『 Oysaki ölmek ; sadece uzun süreli bir uykuymuş.... 』
İnsanlar ancak bir şeyleri unuttuklarında ölürlermiş. Peki defalarca ölen bir kişi nasıl ölebilirdi unutmaya çalışarak? Unutabilir miydi? Ona yapılanları ölerek? Zannetmiyorum. Sadece düşünmesi engellenirdi. O da bir müddete kadar. Ölümler unutulmuyor sadece zihinde geri planda bırakıyoruz.
Çünkü ilerlemek lazım bunu ancak ölümleri düşünemeyerek başarabiliriz. Unutmak fiili çok zor bir şey çünkü zorlanarak bunu sağlamak zorunda kalırsın. Eylemlerini unutabilirsin. Anılarını unutabilirsin. Hatta sevdiğin aktivitelerini bile unutursun ama acını unutamazsın. Ölüm bile unutturmaz sana yaşananları.
Neden mi? çünkü öldüğünde seninle gelir zihnin ve kalbin. Seninle o toprağa oda gömülür. Onları geride bırakamazsın ki? O zaman söyle unutulur mu ölünce her şey? Hayır unutulmaz. Seninle taşınır her şey gittiğin yere gideceğin her yere.
Acı bir son değildir. Sonsuz olan şeylerin arasında varlığını koruyan şey ölümdür. Ölürsün ve son olursun. Acın ise varlığını korur ama nereye kadar? Bilemiyorum.
Ölümle biten bir son mu, yoksa sonsuz olan bir ölüm mü daha acı verir insana? Üzerine düşünmek lazım. Ama acının verdiği acı daha yoğun çünkü defalarca kez acı çektin dünya aleminde ama bir kere insan ölüyor. Ve bir kere acı çekiyorsun. Dünyada çektiğin acı hem ruhuna hem bedenine aynı anda zarar verirken. Ölüm sadece önce bedenine sonra ruhuna zarar verir. Yani aynı anda çekmezsin aralarında acının farkı olur. Farklarını yakalamak insanoğluna bağlıdır.
Ruh bedenden ayrılınca ölüme terk edilir, aynı yalanların gerçeği örtüp hisleri öldürdüğü gibi. Yaşam ;Ruh ve bedenle vardır. İkisinden biri yoksa yaşamda olmaz. Gerçekler ise doğruluğun sisi altında hüküm sürer, yalanın karanlık sisleri gerçekleri örtünce hisler solar, duygusuzluk başlar. İnsani faaliyetler son bulur. Aslında her şey birinin felaketinin başlangıcıdır. Yalanı öldüren gerçeklerdir. Hisleri öldüren acılardır.
Yaşamı sonlandıran ise ölümdür.
Her şey aslında çok basit ama bunun bilincinde olmak lazım. Ama ne kadar bilincindeyiz tartışılır.
Huzuru hep aradım hayatımda bulduğum zamanlarda oldu kaybettiğim zamanlarda. Ama şimdi ona yakın ama bir o kadar da uzak gibiyim. Ahrar. Çok söylenecek söz var ona ama ben sadece onun ismini söyleyerek kısaca tanımlıyorum onu. Bu bile bana yeterli geliyor. Hayatıma yön veren adam. Beni iyileştireceğini düşünüyorum. Ve umuyorum ki yanılmam. Benim için yanılgı olmasını istemiyorum.
Serra ortalıktan kaybolduğunda daha fazla orda durmamış ve kuleye geri dönmüştüm.
Kuleye geldiğim gibi direk Süreyya hanımın bana vermiş olduğu cezaya uymak için işe koyulmuştum. Bana kulede olan arşivi düzenleme cezası vermişti. Yani zor bir cezaydı yalan değil. Çünkü Moritanya kulesinin en alt katı tamamen arşiv odasıdır. Ahrar 'la önceden gittiğimiz o küçük arşiv bu arşiv odasının yanında hiç kalır. Anlamadığım bir kulede ne diye iki tane arşiv odası olur.
Bunu çekinmeden sormuştum Süreyya hanıma ve o da küçük arşiv odası yeni zamanda olan dosyaları belgeleri içerdiğinden küçük olduğunu, şu an olduğum arşiv ise yüzyılları kapsayan bir arşiv odası olduğunu söyledim.
Gerçekten bunları buraya nasıl getirdiler çünkü sadece bu kuleye ait belgeleri kapsamıyor bazıları başka yerden getirmiştiler. Etrafıma oflayarak baktım. Sabaha kadar belki yarın öğlene kadar da buradan çıkmayacağım gibi gözüküyor buradan bakınca arşiv odasına çünkü odanın sonu bile yok!
Söylene söylene arşiv odasının kapısının olduğu taraftan başladım rafları silip düzeltmek için. Ben rafın karşısına geçip tam rafta bulunan belgeleri alacağım an arşiv kapısı gürültüyle açıldı ve içeriye sevgili dostlarım girdi. Dalga geçmek için gelmişseler çok pis çatacağım onlara.
"Oooo kayıp prenses buradaymış!" dedi arşiv kapısından ilk içeri giren Enfal. Onları beklemiyordum. Daha çok Süreyya hanımın teftişe geleceğini düşünmüştüm. Enfal 'in ardından diğerleride hızla içeri girdi. Karşımdaki yerlerini alınca onlara bir şey demeden düşmüş surat ifadesiyle onlara bakmaya başladım.
"Dalga geçmek için geldiyseniz önceden uyarıyorum sizi gerçekten mahvederim, çünkü işim başımdan aşkın." diye yüksek sesle konuştum. Sesimde var olan uyarı gözler önündeydi. Zaten sinirden birine çatmak istiyorum. Almasınlar benden paylarını.
"Fazlasıyla başından aşkın belli. Kitlemişler arşivi yüz yıldır düzelten yok buldular senin gibi safı verirler tabi ceza olarak. Kızım sende zekiyim diye geçiniyorsun. Böyle ceza mı olur? Bir itiraz etseydin bari!" diye beni azarlayan Dehri 'ye doğru döndüm. Bakışlarında gördüğüm o kınayan ifadeyi takmayarak konuştum.
" Denemedim mi sanıyorsun! Tabi ki itiraz ettim ama diğer cezayı görünce anında tabi ki paşa paşa kabul ettim. "diyince hepsi bir ağızdan ne diye sordular.
" Turul beye bir günlüğüne hizmet etmek. Eh bende bu arşivi düzenleme fikrine daha sıcak baktım. Malum Turul beyden haz etmiyorum. "diye çaresiz bir halde konuştum. Etrafıma bakınca hepten moralim alt üst oluyordu.
Ya bu cezayı geçti işkence boyutunu aldı. Bildiğin göz dağı veriyor Süreyya hanım. Vicdansız kadın ne olacak! Sözde prensesim burada keyif çatmıyorum, daha çok her gün bir belayla karşılaşıyorum.
" Eh söylediğin gibi seçenekler pek güzel değilmiş. Tamam neyse artık yapacağız bir çare paşa paşa . "diyince Nehar ben anlamayan bakışlarla ona baktım. Ne diyordu? Ne yapması?
" Ne yapmasından bahsediyorsun? "diye sorunca saf saf Nehar anında kendisini ve diğerlerini gösterdi. Kafam karışmış çatık kaşlarla ne dediğini anlamaya çalışıyorum.
" Sence biz buraya niye geldik prenses? "diye Nehar soru yöneltince bir süre sessiz kaldım ve onları inceledim. Sonra ise sorusunu anında cevapladım.
" Bu halimi görüp eğlenmek için gelmiş olabilir misiniz! "diyince Nehar 'a kendimi gösterirken söylendim. Başka bir amaçları mı vardı yoksa? kızgınlıkla anında esefle beni kınayıp başını iki yana salladı.
" Yanlış bilemedin Prenses ! Yardım için yanına geldik ve ona rağmen hiçte memnun değil gibisiniz. "diyince Nehar, şaşırdım ve teyit etmek için bastıra bastıra kelimeyi söyledim. Yanlış duymuş olmalıyım!
" Yardım için. Ölüyorum değil mi?"dedim şaşırmış bir halde." Yoksa siz bana neden yardım edesiniz ki! "diyince bana bir umutsuz şeye bakarcasına baktılar. Bu hareketine karşılık gözlerimi devirdim. Ne var yani bana yardım etmek için geldiklerini düşünmedim. Bu kadar iyi niyetli olduklarını ben de bilmiyordum!!
" Hadi söyleyin kim dedi bana yardıma gelmenizi? Siz bu kadar düşünceli değilsiniz! Kesinlikle birinin yönlendirmesiyle buradasınız!"dedim anlamaya çalışırken onlardaki durumu çünkü diğer türlü gelmezdiler çok zor bir durumda değildim gelmeleri için. Israrlı olduğumu görünce anında çözüldüler düğümlerinden. Ve istediğim gibi tongaya düştüler benim şapşal dostlarım.
" Lord Yelit istedi. "diyince Kavi anında cümleyi ben tamamladım. Ama hala oyunuma devam ettim.
" Bunun karşılığında ise kesin bir şey istediniz mesela babanıza sizden övgülerle bahsedilmesini değil mi? "dedim ve hepsine teessüf eden bakışlarımla bakmaya başladım. Dördüde sadece beni izliyordu." Siz arkadaş mısınız ya! Kalleşlik bu? Hür iradeyle değil bir çıkar uğrunda buradasınız? "Dedim sahte sinirle ama tabi onlar bu ses tonumun gerçek olduğunu düşündüler.
Ve hepsinin o anda sözlerimden sonra gözlerinde bir duyguya rastladım. Hayal kırıklığı. Onları hiç tanımadığım kanaatine vardılar o an. Şapşallar. Hemde büyük şapşal. Onların oyununa inandığımı sandılar.
Ama zaten buraya geldikleri anda anlamıştım. Çünkü hiçbir zaman birilerine kendilerini kabul ettirmek gibi bir huyları yoktu. Ne ait oldukları topraklarında olan halklarına ne de ailelerine. Biraz daha devam etmek istedim ama edemedim. Oyunumu yarıda kesip onların üzüntülerini silip atmak istedim.
" Yemeyin beni bilakis sizleri iyi yönünüzü görmeyeyim diye bu yalanı sürdürdünüz ama yemedim." diyerek muzır bakışlarla onlara baktım. Hepsi tekrar şaşırdı. Ah yüzlerinde olan ifadeyi karelemek isterdim.
Başka sefere artık. Foyaları ortaya çıktığı için hepsi bir anda başka yöne bakmaya başladılar. Bu hallerini görünce sesli bir şekilde güldüm. Utangaç halleri çok sempatik duruyordu. Gülüşümü görmek isteyen Kavi anında bakışlarını bana çevirdi. Sakınmadan gülmeye devam ettim. Başımı iki yana salladım ve iki elimi belime yerleştirdim ve konuşmama devam ettim.
"Evet Varisler gerçekler ortaya çıktığına göre görev dağılımı yapalım mı?" diyince tatlı tatlı anında utangaçlıklarından kurtuldular. Dehri öne atılıp konuştu.
"Pekala iki kişi temizlik yapsın. İki kişi düzenle ilgilensin geri kalanlar ise diğerlerine yardım etsin." diyerek bir adım geri çekildi. Hım önerisi makuldü aslında.
Konuşacağım an kapıdan içeri hızla giren Victoria 'yla bakışlarımız ona çevrildi. Deli kız ne olacak!
"Bende size temizlik için katılabilir miyim?" diyince tatlı tatlı anında başımı evet gel dercesine salladım aşağı yukarı.
Victoria yanıma gelip görev dağılımına eklemler yaptı.
Herkes bir köşeye dağılmış kendilerine ait olan rafları temizlemeye başladı. Victoria herkesin bir sıra rafı almasının daha kolaylık sağlayacağını söyleyince anında bu sefer buna uymuştuk.
Şimdi bir yandan konuşarak bir yandan düzenleme yaprak ilerliyorduk. Etraf çok büyük olduğu için bağırarak seslerimizi birbirimize ulaştırmaya çalışıyorduk.
"Gerçekten burasına uzun yıllardır kimse uğramamış." diyen Kavi 'nin uzaktan gelen sesini duyunca anında ona katıldım. Haklıydı etraf çok tozlu ve havasızdı. İlk anlarda havasızlık çok rahatsız ediyordu. Buna çözümü Kavi sağlamıştı. Hava tanrısı olan sevgili dostumuz güçleri sayesinde buradaki havasızlığa çare bulmuştu.
"Evet bundan dolayı bu kadar eski ve tozlu. Bizi epey uğraştıracak gibi." dedikten sonra elimde tuttuğum temizlik beziyle önce boşalttığım rafı temizledim güzelce. Hemen ardından da kuru bezle anında kuruladım. Kuleye iş yapmak için gelmiş olmalıyım!
Ve sonra arkama dönüp önümde olan masada duran belgelerin tozunu alıp sırayla yerleştirmeye başladım. İlk raf bitti kaldı geriye diğer raflar. Ah pertim çıkacaktı. Dinlenmek bana haramdı haram.
"Elimde duran belge içinde bir harita var." diye yüksek sesle konuşunca Victoria anında ona doğru döndüm. Sesi içeride hafif bir yankı yapmıştı. Birkaç metre ileride olan elindeki birden fazla olan belgeleri rafta yerleştirdi ve sol elinde tuttuğu bir belgeyi alıp içine bakmaya başladı.
"Nerenin haritası peki ?" der demez yüksek sesle direk cevapladı beni.
"Buradan uzakta olan krallıkların haritası. Ve hiçbirine gitmiş değilim sadece ismen biliyorum." dedi. Elinde tuttuğu belgeden çektiği bakışlarını bana çevirdi şimdi belgeye değil bana bakıyordu. Benden bir cevap bekliyordu. Gözlerimi kısrak bir süre sessiz sessiz düşündüm. Yani bunu değerlendirmek lazım aslında.
"İçindeki haritaları al yanında bulunsun. Bir ara o krallıkları ziyaret ederiz.. Sonra tekrar eski yerine koyarız haritaları. "diyerek cümlemi tamamlayınca Victoria 'nın yüzünde bir tebessüm oluşmasını sağladım.
" Bir an susunca senin akıllandığını sandım. Bu bir deneme sorusuydu ve bu sınavı geçtin. "diye bir çocuğunun yaptığı şeyden övünen ebeveyn gibi beni takdir etti. Onun bu davranışını Varisler şaşırarak karşıladı. Ben ise sen iflah olmazsın kızım diyerek konuştum. Sadece şımarık bir edayla bir omzunu silkti.
Varislerin bizim bir kaçık olduğumuzu düşündüğünden emindim. Ne yapalım körler sağırlar birbirini ağırlar. Bizim durumumuz da bunda ibaretti. Huylu huyundan vazgeçmez. Eh bizde artık böyle geldik böyle gideceğiz. Neden değişelim ki. Bize alışmaya baksınlar bence en kolayı bu. Ya da görmezden gelsinler bu da başka bir önerim.
"Sizler hiç mi ders almıyorsunuz?" diye soran Nehar 'a anında omuzlarımı silkerek cevap verdim.
"Alıyoruz ama aldığımız ders bir daha aynı hataya düşmemek için alınan dersler yoksa hala yaptıklarımızdan memnunuz." Ben bunları söyleyince Victoria tiz bir kahkaha attı.
Bir an Nehar' ın gözlerinde bizim bir hasta olduğumuzu düşen ifadesini yakaladım. Hatta bundan dolayı endişesi bir süre bakışlarında yer edindi sonrasında kayboldu.
Sadece önüme dönüp devam ettim rafı düzeltmeye.
Saatler sonra.....
"Bence burada bir yangın çıkartalım bu sayede temizlemek için bir arşiv odası olmaz." Evet bunu diyen Dehri 'ydi. Tabi beyefendi için en kolay çözüm ondan kaynaklanan bir alevden çıkacak olan yangındı.
"Sakın aman dikkat et bu sefer sürgüne gideriz." diye uyardı Dehri' yi, Nehar.
"Siz bilirsiniz istediğiniz an yangını çıkartırım." diye bir de söylemiyor mu? Çıldıracağım. Biz artık sorun olmasın diye çabalarken, beyefendinin başka planlar yapıp bu çabamızı mahvetmek istemesine ne demeli!
"Lütfen beyler buradan çıkana kadar bir belaya bulaşmayalım çünkü sicilimiz fazlasıyla kabarık bir yenisi bizim için kötü olur." diye uyardım rafı silmeye devam ederken.
Uyarımı ne kadar dikkate aldılar bilmem ama sessiz kaldılar. Umarım bu sessizlik evet haklısın anlamındadır. Yoksa bu sefer nasıl bir savunmayla kendimizi savunuruz bilemiyorum. Sesli bir nefes verip temizlemeye devam ettim.
Elimdeki temizlik bezini bırakıp masaya bırakmış olduğum belgeleri alıp rafa yerleştirmek için yana döneceğim an dosyadan bir zarf düştü.
Bakışlarım diğerlerine çevrildi kendi işlerine yoğunlaşmışlardı. Eğilip düşen zarfı yerden alıp zarfın dış yüzeyini inceledim. Dış yüzeyinde bir şey yazmıyordu. Belgeleri sol kolumda sabitleyip arkamı bizimkilere dönüp zarfı açmak için sessiz bir şekilde parmaklarımla zarfı açtım. Daha önce açıldığı için bir yırtılma sesi duymayacaklardı buradakiler. Zarfın içerisinde olan kağıdı çıkartıp açtım.
Kağıtta yazan bir veda mektubuydu.
Hızla okumaya çalıştım. Bir sevgiliye yazılan mektuptu. Daha çok özür dilemek için yazılmış bir mektuptu elimde tuttuğum. Okumayı bitirdikten sonra kimin yazdığına bakmak istedim ama bir isim yoktu. İsimsiz bir mektuptu. Zarfın içerisine yerleştirdim ve zarfıda içinden düştüğü belgenin içerisine koydum. Belgeleri yerine koyduktan sonra bir alt rafa geçtim.
Burası yaşanmışlıkların olduğu tozlu sayfalar gibiydi. Burada çok şey vardı. Bakalım daha neler görecektim. Sırayla ilk dolabın raflarını temizlemiş ve bana ayrılan kısımda bulunan diğer dolabın raflarını temizlemeye geçmiştim.
Bu temizlik yaptığım dolabın raflarında daha çok siyasi anlamda olan belgeler mevcuttu. Hepsi birçok savaştan sonra yapılan anlaşmaları içeriyordu. Bu dolabıda temizledikten sonra diğer dolaba geçtim. En üst rafı boşaltıp belgeleri arkamda duran küçük masaya bıraktım.
Bu belgelerde eğitmenlerle ilgili bilgileri içeriyordu. Ve çok fazlaydı bu dosyalar. Sayamadığım kadar eğitmenleri içeren bilgiler yer alıyordu bu dosyalarda. Ve buradan bir bilgi edinmeyeceğimi anlayınca belgeleri yerine koyup son rafı da temizleyip diğer bir sırada olan dolaba geçtim. Varisleri ve Victoria' yı kontrol ettiğimde hepsinin yaptıkları işlere yoğunlaşmış olduğunu gördüm.
Hepsi harıl harıl temizlik yapıyordu. Hayatta bazı iyi şeyler beni buluyordu. Dolabın en üst rafına geçince buradaki dosyaların bir kara büyüyle korunduğunu hissettim. İçindeki neydi ki bu kadar önem taşımaktaydı? Birkaç kara büyüyü bozma büyüsü yaptım ama hiçbir şekilde kara büyüyü bozamadım.
"Deneme Emira!" diye uyarırcasına konuşan sesi duyunca anında arkama döndüm elimdeki belgelerle.
Victoria bana tek kaşını kaldırmış bir şekilde bakıyordu. Ama ruhundaki korkuyu hissettim. Gizli mahzenden korkuyla dışarı kaçınmıştı gün yüzüne çıkmasını istemediği korkuları.
"Bu ne belgeleri ki kara büyüyle korunuyor?" diye merakla sordum. Ama Victoria sorumu es geçip bana doğru ilerledi. Elimde tuttuğum belgeleri elimden alıp direk temizlenmiş olan rafa yerleştirdi.
"Sen benim bölümüme geç ben burayı temizlerim." diye çatarak konuştu bana karşı. Hiçbir şey yapmadığım halde neydi bu öfkesi. Bana bir kere bile bakmadan belgeleri yerleştiriyordu rafı sildikten sonra. Ona doğru bir adım attım. Sağ elimi omuzuna yerleştirdim.
" Neden birden öfkelendiğini öğrenebilir miyim?" dedim kısık sesle sorarken halbuki hiçbir şey yapmamıştım sinirlenmesi için.
"Sadece bu belgelerin içinde olanlar tehlikeli ve az önce kara büyüyü bozmaya çalıştığını gördüm. İçinde ne varsa var deşme Emira. Buradakiler senin işine yarayacak şeyler değil. Bunlar karanlık ruhlarla ilgili. Lütfen uzak dur durabildiğin kadar." diyince pürüzlü sesiyle anında anladım sinirinin sesine yansıdığını.
Geçmişte karanlık ruhların nasıl bir katliamı olmuştu? Büyük olduğu kesin çünkü büyük bir etkisi olmuş. Nefes alıp Victoria 'nın bana doğru dönmesini sağladım. Bana döneceği an anında fark ettim, gözyaşlarını ben fark etmeyeyim diye gizliden silmeye çalıştı. Ama kaçmadı benden. Üzerindeki hakimiyeti hala vardı o katliamın.
" Victoria bak öfkeni yatıştır. Sakin ol bedenin kas katı şu an. Sakinleş derin derin nefesler alıp ver." bunları diyince kasıldığının o an farkına vardı. Dediklerimi uygulamaya çalıştı o an.
"Ve bırak ben bu dolabı temizleyeyim belgeleri eline alınca bile kasıldın. Zorlama kendini. Ben hiçbirini kurcalamadan bu dolabı temizleyip diğerine geçeceğim tamam mı?" diye önerince ilk başta kararsız bakışlarla bana bakmaya başladı hemen ardından ise sözlerimde kararlı olduğumu anlayınca usulca kafasını sallayıp yanımdan uzaklaşıp kendi alanına doğru ilerledi.
Ben ise ona verdiğim sözü yerine getirmek için acele acele rafları temizleyip belgeleri raflara yerleştirdim. Bu kısım bitince diğer kısma geçtim. Bana ayrılmış olan alanın son kalan kısmına. Zordu ama belli bir bölümü bana ait olduğundan çok zaman almadan bitirip diğer dolaba geçiyordum.
"Biraz dinlenelim bence millet!" diye bağıran sesi duyunca arkama dönüp baktım. Nehar arşiv odasının ortasında durmuş bize hitaben konuşuyordu.
"Evet yoruldum." diye anında sızlandı şikâyetçilik simgesi Dehri. Önünde durduğu dolabın önünden çekilip Nehar 'ın yanına doğru ilerledi. Nehar' ın yanına varınca sağ elini Nehar 'ın omzuna yerleştirdiği gibi konuşmasına devam etti. "Benim gibi asilzade bir Lordun temizlik yaptığı nerede görülmüş bünyeme ters." diye konuştuğunda Nehar sol dirseğini Dehri' in karnına sertçe geçirdi.
"Mızmızlanma bir kerede oğlum!" diye uyarınca Nehar anında suspus oldu Dehri.
"Pekala birkaç dakika dinlenmek iyi olur hepimiz için." diye konuşan kişi Kavi 'ydi. Olduğu yerden hareketlenip oda Dehri gibi Nehar' ın yanına doğru ilerledi. Üçü yan yana durmuş ve arşive kısaca bakınıp duruyordular. Enfal'de zaman kaybetmeden onların yanına geldi. Ben ise bir yandan onlara bakarken bir yandan da son kalan rafı temizleyip duruyordum. Bu temizlik yaptığım dolapta birden fazla ayin için kitaplar hatta belgeler vardı. Ve hepsi de unutulmaya yüz tutmuş ayinlerdi.
Rafı temizledim ve bende onların yanına gireceğim an birden yere bir kağıt parçası düştü. Yere eğilip kağıdı elimin arasına aldığım gibi onu yerine koyacağım an sayfasının kenarını görünce bırakmaktan vazgeçtim. Kağıdı açıp üstünde yazılan şeyleri incelemeye hatta okumaya başladım. Bir yuvarlak vardı kağıdın üzerinde ve ve bu yuvarlak daire bir pizza gibi bölünmüştü. 6 dilim şeklinde bölünen daireye baktım.
Dairenin kenarında bir büyü sözü vardı. Ve dairenin tam ortasında ise bir imge bulunuyordu. İmge tam olarak bir adak gibi bir şeydi çünkü bu kağıdın köşesinde bu ortaya konulan şeyin bir adak olduğu belirtilmişti.
Ve yazılan küçük notta her bir çizgi sonunda bir kişi olunmalı bu sayede ayin tam olarak yapılır yazıyordu. Burada sadece bir kişinin değil birçok kişinin ruhuyla bütünleşme olacağı bildirilmişti. Ayinin yapılışı çok zor da değildi. Şimdiden tüm hislerimin uyandığını hissettim. Ah kana susamış bir vahşi canlı gibi bu ayini yapmak istiyordu tüm hücrelerim. Beynim bunun için sinyaller verip duruyordu.
Hadi ama bu ayini yapmazsam içimde kalırdı bir kere. Bu normal bir ayin değildi. Birinin ruhunu çalmıyorsunuz bu ayinle birinin ya da birilerinin bedenlerine girebiliyorsunuz. Ve bu fırsatı tepmek aptalca olurdu. Sesli bir şekilde öksürüp dikkatleri üzerine çektim.
"Ah aslında bakarsanız başlarda bir belayla muhatap olmayalım diyordum ama —" cümlemi tamamlamadan elimde tuttuğum belgeyi onlara doğru çevirip elimde hafifçe sağa sola çevirdim. Onlar ise ne demek istediğimi anlamaya çalışıyordu. Bir adım öne gelerek düşüncelerimi dile getirdim.
" Şimdi elimde tuttuğum bu belge bir ayin belgesi. Ve normal bir ruhu değil bir bedene girmeyi sağlıyor ve ben ucunda ölüm bile olsa bu ayini denemek istiyorum. Lütfen hayır demeyin. Burada çürümeye mahkum edilmiş bari bir kere yapalım sonra ise bırakırız eski yerine. "diye istekle konuştum. Bu isteğimi kabul etmelerini isteyen bir ısrarla. Sadece baktılar. Ama ben bir tepki vermelerini istiyordum oysaki.
" Bir şey desenize! "diyince anında hepsi bir adım arkaya gittiler. Ne? İstemiyorlar mı? Ama ben umutlanmıştım bir kere, neden yapmak istemiyorlar ki? Elim yavaşça aşağı doğru düştü.
" Ben yapmak isterseniz diye düşünmüştüm. Pekala o zaman... "diye yarım kaldı cümlem ve arkama dönüp elimde tuttuğum belgeyi düştüğü yere koymak için bir adım dolaba doğru adımladım.
" Emin misiniz? "diyen sesini duydum Kavi 'nin
" Yani benimde yapasım geldi. "diye çekingen bir şekilde konuştu Enfal.
" Benim önerim daha iyiydi! "diyerek kendini savundu Dehri. Haspam dediği şey arşivi yakmak. Bir kuleyi ateşe vermediğimiz kalmıştı.
" Ben hala yapmayalım kararındayım. Ama çoğunluk neyse o. "diye tasnif etmeyen sesle konuştu Nehar.
Arkama dönüp onlara baktım.
" Victoria sen konuşma çünkü ne demiştik birlikte yapacağız her şeyi ya birlikte batacağız ya da birlikte çıkacağız. Bugün batma günü. "diye neredeyse mutlulukla konuştum.
Ah kim olmak istediğimi buldum. Ve onu rezil edecektim. Ve bunu kimseye belli etmeyecektim. Buradaki bedenlerimiz işleri yaparken bizlerin ruhu istediğimiz kişilerin bedenlerinde biraz eğlenceye doyacaktık.
꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷.......... ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷
Hepimiz kabul ettikten sonra ayini yapmak için daire oluşturduk. Kim kimin bedeninde olacaktı onu ayini yapmaya başlayınca sesli bir şekilde söyleyecektik. Israrlarımın sonunda hepsi kabul etmişti ayini. Hemen zaman kaybetmeden anında elimde bulunan kağıtta yazılanları harfi harfine yapmaya koyulduk.
Öncelikle ilk yaptığımız şey istenilen daireyi oluşturmaktı. Daireyi Dehri 'in zararsız olan ateş çemberiyle oluşturmuştuk. Ve bizlerde dairenin parçalara ayrılmış kısımlarına geçmiştik. Dairenin içinde parçalarının üzerinde bulunuyorduk.
İlk dairenin başında duran kişi Kavi, Enfal, Nehar, Dehri, Victoria ve en sonunda ben bulunuyordum. İlk adımı yerine getirdikten sonra diğer işleme geçmiştik. Adak bölümüne 6 kişi bir şey belirleyip o şeyi adak adamalıydık.
"Adak olarak ne düşünüyorsunuz?" diye sorumu yönelttim. Ben kararsızdım çünkü.
"Bir obje olabilir mi?" diyince Nehar anında olur kanaatindeydim. Çünkü adak konusu bize bırakılmıştı. Ben dairenin etrafında dizilmiş bizimkileri incelerken Victoria olduğu yerde hafifçe kıpırdadı. Hareleri tedirgindi.
"Victoria sorun ne?" diyerek sıkıntısını bizlere söylemesini bekledim. Solukları yavaşladı. Gerilediği anlarda olduğu gibi parmaklarıyla oyalanıp duruyordu. Bakışları zaten dalıp gitmişti dairenin içinde olan adak bölümü üzerinde.
Sorumu ilk başta yanıltmadı. Belki de duymamıştı. Ama tekrar ismini zikredince anında bakışları beni buldu.
"Bu ayini daha önce de yapan oldu. Sonuçları kötü sonuçlanmadı ama vereceğimiz adak ona yetebilir seviyede olmalı yoksa ayin gerçekleşmez." diye sıkıntıyla konuştu. Gerilmesini sağlayan neden buydu.
"Peki daha önceki ayinlerde adak olarak ne sunuldu?" Bu soruyu soran Kavi 'ydi. Victoria' nın endişeli bakışları benden çekilip Kavi 'ye çevrildi.
"Bu ayin üç kere yapıldı. İlk adak yapanların arasında olan birinin sevgili hayvan dostuydu. Bu bir şahindi. İkinci adakta yapılan ayinde sunulan ise bir insanın ruhu. Üçüncüsünde ise hepsi kendi ruhlarını sundular." dedi kısık sesle son cümlesini söylediği anda etrafta gergin bir sessizlik oluştu.
" Bunu bilmemiz iyi oldu. "dedim. Anında hepsi bana baktı." O halde ben adağı buldum. "dedim ve gözlerimi adak kısmına çevirdim. Ve şunları söyledim.
" Adak olarak en mutlu olduğum anı sunuyorum. Ve bunu sunduktan sonra bir daha o anı hatırlamayacağım. Adağımı kabul et. "
Dediğim anda zihnimde bir patlama oldu. Darbelerle zihnim parçalara ayrıldı. Sonra tüm parçaların yavaşça birbirine uzantısını hissettim. Ve sonra her dağılan parça bir araya geldi sanki hiç parçalara ayrılmamış gibi. Zihnimde varlığını kısa sürdüren ağrı sonunda durdu.
"Adağı sunduğum göre şimdi herkes olmak istediği kişinin ismini sesli bir şekilde söylesin." diyerek dağılan dikkatleri üzerime tekrar çektim.
Bir süre konuşmadılar ama sonra ilk istediği kişiyi söyleyen Dehri oldu.
"Arın bey olmak istiyorum." dedi ve o sözlerini tamamlar tamamlamaz anında ruhu bedeninden çıktı ve uzaklaştı.
"Pekala ilk kişi Arın hoca. Sıradaki devam etsin." diyerek söz hakkını verdim sıradakine.
"Ahlas beyin bedeninde olmak istiyorum." dedi Enfal.
"Rauf beyin bedeninde olmak istiyorum." dedi Kavi.
"Loya hanımın bedeninde olmak istiyorum." dedi Victoria.
"Turul beyin bedeninde olmak istiyorum." dedi Nehar.
Hepsi söyledikleri anda istedikleri bedenle buluştu ruhları. Bedenleri ise hala sanki ruhları içerisindeymiş gibi canlıydı.
"O halde bende Serra'nın bedeninde olmak istiyorum." diyerek ayini tamamladım.
Bizden sonra bedenlerimiz kaldıkları işleri yapacaktı. Hiçbir şey olmamış gibi. Ve içinde olduğumuz bedenler ise ertesi gün bunun farkında olacaktı ama bunları kendilerinin yaptığını düşüncekti.
Ve diğer gün sabahında ise hiçbir şeyin farkında olmayacaktı kimse. Zaten bizde ortalıkta olacağımız için bizden şüphe duymayacaktı kimse. Yani bu sefer başımız belaya girmeyecekti. Ve bir sorun oluştuğunda ilk akla gelen biz olmayacağız.
Gözlerimi açtığımda ilk nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Odadaydım. Ve bu oda hiç sevmediğim kişinin odasıydı. Etrafta gözlerimi gezdirdim. En son ben bedenine girmeden önce ayna karşısında duruyor olmalı ki bende aynanın karşısında bulmuştum kendimi.
İçinde olduğum bedenden fazla nefret ediyorum. Evet kimin bedenindeyim tabii ki . Serra! Söylerken bile tüylerim diken diken oldu ama yapacağım şeyleri hayal edince içim mutlulukla dolup taşıyordu. Ah biraz bana verdiği rahatsızlıklardan ötürü onu seçmiştim.
Ona öyle bir sorunla karşı karşıya bırakacaktım ki. Utancından birkaç gün odasından dışarı çıkmasını engelleyecek ve sonra bu sorundan da kurtulup Ahrar 'la olan planımı devreye koyacağım. Ah bir taşla iki kuş vurmuş olacaktım. Her türlü iki yandan kazançlı olacaktım.
Evet şimdi biraz çirkin giyineyim de rezil olsun. Serra' nın dolabının olduğu alana doğru ilerledim ve dolabı açarak içinde olan kıyafetlerden en absürt olan rengi seçtim. İki renkli bir elbise buldum. Elbiseyi alıp yukarı kaldırıp baktım. Bunu nasıl ve nerede giymeyi düşünüyordu acaba? Neyse bugüne kısmetmiş.
Anında kıyafeti giymek için kabinin arkasına geçip kıyafetlimi çıkartıp seçtiğim kıyafeti üzerime geçirip kabineden çıkarak ayna karşısına geçtim. Aynada kendime bakınca yani teorik olarak Serra 'ya bakıyorum. İğrenç bir tiksinti duyuyordum. Neyse dayan dayan sadece bir günlüğüne katlanacaksın ! Ve hemen normal yapmış olduğu makyajı silip direk abartılı bir makyaj yapmaya başladım. Makyaj aletlerini karıştırıp içinde ruj aramaya başladım. Birkaç ruju buldum ama pastel tonlarda olduğu için geri bıraktım.
Kırmızı bir patlak ruj bulduğum gibi anında rujun kapağını açıp dudağıma sürmeye başladım. Kırmızı ruju sürüp hemen ardından göz kapaklarıma far sürmek istediğim için mor bir far arayışına girdim. Mor farını bulduktan sonra anında farı sürdüm göz kapaklarıma. Yanaklarıma allık sürdükten sonra aynada bir kendime bakınca yani fazla göz ağrıttığı kanaatine varınca hazır olduğumu anladım. Eh bakalım nasıl bir macera beni bekliyor?
Odadan çıkmak için harekete geçtim. Serra 'yı çok iyi gözlemlediğim için nasıl bir yürüyüşle yürüdüğünü biliyorum. Anında yürüyüşünü takip ederek belirlediğim rotaya doğru ilerledim. Odadan çıktıktan sonra ilerlediğim koridorda herkesin tuhaf bakışlarıyla karşılaşıyordum. Koridorda ilerlerken çalışanların şaşkınlık dolu bakışlarını görünce doğru yolda olduğumu hissediyorum.
Ahrar'ın çalışma odasının olduğu kata doğru ilerledim. Bakalım neler olacaktı? Beni tanımaması için uğraşacaktım ama tanısada pek üzülmezdim. Odasının önüne gelince yavaşça kapıyı çaldım. Gir komutunu duyunca anında kapıyı usulca açıp içeri girdim.
Tam karşımda olan masada belgelerin içine gömülü halde gördüm onu. Ah bu adam bir günde beni şaşırtsın! Hep çalışıyor hep! Kapıyı açıp içeri giren kişiye bakmadı bile . Serra' nın geleceğini tahmin mi ediyordu? Anında bunu düşününce kaşlarım çatılı hale geldi. Bu kadar mı tanıyordu Serra 'yı? Açık vermeden içeri girip ardımdan kapıyı kapattım.
Hala önünde duran belgeleri inceliyordu. Bir adım atıp öylece durdum. Bakmayacak gibiydi. Ben ne yaparsam bakar diye düşünürken bakışları gelişi güzel önünde duran belgelerden çekildi ve olduğum tarafa baktı. Ah sonunda görmüştü. Bakışları beni yani Serra 'yı bulup tekrar önüne döndü ama anında jet hızıyla tekrar bana baktı. Elinde tuttuğu kalem belgenin üzerine düştü. Sanırım bu halde Serra' yı görmeyi beklemiyordu. İstediğim şeye ulaşmış bir zaferle dolup taştım.
"Serra?" anında kaşları kavislendi. Bir anda sağ eli başına giderek ensesine dokunup ensesini sıvazladı. Ardından ne diyeceğini bilmeyen bir ifadeyle bakmaya devam etti. Sanırım anlamaya çalışıyor gibiydi şu an ki durumu. Sonunda konuşabildiği anda kelimeleri hayret dolu bir sesle ortamda yankı buldu.
"Bu— bu ne hal?" dedi hala devam eden şaşkınlığıyla. Tepkisini hiç bir detayını kaçırmadan izledim. Ah şu hali çok tatlıydı. Onu nadir zamanlarda bu kadar şaşkın görebiliştim. Çoğu zaman daha çok suratsız bir Ahrar 'la karşılaşıyorum. Neyse kendine gel Emria amacından sapma .
"Ne varmış halimde?" dedim Serra 'nın o iğrenç tınısıyla. Konuşmak çok zordu. Acaba yazarak mı konuşsak ?
"Tuhaf görünüyorsun?" dedi şapşal şapşal. Bu haline gülmek çok istedim ama kendimi tutarak ellerimle Serra' yı gösterdim. Yani bir açıdan kendimi.
"Her zamanki halim. Bugün biraz daha farklı bir tarzı denedim ondan. Yoksa bence çok güzel görünüyorum. Değil mi?" diye onu zorlayacak bir soru sordum. Bakalım ne diyecek?
İlk anda ne demeli diye düşündü ama sonrasında cevapladı.
"Kötü değil ama bence eski tarzın daha iyi." dedi gözleriyle bir vahşeti izler gibi. İstediğim de buydu zaten. Tamda olması gereken şeyi oldurtmuştum. Omuz silkerek ona doğru ilerledim. Masanın yanına gelince ona bakışlarımı sabitledim. Ahrar ise bakışlarını önüne çoktan çevirmiş ve kaldığı yerden devam etti çalışmasına. Demek oluyor ki pekte Serra 'yla meşgul olmuyor. İşime gelir.
Sağ elimi masanın üzerine yerleştirip hafif bir ritim tuttum. İlk başlarda Ahrar pek umursamadı ama sonra rahatsız etmeye başladığı için yani profilinden görebildiğim kadarıyla kaşlarını çatmıştı. Anlı hafif kırışmış her zaman olduğu gibi sinirli olduğu anlarda sinirini yenmek için derin bir nefes alıp verirdi, bundan dolayı hafif aralık dudaklarından nefesini usulca veriyor, sakin kalmak için uğraş veriyordu. Çabuk sinirlenen bir yapısının olduğunu bilirdim. Ama sanki şu an Serra 'nın varlığına katlanmak istemiyor gibi görünüyordu.
"Hep çalışıyorsun. Biraz dışarıda yürüyüş yapalım mı?" dediğimde elinde tuttuğu kalemi sıkıca tutmaya başladığını fark ettim. Hım kızmış olabilir miydi? Anında gülümsememi durdurmak için sağ elim burnuma doğru uzandı ve hafifçe burun ucumu kaşıdım. Ahrar ise sımsıkı tuttuğu kalemle hala yazmaya devam etti. Olduğum yerden hareketlenerek Ahrar 'ın arkasına doğru ilerledim ve arkasına geçince iki elimi omzuna yerleştirdim. Anında hızla kasıldığını fark ettim. Ve hemen öne doğru çekti bedenini.
Ahrar bedenini çekerken ellerim boşluğa düştü. Hım artı puan kazandı bile. İlk işlem tamamdır. Demektir ki bu tür yakınlaşması olduğu anda bunu yapmaktan çekinmiyor Serra 'ya karşı. Beni görmeyeceğini bildiğim için bu sefer gülümsememi saklamadım. Ama bakalım Serra sınırı aşarsa haddinden fazla Ahrar nasıl bir tepki verecek?
Bu sefer de arkasından çekilip ona yakın olacak şekilde masanın üzerine oturup bakışlarımı ona çevirdim. Hala bakışları önünde duran belgelerdeydi.
"Rahatsız mı ettim?" diyince aniden sırtını sandalyeye yasladı ve öfkeli bir soluk verdi. Bakışlarında bariz bir tahammülsüzlük vardı. Lacivert harelerinde olan sessiz ama yıkım getiren soğukluğu gördüm. Duygusuz bakışları bana çevrildi.
"Sadece yalnız kalmak istiyorum. Biliyorsun Serra çalışırken rahatsız edilmeyi sevmiyorum." dedi bıkkınlıkla. Kollarını masanın üstünden çekti ve sandalyenin iki tarafına yerleştirdi.
"Sıkıldım. Biraz zaman geçirelim diye geldim. Artık bu kulede olmak beni rahatsız ediyor farkında mısın?" diyerek nasıl bir tepki vereceğini gözlemledim. Anında anlı kırıştı ve başını hafifçe yana eğerek baktı bana.
"Biliyorum ama dayan az kaldı sonra gideceğiz buradan." diyince içimde küçük bir acının filizleri topraktan dışarı doğru çıkarak yeşerdi.
"Ama gidene kadar da olsa burada tek başıma bir şeyler yapmak istemiyorum. Biraz ara ver ve dışarıda bahçede ya da bilmem ama kulenin dışında vakit geçirelim." diye fikrimi beyan edince bir müddet baktı bana sonra ise kabullenmişlikle başını salladı. Anında gözlerimin ışıldadığını hissettim. Ahrar 'da bunu görmüş olmalıydı ama o tepkisiz kalarak sadece olduğu yerde durdu. Sonra ben masadan doğrulunca Ahrar' da masada olan belgeleri toplayıp yerinden doğruldu.
Yanıma gelince beraber odadan dışarı çıkıp arka bahçeye gitmek için koridorda ilerledik. Benim odamın olduğu koridora gelince Ahrar 'ın aniden tüm dikkati odamın kapısına çevrildi.
"Odasında değil." diye kısaca konuştuğum anda başını bana doğru çevirdi. Ama şaşırmıştıda. Neden acaba? Soramıyorum da!
"Sen nereden biliyorsun Serra?" diye sorgularcasına konuşunca anında normal bir şey söylüyor edasıyla saçlarımı geriye atıp konuştum.
"Koridorda odana gelirken şu onun arkadaşı olan hizmetçisi yanındaki hizmetçiyle konuşurken duydum." dedim iğneleyici bir uslubla. Ah Mera affet demeseydim kesin anlardı Ahrar Serra olmadığımı.
"Nerede şu an peki biliyor musun?" diyerek sesindeki o merakı saklamaya çalıştı ama anında bunu fark etmiştim.
"Ceza almış sanırım yine bir belaya sebep olmuş olmalı." dedim ve onun nasıl bir ne tavır sergileyeceğini merak ettiğim için sınırı aştım. Beni affet kendim.
"O şımarık prenses —" dedim prenses kelimesine baskı yaparken ama sesimdeki sahte nefretide eksik etmedim. "Kulenin altında olan arşiv odasını temizliyormuş. Cezası buydu dediğine göre o hizmetçinin." dedikten sonra vereceği tepkiyi görmek için bakışlarım onu buldu.
Bir şey düşünüp taşındığı belliydi. Kaşları biraz daha çatılmış sinirli nefesler alıp veriyordu. Bunu hızlı inip çıkan omuzlarından fark ettim. Neye kızdı ki?
" Başını belaya sokmadan durmuyor ki!" dedi ama bunu kendi kendine söylemişti. Duymayacağımı sandığı için homurdanıp durdu. Ama onu zar zor duydum tabi ki duyduğumu belli etmedim. O sırada ise çoktan odamın olduğu koridordan uzaklaşmış diğer koridora sapmıştık.
"Hak ediyor ne başına geliyorsa." sınırları daha da zorladım. Bakalım nereye varacak bu sohbetin sonu?
"Hayır." diye karşı çıkınca aniden yürümeyi bıraktım ve Ahrar 'a çevirdim bakışlarımı. Ona ne dedin anlamadım dercesine baktım. Tek kaşım çatılmış cevap vermesini bekledim.
"Yani ağır bir ceza olmuş demek istedim." diye lafı çevirdi. Bakışlarımı önüme çekip yürümeye devam ettim.
"Daha ağır bir cezayı hak ediyor." dedim ve sustum. Sonra sessiz bir şekilde arka bahçeye gelince kapıdan çıkarken Ahrar 'ın koluna girdim. Kolunu çekmek ve çekmemek arasında kalmışken bahçede birkaç kişi olduğu için anında tepki vermedi yaptığım şeye. Eh bende aldığım bu cesareti değerlendirdim. Sol kolum onun sağ koluna yerleşmişken sağ elimi de sağ kolunun üzerine yerleştirdim.
Rahatız olduğunu anladım. Acaba bunu benim yaptığımı bilseydi yine de rahatsız olur muydu? Yoksa herkese olan genel tavrı mı?
"Susulacak zaman değil konuş benimle." Ahrar da diyemiyorum belki de anlar diye.
"Ne dememi istiyorsun?" diye kestirip attı sorumu. Çok soğuk davranınca anımda şaşırdım. Ben yakın olduklarını düşünüyordum şu ana kadar. Fakat Ahrar, Serra 'ya tezat çok soğuktu.
"Buradaki tek yakınım sensin farkında mısın? Ama sadece zaman geçirmek istiyorum seninle sen ise soğuk davranıyorsun!" diye sahteden kızmış gibi yaptım.
"Tamam. Hatalıyım. Sadece biraz sinirliyim o kadar." diyince anında sinirinin sebebini merak ettim.
"Peki tamam bunun için aramızda soğukluk olmasın." diyerek konuyu dağıtmak için başka konu açtım. "Bu akşam senin odanda yemek yiyelim mi?" diye öneride bulunarak ne diyeceğini bekledim. Bakışları beni buldu. Lacivert irisleri sözlerimdeki gölgeleri silip atarak altında yatan gerçek amacı öğrenmeye çalıştı.
Başını olmaz derecesinde iki yana salladı.
" Neden? "diyerek üstüne gittim. Başını önüne çevirdi.
" Geçen seferki gibi bir olay yaşamak istemiyorum. Geceleri odama gelme bir daha. "dedi son cümleyi zar zor söylerken . Peki Serra ne yapmıştı?
"Benden rahatsız mı oluyorsun?" dedim konuyu anlamaya çalışarak.
"Hayır. Bak Serra ileri gidiyorsun. Ve tökezlemeni istemiyorum. İyiliğin için bırak ben halledeyim bu olayı." dedi itiraz istemeyen sesle. Mimikleri kıpırdamıyordu.
Düz ifadesiz suratıyla bakıyordu bana. İrisleri bir gölgenin ışığı hükmetmek istemesi gibi onun kararına uymamı, ondan bağımsız olmamamı istiyordu. Dik başlı olmak ve olmamak arasında gidip geldim ama sadece başımı salladım. Ben başımı sallarken onun gerilen bedeninin gevşediğine şahit oldum. İtiraz etmemi bekliyor olmalıydı ki vermiş olduğum cevabın ondaki hükmümü gördüm.
"Senin dediğin gibi olsun ama sonuçları ağır olursa bil ki bunu senden bilirim." diye yalandan sinirle konuştum. Umarım dozu kaçırmadım. Bilmediğim bir konu hakkında gereksiz bir tavır sergilediğimin fazlasıyla farkındayım.
"Her şeyin sorumluluğunu ben alacağım ve her şeyin sorumlusu da ben olacağım bizzat. Sen sadece dediklerimden dışarı çıkma." diye uyardı. Evet dememi bekliyor olmalıydı ki bakışlarını üzerime dikti.
"Hım. Peki dediğin gibi olsun." dedim. Biz neyden bahsediyoruz ben hala bir şey anlamadım. Ne sorumluluğu ne sorumlusu? Ahrar ve Serra ne çeviriyordu?
"Peki o halde yürüyüşe devam edelim." diye beni yönlendirdi.
Birkaç dakika boyunca sessiz bir halde yürüdük. Arka bahçeden kulenin dışarısına çıktık.
"Şu ileride olan araziden nefret ediyorum." dedim ve Ahrar 'ın dikkatini kendi üzerime çektim.
"Çünkü o arazi Emira' ya ait de ondan. Onun sevdiği her şeyden nefret ediyorsun." diyince güldüm. Ah güzel bir noktaya ayak bastı. Ama bir yerde hata yaptı. Benim sevdiğim tek bir şeyden nefret etmiyor Serra. O da kuzeni. Ahrar ikimizin ortak noktası. İkmizde senden nefret etmiyoruz.
" Neden güldün?"diye çatık kaşla sordu. Omuz silkip bakışlarımı ileride olan en sevdiğim yerlerden biri olan çiçek arazisine çevirdim.
" Cevapsız kalmaktan nefret ediyorum. "diye aksi bir sesle konuşurken ben birkaç adım onun önüne geçerek bedenimi ona doğru çevirdim ve geri geri yürüyerek onun birkaç adım önünde duruyor konumuna geldim.
" Sadece içimden gülmek geldi. Gülmem senin için sorun mu? "dedim ve güldüm. Hayır dedi sadece. Sonra iki elini ceplerine koyarak yürümeye başladı. Bakışları ara sıra bana çevriliyor düşme olasılığım olursa müdahale edebilmek için.
Sonra ise bakışları etrafta gezip duruyor. Neden ruhunda özlemi hissediyorum? Bir yanı nedense mutlu ama bir yanı kırık eksik gibi. Hüzün tüm ruhunu, bedenini, düşüncelerini hatta zihnini ele geçirmiş gibi. Bazen ondaki o bu anlam veremediğim ruhsal durumunu merak ediyorum. Neler yaşadı? Ve en önemlisi neler onun bu hale gelmesini sağladı?
Sormak istiyorum bir an içinde ama zamanı gelince. Şu an olduğu ruh durumundan çıkmasını istedim. Aklıma gelen şeyle aniden bunu yapmak geldi içimden. Elini aniden tutarak koşmaya başladım. İlk başta elini çekmek istedi. Ama sonra kararsızlığını kenara bıraktığı gibi koşmaya devam etti benimle beraber. Üzerimdeki elbise koşmamı zorluyordu ama umursamadım ve Ahrar 'la olan bu anının tadını çıkarmak istedim.
Ara sıra başımı arkaya çevirip onu izliyordum. Şu an ruhuna şenlik gelmiş gibiydi.
"Daha hızlı... Daha hızlı... Koş... Özgürmüşüz gibi. Tutsak olduğumuz bu hayattan ayrılmış olduğumuzu düşün. Özgürlüğümüze ilerlediğimizi düşün." diye bağırarak koşturup duruyor ve yüksek kahkahalar atıyordum. Birden ayağım takıldı ve Ahrar anında iki eliyle belimden tutarak düşmemi önlemiş oldu. Anında iki elim onun omuzlarına yerleşti.
Ahrar'ın gözlerine bakınca bu bedende olan ruhu görmek istercesine derin derin baktığını gördüm. Güldüm. Her şeyi unutarak. Unutmak için çabalayarak. Başka bir neden olmadığından aslında.
Lacivert irisleri gözlerimle çarpıştı. Büyük bir patlama yaşandı. Ve her her devrildi bir boşluk içine. Tüm sesler sustu o an duyulan tek şey ikimizin hızlı alıp verdiği soluklarımızdı. Aramızda olan mesafeyi azaltmak istedim ama kendime engel olarak doğruldum. Ahrar 'da ben doğrulurken elleri hemen sonra belimden çekildi.
"Teşekkürler." dedim ve derin bir nefes alıp verdim. Anlıma düşen birkaç tutam saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Nasıl hissettirdi?"diyerek söyleyeceği düşüncelerini merak ettim.
" Genelde böyle davranmıyorsun ama böyle olmana aşılabilirim. Daha çok bu tür şeyler yapmak sana göre değil. Şaşırdım. Ama bu yaptırdığın şey iyi geldi. Bunu yapacağını düşünmedim–—"...." Daha çok onun yapacağı şeyler. "diyen sesi zihnimi ele geçirdi. İstemeden de olsa onun bu düşüncesini duydum. Dediği kişi ben olabilir miydim?
" İçimden yapmak geldi birden. Ve yaptım. "diyerek karşılık verdim. Başını peki öyle olsun diye salladı.
" Kuleye dönmem lazım. "dediğinde omuzlarımı düşürdüm. Bu halimi görünce gözlerini kaçırdı ve gülmemek için dudaklarını ısırdı. Gözlerinin içi parıldıyordu. Nadir anlarda lacivert hareleri bu denli yoğun bir renk alırdı.
" Sen git ben birazdan gelirim kuleye. "diyerek bir adım geriye çekildim. Başını tamam anlamında salladı ve geriye doğru dönüp kuleye doğru ilerledi.
Şu an bile ruhundaki o güneş açmış hissi bizzat hissettim tüm varlığımı kuşattı. Hissettiği hissettirdiği duyguları haddinden fazla daha fazla hissediyor yaşıyor gibiydim.
Yarım saat arazide yürüdükten sonra kuleye geri dönmüştüm. Eh odama gidemeyeceğim için Serra 'nın odasına giderek orada birkaç dakika boyunca dinlenmiş ve üzerimi değiştirdikten sonra bizimkileri aramaya koyulmuştum.
İlk durağım Lord Rauf ve Loya hanımın odası olmuştu. Kavi ve Victoria şimdi aynı yerde bulunuyorlardı. Odanın önüne gelince kapıyı çalıp içeri girdim. Bakalım bizimkiler ne alemde? Umuyorum ki bir hata yaparak kendilerini açık etmemeleri. Yoksa bu sefer buradan sürülürdük topluca çünkü yaptığımız şeyi biri öğrense anında biterdik.
Bu yaptığımız en büyük olay olurdu çünkü. Kimse bizi bedenlerine girdiğimiz kişilerin azabından koruyamazdı. Hele ki Turul bey. Beni idam ettirmek için heyet toplardı. Adam zaten benden haz etmiyor. Eline fırsat vermiş olurum böylece. Ama bende elim ayağım boş duracak değil tabii her halükarda bir yolunu bularak o işi lehime çevirecek bir neden bulurdum. İşim bu! Odaya girince odada bir ileri bir geri yürüyen Loya hanımı - yani Victoria 'yı - buldum. Lord Rauf - Kavi -' de odada bulunan sandalyeye oturmuş Victoria 'yı izleyip duruyordu.
"Ne oldu?" sorumu sorana kadar ikisi de geldiğimi daha fark etmemiştiler. Victoria beni görünce gerildi. Neden gerildi ki? Anında Kavi' ye baktı. Kavi ise kararsız bir şekilde bana baktılar. Sanırım Serra 'nın içinde olduğumu bilmiyordular. Yapmış olduğum zihin bağıyla ben olduğumu söyledim. Anında ikisi de rahatladı.
Anında Victoria bana doğru ilerledi. Karşıma geçip iki elini omzuma yerleştirdi.
"İyi ki geldin." dedi ve korku dolu sesle konuştu. "Batmış olabiliriz. Çünkü Süreyya hanımla karşılaştık odaya gelmeden önce ve bir şeyden bahsetti bende neyden bahsettiğini anlamadığım için onayladım. Sonra iyi olup olmadığımı sordu. Kavi müdahale etmeseydi kesin anlıyordu yaptığımız şeyi. Odaya nasıl geldiğimi bilmiyorum korkudan. "diye panikle konuşunca onu yatıştırmak için konuştum.
Ama o aniden bir adım geriye çekildi ve odada volta atmaya devam etti.
" Sakin ol. Belki de anlamadı olamaz mı? "diyerek bakışlarının bana çevrilmesini sağladım.
" Kimden bahsettiğini biliyor musun? Süreyya hanım. Kadın çok zeki kesin anladı. Yandık resmen. "diye hem konuşuyor hemde odada bir ileri bir geri yürüyüp duruyordu. Odada bulunan diğer boş sandalyeye geçip oturdum. Yanımda olan Kavi 'ye baktım.
" Çok oldu mu? "diyince aniden güldü ve evet dedi. İki kaşım yukarı kavislendi. Victoria bu tür gerginlik anlarında çok geç yatışırdı. Biraz zaman vermek lazım.
" Bu bedende olacağını tahmin etmedim. "diyince Kavi güldüm haline.
Bir sır verir gibi sessiz bir şekilde konuştum.
" Neden şaşırdın bu kulede en nefret ettiğim kişiler kim Turul bey ve Serra. Eh Turul beyin bedeninde olamam onun yerine Serra 'nın bedeninde olmayı tercih ettim. Ama inan ki halimden epey rahatsızım ama mecburen katlanmak zorundayım. Az kaldı bugün döneriz bedenlerimize.
Biz kendi aramızda konuşurken Victoria bir nebze de olsun gerginliğinden sıyrılmaya başarınca yanımıza gelip karşıma geçti.
"Tamda tahmin ettiğim gibi düşündüğüm kişinin içindesin." diyince güldüm bu haline.
"Eh alınacak bir intikamım var Loya hanım." diyince ikisi de güldü. Ne yani böyle bir fırsatı teper miyim? Tabi ki de hayır.
"Eh haydi ben gidip biraz hazırlık yapmalıyım akşama güzel bir sürpriz olabilir." "Serra için." dedim son cümlemi zihin bağında söylerken.
Oturduğum yerden doğrulup kapıya doğru ilerledim. Kapının önüne gelince kapıyı açarak dışarı çıkıp koridorda ilerlemeye başladım.
Merdivenlerin oraya gelince aşağı inmeye başladım. Serra olmak çok sıkıcı. Boş boş dolanmaktan başka bir şeyde yapmıyor da kulede. En iyisi bir uğraş bulayım akşama kadar kös kös oturmam da.
İlk kata indiğimde koridorda olan kişilere kısaca bakıp yürümeye devam ettim. Biraz ileride bir gurubun olduğum koridora doğru geldiğini gördüm. Dersliklerde dersler bitmiş olmalıydı. Ahrar 'ın da zaten bugün bir dersi yoktu. Boş olduğu günlerden biriydi. Karşımda benim hizamda ilerleyen gruba birkaç saniye baktıktan sonra bakışlarımı önüme çevirdim.
Tam grubun yanından geçeceğim anda içlerinden bir kişinin bana seslendiğini duyunca yürümeyi bırakıp omzumun üstünden başımı geriye doğru çevirdim. Kahverengi saçlara sahip minyon bir kız çipil çipil kirpiklerini kırpıp bana garip garip baktı. Bu kızı daha önce görmüştüm aslında birkaç kere Serra 'nın yanında ama yakın değillerdi. Daha çok Serra ara sıra işi düşünce bu kızla konuşuyordu.
"Serra dalgın görünüyorsun? Bir şeyin mi var?" diyerek bu halimi sorguladı.
"Hayır yok neden sordun?" dedim sakince.
"Hiç genelde selam verirdin beni görünce hep ama sanki görmezden geldin beni görünce." diyince anında bedenimi arkaya doğru çevirdim.
"Hayır sadece seni fark etmedim. Kusura bakma yaptığım bilinçli bir şey değildi." dediğim sırada kızın yüzünde bir şaşkınlık belirdi. Dediklerime şaşırmış olmalıydı.
"Şey — Aslında sorun değil." dedi ve gülümsedi tatlı tatlı.
"Gitmem lazım. Kendinize iyi bakın." dedim ve önüme dönerek yürümeye devam ettim. Yürürken de arkamdan Serra iyi mi diye birbirleriyle şaşkınlık içinde konuştular. Sanırım Serra 'nın bu haline şaşırmış olmalıydılar. Serra kolay kolay kimseden ne özür diler ne de hatalı olduğunu kabul eder. Böyle bir karakteri vardı.
Ön bahçeye çıktığımda boş olan bir çardağa ilerledim ve çardağa geçip oturduktan sonra kısaca sessizlik içinde öylece oturup ortamın verdiği huzuru hissetmeye çalıştım. Güneş ışığı bir müddet benim için karanlığa çekilmişti. O gün ışığını bulmam lazımdı. Arayışım benim için zorlu olacaktı. Ama bulacaktım. Her saklı olan elbet bulunurdu.
Benimde temennim buydu. Başımı arkamda olan tahtaya yasladım ve gözlerimi usulca kapadım.
Hislerin beni yönlendirmesine izin verdim. Etrafım renklerle çevrilmişti.
Her renk hakimdi ama en çok ağır basan renk ise beyazdı.
Renk beni bir şeye yönlendiriyordu. Sona. Sonun bendeki görüntüsünü canlandırıyordu. Renklerin dünyamdaki hakimiyetleri yavaşça azalıyordu. Geriye azar azar renkler kalıyordu. En sevdiğim renkler bile beni terk ediyordu. Ben mi ben sadece öylece izliyorum bendeki değişimleri.
O kadar dalmışım ki kendi dünyama aniden zihnimdeki ayak seslerinin koşuşturmacasını duymakta zorlandım. Birileri zihnimin arazisine izinsiz girmişti.
"Sadece özgür olmak istiyorum." Bu sesi duyduğum andan sonra bir kırılma sesi duydum. Bir camın kırılma sesi gibiydi. Sonra ise adım sesleri duydum hemen ardından. Ve sonrasında ise bir açılma sesi. Kapının açlığa kapanması gibiydi.
"Acı beni çekiyor kendine. Ve ona dayanamıyorum." Sesi duyunca her kimse onun ağladığını bundan dolayı sesinin hırıltılı ve içli içli nefes aldığını duydum zihnimdeki boşluğa açılmış kapının ardından. Görüntü yoktu ama diğer her şeyi tüm hislerle hissediyorum.
" Tek kaldım. Hep olduğum gibi. Acılarım bile beni öldüremedi. Üstelik ben bile kendimi öldürmedim. "diye bağırdığını duydum zihnimde. Başımda bir ağrı doğdu o an.
Kimdi bu? Tanımadığım bir kişinin sesine aitti. Acıyan başımdan dolayı gözlerimi açtım. Gözlerimi açınca birden bir sesi bu sefer duydum tam arkamdaki bir yerde.
" Sen de acıyacaksın. Ve sen benden de beter bir şekilde olacak. Ölümle bütün olmak için çıldıracaksın."
Bu acılı ama gerçekçi sesi duyunca anında geriye doğru döndüm. Ama arkamda kimse yoktu boş bir yere bakıp onu görmeye çalışıyorum. Ama arkamda kimse yoktu. Gözlerimi etrafımda gezdirdim. Kimse beni izlemiyordu.
Tam oturduğum yerden kalkacağım an birinin beni izlerken gördüm. 5.katta aralık perdeden bana bakan biri vardı. Ama bu buradaki herhangi biri değildi. Simsiyah biriydi. Sadece ondaki renk gözleriydi. Bu nasıl bir canlıydı? Daha yakından bakmak için ayağa kalktığımda aniden pencereden çekildiğini gördüm.
Gözlerimle 5.katta olan pencerelere teker teker baktım ama hiçbirinde onu bir daha görmedim. Gerçekten artık gerçek anlamda çıldırıyorum sanırım çünkü olmayan şeyleri de görmeye başladım. Esila yaptı diyeceğim ama o daha çok kendini gösterir araya bir aracı koyamaz.
Peki bu da yeni bir düşman mıydı? Peki benden ne istiyordu? Daha olan sorunları çözememişken yenileri ekleniyordu. Ben hangi birini çözecektim? Neye kime yetecektim? Olduğum yerden hareketlenip kulenin içerisine doğru ilerledim. Bu kulenin sınırları içerisinde bana huzur yoktu bunu artık anlamıştım.
Kuleden içeri girince aniden önüme bakmadığım için biriyle çarpıştım. Kime çarptım diye bakacağım an bakışlarım çarptığım bedene çevrildi. Çarptığım kişi Ahlas Beydi. Yani Enfal ile çarpıştım.
Etrafa bakınca kimsenin olmadığını görünce hemen Ahlas beyin yani Enfal 'in kolunu tuttum.
"Benim Enfal." diyerek gerginliğinin bitmesine sebep oldum. Çünkü ona çarptığım anda aniden uzaklaşarak gidecekti. Buna engel oldum ama.
"Sen misin Emira?" dedi fısıltıyla. Ama hala emin olmak istercesine gözlerime bakıyordu.
"Evet ayin sırasında bun bedene geçiş yaptım." diyerek emin olmasını sağladım.
"Ah iyi ki seni buldum. Ne zamandır Süreyya hanımdan kaçışıp duruyorum. Bir mesele için benimle görüşmek istedi. Bir şeyler anlattı, ama anlamadım ne dediğini, bunun için de bir acele işim var diyerek ortamı terk ettim. Şüphelenmiş olabilir ama yanında kalsaydım kesin anlardı, ondan yanımdan uzaklaştım. "dediğinde aceleyle anında soluğumu usulca bıraktım.
Tek Ahlas beyle de değil ki Rauf bey ve Loya hanımlada konuşmak istedi. Acaba ne meselesinden dolayı fikir alışverişi yapıyordu?
" Doğru olanı yaptın. Ama dikkatini çekmiştir çünkü Rauf bey ve Loya hanımın beninde olan Victoria ve Kavi 'de alel acele Süreyya hanımın yanından ayrılmış. Onlara da bu senden istediği fikir beyanını onlardan da istemiş. Yani biraz sıkıntılı bir durumdayız. "dedim kararsızken. Ne yapmalıyım ki?
" Bunu tahmin de edemedik. Şimdi ne olacak? "diye sorunca anında bakışlarımı ona çevirdim. Yüzü gerilmiş solukları hızlanmıştı. Şu an bedeni kas katıydı. Bunun farkında bile değildi. Sıkıntılı bir nefes verip konuştum.
" Akışına bırak. Tekrar sorarsa yani bir araya gelince biraz sıkıntılı olduğunu filan gevele dur. Başka bir zamanda konuşalım de olmaz mı? Şu an başka bir şey önermek saçma olur çünkü amacı ne, ne hakkında konuşmak istiyor sizden bilmiyorum onun için kaçabildiğin kadar kaçmaya çalış. "diyerek elimden gelenin bu olduğunu anlattım. Peki diyerek başını salladı. Sorunlar bitmiyordu ki! Enfal yanımdan ayrılınca bu sefer de Arın hoca yani Dehri 'yi aramaya koyuldum. Bakalım o ne haldeydi?
Odasına gitmiştim. Ama orada yoktu. Çalışma odasına da gitmiştim ama orada da onu bulamadım. Bu adam neredeydi? Dersliklerin olduğu kattan geçerken duyduğum sesle anında bir üst kata çıkmaktan son anda vazgeçip dersliklere doğru ilerledim. Her adım atışımda duyduğum ses daha yakından geliyordu. Koridorun sonuna ulaşamaya yakın kapısı aralık sınıfın önüne gelince adım atmayı bırakıp içeriden gelen sesi dinlemeye başladım. Çünkü Arın yani Dehri yalnız değildi. Sınıfta biri daha vardı.
"Farklı bir şeyler olduğunu düşünüyorum çünkü şu ana kadar Emira çoktan o arşivi temizleyip oradan çıkardı. Bir şeyler olmuş olmalı? Ama ne?" diye düşünceli bir ses duydum ve bu ses çok ama çok tanıdık birine aitti. Beni bir nebze tanıyan birine yani Ahrar 'a.
Dehri nasıl bir cevap verecek diye beklemeye devam ettim.
" Ah doğrusunu söylemek gerekirse bence en iyisi bekleyip görelim çünkü eninde sonunda ortaya çıkar. Ne zaman başlarına bir bela gelse hepimiz öğrenmiyor muyuz." dedi Dehri ama son cümlesini söylerken ne kadar bu şeyden rahatsız olduğunu duydum.
Ve gergindi o da her an açığa çıkmamızdan dolayı. Eh haklı değil diyemeyiz. Bir yandan bende geriliyorum çünkü Ahrar anında öğrense bu yaptığımız şeyi herkese söyler. Eh onu ne ben ne de başka biri durdurabilir. Söylemesinin sebebi de akıllanıp bir daha bu şeylere kaklışmamamı önlemek için. Ama bilmiyor ki ben uslanmam. Ben kendi kendime düşünürken tekrar Ahrar konuştu.
"Çok dik başlı ve kendisini tehlikeye atmaktan çekinmiyor. Boynundaki kolyenin güçlerine güveniyor sanıyordum ilk zamanlar ama hayır onun güvenin kaynağı kendisi. Ve her adımını bu sayede atarak bir şeyler yaşıyor." dedi gizemli bir nesneye ulaşmış olmanın ehemmiyetiyle.
Sesindeki o kaygıyı anlamak istedim. Neydi onu bu kadar bocalatan? Benim varlığım mı? Yoksa başka şeyler mi? Her zaman zihninin üzerinde eden o rüzgarın uğultusu bu sefer zihninde hüküm sürmüyordu. Bu sefer zihni ıssız terk edilmiş harabe bir evden farksız değildi. Ve bu haliyle çoğu zaman denk gelemezdim. Nadir alanlardan biriydi şu an ki durum.
" Kendin diyorsun dik başlı.. "dedi Dehri ve kahkaha attı kısık sesle. Sesindeki o munzır sesi anlamamak kaçınılmazdı.
" Etrafındaki kişilere nasıl kafa tuttuğunu görmüyor musun? En son Turul beyle yaptığı konuşma. Kimse sınırı aşamaz ama Emira bırak aşmayı o sınırı yerle bir ediyor. Yani dostum kız vahşeti getiriyor varlığıyla. Ben pek rahatsız değilim. Lord Yelit ve Süreyya hanımın bir konuşmasına tanıklık etmiştim. Süreyya hanım nasıl durdurabilirim bu kızı derken Lord Yelit ona şunları söyledi ;Bırak ne yapmak istiyorsa onu yapsın çünkü onun yolu ondan öncekilerden de çok farklı sonrakilerden de farklı olacak. Çünkü ilkler onun verdiği mücadeleyi vermedi. Sonrakiler ise zaten onun varlığından sonra bir sorunla karşı karşıya kalmayacak. O bir vahşet. Ama iyi bir vahşet mi yoksa kötü mü? bunu o belirleyecek. "Bunları söylemişti Süreyya hanıma işte o günden sonra artık sadece seyircisi oldum onun yaptıklarına." dediğinde aniden bir adım geri çekilip duyduklarımı idrak etmeye çalıştım. Dehri'in söylediği cümlelerde bir anlam yatıyordu. Ve ben bunu anlayamadım o an içinde.
Dehri bunu önceden bana neden hiç söylememişti? Biri söylemesini mi engelledi? Başımı iki yana salladım. Darbelerin boyutu gittikçe artıp duruyordu. Ne kadar daha dayanabilirim bilemiyorum.
"Benim gitmem lazım." diyen Ahrar 'ın sesini duyunca anında kapının sol tarafına geçip duvarın boş kısmına geçip oraya saklandım.
Ahrar kapıdan çıkıp giderken ben ise bir müddet olduğum yerde dikildim. Sonra kalan son gücümle içeriye girdikten sonra bana sırtı dönük olan Dehri' ye baktım.
" Daha önce bana neden söylemedin bunları?" diye sorunca anında arkasına dönüp baktı bana. Yüzünde şaşkın bir yüz ifadesi belirdi. Gelmemi hatta beni burada beklemiyordu. Ve karşında Serra 'yı görmeyi de.
Anında arkamda olan kapıyı kapattım. Kolyem boynumda duruyor ama onu gizlemiştim giydiğim elbiseyle.
Sorduğum soru kaşlarının çatılmasını sağladı. Kim olduğumu anlamamıştı.
" Tekrar söylüyorum Dehri neden bana daha önce Ahrar hocaya söylediklerini söylemedin?" diye ısrarcı bir ifadeyle sorumu direterek sordum.
"Lord Yelit onu duyduğumu biliyordu ben onların gitmesini beklerken saklandığım yerden bana bunu sana söylememi istedi zaten öğrenecek sen sadece bekle demişti. Şimdi yeni yeni anlıyorum. Dediği şey bugün içinmiş." dedi ve gülerek kafasını salladı. "Şu an kimin ne yaptığını biliyor yani şuan yaptığımız şeyden haberdar aslında çok önceden ama sadece bekliyor hiçbir şeyi belli etmeden birine bir şey söylemeden. "diyince gergin olan bedenimi yatıştırmak için mücadeleler verdim.
" Kusura bakma aniden gerildim. Amacım sorguya çekmek değildi. Sadece o kader çok şey saklandı ki benden artık böyle olaylar olsa anında geriliyorum. Senden kaynaklanan bir şey değil. "dedim ve zihnimdeki acımasız taraf konuştu.
Bu benden kaynaklanan bir durum. Her şeyi başlatan benim varlığımdı. Ve sonu da olacak gibi. İçimdeki ses bu halime kahkaha atıp tüm gerçekleri önüme serdi. Çünkü artık tam anlamıyla çıldırıyorsun. Ardı arkası kesilmeyen ön görüler görüyorsun . Sonra yeni bir varlık olan siyah bir beden ve bembeyaz gözleriyle bakıştın az önce . Eslia 'nın etrafında ve zihnindeki varlığı . Olur olmadık yerde başlayan ama kısa süren baş ağrıları. Saklanan şeyler. Ve gerçekleri olur olmadık yerlere öğrenmen.
Artık gerçekten kendi benliğimi kaybediyor gibi hissediyorum. Ama buna mani olmaktan ziyade daha da kayıp olmasını sağlayacak davranışları sergiliyorum.
꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷.......... ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷
Yaşanmışlıkların bize verdiklerinin yanında bizden almış oldukları şeyler daha fazla ve daha çok acısız. Ben tam olarak bunu yaşıyorum.
Yaşadıklarımın acısıyla bütünleşmiş bir haldeyim. Ve acı beni kuşattı her zerremle. Ruhumda urgan gibi dolanan acının sinsi sülieti beni zehriyle zehirliyordu. Kanım zehri bir panzehiri sanarak onu içine kabul ediyordu. Ama yaptığı hatadan haberdar değildi. Ve öğreneceği zamanda yakındı.
İşlediğimiz suçlar bizi yalnız olmaya iter. Ve yalnızlık tüm aydınlığı karanlığa boğduğu gibi onu ışığına da kavuşturabilir. Tek seçenek doğru yolu bulmak. Ve onu işlenebilir hale getirmek.
Bencillik zirve yapınca dünyada var olan sevgi etkisini yitirir. Her şey kişinin istekleri üzerine şekillenir ve her şey amacını yitirir amaçsızca var olur. Ve bu hiyerarşiyi bozan bir döngü haline gelir. İstediklerinle hayatı değil istenilenle hayatı şekillendirmek önemli. Hayatımız bizim kirli arzularımızla şekillenmemeli. Hayatımız bizi insan olmaya iten isteklerle ilerlemeli.
Ve bu diğer yandan diğerleri içinde bir ışık olmalı. Hayat bir bütünlükse güzeldir. Parçalara ayrılmış bir yaşam kimseye mutluluğu sunmaz. Senin amacın bir amacın ilk adamları olabilir. Senin vazgeçişin bir başlangıç olabilir. Evet deyişin bir yolu şekillendirir ve iki farklı seçenekten tek birini seçersin ve diğer yolu başka bir kimliğe armağan eder iki yaşamın doğrusu olursun. Yani seçimler her zaman doğruya ulaşır engellere takılsa bile. Yeter ki pes edilememesi gerek.
Bütün gecelerin gündüzlerin; Sabahların akşamların sonu hüzünle başlar gözyaşlarıyla son bulur. Her şey bir ağlamanın sonucu olabilir. Mutluluk gözyaşları ya da bir acının gözyaşları. Her daim hüzünle kapılı hayatımız o hüzün sislerinden kendini kurtarmak iradeye bağlı.
İnanca bağlı. Ve hayallere bağlıdır. Her düğüm nasıl elbet çözülürse, bir nedenin de bir sebebi vardır. Ya o sebebi göz ardı et. Ya da o sebebinin üzerine git. Çözmek senin elinde olduğu gibi onu bir kenara iterek karmaşık hayatında ilerlemeye devam et. Edebildiğin kadarıyla var olabildiğince.
Dehri 'nin yanından ayrılıp yemekhaneye doğru ilerledim. Yemek saati yaklaşmıştı. Ve orada olmam lazımdı. Yemekhaneye yaklaşınca arkamdan duyduğum adım sesleriyle omzumun üzerinden arkama dönüp baktım. Arkamda bana doğru ilerleyen Ahrar' ı gördüm. Yanıma yaklaşınca çatık kaşlarıyla bana baktı. Yine ne oldu da sorgulayan bakışları benim üzerimdeydi?
"Hayret beni yemeğe çağırmadan ilk kez yemekhaneye gidiyorsun." diye sesindeki şaşkınlığın emaresiyle konuştu. Dudaklarım birkaç kere kıpırdanıp durdu ama sonra ne denmeli diye düşündüm. O ise bendeki garipliğe anlam vermeye çalıştı. Önüme dönüp ilerleyince ardımdan birkaç saniye sonra ilerledi.
" Sana diyorum Serra?" diye uyarırcasına konuşunca adım atmayı bırakıp hızla ona doğru döndüm.
"Sadece geldim. O kadar illa bir nedeni mi olmalı?"diye açıklama beklercesine susup cevap vermesini umdum. Bir adım geri çekilip bana bakmaya devam etti.
" Bugün çok garip davranıyorsun. Bilmiyorum neyin var? Ama söyleyebilirsin bana Serra çekinmden. "diyince artık kafasındaki soruları susturmak için cevap verdim.
" Sıkıldım artık sıkıldım. Biraz moralim bozuk. Gördüğüm sabahki kabusun da etkisi var. Belli etmek istemedim ama sandığım gibi olmadı etkisi hala üzerimde. "diye bir yalan uydurunca anında bana bir adım atarak hafif bir açıyla başını eğip anlayış ile çepeçevre sarılmış hareleriyle baktı.
" Bilmiyordum. Söyleseydin bugün sana karşı daha anlayışlı olurdum.
Ben— "dedi ve aniden yüz hatları kasıldı. Kendine kızıyor olmalıydı. Bunu ona yapmak istemedim ama başka bir çözüm bulamadım o an." Sana bugün nasıl davrandım. Yine de sen kibarca belli etmemeye devam ettim. Özrümü kabul et. "dedi onu affetmemi isteyerek.
Sorun yok anlamında başımı sallayıp tebessümle ona baktım.
" Hadi gecikmeden yemekhaneye gidelim. "diyince başını salladı. Beraber yürüyerek yemekhane kapısına ulaştık. Kapıyı benim için açarak içeri girmemi bekledi. Ben içeri girince Ahrar'da arkamdan içeri girip beraber yan yana hazırlanmış masaya doğru ilerledim.
Masadaki yerlerimize oturunca başımı yanımda duran Ahrar 'a çevirdim. Çünkü ilk kez karşı karşıya değil de yan yana oturuyorum onunla. Benim bakışlarım onun üzerindeyken Ahrar 'ın bakışları kapıya çevriliydi. Sanırım benim gelmemi bekliyordu ama ben zaten yanındayım. Bunu hissetmesi gerekiyor.
Bakışlarım önüme çevrildi. Birkaç dakika sonra Turul bey, Loya hanım, Rauf bey ve Arın hoca yani bizimkiler geldi hepsi bana kaçamak bakışlarla bakıp yerlerine geçip oturdular. Onların gelişinden sonra bu sefer yan yana Ahlas bey ve Süreyya hanım içeri girdiler. Oturduğumuz masaya doğru ilerlediler masanın yanına yaklaşınca ikisi de yerlerine geçip oturdu.
Hemen ardından çalışanlar yemek servisine başladı. Tabağıma servis yapan çalışan yanıma yaklaşınca bedeninde soluduğum gerginlik beni düşündürdü. Neden Serra 'dan bu kadar çekiniyordu? Biraz geriye çekilip rahatça servis yapmasını isterken birden korkuyla elinde tuttuğu servis kaşığını düşürdü. Anında geriye doğru çekildi.
"Öz— özür dilerim efendim." diye korkuyla bir yandan da kekeleyerek konuşmuştu. Bu tavrını görünce üzüldüm. Kendini bu denli kasması ve birinden bu denli korkması içimde bir şeylerin yitip gitmesine sebep oldu. Etrafımda olan kimseden ses çıkmadı. Serra 'nın vereceği o tepkiyi bekliyor olmalıydılar.
"Bir daha olmazsa senin açından iyi olur." dedim soğuk bir ifadeyle. Biraz ardımda duran çalışan kız peki diyip yere düşmüş servis kaşığıyla olduğu yerde koşar adımlarla ilerledi. Bu kızı yeni görmüştüm. Yeni çalışanlardan biri olmalıydı. O kadar ki kendi iç dünyama kapılıp kalmıştım ki kulede olanları ve yenilikleri fark etmemiştim. Bakışlarım önüme çevrildi. Ben sessiz sessiz olduğum yerde durmuşken birden Süreyya hanım bana yani Serra 'ya seslendi.
"Serra iyi misin?" diye merakla sordu ama daha çok yadırgıyordu. Çünkü daha büyük bir tepki vermesini bekliyor olmalıydı Serra' dan. Yorgun bakışarm Süreyya hanıma çevrildi.
" Tabii iyiyim sadece kötü bir gece geçirdim. Bilirsiniz bazen yorgunluk insanı dindirir ama ardından büyük bir güce kavuşmasını sağlar." dedim bilmişlikle çünkü daha önce bu cümleleri kurduğuna şahit olmuştum Serra'nın.
Onun cümlesiyle Süreyya hanıma cevap vermem onun tebessüm etmesini sağladı. Ah kıl payı kurtuldum çünkü dikkati üzerime çekmiştim ama son anda Süreyya hanımın düşüncelerinin ihtimallerinden kendimi akladım. Düşündüğü her neyse bariz bir şüpheye düştüğü belliydi o şüpheyi son anda karartıp yok ettim.
Konuşmamdan sonra anında herkes yemeklerini yemeye devam etti.
Masada bulunanlara kısaca baktım.
"Süreyya hanım..." diye seslendim ve anında Süreyya hanımın bakışları beni buldu. "Prenses Emira 'yı göremiyorum yoksa hala aldığı cezadan dolayı arşiv odasını mı temizliyor?" diye Serra'nın gereksiz meraklı ifadesiyle konuştum anında birkaç kişinin dikkatini üzerime çektim.
"Sadece küçük bir istek üzerine arşivde temizlik yapıyor." diye kısaca beni yanıtladı. Ya dercesine bakıp elimde tuttuğum bardağımdan bir yudum aldım.
"Kurallara sadık olmayan bir Prenses." dediğim anda Süreyya hanımın yüz ifadesi gerildi. Ne demek istediğimi anlamak için bekledi. "Bence hiç doğru hareketler sergilemiyor. Her daim sorun çıkartıyor sizlere. Zor olmalı sizler için onunla baş etmek. Bence verdiğiniz cezalar çok yetersiz ." diyince anında sertçe baktı bana.
"Yetersiz?" diye sorguladı. Başımı salladım.
"Dediklerimde haklı olmadığımı söyleyemezsiniz Süreyya hanım? Emria başına buyruk biri ve ona büyük bir ceza vermezseniz durmaya niyeti olmayacak gibi." diyince anında Süreyya hanım elinde tuttuğu çatal ve bıçağı tabağının iki yanına bırakıp bana sinirle baktı.
" Öncelikle Emir demeni doğru bulmuyorum ona böyle seslenme Serra. Prenses Emira demen daha doğru. Ve ikincisi Emira bir çocuk değil onu cezalarla durdurmak hiç doğru değil." diyince kısık bir kahkaha attım. Bu tavrım karşısında daha da sinirlendi ve hep yaptığı gibi kızınca ya da bir şeyden dolayı tedirginlik yaşayınca anında sağ elinde işaret parmağına takılı yüzüğüyle oynayıp dururdu. Şimdi de aynısını yapıyordu. Biraz geriye doğru yaslandı ve ne diyeceğimi bekledi.
"Peki şimdi de bir çocuk cezalandırır gibi onu cezalandırmıyor musunuz? Ben sadece seviyesi biraz daha yüksek olsun istiyorum." diye öneride bulundum. Bakalım ne cevap verecekti Süreyya hanım?
"Emira sen ne yapmayı amaçlıyorsun? Yaptığın şey hiç iyi yerlere gitmeyecek durdur artık bu konuşmayı."
Victoria 'nın sesini zihnimde duyunca anında son anda ona bakmaktan kaçındım.
"Sınırlar Victoria sınırlar. Onları yeri gelince zorlamak lazım." dedim ve Süreyya hanımın vereceği cevabı bekledim.
"Serra, Emira' ya olan tutumunu biliyorum ama bırakta bu kulenin kraliçesi olarak ne yapıp yapamayacağıma ben karar vereyim. Ve senden ricam bu konuda olan fikirlerini kendine saklaman çünkü bu ben ve Emira arasında olan bir şey buna karışman doğru değil. Hem bir dahakine Emira 'nın kim olduğunu unutma ve neler yapabileceğini de. "diye uyarınca sert bir dille sadece peki anlamında başımı salladım. Vay be beni savunacağını düşünmedim. En fazla konuyu hemen kapatır sandım ama Süreyya hanım kendini savunurcasına beni savundu. Göğsüm kabarmadı desem yalan olur.
Kızmış ve bozulmuş bir surat ifadesiyle yemeğimi yemeye devam ettim.
Ama biraz daha ileriye gitmek istedim.
Anında Turul bey yani Nehar'la zihin bağından iletişime geçip yapmasını istediğim şeyi yapmasını istedim ondan hayır demeden kabul etti.
"Neden kızıyorsun ki Süreyya?" diye tok sesle konuşan sesini duyduk masada Turul beyin. Ve şöylede devam etti sözlerine. "Haklı olduğunu sende biliyorsun Serra'nın içten içe. O kız o kolyenin sahibi olmayı hak etmiyor. Bunu sana söylemiştim. Çevremizde olan herkes bunu sana inatla söylüyor ama sen hep o kızı savunup duruyorsun. Bir gün yapacaklarından sonra da aynı düşüncede olacak mısın? "diyince Turul bey anında Süreyya hanım babasına bakışlarını çevirdi. Harelerinde bir anlayış yatıyordu. Turul beyin onu anlamasını istiyordu.
" Emira dediklerini harfi harfine söyledim. Sonrasında bir şey olmasın. Sonuçta akşam bu bedenleri terk ediyoruz. Ya Süreyya hanım babasıyla bu konu hakkında konuşsa gece?"
"Sorun etme Turul beyin söylediklerinin benzerini söyledim. Süreyya hanım görmezden gelir yarın merak etme."
Dedikten sonra anında Turul beye destek olacak şekilde konuşarak sınırları fazlasıyla zorlamaya devam ettim.
"Bakın Süreyya hanım sizin dışınızda herkes aynı düşüncede. Sizde artık anlayın ve gereken şeyleri yapın çok geç olmadan." dedim ve masadan doğrulamak üzereyken Ahrar 'ın masada bulunan kişilere yönelik sözlerini işittim.
"Bence artık gerçeğin farkında olun ister kabul edin ister etmeyin ama kolye sahibini seçti bize de saygı duymak lazım. Prenses Emira buraya ait değil. Onun yerinde olsaydınız sizlerde aynı şekilde davranış sergilediniz." dedi ve yemeğini yemeye devam etti. Ben ise şaşkınlık içinde Ahrar 'a baktım herkes içerisinde beni savunacağını hiç ihtimal bile vermedim ama içten içe çok sevindim.
" Peki o halde sevgili kuzenim sana afiyet olsun. "diyerek resti çekerek masayı terk ettim. Fakat içimde tarif edilemez bir his belirdi. Ah ben günüm kötü bitecek diye düşünürken Ahrar 'ın bir cümlesi bunu yerle bir etmişti. Odama gitmeden önce yapmam gereken şeyler vardı. Anında merdivenlerden yukarı çıkıp Serra'nın odasının olduğu kata geçtim.
Odaya girince ardımdan kapıyı kilitledim ve Serra'nın bedeninden çıktım. Serra bir şey anlamasın diye anında onu uyuttum. Ve bugün yaşadığı şeyleri onun zihnine yerleştirdim. Bir sorun oluşmasını önlemiş oldum onun için saniyelik bir kayıp olsa da bütün gün onun bedeninde olduğum için yaşanılanlar hakkında bir bilgisi olması gerekiyordu.
Serra 'ula işim bittikten sonra boynunda duran kolyem ben daha onun bedeninden çıkmak üzereyken anısına ruh formundayken boynumda olan yerini aldı. Evet şimdi geri dönme vakti. Benim Serra' ya yaptığım gibi diğerleri de terk ettikleri bedenlerin bugün ne yapıp yaptığını bilecekti. Ama bazı anlar başka anlarla yer değiştirdiğini anlamayacaklardı.
Bir araya geldiğimiz anlar onlarda sahte anlarla bir bağ kuracaktı. Serra'nın odasını terk ettiğim gibi kendimi arşiv odasında buldum. Ruhsuz bedenlerimiz kaldığı yerden devam ediyordu temizlik yapmaya bizlerin ardından. Şimdiyse hepsi arşiv odasında olan masada oturmuştular.
Bedenime doğru ilerledim. Yanına gelince anında bedenime geri döndüm. Gözlerimi açtığımda bedenimde olmanın verdiği huzuru yaşıyorum. Ah bedenim güzel bedenim. Bir daha böyle bir şey yapmaktan kaçınacağım. Ben benken bir şeyler yapmak daha iyi. Ben oturduğum yerden kalkınca birden Victoria 'nında oturduğu yerden kalktığını gördüm. Sanırım hepsi teker teker bedenlerine geri dönüş yapıyordu.
Bulunduğum yerden birkaç adım uzaklaşıp onları izledim.
Hepsi sonunda bedenlerine döndüğü anda beni görmek adına ayağa kalkıp olduğum tarafa baktılar.
"Yemekhanede ne yapmaya çalıştığını anlamadım?"dediğinde Kavi tatlı tatlı gülümsedim. O ve diğerleri ise sadece baktı.
" Sadece öğrenmek istedim. Neyi derseniz bu akşam olanları. Ve anladım ki Süreyya hanım beni bazı konularda destekleyen tek kişi. "diye konuşarak Kavi 'nin sorusunu cevapladım.
" Hala gerçek anlamda seni çözmenin zor olduğunu kavradım. Sen sınırları zorladığın yetmezmiş gibi o sınırları yok etmek istiyorsun. "dedi hayretler içerisinde Nehar. Dediği cümleye sadece gülmeyi tercih ettim.
" Hadi yorucu bir gün oldu herkes için. Şimdi anlamıyorsunuz ama sabah her yeriniz ağırıyacak bilmelisiniz. Onun için odalarınıza geçip dinlemelisiniz. "dediğimde itiraz etmeden hepsi arşiv odasının kapısına doğru ilerledi. Onlar çıktıktan sonra bende birkaç dakika burada durduktan sonra odama geçmek için arşiv odasından çıkarak üst kata çıkan merdivenlere yöneldim ve son basamağı çıkarak koridora ulaştım.
Ben karanlık koridorda ilerliyorken birden bir karartı gördüm. Yaklaşınca bunun bir insan bedeni oluğunu anladım. Bizimkilerden biriydi sanrım. Karanlık içinde duvarın dibinde olan bedene ilerledikçe bedenin kime ait olduğunu anladım. Arkasında duran cılız meşale az da olsa kim olduğunu anlamamı sağladı.
Ahrar'ın duvara yaslı bedenine doğru ilerledim.
Yanına yaklaşınca anında duvardan çekti bedenini. Ve bana doğru adımladı. "Ahrar hoca?" dediğimde beni onaylayan bir mırıtlı çıktı dudaklarının arasından.
"Burada ne arıyorsunuz?"dedim kısık sesle ama zihin bağıyla da cümlemin devamını getirdim."Yoksa beni mi arıyorsunuz gece gece? Bu kadar özlediğinizi zannetmiyordum. Sadece birkaç saat yoktum." dediğim esnada zihnimde küçük kıkırtısını duydum.
"Birkaç saat olduğunu sanmıyorum çünkü bugün seni şu an hariç görmedim. Ve bu çok uzun bir süreydi benim için. Uslanmaz biri olman sadece senin için zararlı değil benim için de zararlı çünkü varlığını benden uzak tutuyorsun bu uslanmaz hallerinle." dediği sırada bu cümlelerine sadece omuz siktim. Bu tavrım ise onun başını iki yana sallamasını sağladı. Eminim ki sen uslanmazsın dediğini zihninde ama bana belli etmeden zihin bağından bağımsızca.
" Yapacak bir şey yok ben buyum. Alışın bayım çünkü huylarımdan vazgeçmeyecek kadar onlara sımsıkı bağlıyım. Ve huylarımı terk etmek gibi bir düşüncem yokta." diyerek uslanmaz tavrımı gözler önüne serdim.
"Benim açımdan ne yazık desene!" diye sahte bir hüzünle konuştu. Eh öyle diye başımı salladım.
"Peki o halde yürüyelim mi o sırada konuşuruz da." diyince evet diyerek benimle birlikte benim adımlarıma uyacak şekilde yürümeye başladı.
"Gününüz nasıldı Ahrar hoca?" diye ilk sorumu sordum. Sesli bir nefes vererek sorumu cevapladı.
"Her zamanki gibi yoğun bir gündü." diye kısaca cevapladı.
"Ah sizde haklısınız benim gibi değerli bir öğrenciyle artık derste yapmıyorsunuz. Sıkılıyor olmalısınız?" diye sahte bir merakla sordum.
"Olabilir." diye net bir şekilde konuşunca bu cevabı vereceğini beklemiyordum.
"Dersliklerde yaptığınız dersler sizin için iyi geçmiyor mu?" diyince ciddiyetle beni cevapladı.
"Sıradan bir ders işte. Başka bir yanı yok benim için anlatmak istediklerimi anlatıp dersi sonlandırıyorum. Görevimi yapıyorum." diye bir eğitimci gibi konuşunca anladım ki hayatında bir farklılık yoktu ben dışında bendim hayatındaki yörüngesini saptıran.
" Genel olarak hayatınız iş ve iş olarak ikileme olarak devam ediyor. Neden başka bir şey yapmıyorsunuz? "diyince anında başını birkaç saniye bana çevirdi. Bende hemen bakışlarımı önümden ona doğru çektim. Ahrar harelerime kısaca balıktan sonra önüne çevirdi başını.
" Hayatım bundan ibaret. Ben hep buydum. Hayatım boyunca etrafımda kitaplar ve eğitimim oldu." diyince aklıma gelen soruyu çok sormak istedim ama yerinin bu olmadığımı anlayınca bunu iteleyip durdum.
"Sıkıcı olduğunuzu benden başka kimse söyledi mi?" diye sorunca hayır anlamında başını salladım. Aslında haklı da etrafı da sıkıcı insanlardan ibaret. Tek yaptıkları birilerine emir verip durmak. Hayat döngüleri aynı şeyleri yapmakla geçip duruyor. Bir farklılık yok hayatlarında. Neyse bu beni ilgilendirmez. Kendi seçimleri sonuçta. Zararlı olmadıkları koşulunda kimseye müdahale etmem. Sonunda odamın olduğu koridora gelince kapımın önünde adımlarımız durdu.
"Peki o halde iyi geceler Ahrar hoca." dedim ve odamın kapısını açıp içeri girdim. Ben girdikten sonra bile Ahrar hala olduğu yerde duruyordu. Saniyelerin sonunda harekete geçip odasına doğru ilerlemişti.
Kapının önünden çekildiğim gibi yatağıma ilerledim. Yorgun ve uykusuzdum güzel bir uyku bana iyi gelecekti.
Üzerimde olan kıyafetlerim kolyenin sayesinde pijamayla yer değiştirdiğinden sonra yastığa başımı yasladım ve uykulu gözlerimi kapatıp uyumak ve unutmak için kendimi teslim ettim.
Acılarımın seslerini duyuyordum ruh kafesi boşluğumda. Yankılanan seslerim vardı zihnimde. Güldüğümü duyuyordum. Ama ben uzun zamandır böyle içten içe güldüğümü hatırlamıyorum da. Neydi bunları bana hatırlatan? Gözlerim kapalıydı. Uyanmak istiyorum ama bunu sağlamak çok zor. Olduğum yerden de kıpırdayamıyordum. Bağlı gibidiydi vücudum. Ama kim beni bağlamıştı?
Bedenimin bir yerinde bir acı vardı ve ben bu acının sebebini anlayamayacak kadar başka şeylere yönetmiştim. Neydi beni buraya getiren? Zihnimde olan bu uyuşukluğun sebebi? Peki bunu yapan Esila mıydı? Ama her daim kendini elbet gösterirdi. Ama şimdi sanki başka bir etken beni böyle bir ortama getirmişti. Ve ben bu etkenin sebebini öğrenmek istiyorum.
Bir anda göğüs kafesin boşluğumda anlamsız bir ağrı baş gösterince olduğum yerde kıpırdanmaya başladım. Ama ellerim ve ayaklarım bağlıydı ve hareket etmemi kısıtlıyordu. Ama ben bir nesneye ait bir hissi hissetmiyorum. Sanki var ama olmayan bir iple bileklerim ve ayak bileklerim bağlıydı . Ağrının şiddeti artınca inlemelerimin desibeli yükseldi.
Olduğum yerde bileklerimi acıtacak şekilde tepinmeye başladım. Ama ne bileklerimde olan görünmez iplerden ne de ayak bileklerimde olan iplerden kurtuldum. Her çırpınışlarımda bileklerim iplerin sıkıca bağlanmasından dolayı ağrıyor ve acıtıyordu ipler bileklerimi.
"Kim var orada? Benden ne istiyorsun?" diye tüm hıncımla bağırıp çağırdım. Ama yanıt veren olmadı. Ben çırpınıp dururken birden göğüs kafesi boşluğumda ağrının şiddetlenerek ağrının verdiği acıyla nefesimin kesildiğini hissettim. Ağrıdan dolayı kesik kesik nefesler alırken soğuk soğuk terlemeye de başlamıştım. Sırt çizgimden bel kavisime doğru eden bir rüzgar meltemi vardı.
Bedenimin içerisi alev alev yanıyorken, bedenimin dışı bir ayaz soğukluğu içerisinde donuyordu.
Bir yanım cehennem sıcaklığı bir yanım cennet soğukluğu. Ruhum bir deniz fırtınasına uğramış bir gemi gibi sert darbeler almakta. Bedenim çöle terk edilmiş ve kurtuluşu aramakta. Yardım edecek kimse yok. Sesimi duyan yok.
Kaçış yok kurtuluş yok. Ölüm bir ilerimde yaşam iki adım gerimde. Ben ise öylece beklemekteyim.
Daha fazla dayanmıyordum. Vücudum ağrıdan dolayı güçsüz düşmüştü. Zihnimi işgal etmeye çalışan her neyse beni güçsüz bırakmak için mücadeleler veriyordu ve ben daha ne kadar bilmediğim bir cephede güçsüz bir halde savaşacaktım onuda kestiremiyorum. Kendimi zorlayarak etrafımda her kimse ona seslendim.
" Şunu yamayı kes!" diye çığlıklar arasından konuştum. Bedenim kıvranıp duruyordu bağlı olduğu yerde.
Daha fazla dayanamazdım. Gözlerimi kaç defa açmaya çalıştım ve kaç defa sonuçsuz kaldı sayamadım. En sonunda birden ağrı birden kesildi ve ben anında rahatladım ve olduğum yerde debelenip durmayı bıraktım.
Birden olduysa oldu gözlerim açıldı. Gözlerimi açtığımda kendimi karanlık içerisinde buldum. Bir duvara asılı halde duruyor ama herhangi bir nesne yardımıyla değil bir güçle. Etrafıma baktığımda bir şey görmedim ama birden gözlerimi önüme çevirdiğim sırada tam karşımda bir varlık görünce çığlık attım. Çığlığım yankı yapıp bana ulaştı. Korkudan çekmiş olduğum bakışlarım önüme çevrili hale geldi. Karşımda bugün gün içinde gördüğüm
varlık vardı.
Simsiyahtı.
Tek gözleri bembeyazdı. İrisleri yoktu sadece göz akı bulunuyordu ve bu hali ürkmeme sebep olmuştu bana doğru adımlayınca olduğum yerde harekete geçtim. Bana doğru ilerledi ilerledi tam dibime gelince sağ eli havaya kalktı.
Geriye doğru kaçmak istesemde bağlı olmamdan doğru doğru düzgün kıpırdayamadım bile. Bu da neyin nesiydi? Benden ne istiyordu? Dikkatle ona bakınca çok uzun bir varlık olduğunu anlamak zor olmadı. O kadar karanlık yayıyordu ki tüm ışığı yok eden bir aykırı gibiydi. Bu varlığın kim olduğunu çok merak etmiştim o an? Sadece bir şekilde bizleri andırıyordu gözleri diğer türlü başka bir varlık olduğunu anlamak zor değildi. Tek ortak noktamız insanlar gibi gözlere sahip olmasıydı ben onu incelerken onun harekete geçmesi ürkmemi sağladı.
Ve elleri normal bir insanda olan ele benzemiyordu. Parmaksız bir ele sahipti eli anlıma doğru ulaşınca korkuyla başımı geriye doğru ittirmek istedim ama başaramadım. Eli anlıma dokununca bir yankı duydum. Korktuğum için sese odaklanamadım.
Ama sonra tüm algım o sese yönlendirildi.
"Yaşam seni kabul edecek. Ölüm sana boyun eğecek. Karanlığa hükmedeceksin. Aydınlığın ve karanlığın hükmü senin ruhunda zihninde. Çağrıya uy kabul et onu. Senin kurtuluşun o, onların kuruluşu o. Vakit azalıyor vakit yaklaşıyor. Gelen her neyse sabırsız ama kararlı. Yok olmadan önce yok etmek için uğraş yardımı kabul et. Çağrıyı kabul et. "
Diyen sesten sonra zihnim bir uykunun gölgesi altında dinlendi ve kendini teslim etmekten kaçınmadı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
9.87k Okunma |
2.75k Oy |
0 Takip |
61 Bölümlü Kitap |