Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26 - Kısıltlı Zaman

@kumsallardagezen12

『Zamanın dudağındaki ıslığın melodisi.. 』

 

 

 

Büyük bir acının enkazıydım. Parçalara ayrılmış; birleştirilmesi zor ve imkansız olandım. Yıkılmaya meyilli ama onarılmaya meyilsiz güçsüz olandım. Her parçada bir hissin izleri vardı. Ve her izin de bir sebebi.

 

Bu hayatta en gerçek olan iki şey var;

Biri ölüm diğeri ise his... İkisi de gidince bir daha geri gelmiyorlar.

Hislerini yitirdiğinde geri geldiler mi? Ben söyleyeyim hayır. Eskisi gibi olmuyor çünkü sendeki hisler darbe aldıkça. Peki ya ölen biri o geri geliyor mu? Söyleyeyim gelmiyor. O ,o gün içerisinde vardı, ama akşamında varlığı yanından çekip gitti, senden koparılarak .

 

İşte bunları kaybettiğin an geri kazanamıyorsun bir daha ve onların yokluğuna alışmaya çalışıyorsun. Gidenin yeri dolmuyor. Hislerinde eskisi gibi hissettirmiyor. Tabi değişen her şey eskisi gibi olmuyor ve sen bu değişime istemeyerek uyuyorsun. Kayıpların hep büyük bir acısı olur. Yerine birini koyamaz onun anısıyla yetinirsin. Karanlığın gölgesinde aramaya çalışırsın.

 

Peki karanlığın gölgesinin izi olur mu? Karanlık zifiri karanlıktır. Sen orada hiçbir şeyi görmesin. Görmeyen bir göz karanlıkta neyin izini görebilir ki? Sadece hisseder hissettiği kadarıyla da yaşar. Yani kayıplar bunu sağlar. Hissettiğin şeyle yaşamanı sağlayarak hayatta tutar seni. Ne kadar yaşayabilirsen tabi. Bunu direncin gösterecek. Zihnine ne kadar dayanabilirsin? Sonsuza dek mi yoksa sona dek mi?

 

İnsanlar aslında aynıdırlar. Fark etmek lazım o zamanın kıvrak boşluğunda. Bir var bir yok olan o kıvrım içerisinde. İnsanların soğuk hisleri vardır, aynı soğuk ruhları olduğu gibi. Bedenlerinde muhafaza ederler bunları. Anlamak lazım bazen de görebilmek. Budur aslında farkı yakalayan, yakalayıp yaşatan.

İnsanlar soğuk yüz ifadeleri ile insanları acıtırlar. Bundan zevk almak için.

 

Aldıkları zevkle de kısa süre yetinir aslında sonra bir diğerine geçer sonra bir diğerine daha sonra bir diğerine daha ... Bir diğeri...Bir diğeri... Böyle böyle devam eder gider. Ya karşı çıkıp değiştirirsin ya boyun eğip bunu kısır döngü haline getirirsin. Seçim senin elindedir.

 

Her zaman bir seçim vardır anlamak ve uygulamak lazımdır .İnsanlar sahte kişilikleriyle insanları intihara sürükler ve onların ölümüne bir kadeh kaldırırlar. Yaptıkları ve dönüştürdükleri şey onun için bir zaferdir. Ve hep bir zafer kutlaması olur. Ya zaferi sağlayansın ya da onun zaferinin sebebisindir. Hayatın gerçekleri bu.

 

Kazanan veya kaybeden. Ölen veya kalan. Giden veya kalan. Seven ya da sevilen. Nefret eden ya da nefret edilen. Öldüren veya ölen. İnsanlık budur ve bu tarih böyle devam ediyor. Devam ettirenler ve etmesini sağlayanlar olarak.

 

"İnsanlar değişmez değiştirilirler."

 

Çünkü bu bir kanundur dünyada ya değişimi sen yapıp yeniliği yaparsın acıtan ya da iyi gelen değişim olmaksızın veya değişime ayak uydurup sürüklenen olursun hayatında bir köşelere. Bir amaca hizmet etmek için. Gerçek olan da budur dile getirmek biraz zordur aslında.

 

Herkes bir intiharı düşler ama çok az kişi bunu gerçekleştirir. Ve gerçekleştirenlerin doğumuyla ruhu ölmüştür ardından bedeninin ölümünü o gerçekleştirir bir zaman sonra. Yani hüküm çoktan belli olmuştur ama sen o hükmü geç yerine getirmişsindir. Ölüm dile kolay ya bunu gerçek kılmak bu büyük bir cesaret ister ama en büyük cesaret ölü ruhla hayatta kalabilmektir.

 

Ne giden olmak için ne de kalan olmak için. Varsın ama aslında yoksun. Gitmedin ama kalmadın da yani aslında hiç olmamış ama olmuş gibi gösterilensindir. Sen aslında zihinlerde var olan ama var sanılansın. Dünya da yok ama küçük bir dünyaya hayat olansın. Sen aslında etrafını aydınlatan cılız bir ışıksın. Kendinden başka kimseye yarar sağlamayansın. Sönene dek varsın. Yok olana dek. Ve hayal edilmeyene dek.

 

Ben hep sessiz bir şekilde çekildim deniz kıyılarıma hep fırtınalı günlerde. Zarar gördüm ama zararsız döndüm. Yıprandım ama yılmadım. Dönüşlerim oldu ama düşlerimi hissedene dek sürdü. Fırtınalı kıyılarda yaralar aldım, aldığım yaralar asırlardır iyileşmeyen acılar oldu. Yamaları sökük ruhum acılarımı göğüsledi. Bir ilaç olsun diye ama bilmiyordu ki deşmek üzere açılmıştı o yaralarım. Ve kapanmamak üzere de benle sönecekti.

 

Yaşamak istediğim hayatı hiçbir zaman yaşayamadım. Yapmak istediklerimi hiçbir zaman yapamadım. Sadece ihtimal olarak kaldılar, kalmaya çalıştılar. Zihnimde vardılar ama öylece durdular faaliyete geçemeyen eylemler oldular. Ve bir istek olarak ruhumda var oldular olmaya gerek duyulan bir hasretle. Ulaşılamayan hep arzulanır ya benimde arzularım olmaya sonsuza dek sürdüler . Ve bende gerçek kılmadığım isteklerimi kırık bir his olarak tuvale yansıttım ;duygularımı hayal kırıklıklarımı gözyaşlarımla birlikte.

 

Ben kendimi uzun uzadıya birçok kelimeyle, cümleyle ve paragraflarla anlatırım da beni bir bakışla anlayan kişi olsun isterim. Kendimi uzun uzun anlatsam neye yarar? Bendeki bu duyguları bir bakışla göreni beklerim çünkü anlar beni o. Anlamasını isterim bir umutla .

 

Bahçeden hışımla çıkmış ve odama doğru giderken arkamdan gelen Süreyya hanım adımlarımın yavaşlamasını sağladı. Arkama dönüp bana yaklaşmasını bekledim.

 

Karşıma geçince bakışlarında yatan hissi tanıyordum. Kızgındı. Peki ben sadece doğru olduğunu düşündüğüm şeyleri yapıyorum ama onlar bunu hep hata olarak sayıyor .

 

"Emira." dedi bastırarak ismime tüm öfkesinin izlerini. Bir adım öne doğru geldim.

 

"Evet Süreyya hanım." dedim ve öfkeli bir nefes verdim. "Cezalı mıyım?" harelerime yerleşmiş kırgınlıkların sisleriyle ona bakıyordum.

 

Başımı yana eğip baktım sadece. Bir yanlışı yeni yeni fark eden bir ifadeyle. Hepsi aynıydı. Hepsi acımasız ve zalimdi. Benim varlığımı onun için dert olarak görüyordular. Düzenlerini bozan bir küçük baş belasından başka bir şey değildim. Ama hayır hayır. Kim olduğumu hepsi anlayacaktı. Ne yapacağımı neleri değiştireceğimi göreceklerdi. Hepsi benden susup istenilen şeyleri yapmamı istiyordular. Ama bunu sağlamayacağım bunu hepsi anlayacak hepsi.

 

"Bak yaptığın hoş değil."dedi sabırlı olmak ve öfkesini yansıtmamak için yılmış ama bir o kadar da kararsız bir sesle konuştu." Hep bunu yapıyorsun Emira. Bir şeylerin hep ucunu kaçırıyor. Hep bir sorun oluyor. Ve bu sorun –––." cümlelerini toparlamaya çalışıyordu. Ama ben ne dediğini anlamıştım.

 

" Zorlamayın ben tamamlayayım cümlenizi. Ve bu sorun benim, benim burada olan varlığım. Ama bence sorun hepinizsiniz. Hepiniz... Herkes bir yanlışa körü körüne bağlanmış ve onu sürdürüyor." dedim gün yüzüne çıkmış öfkemle. "Anlayın artık sizler yanlış olansınız." dedim ve ellerimle kendimi gösterdim. "Gözlerimin önünde o kadınları yakıyordular." Buna kayıtsız kalmayacağım sesime yansımıştı. Bunu görmek bile beni mahvetmişti o gece. Bilmeden yaptığımız şeyle o gün o yakılma mahkemesi sona ermişti. "Hataları ne olursa olsun kimse yakılarak öldürülmeyi hak etmiyor." dedim o güne döndüm ve o ateşten çıkan kıvılcımlar sanki şu an bedenime hücum ediyor hissiyle dolup taştım.

 

"Ve o adama saygısızlık yaptığımı düşünüyorsunuz ya en büyük saygısızlık ise bana yapılıyor. Bunun kimse farkında değil. Ve şunu unutmayın ben kimseye benzemem Süreyya hanım geçmiş ve gelecek olsun bana yapılan hiçbir şeyi unutmam ve sineye çekmem. Yaptığım hiçbir şey yanlış değil. Yanlışı düzeltmek istiyorum ama görüyorum ki o kadar o acımasızlık batağına saplanmışsınız saplanmışlar ki istesem de sizleri oradan çıkaramıyorum. "başımı iki yana yılmışlıkla salladım. Kazanamayacağımı hissettim o an onlara karşı onların o acımasızlığını yerle bir edemeyeceğimi düşündüm.

 

Geriye çekildim ve içli bir nefes verip son cümlemi söyledim.

 

"İstediğiniz cezayı vermekte özgürsünüz. Karşı gelemeyeceğim sizin o saçma sapan olan cezalarınıza. Ama boyunda eğmeyeceğim. Unutmayın bugün olmazsa da bir gün burada büyük bir değişim zelzelesi olacak. Umarım altında kalanlardan olmazsınız." dedim ve odama gitmekten vazgeçip direk ön bahçeye doğru ilerledim.

 

Ön bahçeye gelir gelmez direk kulenin çıkışına doğru ilerledim. Bu kule artık dayanılmaz gelmeye başladı. Herkese olan bu dayanma kotam dolup taşacaktı bir gün.

 

Kuleden çıktığım gibi biraz ileride olan uçuruma doğru ilerledim. Orada kimse beni bulamazdı. Orada biraz zaman geçirip sakinleştikten sonra kuleye geri dönebilirim...

 

İlerleyip kulenin aşağı tarafında olan uçuruma doğru yönlendirmeye başladım adımlarımı. Kulenin sağ tarafında derin bir uçurum bulunuyordu. Hatta bu uçuruma bakan tarafa kurulu olan salıncaktan hep uçurumun o derin boşluğunu izleyip dururdum.

 

Hep aklımda bir yerdeydi uçuruma gitmek ve şimdi gidebilirdim. Uçurumun yukarı kısmına geldiğimde yavaşça aşağı inmeye başladım. Yol eğri büğrü olduğu için inerken biraz zorlanıyordum. Uçurumun etrafında olan ağaçların sayesinde tutunarak iniyordum. Sonunda uçurumun dibine geldiğimde beni sisli bir ortam karşıladı.

 

Etraf çok sessizdi. Burada ağaçlar çok sık olduğu için her adımımda bir ağacın dalından eğilip geçerek ilerliyordum. Etrafta hiçbir canlıya değer iz yoktu. Bu uçurum dibi çok izbe bir yerdi. Uzun zamandır epey bir canlıya sahiplik yapmamış olmalıydı ki geçecek bir yol izleri yoktu. Her yeri bitkiler; sarmaşıklar, uzun ağaçlar ve yabani otlar kaplıyordu. Yürüdüğüm alanlarda bazen bacaklarıma batan dikenler oluyordu. Burası sanki buraya bir canlıyı almamak için bir barikat kurmuş gibiydi.

 

Kimse girmesin diye her alan tüm geçitlere kapatılacak şekilde bitkilerle çevrelenmişti. Biraz ileride sisin bittiği yerde bir mağarayı andıran bir sığınak vardı. Yönümü oraya doğru çevirdim. Her adımımda vücudumda anlam veremediğim bir hisse kapıldım. Neydi ki bu şimdi? Elim boynumda duran kolyeye gitti. Kolyeme dokunduğum an zihnime sızılar saplandı.

 

Gözlerim yavaşça karardı. Başımı iki yana salladım. Nefes alıp vermek zorlaştı o an benim için. İçimden bir ses o sığınağa gitme derken boynumda olan kolyenin üzerinde olan elimden vücuduma doğru nüfuz eden bir hissiyat ise bas bas o mağaraya gir hissi uyandırıyordu. Ne kadar zihnim girme dese de kalbim oraya gitmem gerektiğini hissettiriyordu.

 

Sonunda girme kararını verince oraya doğru ilerledim. Sığınağa girince anında içeriden gözlerimin kapatılmasını sağlayacak bembeyaz bir ışıkla sığınak aydınlandı. O kadar ki ilerlemeyi bir süre bırakıp ışığın azalmasını bekledim. Sonunda yavaşça ışık azalınca kapalı olan gözlerimi yavaşça açmaya başladım.

 

Gözlerim açılınca gördüğüm şey beni afallattı. Her şey bekleyen ben burada bir mezarlık beklemiyordum . Kimin mezarıydı bu? Karşımda birçok güzel çiçek arasında olan mezara gözlerimi çevirdim. Sığınak dışarıdan ne kadar renksiz gözükse de içeride birçok renkli çiçek yer alıyordu. Ve hepsi bir sıraya göre sıralanmış öylece ekilmiş gibiydi. Mezara doğru yaklaştım. Burası hafif bir gün ışığıyla aydınlanıyordu.

 

Sığınakta bulunan yukarı kısımda bulunan delikten sızan gün ışığı mezarlığa yansıyordu. Mezarlık dışında ise hafif bir loş ışık vardı. Çiçeklere dikkat ederek mezarlığa yaklaştım. Mezarlığın başına geldiğimde bana dönük olan mezar taşına doğru yavaşça eğilip mezarlık kime ait diye baktım. Üzerinde buraya ait dille yazılmış büyük harflerle Yezra yazıyordu. Bu mezarlık günlüğün sahibi olan Yezra 'nın mezarı mıydı? İnanmıyorum? Yavaşça mezarlığın yanında olan boşluğa oturdum. İki elim mezar taşında yazan isme dokundu.

 

Nasıl ölmüştü bunu şu an çok merak ettim? Acaba günlüğünde bu yazılı mıydı? Yoksa bunu Victoria' ya mı sormalıydım? Hüzünlü bir iç çekiş dudaklarımdan dışarı salındı. Hayat kimilerine neler yapıyordu. Ve bizler bunların hiçbirinden haberdar değildik.

 

Şimdi yeni yeni anlıyorum, neden uçurum kenarına gelince içime huzur doğduğunu, çünkü kolyenin sahibine yaklaşıyordu kolye. Bunu bile bana söyleme gereği duymuyorlar. Sonra ben bir şeyleri kendim öğrenmek için çabalayıp durunca kötü olan ben oluyordum. Ah Yezra hayatın boyunca hep yalnızlık çekmiştin şimdi ise izbe bir yerdesin.

 

Hiç hak etmedin ama bununla sınandın. Ama artık yalnız değilsin elimden geldiğince hep seni ziyarete geleceğim ve burasını sana dünyada olan bir cennete çevireceğim. Hak ettiğin muameleyi göreceksin bunun sözünü veriyorum. Kimse senden söz etmiyor. Kimse senin yaptığın şeyleri dillendirmiyor. Ama olacak... Nasıl ki Esila yaptıkları şeyden dolayı kınandıysa sen ve ben yapmış olduğumuz şeylerden dolayı burada olan kişilerin dillerinden düşmeyeceğiz. Bunu başlatan sen oldun bitiren de ben olacağım. Sana bunun sözünü veriyorum.

 

Olduğum yerde bir müddet daha durdum. Buradakiler gerçekten hiç iyi niyetimi hak etmiyordu. Yezar 'nın yanından ayrılıp direk yönümü kişisel olan kütüphaneye çevirdim. Bir şey bulmalı ve ona göre yol almalıyım. Çünkü aklımda olan plana göre doğru bir rota belirlemeli ona göre adım atmalıyım.

 

Kişisel kütüphaneye uçurum dibinde açmış olduğum portaldan geçiş yapmıştım. Kütüphaneye geldiğim gibi anında daha önce incelemek için ayırdığım kitapları alıp masaya geçtim. Evet şimdi her şeyin gerçekten başladığı an bugündü . Tüm yap boz parçalarını birleştirme zamanı gelmişti. Ve eksik olan parçalarında arama zamanı gelip çattı. Gizemli bilgiler açığa kavuşmalı ki ben istedim planı devreye sokabileyim.

 

Küçük adımlarım büyük sesler getirecekti. Zarar alacaktım ama zararsız dönmek için uğraş verecektim. Yaptığım her şeyde kayıplar verdiğim oldu. Bu sefer bu olmasın diye epey bir çaba sarf edecektim. Herkes beni aptal biri zannediyordu. Bundandır bence beden bilgileri sakladıkları. Ama buna dur deme zamanı geldi.

 

Hiçbir zaman aptal bir kadın olmadım. Daha çok zekamla aptallaştırdığım insanlar oldu. Ve buradakiler de onlardan biri olup raflardaki yerlerini alacaktı. Gün ödeşme zamanıydı. Yeteri kadar sabrettim şimdi harekete geçme zamanıydı.

 

Ve yaptıklarım için onlardan özür dilemeyeceğim. Çünkü onlara çok şans verdim anlamaları için ama onlar üç maymunu oynayıp durdu. Şimdi bakalım yapacaklarım karşısında yine üç maymunu oynamaya devam edecekler miydi? Gün ödeşme zamanıydı. Herkesle olan muhatabımın bir sonuca ulaşması lazımdı. Sanmasınlar ki ben öyle alelade biriyim. Yaptığım her şeyin bir amacı attığım her adımın bir sonucu vardı.

 

Ve bu sonuçlar biraz ses getirecekti. Ah bu sefer sadece kule değil tüm krallıkları yerle bir edecek planım vardı. Çok kızmamalarını umuyorum. Neyse çok kızsalarda sadece bununla yetineceklerdi. Çünkü yaptığım şey onları büyük bir şaşkına çevirecekti. Esila' yı aratmayacaktım ama Esila 'da olamayacaktım sadece onun kullandığı yöntemi ben gerçeklere ulaşmak için kullanacağım.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷........ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Hayatım paramparça zihin ve kararsız düşüncelerden ibaret. Yörüngem yolundan sapmak üzere ama direnebildiğim kadar direneceğim. Akşama kadar olabildiğince kuleye gitmemek için çabalamıştım. Saatler gece yarısını gösterdiği gibi kütüphaneden ayrılmış ve kulenin dışında boş bir arazide portalı sonlandırmış, oradan da kuleye yürüyerek devam etmiştim.

Kulenin önüne gelince askerler beni kapıda görür görmez anında kapıyı açmış içeri girmemi beklemişti. İçeri girince boş olan bahçede gözlerimi kısa bir süre gezdirdim. Kimsenin olmadığını görünce hızlanan adımlarımla kuleye doğru ilerlemeye devam ettim. İçeri girdiğimde birden duvara yaslı olan kişiyi görünce istemsizce bir adım geri gittim.

 

Burada ne arıyordu? Geri giden adım seslerimi duyunca yere eğmiş olan başı yukarı kalktı. Lacivert irisler anında avını yakalayan bir avcı gibi üzerime sabitlendi. Ahrar biraz uzağımda kendi odasına çıkan koridora sırtını yaslamış öylece bana bakıyordu.

 

Hareket etmeden bir süre bana bakmaya devam etti. Harelerinde bir duygu belirtisi yoktu. Kızgın mı yoksa endişeli mi anlam veremiyordum. Daha çok duygusuz gibiydi. Tüm duygularını yitiren bir insan gibi. Belki olduğu kişiyi yeni görüyordum. Anlık hislerde yatar gerçekler. Biraz şans meselesi görmek birazda başka bir gözden bakabilmeyi sağlayabilmek.

 

Aramızda olan sessizlik benim konuşmamla kesildi.

 

"Ahrar hoca? Burada ne aradığınızı öğrenebilir miyim ?" dedim ama bakışlarım ona değmedi daha çok etrafı kolaçan edip duruyordu. Birileri var mı diye. Ama ne görünürde vardı ne de yakın bir yerde insan enerjisi soluyordum. Ahrar bana doğru bir adım atınca mavi irislerim ona çevrildi.

 

"Düşünüyorum..." dedi boğuk sesiyle. Yeni mi uyanmıştı. Söyledikleri kaşlarımın çatılmasını sağladı.

 

"Neyi?" dedim merak edercesine bir ifadeyle. Anında alnı kırıştı ve iki kolunu göğsünde kavuşturdu. Çenesini sıktığını o an fark ettim. Ah siniri yeni yeni gün yüzüne çıkıyordu. Çenesini sıktığı için yanakları içeri göçmüştü. Lacivert irislerinde tehlikeli bir ışık paralaması oldu. Ne düşünüyordu?

 

"Sorumsuzluğunun sınırı olacak mı diye düşünüyorum ." diyerek acımasızca konuşunca anında söylediği cümleye odaklandım. Neydi onu bu denli kızdıran? Yazmış olduğum kısa not mu? Yapacağımız o bir günlük kaçamağı ertelemiştim. Çünkü şu an olanlar rahat bir nefes almamı engelliyordu ve ben onunla yapacağım o güzel günde aklımda birtakım soruların olmasını istemiyorum. Ben sessiz kalınca bir adım daha attı bana doğru.

 

"Tarsis kralının doğum günü için mi iptal edildi?"dediğinde her şeyi yanlış anladığından bu şekilde konuştuğunu anladım. Ah kıskanıyordu. Çünkü onun dışında muhatap olduğum kişi sayısı azdı ve bir süredir Tarsis kralıyla olan o yanlış dedikodular onu rahatsız ediyor olmalıydı. Haklı mıydı? Kim bilir ama kıskanması beni nedense mutlu etmişti. İlk defa onu başka bir duygu fırtınası içinde görüyorum. Ve bunu neden biraz daha uzatmayayım.

 

"Tarsis kralının doğum gününü kutlayacağız. Hatta Lord Yelit 'te gelecek yarın orada olacağız. Güzel bir kutlama olacak." diyip sözümü kestiğim anda ondaki değişimi izledim. Tüm öfke ve nefret bir olup ondan bir kılındı. Sakin olmak için çabalıyordu ama bunu pek başardığını söyleyemem. Ah sevgili kızmış olmalı.

 

" Yani doğru? "dedi zorlanarak kelimeleri telaffuz ederken.

 

" Ne doğru mu? "dedim anlamamış gibi yaparak.

 

" Söylentiler. "öfkeli nefesleri arasından. Gözleri lacivertin en yoğun halini almış ve öfkeden olduğu yerde bedeninin titremesini izledim. Şu an gerçekten patlayacak bir bomba misaliydi. Kıskanmak onu çileden çıkarıyordu. Ben kıskanmış olsaydım; o daveti yerle bir ederdim ama o sadece hesap soruyor. Kim daha makuldü? Daha fazla uzatmamak adına bir adım atıp öylece ona bakarak onun zihniyle bir köprü kurdum.

 

Anında yaptığım şeyi anladı ve ne yapamaya çalıştığımı kestiremeye çalıştı.

 

"Öfkelenmen hoşuma gitmedi desem yalan olur. Fazlasıyla etkilenmiş olabilirim ama sevgilim şunu unutma benim o buluşmamızı iptal etmemin sebebi bu doğum günü kutlaması için değil. Hala istediğim anı kollayamadım. Biliyor olmasındır Loya hanım ve Rauf beyin evlilik yıl dönümü ve ben o kutlama içerisinde Lord Yelit 'in kulede olmasını istemiyorum. Onun için Tarsis kralının doğum gününü bahane ettim. Amacım onu hem buradan uzak tutmak ve amacımı anlamaması. Yani söylenen dedikodulara kulaklarını tık çünkü hepsi yalan. Hayatımda olan adam sesinin bir başkası değil. "

 

Cümlelerim bitince yüzündeki o rahatlığı gördüm. Bu onu fazlasıyla tedirgin etmiş olmalı. Ah ne diye böyle düşünür ki?

 

" Ben sadece olanları ve duyduklarımdan bu sonuca ulaştım."yüzündeki o mahcupluğu görünce yanaklarını sıkasım geldi ve yanağına küçük bir buse kondurmak istedim. Ama bu sadece düşüncede kaldı faaliyete geçemedi ama geçmeyeceği anlamına da gelmiyordu.

 

" Yaptığım doğru değil ama sende direk hayır demedin ve cümlelerini uzattın da uzattın dolaylı yoldan söylemedin. Bende daha da öfkelendim."

 

Kurmuş olduğum zihin köprüsünde düşüncelerini söyleyip sustu.

 

"Peki peki affettim. Ama bir daha bu şeylere olacak gözüyle bakıp ne kendini ne de beni üz ve bunun yüzünden tartışmaya girmemizi sağlama."

 

Başını sallayıp onaylayınca gülümsedim.

 

"Benden sonra kulede ne oldu merak etmiyor değilim?"diye merakla sorunca anında başını bu yaptığım şeyi doğru bulmadığını belli edercesine başını iki yana esefle salladı.

 

" Ortalık sessiz bir soğuk savaş alanına döndü. Süreyya hanım kralı zar zor ikna edip, senin adına özür diledi. Yaptığın şey bu sefer biraz çizgiyi aşmıştı. Kral, Süreyya hanımı kırmayıp seni affettiğini söyledi." dedi tok sesiyle.

 

"Boşuna özür dilemiş ne gerek var ki? Adam zaten büyük bir yanlışı ört bas etmek istiyor. Bunu sağlamasını sağladı Süreyya hanım. Neyseki bu işi Victoria halledecek." dedim Victoria 'nın yapacağı şeyi düşününce rahatladım.

 

"Victoria ne yapacak ki?" dedi anlamamış bir ifadeyle.

 

"Asper krallığında bulunan üst mahkemeye şikayet etmesini istedim. Çünkü yaptığı şeyi ört bas edemez, biri buna dur demeli." dedim omzumu silkerek.

 

"Bu biri de sen mi oluyorsun?"diye sorunca başımı evet diye usulca iki yana salladım.

 

" Ben daha ne kadar çıtayı yükseltebilir diye kendi kendime sorarken sen her zaman bir şekilde bir yaptığın şeyin daha büyüğünü yapıp daha büyük olaylarla gündeme geliyorsun. Bilerek mi yapıyorsun yoksa gerçekten belalar mı seni buluyor anlamış değilim. Ve gerçekten ben seninle ne yapacağım?"diye sorunca anında içten bir kahkaha attım. Bilmem sen söyle anlamında baktım.

 

" Seni sen olduğun için seviyorum ve artık olaylara daha makul bir şekilde karşılık verip şaşırmamak için çabalayacağım. "

 

Diye zihnimde olan hala varlığını koruyan zihin köprüsünde konuşunca ona değerli bir mucizeye bakarcasına bakmaya başladım. Bu adam buz tutmuş unutmaya ramak kalmış olan hislerimi hayata döndürüyordu.

 

Ona bakarken sesli bir nefes alıp verdim. Öyle olsun. Dedim zihnimdeki varlığını koruyan zihin bağında.

 

Son kez ona bakıp uzaklaştım yanından. Birileri gelmeden son kez birbirimize bakıp uzaklaştık birbirimizden. Ahrar odasına doğru giderken ben adımlarımı Lord Yelit 'in odasına yönlendirdim. Lord Yelit' in odasının bulunduğu kata geldiğimde Lord Yelit ve Süreyya hanımı katta karşı karşıya konuşurken gördüm.

 

Yanlarına geldiğimi ilk fark eden Lord Yelit oldu. Beni görünce yanına gelmemi işaret eden bir bakış attı. Süreyya hanım bana baktığında bir duygu yansıması görmedim. Gözlerimi olabildiğince ondan uzak tutarak ilerledim. Lord Yelit 'in yanına gelince başımı ona doğru çevirdim.

 

"Hazırsanız gidelim." dedim başını salladı sadece. Victoria Asper krallığına gitmeden önce Lord Yelit' in yanına uğramış ve ona yaptığımız plandan bahsetmişti.

 

"Peki o halde gecikmeden orada olalım." der demez soluma doğru dönüp geldiğim yolu geri gitmeye başladım. Lord Yelit 'in de beni takip eden adım seslerini duyunca biraz yavaşladım ve bana yetişmesini bekledim. Yanıma gelince sol kolunu bana uzatınca anımda sağ elimi koluna yerleştirdim.

 

"Süreyya şu an kızgın ama ikinizde birbirinize kırgın kalmayın." diyince olanları bildiğini ve Süreyya hanım ve benim aramdaki soğukluğun bitmesini istediğini anladım.

 

"Sorun etmeyi bıraktım. Hep ilk suçlu ben oluyorum. Boş verin şimdi bunu bence biz kutlamayı düşünelim. Nerede kutlamayı yapacağımızı biliyor musunuz?" diye sorunca konuyu geçiştirmek için bu soruyu sorduğumu anladı ama bana uyarak sorumu bilmem dercesine salladı iki yana doğru usulca.

 

" Tarsis kralı ve eski eşinin evliliklerin yapıldığını alanda onun doğum günün kutlanması güzel olur diye düşündük. Sizce sorun olur mu Tarsis kralı için?" sorumu ilk başta cevaplamadı. Sessizce merdivenleri indik o an ve bahçeye doğru ilerledik.

 

"Hile yapıyorsunuz ama bu hoş değil ben sizin fikrinizi istedim !" dedim suratımı asarak. Çünkü Lord Yelit zamanda kısa bir geçiş yaptı ve biraz sonraki anları gördü. Amacı kötüyse şimdiden müdahale etmek miydi yoksa olacakları mı görmek istedi?

 

"Güzel geçecek.... Onun için." dedi anlam veremediğim bir açıklamayla. Sanki fark ettiği bir şey vardı. Sorsam cevap vermeyeceği için dillendirmedim sorumu.

 

Doğum günün olacağı alana geldiğimizde Lord Yelit 'in açmış olduğu portaldan direk gözlerim etrafa çevrildi. Her şey istenilen şekilde süslenmişti. Alan bembeyaz şakayık çiçeklerle dizayn edilmişti. Tarsis kralı şakayık çiçeklerini çok seviyordu. Bende neden doğum gününde etrafın bu çiçeklerle süslenmeyeceğini dillendirdim.

 

Ve sonra düşüncemi beğenen Kiran babası için şakayık çiçeklerini toplatıp babası haberdar olmadan doğum günü kutlaması için ayrılmış alanı çalışanlar yardımıyla düzenini ayarlamıştı. Alan meşaleler yardımıyla aydınlanıyordu. Alanın biraz yukarı kısmında bir göl vardı. Gölün etrafıda meşalelerle aydınlatılmıştı. Kiran'a bu yeri önerdiğim anda hemen kabul etmişti. Çünkü onun için bu yer çok değerliydi.

 

Umarım Tarsis kralı bu kutlamayı severde bir sorun çıkarmaz ve ortalığı velveleye vermezdi. Çünkü tüm hazırlıklar onun içindi. Lord Yelit 'le beraber alana doğru ilerlemiş ve arazide olan masaya yaklaşıp Lord Yelit oturduğu andan sonra ben hemen biraz ileride olan Kiran' ın yanına doğru gitmiştim. Yanına yaklaşınca beni fark edince Kiran yanında olan askere baş işareti yapıp askerin uzaklaşmasını istemişti.

 

"Eee her şey hazır değil mi?" dediğim anda evet dercesine başını salladı.

 

"Baban nerede? Çalışma odasında değil mi."

 

"Evet odasında ve plan doğrultusunda buraya gelecek." dediğinde bir gece önce yaptığımız konuşma aklıma geldi.

 

Hepimiz oturmuş ve tüm hazırlıkları halletmenin rahatlığını yaşarken şimdi düşündüğümüz şey Tarsis kralını doğum günü alanına getirmek olacaktı.

 

" Her şeyi anladım ama oraya nasıl gelecek Tarsis kralı?" dedi Victoria bu konuya dikkat çekmek isteyerek.

 

"Evet babam oraya gelmiyor çünkü oraya gelmek onu geçmişe döndürüyor." dedi hüzünle Kiran.

 

"Peki telaşla gelse mesela?" diye bir öneri attım.

 

"Ne telaşı?" diye ikisi de bir ağızdan konuştular.

 

"Diyelim ki ben bir plan yaptım ama bu plan daha çok Kiran için. Ve bu yapacağım plan bir evlilik teklifi için. Ve başrolde Kiran ve Mera var." Son cümlemde Kiran 'ın gözlerinin ışıldadığını gördüm. Şapşal şapşal bakmaya başladı. Sanrım bir süredir bunu hayal ediyor olmalı. Anında bakışlarım Victoria' ya çevrildi. İkimizde hınzırca gülümsedik.

 

" Ve bunu duyan Tarsis kralı koşa koşa gelir oraya. Sonuçta Kiran, anne ve babasının evliliğinin yapıldığı alanda sevdiği kişiye evlilik teklifi ediyor. Eee buna mani olmak isteyen Tarsis kralı anında oraya gelir." dedim ve sırtımı geriye yasladım. İkisi de bana oldu bu iş derecesine baktı. Ah herkesin nasıl da biliyorum en çok korktuğu şeyleri.

 

" O halde herkese iyi geceler benim gitmem lazım. "

 

Aklımıza gelenle anında gülümsedik.

 

" Hadi yerlerimize geçelim birazdan kalbi ağzında buraya korka korka baban gelecek." diye alayla konuştuğumda Kiran sadece başını eğdi.

 

Biraz ileride bir ağacın arkasına doğru ilerledik beraber orada Tarsis kralını beklemeye başladık. Ben ve Kiran ağacın arkasında dururken Lord Yelit ve birkaç dakika önce gelen Victoria masanın etrafında duruyordu. Bakışlarımı ileriye çevirdim. Hala bir hareketlilik yoktu. Bize doğru yaklaşan Tarsis kralının enerjisini hissedince anında Kiran 'ı çekip ileriye doğru çekiştirdim.

 

Yaptığım şeye anlam vermedi ama birazdan anlardı. Tarsis kralı loş ışıkta ona sırtı dönük olan beni mera sanacaktı. Karanlık olduğundan saç rengimi çıkarmazdı. Ah gördüğü anda korkuyla bize doğru gelecekti. Birkaç saniye sonra adım sesleri duyuldu. Soluk soluğa kalmış nefes sesini rüzgar bana ulaştırdı. Duyularım her geçen gün daha fazla hassaslaşıyordu. Arkama dönüp bakmadan bize doğru ilerlemesini bekledim. Evet yaklaştığını hissediyordum.

 

Birkaç adım uzağımıza gelip adım atmayı bırakınca Kiran çatık kaşlarıyla baktı bana. Kal gelmemiştir umarım? Anında arkama dönüp baktım. Ben dönünce anında Victoria 'nın sürpriz deyişini duydum.

 

"Doğum gününüz kutlu olsun Kral Hermes." dedim tebessümle. Anında bakışları etrafa çevrildi sonra Kiran' a baktı. Ah yeni yeni olanları kavramaya başladı.

 

"Biliyorum biraz kötü bir durum olmalı birkaç dakika sizin için ama bunu yapmak zorundaydık yoksa buraya gelemezdiniz. Doğum gününüzü kutlamayı sevmiyorsunuz ama biz kutlamak istedik en çokta Kiran." diyerek geriye doğru çekilip Kiran 'la babasını baş başa bıraktım. Ardından masaya doğru ilerledim ve oradaki yerime geçip biraz uzağımızda olan baba ve oğlu izledik. İlk an sadece konuştular sonraysa ikisi de birbirine sarıldı. Saniyeler boyunca da öyle kaldılar. Sonra ayrılıp olduğumuz tarafa doğru ilerlediler. Masaya geldiklerinde baş köşeye Tarsis kralı geçti. Kiran ise karşımdaki sandalyeye oturdu.

 

"O zaman yemek yiyelim. Pastaları sevmiyorsunuz bundan sebeple sadece bir akşam yemeği yiyelim dedik hem güzel anlar yaşarız." diyerek bakışlarımı kısa süre Tarsis kralına çevirdim. Gözlerinde garip biz özlemin kırıntılarına rastladım. Ne hatırlamıştı? Başımı önüme çevirip yemeği tabağıma servis ettim. Sonra diğerleri de yemeklerini tabakalarına servis ettikten sonra yemek yemeye başladık. Ama tabii yaptığımız planı da anlatıp Tarsis kralının o endişesini de dillendirdik. Ne diye korkuyorsa eninde sonunda Kiran ve Mera evlenecekti. Kabullenmeliydi. Ama hala buna karşı çıkmaya devam ediyordu. Ah bu adam insanı çıldırtıyordu.

 

Yemekler yendikten sonra kuleye geçiş yapmış ve veranda da oturmuştuk. Hava çok soğuk olmadığından güzel bir gecede güzel bir anıya tanıklık ediyordu herkes. Bakışlarım biraz uzaklıkta olan araziye çevrildi. Fazla karanlıktı. Oturmuş olduğum yerden kalkıp daha yakından bakmak için biraz uzaklaştım bizimkilerin yanından, ne konuştuklarını duyabiliyordum hala. Karanlık her zaman bazı gerçekleri ört bas ettiği gibi onu açığa da çıkarabilirdi. Beş hizamda biten korkuluklara iki kolumu yasladım ve gece karanlığına ilk kez bakarcasına bakmaya başladım.

 

Biraz ileride olan meşalenin ısısını yanağımda hissediyorum. Çoğu şeyi hissedecek kadar bilincindeyim ama bunlara anlam veremiyorum. Victoria bana seslendiği anda tam ona doğru döneceğim an birden bir istilaya uğradı bedenim. Boyutlar arasında geçiş yapar gibi ruhum bedenimden ayrıldı.

 

Bedenimden çıkan ruhu görebiliyordum. Bilincim açıktı ama bir faydasını o an görmedim. Ruhum bedenimden çıkıp yukarı doğru yükselmeye başladı. Gecenin karanlığında gökyüzüne ulaşmak isteyen bir bulut misali süzüldü yukarıya doğru. Sonraysa gözlerimin kapandığını hissettim. Ve ardından hemen yere doğru düşen bedenime sızan acıyı.

 

Ruhani bir acıya her daim alışıktım ama fiziksel bir acıyla karşı karşıya kaldığımda bocaladığım oluyordu. Bilincim yerine geldiği anda kendimi bir ormanda bulmuştum. Zifiri bir karanlık ormanı esareti altına almıştı. Sessiz ama tehlike arz eden bir ormanda bulunuyorum. Gözlerimle etrafı kolaçan ettiğimde bir gölün önünde olduğumu gördüm. Göl bile sessizlik yeminiyle bağ kurmuş ve sessizce akıp gidiyordu. Neredeydim?

 

Asıl soru neden böyle bir yerdeyim? En son verandada bayıldığımı hatırlıyorum. Ve Victoria 'nın bana seslenişini. Endişelenmiştiler şimdi nasıl? Öngörülerin bana ne göstereceğini merak ettiğim için olduğum yerde beklemeye başladım. O sıradaysa gölü izlemeye başladım. Orman nedense huzur veriyordu sebepsizce. Etrafımda bir canlı yoktu ya da ben fark etmiş değildim.

 

Bir adım attığım anda ayaklarımın altındaki taşlara basan çıplak ayağımla anında temkinli olarak adım atmam gerektiğini anladım. Kollarımı kaldırıp önce kollarıma sonra bedenime baktım. Üzerimde simsiyah bir elbise vardı. Bunu anlamamı sağlayan ise göle yansıyan pasparlak olan ay ışığında görebilmiştim. Tam göle bir adım atacağım esnada ise ormanda adım sesleri duyuldu. Bu adımlar bir insanın koşma adım sesleriydi. Çünkü pata küte geliyor neredeyse yeri dövercesine geldiğini anladım.

 

Hala görüş hizamda olmadığı için onu görmüş değilim. Ağaçlar sık olduğu için eğer uzaktaysa onu tam seçemeyebilirdim fakat onun adımları olduğum göle doğru ilerliyordu. Hadi bakalım bu kimdi görelim yine neyi görecektim. Sabırsızlanıyorum aslında çünkü bazen bu öngörülerin sayesinde çok şey öğreniyordum. Ve bu artık bana biraz heyecan veriyordu. Soluğumu tutmuş kimin geldiğini görmeye çalışıyordum o anda ve sonunda istediğim şeye ulaştım.

 

Birkaç metre uzağımda olan karanlıkta olan beden göle doğru koştu ve hemen ardından ise bir şeyin fırlatılma sesini duydum. Reflekslerim sayesinde anında başımı eğdim. Bir şey tam üzerimden uçmuştu bir füze misali. Hadi ama az kalsın yaralanabilirdim. Acaba öngörülerde ölme ve yaralanma var mıydı? Bir dene istersen Emira! Başımı kaldırıp bana doğru bir cisim fırlatan kişiye bakmaya çalıştım. Karanlık olduğu ve göle tam yaklaşmadığı için sadece onun bedenini seçebildim.

 

Bir erkekti.. İri yarı bir adam tam karşımda duruyordu. Burada bile hala insanlardan bana ulaşan enerjileri hissedebiliyorum. Buram buram öfke, hırs, nefret, tahammülsüzlük ve acıyı o an soludum. Tüm duyguları aynı anda yaşamasını yadırgamadım değil! Hadi ama bu adamda kimin neyin nesi? Birkaç adım daha atsa kim olduğunu anlayacaktım. Sessizce ondan bir hamle bekleyen ben birden öfkeyle bağırmasıyla olduğum yerde bir sarsıntı yaşandığı için arkaya doğru düştüm.

 

Sert bir düşüş olduğu için avucuma batan taşların sivri uçları avucuma izlerini bırakmıştı. Ağrısını umursamadım ve öfkeyle düştüğüm yerden kalktım.

 

Hey bu adam ne yapıyordu ya önce bir şey fırlattı sonra öfkeyle bağırmasından dolayı yere düştüm. Başlayacağım onun öfkesine uzakta yaşasın öfkesini ne diye bana zarar veriyor ki! Ben kendi kendime konuşup dururken birden hareket etmeye başladı ve sola doğru döndü bir şeye yumruk atma sesini duydum hemen ardından homurtunu duydum.

 

Gözlerimi kısıp ne yaptığına bakmak isterken birden Bir şeylerin yerinden oynama sesini duyunca tekrar bir fırlatma olayı yaşayacağımı düşününce arkaya doğru kaçmak için harekete geçecektim ki onun "ne?" diyen sesini duyunca neye şaşırdığını merak ettiğim için hareket etmeyi bıraktım.

 

Ne olmuştu durduk yere? Ben karanlıkta onu seçmeye çalışırken birden karşımda olan adam bir şekilde etrafının küçük bir ışık huzmesiyle aydınlatılmasını sağladı. Bana sırtı dönük olan adamı incelerken soluk soluğa kalmış bedeniyle yere doğru eğilip bir şey yaptığını izledim. Yerde ne arıyordu bu adam? Yerde olan şeyi almış olmalı ki anında doğrulaması bir oldu. Sonra ise yönünü bana doğru çevirdi.

 

Ve etrafa aydınlık sağlayan o küçük ışığı parmaklarının arasına aldı ve elinde tutmuş olduğu şeyi incelemeye başladı. Bu yerde ne bulmuştu! Merakla gözlerim kısıldı ve sabırsızlıkla bulduğu şeyi görmeyi bekledim. Sonunda avucunda incelediği şeyi görebildiğim anda bir adım geriye çekildim.

 

Ne yani Morte kolyesini bu adam mı ilk bulmuştu? Kolyenin ikinci sahibi Esila değil miydi? Neyi atlamıştım? Ya da neyi eksik anlatmıştılar? Ben kafa karışıklığı içinde karşımda duran adamı incelerken ışığı yukarı kaldırdığı anda şimdi anlamıştım kim olduğunu. Aron. Kolyenin ikinci sahibi. Oydu ama nasıl peki Esila 'da ikinci sahip olabiliyordu?

 

Burada bir şeyler tam olarak raya oturmuş değildi? Aron kolyenin ilk sahibiydi ve bir şekilde kolye Esila' ya verilmişti. Ama nasıl? Yeni bir soru daha eklendi haneye. Bir şekilde kolye Esila 'ya verilmiş olmalıydı ondan sonra yaptığı bir hatadan dolayı Esila' dan alındı kolye. Karşımda olan adama odaklandığım anda şaşkınlığını atlatmış ve elinde tuttuğu kolyeyi boynuna takmaya çalıştığını gördüm.

 

Kolyeyi boynuna taktığı anda etrafa gözleri kör edecek bir beyaz ışık yayıldı. Anında gözlerime kolumu siper ettim ve ışığı bu sayede engelledim. Bir süre böyle bekledim sonunda ışık azalınca kolumu gözlerimden çektim ve azalan ışık arasından Arona bakmaya devam ettim. Kolyeyi boynuna takmış ve etrafı incelediğini gördüm. Olayın şokunu yeni yeni atlatıyordu. Sonra bir anda sol eli kolyeye uzandı ve kolyeye dokundu. Dokunduğu anda birden etrafta bir sis bombardımanı oldu ve sanki yer sallanıyorum.

 

Olduğum yerde sağa sola doğru hafifçe sallanırken etrafımdaki yoğun enerjiyi hissettim. Yoğunluğu hissedilmeyecek gibi değildi. Ne yapmıştı Aron? Bakışlarım etrafa çevrildi. Herhangi bir değişiklik yoktu görünürde daha çok görünülmeyen bir değişiklik olmalıydı. Ama sonra anladım ki bir kalkan oluşturmuştu.

 

Koruyucu Maulo kalkanı. Nadir kişi bu kalkanı yapar. Ve yapanlar arasında biride Aron 'dı. Sonra Aron kalkanı oluşturduktan sonra arkasına koşar adımlarla geldiği yeri gitmeye başladı. Sonraysa beni büyük bir boşluk içine çekti. Zihnimdeki karmaşık sorularla baş başa kaldım.

 

Gözlerimi açtığımda birden omzuma dokunan bir el hissettim. Başımı yana çevirdiğim anda olduğum yerde durduğumu gördüm. Ne yani ben düşmemiş miydim? Hala olduğum yerde duruyordum. Bir halüsinasyon mu görmüştüm? Ama düştüğümde kesin emindim. Bakışlarımda yatan yıkımın izlerini silip Victoria 'ya odaklandım.

 

" Seni dinliyorum Victoria?" dediğim anda bana bir şeyden şüphe ettiğini belli eden bakışlarla baktı. Haklı olarak bazı davranışımın onu şaşırtmadığını söyleyemem ama elimden geldiğince olağan boşlukları doldurmaya çalışıyorum.

 

"Sadece kaç gün burada kalacağımızı sordum." diye fısıldadı sakince.

 

"Birkaç gün..." dedim kısaca. Sonra bakışlarımı ondan çekip masaya doğru ilerledim. Hadi ama artık herkes bende bir şeylerin normal olmadığını anlamıştı. Açık veriyordum. Ve delik deşiktim. Bunları onarmam lazım. Aldığım darbeler bende dikkat dağınıklığı yaratıyordu. Ve kısa sürede bunu da halletmem lazım. Ne çok şey var halledilmesi gereken? Bir türlü bitmek bilmeyen meseleler beni kıskaç altına almıştı.

 

Yorgunluktan ölüyorum ama bunu saklayarak rol yapmaya devam ettim. En iyi yaptığım şeyi yani. İyi gibi gözükmeye çalışmak. Kayıplar verdiğim halde. Kapanmayan bir çok yara izine sahip olduğum halde.

 

Ben sandalyeye oturunca Victoria birkaç saniye olduğu yerde durdu ve sonra bana doğru ilerledi. Yanıma geçip oturduktan sonra sohbete katıldı benim aksime. Ben daha çok sessiz bir şekilde onları dinliyorum. Ne zaman öngörüler beni etkisi altına alsa toparlanmam uzun sürüyor. Normal olarak yeni bilgiler ve eski bilgiler çarpışıyor ve en az riski alamadan acıyorum, ani darbeler alınca zihnime.

 

"Geç oldu yarın sabah tekrar sohbete kaldığımız yerden devam ederiz." diyince Tarsis kralı anında Lord Yelit, Kiran ve Victoria oturduğu yerden kalkıp iyi geceler dedikten sonra odalarına doğru ilerlediler. Ben ise sessiz bir halde oturduğum yerde öylece bekledim.

 

" Sen gelmeyecek misin Emira? "diye soran Kiran 'a yanıtım şu oldu.

 

" Biraz daha burada durduktan sonra bende geçerim odama."diye açıklama yapınca başını salladı anladım dercesine. Ve Victoria' yla beraber içeriye geçti. Lord Yelit çok önceden gitmişti onlardan önce.

 

Bir tek Tarsis kralı gitmemişti.

 

" Ne olduysa olan her neyse buradan seni soyutladı. Bilmem farkında mısın? "diye konuştuğu anda bakışlarım ona doğru çevrildi. Harelerine hissizce baktım. Ne gördüyse gözlerimde biraz şaşırdı. Sonra bunu belli etmemek için kendini toparladı.

 

" Siz söyleyin ne olduğunu bakışlarım anlatmış olmalı ki anında harelerinizde gördüm çünkü sorunuzun cevabını." diye alaycı bir gülüş dudaklarıma yerleştirip karşılık verdim sorusuna cevap vermeyip onun cevaplamasını bekleyerek. Durdu. Tarttı önce nasıl bir cevap vermesini düşünerek.

 

" Çok zor bir şey istemedim sizden ki? Sadece bir cevap. Hayır da diyebilir kesip atabilirsiniz." diyince içli bir nefes aldı.

 

"İnciniyor ve değişiyorsun farkında mısın? İlk zamanlardaki kişi değilsin. Değişim istiyorsun ya en büyük değişim aslında sende başlıyor. Azalıyor... "dedi son cümleyi zorlanarak söylerken.

 

" Azalan ne? "dedim ama sanki vereceği cevabın ne olacağını tahmin etmemiştim.

 

" Hislerin değişiyor Emira. Duygusallık yavaşça senden azalıyor. Renklerin soluyor. Ve bunu bence herkes farkında ama sana belli etmiyorlar. "diye bir felaketi yayarcasına. Peki neden bunları söylerken sözlerinden hissedilen bir kaybın belirtileri vardı?

 

"Hatırlatıyor olmalıyım birini size ki tandık birilerini hatırlatıyor gibi bakıyorsunuz? Aron da mı böyleydi? Son zamanlarda o da mı bu şekildeydi?" dedim ölüm soğukluğuyla. Durdu. Bu cümleyi kuracağımı beklemiyordu benden.

 

"Peki size şunu söylemek istiyorum. Neden peki bu hale geliyoruz biliyor musunuz? Söyleyeyim? Kolyenin karanlık tarafı beslenmedikçe oda bizden beslenmeye başlıyor. Nasıl mı? Çok kolay aslında. Bir girdaba sizi atıp orada boğuşmanızı izliyor. Hayatta kalmak için verdiğiniz çabadan besleniyor. "dedim tüm hissizliğimle. Sanki normal bir şeyden bahsediyor gibiydi dışarıdan görüntüm ama içimdeki o çarpışmayı herkesin görmesi lazım.

 

" Peki bu girdabta neler mi var? Söyleyelim ne var? Ah ilk olarak geçmiş var. Geçmişin acı kayıpları. Geçmişin mücadeleleri var ve bu mücadeleler insanı öldürüyor. Düşündürüyor. Ve aklınızı yiyecek gibi oluyorsunuz. Bazen zaman kavramı gidiyor biliyor musunuz? Nerede olduğumu kaçırdığım anlar var. Biraz önce mesela aynısını yaşadım. Peki diğerine geçelim şu an var mesela. Ve bu günümüzde yıkık dökük olan köprüyü bir geçmişle bir gelecekle bir arada tutmaya çalışıyorum. Size şunu söylemek istiyorum geçmiş benden öncesi. Günümüz şu an ki ben. Gelecek ise inanın bende ondan haberdar değilim. Sadece hazır olmaya çalışıyorum. "diye soluksuz bir şekilde bende olan savaşı dile getirdim.

 

" Zor... "diye bildi sadece. Buna sadece sesli bir kahkaha attım. Kahkaha atmamı beklemediğinden hafifçe geriye doğru çekildi.

 

" Zor? " dedim, bu mu yani? Şaka mı yapıyorsunuz dercesine baktım ona. Zor benim zaten doğumdan beri etrafımda. " Zannetmiyorum çünkü zorluk nedir biliyorum. Ve bu zor değil bu ölümle mücadele ve sanırım ben birazdan bile fazla geriden başladım bu savaşa ve ilerlemek benim için kayıplar vermek demek." diye tamamladım cümlemi. Sadece birkaç süre bende olan enkazı görmeye çalıştı. Tabi ne kadarını görebildiyse.

 

" Yardım edebilirim Emira. Her şeyi tek başına yapmak zorunda değilsin. Birilerinden destek almayı bil. "diyince başımı anında iki yana salladım.

 

" Bir kaybın sebebi oldum ikincisini asla kaldıramam. Ne yapacaksam tek başıma yapabilirim. Zaten sona geldim bile. "diyerek olduğum yerden kalkıp içeriye doğru geçmek için harekete geçtim.

 

" Yaptığım şeyi yapma birinden birilerinden destek al. "dedi ikna etmeye çalışmak istercesine. Durup söylediği cümleye yanıt verdim.

 

" Hayır. Ben zaten en dipteyim. Kimseyi olduğum yere çekmek istemiyorum. Bu sanıldığı gibi muhteşem bir kolye değil. Kimse bu yönünü bilmiyor. Kolye her şeyi vaad ediyor. Ama bir şartla senden her şeyin bedelini misliyle alıyor. Önce mutluluğunu sonra hislerini sonra sevdiklerini sonra anılarını sonra yaşama olan isteğini ve ardından da ruhunu sonraysa bedenini serbest bırakıyor çünkü ona ihtiyacı yok. Onu ise karanlığa bırakıp gidiyor. Anladığınız gibi çoktan karanlığa karıştım. Yani kurtuluş benim için yok. Ya ben o karanlığın üzerine basıp geçeceğim ya da o. Bunu sonunda göreceğiz o güne kadar sabredelim. "diyerek yürümeye devam ettim.

 

Benim için ayrılmış odaya gelmiş ve karanlıkta öylece yatağımın önünde diz çöküp dışarısını izlemeye başladım. Bazen konuşmak iyi gelirdi bazen de değil. Neden mi? Çünkü sizdeki şeyi susarak belki de fark etmeyebilirdiniz ama dile dökünce sizde olan yıkımı anlar ve çaresizlik içinde öylece durur ve beklerdiniz.

 

Bazen çok güçlü olduğumu düşünüyorum ama bu anlarda bir hiç olduğumu hissediyorum. Başımı iki yana acıyla salladım. Çok acınası bir haldeyim. Savaşta çok şeyi kaybettim. Ama hala savaşıyorum. Yorgunum dinlenmeye ihtiyacım var. Ama ben devam ediyorum neden ettiğimi bile bilmeden. Ne için kimin için.

 

Ruhumu uğurladım ben karanlığa peki onu nasıl aydınlığa kavuşturacağım. Hangi irade ve hangi güçle? Tek bir tarafta çarpışmıyorum ki? Ya da bir kişiyle değildi ki. Birçok kişiyle bire bir savaşımı sürdürürken nasıl güçleneceğim? Etrafımda birden fazla cephe vardı hepsiyle dinlenmeden savaşıyorum ama onlar beni daha çok yıkıma sürükleyip benden daha çok zarar veriyor bana. Acımı hissediyorum ama onu tedavi edemiyorum çünkü bir tek acım mı var? Birden çok.

 

Kendimi insanlara ifade edemediğim anlarım çok oluyor. Bazen ise çığlık çığlığa kendimi onlara anlatmak istiyorum. Anlasınlar beni yormasınlar beni diye. İleri gitmem için yardım edeceklerine geriye gitmem için önüme engeller koyuyorlar.

 

Ben hangi birini ilerlediğim yoldan çekeyim ki? Sonu gelmiyor ve gelemeyecek. Dünya bu aslında bizler hep ilerliyorduk ama engeller bize zaman harcatıyordu. Yoksa çoktan ulaşmak istediğimiz yerlere ulaşmış olurduk kısa sürede. O kader engeller var ki onları kaldırmakla uğraşırken zamanı yitiriyorduk. Geriye de bizden çok az şey kalıyor. Bunun farkında zaten ölünce varıyoruz.

 

Kahkahalar attım sessiz ama acı dolu. Sığınmak istedim bir mutluluğun içine. Biraz varayım tadına diye. Çünkü acılar mutluluğun tadını benden aldı. Ve ben acının tadını ezberlediğim için mutluluk bana yabancı geliyor. Az aslında hayatımda mutluluk.

 

Olanda yetmiyor ki! Hangi bir acıma pansuman olsun ki çok var. Çok... Yetmiyor. Yetmiyordum etrafımda olanlara artık. Ruh durumumu da kaybettim. Bir an mutluluktan ölüyorum bir an acıdan kıvrılıp yerlere kapanıyorum. Bir an ağlıyorum hüngür hüngür. Bir an mutluluktan kahkahalar atıyor etrafımda bu kahkahalarım çınlıyor. İşte tam olarak buyum bir ;dengesiz.

 

Kendimle ne yapacağım ben?

 

Buraları terk etmek istiyorum ama ardımda keşkeler olmasın diye de burada kalıyordum. Başımı dizlerime yasladım ve gözlerimi kapatıp öylece bekledim. İyi gelmiyor artık bana kimde iyi gelmiyor.

 

İyileşmek istiyorum ama bu bana uzak bir istek olarak gözüküyor. Ruhum bedenimi terk ettiğinden mi acaba bunları hissetmeye başladım? Yoksa evvelden beri hayatım böyleydi de ben ancak kavradım?

 

Çoğu zaman kimse tam olarak ne istediğini bilmeyen biri oluyor. Ben tam olarak oyum.

 

Şiddetli bir acı zihnimde belirdi. Ah evet uzun bir zamandır uyku uyumamıştım. Ve bu yeni yenş belli ediyordu kendini. 4 gündür uyumuyorum. Kesik kesik uykuya daldığım anda tekrar uyanıyorum tekrar uyumaya çalışıyorum ama sonra aynısı oluyor ve uyanıyordum. Buda sancılı bir baş ağrısı yaratıyordu.

 

Yavaşça tükeniyordum yavaşça...

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷........ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Gün doğmuş ve ben yeni bir sabahı uyuyamadan karşılamıştım. Yorgunluğum anbean belliydi ama belli etmiyordu etrafımda olanlar. Ya görmezden gelmeyi tercih ediyordular ya da cevap vermeyeceğimi düşündüklerinden susmayı tercih etmekle yetiniyordular. Odamdan çıktığım gibi direk kahvaltının hazırlandığı alana doğru ilerledim. Bahçeye kurulmuş olan bahçeye yanımda olan çalışan kadınla birlikte ilerliyordum.

 

Sonunda dışarıya çıktığımda biraz ileride olan masayı görünce oraya doğru ilerledim. Beni fark etmedikleri için benim hakkımda olan cümleyi direk duydum. Kötü olduğumu söylüyordu Lord Yelit. Hatta bunun için bir şeyler yapılması gerektiğini de duymuştum. Beni Tarsis kralı görünce anında Lord Yelit 'e bakışlarıyla benim geldiğimi işaret etti. Lord Yelit anında susmuştu. Hadi ama anlamayacağımı da mı düşünmüyordular? Anında sohbeti kesmiştiler ve masada olan sessizlik anında kendini ele verdi.

 

"Merak etmeyin hakkımda söylediklerinizden dolayı size tavır alamayacağım." diyerek masadaki yerime geçip oturdum. Hepsi şaşkın şaşkın bana bakmaya başladılar.

 

"Bir şey demeyecek misiniz?" diye sorup tabağıma birkaç şey yerleştirmeye başladım. Ama bir şey demediler.

 

"Peki o halde kısa ve öz anlatacağım. Bir süredir iyi değilim ama bu sonsuza dek öyle olacak değil. Toparlanacağım bunun için uğraş veriyorum." dedim. Sonra yemeğimi yemeye devam ettim.

 

"İyi olmanı istiyorum Emira. " diye bana doğru eğilip konuştu Victoria. Sadece bakıp önüme doğru döndüm. Bu kayıtsız kalışım onları daha ürkütüyor olmalıydı. Ama şu an kendime o eski Emira gücünü bulamıyorum.

 

Yemekler yendikten sonra ormanlık alanda yürümeye devam ettim. Temiz hava bir nebze olsun iyi gelmişti. İhtiyacım olan aslında buradan bu yerden uzaklaşmak. Biraz durmak durulmaktı bana iyi gelecek olan ama o zamana kadar sabretmeyi öğrenmeliyim çünkü şimdi gidersem gidişimin bende bir etkisi yok olması için burada olan her şeyi halletmem lazım ki geri dönüşümde bir bırakılmış yıkımın içerisinde bulunmak yerine yeni bir düzenleme yapılmış bir yere gelmek bana daha çok yararlı olacak.

 

Acıların benden uzaklara gitmeyeceğini biliyorum ama bana kısa da olsa dokunamaması lazımdı. Buydu aslında ihtiyacım olan. Acılarımdan kurtulmak istemedim aslında hiç sadece biraz benden uzağa gitmelerini diledim ve bunu sağlamak için uğraş verdim. Yanından geçtiğim ağacın yanında biraz durup boş olan araziye baktım. Ben olduğum yerde duruyorken ardımdan adım sesleri duyuldu.

 

Geriye dönüp baktım kimdi gelen diye. Gelen Lord Yelit 'ti.

 

Ona gülümseyerek baktım.

 

"Merak mı ettiniz?" dediğimde hayır diyerek yanıma doğru ilerledi. Yanıma ulaştığı anda belime elini yerleştirdi ve ilerlememi sağladı.

 

"Zor olacaktı bunu biliyordun demiştim hatırladıysan." diyerek ilerlemeye devam ettiğinde başımı salladım.

 

"Hep hayatımda zorluklar oldu ama bunlar sadece beni ilgilendiren şeylerdi. Bir başkası için olan zorluklar değildi. Ve bu bana ağır gelen şeyler." diye acıyla konuştum.

 

"Peki ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sorunca direk adım atmayı bırakıp yönümü Lord Yelit 'e doğru çevirdim.

"Geri adım atmayacağım. Ama bu duracağım anlamına da gelmiyor. Olabildiğince bu zorlukların üstesinden geleceğim. İster bir tane olsun ister daha fazla ama pes etmeden devam edeceğim." bir yemin edercesine söyledim cümlelerimi.

 

"Tek başına olmayacaksın güzel kızım ben de hep yanında olacağım. Tek bende değil sevdiklerinde yanında olacak. Seni bu zorluklar içerisinde tek bırakmayacağız." dediğinde başımı iki yana evet dercesine sallayıp Lord Yelit 'e sarıldım.

 

Birkaç saniye süren sarılmadan sonra ondan ayrılıp birkaç adım geriye gittim.

 

" İyi ki varsınız. Sizler olmasaydı belki de her şey daha kötüye gidebilirdi. "dedim buruk bir sesle.

 

" Varlığımız senin varlığınla var aslında. Hadi biraz daha yürüyüş yapalım. Yürümeyi seviyorum. Temiz hava iyi geliyor. "dediğinde tamam diyerek yürümeye devam ettik.

 

Ama yürürken Lord Yelit 'e sorular sormayı ihmal etmedim. Belki de kendi gerçeğimden kaçmak içindi tüm bu yaptığım şey.

 

" Ne zamandır Moritanya topraklarında yapıyorsunuz? "diye sorunca başını baba çevirdi. Ama bu arada yürümeyi ihmal etmedi.

 

" Uzun süre oldu. İlk zamanlar tabii ki Moritanya 'da değildim. Daha sonra geldim. Kaçtım da diyebilirim. "dedi kısık sesle son cümleyi söylerken. Anında oluşan bu kırık hissiyatı yok etmek için başka bir soru sordum.

 

" Peki ilk geldiğiniz anda ne yaptınız yani neyle uğraş veriyordunuz?" diyerek yavaştan yavaştan istediğim konuya getirmeyi sağladım konuşmayı.

 

"İlk zamanlar tabi öğretmenlik yaptım. Birçok öğrenci yetiştirdim. Ama şu an kimse burada değil hepsi bir yerlere dağıldı. Ama bazıları ise kulede eğitmenlik yapıyor hala aralarından biri de Arın hoca." dedi ve birkaç saniye sustu. "Daha sonra Kolyenin sahibi olan Esila 'ya da ders verdim. Pek ilgilendiği şey değildi anlattığım şeyler o daha çok diğer az ve öz anlattığım konuları merak ediyordu ve onları araştırıp aklına takılan soruları soruyordu bana ama elimden geldiğince detaya inmeden bilmesi gereken neyse onu anlatıyordum. " anında konuşacakken söze girdim.

 

" Çünkü merakını fark ettiniz ve ileri gitmesin diye onu vazgeçirmeye çalıştınız ama pek başarılı olduğunuz söylenemez. Esila onca şeye rağmen karanlık tarafla ilgili birçok bilgiye erişmek için uğraştı. Buldu da sayılır." diyince Lord Yelit evet anlamında başını salladı.

 

" Pekala bence bu kadar yeter Emira çünkü nereye varmak istediğini anlayabiliyorum. "diyince güldüm.

 

" Hım benimde Esila gibi olacağımı mı tahmin ediliyorsunuz? "alaylı soruma karşılık Lord Yelit ciddi tavrından ödün vermeden konuştu.

 

" Emria amacın ne biliyorum. Her şeyi öğrenmek istiyorsun. Hakkın da var ama ilerisi zor olan daha öğrendiğin küçük şeyler sende büyük bir etki yaratırken büyük olanları sende hasarlar bırakabilir. Sabret eninde sonunda ben sana tüm gerçekleri vereceğim ama önce kaldırıp kaldıramayacağından emin olduktan sonra. "diye geçmek istediğim sınıra barikatlar koydu.

 

" Anlamıyorsunuz gölgelerle boğuşuyorum ve bunu herkes sebep oluyor. Yoluma ışık tutmanız gerek dikenli teller atmanız değil. Hasarların en büyüğünü siz veriyorsunuz ve bunun farkına ne zaman varacaksınız inanın bilmiyorum." der demez anında Lord Yelit 'in yanından ayrılıp arazide kuleye doğru ilerledim.

 

Hadi ama hep böyle yapıyorlar. Yeteri kadar bekledim bence daha fazla zaman harcamak istemiyorum. Kuleye geçiş yaptığım gibi bana ayrılmış odaya gittim. Bu benim için zor olacaktı ama bunu yapmak zorundayım. Geçmişe yolculuk yapacağım. Belki de aradığım her şeyi orada bulacağım. Odama geldikten sonra odamı kalkanla koruma altına aldım. Karanlık sırlar kitabının avuçlarımda olmasını sağladım saniyeler içinde kitap ellerimin arasınaydı.

 

Kitabın kilidini kolyemle açıp bana lazım olacak bilgilerin olduğu sayfayı bulmaya başladım. Öngörülerin bana aktardığı bilgiler bana yeterli gelmiyordu. Yolumu çizmek için benim bazı eksik olan bilgilere ulaşmam lazım. Sayfayı bulunca anında büyüyü okumaya başladım. Gerekli bir malzeme yoktu daha çok bir yemin için bir koşul vardı. Kan.. Bu tür büyüler için bir bedel ödenirdi ve bedel benim kanım olacaktı. İşaret parmağımın ucunu kolyenin ucuyla derin bir çizik attım. Kan yavaşça deriden dışarı akmaya başladı.

İstenilen şekilde kanımla büyü sözlerini biraz önümde olan zemine yazmaya başladım. Sonunda büyü sözleri bittiğinde şunları zikrettim.

 

"Bana görmem gerekeni göster ey geçmişin pusu."

 

Gözlerimi açtığımda kendimi büyük bir davet odasında buldum. Ve bu davet odasında binlerce insan bulunuyordu. Ben tam olarak davet alanın ikinci katında yer alıyordum. Yanımda olan kolunun arkasından aşağıdaki insanlara bakıyordum.

 

Aşağıda bir kutlama yapılıyordu. Ve bu kutlama bir evlilik töreniydi. Davet alanı bir kırmızı halıyla ikiye ayrılmıştı. Etrafta beyaz güller hakimdi. Gözlerimi aşağıda gezdirmeye devam ettim. Bir tanıdık bulmak amacıyla. Sahi ben kimim düğününe tanıklık yapıyordum?

 

Kolonun arkasından ayrılıp önümde duran korkuluklara doğru eğilip daha yakından bakmaya başladım davet alanında bulunan kişilere. Seçebildiğim ilk kişi Ahlas bey oldu. Şu an ki haline göre bir tık daha genç durduğu aşıkârdı.

 

Ah aklımda olan evlilik davetinden ilk çift elendi. Süreyya hanım ve Ahlas beyin evliliği değildi. O zaman kimindi? Biraz ileride birbirlerine ölümcül bakışlar atan bir gurup gördüm daha doğrusu 4 grup.

 

Bu gördüklerim varislerdi. Hepsi şu an ki hallerinden çok farklıydı. Gençlik zamanlarıydı. Ve şu an ki gibi dosttan ziyade daha çok birbirini boğazlamak için zaman kolladıklarını bile söyleyebilirim. Bakışlarım onlardan ayrıldı ve davette olan diğer kişiler üzerine çevrildi.

 

Bir kadın erkek karışık grup içinde ışıldayan bir kişi dikkatimi çekti. Süreyya hanım kırmızılar içinde çok alıcı gözüküyordu. Gözlerindeki bakışlar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim çünkü sanki burada zorla duruyor gibiydi. Bir zorundalıkla. Yaptığı tek şey bir sebepten ötürü burada olmaktı. Bakışlarından bazı şeyleri çıkarmak zor değildi. Bu evlilik aslında Aron ve Esila 'nın evliliğiydi. Ve Süreyya hanım bu yapılan evlilikten pekte memnun değil gibiydi.

 

Hayret ettim doğrusu daha çok Esila' yı sonradan sevmediğini düşünürken başından beri sevmiyormuş meğer. Süreyya hanımla bir ortak yanımız bu bence. Ben davette olanları incelerken bir karmaşa oluştu. Tüm davetlilerin hepsi kapıya doğru dönüp öylece beklemeye başladılar. Bende yönümü gelenlere döndürdüm.

 

Aron ve Esila görkemli bir şekilde içeriye giriş yaptılar.

Aron siyahı bile kıskandıracak simsiyah gözleriyle davette bulunanlara baktı. Aron 'u tanımlayacak olursam siyah olurdu. Ahrar' dan sonra ona da siyah renk yakışıyordu. Siyahlar içerisinde olan Aron 'a tezat yanımda bulunan ve koluna girmiş olan Esila bembeyaz bir elbise içerisinde evlenecekleri alana doğru ilerledi yanında olana adamla.

 

Beyaz gelinliği içerisinde belinden sarkan kızıl saçları capcanlı duyuyordu. Yalan değil Eslia çok güzel biriydi. Ama karakteri için bunu söyleyemem. Başında duran beyaz taşlarla dizayn edilmiş taçla gelinliğiyle uyum içindeydi. Sonunda ikisi de davetliler arasından onlar için hazırlanmış alana geldiler.

 

Geldikleri anda Aron ve Esila karşı karşıya gelecek şekilde durdular. Sonra bir adam onların karşısına geçip evliliklerini kıymaya başladı. İkiside evet dedikten sonra Aron, Eslia 'nun alnından öpüp davette olanlara doğru dönüp birkaç saniye önce eline verilen bardağı havaya kaldırıp kutlamayı başlattı. İçkisinden bir yudum alıp yanına bulunan Eslia' nın beline elini yerleştirdi. Hemen sonra yüksek sesle bağırdı.

 

"Hepinizin huzurunda hayatıma ışık olan kadına bir hediye vermek istiyorum." dedikten sonra Esila 'nın ellerini tutup kendine doğru çekip karşı karşıya geldiler ve Elisa' ya bir mucizeye bakar gibi bakmaya başladı. Eslia 'nın da ondan bir farkı yoktu. O da onu seviyor gibiydi.

 

Aron ellerini kolyesine götürdü ve birkaç saniye bekledi ve sonra oluşan sessizlik arasında net göremesemde dudaklarının kıpırdamasını görür gibi oldum. Ardından kolyesinden bir ışık huzmesi etrafa yayıldı. Hemen sonra da bir şekilde ışık söndü. Ve ışık gidince de Aron 'ın elleri arasında bir kolye belirdi. Şu an boynumda olan kolye şimdi Aron' un elleri arasında duruyordu. Yani Morte kolyesi aslında bir taneydi ama Aron bu armağanı Eslia 'ya vermişti. Vay be gerçekten etkilendim! Adam sevgisini daha fazla göstermezdi. Kimse onun yaptığını yapamazdı. Bu şekilde Eslia' yla olan denk olma durumunu herkese gösteriyordu.

 

Eslia bu hediye karşısında epey şaşırmışa benziyordu. Haberi yoktu sanırım. Aron gerçekten ona çok değer veriyordu ama Esila bu değeri sonra büyük bir zelzeleyle yıkıyordu. Aslında başından hak etmemişti Aron 'u. Ama işte bunu kimse değiştiremezdi. Olanlar değişmiyordu.

 

Olduğum alandan biraz daha ileriye doğru gidince siyahlar içinde tanıdık bir yüzü gördüm. Ah Ahrar! En köşede durmuş öylece etrafa sıkıldığını belli eden bakışlarla bakıp duruyordu. Bu adam yedisinde neyse yetmişinde de oydu. Hiç değişmemişti.

 

Sadece biraz daha gençti şu az ki zamana göre. Davette olan tüm ilgim ona kaymıştı şu andan itibaren. Bir çılgınlık yapmanın nesi kötü olabilirdi ki? Bulunduğum alanda aşağı inmek için merdivenleri aradım. Karşıda olan koridorun sonunda görünce merdivenin başını anında korkuluktan doğrulup bedenimi çevirip harekete geçip aşağı inmek için merdivenlere doğru ilerledim. Merdivenlerin başına gelince anında basamakları hızla indim.

 

Çünkü Ahrar tam olarak basamakların önünde dikilmiş bekliyordu. Sırtı bana dönüktü. Ve dikkati ise elinde tuttuğu içeceğindeydi. Yanında birileri de yoktu. O sinir bozan kuzeni bile. Son basamağı indiğimde sola doğru hareketlendim ve Ahrar 'ın soluna geçip duvar köşesine sinip birkaç saniye onu incelemeye başladım.

 

Yan profilinden onun ihtişamlığını izliyordum. Yüz hatları sabitti. Yandan vuran meşalelerin ışığından dolayı sol elmacık kemiğine kirpiklerinin gölgesi düşmüştü. Uzun kıvrak kirpiklerini sık sık kırpıp duyuyordu. Bunu genelde sabırsız olduğu anlarda yapardı. Sağ eli hareketlendi ve anında elinde duran bardaktaki içeceğinden birkaç yudum aldı ve bardağı tekrar masaya bıraktı usulca.

 

Bunalmış olmalı ki sağ eliyle siyah gömleğinin ilk iki düğmesini açtı. Sonra sağ eliyle saçlarını gelişi güzel arkaya doğru olacak şekilde yönlendirdi. Sabrı iyiden iyiye tükenmişti. Bu tarz yerleri sevmiyordu. O halde neden burada bulunuyordu ki? Yoksa birini mi bekliyordu?

 

Ahrar 'a daha önce hiç sormamıştım hayatında biri olup olmadığını. Acaba var mıydı? Belki de o kişiyi bekliyordu şimdi? Hala hayatında mıydı şu an? Yoksa ayrılmış ve onun gelişini mi sabırsızlıkla bekliyordu? Çünkü diğer türlüsü şimdiden çoktan gitmiş olması gerekti. Düşen ifademle onu izlemeye devam ettim.

 

Lacivert koyu hareleri etrafta dolanıp duruyordu. İşte bu bile birini beklediğine işaretti. Ara sıra kaşları çatılıyor ama hemen sonra eski haline geri dönüş yapıyordu. Doğru mu görüyorum yoksa kendi kendine kızıyor muydu? Bazı anlarda dudakları milim kıpırdayıp duruyordu. Kendi kendine ne diyordu bu adam?

 

Önünde durduğu masaya hafifçe yaklaşıp ona doğru dönecek şekilde sol elimi masaya dayayıp çenemin altına yerleştirdim elimi. Ve hemen sonra ise başımı Ahrar 'dan taraf çevirdim . Bakışları uzaktaydı. Önüne dönmedi bir süre. Ben onu izlerken o kimi görmeyi beklemiyordu?

 

Nedense içimde kıskançlık sarmaşıkları yeşeriyor ve her hücremi ele geçiriyor gibiydi. Kontrolümü kaybettim. Hadi ama Emira senden önce olan bir şeyi bu kadar büyütme! Ama kime diyorum ki? Merak etmiştim o kadını. Nasıl biriydi? Benim gibi sarışın ya da kahverengi saçlara mı sahipti? Ya da esmer? Aklımı kaçırıyorum iyiden iyiye.

 

Bendeki gidişat iyi değil. Başımı iki yana sallayıp kendimi azarladım. Bakışlarım bir müddet Ahrar 'dan uzaklaştığı anda davet alanında olan kişilere çevrildi. Şu an herkes dans ediyordu. Ortamdaki kişilere baktım belki Ahrar'ı izleyen var mı diye ama sanki Ahrar hiç bu tarafta değilmiş gibi herkes kendi alemindeydi. Ahrar gerçekten göründüğü gibi yalnız mıydı? Meraklı ifademle Ahrar 'tekrar yönümü döndüreceğim anda kısık homurtusunu duydum.

 

"Neredesin?" dedi ve kızgın bir nefes alıp verdi. Sonra tekrar başka sözler döküldü dudaklarından. "O gün geldiğin gibi yine gel." dedi usulca. Ama o an sağ elini yumruk haline getirmiş sımsıkı sıkıyordu.

 

"Saçmalıyorsun Ahrar... Öyle biri yoktu. Hayal gördün. Aptallık yapıyorsun. Olmayan birini beklemek en büyük aptallığın." dedi hiddetle ve yarım olan içeceğini bir dikişte bitirip hışımla merdivenlere doğru döndü ve basamakları çıkmaya başladı.

 

Ben mi peki. İçimde tarif edilmeyen bir mutlulukla onun arkasından bakıp duruyorum. Ne yani buraya tekrar belki beni görebilmek adına mı gelmişti? Benim için bu davete katlanmıştı. Bu adam ah bu adam... Ah sevgili...

 

Anında mavi harelerime bir güneş gibi doğan parıltıyla onu kaybetmemek için arkasından onu yakalamak için merdivenlere doğru ilerledim ve basamakları soluk soluğa kalacak şekilde hızlı bir şekilde çıkmaya başladım. Gitmesine engel olmalıyım. Gittiği yöne sapıp koridordan teras kapısına çıkan kapıya ilerledim.

 

Kapıyı açıp dışarı çıktığımda gözlerimle onu aradım ama bulamadım ilk anda. Sonra terasta biraz gezindim. Nereye kayboldu ki kısa sürede? Burada olmadığını anladığım anda geriye döneceğim anda birden köşede çiçeklerin arasında duran bir bedeni gördüm.

 

Ah aradığım kişi buradaydı. Olduğu alana doğru ilerledim ve çiçeklerin önüne gelince onu duvarın dibine çökmüş bir halde gördüm. Ve elinde olan şişeden birkaç yudum alırken gördüm. Dağılmış haldeydi. Onu bu hale ben mi getirmiştim? Bu düşünce bile içimde küçük küçük kıvılcımlar oluşturuyordu.

 

Yerimden harekete geçip onun yanına gelecek şekilde önünde olan boşluktan geçip yanına gelince bende onun gibi yere çöküp sırtımı buz soğuğu olan duvara yasladım. Ahrar dalgın dalgın gökyüzünü izliyordu. Bu haline iç çekerek baktım. Onu bu hale getiren benim varlığımdı.

 

Onun gerçek olup olmadığımdan emin olmadığı varlığım. Sağa doğru döndüm ve loş ışıkta onu inceledim. Mahzun bakıyordu ilk kez. Varlığıma tutunmak mı istemişti? Ondan mı gelmemi istiyordu? Sağ elimi kaldırıp yanağına doğru yaklaştırıp avucumu yanağına yasladım. Anında irkildi ve geriye çekildi. Boş kalan avucuma baktım ve tekrar yanağına dokundum. Bu sefer geri çekilmedi.

 

Ben lacivert harelerinde kaybolurken o şaşkınlık içeren sesiyle konuşmuştu.

 

"Buradasın... Hayal değilsin. Hayal olamadığını biliyordum ama bir kere daha seni hissetmek istedim." diyince sol eli yanağında olan elime doğru uzandı. Tutmak istedi ama sadece eli yanağına değdi. Bunu hissedince yorgunca eli yanağından düştü bacağına.

 

Bana dokunmak istiyordu ama sadece dokunan ben oluyorum. Bu onun hoşuna gitmiyordu. Ama yine varlığımı hissetmek ona mutluluk veriyor olmalı ki biraz bana doğru dönüp bana yaklaştı.

 

"Konuş benimle." dediğinde bir ihtiyaç gibi anında kayıtsız kalamadım bu haline.

 

"Beni beklediğini bilmiyordum." dedim ilk olarak. Sorun değil dercesine başını salladı.

 

"Bu davete benim için mi geldin?" diye sordum. Çünkü vereceği cevabı merak ediyorum delice.

 

Bir şey demedi ama suskunluğunu evet cevabına yordum. Peki o halde beni beklediğini öğrenmek tarifsiz bir mutlulukla baş başa bıraktı

 

"Kim olduğumu merak ediyor musun?" diye kısık sesle sordum.

 

"Fazlasıyla hemde." dedi bunu canı gönülden öğrenmek isteyen bir istekle.

 

"Gelecekten geldiğimi söylesem inanır mısın bana?" dediğimde söylediklerimi kavramaya çalışır gibiydi. Ah normal bir hayalet olduğumu dile getirsem daha çabuk inanırdı. Ona da hak vermek lazım.

 

"Ve tahminen yakın bir zamanda benimle bizzat karşı karşıya geleceksin. O zaman anlayacaksın. " diyerek sınırlarını zorlamaya devam ettim. Sadece dinlemekle yetindi.

 

"İsmini öğrenmek istiyorum." diye sabırsızlıkla sorunca cevap vermedim.

 

"Lütfen bana kim olduğunu söyle?" dedi ısrarla tekrar.

 

"Öğreneceksin ama şimdi değil. Bunu sonra öğrenirsin, bana sen ismini söyle benimkini öğrenene kadar ben senin ismini bilmek istiyorum." dediğim anda içli bir nefes verip konuştu.

 

"Ahrar Renas Arvas." dedi. Hım koşulsuz şartsız güveniyor olmalıydı bana.

 

"Peki sana sadece bir şey söyleyeceğim o cümleyi duyunca beni anında tanıyacaksın Ahrar." dediğimde başını salladı.

 

"Bu diyeceğim bana has bir atasözü. Atasözü ne diye sorma lütfen." dedim ve bekledim. Kıpırdamadan diyeceğim şeyi duymayı bekliyordu. Peki o halde ona istediğini verme zamanı.

 

"Acı çektirmeye, kin tutmaya, meyilliyim bayım." dedim sözlerimden sonra küçük bir tebessüm dudaklarıma yerleşti.

 

O söylediklerimi idrak etmeye çalışırken anında içinde olduğumuz büyü bozuldu.

 

"Ahrar neredesin?" diye bir kadın sesi etrafta yankılandı ve ben birkaç saniye ona bakarken birden o arkasına dönüp baktı. Sonra mı sonra ben hemen ortamdan bir sis bulutu gibi geçip gittim.

 

Giderken şu sözlerini duydum.

 

"Ne bu cümleyi unutacağım ne de seni bulamak için sabrımı yitireceğim."

 

Bir yemin gibi zikretmişti cümleyi.

 

Geçmişe olan yolculuğum bittiği anda kendimi büyüyü yapmadan önceki yerimde bulmuştum. Yere kanımla yazdığım büyü sözleri artık zemin üzerinde durmuyordu. Karanlık sırlar kitabını kapatıp yerinde muhafaza edilmesi için kolyeme fısıldadım . Kitap yerine ulaşırken bende oturduğum yerden doğrulup ayağa kalktım. Eh tam istediğim gibi bir geçmişe yolculuk olmasa da keyif almadığım söylenemez. Ahrar 'ın beni bekleyişi nedense iyi hissettirmişti.

 

Acaba şimdi bile bana rağmen ona göre o görünmez kadını bekliyor muydu? Ya da belki benim olduğum anlamış olabilirdi. Ama ona söylemiş olduğum cümleyi şu ana kadar hiç zikretmedim. Yani duymayana kadar tam emin olmayabilirdi . Zamanı gelince bizzat benden öğrenecek ama o zamana kadar biraz daha saklı kalabilir bu durum. Odadan çıkmak için harekete geçtim. İki gün olmuştu burada oluşumuz.

 

Zaten Moritanya kulesinde Loya hanım ve Lord Rauf 'un evlilik yıl dönümü dün gece kutulanmıştı. Ben daha burada iki gün daha kalırız diye tahmin ederken nedense erken kutlandı. Acaba biz buraya geldik diye mi erken kutladılar. Lord Yelit kuleden uzaklaştığı için. Amacım yerini bulmuştu ama yine de Lord Yelit her şeyden haberdardı ve nasıl bir durumda olduğunu bilemiyorum.

 

Yani tahminimce kötü durumda ama bunun yüzdesini söylemek bana göre zor. Bilmediğim bir şey. Birini sevmen ama onun seni sevmediğini bilmek kötü hissettiriyor olmalı en zoru ise onun birine ait olduğu bilmek bu ölüm gibi olmalı. Lord Yelit yaşadığı halde ölümü tatmış biri. Düşüncem bu yönde. Odadan çıkınca merdivenlerden inmeye başladım. Ben en alt kata ulaşınca biraz ilerde kapısı açık olan kütüphanede Kiran ve Victoria 'nın konuştuğunu gördüm. Onlara doğru ilerledim. Kütüphanenin önüne gelince aralık duran kapıdan içeri girdim.

 

"Ne yapıyorsunuz?" diye sorunca ikisi de bana baktı.

 

" Sohbet ediyoruz işte." dediğinde Victoria peki dercesine başımı salladım ve ikisinin oturduğu ama aralarında boş alan olan koltuğa doğru ilerleyip aralarına oturdum.

 

"Eee ne hakkında konuşuyordunuz?" diyince ikisi de bana kısa süre baktı.

 

"Ne oldu? Neden bana öyle bakıyorsunuz?" diye sorunca anlamayarak, Victoria bana bakıp ne zaman önemli bir haber veriyorsa o ses tonuyla konuşmaya başladı.

 

"Dediğin gibi Asper yargılama mahkemesine şikayette bulundum." dedi seslice yutkunarak. Devam et dercesine başımı salladım. Bakışlarında bana yönelik olan endişesi fazlasıyla belliydi.

 

"Mahkeme onları yargılayacak ve sanırım cezaya saptırılacaklar." deyince anında söze girdim.

 

"Zaten olması gereken bu değil miydi? Onlar hak ettiğini alacak." dedim sakince.

 

"Evet ama onlarda senin hakkında şikayetçi oldular. Topraklarına gizli girdiğinden ötürü yargılanmanı istediler mahkemeden." der demez kollarımı göğsümde bağladım.

 

"Bir şey olmaz merak etme. Neden diye soracak olursan? Kanun 1689 hatırlıyor olmalısın. Kimse bilmez eski bir kural olduğu için, bu kanunda bir kimlik gizlenmiş ve açığa çıkması istenmiyorsa bunun cezası olmaz ve bu gizlilik bir felaketi önlemek içinse hiçbir şekilde yargılama kararı çıkarılamaz. Yani ben bir felaketi önledim. Eh bence bundan dolayı bana bir teşekkür bile etmeleri gerek. Ama sorun etmiyorum bunu. Ben konulmuş kanun ve kurallara uyuyorum onlar uymuyor. "diyerek başıma herhangi bir bela gelmeyeceğini belli ettim.

 

" Evet bunu gösterince anında üzerindeki suçlama kaldırılır. Seni kurnaz nasılda akladı kendini. "dedi munzır sesiyle.

 

" O kadar okumadım boşuna o kanun kitabını. Bir süre sonra sıkılmıştım yalan değil ama sonra çıkarıma olan maddeleri görünce anında bitirdim kitabı. İşe de yaradı yani. "dedim ve iki elimle ikisinin omuzlarına tutunarak doğruldum.

 

Onlara sırtım dönük bir şekilde kapıya ilerledim. Yürürken konuşmayı da ihmal etmedim.

 

" Hadi biraz dışarıda vakit geçirelim? "diye öneride bulunca ikisinin beni takip eden adım seslerini duydum.

 

Kulenin koruluğunda üçümüz yan yana yürüyorduk.

 

" Bu gece gidiyor musunuz? "diyince Kiran anında sadece başımı salladım.

 

" Bu gecede burada kalsaydınız. "diye istekte bulununca sol koluna girmiş ve isteğini geri çevirmiştim mecbur olarak.

 

" Maalesef gitmek durumundayım. Zaten dersi aksattım birkaç gündür. Devam etmeliyim. Birde ben kulede olmazsam kim onların başlarına bela açacak ki? "dediğimde son cümlemi duyunca Kiran kıkırdamıştı. Etrafının kalabalık olmasını seviyordu. Ama çoğu zaman hatta hep yalnızdı. Bu artık canını sıkıyordu.

 

"Söyle o insancıl babana sen bizimle gel birkaç gün kalıp tekrar geri dönersin." Bu önerime olumlu cevap vermek isterdi ama o huysuz Tarsis kralı kulede Mera varken ve kendisi de kulede yokken asla Kiran 'ın bizimle gelmesine müsaade etmezdi.

 

Kiran olmaz dercesine başını salladı.

 

" Başka bir zaman yine seni ziyarete birlikte geliriz. "diyince Victoria anında bende onayladım başımı sallarken.

 

" Tamam. "diye masum bir çocuk edasıyla onayladı.

 

" Asma suratını bak hem belki bu sefer gelişimde bana özel hizmet etmesini istediğim için yanımda Mera 'yı getiririm. Baban kovacak değil ya. "dedim ama ben bile son cümleme inanamadım. Kovma olasılığı fazla yüksekti.

 

" Yani engel oluruz olmazsa. "diyince Victoria kahkaha attı." Eh konu babansa Kiran emin olamıyor insan. Neyse bakarız o gün işin çaresine. "dedim.

 

Sonra birkaç saat yürüyüşün ardından Lord Yelit, Victoria ve ben Tarsis krallığından ayrılıp Moritanya kulesine geri dönmüştük. Gelir gelmez anında Victoria ve Lord Yelit yarım kalan işlerinin başına dönerken ben direk ön bahçede öylece çardağa oturmuş güzel havanın tadını çıkarıyorum. Bahçede birkaç kişi daha vardı hepsi kendi halinde oturup sohbet ediyordu. Biraz ileride kulenin ön bahçesinin kapısından çıkan Serra 'yı gördüm. O beni daha fark etmemişti. Ben onu dikkatle incelerken Serra biraz farklı bir halle arka bahçeye doğru ilerledi. Endişeli gibiydi. Neydi onu bu kadar endişe duymasını sağlayan.

 

Serra arka bahçeye giderken bende merak ettiğim için ne yapmak istediğini oturduğum yerden doğrulup onu takip ettim. Ama bedenimle değil. Ruhum bedenimden ayrıldı ve onu takip ettim. Yakalanma ihtimalimi en aza indirmiştim bu sayede. Serra ara sıra etrafını gözetleyerek kulenin sınırlarına çıkan kapıya doğru ilerledi. Askerler kapıyı açtı ve o direk kapıdan çıktı. Ben ise ruh formatında olduğum için direk kapının açılmasına gerek duymadan kapıdan geçip kuleden dışarı çıktım.

 

Ama kapıdan dışarı çıktığımda Serra 'yı bulamadım. Nereye kayboldu saniyeler içinde? Etrafımda yavaşça dönerek onu görmeye çalıştım. Nasıl saliseler arasından ortadan kayboldu?

 

Kafam karışık bir halde Serra'nın nereye gideceğini düşündüm.

 

Ne yapıyordu bu kız? Umarım tehlikeli bir işe kalkışmamıştı?

 

Loading...
0%