

"Bir sorun var." dedi burnundan solur bir halde. Gözleri Süreyya hanımın mahcup bir şekilde etrafta olanlar üzerinde gezinip durdu. Ardından derin bir nefes alıp tekrar konuşmasına devam etti. "Arenada karşı tarafta olanlar yani esirler olduğu yerde yok." der demez anında her taraftan olumsuz yüksek nidalar duyuldu. Süreyya hanım elini hafifçe kaldırınca herkes istemeye istemeye sustu.

 

"Nasıl ortadan kaybolduklarını bilmiyorum ve belli de değil nasıl hücreden çıktıkları ."dedi ve arena alanında bir adım öne çıktı.

 

" Herkesten özür diliyorum bu sorun için. Maalesef ki arena bu yıl burada olmayacak. "dediğinde kimseden ses çıkmayınca anında ben oturduğum yerde Süreyya hanıma gözlerimi çevirip herkese hitaben konuştum.

 

" Olmamasına sevinen tek taraf ben oluyorum sanırım. "diye cümlemi bitirince herkes bana doğru döndü. Bir anda odak noktası olmam küçük bir heyecan yaratmadı desem yalan olur.

 

" Sen... "diye öne atılıp konuşan Serra oturduğu yerden kalkıp bana doğru yönünü çevirdi. Anında herkes Serra 'ya baktı. Benim gibi.

 

" Evet ben? "diye başımı omzuma yatırarak ona baktım.

 

" Eminim ki bu senin işin. Senden başka kimse bu işi sessiz ve kolayca başaramaz. Sen arena olmasın diye o esirleri kaçırdın. "diye bağırdı o anda anında derin bir nefes alıp verdim. Ah mahkeme başladı çoktan. Ben daha konuşmadan konuşan kişi Süreyya hanım oldu.

 

" Bu doğru mu Emira? diye araya girince kısa bir süre gözlerine tüm soğuk bakışlarımla baktı. Anında olduğum yerden doğrulup yavaşça aşağı inmeye başladım o sırada biraz ileride olan askere baş işareti yapınca anında Süreyya hanımın yanına gidip elinde olan kağıdı ona uzattı. Kağıdı alan Süreyya hanım kağıtta yazılanları okumaya başladı. O okurken ben herkesi aydınlattım. Her basmak gibi olan oturma alanından inişimde yüksek sesle konuşuyor ve olanları anlatıyordum.

 

"Evet Serra esirleri ben aldım mahzenden." dedim ve nefretle zikrettim onu da ismini. "Neden diye soracaksanız söyleyeyim. Bu adaletsiz olan arena yarışına son vermek için."diye iğneleyici bir şekilde konuştum." Sizler için fark etmez ne de olsa ama ben insanım ve bu yarışma dediğiniz şey bir ölüm alanı bende buna bir son verdim. "diye konuşurken Turul bey tam hiddetle konuşmaya başlayacağı anda elimi yukarı durun dercesine kaldırdım.

 

" Kim olarak mı Turul bey? Moritanya prensesi olarak bu saçma arenaya son verdim. Süreyya hanımın elinde olan belgede bu yazılı halde."dediğimde anında olduğu yerden harekete geçip Süreyya hanımın yanına ilerledi.

 

Ve onun elinde tuttuğu belgeyi alıp okudu. Tabi kral mührü ile damgalanmış emri görünce sadece olduğu yerde köpürdü durdu. Bir şey diyemedi. Ben ise arena kısmına çoktan gelmiş ve herkese sırasıyla bakıp cümlelerime devam ettim.

 

"Bundan sonra yapılacak tüm arenalarda eşit şartlarda yarışmacılar olacak. Adaleti bu şekilde sağlanması için elimden geleni yaptım. Ve Asper krallığında bunu mahkeme salonunda konuştuk yani artık adaletsiz yapılan her müsamelerde bunun bir cezası olacak. Sizde buna uyun yoksa büyük bir cezası olacak caydırmak için. Bunu bu sabah yasa haline getirdim. Ve buna mutlak suretle uymak zorundasınız . Bence her şey net ve açık. Evet şimdilik benden bu kadar bu gereksiz akşama son verme zamanı geldi. "dedim ve arkama dönüp ilerleyecekken Süreyya hanım öfkeli ama bunu saklamaya çalışır bir vaziyette bana seslendi.

 

" Arena olacak Emira ve sen de bizzat bu arenada yer alacaksın. "dediğinde ona doğru dönüp baktım. Sınırlarımı zorlayacaktı bu akşamın bedelini ödetmek için.

 

" Peki tamam."diyince peki dercesine başını salladı Süreyya hanım. Ama öyle kolay değildi. Bugün herkese tek tek haddini bildireceğim.

 

" Ama tabii bir şartla yarışma ben ve diğerleri arasında olacak. Ve ayrıca 3 aşamadan sonra en sona kalanla bizzat ben karşı karşıya geleceğim kazanana ise sizler ödülünü verirsiniz.. Önce ön eleme olacak sona kalan 4 kişi kendi arasında yarıştıktan sonra yarı finale kalan 2 kişiyle ben bizzat teke tek karşı karşıya geleceğim. "diyince etrafta sessiz çığlıklar koşuşturdu.

 

Onlar bunu istemişti. En zorunu olduracaktım. Çünkü en iyi acı veren en zoru olandı. Şartımdan sonra tabi ortam biraz gerilmişti. Çünkü kimse bendeki gücün farkında değildi. Bazıları küçümserken bazıları tedirginlik duyuyordu. Hiç sorun değildi. Gece sonunda her şey netlik kazanacaktı.

 

Ben arenadan biraz uzak olan ağaca sırtımı yaslamış biraz ileride finallere kalmak için uğraş verenleri izliyordum. Yanımda ise Victoria beni azarlıyordu. Dinliyordum ama ona herhangi bir tepki vermiyordum.

 

"Emira bu gece ne yaptığının farkında mısın acaba?" diye hala olayın farkına varmamı bekleyen bir ifadeyle konuştu.

 

"Evet farkındayım." diye kestirip attım.

 

"Hata yapıyorsun ve bu hataların senin canını yakacak. Bu gece ne yaptığını ve kimleri karşına aldığının umarım bilincindesin?" dedi korkuyla. Başımı yana çevirip ona baktım. Sesimdeki o soğukluk bir acının açığa çıkışını simgeliyordu.

 

"Evet. Peki sen şunun farkında mısınız? Kimseyi karşıma almadım." dedim bedenimi de ona çevirip bir adım ona yaklaşıp konuşmama devam ettim. "Çünkü kimse safımda yer almıyordu zaten. Her şey bir koşuldan ibaretti. Ve ben bunu bozdum." dedim gözlerine son kez baktıktan sonra tekrar arenaya doğru döndüm.

 

" Peki. Arenada bugün kimin olduğunu biliyor musun?" diye sorunca evet dercesine başımı salladım.

 

" Lokal Fakul. Namı değer arenaların vazgeçilmez ismi. Onun kim olduğunu neler yapacağını, yapabileceğini biliyorum Victoria." dedikten sonra sesli nefes verdim. Karşımda olan dövüşü izlerken gözlerimi devirdim. Kan akıtmaya meyilli olan insanların arasındaydım. Kendi adıma üzülüyorum. Çünkü bunlara benzemek istemiyorum ama bulaşıyor onlardan bana benden de dünyaya. Odağımı onlardan çekip tekrar Victoria 'ya çevirdim.

 

" Ama sen ve diğerleri bugün ne yapacağımı bilmiyorsunuz. Ve benim amacım başka ve bu amaç için her şeyi göze alırım ölümü bile." diye cümlemi bitirdim. İçimde bir acı kalıntısı vardı. Ve bu acı bir canavara dönüşeli çok olmuştu. Her bilinmeyen bende bir öfke yaratmıştı. O gün bugündü. O canavar açığa çıkacaktı. Arkamı dönüp buradan kısa süreliğine uzaklaştım. Finale kadar yapamam gereken şeyler vardı. Onları halletsem iyi olurdu.

 

꧅........... ꧅

 

Sonunda finale iki kişi kalmıştı. Bunlardan biri her zaman finalleri gören kişi Lokal Fakul ve Gerul adında bir generaldi. İşlerimi bitirir bitirmez tekrar arena alanına gelmiştim. Şimdi eleme turu yaparken iki farklı eleme turu vardı ve bunlar benim isteğim üzerine daha da zorlanmıştı.

 

İlk tur anında gizli bir şekilde etraftan size doğru gelen bıçakları kapalı gözlerinizle püskürtmekti. Ama bu normal bıçaklar boyutunda değildi her saniye içerisinde boyutu değişen farklı yapıda olan bıçaklarla tur devam edecekti. Adrenalini severdim bakalım onlar sevecek miydi? Bu turda elenen kişiden sonra finale kalan iki kişi arasında daha zor bir kapışma olacaktı.

 

Eğitmen Hazel oyunda olan turdan bahsederken herkesin şaşırdığını ve yükselen itirazları duydum. Hepsi bu turun riskli olduğunu iptal edilmesini istedi. Ama turun bu şekilde yapılmasını ben istediğim için itirazları geçersiz oldu.

 

Bakalım şimdi onlar ölüm korkusuyla karşı karşıya kalsınlar. Eğer ben bugün bu arenada olan o adaletsizliği bozmasaydım. Buradaki esirlerin yaşayacağı şey bu ölüm korkusu olurdu. Ben hem bunun önüne geçtim hemde onlara unutulmaz bir arena günü yaşatacağım. Ölümden korkmak ne demek anlasınlar bakalım.

 

İlk turda yarışan kişi General Gerul oldu. Gözlerini benim istedim bandajla kapatan askerler onun yanından uzaklaşınca anında arenaya doğru ilerledim ve onun karşısındaki yerimi aldım. Umarım yararlanamazdı. Ölmesini engelledim ama yaralanmasını asla çünkü bu arenada toplam 10 esiri öldürdüğünü öğrenmiştim. Bugün ona pek iyi davranmayacaktım. Olduğum yerde kıpırdamadan durmuştum. Tek yaptığım istemek ve oldurmasını sağlamaktı kolyemden.

 

Etrafımda bulunanların bana yönelik olan düşüncelerini ve hislerini öğrenmek benim bu işten daha zevk almamı sağlıyordu. İlk kez buradakiler bana bakınca tedirginlik yaşıyordu. Artık o küçümseyecekleri prenses değildim bu gece onların gözünde.

 

Turul bey bile ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Amacım basitti. Yaşattıklarını onlara hem yaşatıyordum hem de hatırlatıyordum. Bir taşla iki kuş. Dikkatimi karşımda gözleri kapalı halde dimdik duran adama çevirdim. Kendinden çok emindi. Bunun son bulmasını sağlayacaktım. Dışarıdan bakıldığında güçlü ve kabiliyetli duruyordu.

 

Bu yarışmayı tamamlayacağını düşünürdüm bende herkes gibi. Ama şu an zihnimde dönüp dolaşıp duran tilkiler onu fazlasıyla zorlayacak pes ettirecekti. Çünkü finale ben has adamın gelmesini istiyorum. Çok can almıştı bende onu çok zorlayacaktım. İtibarı yerle bir olduğu kadar yaptıklarını herkese duyuracaktım. Bugün hesap verme günüydü onun.

 

General Gerul hala sessizce bekliyordu. Onu daha fazla beklememek için anında harekete geçtim.

 

Anında sağ tarafından bir bıçak ona doğru geldi. Bıçağın gelme sesini duydu ve anında harekete geçti. Arkasına döner dönmez onu geri püskürttü. Soluk soluğa arkasına dönmüş yere düşen bıçağın çıkardığı sesi dinledi. Başımı yana yatırıp baktım ona. Güzel savunma bakalım iki bıçağı da geri püskürtebilecek miydi? Neden deneyip görmüyoruz ki? Eğlenmeye yeni yeni başlamıştım.

 

Sağ ve solundan iki bıçak anında ona doğru gelince anında hızlı bir manevrayla ikisinden de kurtulmayı başarmıştı. Hımm güzel hareket. Ellerimi arkamda birleştirip zihnimdeki fikirleri faaliyete döktüm. Peki şimdi ise seri atışlara geçelim. Anında hızlı hızlı bir şekilde bıçaklar ardı ardına ona doğru sağdan soldan gelmeye başladı. İlk üç bıçağı kolayca savurmayı başarmıştı ama diğerleri daha hızlı gelince onun sağ bileğini derin bir şekilde derin bir şekilde kesmişti .

 

Hımm şimdi işler kızışmıştı. Bileği kesilince anında öfkelenmiş ve bu öfkesi onun daha derin yaralar almasını sağlamıştı. Ve bu onun ister istemez diskalifiye olmasını sağlamıştı. İki bileğini de uzun bir süre kılıç kullanmak için kullanamayacaktı. Tüh ne büyük acı! Gerul elendiği için Lokal bir diğer etaba direk geçmişti. İlk etabta yarışmadan.

 

General Gerul anında askerler yardımıyla arena alanından revire götürülmüştü. Ben ise hiçbir duygu kırıntısı bile yansıtmayan yüz ifademle arenayı izleyenleri gözlemledim. Hepsi benden bunu beklemediği için şaşırmış ve beni ürkütücü buluyordular. Hepsi çok basit geçecek bir arena mı bekliyordular? O vakit büyük bir yanılgıyla bizzat karşılaşacaktılar. Adalet yoksa burada bende kendi adaletimi sağlarım. Ve benim ki daha acımız olur aynı biraz öncesi gibi.

 

Sıradaki Lokal Fakul'du. Bu adamı bugün burada yerle bir edeceğim. Çünkü onun o acımasız tarafı bugün benim zalim yönümle yerle bir olacaktı.

 

Arena alanına ikimizde geçtik. İkimizde gözleri bağlı olarak karşı karşıya gelecektik. İkimizin elinde iki kılıç ve gözleri bağlı iki insan. Benim kılıcım sıradan bir kılıç değildi bunu bana ders aldığım savunma hocam hediye etmişti. Üzerine ise ismim kazılıydı.

 

Ona nefretle bakıp sözlerimi söyledim.

 

"Senin adına üzülüyorum neden mi? Kolyenin hiçbir gücünü kullanmayarak seni senin yaptıklarınla alt edeceğim. Dikkatli ol."dedim. Ama o hiç umursamadı.

 

" Öylemi o halde göster marifetini prenses "dedi . Ukala bir pislikten fazlası değildi. Anında gözünü bandajla kapatıp yerini aldı. Gülerek başımı iki yana salladım. Ve gözlerimi bandajla kapattım. Sesli bir nefes verdim.

 

" Küçümseme eylemi ne de iğrenç bir şey. Dikkat et. Gölgen bile senin hızına yetişmesin, değmesinler ruhuna." diyince onun sesli bir şekilde yutkunuşunu duydum. Ah biliyordu.

 

O adamdan ders aldığımı ve o adamın her öğrencisinin ne koşullarla en iyi olduğunu. En iyi dövüş ustasından ders almıştım. Bunu sağlayan Lord Yelit'ti. Usta Abrah bana çok şey öğretmiş ve beni en iyi seviyeye ulaştırmıştı. Bir tek benim bugünü nasıl bitireceğimi bilen Lord Yelit 'ti. Hayır geleceği gördüğü için değil. Benim neleri yapıp yapmayacağımı bildiği için. Bugün zaferi benim elde edeceğimi biliyordu.

 

"Senin için üzgünüm ama seni bugün yerle bir edeceğim." der demez anında bana karşı atıldı. Ah sabırsız biri işimi kolaylaştır bu hali. Anında kılıcımla onun saldırı girişimini etkisiz hale getirdim. Hiç saniye kaybetmeden tekrar kılıcını savurdu. Ben hiç bir saldırı girişiminde bulunmayarak sadece onun saldırılarını püskürtüyordum. Bu onun daha öfkelendiriyor ve daha sert darbelerle bana karşı kılıcını savuruyordu. Sadece olduğum yerde bana olan saldırısını önlüyordum.

 

Buna kızmış olmasından dolayı anında yüksek sesle bağırdı.

 

"Karışlık ver prenses!" diye öfkeli solukları arasında konuşurken anında peki dercesine başımı salladım. Hemen tüm gücümle kılıcımla ona atıldım. Ondan katbekat bir güçle ona saldırınca anında yoğun güçle kılıcımdan gelecek darbeyi zorlukla karşıladı ve birkaç adım geriye gitti. Anında hızla kılıcımı geri çekip sağ elimi arkaya götürdüm ve nefes alış verişlerimi kontrol altına alıp ondan gelecek saldırıyı bekledim.

 

O sırada ise sessiz bir şekilde yerimden hareket ediyordum. O da benim gibi etrafta duyulabilecek seslere kulak kesilmişti ama ben ona göre çok sessiz hareket ediyordum. Bu onun duraksamasını sağladı. Birkaç adım sonra arena alanında onun tam arkasına geçmiştim.

 

Bunu hissediyordum. Çünkü nefes sesleri duyuyordum ama biraz uzaktı bu da onun bana sırtını döndüğünün göstergesiydi. Zaman kaybetmek istemediğim için kılıcımı savurmadan buradayım diye bağırdım. Direk Lokal arkasına dönüp benim kılıç darbemi kılıcıyla karşıladı. Yara almaktan kıl payı kurtuldu. Ama bu gece sonuna kadar böyle devam etmeyecekti.

 

Ondan sonrası seri bir şekilde gelişti. Sert darbelerimle ona saldırıyor bir an bile dinlenmesine izin vermeden onu yormaya ve düşünmesine izin vermiyordum. Olabildiğince hızlı davranıp onun benim darbelerime anında karşılık vermesini önlemeye çalışıyordum. Şimdiden yorulmuştu. Çünkü tam tamına 8 dakikadır hiç dinlenmeden ona karşı saldırı girişiminde bulunuyordum.

 

Kılıcını savurduğu anda tam boynumun hizasında geçeceği ve boynumu kesecekken refleksle eğilip kılıcın boynumda iz bırakmasını engelledim. Lokal ise anında hızını alamayıp tekrar kılıcı savurdu. Bu sefer kılıcı belime doğru savurduğu anda yukarı doğru takla atıp kılıç darbesinden kurtulup sertçe yere ayak bastım. Bu sefer ben ona kılıcımla saldırdım.

 

Hiç acımadan kılıcımla onun sağ omzuna isabet etmek istediğim için doğru açıyla kılıcımı ona doğru sertçe savurdu. Kılıç sert bir şeye temas etti. Onun kısık inlemesini duyunca doğru bir isabet yaptığımı anladım ve hiç zaman yitirmeden direk bu sefer ise tekrar sertçe kılıcı öne savurdum. Ama bu sefer direk herhangi bir yere doğru savurdum. Immm sanırım bel boşluğuna gelmişti. Çünkü eğildiğini hissettim. Kılıçla ikinci darbemde etkili bir yere isabet etmişti.

 

İki kere yaralanmasından ötürü siniri gerilen Lokal anında tüm öfkesiyle kılıcını sertçe yaralamak için bana savurmaya hazırlanırken ben ise almış olduğum derslerin hakkını vererek saniye içinde hiç soluk bile almadan saldırılarıma devam ettim.

 

Tekrar yaraladığım bel boşluğuna kılıcımla derin bir çizik attıktan sonra bu sefer elinde tuttuğu kılıcını düşürmek için sertçe saldırdım. Aldığı yaralardan ötürü güç kaybeden Lokal 'ın boşluğundan yararlanıp elinde tuttuğu kılıcını düşürmesini sağladım. Yüksek sesle bağırdım. O kılıcını düşürürken ben göz bandajımı açtım.

 

"Bence şimdi yumrukların konuştuğu bir müsabaka olsun ne dersin?" diye konuştuğumda anında o da göz bandajını açtı. İlk birkaç saniye ışığa alışmaya çalıştı. Ah ben o kadar bu antrenmanı yapmışımdır ki artık alışmaya gerek bile duymadan direk karşımda olan rakibime saldırı girişiminde bulunabilirdim.

 

Işığa alıştığı gibi sert adımlarla bana ilerledi ve yumruk yaptığı sağ eliyle yüzüme doğru yumruk atmaya çalıştı. Ama başaramadı. Anında yumruğundan kurtulup ben ona o daha benden uzaklaşmadan sert bir yumruk attım. Ah ayarı biraz fazla kaçırdığım için birkaç adım geriye doğru sendeledi. Bir sonra ki biraz daha sert olmalı o vakit.

 

Anında başını sağa sola çevirip direk bağırarak bana doğru yürüdü ve hızla yumruk yaptığı sağ eliyle yüzüme yumruk atacağı an sağ elimle onun yumruğunu sertçe tuttuğum gibi sertçe başımla ona kafa attım. O kadar sert attım ki anlım feci bir ağrıyla sızladı.

 

"Ah pardon biraz ayarı fazla kaçırdım. Bir dahakine ayarı ayarlarım." dedim sesli bir şekilde gülerek. Gülmem onu tabii ki sinirlendirdi.

 

"Sana acımayacağım prenses." dedi neredeyse tükürürcesine. Etme dercesine baktım.

 

Bu hareketime sadece öfkeli bir soluklarıyla tepki verdi. Ben olduğum yerde durmuş bana saldırmasını beklediğim anda o biraz yanında olan meşaleye doğru ilerledi ve meşaleyi ellerinin arasına alıp bana doğru ilerledi. Bu tavrına göz devirdim. Ateşten korkmayan birine ateş ile saldırmakta biraz aptallık değilse nedir ki?

 

Anında ona doğru koştum ve o bana meşaleyi savururken eğilip sertçe olduğum yerde bedenim yere yakın bir şekilde onun ayaklarına tekme attım bocaladı ve düşmek üzereyken anında kendini toparladı ama tekrar bu sefer ters bir takla atarak tek ayağımla onun başına sert bir tekme attım. Bu sefer daha çok bocaladı ve elindeki meşale yere düştü ve bu fırsatı kaçırmayıp yukarı doğru sertçe yükseldim ve boyun kısmına olabildiğince sert etkili bir tekme attım.

 

Hemen ardından ise o geriye düşmeden omuzlarından tutup tekrar sertçe kafa attım. Üst üste darbe aldığı için savunamadı kendini ve yere boylu boyunca düştü. Bilinci neredeyse kapanmak üzereydi. Onun düşüşünü ruhsuz bir şekilde izledim. Öldürüp zevk aldığı esirlerin intikamıydı bu akşam yaptıklarım. Bakışlarımı ondan çekip direk arenada olanlara çevirdim. Hepsi bu akşam benden bu şekilde bir performans beklemedikleri için şaşkınlık yaşıyordular.

 

Arena alanının dışına doğru ilerlerken yüksek sesle konuştum. "Arena bitti umarım baylar bayanlar izlerken zevk almışsınızdır. Çünkü ben fazlasıyla aldım." diyip yörüngemi kulenin içerisine yönlendirdim.

 

Soluk soluğa içeri girdiğim anda direk portaldan odama geçiş yapıp giysi odasına geçip üzerimdeki mor tulumu çıkartıp bir kazak ve pantolon alıp onları üzerime geçirir geçirmez direk yüzümü yıkamaya gittim. Yüzümü yıkadıktan sonra odama geçip büyüyle güvene almış olduğum not defterimi de alıp toplantı odasına doğru ilerledim.

 

Toplantı odasına geçer geçmez şöminenin önüne gelip şömineyi yakmaya çalıştım. Odunları dizdikten sonra parmaklarımı yavaşça oynattım ve parmak uçlarımdan çıkan alevler oduna sıçradı ve odunlar alev aldı. Bedenim biraz üşümüştü. Yanan odunlar ısınmamı sağlayacaktı.

 

Ben ısınırken toplantı odasının kapısı sertçe açıldı. Anında geriye dönüp baktım. Şaşkınlığını atlatan Süreyya hanım küplere binmiş bir şekilde içeri girmiş ve bana daha önce hiç bakmadığı bir ifadeyle bakıyordu. Bu bakışıyla en son Esila 'ya bakmıştı. Bunu öngörülerimde saniyelik bir anıyla görmüştüm.

 

Arkamda olan duvara sırtımı yasladım.

 

"Hızlı olursanız sevinirim. Çünkü yapmam gereken bir takım şeyler varda onları gün bitmeden yapmalıyım. Cezam her neyse hemen söyleyin ve bende onu kabullenip sizi ve kendimi daha fazla bu ortamda bekletmeyeyim." diye küstahça konuştuğum anda anında hepsi beni kınayan bakışlarıyla kınadı. Ne var olanı söyledim! İnsanlara da bir şey söylenmeye gelinmiyor. Omuzlarımı dikleştirip onların karşıma geçmesini izledim. Hepsi birkaç adım uzağımda durup bana baktılar.

 

Onlar konuşmadan ben savunmamı yaptım.

 

"Haklıyım. Siz ne kadar inkar etseniz de yaptığım hiçbir şey yanlış değildi.

Saçma sapan eğlenceniz için savunmasız insanlara zarar veriyordunuz. Bunu eğlence adı altında hemde yaparak. Ama buna mani oldum. Ve bunu değiştirdiğim için ister kızın ister bağırın ama ben doğrusunu yaptım benim vicdanım rahat. Ben bu gece rahat uyuyacağım ama siz bu zamana kadar nasıl rahat uyudunuz ben bunu merak ediyorum? Hiç mi biriniz bu yapılan şeyi yanlış bulmadı. Bu kadar mı insanlığınızı yitirdiğiniz? Yazık size hemde çok yazık. Bazı şeylerin değişmesi gerek ve bunu ben sağlayacağım siz ister isteyin ister istemeyin. Bunu kabul etmek zorundasınız. "dedim ve sonra onların konuşmasını bekledim.

 

" Bu gece gerçek bir prenses gördüm. "dedi Ahlas bey. Sadece baktım ona. Daha da çok göreceği günler vardı. Bekleyip görecekti.

 

Ama Süreyya hanım direk bu yapmış olduğum şeyler için azarladı beni.

 

" Hiç kimseye sormadan kendi başına kararlar alıyorsun Emira. Bu yaptığın yanlış. "dediğinde anında ona doğru adımladım.

 

" Sizin yaptığınız gibi mi? "dedim öfkeyle." Hakkım olan her şeyi benden sakladığınız gibi mesela."dedim ve onlara teker teker bakıp konuşmama devam ettim.

 

" Saklayabildiğiniz kadar saklayın ben zaten onlara elbet ulaşacağım. Ama bakalım siz bu yaptıklarınızdan sonra hala beni azarlayabilecek misiniz ? Bence hayır çünkü bildiğim kadarıyla yaptıklarım için hiç kimseye hesap vermek zorunda değilim. Ama ben yine de veriyorum. Hala size saygı duyduğum için. Ama bunun da sonu gelecek biliyor olmasınız? Şimdi cezamı verin ve bende gideyim daha fazla burada durmak istemiyorum. Ve bir müddet Süreyya hanım bir araya gelmeyelim olur mu? Çünkü sizin iyiliğim için dediğiniz ve sakladığınız her şey bana zarar veriyor ve vermeye de devam ediyor. Aslında en büyük zararı siz bana veriyorsunuz. "der demez anında bocaladı ve geriye gitti birkaç adım attı .

 

Haklıyım söylediklerimde ama yine de yüzündeki duygu ifadesi beni nedense üzmüştü onu üzmeyi hiç mi hiç sevmiyorum ama bunu o sağlıyordu. Ben ona bunları söylediğimde kısa bir süre bocalamasının ardından o sert kimliğine büründü.

 

" Bir hafta odandan dışarı asla çıkmayacaksın Emira asla." diyince sadece baktım.

 

"Tamam." dedim ve ışıldayan gözlerimle ona baktım.

 

Ama ruhum çıkabilirdi. Anında sağa doğru hareketlenerek toplantı odasından çıkmak için onların yanından hızla geçtim. Kapıya ulaştıktan sonra son kez konuştum.

 

"Odama kimse yemek getirmeyecek kolyemle bunu hallederim ve kimse odamın önüne gelmeyecek buna sizde dahilsiniz Süreyya hanım. Benim de sizden istediğim bu." dedim. Olur dediği anda direk odama doğru ilerledim. Dinlendirici bir hafta beni bekliyordu. Güzel geçecekti. Hemde fazlasıyla güzel.

 

Odama geçer geçmez odamın sınırları için kanımla oluşturmuş olduğum kalkanı odanın etrafında oluşturdum. Kimse ne beni rahatsız edecekti ne de burada ne yapıp yapmadığımı anlayabilecekti.

 

Sınırlarım tek bana özel olacaktı. Ve ben rahatça istediğim şeyleri gerçekleştirebilecektim. Odamı kalkanla koruma altına alır almaz diğer yapmam gereken şeyleri yaptım. Kiran, Mera, Varisler ve Victoria 'ya kısa notlar yazdım ve bu notları onlara ulaştırdım. Bu sayede onlar her şeyden haberdar olacaktı. Ve istediğim bir haftayı sorunsuz ve iletişim bile kurmadan geçirecektim. Bunun için bu ortama ihtiyacım vardı.

 

Süreyya hanım bana iyilik yaptığını bir bile anında cezayı ortadan kaldırırdı. Ama bunu ben biliyordum. Ve de her daim yanımda olan Lord Yelit. O aslında ne yapıyorsam hepsini biliyordu.

 

Ama sadece bilmekle yetiniyor bazı durmalarda bana yardım ediyordu. Çünkü o benim bu alışılmış kalıpları yıkmamı ve istedilnen şekilde burada bir yaşamı kurmamı istiyordu. Tutmadığım kıkırtılarımı serbest bıraktım. Başaracaktım. Her şeyi düzene oturtacaktım. Sesli bir nefes verdim. Ardından odada kestirdiğim alana doğru ilerledim.

 

Şöminenin önüne geçip kaç gündür okumaya fırsat bulamadığım Yezra 'nın günlüğünü okumaya başladım.

 

Biraz olsun ilerleme kaydetmiştim. Böylece bazı ipuçlarını birleştirip gerçeğe ulaşacaktım.

 

Kusursuz bir figüranın yaşayışı....

Hayatın iplerine tutunarak bir hayat yaşıyorum. Yaşamak basit bir kelime aslında. Onu gerçek kılmak önemli.

Ne kadar var olduğun da önemlidir hayatta. Ne kadar dünya üzerinde yer kaplıyorum? Ne kadar varlığım gerçek? Var mıyım en önemlisi bu. Günlerim geçip gidiyordu. Öğrencime ders vermekle günlerim geçiyordu. Bir öğrenci ve öğretmenden çok iki yakın dosttuk. Çünkü ikimizde yalnız iki kişiydik. Dışlanmış bir yerlerde yaşayan iki sıradan insan. O hayatına bir köşede devam eden biriyken ben de hayata karşı bir amaç arayan kişi.

 

O günden sonra bir daha onun abisini görmedim. Ya da görünmek istemedi. Sarya çok sevimli ve tatlı biriydi. Yaşımız birbirine yakın olduğu için daha çok ortak noktalarımız vardı. Çoğu şeyden ikimizde hoşlanıyor ve bunu severek yapıyorduk. Ona verdiğim derslerin yanında beraber başka şeyler de yapıyorduk. Beraber kitap okuma saatimiz vardı.

 

Bahçede öğle yemeğini yerdik hava çok soğuk olmadığı anda. Ona ait olan seraya gider ve orada onun özenle yetiştirmiş olduğu çiçekleri sulardık. Birçok faaliyeti beraber yapıyorduk. Ona alıştığım gibi o da bana çok alışmıştı. Çoğu zaman benim gece evinde kalmamı istese de ben hayır diyip geri çeviriyordum. Çünkü yabancı bir yerde durmak istemiyordum.

 

Ya da onunla karşılaşmak. Bilmiyorum ama onu yani Sarya 'nın abisi Dehliz bey ile karşı karşıya gelmek istemiyordum. Ya da kendimi kandırıyordum. Bilmiyorum ama o adam tüm sınırlarımı alaşağı ediyordu. Zaten birkaç kere varlığını hissetmiştim. Ama karşı karşıya gelmemiştim. Çok katı kurallı biriydi. Ve çok acımasız biri. Bunu birkaç kişiden duymuştum. Ama ben inanmıyordum nedense.

 

Ya da inanmamak için kendi kendime bahaneler sunuyordum. Sarya abisine fazlasıyla değer veriyordu. Hatta onun için yaşam kaynağı abisi diyebilirdim de. Hayatını güzelleştirdiğini söylüyordu abisinin. Kardeşlik. Biraz uzak bir kelime bana çünkü kardeşlerimden kimse bana yakın olmadı. Olmak istemedi. Bende onların koyduğu sınırı çabalasam da aşamadım. Ve öylece onların bana soğuk olmasını istemesemde kabullenmek zorunda kaldım.

 

Acı bir yakarıştı benim çevremde bulunan insanlara karşı varlığım. Çoğu kişi benimle pek iletişim kurmadı. Bende kendi kabuğunda yaşayıp büyüyen biri oldum. Ailem ilk dışladı beni sonra ise diğerleri. Ve ben kendi kendime yetmeyi yetinmeyi öğrendim. Acıyordu ama alıştırıyordu da. Sakladığım tüm hislerim benle ölecek gibiydi. Korkaktım. Fazlasıyla. Cesaretim yoktu. Başımı iki yana salladım. Ne kadarda zavallı bir kadınım. Kendimi hep zavallı gibi hissettim. Çünkü böyleyim. Duygularıma bile sahip çıkamıyorum. Birilerinin karşısına geçip neden diye soramıyorum.

 

Hiç yetinmedim. Neye mi? Aileme hesap sormaya. Ama korktum. Ben bunlarla büyüdüm. Sevgiden uzaktım. Dışlanmışlık benim doğumumla var oldu ve öyle de devam ediyorda. Hep bir şeylerle kendimi kandırıyorum. Öyle acımı ört bas ediyorum. Yoksa yıkılırım. Yıkımım başlar. Toparlanmak benim için zor olur. Çünkü kimse beni teselli etmez. Edenim yokta ondan. Hep buydum ben bir köşeye atılmış. Orada yaşamım sürüsün ve ölümü gelsin istenen kişi. Çok kanatıyordu.

 

Ama öncelikli yaralarım var. Çünkü hala ilk kırıklığımın yararları hep taze hep kaynayıp duruyor. Kabuk tutmadı. Tutamadı. İyileşemedi çoğu yaram. Diri. Kanadıkça acısı taze kalıyor. Unutturmuyor kendini. Bende zaten pek unutmaya meyilli değilim. Çünkü başka hiç bir şey benim dayanağım değilde ondan. Sığınacak bir limanım.

 

Üzüntümü paylaşacağım biri olmadı olamadı. İzin verdim ama hayatıma kimse girmedi. Girmek için çabalamadı. Duygularımı bir hasta gibi görmezlikten gelmeye çalışıyorum ara sıra ki normal bir insan olabileyim. Onuda ne kadar başarabilmiştim. Bilinmez. Sarya şu an hayatımda olan tek insan onunla normal bir insanla geçirilen zamanı geçiriyorum. Konuşuyorum , gülüyorum, anı onunla yaşıyorum... Ve onunla biraz olsun nefes aldığımı. Var olduğumu anlıyorum. Varım görünüyorum diyebiliyorum. Bu benim için çok önemli.

 

Önemli çünkü bende artık yalnızlık kabuğumdan çıkmak istiyorum. Ve bunu Sarya başarıyor. Ona çok şey borçluyum. Sarya çok alımlı güzel biri. Ve çok iyi bir insan. Beni ben olduğum için seviyor. Ve benim arkadaşlığımı değerli buluyor. Benim de onu değerli bulduğum için ona bazı şeyleri anlatmaktan çekinmiyorum. Ama her şeyi de en ince detayına kadar anlatmıyorum. Çünkü bunu daha henüz hiç kimseye anlatmaya gücüm yok.

 

İnandığım her şeyi hayatımda olmasını istiyorum. En çokta Morte çiçeğini. O çiçeği istiyorum çünkü o benim başlangıcım olacak. Geçmişe dönüş ama geleceği yenileyen tazeleyen bir mucize olacak. Hayatımın yeniden şekillendirmek ve bununla birlikte yeni güzel bir hayat, çocukluk, gençlik ve yaşlılık yaşamak istiyorum.

 

Çünkü benden çalınan şeyler var ve ben bunları geri istiyorum. Yaşamak hissetmek istiyorum. Çok şey değil istediklerim. Normal bir yaşantı. Çünkü buna ihtiyacım var. İyi hissettiren her şeye ihtiyacım var. İyi hissetmeye ihtiyacım var. Başka bir amacım olmadı bundan büyük. Çünkü benim hep istediğim şey peşine düştüğüm tek şey buydu. Bundan ötesini hayal etmedim.

 

Neden mi? Ailesi tarafından sevilmeyen biri bir başkası tarafından da sevilmez diye düşündüm. Aslında doğru da. Kimse sevmedi beni ailem sevemediği gibi. Koşulsuz bir sevgiye ihtiyaç duyarsınız ya ben ona çok muhtacım. Bu o denli büyük ki ruhuma azap veriyor. İyileşmek isteyen yaralarımı kanatıyor. Onları deşmekten kaçınmıyor. Kaçamıyorum geçmişin gölgelerinden. O gölgede saklanan küçük bir kız çocuğuyum. Karanlıkta sıcak bir elin uzatılmasını bekleyip duruyorum hala. Asla uzatılmayacağını bile bile.

 

Tebessümlerimde acının tozları yer alıyor. Gülüşlerim eksik. Kalbim kırık. Ruhum yaralı. Bedenim ölü. Hayatım eksik bir yap boz. Ve tamamlanamıyor. Çünkü parçası kayıp ve nerede olduğunu ve nasıl bulacağımı bilmiyorum. Bulamıyor bulamadıkça çıldırıyorum. Küçük bir sevgi kırıntısına açken o alınmadığı her an açlığım git gide artıyor. Ailem beni sevmeyerek beni büyük bir ateşin içerisinde bırakıp gitti. Yanıyorum. Öyle böyle değil. Ama bu bile beni bu dünyadan soyutlamıyor. Sadece acı veriyor.

 

Görüyorum. Hissediyorum. Ama alamıyorum. Ölümü o kadar arzuluyorum ki. Bu her an zihnimde asılı duran bir istek ama ölümü bir yandan da istemiyorum. Belki... Belki de bir şey olur ve ailemin sevgisini görebilirim düşüncesi zihnime devriliyor. Ama bu ara sıra yokluyor kendisini çünkü onları her görüşümde bunun sadece düşüncede de yer alacağını görebiliyorum. Onlar benden ölesiye uzaklar. Belki de ölmemi bekliyorlar da olabilir. Bilmiyorum onlar hakkında pek kesin bir şey söylemek zor çünkü onları uzaktan tanıyorum.

 

Bana çok uzaklar. Mesela annemin sarılmasını bilmiyorum. Babamın kızım dediği andaki gözlerinde ki duyguyu görmedim. Ben birçok şeyi hem göremedim hem duyamadım hemde hissedemedim. Bunlardan uzak bir şekilde büyüdüm. Ve şimdi ikinci kez kendime büyük bir acıyı göğüslüyorum. Karşılıksız bir sevgi içimde yeşeriyor. Ve ben buna engel olamıyorum bu benim için başka bir darbe olacak. Bu sefer ruhum tamamen ölecek. Ruhumu artık kurtaramayacağım gibi bedenimi de yitireceğim. Acım beni yavaş yavaş ölümle tehdit ediyordu.

 

Sayfayı bitirip günlüğün kapağını kapatmadan önce her zaman not aldığı kısa cümleye baktım.

 

Bir ayazın soğukluğunda her şey oldu.

 

Yazdığı her cümlenin bir gerçeği vardı ama bunu tam olarak şu an anlayamıyorum. Ya öğreneceğim ya da bu gizemli hali sürüp gidecek. Oturduğum yerden doğrulup yatağıma doğru adımladım. Uykuya sarılmak istedim o an. Biraz olsun küçük kısa bir kaçamak bana iyi gelecekti. Yatağın uç kısmında duran geceliğe uzandım ve yavaşça üzerimde olan kıyafetleri çıkartıp geceliği giymeye başladım. Ve uykulu gözlerle yatağa geçip yastığa başımı yasladım. Uykulu olduğum için gözlerim kapanmak için direnemedi anında zihnim uyuştu ve kendini teslim etti bilinmezlikle dolu bir aleme.

 

Sesler duyuyordum. Boğuk kulak tırmalayıcı sesler. Kulaklarım hatta bu yüksek sesten dolayı ağrımaya başladı. Neredeydim? Bilincim çok zor yerine geliyordu. Neydi beni bu kadar yoran? Bu ses kime aitti?

 

Zor olsa da gözlerimi aralamayı başarmıştım. Gözlerimi açar açmaz gözlerim sisli düşmanlarla karşılaştı. Başımı yavaşça sağa çevirdim. Yerde uzandığımı hissettim bunu kavrayınca. Soğuk bir yerde bulunuyorum. Gözlerim karanlıkta olanı seçmeye başlayınca kendimi bir ormanda yerde yatarken buldum. Buraya nasıl gelmiştim? En son yatağımda uzanıyordum. Yavaşça iki avcumdan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştım.

 

Yerden kalkar kalkmaz etrafımda yavaşça dönerek nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Etraf çok karanlıktı. Ve ilk duyduğum sesleri de artık duymuyordum. Başım çok kötü ağrıyordu bunun yanında. Başımı bir yere mi çarptım acaba? Anında iki elim başıma uzandı. Yokladım ama herhangi bir darbenin izine rastlamadım. Peki bu ağrı da neyin nesiydi? Yine Esila 'nın oyunu muydu?

 

Yavaşça harekete geçtim. Yürürken anında aksadım. Çünkü anında bileğim büyük bir sızıyla karşı karşıya kaldı. Ah bu ağrı da neden vardı? En son uyuyorken şimdi buraya nasıl gelmiştim? Ve neden bedenimde bazı yerler sızlıyordu? Şiddetli ağrıyan başımdan dolayı bazı anlar etrafı bulanık görüyordum. Tam dengemi yitirip düşeceğim an yanımda olan ağaca yaslandım. Yavaşça soluklandım. İyi hissetmiyordum.

 

Yüksek sesle bağırdım.

 

"Kimse var mı?" dedim ve sesim ormanda yankılanıp bana ulaştı. Hah zaten başka ne beklenirdi ki bu anda!

 

İlerlemek için harekete geçeceğim an biraz ileride bir varlığın gölgesini gördüm. Dikkatle bakınca bunun bir hayvana ait olduğunu anladım. Hemde büyük bir canlıya. Anında olduğum yerde hareketsiz durarak canlının bana doğru ilerlemesini izledim. Hala beni fark etmiş değildi. Kaçmam pek doğru olmazdı. Ne bu ağrıyan başım ne de sızlayan ayağım bana yardımcı olmazdı. Daha çok av için beni onun önüne sürerdi.

 

Ağacın ardına saklanıp onun olduğum tarafa ilerlemesini bekledim. Yavaşça yürüyordu. Acelesiz bir şekilde. Her adımında yerde küçük bir sarsıntı oluyordu. Bu kadar güçlü bir yaratık mıydı? Karanlık olduğu için hala onun nasıl bir şey olduğunu anlayamadım. Adım attı. Birkaç adım daha. Sonunda bana ulaştığı anda sesli verdiği soluğu duydum. Karanlıkta parıldayan gözlerini de. Lanet olsun bu o siyah devasa kurttan başkası değildi.

 

Sanırım bu sefer geçen sefer ki işini yarım bırakmayacaktı. Çünkü av olmak için çok güzel şartlar altında bulunuyordum. Duygularının ne kadar keskin olduğunu bildiğim için olabildiğince sessiz nefes alıp veriyor. Hareketsiz bir halde ağacın arkasında öylece olduğum yerde kıpırdamadan duruyorum. Siyah devasa kurt anında başını yukarı kaldırıp etrafı yoklamaya başlayınca anında başımı ağacın arkasına sakladım. Hissetmişti. Etrafında bir varlığın olduğunu hissetmişti. Ölümüm bu kurt tarafından olacak gibi gözüküyordu.

 

Sadece bekledim. Onun harekete geçip bana ulaşmasını. Öyle de oldu yönünü benim olduğum tarafa çevirdi. Göğsüm korkudan dolayı sertçe inip kalkıyordu. Nefes alış verişlerim kesik kesikti. Korku tüm sinir sistemimi ele geçirmişti. Öylece put kesilmiş bir halde bekliyorum. Neyi beklediğimi bilemeden.

 

Derin bir nefes alıp verdim. Kaçmak mı daha iyiydi? Yoksa durup beklemek mi? Şu an onun bile farkına varamaz bir haldeyim. Artık kurt tam sırtımı yasladığım ağacın arkasında duruyordu. Onun sesli soluklarını duyabiliyordum. O da benim kesik kesik aldığım soluklarımı. Kapanmış olan gözlerimi aralayıp yavaşça sırtımı ağaçtan çekip arkama doğru döndüm. Ve onun o parlak gözleriyle karşı karşıya kaldım. Yolun sonu geldi dercesine bir ifadeyle bakıyordu. Ah şu ne yapacağımın idrakın da varamıyordum. Bir adım geriledim. Korkudan... Nefes almayı bıraktım. Ve anında korkarak geriye doğru dönüp koştum.

 

Normal insanın yapacağı bir şekilde. Koştuğum anda onunda ardımdan koştuğuna dair izlerini duydum. Ben hızımı ağrıyan başıma ve sızlayan ve sızladıkça ağrısı çoğalan ayağıma rağmen koşmaktan kaçınmadım. Hızımı arttırdım. Ayağımın sızısı ve korkum yarış halindeydi. İkisinden biri mağlup olacaktı ama kim? Korktuğum için istemeden de olsa çığlık atıp duruyordum.

 

Ara sıra tökezleyip düşeceğimi zannettiğim anlarda anında toparlanıp koşmaya devam ediyordum. Bu kurt beni çiğ çiğ yiyecekti. Koşarken arkama bakıp kurdun nerede olduğuna bakmaya çalıştığım anda onun olduğu yerde zıplayarak bana doğru hızla geldiğini gördüm. Birkaç adım vardı aramızda. Artık tam ardımdan duruyordu. Ona göre ben çok yavaştım. Ayağım takılınca bu sefer düşmekten kurtulamadım.

 

Yere boylu boyunca düştüm. Sertçe başımı yerde olan sert bir cisme çarptım. Aldığım darbe etrafı bulanık görmemi sağladı. Ah hayır tam arkamda duruyordu artık kurt. Alnımın kanaması onun kana olan tutkusunu cezp etmişti daha fazla. Yerde yüz üstü uzanıyordum. Anında sola doğru kendimi attım. Kurt nerede diye bakacağım an onun direk başını gördüm.

 

Şu an tam onun gövdesinin altında uzanıyordum. Hırıltılı soluğu bedenime ulaşıp korkumu bin kat daha fazla arttırıyordu. Ölüme hiç bu kadar yakın olduğum bir an olmamıştı. Şimdi ne yapacaktım? Kurt başını eğip bana kısa bir süre baktıktan sonra anında ağzını açıp bana doğru yaklaşınca o keskin dişleri direk korkudan yüksek bir çığlık koptu dudaklarımın arasında. Beni lime lime yiyecekti.

 

Çığlığın yankısı bana daha ulaşamadan siyah devasa kurt hızla üzerimden çekildi. Biri onu hızla benden uzak bir yere sürükledi. Anında içimdeki korku daha da attı. Bedenimi arkaya çevirip siyah kurda saldıran kişiye baktım. Oydu. Beyaz kurt. Bu sefer de beni kurtarmıştı. Onlar kavga ederken ben yerden doğrulup ayağa kalkacağım an birden yere düştüm. Yer beni kendine çekmeye başladı. Anında tüm bedenim yerin içine gömülmeye başladım. Benim çığlığım mıydı yoksa başka birinin bilmiyorum ama etrafta büyük deprem etkisi yaratacak bir çığlık duyuldu. Şimdi nereye gidiyordum? Düştüm... Gerisi büyük bir karanlık ve muamma.

 

Loading...
0%