Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25-Eksik Cümleler

@kumsallardagezen12

『Tutunduğum gelecek mi yoksa geçmişimin gölgesi mi? Ayrıt edemiyordum... 』

 

 

 

 

Kor gibidir bazı hatıralar. Hatırladıkça yakar insanı. Ve hatırladıkça küle dönüşür insan. Acının umutları yeşerir hislerde. Hisleri kazanmak zordur. Bazı hisler yitirilmişse dönüşü olmaz. İzi dahi kalmaz insanda.

 

Zaman dindirirdi. Neyi dersen? Her şeyi; Ölümleri... Acıları... Kayıpların insanda hissettirdiklerini. Ve birçok şeyi...

 

Ölümlerle hırpalanmış insanlardık bizler. Her ölüm yeni bir yıkım ve eskiye dönme arayışıydı. En çokta kendini bulma arayışıydı . Eskiye dönme arayışı. Ya da eskiye tutunma...

Uçurum kenarında itilip ruhunu teslim etmeyi bekleyen mahkumlardık. Ölüm bizler için müebbet olan acıdan uzaklaşmak için son kaçış... Son duraktı. Ruhumuzu bırakmak özgürlüğe bir adım atışıydı.

 

Sebebi neydi ki ruh ve bedenin bağlarının birbirinden ayrılması? Bir onlardı birbirine ihanet etmeyen. Diğer her şey birbirine ihanet edeli asırlar olmuştu. Ama onların da bu ihaneti başlatmasına az bir zaman kalmıştı. Artık ikisi de bir arada olmamak için birbirleriyle bir savaş başlatacaktı. Hiç kimse için değil. Sevdikleri için de değil. Karşısında olan biri için hiç değil.

 

Bu kendisiyle olan bir iç savaş olacaktı. Ruhun bedene olan isyanı. Bedenin ruhu baskı altında tutmak istemesi. Bedenin ruhu sömürgesinden kurtarmamak için vereceği bir savaş. Ve ruhun da özgürlüğü için feda edeceği bir savaş. Bu ruhun özgürlüğü bu bedenin son çırpınışları. Kim kazanacak bu asırlar sonra tarih sayfalarında yer edinecekti. Artık bir olma aidiyet olma kavramı olmayacaktı. Herkes bir şeyleri yıkmak bir şeylere ulaşmak için kendini bile tehlikeye atabilecek seviyeye gelecekti.

 

Ölüm aslında bir kayıp değildir. Ölüm aslında uzaklaşmaktır. Kendinden ve diğer her şeyden. Zamanla. Acıyla. İsteyerek istemeyerek. Ölüm silmektir her şeyi zihninden ya da silmeye çalışmaktır. Ölüm kayıp içinde öldürdüğün insanların cesetlerini ruhunda kaybetmektir. Ölüm o kayıpları aramaktır her yerde zihinde, hislerde, etrafında ve bedeninde. Ölüm gerçek olandır.

 

Gerçeğe ulaşmak onu kavramaktır. Ölüm hissetmektir. Her şeyi her yönüyle. Ölüm sonudur hayatın. Ölüm başlangıcıdır bazı şeylerin. Ölüm var olanı yok edendir. Ölüm zamanı durduran ona anlamlar yükleyendir. Ölüm bir arayışı sonlandırmak ve gitmektir bazı şeylerden. Ölüm tek kelimedir ama hissettirdikleri ve yaşattıkları çok şey olandır. Bir iz gibi ama bir his gibidir en çokta. İzi kalır ama hissi de kolay kolay gitmez senden. Sen gitmesini ne çok istesende.

Ölüm işte budur. 5 harf birçok cümle ve kelimeden ibaret.

 

Varisler, Dennis ve Victoria 'yı daha önce keşfettiğim araziye getirdim. Burası eski bir at çiftliğiydi. Hepimiz çiftliğin girişinde bulunuyorduk. Portaldan buraya geçiş yapmıştık. Çiftlik çok önceden terk edilmişti. Bu arazide iki çiftlik vardı bir bizim bulunduğumuz yer ve karşı arazide olan yaşlı huysuz ihtiyara ait olan sebze ve meyve çiftliği. Çeşit çeşit meyveler ve sebzeler yetiştiriyordu.

 

Ama bunları ondan başka yiyen de yoktu. Ne satıyordu ne de birine ikram ediyordu. Hiç misafirperver biri değildi. Hatta cimri adamın teki olduğuna bahse girerdim.

Karşı arazide olan adam benden pek haz etmiyordu. Normal karşılıyorum artık bu tür şeyler bana olağan geliyor . Daha çok şaşırdığım şey benden nefret etmeyen insanlardı. Çünkü o kadar nefreti hissettim ki beni tanımak isteyen insanlara karşı kısa bir süre bocaladığım anlar oluyordu. Bu karşı komşum çiftlik sahibi içinde geçerliydi.

 

Onun için pek onunla bir muhabbetim olmuyordu. Zaten ne zaman gelsem çiftliğe anında yaptığı işi yarım bırakıp evine girerdi. Benden rahatsız olduğunu böyle dile getirirdi. Taki ben, onun benden rahatsız olduğunu anlayıp ona görünmeyene dek. Bazen ise sırf gıcıklığına akşama kadar bahçede onun göz hizasından ayrılmaz beni bütün gün görmesini sağlardım. Bilirdim çünkü beni penceresinden gözetlediğini. Çünkü her zaman çalışma odasının penceresine asılı olan perdesinde bir hareketlilik olurdu. Bu adam çok yalnızdı. Hem de çok. O denli ki çiftliğinde bir yardımcısı dahi yoktu. Her şeyle o yakından ilgileniyordu.

 

Burayı daha bulmadan önce nasıl burada olduğunu hep düşünmüştüm. Çünkü tek başına burada kalması beni çok düşündürmüştü. Herhangi bir şey başına gelse ona yardım edecek kimseler yoktu etrafında. Ama buraya geldiğimden beri onu izleyen bir kişiler vardı. Onlar çiftlik evimde olan çalışanlardı. Bu sayede çiftlik evinin işleri yapılıyordu. Bir yandan da huysuz karşı çiftlik komşumu bu sayede denetleniyordu. Ne kadar huysuz olsa da başına bir şey geldiğinde yalnızlık hissini tatmasını istemiyordum. Ona bir şey olsa çiftliktekiler onun yardımına koşardı.

 

"Burası kimin?" diye sorduğu anda direk arkama dönüp Victoria 'ya bakındım.

 

"Benim." dedim kısaca ve çiftliğin girişinde durmayı bırakıp harekete geçip çiftliğin geniş yüksek kapısını açıp içeri girmelerini sağladım.

 

"Neden bir çiftliğin var ki?" diye sordu şaşkınlıkla Dennis. Yürürken onlarda beni takip ediyordular. Kocaman çiçeklerle dizayn edilmiş bahçede ilerliyor ve onları yönlendiriyordum.

 

" Dinlendiriyor..." diye cevap verdim.

 

"Ne konuda?" dedi bu seferde Nehar.

 

"Bilemiyorum iyi geliyor buraya gelmek bana. Bir şey olduğunda buraya gelip sıkıntımın giderilmesini bekliyorum. Sizi de onun için getirdim. Yorucu bir hafta yaşadık onun için sizi buraya getirmek istedim." dedim akıllarında olan o soru boşluklarını doldurmak için. Hepsi kısa bir sessizlik yaşadı. Bende anında bundan faydalanıp direk onları bizi karşılayan çalışanların olduğu tarafa yönlendirdim bu seferde.

 

Çalışanlara haber vermiştim daha zihnime düşmeden buraya gelme fikri. Onları görür görmez anında buraya gelmeyi istemiş ve hazırlık yapmaları için direk bir mesajla onların erkenden hazırlık yapmalarını istemiştim. Ve onlarda yapmıştı. Bizler bahçede hazırlamış olan yemek masasına ilerlerken çalışanlar da eksik olan şeyleri yerleştiriyordu.

 

"Evet hadi bakalım önce yemek yiyelim sonraysa size burayı biraz gezdireyim." dedim. Kararsız halleri çok tatlıydı. Victoria anında direk masaya ilerledi ve istediği yere yerleşti. Varislerde hemen ardından Victoria 'yı takip etti. Dennis kararsız bir şekilde bana bakıyordu. Yanına yaklaşıp onu masaya doğru yönlendirdim. Karşı koymadan masaya ilerledi ve boş olan kısma geçti. Bende masanın baş ucunda olan sandalyeye geçip oturdum.

 

"Yemekleri umarım seversiniz." dediğim anda çalışanlar yemek servisine başladı.

 

Yemek servisi yapıldıktan sonra çalışanlar yanımızdan ayrıldı. Akşam olmuş çoktan güneş batmıştı. Şimdiden yemekhanede akşam yemeği için hazırlıklar başlamıştı ama biz bu akşam orada yemek yemeyecektik.

 

"Ne zaman oldu burayı bulalı?"dediğinde başımı eğdiğim tabağımdan kaldırıp soruyu soran Dehri 'ye çevirdim bakışlarımı.

 

" Birkaç ay oldu sanırım. "diye sakin bir sesle konuştum.

 

" Tuhaf.. "dedi Enfal.

 

" Tuhaf olan ne anlayamadım?"dedim kaşlarım yavaşça çatılırken. Ama ona sorduğum soruya cevap veren Kavi oldu.

 

" Buraya geleli çok olmadı. Ama senin neredeyse bilmediğin, görmediğin bir yer, arazi ya da herhangi bir şey için bir yabancılığın yok. Çok şey biliyor gibisin ya da hiçbir şey bilmiyor gibi. Biraz tuhaf karşılıyoruz çünkü dünkü Emira bugünkü Emira ve yarınki Emira arasında çok büyük farklar oluyor. Bir günün bir diğer gününle uyuşmuyor örtüşmüyor. Bildiklerini iyi saklıyorsun. Bilmediklerini de kısa sürede öğrenip bilmiyor gibi davranıyorsun. Sen söyle Emira biz bu şaşkınlığı yaşıyoruz ya haklı değil miyiz? " dedi artık kafası karışık bir halde. Düşünceleri onu gaflete düşürmüş neye odaklanacağını şaşırmış gibiydi.

 

Bir şeyleri öğrenmek ve bilmek istiyorlardı. Ama benim kadar değil. Çünkü ben çok şeyi bilmiyordum. Ve ben bilmezken onlar her şeyi biliyordu. Ama onların bilmiyorum dediği şeyler ise zaten onların bildiklerinden ibaretti. Beni de merak ediyordular . Ama şunu bilmiyordular. Ben bile hala kendimi bulmuş değildim ki. Nasıl onlara bilemediğim bir şeyi açıklayabilirdim.

 

"Kendimi anlatmayı sevmiyorum kimseye. Çünkü kendimi kapalı kutu olarak görüyorum. Ben bir şeyi en uçlarda yaşayan biriyim ve bunları da hissettiren biri değilim. Ben bende olanlarla yaşayıp onlarla mücadele ediyorum. Bildiklerimin zararı da banadır yararı da banadır. Uzun uzun cümleler kuramıyorum ama şunu anlatayım ben bile daha kendimi çözemedim. Bir bulmaca değilim ben çıkmaz bir sokağım. Her sokağa saptığım an karşılaştığım şey bir duvar sonunda. Başı nerede bu sokağın biliyorum ama sonu olup olmadığından emin değilim. Çünkü başa dönmek gibi bir amacım yok ama sona ulaşmak için çabalıyorum. Beni çözmek için uğraşmayın ben size en yalın halimle geliyorum beni böyle kabul edin. Etmeseniz de sorun yok geldiğim gibi gitmeyi de bilirim ben... "diyerek sözlerimi tamamlayıp yemeğimi yemeye devam ettim.

 

" Sadece seni bilmek ve anlamak istiyoruz biz. "dedi anlamamı isteyen bir istekle Dennis. Başımı salladım.

 

" Anlamak bazen yetmiyormuş. Bir yerde okumuştum bu cümleyi... Yanımda olsanız yeterli. Çünkü bazı şeyler anlamak için yeterli olmaz ki."dedim omzumu çaresiz bir edayla silkerek. Elimde tuttuğum bıçağı ve çatalı tabağın iki yanına bırakıp, iki kolumu üst üste bırakıp az bir açıyla yavaşça eğilip masadakilere baktım teker teker. " Yanımda olmanız bana daha iyi gelir anlamanızdan. "dedim ve nefes almayı bıraktım . Gözlerim dalmış ve olacakları hisseder gibi geleceğe dalıp gitmişti." Sadece yargılamayın beni yaptığım ve yapacağım her şeyin bir nedeni olduğunu bilin. Gerisi beni ilgilendirmez çünkü. "dedim ve geriye doğru yaslandım.

 

" Bilmekte önemlidir. "dedi Victoria. Gözlerime bakıyordu. Ama isteği ise anlamlandırmaktı. Neyi derseniz? Söylediklerimin gölgesine yerleşmiş gerçekleri. Ama o gerçekler şimdilik gölgelerin ardında uzun bir hapse tabi olmuştular. Ben isteyene kadar da o gölgeden kurtulmayacaktılar. Çünkü her şey tamda istenilen zamanda istenilen anda olacaktı. Ne bir dakika erken ne bir dakika geç.

 

"Bazen beklemekte önemli." dedim dikte etmesini bırakarak. Çünkü söylenecek bir şey yoktu şimdi için. Sabretmeli ve yeri geldiği zaman öğrenmeli diğer herkes gibi.

 

"Peki öyle olsun." dedi hepsi bir ağızdan. Anında ortamın modunu değiştirmek adına onlara şu fikri sundum.

 

"Hadi yemekler yenilmediğine göre bahçeye gidelim. Pek aç değiliz anlaşılan bu akşam. Biraz yürüyüşün ardından acıkırsak yeniden masa hazırlanır." dedim aramızda olan gerginliği atmak için. Hepsi bunu söylememi bekliyormuş gibi anında masadan kalkıp bahçenin içinde ilerlemeye başladılar.

 

Biz masadan kalkar kalkmaz anında çalışanlar bizden hemen sonra masaya ilerleyip masayı toplamaya başladılar. Biz çiftliğin arka bahçesine doğru ilerlemeye başlamıştık...

 

"Sadece iki çiftlik var görünürde." diye tespitini söyleyince Kavi, arkama dönme gereği duymadan hafif loş ışıkla aydınlanan bahçede yürürken onu cevaplamıştım.

 

"Ah aslında evet iki çiftlik bulunuyor. Diğer çiftlikler ise epey uzakta." dedim hala yürürken. Victoria birkaç adımda yanıma ulaşmış ve benimle beraber yürümeye devam etmişti.

 

"Aslında ilk zamanlarda bu çiftlikte kullanılmıyordu. Ben eski sahibiyle iletişime geçtim ve bu sayede burası artık benim oldu. Karşı çiftlik sahibi ise benim varlığımdan pek memnun değil. Hatta buradan gitmemi canı gönülden istiyor. Buraya gelmem onu rahatsız ediyor. Benden pek haz etmiyor normal olarak. "dedim ve onları biraz ileride at ahırına doğru yönlendirdim.

 

" Hım adama bir şey mi yaptın yoksa genel olarak mı senin varlığından haz etmiyor? " diyince anında arkamı dönüp Dehri 'ye baktım. İki elimle kendimi gösterip konuştum.

 

" Bu sefer hiç bir kabahatim yok adam gıcık kaptı benden. Onunla hiç konuşmadım bile. Direk konuşma çabalarıma çekip giderek karşılık verdi. Birkaç kere çiftliğine doğru gideceğim an beni görünce anında içeri girdi. Yani adam benden sebepsiz yere nefret ediyor. Hadi diğer insanları anlarım birkaç münakaşa içinde olduğumuzdan benden nefret ediyorlar. Ama bu adam nedendir bilmiyorum ama direk varlığım onu rahatsız ediyor. "diye soluksuz ama bir o kadar da hala bu nefreti sorgulayan ses tonuyla konuştum.

 

" Neyse boş ver sen karşı komşunu da bize buradaki atları göster. Atları çok seviyorum. Keşke gün içerisinde gelseydik atlara binerdik. "diyerek Victoria koluma girmiş ve beni at ahırına doğru ilerletmeye devam etti. Onun adımlarına uymuş ve atların olduğu bölüme iletmiştim.

 

Varisler ve Dennis sessiz bir şekilde bizi takip etmişti. Atların yanına geldiğimizde anında herkes bir atla ilgilenmiş ve atlara yiyecek vermeye başlamıştı. Ben ise sırtımı ahşap kolona yaslamış onları izliyordum. Hava çok soğuk değildi. Burada geceler Moritanya krallığında olduğu gibi dondurucu bir soğuğa hiçbir zaman sahip değildi. Ben onları izlemeye nasıl dalmışsam onlarda atlarla ilgilendikleri için dış dünyaya şimdilik kendilerini kapatmıştı. Birkaç dakika hatta yarım saat olmuş olmalıydı, onlar hala atlarla ilgilenmeye devam ederken onlara seslenmemle bana doğru dönmüştüler.

 

" Eee hadi daha gezilmeyen yerler kaldı. Diğer gelişinizde atlarla daha yakından ilgilenirsiniz." diyerek beni takip etmelerini tekrar sağlamıştım.

 

Şimdi ki durağımız ise göl olmuştu. Çiftliğin biraz uzağında bir gölet vardı. Sessiz ve huzuru aşılayan bir göletti. Gölet'in önüne gelince adımlarım yavaşladı. Sakin ortamın keyfini yaşadım. Onların da bunu yaşamasını istediğim için onları buraya getirmek istedim.

 

" Suyu sevmem. "diye söylendi Dehri. Bunları söylerken nefretle bakmıştı suya. Eh normal ateş suyu sevmezdi. Doğasına ters bir şey. Bunu hepimiz zaten biliyorduk neden dile getirdi bilmiyorum ama pekte takmadık o an için.

 

" Senin aksine ben suyu çok seviyorum. "dedi Enfal arkamızda dururken sonraysa harekete geçti ve hızlı adımlara gölete doğru ilerledi.

 

Anında Dehri ve Enfal arasında olan konuşmaya gülerken, Enfal direk gölete doğru ilerlemiş ve tam suyun sınırında durmuştu. Ben ise biraz ileride olan sandal ağacından yapılmış olan küçük banka oturdum. Victoria 'da anında yanımdaki yerini aldı. Dennis biraz ileride olan ağaca doğru ilerledi ve sırtını ağaca yasladı. Dehri olabildiğince sudan uzak olan yere geçti. Yani bizim arkamızdaki yerini aldı. Nehar ise biraz uzakta olan ağacın altında ayakta durmaya devam etti. Kavi ise tam ortamızda olan yere doğru ilerledi ve yerde olan taşın üzerine oturdu.

 

"Üç ay sonra hepimiz kendi topraklarımızda olacağız." diye fısıldadı Kavi. Anında hepsi sessizliğe kapıldı.

 

"Ne olmuş ki? İsteğimiz an bir araya gelebiliriz ki. Bunun bir sorun teşkil ettiğini düşünmüyorum sizin aksinize." dedim ve onlara bundan dolayı bir hüzün yaşamalarını saçma buldum. Çok uzağa gitmiyorduk hiçbirimiz. Ve istediğimiz anda bir araya gelebiliriz. Bu sorun edilecek bir sıkıntı değildi.

 

" Emira haklı beyler istediğimiz anda bir şekilde istediğimiz yerde bir araya gelebiliriz ki. Asıl hüzün duymanız gereken şey bir vukuatımız olduğu anda buna şahit olacak kimsenin olmaması." der demez hepimiz bir anda güldük. Çünkü her vukuatın ardından muhakkak bir şekilde birilerinin bizi o tuhaf hallerimizi görmesini sağlıyordum açmış olduğum portallar yüzünden. Ama bu kasıtlı yaptığım bir şey değildi. Ama açmış olduğum portal sanki kasıtlı olarak her defasında bizi olmayacak alanlara götürüyordu.

 

" Artık hep bir aradayız ki. "dedim ve iki kolumu göğsümde kavuşturdum.

 

" Bir arada ve hep beraberiz artık. Ayrı gayrı yok. Çünkü dostluk bunu gerektirir. "dedi Kavi bundan mutluluk duyduğunu saklamayarak.

 

" Hala nasıl bir araya geldiğimizi düşünüyorum onca sene bunu başaramadık ama senin gelişin. "dedi Nehar ve gözlerini yerden çekip direk bana doğur çevirdi.

 

" Senin gelişin çok şeyi değiştirdi prenses. Ve bu değişim bununla yeterli olmayacak gibi. "diye sözlerini tamamladı Dehri.

 

" Değişim kaçınılmazdır. Hep derim. Ya ona uymak gerekir ya da uzaklaşmak. Diğer türlü başka bir çözüm yok. "diye karşılık verdim. Sonra ne mi oldu hepimiz sanki bir geçmiş anısına ışınlanmış gibi büyük bir sessizlik alanına itilip kaldık. İlk çıkan ben oldum. Onları geçmişin yolculuğundan kurtaran ben oldum.

 

" Hadi son bir yer kaldı sizi Lural çiçek arazisine götüreceğim." der demez hepsi şaşkın şaşkın bana baktı.

 

"Ne kötü bir şey mi dedim?" diye sorunca hepsi hala şaşkınlık içinde bana bakmaya başladı.

 

"Neden bana öyle bakıyorsunuz?" diye sorunca kendini toparlayan Victoria oturduğu yerden kalkıp karşıma geçti.

 

"Sen o nesli neredeyse tükenmek üzere olan çiçeği nasıl birden fazla olacak şekilde çoğalttın?"diye kafası karışık bir halde sorudu. Ama bakışında şu izleri gördüm. Yapacaklarımın sınırsızlığını fark etmiş ve bundan korkan bir bakışla bana bakıyordu.

 

" Ben tohumunu bir yerde buldum ve onu buraya diktim. "dedim. Doğruyu söyledim ama eksik. Çünkü tohumları o bulmuş olduğum kişisel kütüphaneden almıştım. Ve direk çiftliğin arka arazisine dikmiştim. Zaten hızla yeşermiş ve büyüdüğü gibi anında arazide çoğalmıştı da. Çabucak büyüyüp çabucak çoğalan bir çiçek türüydü. Lural çiçeği hala ne işlevi olduğunu bilmiyorum ama onu da elbet öğrenirdim.

 

"Nerede buldun ki?" diye sorunca Dehri karşıma geçip, anında bocaladım çünkü korku dolu bir sesle bana bu soruyu sormuştu.

 

"Bilmiyorum tam olarak neresiydi ama buldum. Ne zararı var ki bu çiçeğin bana?" dedim anlamaya çalışarak. Neden herkes aniden tedirginlik yaşamıştı.

 

"Bu çiçeği yetiştiren eski bir büyücü vardı. Ve ondan sonra bir daha yetişmedi bu çiçek hiçbir yerde. Bu çiçek o büyücü adamın sevdiği kadın için bulmuş olduğu bir tohumdu. Eskiden Moritanya'nın etrafında bu çiçeklerden araziler vardı ama son 100 yıldır bu çiçek için olan arazilerde bu çiçek yok. Ve bu çiçek yok olmak üzere hatta yok olmuştu diye biliyordum sen diyene dek . Arasanda bulamazsın bu çiçeği hiçbir yerde. Ve ben bu çiçeğin burada olduğunu söyleyince şaşırdım. Şaşırmak elde değil çünkü nasıl bu çiçeğe ulaştığını merak ettim. "diyince eksik olan yapbozun kayı parçaları yerine yerleştirildi.

 

O büyücü bu çiçek türü yok olmasın diye onu kütüphanesine saklamıştı. Ve bu o öngörüde gördüğüm Esila 'nın yasak aşkına ait kütüphaneydi. Belki de orada çoğu zaman gizli gizli buluşuyordular. Ve Esila' nın gitmiş olmasına rağmen belki de dönmeyeceğini bildiği halde o çiçeği o kütüphanede muhafaza etmişti.

 

Ve ben bunu bilmeden almış ve o çiçek tohumunu kullanıp birden çok kez bu çiçeğin çoğalmasını sağlamıştım. Çok seven canı pahasına sevdiği kadın için onu andıran bir çiçek üretmek ve onu Moritanya 'nın çevresinde yetiştirmek ve o gittikten sonra bile onun anısına o çiçeği muhafaza etmek. Geçmişte büyük gizler yatıyordu ve ben buna adım adım ulaşıyordum.

 

"Emira...?"

 

"Sadece ben çiçeğin tohumunu aldım o kadar. Kalkalım mı? Geç oldu artık gidelim kuleye geri. Ben içeriden bir şey alacağım siz o zamana kadar ön bahçeye ilerleyin ben size yetişeceğim." dedim ve koşar adımlarla çiftliğe doğru koştum.

 

Çok şey saklanıyordu benden. Hepsi bu halime şaşkınlık içerisinde bakıyor olmalıydı ama nedense öğrendiğim her yeni bilgi bende büyük bir darbe yaratıyordu. Çiftlik evinin içerisine geldiğim gibi direk üst katta olan odama ilerleyip odanın kapısını açıp içeri girdim ve yatağın baş ucunda olan komodinin üstünde duran günlüğü alıp kolyem sayesinde onu muhafaza ettim. Yezra 'nın günlüğü benim için ayrı yeni bilgiler öğrenmemi sağlayan kaynaktı. Diğer bilgileri ise insanlardan ya da bazı eşya, kitap ve insanlardan öğreniyordum.

 

Odamdan çıkıp merdivenleri hızla inmeye başladım. Merdivenlerin sonuna geldiğimde hemen karşıda olan kapıya doğru ilerledim. Kapıyı ardımdan kapatıp ön bahçede bizimkileri aramaya başladım. Ama onları bulamadım. Neredeydi bunlar?

 

Tam Victoria 'yı çağıracağım an hepsini karşı çiftliğin bahçesinde gördüm. Lanet olsun... Lanet olsun... Onların orada ne işi var? Anında olduğum yerde harekete geçip koşa koşa karşı çiftliğe doğru ilerledim. Yaşlı huysuz adam onları orada görmeden onları oradan çıkarmak zorundayım. Yoksa hiç hoş olamayacak şeyler olabilirdi. Karşı araziye olabildiğince hızlı hızlı koşuyordum.

 

Bu yapılacak iş miydi? Başka bir yer mi yoktu da oraya girmiştiler? Anında çiftliğin çitinden atlayıp direk ön bahçede onların gitmiş olduğu meyve bahçesine ilerledim.

 

"Durun... Durun.!" dedim kısık ama korkan sesimle. Bir kapıya çevriliyordu gözlerim birde onlara. Her an yaşlı kurt bizi fark edip dışarı çıkabilirdi. Temkinli bir şekilde olabilecek şeyleri önceden müdahale edebilmek adına çok dikkatli olmam lazımdı. Benim kısık sesle onlara seslenmemi ilk Victoria duydu.

 

"Dokunma ona sakın Kavi!" diye azarlayarak konuştum. Hadi ama beni nasıl bir müşküliyetin altında bıraktıklarını bilmiyordular. Karşı komşum bir kaçıktı ve meyveleri, sebzeleri çiftliği onun kırmızı çizgisiydi. Onlar beni bilmeyerek beni çok büyük bir zan altında bırakıyordular. Kavi ona seslendiğimi fark edince uzandığı meyveden ellerini çekti. Neyseki şimdilik küçük etkisi büyük olacak tehlikeyi engellemiştim. Yanlarına soluk soluğa kalmış bir şekilde gelmiştim.

 

" Sakın.. Sakın bu bahçede bulunan hiçbir şeye dokunmayın. Bu konumda büyük hassasiyeti var çiftlik sahibinin. Buradan geldiğimiz gibi sessizce geri çıkıyoruz sanırım daha fark etmedi bizleri. " konuşurken sesimi olabildiğince kısık tutmaya çalışıyordum. Ama onlar beni dinlemiyordu hatta bana tezat yüksek sesle konuşunca ellerimle seslerinin desibelini azalmasını işaret ettim.

 

" Alt tarafı bir meyve parası neyse veririz. "diyince anında olumsuz bir şekilde başımı salladım.

 

Onlara doğru bir adım daha yaklaştım.

 

" Buradan hemen çıkmalıyız çünkü buranın sahibi öyle sandığınız normal bir adam değil. Bu bahçedeki meyveleri ve diğer sahibi olduğu her şey için can bile alabilir." dedim ama onlar dediklerimden pek bir şey anlamadıkları için öylece kafa karışıklığı içinde bana baktı. Ben onları uyarırken gamsız Dehri olduğu yerde sabırsız bir şekilde etrafını incelemeye başladı.

 

Dehri biraz ilerimde yanında olduğu çilek ağacından bir demet çileği gözlerimin önünde bana baka baka avuçlarına aldı ve anında ağzına atıp yedi. Yaptığı şey çok normalmiş gibi bir şey olmadı diye ellerini iki yana kaldırdı. Ama olacaktı. O yediği anda üstümden kaynar sular döküldü gibi hissettim. Sanki sessiz ama darbeleri büyük olacak bir fırtına yaklaşıyordu. Ve ben bundan nasibimi yersiz yere alacaktım.

 

Tabi o çileği yer yemez daha doğrusu eline alınca mekanizma bildiriye başladı. Ama biz bunu geç duyduk. Bir ses yankılandı etrafımızda korkuyu haber eden bir ses. Yana yakıla bize ulaşıp kaçmamız için bizi uyaran bir ses. Çileğin olduğu yere çiftliğin sahibi çanlar yerleştirmişti. Dehri bunu yiyince mekanizma anında devreye girmiş ve çan haberdar etmişti bizleri. Yaşlı kurt eksilme olursa anında fark edebilsin diye böyle bir düzenek kurmuş olmalıydı. İşe yaratmıştı da.

 

Hepsi korkuyla etrafa bakınca anında sesli bir şekilde yutkundum. Eh hadi şimdi ne yapacağım ben?

Hay ben bunları buraya getiren kafama tüküreyim. Hata bende ne diye buraya getiriyorum ki.

 

"Ne oluyor?" diye sorunca Enfal anında cevap verdim.

 

"Cenaze marşı çalıyor." dedim o kara an gözümde canlanır vaziyette. Ölüme hiç bu kadar yakın olduğumuz bir anı şimdilik hatırlayamıyorum korkudan dolayı.

 

"Kimin?" diye anlamamış şaşkın ifadeyle sorunca. Gözlerimle öldürdüğüm Dennis'e bakıp cevapladım.

 

"Hepimizin Dennis." diye sinirimi zapt etmeye çalışırken konuştum. Dişlerim sinirden zangır zangır titriyordu.

 

"Gece gece ne diye elin adamının bahçesine geliyorsunuz ki!" diyip buradan tüymemiz gerektiğini de ekleyeceğim an kapının açılma sesini duydum ya da duyduk.

 

"Kim var orada?" Ah şimdi ne demeli bunlara ve olanlara . Uyandı uyanmaması gereken şahıs. Uyuyan yılana bile ilişilmezken biz uyuyan şeytanı uyandırdık.

 

"Sessiz olun ve arkanıza bile bakmadan kaçın tabi yapabilirseniz." Ben cümlelerimi söylemeye başladığımda anında hepsi koşmaya başladı. Bunlara bir yere gidilmezdi. Anında hepsi arkasına bile bakmadan kaçıp gidiyordular. Anında terk ediyor bunlar geride kalanı. Başımı onları kınayarak iki yana salladım. Eh bari bende onlara yetişeyim.

 

Son sürat bir hızla onlara ulaşmaya çalıştım.

 

"Siz! Durun orada!"diye arkamızdan bağırıp çağırıp bizi durdurmaya çalışıyordu çiftlik sahibi. Hepimiz tam çiftliğin sonuna ulaşacağımız an bahçede bulunan ağaçlar hareket etmeye başladı. Ah hadi ama ikinci bir vakaya daha alışık değilim. Ağaçların dalları uzayıp koştuğumuz kapıya barikat oldu ve yüksek bir duvara dönüştü ağacın dalları. Hepsi şaşkın şaşkın bakarken ağaçtan duvara ben hemen arkama dönmüştüm. Biraz ileride bize bakan çiftlik sahibi bize öfkeyle bakıyordu.

 

"Ah merhabalar kusura bakmayın sizi gece gece rahatsız ettik. Ama inanın ki amacımız kötü değildi. Arkamda olanlar..." diyerek arkamı gösterip genişçe gülümsedim. 32 dişimin hepsi meydandaydı neredeyse. "Misafirlerim ve benim olmadığım bir andan faydalanarak sizin bahçenize gelmişler. Gitmeleri gerektiğini söylediğim halde gitmediler." dedim kızgınlıkla ama bu kızgınlığım arkamda olan şahsiyetler için geçerliydi. "Sizi rahatsız ettik biliyorum inanın amacımız kötü değil! Lütfen affedin . İnanın zararınızı karşılayacağım." diyip bir adım öne geleceğim an eliyle beni durdurdu.

 

"Sen şu karşı çiftliğin yeni sahibi olmalısın. Kendi varlığınla rahatsız etmeyip birde yeni kişilerle yeni rahatsızlıkları peşi sıra getiriyorsun." diye esefle kınadı. Hatta küçük bile gördü diyebilirim. Ama ya sabır diyip sustum. Sonuçta şu an haksız durumdayım alttan almalıyım. Bunun hesabını arkamdaki şahıslara teker teker soracağım.

 

" Vermiş olduğum önceki sonraki hatta şu an ki rahatsızlıklar için özür dilerim. Lütfen affedin. Bir daha olmayacak." der demez anında bir adım attı. Düşünceli duruyordu. Ne tilkiler dönüp duruyordu bunun zihninde.

 

"Bir daha olmayacağına nasıl bir kanaat getirebilirsin ki? Ama eğer boynunda olan kolyeyi verirsen gitmenize izin veririm." diyince bende şanteller attı. Ne dedi az önce o? Sanki birinin çığlığı yankılandı zihnimde ya da kanları aktı zihnimin çatlaklarından duvarlarına doğru.

 

Kahkahalar attım yüksek sesle.

Bu halime sadece baktı. Delirme noktası arasındaki bir yerdeyim şu an.

 

"Hakaret etseydiniz bu kadar sinirim bozulmazdı inanın. Sizin gibi bencil ve ukala adam ne hakla benim kolyemi isteyebilir! Sanırım beni tanımıyorsunuz. Tanıtayım o zaman. Ben Prenses Emira. Moritanya krallığının prensesiyim. Tanıştığıma memnun oldum bay bencil, ukala ve yaşlı kurt. "diye öfkeli soluklarım arasından konuştum. Ama o sırada olduğum yerde zangır zangır titriyordum. Hadi ama canımı istese bu kadar sinir olmazdım.

 

" Biliyorum. "dedi tek cümleyle. Ya öylemi diye başımı salladım.

 

" Peki o halde ne hakla bu cümleleri zikrettiniz öğrenebilir miyim? "dedim açıklama bekler bir sabırsızlıkla. Sevgili dostlarım ise sessiz bir şekilde benim arkamda durmuş olanları izlemekle yetiniyordular.

 

"Vermeyeceğini zaten biliyorum. Sadece sinir etmek için dedim oldu da." diye bilmiş bilmiş konuştu. Sözlerini zikrederken üsten üsten bilenmelerini görmezden gelmeye çalıştım. Etraf tam aydınlık olmadığı için yüzünü net seçemiyorum ama ruhundan bana yansıyan enerjisinde küstahlık, hadsizlik buram buram geliyor gelmekle yetinmeyip bunu hissettirmekten çekinmiyordu.

 

Bu adamın amacı neydi?

 

"Bayım ben gereken şeyi yaptım ve sizden özrümü diledim ama anlaşılan karşımda olan yani o siz oluyorsunuz ne özür denilen şeyden bi habersiniz ne de bunu umursayan bir karakteriniz var. Bana çok yakinen tanıdığım birini hatırlatıyorsunuz." dedikten sonra koparılan çilek ağacının eski görünümüne sahip olmasını sağladım kolyemle. Anında ona ellerimle arkasını gösterdim birkaç saniye arkasına dönüp baktığında eskisi gibiydi çilek ağacı. Ardından başını önüne çevirdi ve bana bakmaya devam etti kaldığı yerden.

 

" Ben hatamı telafi ettim. Özrümü de diledim. Ben bana düşeni yaptım ama siz özür dilediğim halde hala o dik başlı tavrınızı bir kenara bırakamıyorsunuz. Ne de çok yazık sizin için. Size iyi geceler diler ve hemen şimdi mülkünüzü terk ediyorum ben ve arkadaşlarım." diyip arkama dönüp ilerlemeye başladım. İlerlerken bir yandan da karşımda olan ağacın dallarının duvar görünümünden çıkmasını sağlıyordum.

 

" Bekle!"diyince ihtiyar anında adım atmayı bırakıp öylece durdum yönümü ona çevirmeden.

 

" Dinliyorum sizi. "diyince önce kısık gülmesini duydum. Bunu beklemediğim için kaşlarım çatılı hale geldi. Hadi ama bu adam gülmek nedir biliyor muydu?

 

" Az önce yakinen birini hatırlattığımı söyledin. O kim? Sana kimi hatırlatıyorum? "diye merakla vereceğim cevabı beklerken derin bir nefes alıp verdim ve ona doğru dönüp gözlerinin içine bakıp düşüncelerimi sesli bir şekilde dile getirdim.

 

" Turul Bey. "dedim yüksek sesle. Ve şunları ekledim." Moritanya krallığının eski kralının babası olur kendisi. Ve sizde aynı o bakışları... O duruşu...O aksi tavrı görüyorum. Onunla çok benzerliğiniz var. "diyince anında bana doğru ilerledi.

 

Önüme geldi ve birkaç saniye bana baktı.

 

" Olası . "dedi normal bir şey der gibi. Anlamadığım için ne demek istediğini sorguladım.

 

" Olası olan şey nedir? "dedim daha açıklayıcı olmasını isteyen bir istekle.

 

" Oğullar babaya çoğu özelliğiyle benzer. "diyince ilk an idrak edemedim ama sonradan anında domino taşları yavaşça devrilmeyi bıraktı ve direk eski hallerine döndü.

 

" Ah bende neden ilk görüşte size kanım ısınmadı diye düşünüp duruyorum. "dedim bir gerçeği açığa çıkarmaktan çekinmeyerek.

" Meğerse oğlunuzdan ötürü olan bir durummuş. Size tezat olarak Süreyya hanım çok sevdiğim değer verdiğim biri. Sanırım eşinize benziyor olmalı. Yoksa size benzeseydi muhakkak onuda istemeye istemeye sevmezdim. Ne tesadüf ki sizinle de tanışma şerefine nail oldum. İnsan sevdiğini ve onun yakınlarını da tanımalı sevmediği kişiyi ve onun yakınlarınıda. Aslında iyi oldu. "dedim ve bir adım geriye gidip aramıza mesafe koydum.

 

" Dediklerinde haklılar. Çok dik başlı bir prenses dediler hakkında doğru söylemişler. Asla geri kalmıyorsun asla hemde. Geri adım atmak nedir bilmiyorsun. Takdirde şayan bu tavrın. Şimdi gidin . "dedi ve arkasını dönüp uzaklaştı.

 

Birkaç saniye öylece baktım onun ardından. Sonra ise arkama dönüp bizimkilere baktım.

 

" İlk kim ister? "diye bir soru sordum ama soruyu sorarken anında ileride bir portolda açmıştım kuleye dönebilmek için.

 

" Neyi?"dediler hepsi bir ağızdan.

 

Tehlikeli bir gülüşle onlara baktım ve sabırsızlıkla beklediğim bir şeye ulaşmak için can atar bir halde cevabı yüksek ama öfkeyle karışık bir şekilde dile getirdim.

 

" ÖLMEYİ! "diye bağırıp onlara doğru koşmaya başladım. Anında hepsi bu halime korkarak bakıp arkasını dönüp çiftliğin açık kapısından çıkıp boş arazide koşmaya başladılar. İleride olan portala doğru hepsi can havliyle koşmaya başlayınca bende onları takip ettim.

 

" DURUN NEREYE GİDİYORSUNUZ? SİZİ LİME LİME EDECEĞİM. O KADAR DOKUMAYIN DEDİM AMA DİNLEYEN KİM. SİZİ APTALLAR!" diye bağırıp çağırıp onları kovalarken onlarsa hala portala doğru ilerliyordu.

 

" Her şey olabilirim ama asla aptal bir varlık olamam!" diye söylediklerime karşılık bunları söyledi Victoria.

 

" Göstereceğim ben sana aptallığı göstereceğim . "diyip hızımı arttırdım. Ama ben tam onlara ulaşmışken hepsi açık olan potataldan geçince anında bende direk onlara ulaşmak için olduğum yerde zıplayıp portaldan içeri atladım.

 

Hay atlamaz olaydım ama!

 

Betona düşer gibi yere doğru düştüm ama düştüğüm anda sanki yer sallandı. Deprem mi oluyor? Düştüğüm yerde bizimkiler devrilmiş haldeydi. Ben Victoria 'nın üzerine düşmüştüm. Yumuşak bir düşüştü ama nedense zemin sallanıyordu. Her kıpırdadığım anda sanki bir sandal içindeydim ve sandal gölet içerisinde sağa sola doğru salınıyor hissini yaşıyordum.

 

Direklerimin yardımıyla yüz üstü düştüğüm Victoria' nın bedeninden doğrulmaya çalıştım. Ama kalkarken söylenmeyi de unutmuyordum.

 

"Yine bu kahrolası portal nereye açıldı!" diye bezgin bir şekilde konuştum. Her açtığımda bizimkilerin de olduğu portal nedendir bir türlü istediğim yerde sonuçlanmıyor sonu. Ben kendi kendime düşüne dururken altımda duyduğum selde anında başımı eğdim.

 

"Emira kalk üstümden!" diye çığlık çığlığa konuştu. Anında kendimi sola doğru attım ama sert attığım için hafif bir acı bileklerime sızdı izinsiz bir şekilde. Neredeydik yine kim bilir? Yanımda olan Victoria başımı çevirdim ve onun bana olan gereksiz olan yaşadığı durumdan sızlanmasını görmezden gelerek öfkemi tekrar belli ettim onlara karşı.

 

"Sana müstahak Victoria yaşadığın her şey! Nediye bilmediğiniz bahçeye gidersiniz ki? Aptal mısınız yoksa belaya bulaşmak sizde huy mu edindi benle takıla takıla?" dedim hala yaşadıklarımı hatırlayınca bedenime nüfus eden sinirle. Ama sinirim tek Victoria 'ya yönelik değildi. Biraz illerde doğrulmaya çalışan beylere hitaben de konuştum.

 

"Hadi ben yine kendi başımı belaya sokuyorum siz beni de alet ediyorsunuz bulaştığınız belaya. Hiç etik değil hem de hiç ! Sizden hiçbir şey olmaz ya beceriksizler grubu ne olacak." dedim ve ayaklarıma komut verip kalacağım an bir şey oldu ayağım boşluğa geldi. Lanet olsun neredeydim ben? Öfkeden konuşmaya dalmış olduğum yeri sorgulamayı bırakmıştım. Etrafıma bakındım. Nedense çok tanıdık geliyordu ama açı farkı vardı.

 

Tam yönümü sağa çevirdim ki birde ne göreyim? Turul beyle karşı karşıyaydım. Yani bu yakınlık bile benim ürkmemi sağlamıştı. Biz düşe düşe onun olduğu yere mi düşmüştük. Ama nedense burası odaya benzemiyordu daha çok yemekhaneydi. Gözlerimi yaşadığım utançla birkaç saniye kapattım.

 

Düşe düşe yemekhane masasına mı düşmüştü? Ben bu portalı yok edeceğim bir gün! Gözlerimi açıp olacakları kaldırma kuvveti aradım kendimde.

Babasından kaçsam oğlu beni buluyor oğlundan kaçsam babası karşıma çıkıyor. Bu nasıl iştir arkadaş ya! Etrafım bunların bermuda üçgeniyle çevrilmişti.

 

Üçgenin baş kısmını babaları sağ kısmını Turul bey diğer sol kısmını ise Süreyya hanım çekiyordu. Süreyya hanım ise durak konumundaydı. Babası ve dedesine tezat olarak. Anında olduğum yerde kalkıp masadan aşağı indim. Diğerleri de anında beni takip etti. Hepsi suspus olmuş yaşadıkları utançla baş başaydı.

 

Ben çok kez bu utançları yaşadığım için bir müddet sonra normal geldiğinden kısa süre utanç yaşayıp anında eski halime dönüyordum. Ah bende böyle güzel bir varlığım... Anında herkese kısa bir süre bakıp bakışlarımı Süreyya hanıma çevirdim ve omuzlarımı aşağı yukarı mahcup bir halde aşağı yukarı kaldırıp indirdim. O ise sadece başını ben seninle ne yapacağım dercesine iki yana salladı.

 

Neyseki benden dolayı bu durumlara alışık olduğu için yabancılık çekemeyecekti. Alışkanlık olmuştu gün içerisinde bir vukuatım olmazsa gün tamamlanmıyordu. O da artık bunu kabullenmiş olmalıydı ki azarlamayı bir süre sonra bırakmış sadece izlemeyi tercih ediyordu. Gerçekten kadın da benden çekiyordu ya. Demektir ki çekilecek çilesi varmış. Buradaki çileden ben oluyorum zaten. Bakışlarım masadakilere değmeden direk masanın baş ucunda duran Turul beye çevrildi.

 

Ama herkesin şaşkınlığını bizzat hissediyordum. Gözlerim kısa bir süre Ahrar 'a çevrildi. Sinirli beklerken onu keyifli olduğunu gördüm. Ahrar keyifle benim bu can çekişen durumumu izliyordu. Adam bedavadan film izliyordu benim sayemde. Her gün yeni bir vukuatım onun hayatına renk katıyordu. Lacivert harelerine öfkeyle bakıp bakışlarımı ondan çektim. Neyse bunu şimdilik bir kenara bırakıp asıl konuya dönme zamanıydı.

 

"Ah sizi görmeyi beklemiyordum Turul bey. Yattığınızı düşünmüştüm. Malum sizin odanızda olma saatiniz de. Nedendir ki sanki herkes hissetmiş gibi bu saatte burada sohbet ediyor." dedim ve masadakilere hoşnutsuz olduğum bu durumları için kötü kötü bakıp tekrar bakışlarımı Turul beye çevirdim.

 

" Ah size bir şey söylemek istiyorum. Söyleyebilirim değil mi?" dedim sadece kafasını salladı. Peki o halde söyledim gitti benden çıktığı an mesuliyeti beni alakadar etmez.

 

" Az önce bizzat babanızla tanıştım inanın tıpatıp aynısınız. Yani bir fark göremiyorum. Aynadaki yansımanız gibi ama birkaç yaş büyük haliniz." dedim. Ne birkaç yaş büyük hali 500 küsür büyük hali.

 

Sözlerimden sonra olduğu yerde bedeni gerildi. Yanlış bir şey mi söylemiştim? Yaslandığı sandalyeden bedenini çekip masaya doğru hafifçe eğildi. Ama ben konuşmaya devam ettim hiçbir şey olmamış gibi.

 

"Bende diyordum nereden tanıdık geliyor meğerse sizin babanızmış." dedim iğneleyici bir üslupla . Ama hiç oralı olmadı bile direkt sanki babasıyla tanışmama şaşırmış gibiydi. Ne yani babası çok gizli bir yerde mi yaşıyordu ki bulunması imkansızdı? Ben bunları düşünürken ilk kez konuştu Turul bey, lakin sesinde isteksizlik ve tahammülsüzlük açık açık beyan etti kendisini. Sanki ben kendisine bayılıyorum. Bir sıkımlık canı var onuda sıkmaya gerek duymuyorum. Anlamalı bence.

 

"Asrilya topraklarında ne arıyorsun prenses?" dedi çatılı duran kaşları arasından anlam vermeye çalışır bir tavırla. Bende pek bilmiyorum birden orada kendimi bulmuş kopamamıştım. Sonrası alışkanlık zaten. Gide gele orada bir düzen kurmuştum.

 

" Orada bir çiftliğim var da ondan dolayı orada bulunuyordum." dedim gözlerimi devirmemek için büyük uğraş verirken. Ne var bunda dercesine sorusunu cevapladım da diyebiliriz aslında !

 

Bir şey aklına yeni gelmiş gibi bir aydınlanma yaşadı ve kısa bir süre beni baştan aşağı inceledi. Ama gözlerinde olan o varlığımdan rahatsız olduğu hissini bizzat görmekle yetinmeyip bunu hissettim.

 

"Ah babamın bahsettiği o karşı çiftliğin küstah sahibi olan kadın sen miydin?" Sormaktan ziyade teyit ediyordu daha çok. Ama pek önemsedim neyi ima etmek istediğini. Sadece bakmakla yetindim. Ya da çabuk susması için onun zamanını çalmadım.

 

"Ne diye şaşırıyorsam." dedi başını iki yana kınarcasına sallarken "Bu topraklarda senden ala küstah biri yok ki neden aklıma sen geldiğinde senin olacağın ihtimalini kabul etmekten kaçındım ki." dedi bu durumun vasat olduğunu düşündüren bir hareketle başını eğip bana tepeden tırnağa baktı . Sanırım onun gözlerinde ben çok büyük bir hataydım ama nedendir ki benim gözlerimde de o bu konumdaydı.

 

" O da sizin kendi hatanız . Ne diyeyim ki işte bende nasıl bir lütufsam ikidir bir size bir de babanıza denk geliyorum. Büyük bir nimet olmalı sizler için varlığım. Ah herkes sizin yerinizde olmak isterdi. Kendinizi şanslı hissediyor olmalısınız?" diye alayla konuştum. Hala sınırlarını zorlamaya devam ettim. Bakalım nerde patlak verecekti. Ne kadar dayanabilirdi bana?

 

" Pek zannetmiyorum. "dedi sözlerime karşılık beni nasıl çekilmez biri buluyorsa bana bakmak bile onu rahatsız ediyordu. Hislerimiz karşılıklıydı bunu ona söylemeli miyim?

 

" Ne hakkında lütuf olmam hakkında mı? Sıkıntı değil sizin için ceza bile olabilirim. Bakın size ne kadar da değer veriyorum. Yeter ki beni görün diye ceza olmayı bile tercih ediyorum. Değerimi bilin lütfen." dedim daha da çıtayı yüksek tutarak. Asla ondan geri kalmam bunu yedirmem çünkü. Rezil bile olacaksam onun da benden kalır yanının kalmaması lazımdı. Ama vitesi daha da yüksek tutup son viraja ulaşmadan son darbeyi de söylemeyi eksik etmedim.

 

" Asıl benim açımdan düşünün iki karaktere maruz kalıyorum ama aynı iki karakter. Siz yine sadece bana maruz kalıyorsunuz ikiye birim. Sıfıra karşı eksi birle başlangıç yapıyorum. Belirtmek isterim ki ben şikayet etmiyorsam kimse etmemeli bence. "dedim nasıl bir vahim bir durum içerisinde olduğumu anlamasını umarak ama yanıldım adam laflarımın altında kalmamak için büyük uğraş veriyordu

 

" Sen bir dünyaya bedelsin maruz kalma konusunda tek olman bile başlı başına sorun. Dahsı yoksa ölüm olurdu." dedi benim nasıl bir bela olduğumu söylemekten çekinmeyerek. Hah haspam görende kendini melek sanıyor. Ne var yani birkaç olayı başlatmış birkaç belaya bulaşmışsam. Bunlar büyük şeyler değil. Gayette kendi halinde olan bir insanım ben bir kere!

 

"Eh desenize nasıl bir varlıksam yokluğum ayrı felaket varlığım ayrı felaket." dedim omzumu silkerek. Düşmanım ya da dostum kimseye kendimi ezdirmem.

 

Sınır ihlali yapılmayacak kurallarımdan biriydi bu. Sözlerime karşılık olarak olduğu yere sinir küpüne dönüştü ve derin derin nefesler alıp vermeye başladı. Eh adam bana tahammül edemediğini daha net bir şekilde göstermedi. Neyseki hislerimiz karşılıklıydı. Ya o benden nefret etmeseydi ne olurdu. Sevgisindense nefretine razıyım. En büyük korkum zaten nefret ettiğim birinin beni sevmesidir. Nefretine dayanırım ama sevgisine hayır asla dayanmam.

 

"Neyse ben sizi daha fazla varlığımla şereflendirmeyi bırakıp odama gitmeliyim. Bugün yorucu bir gündü. En iyisi odamda bir süre dinlenmek benim için iyi olur." dedim ve anında direk kimsenin bir demesine izin vermeyip orayı terk ettim. Yemekhanenin kapısına ulaştığımda kapıyı açıp yemekhaneyi terk ettim. Ben koridorda patlamak üzere olan bir bomba misali ilerleyip odama doğru giderken tekrar yemekhane kapısı açıldı ve adım sesleri duyuldu ardımdan. Hah akıllarına yeni gelmiştim. Orada insan bir destek çıkar bana ama ancak susmayı bilsinler.

 

Hiç tavrımdan ödün vermeden hızlı adımlarla odama doğru ilerlemeye devam ettim.

 

"Emira dur!" dediğinde Victoria hiç hızımı azaltmadım hatta daha hızlandırdım adımlarımı.

 

"İnatçı dur ya bir!" dediğinde tekrar Victoria anında çok beklersin anlamında elimi sağa sola çevirdim. Adım sesleri kendini koşma seslerine bıraktığında bende anında koşmaya başladım. Odamın olduğu koridora gelince anında jet hızıyla koridora gelir gelmez odamın kapısını açıp içeri girdikten sonra kalkan anında devreye girdi. Victoria kapıya ulaşıp kapıyı açmaya çalıştı ama kalkan ona müsaade etmedi.

 

"Kaldır şu kalkanı?" dedi bana emir vererek. Emir almaktan nefret eden beni bildiği halde.

 

Omzumu kapıya yasladım. Ve birkaç saniye onun olduğu yerde sertçe kapıya vurmasını dinledim.

 

"Boşuna uğraşma Victoria açamayacağım kapıya da kalkanıda kaldıramayacağım. Yani rahat bırak beni kızım. Git ya! Sizi pis nankör insanlar şimdi mi aklınıza geldim içeride insan bir şey derdi ya sözde sen en yakın arkadaşımsın." diye yakınırken Victoria iki eliyle kapıya vurup avaz avaz bağırarak konuşmaya başladı.

 

" Sen hasta mısın? Seni orada savunsam anında bana ben kendimi savunamaz mıyım diye hesap soracak bir karaktersin sen. Şimdi ne diye bana afra tafra yapıyorsun? "diye çıldırmış gibi kahkaha atarak konuşunca olduğum yerde sustum. Aslında sözlerinde haklı ben duruken kimsenin beni savunmasını istemiyorum ama o an nedendir gerek duymadığım halde birinin beni savunmasını istemiştim. Ne oluyordu bana? Son günlerde hiç normal davranışlar sergilemiyordum.

 

"Emira bak hatalıyız aç kapıyı konuşalım olur mu?" diye konuşup ortamı yumuşatmak isteyen Dennis 'e keskin bir cevap verip onun isteğini reddettim.

 

"Yalnız kalmak istiyorum rica etsem beni bir müddet yalnız bırakırsanız çok iyi olur benim açımdan." dedim yorgun bir halde. Şu an hem bedenim hem de zihnim bir yorgunluk boşluğuna düşmüş gibiydi.

 

"Hayır içeri girmek istiyorum Emira." dedi Victoria.

 

Kafamı kapıya dayadım ve derin bir nefes alıp tekrar konuştum Victoria 'ya hitaben.

 

"Dinlemek için biraz zamana ihtiyacım var. O zamanı bana tanır mısın?"dedim içli bir nefes verip.

 

" Ama geleceğim birkaç saat sonra ve bu kapıyı açacaksın o sözü alırsam giderim. "diye şartını sununca evet anlamında kapıyı üç kere tıklattım.

 

Sonra hepsi beni yalnız bırakmak için odamın kapısının önünden ayrıldılar.

Benden uzaklaşan enerjileri gittiklerinin habercisiydi. Odada birkaç saniye boyunca harekesiz bir şekilde durdum. Sonunda hareket etmeyi başarınca yatağa ilerleyip yatağa uzandım. Artık ağır geliyordu bana yapılan şey. Ama bunu da sonlandırmayı biliyorum ve yapacağım da en kısa zamanda. Ben yatağa uzanmış düşüne dururken birden önümde bir defter belirdi.

 

Kaşlarım anında çatılı hale geldi. Yine mi? Ahrar tekrar iletişime geçmek için bu kitabı göndermişti. Kitabı elimin arasında tutarak uzandığım yerden doğrulup sırtımı yatak başlığına dayadım. Kalın kitabın kapağını açıp boş sayfada gözlerimi gezdirdim. Ben kapağı açar açmaz saniyeler içinde boş sayfada şu yazılar belirdi.

 

"İyi misin? Yemekhanedeki olaya umarım pek takılmamışsındır?" dediğinde biraz süre tanıdım kendime. İyi değilim ama olmak için de çaba sarf etmeyeceğim anlamına gelmiyor. Hep iyi olmak için çabaladım ben. En ummadık zamanlarda bile.

 

Kimse beni yıkımla karşı karşıya kalmış görmedi. Buna izin vermedim. En karanlık gecenin bile sonu olduğuna inanıyorum. Çünkü ışık elbet doğup karanlığı bir süreliğine de olsa devre dışı bırakacaktır. İşte hep buna tutunarak hayatıma devam ettim. Her zorluğun üstesinden böyle gelebildim. Benim hep bir yanım yıkık dökük ama hep diğer tarafım da yenilemeye yeminli. Çünkü geriye dönüp baktığımda keşkelerimden ziyade iyikilerimin olmasını isteyen tarafım daha ağır basıyor. Yani yaptığım çoğu şeyden asla pişmanlık duymadım. Duymamak için de elimden geleni yapıyorum.

 

"İyiyim . Sadece bu iletişim şekli gerekli mi? Başka bir anda bunları sorabilirsin." diye kısık sesle konuştuktan sonra defterde söylediklerim yazıldı. Sonra kısa sürede silindi. Ahrar ne cevap verecek diye beklemeye başladım. Birkaç saniye sonra şu cümleler yazıldı boş sayfada.

 

" Odana tıkılıp kaldığın anda sadece sana bu yolla ulaşabiliyorum. Diğer türlü biraz beklemem lazım seninle iletişim kurmak için. Bu yol basit ve hızlı. Neyse iyi olduğuna göre sana bir şey söylemek istiyorum. Seni bir yere götürmek istiyorum. Gelmek ister misin benimle. Seveceğin bir yere hem böylece bu kulenin boğuculuğundan bir müddet kurtulmuş olursun. "

 

Cümleleri okuduğumda anında aklıma bir fikir geldi.

 

" Seni aslında ben bir yere götürmeyi ne zamandır istiyordum ama vakit olmuyordu. İki gün sonra istersen oraya gidelim mi? Bir işin olduğunu söylersin herkese ben ise odama vakit geçireceğimi söylerim bizimkilere ve böylece dikkat çekmeyiz. Hem daha önce yapmadığım şey değil. Seninle oraya gitmek istiyorum. Seveceğin bir yer olacak inan bana. "dedim umutla çünkü ne zamandır ikimizde birbirimize uzaktık. Bu kaçış bize ve ilişkimize çok iyi gelecekti. Sözlerim boş sayfa birkaç saniye sonra yok oldu. Ve sabırsız bir halde onun ne cevap vereceğini merak içinde bekledim.

 

Hayır dememesini umut ettim.

 

"Nasıl hayır diyebileceğimi düşünürsün ki? Seninle her vakti daha uzun tutmak isteyen ben bu fırsatı lütuf bilirim. Sen yanımda olunca zaman çok çabuk geçiyor. Yarın bütün gün bizim olsun."

 

Yazılanları okuyunca anında etrafım mutlulukla çevrelendi. Bu adam ah bu adam bana ne yaptığını bir bilseydi. Çünkü onun varlığını hisseden ruhum etrafında olan melankolik havadan anında kurtuluyordu. İki gün sonrayı düşleyince anında heyecanla sarmalandı bedenim. İkimiz bir yerde bütün gün birlikte olacaktık. Belki de uzun zamandır aradığım şey buydu. Bunun için inanılmaz bir mutlulukla doluyordu içim. Ahrar biliyor muydu bilmiyorum ama o benim kabuk bağlanamayan yaralarımın kabuk tutmasını sağlıyordu.

 

Ruhum usul usul iyileşiyordu bunu her zerremle hissediyordum. Ve bu inanılmaz bir şekilde beni hayata bağlayan büyük bir neden oluyordu tekrar benim için. Ama bir yanımda alabileceğim bir darbenin bende yaratabileceği şeyi düşleyince inanılmaz bir şekilde büsbütün bir bataklığa saplanıp orada sonsuza kadar kalabileceğimi ve oradan bir daha asla çıkmayacağımı bildiriyordu. Işık bir daha uğramayacaktı belki de.

 

Karanlık büsbütün beni ele geçirecekti. Ama bunlar ihtimaller arasında olan bir şeydi de. Gerçek olmayabilirdi de. Olsaydı eğer bana ne olacaktı az çok tahmin ediyorum. Karanlık bu sefer uğramayacaktı. Karanlık içime sızacaktı. Benle bir bütün olacaktı. O zaman ise istenilmeyen her şeyi yapabilecektim. Bunları yapmayı istemediğim halde. Ahrar vereceği darbenin büyüklüğünü bilmiyordu. Bunun için temkinli olmalıydı. Ya da ben olmalıydım. Kararsızım.

 

Kitabın kapağını kapatıp baş ucuma yerleştirip gözlerimi usulca kapattım. Hisler ele geçirdi beni. Ya tekrar tekrar yaşarsam geçmişin bir benzerini? Aynı hisler aynı davranışları tekrar yaparsam? Bu bu sefer benim felaketim olmaz. Herkese bir zararım dokunabilir. Bunun için önem almalıyım ama nasıl? Hissizlik protokolünü mü devreye soksam? Bu herkesin yararına olur ama benim için güzel olmaz hissiz bir Emira olmak istemiyorum nedense. Saf duygulardan arınmak istemiyorum. Beni bana bunu yapmak zorunda bırakmaz umarım Ahrar.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷.......... ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Gün ışınları odayı aydınlatırken ben çoktan uyanmış ve pencereden dışarısını seyrediyordum. Gece görmüş olduğum kabuslar beni uyutmamıştı. Bende çareyi uyanık kalıp sabahın doğmasını bekleyerek geçirmiştim. Düşüncelerim ve ben uzun uzadıya büyük bir fikir alışverişinde bulunmuştum. Açıklığa kavuşması gereken çok şey vardı. Ve ben hala bunların netleşmesini bekliyordum.

 

Bir şeyler için uğraş veriyorum ama bunlar çabucak o gerçeklere ulaşmamı sağlayamıyor. Pencereden son kez dışarıya baktıktan sonra pencere pervazından çekilip giysi odama geçip oradaki işlerimi hallettiken sonra odama geçip dışarı çıkmadan önce son kez odada gözlerimi gezdirip bir şeyi unutup unutmadığıma bakındım. Hala odamın düzeninden ben sorumluyum. Kimseyi odama sokmuyorum temizlik ya da başka bir şey için. Bana özel olan her şeyin sorumluluğunu almayı severim. İşlerimi birilerine yıkmak bana göre değil.

 

Odadan çıkmış ve direk yemekhaneye doğru ilerlemiştim. Geceleyin Victoria gelmemişti odaya sanırım Asper krallığına gitmiş olmalıydı. Yoksa onun odama gelmesini başka bir neden engel olmazdı. Birazdan burada olurdu ya o zaman gelirdi yanıma dünkü yarım kalan konuşmamız için.

 

Yemekhanenin olduğu koridora geldiğimde koridorun sonunda Serra ve Victoria 'nın konuştuğunu gördüm. Bir sorun mu vardı? En az Victoria' da benim gibi Serra 'dan pek hoşlanmıyor ve gerek kalmadıkça onunla pek konuşmaz. Yanlarına yaklaştıkça ne konuştuklarını duyabilmeye başlamıştım. Konu bir kutlama yemeğiydi. Ama neyin kutlaması?

Yanlarına gelince birkaç adım onlardan uzak duracak şekilde karşılarına geçtim.

 

Bakışlarım Victoria 'ya çevrildi. Victoria benim geldiğimi anlayınca anında bedenini hafif bir şekilde yana çevirdi.

 

"Emira tam zamanında geldin. Serra bir kutlama yapmak istiyormuş bende sana söylemesini istedim." dedi tahammül edemeyerek.

 

"Ne kutlaması bu?" diye sordum ifadesizce.

 

"Rauf ve Loya hanımın dört gün sonra evlilik yıldönümü de burada kutlamak istedim. Genelde denek geliyor her zaman geleneğin yapıldığı yerlere bu sefer de buraya denk geldi. Yapmamda bir sakınca yoktur umarım." diye sahte bir mahcubiyet içinde söyledi.

 

"Hayır bir sakınca yok. Kutlama yapabilirsiniz Serra hanım ama kaideleri çiğnemeyerek. Açarsam bu dediğim kaideleri ;çalışanlara zulüm etmeyerek, onları aşağılamayarak ve onları büyük işlerle zorlamamak şartıyla burada bir kutlama yapabilirsiniz." dedim kesin bir dille. Çünkü onun acımasız tarafını çok iyi biliyorum." Şimdi istediğinizi aldığınıza göre yemekhaneye gidelim kahvaltı saati yaklaştı. "diyip daha fazla onun yanında kalmamak için ilk bahaneyi sundum.

 

" Ne de çok kurallara değer veren bir prenses. "diye gereksizce takıldı.

 

" Hayır yanlış kurallara uymam kuralların bana göre olmasını sağlar ya da öldürürüm. Kurallara uyan taraf değil kuralları ona göre uydurulan taraftayım ben Serra'cım. "diye konuştum ifadesiz sesimle. Zaten dediklerimle farkımı dile getirmiştim . Anında yüzünde sahte olduğu her halinden belli olan tebessümle bana baktı.

 

" Ah evet bilemez miyim! "dedi kelimeleri nefretle dile getirerek. Umursamadım ve Victoria baş işareti yapıp yemekhaneye gidelim dedim.

 

Biz yemekhaneye ilerlerken Serra son sorusunu dile getirdi.

 

" Prenses Emira kutlamaya katılacak mısınız? "dediğinde anında adım atmayı kesip ona dönmeden konuştum.

 

" Hayır. Yapmam gereken daha önemli şeyler var ve o gece orada olamayacağım ama hediyemi bizzat o gün elden teslim ederim. "diyerek harekete geçip yemekhanenin kapısından içeri girdim.

 

O gece Lord Yelit için zor bir gece olacaktı. Ve bende onun için onu kuleden uzaklaştırmak istiyorum. Burada da devreye Tarsis kralı giriyor bir gün önceden Lord Yelit 'i krallığına davet etmesini isteyecektim. Amacımın ne olduğunu bileceğinden hayır demeyeceğini biliyorum. Hatta belki de Lord Yelit' te ne yapmaya çalıştığımı da bilecekti. Ama kimse bu konu hakkında tek kelime etmeyecekti. Herkesin dilsiz sağırı oynayacağını tahmin edebiliyorum.

 

Yemekhaneden içeri geçince daha kimsenin gelemediğini fark ettik Victoria 'yla.

 

Herkes neredeydi? Genelde şimdi herkesin şu an şu saniye içinde burada olması gerekirdi. Yine ne oluyordu bu kulede? Şu an burada olan çalışanlara Süreyya hanım nerede diye sorduğumda anında kuleye bir ziyaretçi geldiğini onları karşılamaya gittiğini söylemişti. Yine ne tür maceralar bizi bekliyordu?

 

Olaylar silsilesi bizi rahat bırakmıyor gibiydi. Bu kule doymuyor gibi olaylara atraksiyona. Birde beni eleştirmiyorlar mı çıldıracağım. Kulenin beden geriye kalır yanı yok ki? Yine kim bilir kim teşrif etmişti? Zararıma olacak bir ziyaret değildir umarım. Yemekhaneden direk ayrılıp Victoria 'yla beraber Lord Yelit' in yanına gitmek için merdivenlerin olduğu tarafa ilerledik.

 

"Neden gelen kişinin yanına gitmedik? Gelen kim merak ettim şimdi?" dediğinde Victoria sadece yürümeye devam ettim ama Victoria bitmek bilmeyen sorularını sormaya devam edince direnemedim ve sorusunu cevapladım.

 

"Gelen kişi bu gece burada kalacak. Yani bugün içerisinde zaten mutlaka göreceksin. O sebepten öncelik Lord Yelit olmalı durumun farkındaysan eğer!" diye açık açık uyarılarımı söyledim.

 

"Sadece birkaç dakika sürecek bir şeydi ama neyse hadi senin istediğin olsun." diye morali bozulmuş bir edayla konuştu.

 

Lord Yelit 'in odasının olduğu kata gelince ikimizde hızlı adımlarla odaya doğru ilerledik. Victoria kapıyı çaldı ve ardından hemen kapıyı açıp içeri girdi bende ardından hemen içeri girdim.

 

Biz gören Lord Yelit önünde duran kitabın kapağını kapatıp sandalyeye yasladı sırtını. Yorgun gözüküyordu. Bugünlerde onu çok yorgun ve düşünceli görüyordum. Sebebi neydi ki acaba? İkimizde masasının karşısında olan sandalyelere geçip oturduk.

 

"Sizin beklemiyordum. Bir sorun yok değil mi?" diye merakla sorunca yok anlamında Victoria başını salladı.

 

"Yorgun görünüyorsunuz?" dedim sebebini merak ettiğim için. Sorumu duyunca bakışları beni buldu. Yorgunca gülümsedi.

 

"Bir şey üzerinde çalışıyorum ve birkaç gündür doğru dürüst uyku uyuyamadım. Bu beni normal olarak yordu." dedi konuşmak bile sanki ondan tüm enerjisini alıyor gibiydi. Zaman onu yoruyordu bir süreden sonra. Olduğum yerde kalkıp Lord Yelit 'e doğru ilerledim karşısına geçip masasına oturdum. Victoria ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyordu ama çözemedi. Uğraş vermesin biraz sonra anlayacak zaten . Elimi ona uzattım. İlk bakışta ne yaptığımı anlamaya çalıştı.

 

Anlayınca yorgun bir tebessümle elini avcuma bıraktı. Anında diğer elimi de Lord Yelit 'in elinin üzerine koyup ona kolyenin sağlamış olduğu bir yardımı sağladım. O anda gözlerim usulca kapandı ve kolyemde hüküm süren gücü hissettim. Tüm benliğimde yoğunlaşmış aktarılmayı bekliyordu. Güç akışı.

 

Kolye küçük bir güç akışıyla insanda olan o dirençsizliğe çözüm oluyordu. Ellerimiz birleşince iznimle anında güç benden ayrılıp Lord Yelit 'in vücuduna akın etmeye başladı. Ondaki değişimi hissettim hem dokunduğum için hemde bunu kolyenin sağlamış olduğu güçle. Güç aktarımı yaparken gözlerim muhakkak yeşil renge dönüşmüştü ama gözlerim kapalı olduğu için bunu kimse görmemişti.

 

Saniyeler içinde Lord Yelit istediği güce ulaşmıştı bu güç aktarımı sayesinde. Diğer türlü birkaç gün uyuyarak bu gücü alabilirdi ama saniyeler içinde ben bunu sağlamıştım. Gözlerimi yavaşça açıp Lord Yelit 'e çevirdim.

 

"Biraz önceye göre daha iyi görünüyorsunuz." dedim ve oturmuş olduğum masadan doğrulup eski yerime geçip sandalyeye sırtımı yasladım.

 

"Sayende." dedi minnetle Lord Yelit.

 

Omuz siktim yaptığım büyük bir şey değildi.

 

"Biz bir plan yaptık ve sizin de bize eşlik etmenizi istiyoruz. Varisler, Dennis, Victoria, ben ve siz tabi gelmek istersiniz, Tarsis krallığında birkaç gün kalmak gibi bir planımız var. Kiran 'ın söylediğine göre Tarsis kralının doğum günü. Hem onu kutlarız hemde birlikte güzel vakit geçiririz. "dedim evet demesini isteyen bir istekle. Teklifimden sonra kısa bir süre sessiz kaldı ama sonra evet anlamında başını aşağı yukarı salladı. Anında Victoria 'a baktım. Ona göz kırpıp bu iş oldu dercesine gülümsedim.

 

" O halde siz hazırlıklarınızı yapın yarın sabah gidiyoruz." diyip oturduğumuz yerden ben ve Victoria kalkıp kapıya doğru ilerledik. Odadan çıktıktan sonra Lord Yelit' in ruhundaki acıyı hissettim. Anlamıştı. Neden onu kuleden çıkarmak istediğimi anlamıştı. Sesli bir nefes alarak Victoria'ya dönüp ona üzgünce baktım. Yüzümdeki ifadeyi gördü ve sebebini anladı. Anında suratı düştü.

 

Yine de burada olmaması da büyük bir şeydi.

 

Lord Yelit 'in odasından ayrılırken düşüncelerim beni ablukaya aldı. Ahrar' la yaptığım planı bu iki gün içerisinde sorunsuz halletmeye çalışmalıyım. Tarsis krallığında bir uygun zamanda aniden oradan ayrılarak Ahrar 'la gideceğimiz yere gitmeli ve bir günün sonunda ise tekrar Tarsis krallığına dönemliydim.

 

İşim bir hayli zordu. Ama halledilmeyecek gibi de değildi.

 

Çok zorlukların üstesinden gelmiştim bu zorluk bile değildi. Ama biraz meşakkatli olacağı kesindi. İki planı aynı anda yönetmek beni yoracaktı ama değerdi de. Victoria 'yla aşağı indiğimiz gibi Varisler ve Dennis' le toplantı odasında buluşup yaptığım doğum günü planını anlatmıştım ve bir günlüğüne Tarsis krallığından bir işim olduğu için ayrılacağımı onlara söylemiştim. Nedenini sorduklarında bunun kendi dünyamda olan bir işimden dolayı olduğunu söylemiştim. İkna olduklarında asıl konuya geçmiştik

 

Her şeyi konuştuktan sonra herkes kendi işinin başına dönmüştü.

 

Victoria ufak bir işi olduğu için yanımdan ayrılmıştı bende kendimi kütüphanede aldığım dersten hemen sonra odama tıkamıştım. Bir türlü Yezra 'nın günlüğünü okuyamamıştım. Yarından sonra epey bir işim olacağı için hiç fırsatım olmuyordu. Onun için bulduğum bu zamanı iyi değerlendirmek zorundaydım.

 

Günlüğü ellerimin arasına aldığım gibi sayfaları karıştırıp kaldığım yeri bulduktan sonra okumaya başladım.

 

Acının ruhta bıraktığı girdap

 

Ruhun bedenden alacağı çok şey var. Her hissin bir bedeli var. Ve her hissin bir hakkı var. Ama ne kadarı alınabilir bilmiyorum. Geçmişim büyük bir enkaz ve ben bu enkaz altında yaşamı isteyen bir kız. Yardım edecek biri var mı bana? Yok... Ne acı değil mi? Bana benden başka yardım edecek kimsem yok. Beni benden başka iyileştirecek kimsem yok. Hani ölür ve yalnız olur ya insan ben evvelden beridir yalnızım.

 

Ne aldığım kararlarımda yanımda birileri vardı. Ne de ölünce olacak. Her adımımı ben vermiş olduğum kararla attım. Sağım solum boş. Ruhum aç sevgiye. Bedenim ise ilaca muhtaç ve bu ilaç ise insanlar ama onlar benden çok uzak. Etrafım sessiz ve ben bu sessizlikten çok sıkıldım. Sanki koca bir dünya bana mezarlık oldu. O koca dünyada tek bir yaşayan benim. En çaresiz anlarda bile hep kendi kendime telkinler verdim. Geçecek... Bu da geçecek dayan diye diye. Geçti mi? Geçen şeyler oldu ama bendeki bu hissiyatlar geçemedi, geçmek yerine daha da arttı.

 

Üzgün olduğum her an üzgün olduğum bir sabahla daha da çoğaldı. Her yalnız kalıp düşündüğüm anlar bana bir tokat misali çarpıp durdu. Gerçekler kendini gizlemez ya gizlemediği gibi kendini hatırlatmayı da ihmal etmedi. Her sabahın ölüm dileyerek devam ettiği her gecenin bu son olsun diye feryat ettiği 20 yılı yaşadım. Yaşamaya da devam edeceğim.

 

Bu sefer de o beni sevsin diye her gece bunu dileyip her sabah hüzünle kalkacağım. Çünkü olmayacak. Ben her daim olamayacak şeyleri isteyip gerçek olmayacağını anlayınca yıkılıp kalacağım. Aslında çok şey istemiyorum ama nedense hayat bunu tam tersi olarak anlıyor olmalı ki sınamaya devam ediyor beni. İstediğim hiçbir şey gerçek olmadı. Ya ben yanlış şeyler istiyorum ya da ben sadece acıdan var oldum. Acı beni, ben ölene kadar bırakmayacak gibi. Ruhların bile bir acı skalası var ama ben farklıyım,yara almaktan gocunmuyor olmalı ki ruhum acı çekeceği her şeye sevgi besliyor.

 

Hatayı aslında ben yapıyorum ama bu hatadan da dönüşüm olmuyor. Her ders vermeye gittiğimde Sarya 'ya onu görecek olmanın heyecanını yaşıyorum ama nedendir ki iki haftadır onu göremiyorum ve bu acı veriyor, sanki birileri tarafından bir acıya maruz kalıyor gibi hissediyorum. Peki şimdi ne yapmalıyım? Artık o kadar çaresizliği, bir kenara itilmişliği tattım ki bunlar karşısında ne yapacağımı bilmiyorum. Hep kor görülen oldum. Herkes tarafından. Bir tek o görmesin istedim, ama başaramadım bunu da.

 

Sarya abisinin yakında nişanlanacağını söylediği anda hiç bu tür bir acıyla karşılaşmamıştım. Öldüren cinsten değil ruhu söken cinstendi. Hissediyor hissettikçe tekrar tekrar aynı şeyi yaşayıp kan akıtıyordu bedenim. Duyduğum anda oradan ayrılıp ormanlık alanda koşmuş... Koşmuş ne yöne gittiğimi umursamadan oradan uzaklaşmak istemiştim ama en çokta kalbimden, nefret etmiştim kalbimden. İnsan kendinden kalbinden nefret eder mi hiç? Ben etmiş ve kalbimin kurumasını istemiştim.

 

O gece eve gitmemiş bütün gün o bilmediğim ormanda feryat figan ağlamış oradan oraya sürüklenip durmuştum. En sonunda bir mağaraya sığınmış, ıpıslak duran kıyafetlerimle mağarada sabahlamayı düşünmüştüm.

 

Öylede olmuştu. Ama hani derler ya her acının sonunda seni bir mutluluk bekler beni mutluluktan ziyade bir umut bulmuştu. O sığındığım mağarada bir anda bir şekilde mağarada bulunan boşluğa ayağım kayıp düşmüş ve kendimi kapkaranlık bir yerde uyanırken bulmuştum. Bulunduğum yer mağaranın altında olan bir mağara diyebilirim. Büyük kocaman karanlık bir mağara.

 

Çıkış bulmak için mağarada dolaşırken birden gözüme ilişen bir ışık beni yanına çekmişti ve bu ışığın benim felaketim olacağını bilmeden ona ilerlemiş ve kendimi onun yanında bulmuştum. Yanına yaklaştığım anda onun Morte çiçeği olduğunu anlamıştım. Bilmiyorum nasıl bu kadar emin olduğumu ama bulmuş olduğum bu çiçek oydu. Onu uzun uzadıya izlemiş ve hayallerime giden yola ulaşmanın vermiş olduğu mutlulukla ona dokunmuştum. Pekala şimdi dilek dileyip mi hayallerimin gerçek olmasını mı dileyecektim? Sağ elim çiçeğe doğru uzandı.

 

Çiçek siyah renge sahipti. Ona dokunduğum anda mor renge dönüştü ama. Bu tedirginlik yaşamamı sağladı. Parmaklarım çiçeğin gövdesi üzerindeyken birden başka renge dönüştü çiçeğin yaprakları şimdiyse mavi renk olmuştu. Anlamıyorum neden yaprak renkleri değişip duruyordu ki? Acaba hayal mi görüyorum? Tamam sakin olmalıyım ama nasıl? Bu tedirginliğimi umursamadım ve yapacağım şeye odaklanmak için derin derin nefesler almaya başladım.

 

Birçok şey dilemek istedim ama ilk dileğim onun beni sevmesi oldu. Ama herhangi bir hareket olmayınca bu sefer de buradan çıkmayı diledim. Yine olmadı. Birkaç kere daha diledim. Çiçeğe dokunarak yaptım. Buradan çıkmak için birkaç şey daha yaptım. Sonunda öfkeden gözüm döndü ve çiçeği sertçe kopardım. Ama yaptığım şeyi sonradan fark edince aniden büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Onu kurutmuştum.

 

Anında koparılınca solmuştu. Üzüntüden olduğum yerde yere doğru dizlerimin üzerine düştüm. Onu yok etmiştim. Avucumun arasında olan çiçeği atmaktan çekindiğim için benim için değerli olan kolyeme koyma kararı aldım. Kolyenin küçük kapağını açıp orada onu muhafaza etmek istedim.

 

Kolyeye yerleştirdiğim anda birden bir patlama sesi duydum. O kadar yüksek bir sesti ki kuklalarımu iki elimle kapatsamda o sesten muhafaza edemedim kulaklarımı. Birden olduğum yerden yükseldiğimi hissettim. Sonrası ise büyük bir acı. Her taraftan sanki saldırıya uğruyor gibi hissettim. Bedenim sert darbelerin istilası altında gibiydi. Kemiklerim kırılıyordu sanki. Zihnim uğulduyor zihnimde yüksek çığlıklarımın nidası yankılanıyor gibiydi.

 

Bedenimin kontrolü benden çıkmış gibiydi. Sonraysa yüksek kulağımı kanatan bir cinsten çığlık attım. Sanki bu çığlık yıllardır sustuklarıma karşılık bir tepkiydi. Yeter diyordu. Bu kadar acıya, hüzne yeter. Yeter diye diye isyanını dile getiriyordu. Bu sefer susmuyor haykırışı yeri göğü inletiyor gibiydi. Bu sefer bir başkaydı bu haykırış sanki yeni bir doğuşun habercisiydi. Ya da ben öyle sanmıştım. O haykırış bir ölümün üzüntüsüydü.

 

Son cümle sonradan eklenmişti. Diğer sayfaya geçeceğim an aniden kapım tıklatılınca günlüğü kapatıp kapıyı çalan kişinin içeri girmesini sağladım. İçeri giren kişi Victoria 'dan başkası değildi.

 

"Yalnız kuş burada ne yapıyorsun bakalım?" diye sorunca elimdeki günlüğü gösterdim anlamdım dercesine başını salladı.

 

"Hadi bahçeye inelim çünkü Süreyya hanım seni gelen misafirle tanıştırmak istiyormuş. Mera aslında sana söyleyecekti ama bende odana gelecektim yarı yolda bana söyleyince ben söylerim diyerek onu gönderdim. Hadi gel bakalım bu gelen misafir kimmiş neyin nesiymiş bir görelim? "dediğinde oturduğum yerden doğrulup günlüğü muhafaza edildiği yerde olmasını sağladıktan sonra Victoria 'ya doğru ilerledim. Yanına gelince beraber odadan çıktık.

 

" Kule kasvetli değil mi sencede? "diye sorunca başını yana çevirdi Victoria ve kısa bir süre bana baktı.

 

" Her zamanki hali bence. "diyince sadece peki dedim. Nedense bana son birkaç gündür acayip kasvetli geliyordu. Burada gerçekten durmak bulunmak istemiyorum ama gitmemek içinde nedenlerim vardı. Ve o nedenleri çürütene kadar buradan gidemezdim.

 

Sonunda arka bahçeye çıkan çift kanatlı kapıya ulaşırken ilk kapıdan çıkan Victoria oldu bende hemen onu takip etmiş ve bahçeye geçmiştim kapıdan çıkarak. Biraz ileride bahçede bulunan çardaklar tıklım tıklımdı. Öğle saatlerini herkes burada değerlendiriyordu. Süreyya hanımın olduğu çardağa doğru ilerledik beraber.

 

Çardağa yaklaştığımız anda bize dönük olan adamın sadece sırtını görebiliyorduk. Yanında ise bir kadın vardı. Eşi olmalıydı sanırım. Çardağın içme girip boş olan yere geçince karşımda gördüğüm adamla başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Zaten bizim işimiz ne zaman rast giderdi ki? Bir günde yaptığımız hatalar bizi bulmazsa olmazdı. Victoria 'da adamı görünce süt kesilmiş bülbüle döndü. Dilim damağım kurudu. Tek temennim adamın benim gibi hafızasının kuvvetli olmamasıydı. Adamın bakışları daha bize dönmemişti. Çardakta bulunan Turul beyle sohbeti hala devam ediyordu. Başımı yana çevirdim.

 

"Daha fark etmedi. Kaçalım buradan." diyince anında Victoria eyvahlar içerisinde maalesef diye baktı. Bakışlarım önüme çevrildi.

 

Adam bizi fark etmişti. Ama hala nereden tanıdığını çıkarmaya çalışıyordu. Umarım bulmazdı da. Zaten onca beladan sonra sicil defterimiz yeterince doluydu yenisi için yer yoktu.

Adam başını yana yatırıp bizi nereden tanıdığını hatırlamaya çalışırken Süreyya hanım ateşe körükle geldi.

 

"Ah sizi prenses Emira 'yla tanıştırmak istiyorum. Kulenin yeni prensesi." diye sevecenlikle konuştuğunda karşımda duran adamın kaşları daha da çatılı hale geldi. Olduğu yerde öfkeyle gerildi. Ah hatırladı sanırım.

 

"Emira misafirimiz ise Kral Amar--" diye devam eden cümlesini Victoria tamamladı.

 

"Solomon topraklarının kralı." dedi gerginlik içerisinde.

 

"Ah evet Victoria." dedi Süreyya hanım memnuniyetle.

 

"Bu gece Kral Amar misafirimiz olacak." dediğinde Ahlas bey sahte bir memnuniyetle tebessüm ettim. Başka bir zaman da gelebilirdi, mesela benim ve Victoria 'nın olmadığı günler içersinde. Ben hala sessizce ondan bir tepki beklerken istediğim atağı yapmayınca ben konuşmak zorunda kaldım. Artık ipin ucunu kaçırmıştım. Gittiği ya da gideceği yeri bekleyeceğime ben başlatayım dedim kaosu.

 

"Merhaba nasılsınız görüşmeyeli ?" dedim dişlerimi göstererek gülmeye çalışırken,ama bu çok zordu. Çünkü şu an tüm kaslarım gerilmişti. Ve gülmek hiç bu kadar zor olamamıştı. Benim konuşmam ona unutulmaya yüz tutmuş bir anıyı hatırlatmış gibi aydınlanma yaşamasını sağladı. Ah duydunuz mu ipin gerilme sesini. İnsan kendi ölümünü hazırlar mıydı? Ben bunu birçok kez yapmış türünün tek örneği olabilirdim.

 

"Siz --?" dedi Kral Amar şaşkınlık içinde. Adamın devri döndü. Ah yaşattığımız şeyi düşününce pekte adamın tavrı haksız yere değildi.

 

"Biz--?" diye sordu Victoria. Hatırlamaması için dua eder bir sesle. Victoria 'nın hızlanan nefesini duyabiliyordum.

 

" Sizi tanıyor muyum? dedi kaşlarını çatarak. Hah kesin hatırladı bizi ya da hatırlamak üzereydi. Şimdi buyurun buradan yakın. Helvam sade olsun çünkü bu sefer Süreyya hanım bana ne yapsa müstahak bana. Çıtayı çok yükseğe çıkarmakla kalmamış almıştım kendimi.

 

"Olabilir yani insanlar arasında çok konuşulan biriyim varlığımla yaptıklarımla. " dedim içten içe anlamasın diye umut ederek. Çünkü yaptığım her şey istemsiz olarak çok ses getiriyordu. Bir de etrafta çok dedikodu yapan insan vardı. Muhakkak yayıyordu bu yaptıklarımı herkese.

 

" Siz.... onlarsınız evet o gün oradaki yangını başlatan o saygısız kişiler sizsiniz eminim bundan." diye bağırarak konuşunca biraz ileride bir kişi olduğumuz tarafa koşup geldi. Bakışları ben ve Victoria 'yı bulunca şaşmış bit halde konuştu.

 

"Sizi saygısızlar burada ne arıyorsunuz?" diye hesap sorarcasına konuşurken yanımda duran Victoria' ya başımı çevirdim. Bu gelen kralın sadık askeriydi. O günde bizi yakalamaya çalışan oydu. Sorusundan bir süre sessiz kaldık, sorusuna hemen cevap veremedim.

 

" Öylesine geçerken uğradık da diyebiliriz 'dedi Victoria. Anında elimin tersiyle vurdum bacağına. Diyecek laf mıydı bu! Onu uyarmama rağmen saçmalamaya devam etti.

 

" Aslında bizde gidiyorduk değil mi Emira ? Siz hiç rahatınızı bozmayın rica ediyorum . "dedi endişeli bir halde Victoria. Endişe duymakta haklıydı, çünkü bu sefer hiçbir savunma bizi kurtaramaz. Hemde hiçbir savunma.

 

" Emira neler oluyor? "dedi Süreyya hanım anlam vermeye çalışarak bu yaşanan şeye. Emin olmalı ki bende hala anlam veremedim. Ne ara bu hale geldik biz? Ne güzel unutulup gitmişti bu olay bu adam şimdi ne diye gelip geçmişi deşiyordu ki!

 

" Emira mı? Prenses Emira mı? "dedi şaşkınlıkla kralın yakın koruması.

Hah şimdi de prenses olduğumu öğrendi. Küçük bir. zelzele yakında görünüyor gibi. Bu adam görünmeyen hatalarımızı da biliyordu. Şimdi bittiğimin resmidir.

 

" Siz hanımlar o gün kü rezaletlerinizi açıklar mısınız yoksa ben mi söyleyeyim!" diye tehdit edercesine konuşunca kral elden ne çare gelir ki açıklamaktan başka?

 

"Her şey kazaydı !" dedim anında savunmaya geçerek. Yoksa başım büyük belada. Kurtuluş için inkar edebildiğim kadar inkar edeceğim.

 

"Beklenmedik bir kazaydı hemde." diye Victoria anında destekledi beni.

"Biz masumuz o olayda emin olun ki." diye masumu oynamaya çalışırken Victoria, ama kral ve yanındaki o gaddar asker buna inanır mı? Hayır tabi ki.

 

"Bilerek olan bir şey değildi yaptığımız

"dedim Kral Amar anlayış göstersin diye ama boşa kürek çekmekten ileriye gidemedi dediklerim. Adam nefretle bana ve Victoria 'ya bakıyordu.

Victoria karşısında duran Kral Amar' a bakarak zihnimde şu cümleyi söyledi.

 

" Bu senden bile daha kindar çıktı. Daha 4 ay ki olayı unutamamış bizim yüzümüzü de." diye konuşmadı mı çıldırdım çıldırdım. Ben ne alaka ya her olayda bir kıyaslama yapmazsa olmuyor hanımefendinin. Sakin olmaya çalışarak bende şu cümleyi kurdum.

 

"Çünkü bizi her yerde aramıştı. Şanslıydık ki bizi o gün o ve şu gereksiz asker tek görmüştü..." dedim bir çözüm ararken.

 

"Çok küstah bir kadınsınız. Bu halde bile özür dilemek yerine haksız olduğunuz halde kendinizi savunuyorsunuz." diyince bende gitti her şey. Bir kere de biri şu lafı etmesin ya küstahsam küstahım. Ne diye iki de bir illa dile getirmek durumundalar ki. Bir gün çıldıracağım görecekler küstah kadını ama.

 

" Hala sessiz mi kalacaksınız? "dediğinde ben tüm köprüleri yaktım. Artık olacak olsun en fazla ne olur ki?

 

" Biliyor musunuz bu kelimeyi o kadar çok duydum ki duymadığım anlarda yoksunluk yaşıyorum. O kadar alıştım yani duymaya bir etkisi yok başka aşağılayan bir kelime bulun derim size özgü olsun ama rica ediyorum." diyince Kralın yanında duran adam bir adım öne atıldı.

 

" Ne o? Bana ne yapacaksınız bay Mura? O günkü gibi o kadınları ateşe attığınız gibi beni de mi ateşe atacaksınız? Deneyin de ne yapacağımı görün size. "der demez tam adama doğru bir adım atacağım an Süreyya hanım bağırarak her iki tarafında geri adım atmasını sağladı. Bir adım geri giderek sakin olmaya çalıştım.

 

Ama o asker bozuntusunun söylediklerini duyana kadardı. Sonrası mı sonrası çok sakıncalı bir hale geldi. Çünkü adamı birkaç metre geriye püskürttüm. Bana söylediği cümleden sonra.

 

Kimse bana ahlaksız diyemezdi. Anında haddini bildiririm kim olursa karşımda.

 

"Bir daha desene sen o kelimeyi!" diye öfkeyle karışık bir halle konuşup ona doğru ilerledim.

 

"Hadi bir daha yüzüme bakarak de o kelimeyi!" diyerek ona ilerledim tam onu tekrar geriye püskürtecektim ki Victoria araya girdi ve karşıma geçip sakin olmamı sağladı. Onu tam sola iteceğim an ardımdan duyduğum ses bunu yapmamı engelledi.

 

"Sakin ol Emira kuleye geç hemde hemen!"diye sinirle konuşunca Süreyya hanım yönümü ona döndürdüm. Gözlerimde ne görmüşse bu onu tedirgin etti o an bunu fark edince bir adım geriye çekildim. Ben bu değildim ve bu şekilde davranamazdım.

Ortalık karışınca devreye Ahlas bey ve Turul bey girince aniden geri çekilip kuleye doğru ilerledim.

 

Ne oluyordu bana neden bu ani tepkileri veriyordum?

 

Loading...
0%