@kumsallardagezen12
|
『Zihnimde durdurulamayan büyük bir çığlık nidası var. 』
Satırlarda ölüm kanıtlarım kazıldı; Ruhumdan akan kanla. Kül oldu zihnim. Külleri savruldu etrafa. Dağıldı. Bir araya gelmemek için. Kayboldu. Bir daha aynı şeye maruz kalmamak için. Ve sustu her şey dile getirmemek için acısını.
Acının ruhuma vurduğu darbelerin ayak sesleri zihnimde çalıp duruyor. Çok gürültü, çok karmaşık. Ve çok kayıp. Ruhu kayıp, bir gezgin gibi ait olduğu yeri arıyor. Ama bu arayış uzun sürecek. Çünkü rotasını kaybetti bulması zaman alacak. Ruhların çığlığına kulak verin gerçekleri onlar söyler, bedenler saklar gizler. Açığa çıkmasını istemez. Her şeyi böyle istediği gibi.
Ben artık bedenime hapsolmuş ruhumu taşıyamıyorum. Özgürlüğü istiyordu ama bedenim onu hapsetmek için inatçıydı. Ve ikisi bir arada bulunmamak için savaş veriyordu. Çığlıklar ve darbelerle..
Birbirine düşman olan iki taraf ruh ve beden. Ama bir amaç için bir arada bulunan, birbirlerinden kopmak için an kollayan. Biri gidecek geriye kalan ise gidenle beraber yok olacaktı. Bir arada bulunmak istemeyen ama bulunmazsa da yok olacak iki taraf. Ya birbirlerine yardım edecektiler. Ya da birbirlerinden ayırılıp ölümlerini sağlayacaktılar. Her türlüsü acı veren her türlüsü birbirine iyi gelmeyen şartlar. Sonsuza kadar yok olmak mı sonu olacaktı ya da sona kadar bir olmak mı? Sonları nasıl olacaktı? Ruh ve bedenin.
Yaralı ruhum bu yaşadığım hayattan çok acı darbeler aldı. Ve almaya da devam ediyor. Edecektir de. Sınanması bu yönde çünkü. Yıkılmak üzere olsa bile ayakta kalmak için mücadeleler verecekti. Taki tam anlamıyla yok olacağını anladığı anda.
Benim savaşım her daim benle oldu. Her zaman her saniye... Hiçbir zaman kimseyle bir savaşım olmadı. Bunu istemedim şu ana kadar ama şimdi tek bir savaşım vardı. O da Esila 'yla ve Esila' yla olacak savaşın sonuçlarını düşünmeden onu alt edeceğim. Acı mı verecek? Umurumda değil. Ölüme mi sürükleyecek? Buda umurumda değil. Tek istediğim onun yıkılışını görmek. Ve Esila 'nın karşılaşacağı savaş yaptıkları ve yapacaklarının bedeli olacak. Ve bu bedel ibret olacak herkese. Ona ve onlara.
Kör kaldığım gerçekler bir günah gibi açığa çıkıyor. Her çıkış yeni şeylerin bedeli oluyor. Ve her günah bir diğerine göre daha büyük bir yıkım getiriyor. Her yıkım biraz daha ölüme yaklaştığımı gösteriyor. Ölümden korkmuyorum sadece zihnimde olanları yapmadan ölmek istemiyorum. Önce planlarım gerçekleştirilmeli daha sonra ölebilirim. Bu önem arz etmiyor benim için.
Zihnim bir boşluğun pençesiyle boğuşuyordu. Zihnim birçok etkenin hükmü altındaydı. Farkındaydım ama çıkış kapısına ulaşamadım ne yaparsam yapayım.
En son yerin içine çakılırken gerisini hatırlamıyordum. Şimdi ise yerde boylu boyunca uzanıyordum tekrar. Gözlerim etrafı yoklayınca bulunduğum yerde birçok aynalar gördüm. Hemde sayamayacak kadar çoktu. Neden aynalarla dolu bir yerdeyim? Etrafta loş bir ortam vardı. Benden başka herhangi bir kişiye rastlamadım. Olduğum yerde öylece aynalara baktım. Biraz ilerde olan aynada bir görüntü belirince ona doğru ilerledim.
Aynanın karşısına geçip görüntüyü izleyince aynadaki yansımada Victoria 'yı gördüm. Odasında uyuyordu. Elimi kaldırıp aynaya dokundurdum. Elim pürüzsüz soğuk yüzeye dokundu. Victoria uyuyordu. Ama sonradan bir şeyler oldu odası karanlığın hükmü altına girdi. Ve etrafını siyah dumanlar kapladı. Zar zor Victoria' nın uyuyan bedenini görebiliyordum. Sonraysa bu karanlık dumanlar içerisinde bir şey belirdi ve Victoria 'ya doğru yaklaştı. Yaklaşınca anında bedenimi bir korku kapladı. Ne yapacaktı bu varlık Victoria' ya?
Anında iki elim ayna üzerine yerleşti ve olacakları çaresiz bir şekilde izledim. Anında o dumanlar arasında beliren gölge Victoria 'yı boğmaya kalktı. Anında çığlık çığlığa bağırdım. Avaz avaz Victoria' nın ismini zikrettim uyanması için. Ona karşı koyması için. Gölge Victoria 'ya doğru eğildi ve onu boğmaya başladı.
Anında başımı iki yana korka korka salladım. Hayır... Hayır onun ölümünü de izleyemem. Bu olmaz. Victoria boğazına sarılan eli fark ettiği anda ondan kurtulmak için çabaladı. Elleriyle onun ellerini çekmeye çalıştı. Ama gölge ondan güçlü olduğu ve onu çaresiz bir anda yakaladığı için Victoria karşı koymakta çok zorlanıyordu.
Victoria o gölgenin ellerinden kurtulmak için yatakta debelenip dururken bende karşısında olduğum aynada yalvar yakar o gölgeden kurtulmasını istiyordum. Ne kadar bağırsam da beni ne Victoria duyuyordu ne de o gölge. Aynada onların yansımasını büyük bir acıyla izliyordum. Onu benden alamazlardı. Bu sefer de olmazdı. Bir ölümü daha izleyemem buna dayanamam.
Toparlanamam. Yıkımım büyük olur. Gözlerim dolu dolu Victoria 'nın can havliyle ona karşı koymasını izledim. Ondan kurtulmasını ve onu yok etmesini istiyordum. Victoria güçlüydü onu her türlü alt edecekti. Buna inanıyorum. Gölge ona doğru daha fazla eğilip yüzünü Victoria' nın yüzüne yaklaştırdı. Hayır hayır onun ruhunu alıyordu bedeninden. Victoria başını sağa sola çevirip ondan kurulmaya çalıştı.
Ama gölge durmadı ve onun ruhunu almaya devam etti. Hem boğup hem de onun ruhunu alıyordu. Sağ elimle aynaya bir yumruk attım. Ayna anında çatladı. Çatlaklar arasından hala Victoria 'ın kurtulmak için verdiği mücadeleyi izliyordum. Ama ne kadar dirensede o gölge onu çok zorluyordu. Birden ne olduysa oldu gölge ellerini Victoria' nın boğazından çekti. Tam bir umut yerleşeceği anda Victoria 'nın cansız bir şekilde ellerinin gölgeden uzaklaştığını gördüm.
Acı.. Tüm varlığımı kapladı. İkinci kez. İkinci kez bir ölümü gördüm. Olduğum yere çakıldım. Çığlık çığlığa bağırdım. Haykırdım. Kabullenmedim. Bağırdım acımı etrafa duyurdum. Karşımda olan aynada görüntü gidince tüm öfkemle aynayı sertçe bir yumruk attım. Hızımı almadan ayağa kalkıp aynayı sertçe yere fırtattım . Parçalara ayrılan aynanın kırık parçalarında gördüğüm siyah kanlara baktım. Nefretim tüm ruhumu ele geçirdi.
Olduğum yerde geriye giderken birden etrafımda olan aynalarda sülietler belirdi. Tüm sevdiğim ve diğer verdiğim herkesin aynada yer alıyordu. Ve hepsi başka ölüm şekilleriyle öldürülmeye çalışıldı. Hepsi acı içinde ölüme karşı koyarken ben sinir krizine girip tüm aynalara çıldırarak saldırmaya, aynaları kırıp etrafa fırlatmaya başladım.
Bağırıyor, yüksek seslerle bunların gerçek olmadığını bağırıp duruyordum. Ama neden içimde bir yerlerde buna inan bir tarafım da vardı? Dakikalar içinde tüm aynaları parçalamış ve kırık cam parçaları arasında yere yığılıp oturmuştum. Ne kanayan ellerim, ayaklarım, dizim ve diğer bedenimde olan yerler umurumdaydı. Kalbimde var olan acı onların acısını hissettirmiyordu.
Öfke nöbetlerine yakalandım. Tüm acımla tüm çaresizliğimle, acımı dindirmek için bağırdım. Bağırdım. Yakardım. Çığlık attım. Yerde olan cam parçalarını umursamadan ellerimle ayna kırıklarını yok etmek için yere sertçe vurup durdum. Her vuruşumda acım arttı. Acım değişti. Yerini yenisi aldı. Ben çığlık atarken birden olduğum yerde yukarıdan damlalar aktı. Elimi kaldırıp bakınca bunun su damlası değilde kan damlası olduğunu gördüm. Onların kanıydı bu yağan. Saçlarımı sertçe çektim. Artık çıldırmıştım. Her şeyin kontrolünü kaybetmiştim.
Saniyeler içinde ortam kan denizine döndü ve ben bu kan denizinde dibe çöktüm. Kendimi ölüme teslim ederken kan denizinden bir boşluğa düştüm. Tüm acı çığlıklarımla beraber.
Nefes nefese uyandım. Her şey bir rüyaydı. Evet kötü bir kabus. Etrafıma bakınca odmada olmadığımı fark ettim. Islak bir yerdeydim. Gözlerimle daha detaylı bakınca yerin üzerinde olduğum gördüm. Yere elimi koyup kalkacağım an ellerim bir şeye dokundu .
Yumuşak bir şeye karanlık olduğundan anlayamadım ve elimle yokladım. Elim soğuk yumuşak şeye değince bunun bir insan bedeni olduğunu anladım. Anın vermiş olduğu dehşetle geri gittim ama bir şeye bastım. Anında korkarak ayağımı kaldırıp neye bastığımı anlamaya çalıştım.
Karanlığa alışan gözlerimle bastığım şeyin bir ayak olduğunu gördüm. Parçalanmış bir ayak. Çığlık atmamı durdurmak için iki elimle ağzımı kapattım. Neredeyim ben? Sesli nefeslerim arasından etrafıma baktım. Bir çöplükteydim. Ama bu sıradan bir çöplük değildi. İnsan bedenlerinin olduğu ceset çöplüğündeydim. Adım atacak hiçbir yer yoktu. Yaşadıklarım çok ağırdı. Bu gördüklerim bir kabus muydu? Yoksa ben bir anı silsilesine geçiş mi yapmıştım?
Olduğum yerde öylece durmuş korku içinde kıvranan bedenimle etrafımda olan cesetlere bakıyordum. Ruhum ağlıyordu. Gördükleri karşısında. Buradan gitmek istiyorum ama bir adım atsam bir bedene basmak zorunda kalacaktım. Ve bunu istemediğim için öylece bekliyor buradan kurutulmak için saniyeleri sayıyorum. Gözlerim teker teker etrafta gezdirdim. Etraf karanlık olsa da yerde olan cesetleri zor da olsa görebiliyorum.
Gece hiç bu kadar acıyı göğüslememişti. Zihnim hiç bu kadar ölümlerle karşılaşmamıştı. Olduğum yere çöktüm. Buradan gitmek istiyorum. Ama gidemiyorum. Öylece beklerken birden küçük bir beden gördü gözlerim karanlığa alıştığı anda başım anında iki yana sallandı. Hayır o olmazdı. O burada değildi.
Bu hepsi bir zihin oyunuydu. Birkaç insan bedeninin üzerinde duran beden tüm ruhumun buzlu sulara damlasına sebep oldu. Göz yaşlarım akarken dondu. Bedenim soğuğu bir deri katmanı olarak kabul etti. Zihnim sızladı. Aklım durdu. O burada olmamalıydı. Bu hepsi bir çöküşün yansımasını sağlayan görüntülerdi. Kardeşimin bedeni burada değildi. Tam ona doğru yaklaşacağım an birden önümde duran cesedin gözler açıldığı anda korkudan yüksek bir çığlık attım.
"Hepsi zihin oyunu." diye korku dolu sesle bağırmıştım. Etrafıma bakıp kardeşimin bedenine tekrar bakacağım anda kendimi yatağımda bulmuştum. Anında doğrulup onu aradım etrafta. Nereye kayboldu? Yataktan kalkıp onu odada aramaya başladım. Ama yoktu. Neredeydi? Ben odada bir ileri bir geri gidip gelirken birden odada yüksek sesle kapım çalındı.
"Emira kapıyı aç! Çığlıkların tüm kulede duyuldu. Bir şey mi oldu? İçeri girmeme izin ver." Victoria 'nın ürkmüş sesi yankılandı odamda.
Çığlıklarım mı? Ne? Nasıl duymuştular ki? Kalkan vardı? Olduğum yerde geriye doğru gitmeye başladım. Sırtım bir şeye çarpınca sıçradım olduğum yerde başımı geriye çevirip bakınca duvara çarptığımı fark ettim. Anında duvara sırtımı yaslayıp öylece sessiz bir halde bekledim. Gitsinler. Bu gece beni zorlayan anlar yaşamıştım.
"Emira canım lütfen kaldır şu kalkanı. İyi değilsin yanında olalım." diye konuştuğunda Süreyya hanım sessiz kalmaya devam ettim. Şu an istediğim şey sessizlik ve yalnızlıktı. Ve onlar beni yalnız bırakmamaya kararlı gibiydi. Anında duvardan sırtımı çekip giysi odasına geçtim. Ve kapıyı sessizce kapattım. Sırtımı kapıya yasladım ve yavaşça yere oturdum. Düşünmeye ihtiyacım var. Olanları, bu gördüklerimin sebebine. Ve yaşadığım her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmeye ihtiyacım var.
Ben sessiz sessiz beklerken kapım yumruklandı ama umursamadım. Victoria defalarca kez kapıyı açmamı istedi ama onu duymazlıktan geldim. Sonra mı? Benim açmayacağımı anlayınca oradan uzaklaştılar.
Saniyeler geçti. Saniyeler ger geçişinde bedenim soğudu. Ruhum kanadı. Zihnim ölüm melodisini zihninde çaldırdı. Her melodi bir bir zihnimin hislerini yok etti. Bedenim üşüdü... Ama ben olduğum yerden bir milim uzaklaşmadım. Dakikalar geçe geçe artık düşünme yitimi kaybetmiştim. Sadece durdum. Ve hiçbir şey canlanmadı zihnimde.
Ben böyle oturmuşken onun sesini duydum.
"Emira." tek kelime ama hiçbir duygu barındırmadı. Diğer günlere nazaran. Olmadı o da ulaşmadı bana izin vermedim çünkü. Yorgunum. Ahrar birkaç kere ismimi zikretti ama ses etmedim. O da yıldığı için diğerleri gibi beni tek başıma bırakmayı tercih ederek uzaklaştı odamın önünden.
Başımı kapıya yasladım ve gözlerimi yumup gecenin kendisini sabaha bırakmasını bekledim. Gözlerim ağrıdı. Acıdan mı? Uykusuzluktan mı bilinmez? Ruhum bedenime enjekte edilen bu korku hissini atmak için epey mücadeleler verdi. Kazandı mı? Bilmiyorum . Ama yenildi ilk anlarda. Güneşin doğmasına yakın bir zamanda gözlerim bir sis perdesiyle boşluğa çekildi. Sonrası yok.
Rahatsızlık... Beni uyandıran buydu. Gözlerim usulca aralandı. Ve nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Boynum biraz omzuma doğru eğilmiş bir şekilde kapıya yaslı bir halde uyanık kalmıştım. Ağrıyan bedenime aldırmadan kalkmaya çalıştım. Yerden doğrulacağım esnada biraz uzağımda duran bir kitap gördüm.
Ben uyumadan önce bu kitap burada değildi. Şaşkın şaşkın kitaba bakmayı bırakıp kitaba uzanıp onu ellerimin arasına aldım. Mor renkte bir kitaptı. Kalın kapağa sahipti. Kapağın üzerinde iki yılan sembolü vardı. Ve bu iki yılan birbirleriyle sarmaş dolaş haldeydi. İkisi de beyaz renkte yılanlardı. Küçük bir boyuta sahipti kitap. Dış yüzeyine baktıktan sonra içine bakmak istedim.
Ve kitabın kapağını açıp içine baktım. Ama bomboş bir kitap sayfası ile karşılaştım. Kitabı ilgisiz bir bakış atıp yere tekrar bırakacağım an birden boş sayfa üzerinde bir yazı yazılmaya başlandı. Anında ürkmüş bir halde sayfada beliren yazıya bakmaya başladım.
"Sen sana ulaşmamı engellersen bende başka çözüm yolları bulurum."
Sayfada tam olarak bunlar yazıyordu. Ben bu kitabı kim buraya bırakmış acaba diye düşünürken birden yeni yazı belirdi. Victoria mıydı acaba bu kitabın burada olmasını sağlayan? Ve kalkanı nasıl geçmeyi başarmıştı ki?
" Nasılsın geceye göre? Odaya geldim ama ses vermedin? Ne oldu? Neydi seni bu hale getiren?"
Öylece yazıya bakmaya başladım. Bu Victoria değildi. Kimdi peki? Kitabın kapağını kapatmadan ayağa kalkıp biraz yanımda olan komodine ilerleyip kitabı oraya bırakıp banyoya geçtim. Birkaç dakika sonra tekrar odaya geri döndüm.
Birkaç yazı vardı hala silinmeyen. Her yazılan yazıdan ve ben okuduktan sonra eski yazılar siliniyor yenisi ekleniyordu.
Okuduktan sonra anında yazılar sayfa üzerinden siliniyordu.
"Benimle konuşmak istersen sesli bir şekilde konuşmanla bu kitabın sayfalarında yer edinilecek sözlerin . Lütfen konuş benimle Emira...."
"Hala inatçı tavrından ödün vermiyorsun. Çekilmez olduğun nadir yönlerinden biri."
Son cümlesi bana bu kitabın burada olmasını sağlayan kişinin kim olduğunu sağladı.
Ahrar... Oydu. Ne yapıp ne edip bir şekilde benimle iletişim kurmak için sabaha kadar bir çözüm aramış ve sonunda bulmuştu. Ama ben şu an kimse ile konuşmak istemiyorum. Anında kitabın kapağını kapatıp odadan çıkıp yatak odasına geçtim. Sessiz ve sakin bir gün geçirmek istiyorum. Bunu sağlamak için de her kurulan iletişime yanıt vermeyecektim.
İki gün sonra....
Odada şöminenin önünde oturmuş, sırtımı yasladığım sandalyeden öylece pencereden dışarısını seyrediyorum. Odadaki sessizliği tıklatılan kapı bozdu. Sadece durdum. Bir şey demeden gitmesini bekledim.
Biraz dinlemeye ihtiyacım vardı. Bunun için bana zaman tanımaları gerekiyordu. Ama bunu göz ardı ediyordular. Neden anlamıyordular? Birkaç gün önce gördüklerim beni dağıtmış, yok edip ardından ise sessiz bir boşluğa bırakmıştı. Biraz anlayış gösterip kendi kendime acılarımı, üzüntülerimi, yaşadığım her neyse onunla tek başıma kalıp üstesinden gelmemi, gelemiyorsam da onu unutmaya çalışmama izin vermeleri gerekiyor. Onlardan büyük bir şey istemiyorum ki. Sadece beni benle bırakmaları gerekiyor.
Başımı geriye yaslayıp gözlerimi yumdum. Dünden bu yana büyük bir baş ağrısı vardı başımda. Gelen her kimse ses vermediğimden gitmiş olmalıydı çünkü kapıyı tıklatmayı bırakmıştı.
Tek başıma kaldığımı düşünürken kapının ardındaki kişi konuşunca erken sevindiğimi anladım. Pes etmeyecekti ama benim ne denli bir inada sahip olduğumu biliyor kapının ardındaki. Toparlana kadar yalnız kalmalıyım. Yoksa olmaz aşamam. Oluru yok çünkü.
"Emira konuş benimle." diye çaresiz bir ses tonuyla konuştu Victoria ve kapıya elini koyup yavaşça vurdu. Kapının ardındaki kalkan bana neler olduğunu hissettiriyordu. Nefes alışlarını bile duyuyorum. Bu kurmuş olduğum kalkanın diğer özelliklerinden biri. Bir canlı gibi her şeyi hissediyor ve benim de hissetmemi sağlıyordu.
"Lütfen... Lütfen. " diye yalvarırcasına konuştu. Ama sessiz kalmaya devam ettim ve edecektim. Bilmiyordu bilmeyecekti de.
"Kalkanı kaldır da içeriye geleyim." dedi acı çeken bir sesle. Neden onun ruhunda olan acıyı hissediyorum? Neydi bu kadar acı çekmesini sağlayan? Bu denli mi bir insan bir insana değer verip onun acısını hissedip onun için endişe duymasını sağlayan.
"Kötüsün biliyorum. Çünkü hissediyorum. Ağlamıyor bağırıp çağırıp durmuyorsun ama içindeki sessiz çığlıklarını, ağlamalarını duyuyorum." diye tüm gerçeğimi sesli bir şekilde dile getirdi. Gözlerimi açıp başımı yasladığım yerden kaldırıp öylece karşımda olan duvara baktım. Haklı olabilirdi. Fakat yine de bir şeyi bilmeliydi. O da şu an kimsenin varlığını yanımda istemiyor oluşumu.
" Bak kaç gündür hiç konuşmadın. Eminim ki yemek yemiyor, su içmiyorsundur Düzgün bir şekilde uyuduğunu bile düşünmüyorum. Kendine bunu yapma. İzin ver yardımcı olayım sana. O gece gördüğün kabustan sonra iyi değilsin hissediyorum. Yanında olmaya tüm varlığımla ihtiyacım var. Bunu çok görme bana. "diye ısrar etti bir kez daha. Ama sessiz kalışımı devam ettirdim bir yemin gibi sürdürdüm. Pes edip gideceğini düşündüm ama yine etmedi
" İzin ver yanına geleyim. "diye fısıldadı bir kez daha. Hala umutla kapıyı ona açacağım düşündü. Ama yanılıyordu. En başından buraya gelmeyecekti.
" Yanında olmak istiyorum. Buna izin vermeyecek misin? "diye konuştu kırılgan bir sesle. Anlamasını beklemiyorum ama gerçekten şu an kendi varlığıma bile katlanabilmiyorken başka bir varlığı yanımda istemiyorum. Anında hafifçe işaret parmağımla kalkanın ses geçirme özelliğini devre dışı bıraktım. İşte şimdi gerçek bir sessizlik olmuştu.
Önce ruhumu sonra zihnimi ondan sonra bedenimi iyi hale getirilmeliyim. Olmazsa bile yine kandırıp iyi olduğumu hissettiririm kendime. Bu zor olmaz benim için.
꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷ ✵⃝⃟⃠ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷
Sağır kaldığım doğrular kaçıştı benden saklanabilmek için. Amacı zarar en aza indirmekti. Keza başarmışta değildi. Ama amacını yerine getirmek için uğraşmıştı. Bunu da hesaba katmak lazımdı.
Bu 5 gün içerisinde çok düşündüm. Buraya ilk gelişimi. Yaşadıklarımı. Yaşadıklarımın getirdiği acılar, sancılar ve sonuçları. Ve en başından beri zaten belliydi her şey. Ben yarım bırakılan bir lanetin içerisine düşmüştüm. Bitmeyen bitmesi zaman alacak bir lanetin tam içine bırakılıp gidilmiştim. Ve yarım kalan bir hırsın hedefinde ben vardım. Esila'nın öldürücü darbelerinin ardı arkası kesilmiyordu. Acımdan saldırıyor, yıkılmamı bekliyordu.
Ama bilmiyordu ki her acım beni daha da dirençli yaptığını. Her darbe bende yaralar açsada beni olgunlaştırır ve güçlendirirdi. Ben çok eksik bırakılmış bir hayatın içerisine pata küte düşmüş ve orada hayat mücadelesi veriyordum. Aslında burada kimse masum değildi. Burada kimse doğruları tam olarak söylemiyordu. Herkes bir şeyleri gizliyordu.
Bu hikayede çok acımasız kişiler vardı. Bu hikayede çok yalan, açığa kavuşamayan sırlar vardı. Bu hikayede herkes bir ihanetin baş karakteriydi. Bu hikayede herkes suçluydu. Ve bu hikayede çok ölümler vardı.
Bu hikayede öldüren ben değildim öldürülmeye çalışılan bendim. Bunu geçte olsa anlamıştım. Ve buna engel olmak için elimden geleni yapacağım çünkü gerçekleri bulmadan ölmek gibi bir amacım yoktu.
Yatakta uzanmış öylece duruyorum. Baş ucumda Ahrar 'ın göndermiş olduğu kitap vardı. İlk gün okuduktan sonra bir daha kitabın ağzını açmamıştım. Şimdi küçük bir merak onu açıp yazılanları okumamı söylüyordu.
Uzandığım yerden doğrulup sırtımı yatağın başlığına yaslayıp kitabı ellerimin arasına alıp mor kalın kapağını açıp içerisine baktım.
Birçok not okumadığım için öylece bekliyordu. Yavaşça sırasıyla okumaya başladım.
"Cevapsız kalışım hoş olmazsa da ben yine de buraya yazacağım. Ve senin de eninde sonunda bunları okuyacağını düşünüyorum."
"Sessizlik hiçbir zaman bu kadar rahatsız etmedi beni. Sessizliğin hiçbir zaman bu kadar endişelendirmedi beni."
"İyi olup olmadığını merak ediyorum. Bir şey söylemeni istiyorum."
"3 gün oldu ve kulede herkes senin sessizliğinin yansımasını yaşıyor. Herkes endişeli ve düşünceli. Nasıl olduğunu merak ediyorlar. Ve ediyorum. Seni görmeyeli 3 gece oldu . Ve bu ne zamana kadar devam edecek öğrenmek istiyorum? "
"Okumuyorsun bunu biliyorum. Ama okumanı bekleyeceğim."
"Nasılsın?"
"Mavi harelerini görmeyeli 4 gün oldu."
"İyi olmanı umut ediyorum."
"Eski Emira 'yı görmek istiyorum. Güçlü, yıkılmaz, hiçbir şeye kolay kolay boyun eğmeyen... Her şeye isyan eden bir şekilde karşı çıkan. Ve birçok kez yaramazlık yapan. Başını derde sokan...O küstah kadını çok görmek istiyorum. Etrafımda senin sesini, varlığını duymak hissetmek istiyorum. "
" 5.gün.... İyi olduğunu düşünüyorum. Çünkü senin bunun için mücadele verdiğini düşüyorum. Gelişin her güzel şeyin habercisi olsun. Nasıl ki yokluğun her kötü şeyin habercisi olduğu gibi. Hissettir gelişini sen o odadan çıkınca görmesem bile senin varlığını uzaktan bile anlayabileyim. Çünkü varlığının verdiği hissi hissetmeye alıştım. Bu alışkanlığı benden alma. "
" Okuyorsun... Bu bile yeter bana. "
Yazmış olduğu her sözü okudum. Ve son yazdığını da okuduktan sonra tereddüt etsem de yine de yazdım sayfaya. Çünkü bunu yazmak ve yazmamak arasında kalmıştım. İçimde tutmakta istemediğim için sayfaya döktüm.
İlk defa sesli ama kısık sesle konuştum 5 günün ardından.
"Hissetmeye alıştın beni dedin ya... Alışma çünkü alışmak büyük bir hata. Ve sen bu hatayı en aza indirmek için elinden geleni yap. Çünkü yarınım belirsiz, yarınımız var mı? Bilmiyorum . Olması için savaşır mıyım? Zaman gösterir."
Demiş ve anında kitabın kapağını kapatıp tekrar uzanmıştım.
7.günün sabahı...
Sessizlik hiçbir zaman böyle can yakıcı olmadı benim için. Günlerim sadece düşünmek ve uyumaya çalışmakla geçiyordu. Yorgunum ve bunun geçmesini sağlayamıyorum. Bugün cezanın son günüydü. Ve ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.
Elimde olan kitabı açıp okumaya devam ettim. Tam yedi gün oldu birçok şey okuyor,eksik olan şeyleri bu sayede çözüyorum. Birkaç şey artık çözülmüş ve geri kalan bilgilere ulaşamaya çalışıyorum. İstediğim hiçbir şeyi tam olarak yapmış değildim. Çünkü gördüklerim bunların önüne geçmişti ama bomboşta oturmuş değildim. Bana yol gösterici olan bilgilere ulaşmak için çabalamıştım.
Elimdeki kitabı hızla kapatıp bu boğucu olan odayı ruhen terk etmek istedim ve kolyem vasıtasıyla anında kendimi istediğim yerde buldum. Ahrar 'ın odası...
Şu an uyuyordu. Uyanmasına saatler vardı. Yatağa uzaktım. Birkaç adım atarak biraz daha yaklaştım ona. Baş ucunda duran kitap dikkatimi çekti. 7 günün ardından ilk kez buraya geliyordum. Sanırım benimle iletişime geçtiği kitabın diğer eşiydi bu kitap. Kitap aynı benim odamda olan kitabın aynısıydı ama bunun rengi mor değil siyahtı. Biraz daha yaklaşıp daha yakından onu izlemeye başladım.
Genelde uyurken ince kısa kollu bir gömlek giyerdi. Ve siyah ince bir pijama. Saçları uyuduğundan ötürü darmadağın bir haldeydi. Dudakları hafif aralık bir halde uyurken her zaman bir kolu daima yastığın altına olurdu. Yorganı beline kadar çekmişti. Sıcaklığı nedense pek sevmediğini bu sayede anlamıştım. Şu an mesela şömine yanıyor vaziyette değildi. Nadir şömineyi yaktığını görmüştüm. Sanırım sıcaklık onun için boğucu geliyordu.
Her daim uyumadan önce baş ucunda bir kitap olurdu. Okumayı çok seviyordu. Ama şimdi tek benimle iletişime geçtiği kitap bulunuyordu. Hissetmeyeceğini bildiğim halde ona doğru yaklaşıp ona doğru yavaşça eğilip kapalı olan gözlerine baktım. Uzun kirpiklerinin gölgesi elmacık kemiklerinin üzerinde simgesi bulunuyordu. Nefes alış verişini dinlemeye başladım. Huzurlu bir uyku çekiyordu. Benim nazarıma. Artık uykularım huzurlu değildi. Elimi yavaşça kaldırıp yüzüne doğru yaklaştırdım. Ruh formunda bulunuyordum burada ve o ve diğer hiç kimse beni hissedemezdi..
Eskisi gibi değilim artık güçlerime hükmediyor ve onları kontrol altına alıp kendimi iyi bir şekilde saklayabildiğim gibi güçlendiriyordum.
Yavaşça sol elim yanağına yerleşti. Gözlerim birkaç saniye kapandı ve ardından açıldı. Yüzümü yüzüne daha da yaklaştırdım. Artık hiçbir mesafe yoktu. Dudaklarım onun alnına değdi. Bana uzun gelen bir süre boyunca dudaklarımı çekemedim alnından. Sonraysa ondan uzaklaştı önce dudaklarım sonra elim. Birkaç adım atıp sınırları içerisinden çıktım. Ben ondan uzaklaşmadan evvel daha da huzurlu uyurken benim ondan uzaklaşmam birkaç saniye yüzünün asılmasına sebep oldu. Kaşları yavaşça kavislendi ardından tekrar eski haline döndü.
Bu dudaklarıma küçük bir tebessümün yerleşmesine sebep oldu. O an onu sevgiye muhtaç küçük bir çocuğa benzettim. Küçük masum lacivert hareleri olan bir çocuk.
Odasına kısa bir göz gezdirdim. Ve dikkatimi çeken şey etrafın dağınık olması. İlk kez bu denli odasının dağınık olduğunu gördüm. Yanmayan şömineye doğru ilerledim. Şöminenin önünde duran küçük masada açık kalan kitaplara baktım. Ne hakkında bilgi edinmek istiyordu ki, yorgun düşene kadar bilgi edinmek için bu kitaplar arasında mücadele vermişti? Kitabı alıp baktığımda sayfanın içeriğinde kalkanlar hakkında bilgiler vardı. Başımı iki yana salladım.
Şapşal. Oluşturmuş olduğum kalkanı bozmak için bilgiler topluyordu. Ama unuttuğu bir şey vardı. Oluşturmuş olduğum kalkan ancak benim tarafımdan bozulurdu. Başka bir etmen asla onu ortadan kaldıramazdı. Acaba o kitabın odamda olmasını sağlamak için ne kadar çabalamıştı? Bu çabasını göz ardı etmek istemiyorum.
Ve onu meraksız bırakmak istemediğim için ona küçük bir not bırakmak istedim. Odamda olan mor kitabı ise isteğimle burada olmasını sağladım. Kitap anında Ahrar 'ın baş ucunda duran kitabın üzerinde belirdi. Masada bulunan boş sayfaya okuyacağı dilde küçük bir not yazdım. Boş sayfayı kitabın üzerine koydum ve kalemi aldığım gibi hızla yazıyı yazmaya başladım.
Elimde tuttuğum kalemle son cümleyi yazdıktan sonra notu onun görebileceği bir yere bırakıp buradan ayrıldım. Ruhum bedenime geri döndü.
Odama geldiğim anda direk tekrar şömineye geçip kaldığım yerden devam ettim kitabı okumaya.
Akşam olmuştu. Artık odam aydınlık değildi. Karanlık etrafa yayılmıştı. Yanımda duran gaz lambası kitapta yazılan yazıları okumamı sağlıyordu. Yemek yeme saatiydi. Ve koridorda olan adım sesleri odama doluyordu. Başımı hafifçe yana eğip tekrar devam edeceğim an ismim zikredilince anında başımı kapıya doğru çevirdim. Gelen kişi Kiran 'dı. Ve yalnız değildi.
Yanında Varisler ve Dennis' te vardı. Kapıyı hafifçe tıklattıktan sonra konuştu Kiran.
"Biliyorum yalnız kalmak istiyorsun." dedi ve sesli bir nefes verdi. "Bir şey diyemeyiz bu kararına." dedi sakin sesle. Şu an yüzünün asıldığını tahmin edebiliyorum. "Ama seni merak ediyorum ve ediyoruz." Bunu söylerken sesi hafifçe kısılmıştı. "Senin çıkmanı bekledim bu bir hafta boyunca." Hayret Tarsis kralı nasıl burada kalmasına izin verebilmişti ki.
"Ama hala çıkmadın. Sanırım çıkmayı da bir süre düşünmüyorsun. Sorun değil. Ben bu akşam buradan ayrılmak zorundayım ama odandan çıktığında haber alırsam direk seni ziyarete geleceğim." dedi son cümlesindeki mahcupluğu ve çaresizliği hissettim. Çıkarsam ilk onun yanına gidecektim. " Şimdilik hoşça kal Emira. "dedi ve ardından birkaç saniye bekledi ve uzaklaştı. Sanırım bahçeye gidiyordu. Tarsis kralı onu bahçede bekliyor olmalıydı. Kiran 'dan hemen sonra konuşan Dennis olmuştu.
" Bir şeyi çok iyi anladım. Varlığına ne kadar alıştığımı. Sensiz kule çok karamsar." diye sözlerini bitirdi. Anında ürperdim. Onlara alışmış kendimi de onlara alıştırmıştım. İyi dostlar edinmiştim.
Ondan sonra Varisler de sırasıyla konuşmuştu. Hepsi geri dönmem gerektiğini kule bensiz hiç çekilmediğini söyleyip durdular. Hatta biraz sonra tartışmaya başladılar dördü de.
"Bence çıkınca anında kuleyi birbirine katacak." diyince Nehar anında öksürük sesi duydum. Onu uyaran Kavi olmuştu. Bu öksürük daha çok söylenecek şey mi dediğin diye bir ikaz uyarısıydı. Anında yaptığı şeyin farkına varan Nehar cümlesini toparlamaya başladı.
" Yani iyi anlamda demek istedim. "diye geveleyip durdu ama batırdığını anlayınca susmayı tercih etti.
" İyi ol prenses. "dedi Dehri." İyi olman bizim de iyi olmamızı sağlar çünkü. Bu hallerine alışık değiliz ama görmezden geleceğiz bu seferlik. Çünkü ben o yıkılmaz, dimdik ayakta duran herkese kafa tutan prensesi istiyorum karşımda. Bu prenses kendini ona bırakmalı hemen. "dedi ve üç kere tıklattıktan sonra kapıyı anında geri çekilip diğerlerine yer verdi.
" Hiçbiriniz ne diyeceğiniz bilmiyorsunuz! Kızı ağlatmak mı istiyorsunuz yoksa onun odadan çıkmasını sağlamak mı? Kas kafalılar "diye yakındı Enfal. Bu haline sessiz bir şekilde güldüm ve anında gülüşümü soldurdum.
" Sen ne diyeceksin bakalım bekliyoruz. "diyince Nefal anında diğerleri de ne söyleyeceğini merak ettiği için sessiz kaldılar.
" Kapıyı açıp içeri girmemize izin versin ve kim onu üzmüşse sadece isim söylemesi yeterli gerisini biz halledelim ve o da bu bunalımdan kurtulmuş olacak. "diyince çarpışma sesi duyuldu anında kapının arkasından. Sanırım Enfal 'i itmişti biri.
" Hah eleştiren kişiye bak daha ne diyeceğini sen bilmiyorsun! Sen nasıl kadınlarla iletişim kuruyorsun merak ettim ben bu yaşına kadar?"diyince Dehri anında Enfal kısık bir şekilde konuşunca anında hepsi sesli bir öksürük krizine girdiler. Anında sessizlik oldu birkaç saniye. Ahhh sanırım Enfal söylenmemesi gereken bir şey söylemişti.
Olaya el atan Kavi oldu sonra.
" İyi olduğunu biliyorum çünkü sen güçlüsün bunu hep hissettim. Sadece zaman istiyorsun ve istediğin kadar al zamandan parçalar . Yeter ki iyi olduğunu görelim. Biz buradayız bıraktığın gibi her şey. Her şey senin gelişini bekliyor. Sessizliğin nasıl bizi sensizliğe ittiyse gelişin ise büyük bir olay yaratsın prenses. Çünkü senin enerjin bu kulede olan herkese iyi geliyor. "der demez Kavi anında duygusallığa bağladım. Söyledikleri çok güzeldi.
" Bu işi aramızda Kavi biliyormuş bir dahakine o ilk konuşsun. Biz batırdık o kurtardı gemiyi. "diye alaylı konuşunca Dennis anında hepsi kahkaha attı. Bu hallerine bende tebessümle karşılık verdim.
Sonra ise hepsi uzaklaştı kapının önünden. Onlar gittikten sonra bende anında acıkmış olduğum için yemek yemek istedim. Kolyem olmasıydı kesinlikle burada bir gün bile kalamazdım. Onun sayesinde herkesle olan iletişimimi kesebilmiştim.
Yemeğimi yedikten sonra yorgun olan zihnimi dinlendirmek için yatağa doğru ilerledim. Uyumaktan tedirginlik duyuyorum ama eninde sonunda uyuyacağım için artık uyumamak için mücadeleler vermeyecektim. Önüme bariyer değilde önümdeki bariyerleri kaldırma zamanıydı artık. Artık eskisi gibi olacaktım. Ve pes etmediğimi gören Esila 'ya küçük sürprizler yapacaktım. O bundan hiç hoşlanmayacak olsa da ben onu benden daha beter hale getirmekten kaçınmayacaktım. Kimi karşısına aldığını öğrenecekti.
Uyandığımda etrafımın karanlık olması beni şaşırtmıştı. Ne yani sadece bir kaç saat tek mi uyumuştum? Ama nedense saatlerce uyuduğumu düşünüyorum. Olduğum yerden kalkıp odada paytak adımlarla giysi odasına ilerledim. Tam kapıdan içeri geçecektim ki kum saati dikkatimi çekti. Baş ucumda olan kum saati bir güne tekabül edecek şekilde akıyordu diğer hazneye. Yani ben dün akşamdan bu akşama kadar aralıksız uyumuşum öyle mi? Bu kadar uzun süre uyuduğuma inanamıyorum.
Anımda giysi odasına geçip direk giysi odasında bulunan banyoya geçip ihtiyaçlarımı karşılayıp giysi odasına geri döndüm. Dolaptan giymek için uzun kollu siyah bir kazak ve altına siyah kotumu aldım. Aldıklarımı giydikten sonra dolapta bulunan krem kabanımı da alıp giydim. Ayakkabı dolabından da düz tabanlı bir bot alıp ayağıma geçirdim.
Makyaj aynasının önüne geçip masada bulunan tarakla saçlarımı taradım. Saçlarımı taradıktan sonra tarağı yerine bırkaktım . Ardından solgun duran cildim dikkatimi çekti. Birkaç dokunuş daha iyi gözükmemi sağlayacaktı. Anında makyaj masasına oturup makyajımı yapmaya başladım. Koyu kahverengi renkte far kullandım göz kapaklarım için. Ardından da makyajıma pastel renginde pembe ruj ve kirpiklerim için likit kullanarak devam ettim. Abartı bir makyajı pek sevemediğim için daha doğal bir makyajı tercih ederim. Cildime pek yoğun bir makyaj kullanmayı sevmiyorum. Makyajı bitirirken gözlerim açık olan saçlarıma kaydı. Imm bence bugünlük toplanması lazımdı.
Hemen sonra bir ense hizasında salaş bir topuz yaptım. Saçım bittikten hemen sonra boş duran kulağım ve bileğime takı takmak istedim. Hemen makyaj aynasının çekmecesini açıp orada takıların arasından takacağım bir model baktım. Anında uygun olacağını düşündüğüm takıyı aldım. Lacivert renkli bileklik ve küpemi alıp taktıktan sonra aynada kendime kısa bir süre bakındım. Evet ceza faslı bitmişti şimdi özgürlük zamanıydı. Yeterince uslu- daha çok başına buyruk - bir prens olduğumu herkese göstermiştim. Sırada diğer yönlerimi göstermek vardı. Hazır olduktan sonra odadan kimse beni görmesin diye açtığım portaldan geçiş yaptım.
İlk durağım Tarsis topraklarıydı.
Açtığım portaldan direk Tarsis kulesinin önüne gelmiştim. Kulenin önünde duran askerler beni görür görmez kapıyı açtılar içeri girmem için. İçeri girmek için harekete geçtim. Birkaç adım sonra kapının önüne gelmiştim. Hemen içeri girdim. Şu an nerede olduklarını bildiğim için direk onların olduğu tarafa doğru ilerledim.
İkisi de bu saatte olabilecekleri tek yer satranç odasıydı. Orada belli saatlerde baba oğul zihin kapışması yapardılar. Satranç odası birinci katta olduğu için direk sol hole doğru ilerledim. Holün başına geldiğimde hızlı adımlarla ilerliyordum. Holün sonunda olan odaya kadar yürüdüm. Odanın önüne gelince anında kapıyı çalmadan içeri girdim. Ah ikisi de asla anında kapı çalınmadan içeri girilmesini hiç sevmezdiler ama bunu yapmak istedim. Ben içeri direk girince ikisi de sinirli bir yüz ifadesiyle benim olduğum tarafa baktılar. İkisi de beni görmeyi beklemediği için önce yüzlerinde olan sinir kayboldu. Sonra ise yüzlerine şaşkınlık yerleşti.
Ahh baba oğul ne kadar da şaşkın duruyordu.
"Rahatsız etmiyorum umarım." dedim ve kapıyı kapatıp içeri doğru adımladım.
Şaşkınlığını atan Kiran anında oturduğu yerden kalkıp bana doğru ilerledi. Anında bana sarıldı bende ondan geri durmadım ve kollarımı ona sardım. Sarılmaya ihtiyacım var olduğunu o an anladım. Kiran bilemeden bana iyi geliyordu.
"Emira... Uzun zamandır seni görmedim. Buraya geleceğini hiç tahmin etmedim. Hem dün sabah cezan bittiğini ama hala odadan çıkmadığını bildirdi Victoria." diyince bu sefer şaşıran bendim. Nasıl yani bir gün değilde tam tamına iki gündür mü uyuyorum ben? Bedenim yorgundu ama bu kader uzun bir uykuya ihtiyacım olduğunu bilmiyordum Kiran söyleyene kadar.
" Aslında bakarsan biraz karmaşık bir durum ben sana sonra söylerim. Şimdi bu konudan bahsetmeyelim olur mu?" der demez anlayışla karşıladı beni.
"Hoş geldin Prenses." diye konuşunca Tarsis kralı anında kollarımı Kiran 'dan çekip bakışlarımı Tarsis kralına çevirdim.
"Hoş buldum." dedim ve Kiran' dan uzaklaşıp Tarsis Kralına doğru ilerledim.
"Satranç?"dedim sorarcasına. Birkaç saniye bakışları beni buldu. Mavi harelerime tuhaf bir ifadeyle baktı. Ardından hemen bakışlarını kaçırdı .
" Güçlendirir. "dedi sadece soruma. Ya öyle mi dercesine baktım.
" Zara hanım yok galiba. Kurtuldunuz mı ondan. "diyerek karşımda olan sandalyeye doğru ilerleyip oturdum.
" Evet halam birkaç gün önce ayrıldı kuleden. "diye sorumu yanıtladı Kiran beni. İsabet olmuş. Ama bunu söylemedim ve sessiz kaldım.
" Biliyorlar mı odandan çıktığını herkes? "diye sorunca Tarsis kralı anında sorusuna yanıt olarak başımı olumsuz bir şekilde salladım. Sessiz kaldılar bir yorumda bulunmadı ikisi de. Parmaklarımı şıklattım ve anında avuçlarımın içinde sıcak bir kahve bardağı belirdi. Kahveyi dudaklarıma götürdüm ve birkaç yudum alıp yanımda olan masaya bardağı bıraktım. Ve sessizliği sözlerimle kestim.
" Hayır şimdilik kimse bilmiyor. Bilmesinler de bir müddet . Biraz kuleden uzaklaşmak istedim. Eğer bilselerdi buraya ya da başka yere gitmeme mani olurdu Süreyya hanım. Onun için buraya geldim. Bir sakıncası yoksa tabii." son cümlemi söyleyince ikisi de hayır dercesine başını salladı.
Baba oğul benzerlikleri... Bazı zamanlar ikisi de benzer davranışları sergilerdiler ama bence bunun farkında değiller.
" Merak etmeyin pek kalmayacağım burada biraz sonra gideceğim. "diyip konuşamama devam edeceğim an Kiran cümleme devam etmemi engelledi.
" Hayır hayır istediğin kadar burada kalabilirsin. "dedi Kiran telaşla. Bu haline güldüm sadece.
" Teklifin çok güzel ama maalesef burada kalamam. "anında yüz ifadesi endişeli bir hal aldı. Başka bir yere gidip orada uzun süre kalacağımı düşünüyor olmalıydı." Merak etme kaçmıyorum bir yere. Sadece bir yere gitmem lazım yapmam gereken şeyler var. Onları halletmem lazım. Ondan sonra kuleye geri döneceğim istersen sana haber verince kuleye gelebilirsin." dedim anlaması için.
Anında bakışları babasını buldu. Babası bu teklife hoş bakmayacağı ve gelmesine izin vermeyeceğini düşündüğü için omuzları düştü. Ve tam dudaklarını aralayıp konuşacakken Tarsis kralı ondan önce davrandı.
" Benim için sakıncası yok. Ama dikkat et prenses herkese ve kendine." diye uyarıda bulunmaktan geri kalmadı. Anında Kiran parıldayan ifadeyle babasına bakmaya devam etti.
"O halde şimdi gitmem lazım. Sonra haberleşiriz Kiran. Sizleri görmek iyi geldi" dedim ve ayağa kalkıp Kiran 'a son kez sarılıp oradan ayrıldım.
꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷ ✵⃝⃟⃠ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷
Sessizlik... 1 haftadır tek bildiğim şey. Benimle olan tek kavram. Bu belli olan süre içerisinde birçok şeyi düşünmüş ve bir sebep aramıştım. Ve bu sebeplerin sonuçlarını kavramıştım. Ruhuma iyi gelen yerde kendi kendime küçük bir dinlenme anı yarattım. Şu an sırtımı yasladığım ağacın çıkarmış olduğu hışırtılarını dinliyorum.
Rüzgar ağacın dallarını oynatıp ağacın dallarında bulunan yaprakların hareket etmesini sağlıyordu. Bazı yapraklar rüzgara dayanamayıp olduğu yerden koparılıp olduğum yere süzülüp yere düşüyordu. Hava biraz serindi ama iyi geliyordu. Sabah olmasına birkaç saat vardı. Ve güneş ışınları kendini gösterdiği anda artık saklanmak yoktu. Eskisi gibi onlarla yüzleşecek ve eskisi gibi olacaktım.
Ama o ana kadar biraz daha kendimi bunlara hazırlamak istiyorum.
Her yaşadığım şey bende saptıramayacağım kadar büyük izler bırakıyordu. Ve ben de bu izleri elimden geldiğince en aza indirmeye çalışacağım. Olduğum kimliğe en az zararın verilmesini sağlayacağım. Çünkü yapabileceğim şey bu hatta bir tek şey bu. Bunu zamanla öğrendim.
Olduğum yerden kalkıp biraz bulunduğum boş arazide dolaşmak istedim. Koskoca arazide bir ben ve birde yaslı olduğum çınar ağacından başka bir şey yoktu. Ayağa kalkıp ilerlemeye başladım. Adımlarım hızlıydı. Yürüyüş yapmayı severdim. Buraya gelmediğim anlardan önce her daim düzenli olarak sabahları yürüyüş yapardım. Ama artık yürüyüşün yanında antrenman da yapıyordum.
Buraya gelişim ve buraya gelişimden önce diye hayatımı iki bölüme ayırabilirim. Eski Emira 'ya göre daha dayanıklılık kazandım. Ama eski Emira' ya göre daha da sessizleştim. Artık daha fazla sessiz kalıp zihnimle baş başa kalıyorum. Ve sorularım daha fazla oldu. He gün hatta her dakika bir soruya yanıt bulamıyorum ve onu zihnimin raflarına yerleştiriyorum. Bu beni bir yerden sonra yoruyor ama vazgeçmiyorum da bu sorulardan. Bu da benim kendime olan en büyük zararlarımdan biri.
Yürüdüm... yürüdüm. Dakikalarca... Zihnim her adımımda daha da kördüğüm oldu. Ve bu düğümü bir türlü çözemedim. Çünkü her birinin ucu kayıptı. Ve ben ilk işe bu kayıp olan uçları bulmakla yetinmeliydim.
O sırada da omuzlarımda duran pelerinimi düzeltme gereği duydum. Düzeltirken hızlı adımlarımı yavaşlattım. Omuzlarıma iyice yerleştireceğim an birden başım döndü. Gözüm karardı. Olduğum yerden geriye doğru aksak adımlarla gitmeye başladım. Sonrası devrilip kaldım yere. Sert düşüşümün verdiği acıyla bunu anladım gerisi ise koca bir mezarlık gibi kalabalık sesler.
Acımız bizleri bazen kör eder. Görmeyiz bazı şeyleri gözümüzün önünde olsa da. İşte şimdi dediklerimi bizzat görüyorum. Karşımda olan arazide bahçeye kurulmuş masada üç kişi vardı. Esila, Aron ve Esila 'nın sevgilisi. Aron ve Eslia' nın yönü bana dönüktü ama o adamın sırtı bana dönüktü.
Çünkü ben bu görüyü geldiğim anda Aron anında olduğu yerden kalkıp biraz ileride ona doğru yaklaşan kişiye doğru giderken Esila anında bakışlarını karşısında olan adama çevirmişti. Ve gördüğüm bakışlar hiç normal birine bakarcasına değildi. Ona bakarken gözlerine yansıyan parıltıyı görebiliyorum.
Aron, Tarsis kralını karşılamaya gitmişti. Biraz uzakta Tarsis kralı masaya doğru gelirken onu görünce Aron anında yerinden kalkıp ilerlemişti. Bu anı fırsat bilen Esila anında bakışlarını karşısında olan adama çevirmiş ve etrafa belli etmemeye çalışarak ona hislerini gösteriyordu. Gizli bir aşk.
Peki neden Aron 'dan ayrılmaya çalışmadı ki? Neden ondan ayrılmayıp ona ihanet etmeye çalıştı? Bunlarda diğer cevaplanması gereken sorularımdan biri. Ardından masaya yaklaşan Aron ve Tarsis kralını görünce ikisi de kendini toparladı. Ardından masaya geçip dördü de çok samimi bir şekilde konuştular. Hatta bu kadar yakın olmaları beni şaşırttı. Tarsis kralının bu denli Lord Yelit ve Aron dışında ilk defa yakın olduğu bir kişiyi gördüm. O da karşımda duran adamdı.
Esila 'dan hoşlanmadığını anlayabiliyordum Tarsis kralının. Çünkü ona bakarken ki bakışlarında tiksinme ifadesi vardı. Neydi onun Esila' dan bu kadar nefret etmesinin sebebi? Acaba biliyor muydu Esila 'nın, Aron' u aldattığını? Zihnim bildiğini fısıldıyordu. Hatta bunun açığa çıkması için uğraş verdiğini de ama sadece kanıtları aradığını tahmin ediyorum.
Eğer bulmuşsa bizzat söyleyecektir en uygun zamanda. Çünkü Tarsis kralı bu önemli konuyu değer verdiği dostundan saklamaz onun iyiliği için anında ona söyler. Söylemekten geri kalmaz. Ben onları konuşur vaziyette izlerken bir anda etraf sislerin ardında kalıp yavaşça bulanıklaşmaya başladı.
Gözlerimi araladığımda kendimi yerde uzanır vaziyette buldum. Bu öngörüler bir gün başıma iş açacaktı. Bir anda görünmeye başlıyordu ve bunu kontrolde edemiyorum. Herhangi bir anda gelse bir şeyde yapamayacağım. Yerden yavaşça doğruldum. Ben öngörüyle cebelleşirken gün doğumu başlamıştı. Güneş çoktan doğmuş her yer güneş ışınlarıyla aydınlanmıştı. Kuleye dönme vakti gelmişti. Gözlerimi usulca kapattım .
Bakalım benim olmayışım kulede ne gibi bir değişiklik yaratmıştı. Gözlerimi açtığımda kendimi ön bahçede bulmuştum. Henüz bahçede ben ve askerler dışında birileri bulunmuyordu. Onlara göre hala o melankoli havasındaydım ama onu geride bırakalı çok oldu. Haberleri yok. Çift kanatlı kapıdan içeri girip emin adımlarla yemekhaneye doğru ilerledim. Ne olursa olsun ne yaşarsam yaşayayım asla ama asla güçlü durmaktan geri kalmayacağım.
Odamın olduğu koridorda ilerlerken birkaç çalışana denk geldim. Beni gören her birinde bir şaşkınlık belirdi hah sanırım içeride pineklediğimi düşünüyordular. Ama esaret biteli çok oldu. Benim odadan dışarıya çıkmamı şaşkınlıkla karşılaşmalarının ardından şaşkınlıkları bitince hemen tebessümle bana bakıyordular. İstemeden de olsa sanırım burada bulunan çok kişinin sevgisini kazanmıştım. Halbuki hiçbir girişimim de olamamıştı.
Sadece onlara davranılması gerektiği gibi davranılmasını istemiştim. Bu hareketim onların gözünde kıymetli birine dönüşmemi sağlamıştı. Amacım bu olmadığı halde. İlerlerken kısa bir selam vermeye kalacakları anda bakışlarımla onlara engel olmuştum.
Bu saygı anlayışı bana göre tersti. Önümde eğilmelerine gerek yoktu. Hiçbir zaman da olmayacak. Onları engellemem enerjilerine yansıdı. Hissettiklerim gururdan öteye gitmedi. Sanırım istedikleri tam da çizmiş olduğum karakter sınırında olan Prensesti. Yendikleri getirecektim. Biraz daha zamana ihtiyacım vardı sadece.
Sağ tarafa dönüp yemekhaneye giden koridora saptım. Birkaç eğitmene rastladım. Beni onlarda görünce şaşırdı. Hiç onlardan yana olmayarak direk adımlarımı hızlandırdım. Sonunda yemekhanenin önüne gelince kapıyı açmadan önce derin bir nefes alıp verdim. Hazır olduğumu anlayınca hemen kapıyı açıp içeri girmek için harekete geçtim. İçeri girmemle birçok kişinin kafasını kaldırıp bana bakmasına sebep oldum. Iıım sanrım hiç kimse burada olacağımı tahmin etmiyordu.
Fazla şaşkın surata maruz kaldım da. Ama bende şaşırdım. Ahrar yoktu. Neden masada olmadığını merak ettim. Onu burada göreceğimi düşünmüştüm halbuki. Belki de çalışma odasında olabilirdi. Onu görmeye gitmeliydim. Buradan çıktıktan sonra.
Hemen ruhsuz ifademi takınıp ilerlemeye başladım. Kısa bir süre bakışlarım geçeceğim masada olanlara çevrildi. Süreyya hanım bocalamıştı. Eh kadın da haklı bir süredir kimseyle iletişim kurmadan odamda bulunmuştum. Şimdi ise kimsenin haberi olmadan burada bulunuyordum. Biraz asi olduğum doğrudur ama bu kötü bir şey de değil. Yerime geçer geçmez anında masada fısıldamalar başladı. Ama ilk cesareti gösteren kişi Serra oldu. Direk her zaman ki gibi zehrini bana karşı kullanmaktan çekinmedi.
"Şaşırdığımı söyleyemeden geçemeyeceğim. Çünkü bir süredir odanızda cezalı bir şekilde bulunurken ve cezanız bittiği halde odanızdan çıkmamıştınız. Şimdi ise karşımızda hiçbir şey olmamış gibi duruyorsunuz. Çok mu güçlüsünüz Prenses Emira yoksa çok iyi rol mü yapıyorsunuz anlayamıyorum... "dedi kafası karışık bir halde. Ben ise sözleri bitene kadar onu hiç mimik bulunmayan surat ifademle onu dinlemiştim. Sözü biter bitmez anında yüzüme alaylı bir ifade takınıp konuştum.
" Ne düşündüğünüz beni ilgilendirmez Serra hanım. Ama şunu unutmayın ceza aldım ve o ceza bitene kadar da odamdan çıkmadım. Kimseyle bir iletişim de kurmadım. Biraz tek kalmaya ihtiyacım vardı. Bu sürede içerisinde yeterince dinlendim de. Hakkımda olan düşüncelerinizle inanın ki zerre kadar ilgilenmiyorum. İlgi alanım daha farklı şeyler üzerinde. "dedim düşüncelerine önem vermediğimi belli etmekten çekinmeden. Sadece bu söylediklerime karşılık kaşlarını çattı.
" O geceden sonra iyi toparlanmışsın. "dediğinde Turul bey anında bakışlarımı Serra 'dan çekip ona çevirdim. Bu sözlerini söylerken Turul beyin herhangi bir iğneleme ya sa kınamak amacıyla söylemedğini anladığımda sorusuna kısa ve net bir cevap verdim.
" Herkesin gördüğü kabuslardan biriydi." diye geçiştirmek için büyük mücadeleler verdim. Bakışlarım Turul beye çevrilmişken onun bir şeyi anlamak için derin derin düşündüğünü fark ettim. Ama irdelemedim ve bakışlarımı masada dolaştırdım. Masada olamayan ama olması gereken kişiler burada değildi. Kimi aradığımı bilen Ahlas bey anında merakımı giderdi.
"Sen ceza aldığından beri masada bulunmuyorlar." der demez anında hepsinin aldığım cezadan ötürü onlara sistem ettiğini anladım. Hatta o geceki çığlıklarım onları daha çok kızdırmış olmalıydı. Çünkü bana o gece ne kadar isteseler de ulaşamamış hatta benimle olan konuşma çabaları boşa gitmişti. Şimdi ise buradayım ama onlar yoktu. Anladım dercesine başımı salladım. Ve sessiz kalarak öylece durdum masada.
Sessizliğimi ve bir şey yemediğimi gören Süreyya hanımın bakışları bana çevrildi ama beni zorlamamak için sadece susmakla yetindi. Onlar yemeklerini yerken ben sadece öylece tabağıma dokunmadan etrafı izledim. Burada her yerin herkesin bende büyük izleri vardı. Sırtımı yasladığım sandalyeden çektim. Yemek yemiyordum ki. Burada durmanın anlamsız olduğunu anladığım anda buradan gitmek istedim. Oturduğum yerden kalkıp kısık sesle afiyet olsun diyip arkamı dönüp buradan uzaklaşmak için hızlı adımlarla ilerledim.
Yemekhaneden çıktığım gibi ne kadar Ahrar 'ı görmek istesem de birine yakalanma olasılığım çok olacağını düşündüğüm için Ahrar' ın odasına gitmeyip yörüngemi Lord Yelit 'in odasına çevirdim. Merdivenleri çıkıp direk odasına ilerlemiştim. Kapıyı çalıp içeri girdiğimde beni bekliyormuş gibi ışıldayan hareleriyle bana bakıyordu. Anında bende onun tebessümüne karşılık verip karşısında duran sandalyeye oturduktan sonra kısa bir süre sessiz kaldık.
"Toparlanmışsın." dedi sadece. İçli bir nefes verdim. Biliyorum ki ne yaşamışsam hepsinden haberi vardı ama herkesten saklamıştı. Ne yaşadığımı beni ne bu hale getirdiğini.
"Zor oldu ama başardım. Hiç beklemediğim bir darbeyle karşı karşıya gelmek beni şaşırttı." dedim. Sesimdeki titreyen tınıyı fark etti. Ama belli etmeden sadece dinlemekle yetindi.
Çoğu şeyden aslında ben söylesem de söylemesem de haberi vardı. Ama benim söylememi bekliyordu. Ona kendimi açmamı ve her sıkıntımda ondan yardım istememi bekliyordu. Ama bilmiyordu bunun benim için zor olduğunu. Birine kendimi anlatmanın çok zor olduğunu. Bu benim için zordu. Ve aşılması beni uçurumun ucuna sürüklerdi. Acılarımı kolayca dile getirmedim. Ama nefretimi ve öfkemi kolayca dile getirdim hep. Ama bunu da aşmayı öğrenmek zorunda olduğumu biliyorum ama bunu faaliyete dökmek benim için epey bir zaman alacaktı.
"Nasılsınız?" dedim konuyu değiştirmek için.
"Her zaman ki gibi." diye cevapladı.
"Ceza aldığım için ders almam da ertelendi bir sorun oldu mu?" dediğimde olumsuz bir şekilde başını salladı.
Süreyya hanım kesin bu konu hakkında bir şeyler yapmıştı. Çünkü son halim onu endişelendirmiş olmalıydı.
"Bu birkaç gün içerisinde ne yaptınız ben yokken?" diye sorunca anında omuzları usulca düştü.
"Sıradan hayatımdan birkaç aynı günü yaşadım." dedi sakin ama yorgun bir halde. Gözlerim onun harelerinde kısa süre oyalandı. Yaşanmamışlıkların keşkeleri vardı. Aslında geçmişe dönüp bir şeyleri değiştirmek istiyordu ama bunu yapamamak ağrına gidiyor gibiydi. Ya da o keşkelerin gerçek olamayacağını bildiği için böyle bir acıyı ruhuna saklamıştı.
"Elimde olsaydı sizin yaşantınızı değiştirmek isterdim." dedim anında gözleri gözlerime sabitlendi ve anlamaya çalıştı ne demek istediğimi. "Sıradan bir Yelit olarak hayatınıza başlamanızı ve öyle yaşamanızı isterdim. Ama sizin yaşamanız buymuş ve buna istemeseniz de boyun eğmek zorunda kalmışsınız."dedim yıllanmış bir yorgunlukla. Ve omzumu silktim çaresiz bir halde. " Bazı şeyler ardından büyük zorluklar getirir. Sizin zorluğunuz yalnızlık olmuş. Benim ki ise kayıp... "dedim gözlerimin dolmamasını sağlarken. Çok acı bir kayıp hemde. Canımın parçalara ayrılmasını sağlayan bir kayıp.
" Kayıp... Dile getirdiğin anda vücudun titredi. Hala acısını barındırıyor olmalı. "diye tastik etmek istediğinde sadece başımı salladım. Ve elim usulca havalandı ve etrafımıza kendi oluşturmuş olduğum kalkanın etrafımızı kuşatmasını sağladım. Lord Yelit ise beni izlemekle yetindi sadece. Bakışlarım ondan uzaklaştı ve biraz ileride Lord Yelit 'e buradan gitmeden evvel verdiğim kar küresine çevrildi.
" Hala izlerini taşıyorum." dedim içli bir nefes alırken. Anlatmak benim için zordu ama bilmesini istiyorum. Oluşturmuş olduğum kalkan sadece etrafa değildi. Bu anıyı da kalkanla koruma altına almıştım. Ben ve Lord Yelit 'ten başka kimse bu anıya istese dahi ulaşamayacaktı. Yaptığım zihin kalkanını Lord Yelit anladı ama sessiz kalmayı tercih etti.
"O gece görmüş olduğum kabuslarda yaşadığım kaybı da gördüm. Bu daha çok çıldırmama sebep oldu. Çünkü hala unutmak isteyip de unutmadığım bir kaybı tekrar görmek beni mahveden bir şey oldu. Onun dışında zaten diğer gördüklerim beni fazla bu hale getirmezdi ama her şeyi sonlandırdı gördüklerim. Beklenmedik bir geceydi o gün gördüklerim. "dedim çok kısa keserek. Çünkü uzun uzadıya anlatacak bir cesarete sahip değildim.
Ya yargılanmaktan korkuyordum ya da söylenecek şeyleri duymaktan. Kaçışım bundandı. Sessizliğim bundandı. Yalnızlığımda bundan ötürüydü. Acılarımı göstermekten de çekindim ben hep genelde. Çünkü kendimi yetersiz hissetmek istemedim. Ya da birine tekrar bağlanmak istemeyişimden de kaynaklanabilirdi. Bilmiyorum altında yatan gerçek sebebi ama kaçmak kolay geldi. Üzerine gitmek zordu ama sıyrılmak en kolayıydı. Saklamak açığa çıkarmaktan hep daha cazip geldi.
"Peki şimdi ne yapmak istediğini söyle bana?" dedi Lord Yelit. Bulunduğum bu melankoli havasından beni çıkartmak için. Sorusunun hemen ardından yavaşça geriye yasladım sırtımı. Sandalyenin iki yanında olan kollarıma baktım. Ve sağ elimin parmaklarını usulca sandalyenin yüzeyinde hafifçe kıpırdatmaya başladım. Kısa bir süre düşündüm. Sonra başımı Lord Yelit 'e çevirdim tekrar. Kendimden emin ifadeyle ona bakıp dudaklarımı araladım.
"Önceliklerim var onları yapmak istiyorum. Sonrası ise muamma. Yaşayıp göreceğim." dedim. Söylediklerimin yaşattığı ifadeye baktım. Lord Yelit sözlerimi işitince kaşlarını çattı.
"Önceliklerim dedin merak ettim. Biraz açar mısın?" diyince hay hay dercesine başımı salladım. Yerimden kalkıp onun yanına gitmek için harekete geçtim. Masasının yanından geçip oturduğu sandalyenin birkaç santim uzağında durup masanın üstüne oturdum. Aramızda birkaç santim vardı.
" Kuleyi yıkmak. Sonra herkesi öldürmek. Sonra def olup gitmek." diye ciddiyetle konuştum. Lord Yelit bu söyleyeceğim şeyleri beklemediği için anında şaşırdı. Hatta biraz ürktü diyebilirim. Çünkü şu an sağlık durumumdan emin değildi. Bu haline sadece kahkaha attım. Hadi ama inandı mı?
" Dediklerime inanmış olamazsınız ama!" dedim hala kahkaha atıyorken. Başımı iki yana inanmayarak salladım. İnanacağını hiç düşünmemiştim bile.
"Söyleyeceğin her şeyi ciddiye alıyorum biliyorsun." dedi sakin bir halde. Ve benim hal ve hareketlerimi inceledi. Sanırım gerçekten doğru mu yalan mı söylediğimi anlamaya çalışıyordu.
"Şaka yaptım. Önceliklerim bunlar değil. Daha çok gerçekleri öğrenmek gibi önceliklerim var. "dedim sesimdeki kararlılıkla.
" Öğreniyorsun ki. "dedi bu cümleme karşılık olarak.
" Az bir ilerleme kat ediyorum. Çünkü kimse bana bu konuda yardımcı olmuyor. "diye yakındım. Ama görmezden geldi. Neden her şeyi bir anda değil yavaşça ve kendi başıma öğrenmemi istiyordu? Bunu anlamış değilim bir türlü.
Tam konuşup huysuzluk yapacağım anda kapı çalındı. Anında başımı kapıya doğru çevirdim. Kapının ardından beliren bedenle tüm dikkatim dağılıp un ufak oldu.
Ahrar kapının ardından içeri doğru adımladı. Beni burada beklemiyor olmalı ki yüzünde beni görmüş olduğundan dolayı bir şaşkınlık belirtmişti. Saniyelerin ardından lacivert harelerinde şaşkınlık yok oldu ve yerini özlem aldı. Ya da ben mi öyle sanmıştım. Çünkü sonra ruhsuz bir ifadeyle bana baktı ve hemen anında bakışlarını benden çekip Lord Yelit 'e çevirdi. Bu hareketine karşı sadece yüz ifadem düştü. Ne oldu ki şimdi? Birkaç adım atıp masaya doğru yaklaştı ve daha önce fark etmediğim elinde tuttuğu kitabı masaya bırakıp geriye doğru ilerledi.
"Kitap için teşekkür ederim. İstediğimi bulmak için yararlı bir kitaptı." diye tok sesiyle konuştuğunda sanki sesine yansıyan bir kızgınlık vardı. Ya da ben mi öyle hissettim? Anlam da vermedim bu haline. Neden beni görmezlikten geliyordu? Tam bende buradayım diyecektim ki anında Lord Yelit konuştu.
" Yardımcı olduysam ne mutlu bana. Ama anlayamadığım bu kitapta ne aradığın? Bu daha çok kalkanlarla ilgili bir kitap." dedi Lord Yelit sakin ses tonuyla. Hiç merak yoktu sesinde. Başımı eğip masada olan kağıtlara bakmaya başladım.
"Pekte aradığımı bulamadım zaten. Yeterli olamadı bilgiler. " diye kısaca konuştu Ahrar. Sesi şu ana kadar duymadığım bir tınıyı ağırlıyordu. Bakışlarım ona çevrilmese de bana baktığını biliyorum. Çaktırmadan bakıyor kısa süre sonra bakışları benden uzaklaşıyordu. Bunu hissediyordum. Ama umarım Lord Yelit bir şeyleri anlamazdı. Ve bir şeyler açığa çıkmazdı.
"Yapmam gereken bir takım şeyler var onların başına geri dönmek zorundayım. Tekrar teşekkür ederim." dedi ve odadan çıkmak için harekete geçti. Arkasını dönüp kapıya ilerledi ve kapıyı açıp dışarı çıktı. Birkaç dakika kapının önünde durdu ve sonra harekete geçti. Benden uzaklaşan bedeninden soluduğum o yüksek yoğun öfeke ve özlemi bir arada hissettim. Bu adam zıtlıkların sembolü olmalıydı.
"Ne tuhaf." dedi Lord Yelit. Anlamayan bakışlarla ona baktım.
"Tuhaf olan ne?" der demez gülerek cevap verdi.
"Zaman." dedi. Ama ben bir şey anlamadım. Zaman derken neyi kast ediyor olabilirdi ki? Benim sorgulayan bakışlarımı görünce anında bu sefer o benden farklı olarak kısık sesle güldü.
"Zaman çoğu şeyi yeniliyor. Ve bu yenilikler iyi ve kötü yönden olabiliyor . Gördüklerim ise iyi yönden olan." dedi. Kafam karışık bir halde ona bakmaya başladım. Hala anlamadım.
"Zamanı gelince anlarsın. Şimdi izninle yapamam gereken şeyler var." diyerek odandan çıkmamı istediğini anlayınca sesiz bir şekilde kafamı salladım. Oturduğum masadan kalkıp kapıya doğru ilerledim.
Kapının önüne gelince son kez başımı çevirip arkama baktım. Lord Yelit çoktan önünde duran belgeleri inceliyordu. Başımı önüme çevirip kapıyı açıp odadan. çıktım. Koridorda ilerlemeye başladım. Ama aklım hala Lord Yelit 'in dediklerine takılı kalmıştı. Neyi söylemek istemişti? Gerçekten buradaki insanlarda bu gizli gizli konuşmak gelenekti. Başımı iki yana sıkıntıdan salladım. Yavaş adımlarla yürüdüğüm koridorda dalgın dalgın yürürken birden biri tarafından önünden geçtiğim odaya doğru çekildim.
Anında tam beni çeken kişiye karşı bir hamlede bulunacağım an kapı ve arasında sıkışıp kaldığım kişiye baktım. Ahrar tam karşımda öfkeli solukları arasında bana bakıyordu. Beni odaya çekerken birine yakalanacağımızı hiç mi düşünmedi? Ya biri görseydi ne olurdu? Bu denli bir sorumsuzluğu yaptığına inanmıyorum. Gözlerimi onun gözlerine çevirir çevirmez anında bu yaptığı şeye bir kefen bulmaya çalıştım kendimce ama bulamadım. Bu kadar vurdumduymaz olmamalı.
Lacivert harelerini izlemeyi bırakıp konuşmak için çabaladım kendimi.
"Ne yaptığını sanıyorsun?" dedim çatık kaşlarımla. Yaptığı bu şeyi sorguluyordum. Böyle bir şey yapacağını hiç düşünmedim. "Bu yaptığın ne kadar tehlikeli biliyor olmasın." diye uyardım. Anlamasını umarak. Çünkü kimse öğrenmesin diye onu uyarmıştım. Şimdilik kimse bilmiyordu aramızda olan ilişkiyi. En yakınlarım bile. Boğuk hırıltılı sesiyle konuştu ama her cümlesinde beni çok detaylıca inceliyordu. Sanki unuttuğu bir şeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlamaya çalışırcasına. Beni bu bir hafta da çok mu özlemişti.
" Çıktığın ilk gün belki de yanıma gelirsin diye umdum ama sen benden önce önce Tarsis krallığına ondan sonra hemen yemekhaneye geldin ve hala durmayarak yörüngeni Lord Yelit'in odasına çevirdin. Peki şimdi söyle prenses ne zaman bana gelmeyi düşünüyordun? "dedi hafif çatık kaşlarıyla. Yaptığım şeyi doğru bulmuş değildi. İlk ona gitmemi istiyordu ama nedenlerim vardı. Bakışlarımı gözlerinden yüzüne çevirdim. Anlında küçük kırışıklıklar belirtmişti.
Kaşlarını çatmasından ötürü . Kendini sıktığı belliydi. Çünkü ses tonunu olabildiğince sakin tutmaya çalışıyordu. Bağırmak istemediği aşıkârdı. Bu hali öfkemi yok etti. Bana bağlanıyordu. Bu hem onun için hemde benim için tehlikeliydi. Gülmemek için zor tuttum kendimi.
Anında işaret parmağım alnına doğru usulca ilerleyip yavaşça o küçücük olan kırışıklıkları düzeltmesi için baskı kurdum . Anlına yerleşmiş olan parmaklarımı hissettiği an önce tuhaf tuhaf baktı yaptığım şeye. Sonra ise gözlerime sanki ilk kez bakıyormuş gibi bakmaya başladı. Anında anlı düz haline geri dönüş yaptı. Sessiz kaldı. Konuşmamı bekledi. Yaptığım şey için.
"Her kaş çatışında anlında bu şekilde kırışıklık yer alıyor. Ve ben bunu şu an düzeltiyorum. Öncesi yasaktı. Şimdi değil." diyip sesli nefes verdim. Yasak olduğunu söylediğimde buna gülmek istedi hafif dudaklarının kıvrımı kıpırdadı ama son anda gülüşünü durdurdu. Şu an burada güvensiz bir halde bulunuyorduk. Bunu düzeltmek için odanın etrafında bir kalkan oluşturdum.
Bu güçlü kalkanlarımdan biriydi. Kimsenin bizden şimdiden haberi olsun istemedim. Gören olmuşsa da bunu hallederim zor olacaksa da. Kısa süren sessizliğime oda sessiz kalarak destek verdi. Varlığımı hissetmeye çalışıyor gibiydi sanki. Ama bir şey demedim ve onu sessizliğime misafir etmeye devam ettim.
Yüzünü inceledim. Uykusuz duruyordu. Bu geçen süre içerisinde düzenli olarak uyumamıştı. Benimle bir iletişim kurmak adına. Ama başarmıştı da sadece ben ona pek karşılık vermemiştim. Bu adam her şeyiyle beni değişime sürüklüyordu. Ve bu adil değildi. Bunun karşılıklı olması lazımdı.
Ben yarım kalan sözüme devam etmek üzereyken Ahrar 'ın bir adım daha bana yaklaştığını gördüm ama umursamadım. Aramızdaki mesafe artık azalmıştı. Soluklarım ona ulaşıyordu keza onun da. Varlığını çok yakında hissediyordum. Kendimi bu yakınlığın vermiş olduğu duygulardan arındırıp benim için zor olan bir konuşma yaptım.
" Soruna gelecek olursak; öncelikle ilk Tarsis krallığına gitmemin sebebi Kiran. Çünkü kuleden ayrılmadan önce çaresiz bir şekilde bana veda etti. Gitmek istemiyordu ama gitmek zorundaydı. Onun için çıkar çıkmaz oraya gittim. Daha sonra yemekhaneye seni görmek için geldim ama sen yoktun. "dedim bu çalışma odasında her daim olmasından yakınırken. Ama o biraz daha da yakınlaştı ve anlını anlıma yerleştirdi. Ah bu adam sınırlarımı geçmekle yetinmiyor onu darmadağın ediyordu. Tepkisiz kaldım ama nefes alış verişim düzensizleşti. En son ne diyordum? Ah hatırladım. Akıl bile bırakmadı bu yaptığı şey karşısında.
" Yine ve yine çalışma odandaydın. Yani senin ortaklıkta olmayışın beni senden uzak tuttu. Bende sonra Lord Yelit 'in yanına gittim. Zaten gelişimi haber almışsın. Yani ben sana gelmek istedim ama sen gelmemi engelledin. Bende senin bana gelişini bekledim. Hata mı yani yaptığım? Bence değil. "dedim alınlarımız yaslıyken birbirine. Bu yakınlaşma biraz daha devam ederse benim ruhum bedenden kaçışacaktı.
Buna mani olmak için iki kolumu yavaşça Ahrar' ın kollarından omuzlarına doğru yukarı çıkarmaya başladım. Ellerimi onun omuzlarına koyup derin bir nefes verdim titreyen bedenimle. Bir şeyden güç almak istedim ve alnımı onun alnına sertçe bastırdım ve onu hafifçe ittim. İlk başta kıpırdamadı ama sonra yavaşça itişime karşı koymadı. O benden uzaklaşmak üzereyken ben onun kollarının arasından çıktım.
Aramızda mesafe olunca kendime geldim. Bana yakın olması beni dumur ediyordu ve o da bunun bilincinde olduğu için bunu kullanmaktan kaçınmıyordu . Onun sınırlarından uzaklaşmak için bahaneler sundum kendime.
Ondan uzaklaşıp odada hafifçe gözlerimi gezdirdim. Ahrar anında bedenini bana doğru çevirdi ve sırtını kapıya doğru yasladı . Başını hafifçe yana yatırdı ve haklı olduğumu dile getirdiğim cümlelerime alyalı bir gülüşle cevap verdi. Bu tavrına sadece göz devirdim. O ise bunu görmemiş gibi yaptı. Ah bu adam işine geldiği gibi davranıyordu ve bundan kaçmak gibi bir girişimi de yoktu. Ve hemen ardından tekrar alışkanlık haline geldiği şeyi yaptı ; beni dikkatli bir şekilde izlemeyi.
Bazen uzun uzun beni izlediğini görüyor ya da hissediyordum. Ama bir şey demiyordum çünkü bu hoşuma gidiyordu bir o kadar da tuhaf hissetmemi sağlıyordu. Çünkü her izleyişinde lacivert harelerinde anlam veremediğim bir şey beliriyordu. Ve ben bu ifadeyi bir cümle ile açıklayamıyordum.
O beni izlemeye dalmışken. Biraz ileride olan masaya geçip oturdum. Masa çok kirli duruyordu ama yine de oturdum. Bu oda kullanılmayan bir odaydı. Hatta tozlu olduğu net bir şekilde gözler önündeydi. Uzun zamandır nedense temizlik yapılmıyordu.
"Haksız olup kendini haklı duruma getirmene bir şey demiyorum. Ama yine de ne olursa olsun yanıma gelmeni isterdim. Bir daha olmaması karşılığında belki de seni affedebilirim." diyince şımarık bir edayla kafamı iki yana salladım. Güzel bir teklifti. Kabul etmemek elde değildi.
"Tutamayacağım sözü vermeyecek kadar aklım başımda bay Ahrar." dedim munzur bir sesle. Gözlerini kısıp peki öyle olsun diye başını aşağı yukarı salladı. Ve yasladığı kapıdan sırtını çekip olduğum masaya doğru yaklaşmaya başladı. Karşıma gelene kadar bakışları bir saniye bile olsun benden ayrılmadı. Bir avcı gibi sessiz ama tehlikeli adımlarla avını izliyor en ufak hareketimi kestirmeye çalışıyordu. Bazen bu halleri beni ürkütmüyor değildi ama bakışlarım gözlerine ulaştığı anda bu sonlanırdı.
" Peki Prenses sen sözünde durmayacağını söylüyorsan öyle olsun ama bu senin cezalandırılmayacağın anlamına gelmez." ceza dediği anda küçük bir tedirginlik yaşadım. Bunu fark etti. Anında anı silsileleri beni kuşatmak istedi ama izin vermedim. Ama anında oturduğum masadan kalkıp karşısına geçip ona baktım ruhsuzca bu sefer . Lacivert harelerinde söylediği cümleden ötürü bir pişmanlık belirdi. Ama çok geçti. O, o cümleyi söylemişti ben ise o cümleyi duymuştum. Söylememesi gerekirken.
" Aslında öyle demek istemedim." diye sıkıntılı bir şekilde konuştu. Kısık bir şerler söyledi ama duyamadım. Bakışlarım sıktığı avuçlarına çevrildi . Parmak boğumları bembeyaz kesilmişti. Bedeni ise kasılmıştı. Sadece baktım ona. Daha dikkatli olması gerekiyordu ama sanırım bunu zaman içinde öğrenecekti. Geç olmamasını umarak. Sesli hür nefes verdim. Olmayacaktı. . Aslında bazı şeyleri kimse anlayamayacak ve bazı şeyler hiç değişmeyecekti. Bazı şeyler acısını korumaya devam edecekti. Silinmeyecek. Hafızalarda kalıcı olacaktı.
"Sorun yok. Şimdi gitmem lazım. Ben gittikten sonra sen de odanda olacaksın. Hoşça kal.." der demez konuşmasına tekrar izin vermeden anında onun yanından ışık hızıyla ayrıldım. Portal sayesinde ondan uzaklaştırdım kendimi. Geldiğim durak ise çiçek arazisi oldu. Ayakta durarak öylece kısaca etrafı süzdüm. Kimse bulunmuyordu.
Etrafta olan tek şey çiçekler ve rüzgarın sesiydi. Yavaşça yere dizlerimi büküp oturdum. Derin bir nefes alıp verdim. Çiçeklerin o hoş kokusu biraz olsun iyi geldi. Ahrar 'ın dediklerinde bir sorun yoktu ama ben hala o geceyi atlatmış değildim ve atlatana kadar ceza kelimesini duymak istemiyorum. Burada bir müddet kalıp kimseyle irtibat kurmak istemiyorum. Çünkü insanlar bana iyi gelmeyi sadece kısa süre için yapabiliyordu daha fazla olunca bu sıkıntı arz ediyordu.
Yalnızlığımı yalnız olan biriyle yaşamak ve hissetmek istedim. Çünkü beni en iyi anlayan en derin acıları çeken kişiydi.
Yezra.
Yezra' ın günlüğünü okumak için kolyem onu saklı tuttuğu yerden çıkarmasını istedim. Kitap dizlerimin üzerinde belirdi. Ellerimin arasına aldığım gibi kalın kapağını açıp kaldığım yerinde okumaya başladım. Zihnimi başka bir yaşantı ile meşgul etme zamanıydı.
Her yazılan bir anı bana yeni bir bilgi ve cevapsız olan sorulara ışık tutuyordu. Ve bu bana iyi geliyordu. Bilinmezliklerden uzaklaşıyorum yavaşça.
Tik tak tik tak tik tak tik tak tik tak....
Yaşantım bir saatin içerisinde gibiydi. Yelkovan acılarım akrep ise hayatımdı. Yelkovan yavaşça ilerleyen akrebi yani hayatımı her koşulda geçip onu kuşatıyordu. Ve zaman aksa bile onlar birbirlerinden ne kader uzaklara gitse de gitsin her daim birbirlerinin karşısına çıkmaktan geri kalmıyordu. Silsileler silsilesi hayatım yenilikleri kabullenmemek üzerine yeminliydi.
Acılarımın gölgeleri her yerde adım sesleri bir tık ardımda beni takip ediyordu. Zihnimdeki izlerine rağmen beni hala kuşatma altına almak istiyordu. Ve ben kuşatmadan çıkamıyorum. Nedeni sığınmak için ya da güç alacağım biri ya da birileri yok. Sadece etrafımda olan Sarya var. Beni anlayan anlamaya çalışan. Ama ne kadar çabalarsa da gerçek bana ulaşamaz. Onunla güzel günlerim oluyor. Dersin yanında birçok şeyi yapıyoruz.
Bazen ağabeyi izin verdiği müddetçe aile şoförü bizi benim önerdiğim yerlere götürüyor. Birkaç saat kaldıktan sonra beni eve bıraktıktan sonra tekrar Sarya 'yı eve bırakmaya gidiyor. Ben eve gelince odama kapanıp gece olmasını bekliyorum çünkü evde konuşacağım kimse yok. Geceleri zor geçiyor çünkü yüzleşmem gereken birçok şey zihnimde beni ablukaya alıyor. Onlardan kurtulmak çok zor oluyor. En çokta Sarya' nın ağabeyisinin varlığı zihnimi işgal ediyor. Ondan etkileniyor muyum diye sorgulayıp duruyorum.
Dehliz... Zihnimde var olmaya çalışan varlığının etkisi altında kalıyor ruhum bedenim düşüncelerim. Neydi onu düşünmemi sağlayan neden? Dün Sarya 'yla vedalaşırken evden ayrılmak üzereyken beni odasına çağırmıştı. Bir sorun olduğu için beni çağırdığını düşünürken bana birkaç soru sormuştu.
Ve bu sorular çok özel hayata giren sorulardı. İlk başta cevaplamak istememiştim ama kardeşi için beni daha yakından tanımak istemişti. Çünkü değerli kardeşinin öğretmeni onun için tehlike arz edip etmediğini öğrenmek istemişti. Elimden geldiğince sakin bir ses tonuyla konuşup sorularına cevap vermiştim. Ve olabildiğince sesimin titrememesi için büyük uğraş vermiştim. Bazen sesim hafif kısılıyorken anında tekrar sabit tutmaya çalışıyordum.
Ama nedense ne zaman onunla bazen kısa sürsede her onun gözlerine değen gözlerim farklı bir duygularla karşı karşıya kalıyordu. Heyecanlanıyor muydum? Yoksa ondan gerçekten etkileniyor muydum? Bilmiyordum. Ama bu adam bana iyi gelmiyor ve iyi hissettirmiyordu. Korkuyorum. Yabancı olduğum bir hissin hükmün altına girip yeni acılarla karşı karşıya kalmaktan endişe duyuyorum.
Çünkü yine karşılık almayacağım bir sevginin mahkumu olmak istemiyorum. Çünkü bu sefer başka olur. Başka sebepler yıkar beni. Acılar zaten hayatımda hep vardı ben bu sefer sevgiyi arıyorum. Karşılıklı olamayacaksa olmasın bu duygu kalbimde. Bana gelmeyecekse olmasın. Çünkü onun varlığına bağlı kalıp ondan sevgi alamazsam bu benim açımdan çok zor olur. Yeni bir yıkıma dayanıklı değil ne ruhum ne bedenim ne de zihnim ve ne kalbim.... Acılarımın çoğalmasını değil azalmasını ve yerine sevginin yerleştirilmesini istiyorum. Çünkü bildiğim bir duyguyu değil bilmediğim bir duyguyu yaşamak hissetmek istiyorum. Buna ihtiyacım var. Çok fazla hemde. Hayatım hep yalnızlık içerisinde mi geçecek yoksa benim de dönüm noktam olacak mı? Bunu bilmek istiyorum.
Ve o ayaz bir daha gün ışığına kavuşamadı.
Sayfanın uç kısmına bu küçük anlamlı cümle yazılmıştı ve üzeri her zaman ki gibi çizilmişti. Günlüğün kapağını kapatıp kolyemin onu muhafaza ettiği yerde bulundurmasını istedim. Çiçek arazisinde öylece geriye doğru uzandım. Usulca gözlerim kapandı. Yezra 'nın ne yaşadığını merak ediyorum? En çok ta Morte çiçeğini nasıl bulduğunu.
Ve bulup ne yaptığını? Nasıl bu kolye haline gelmiş olduğunu da? Yavaşça öğreneceğim ama. Ve diğer her şeyi de. Ben uzanmışken boylu boyunca anında tepemde olan gölgeyi fark edince anında olduğum yerde doğrulup gölgenin sebebine baktım ama hala yerde oturuyordum. Başımı yukarı kaldırıp kim olduğuna baktım. Başımda birkaç kişiyi frak ettim.
Varisleri... Victoria 'yı.... Dennis' i..
Onları görmek birden tüm melankolik havamı silip attı. Benim gibi onlarda yere oturduktan sonra kısa bir süre beni incelediler.
Sessiz kalıp onların konuşmasını bekledim. Beni incelediklerinden sonra hemen ilk konuşan Dehri oldu.
"İyi görünüyorsun gibi Prenses?" dedi sorarcasına. Başımı olumlu anlamda salladım. Konuşmadığım için biraz tedirginlik yaşadı hepsi ama bu hallerine üzüldüm ve direk bu sefer onlardan biri konuşmadan ben konuştum.
"İyi olmaya çalışıyorum. Bu sabah odamdan dışarı çıktım. Ve biraz daha siz gelmeseydiniz ben sizlerin yanına gelecektim. Kahvaltıya gittim sizi görmek için ama yoktunuz." diye kısa bir açıklama yaptım kendimle alakalı.
"Aslında biz küçük bir eylem başlattık." dedi Kavi. Biliyorum anlamında başımı salladım.
"Süreyya hanım söyledi zaten o günden beri onlarla yemek yemiyormuşsunuz. Benim yüzümden onlarla aranızda bir sorun oluşsun istemem. Bu benimle ilgili bir şeydi zaten bitti gitti artık." dedim ama bitmiş miydi diye soracak olursanız? Buna cevabım hayır olurdu. Kendilerini suçlu bulmalarını istemiyorum.
" Yine de bizimde suçumuz vardı ama bunun bedelini sen tek ödedin. Bu hiç hoş olmadı. Ve bir dahakine asla bunun olmasına izin vermeyeceğiz." diye cevapladı beni Dennis.
"Peki." dedim ve gözlerim yavaşça onlar üzerinde gezintiye çıktı.
"Eee ben yokken neler oldu?"diye sordum.
" Pek bir şey olmadı. "dedi Victoria. Anında o konuşunca ona gülümseyerek baktım. İlk an bana kızgın olduğunu düşündüğüm için pek onunla konuşamadım ama öyle olmadığını anlayınca anında sol elimi ona doğru uzattım. Solumda duruyordu. Anında sol elimi tutup bana doğru yavaşça yaklaştı ve yanıma geçip bana sarıldı.
"İyi olmanı istiyorum." dedi kulağıma fısıldayıp. Olacağım diye konuştum onun zihninde.
"Evet bay sıkıcılıklarıyla ün sarmış olan dostlarım artık buradan gidelim mi?" dedim ve onlarda kabul ettiler.
"Ben seninle her yere gelirim biliyorsun." diyince Victoria anında onu kafamı sallayarak tastik ettim.
"Sizi bu sefer tehlike arz etmeyen bir yere götüreceğim. Bana ait olan bir yere seveceğinizi düşünüyorum. Gidelim mi?"dediğim anda evet dediklerinde tekrar anında açtığım potatalla onları benim gizli sığınaklarımdan birine götürüyordum.
Kesinlikle çok ama çok seveceklerdi. Ya da ben sevmelerini sağlayacaktım.
|
0% |