@kumsallardagezen12
|
『 Saklanabilir sandıklarımız gün yüzüne çıkarken bizden bazı şeyleri alabiliyorlar... 』
Eğer dikkatli bakarsanız bakışlar çoğu şeyden daha anlam içerir. Daha nettir. Derin anlamaları barındırır. Gerçekleri saklayamaz. Kapı ardına koymaz duygularını. Yansıtır ve gözler önüne serer.
Yorgun değilim. Bir hayli kırgınım. Kime derseniz kendime herkese en çokta acılarıma. Beni ben yapmaktan alıkoyan ;ruhumu tırmalayan ve onda derin izler bırakan öldürücü acıma bir hayli kırgınım. Benimle bir bütün olan acım ben dışında olan tüm her şeyi bedenimden uzaklaştırıyor.
Ve savrulan tüm varlığımla kendimi tanıyamıyorum. Yabancıyım aynadaki yansımama. Kim olduğunu bilmiyorum. Kime dönüşeceğini de. Sadece bakıyorum ;baktığımda bendeki izleri görür gibiyim ama ne bu izlere sebebiyet verdi anlamaya çalışıyorum.. Farklı hissediyorum aynı farklı düşündüğüm gibi. Yarılıyorum neyden bilemiyorum ama bir tepki vermiyorum çünkü çoktan yenildiğimi biliyorum ve çabalamanın bir fayda da vermeyeceğini de... Bazen bırakmak ve yaşamak gerek bende bunu yapıyorum.
İçimde yaşanmamış yaşanmasını istediğim bir anın kırık bir izi var. Özlüyorum ama ona ulaşamıyorum çünkü bana yabancı çünkü benden gayrı. Benle bir olamayacak kadar güzel ve onu isteyecek kadar bencilim. Bazen kendi iyiliğimiz için bazı güzel olan şeyleri yok ederiz ben ise bunu yapıyorum çünkü istediğim şey bir aykırı ve bu aykırı ben dışında herkese zarar verecek buna rağmen hala istiyor mu olacağım onu? İçten içe evet ama mantıklı düşünüp durduğum anda bunun yanlış olduğunu kavrayabiliyorum.
Ve bu çok derin bir izin tenime saplanmasını sağlıyor. Acılar benden kaçamıyorsa bende onlardan kaçamıyorum. Bir madalyonun iki yüzü gibiyiz. Ben varsam o var o varsa ben varım. O yoksa ben yokum ben yoksam o yok. Sonumuz bir aynı yok oluşumuzun bir olacağı gibi.
Kabullenirsiniz zamanla olacağı olması gerekeni bende bunu yapıyorum, zihnim bir fırtınanın darbeleri arasında kalmış, oradan oraya savrulan bir ağacın yaprakları gibi yönlendirildiğim yöne doğru ilerliyorum. İlerisi aydınlık ya da karanlık bilinmezlik.. Fakat geriye doğru dönüşüm yok. Bilinçli ya da bilinçsizce gidiyorum kaderime razı gelmek için. Zararsız biri miyim onu bile bilemiyorum.
Kimin nasıl bir felaketi başlatacağını bilmeyiz. Sadece sebep oluruz. Razı gelir olanı yaparız. Doğan felaketten habersizce. Hayat bu değil midir? İlerlersin adımların, kararların ve seçimlerinin sonu senin hayatını şekillendirdiği gibi birinin yaşamını sonlandırabilir. Veya seçimin senin sonun olurken bazılarının yaşamı olur. Bir yanı aydınlık bir yanı karanlık. Ya varsın ya yoksun. Ya başlatırsın ya sonlandırırsın. Ya da tamamen yok edersin kendinle beraber.
Bazen sadece kabullenirsin olanı, biteni, olması gerekeni, olamayanı... Varılamaz olan yere gelmesin diye. Olursa felaketin olabilir olmazsa da yaşamın sürüp gider. Süregelen bir zaman dilimi içerisinde. Kaygılarla dolu bir zamanın acı dolu saliseleri içinde. Istırabın seni alıkoyduğu bir anının izlerinde. Ve sürüp giden bir ölümün döngüsünde seni nefessiz bırakan bir boşluğunda. Aldıkları seni var etsin.. Aldıklarının sana bir hayat vermesi için vazgeçişlerin yitip gitmesi için.
Sözlerimde yatıyor ruhumun katili. Fısıldadığımda ruhunun ruhumu çevrelediğini biliyorum. Ruhum amansız bir hüzünle çevriliyor ve tüm mutluluğumu bir gül gibi soluyor. Etrafımda olan her şeyin karamsarlığı beni bir döngüye atıyor. Ve ben o döngü içerisinde bir sınava tabi tutuluyorum. Çıkışım belli değil aynı ne zaman aydınlığa kavuşacağımın belli olmaması gibi. Çığlıklarım pusun içerisinde sıkışıp kalmış, yankısı yok çınlaması yok.
Var olduğu ama varlığı kayıp olduğu bir çığlığın zihnimden dışarı salındığını biliyorum bunun bilgisine sahibim. Pençe izleri bedenimde derimin altına gizlenmekte. Sızlıyor, sızladıkça kanıyor, kanadıkça ölüyorum. Ruhum bir savaş cephesinde ve cephanesi olmadan düşmanına karşı savaşıyor. Mücadelesi az ama iradesi güçlü. Azmi çok, gücü az. Hisleri yitik ama anıları taze. Mutluluk ondan kayıp ama hayali zihninde dönüp dolaşıp duran bir döngü. İstenilen yerde değil ama istemediği şeyleri yapanda değil.
Ruhumun ölümü siyaha bulanmıştı. Renkleri ondan uzaklaşmıştı. Kayıp olmuştu kendi dünyası içerisinde. Ölümü kurtuluş saymış ait olduğu bedeni terk etmiş, kendini bir boşluğa sürüklemiş bir arayışa girmişti. Ama bu bir son değildi. Son bu kadar uzun sürmezdi. Anlık ve anın saliseleri arasında olup biterdi.
Ruhunun boşlukta olmasından dolayı üzülme elbet ruhun ait olduğu yere geri dönecektir. Bedenine geri döndüğü anda dönüşü birçok yeniliği beraber yanında getirecektir. Acılarıyla bütün olup onu kabullenecek ve onunla yaşamayı öğrenecekti. Yavaşça gerçekleşen bir alışma olsa dahi sonu her şeyin düzene girmesinde öncülük edecekti.
Zihnimde düşüp durduğum uçsuz bucaksız bir uçurum var. Ölüp ölüp yeniden diriliyorum acıyarak acıtarak. Acılarımın benimle olan savaşına yenilgim çok yakın bir zamanda olup bitmişti. İyi miyim? Henüz verecek bir cevabım yok. Ama iyi olacağımı iyi olmak için çabalayacağımı biliyorum.
Çünkü hala yaşama olan inancım var ve bunun bitmemesi için hala savaş veriyorum bilemediğim cephelerde. Galip veya mağlup... Önemli değil verdiğim mücadeleyi önemsiyorum. Çünkü bazen en büyük kaybedilişler en büyük galibiyetlerdir. Ve her kaybedilen şey istenilen hedefe yaklaşmak ve ona ulaşıp onu kazanmaktan geçer. Bazen bir acının ardından da seni bir mucize bekler bunu bilemeyiz fakat acıyla bütün olduktan sonra sonucu zamanın döngüsel yavaşlığında anlarsın.
Bazen ruhumu ele geçiren biri varmış gibi hissediyorum. Hissiyatımı kaybediyor ne hissedeceğimi bilemiyorum. Sebebini neye yoracağımı da. Neden bu halde olduğumu bile kavrayamadan aniden eski halime geri dönüyorum.
Ve bu dengesizliğime sebep arıyorum. Sorularım cevapsız kaldıkça daha çok kafam karışıyor. Sorularımın sonuçlarının benden uzaklaştığını düşünüyorum. Ve onlara ulaşmak için de yeni bir arayış içerisinde buluyorum kendimi. Yaşadığım aynı şeyler gibi ama yolumun şekilleri farklı. Arayış içindeyim bir arayışın yolunu takip ediyorum ama sonuç farklı, sorular farklı.
Zaman hızlı geçiyor ;ruhlarımız acı çekerek ölüyor. Her şey geride kalıyor. Kalan her şey bizden uzaklaşıyor. Varlığımız onun arayışı içinde olsa dahi başka denizlere yolculuk yapıyor. Her yeniliği geçmişle kıyaslıyoruz. Çünkü istediklerimiz geçmişimizde olan nesnelerde, anılarda hüzünlerde... Onların izlerini arıyoruz aslında ama karanlığın ört bas ettiği yollar, izlerimizi saklıyor.
Gelecek bir muamma ve biz bilmediğimiz yollarda istediklerimize ulaşma isteğiyle ilerliyoruz. Ama elde edeceğimiz şeyler bizim ihtiyacımızı, isteklerimizi ve arzularımızı karşılayamaz. Çünkü geçmişte olanı geleceğe taşıyamaz insan. Çabalasa bile bunu gerçek kılmaz.
Yanılsamasına tutunur ömrü boyunca ama gerçeğini elde edemez. Hiçbir şey aslını korumaz koruyamadığı gibi onun benzeride onun yerini tutamaz. Gidenler gittiği gün bizden kopup uzaklaşmıştır. Onun hayaline tutunmak kalmıştır sadece.
Bizler ruhumuzu dindirmek için uğraşlarla ömrümüzü bitirip tüketirken kaybettiğimiz onca şeyin farkına varamayız. Aslında odaklandığımız yolun yanlış olduğunu anlarsak belki de değişim başlatabiliriz. Ama bu ne zaman olur? Ölüme yakınken mi yoksa başlarındayken mi hayat yolunun?
Zihnim bir arşiv ;eskimiş, yıpranmış onca dosya, belgeler, kitaplar içerisinde mevcut. Ama onu gün ışığına kavuşturacak bir neden yok. Çünkü geçmişe erişmek isteyen bir yanım yok. Geçmişi unutmak isteyen yanım beni etkisi altında tutuyor. Benim için geçmiş, geçmişe mahkum olmak demek. İleriyi bırakıp geride durup ömrü bitirmek demek.
Hayatım on düzene girmesi lazım. Bilinmezlik etrafımı kuşatıyordu. Nereye kaçabilirdim? Ya da kaçabilir miydim? Her gün bana yeni bilinmezlikle karşı karşıya bırakıyordu. Gördüğüm rüya ya da adı her neyse karşılaştığım o kişi tüm dengemi bozmuştu. İçli bir nefes verip öylece oturduğum yerde sessizce durdum.
Bu sabah geç uyanmıştım. Son anlarda yemekhaneye gelmiş birkaç şey atıştırdıktan sonra öylece amaçsızca olduğum yerde beklemiştim. Hala çoğu kişi yemekhanede bulunuyordu. Buna Süreyya hanım ve diğerleri de dahil. Ahrar 'ın dersi olduğundan yemeğini yer yemez direk ders vereceği sınıfa geçmişti. Victoria' yı zaten sabahtan bu yana görmemiştim. İlk yemekhaneye geldiğimde Serra 'nın durulgan tavrı dikkatimi çekmişti.
Bugün diğer günlere nazaran sade bir elbise giymiş, hafif günlük bir makyaj yapmıştı. Ve o da benim gibi sessiz ve sakindi. Hatta yemekhaneye geldiğim anda bana çevrildiği bakışlarında hiçbir duygu kırıntıları görmemiştim. Öylesine bir şeye bakar gibi bakmış sonrada bakışları tekrar önüne çevrilmişti. Bu hali şaşırtmıştı ama şu an kimseyle muhatap olamayacak kadar yorgundum.
"Emira?" diye ismim zikredilince bakışlarım önümden çekildi ve ismimi zikreden kişiyi buldu. Ahlas bey meraklı bir ifadeyle bana bakıyordu.
"Sizi dinliyorum Ahlas bey." diye sakince konuştum. Yüzümdeki ifadesizliği Ahlas bey de dahil masada bulunan diğer kişiler de farkında olmalıydı. Hatta bu halim onları şaşırtıyordu. Pek umursamadan öylece duvara bakan biri gibi sorumu yanıtlanmasını bekledim Ahlas beyden.
" Çok sakinsin bu haline alışık değiliz. Yemeğini yediğin halde hala buradasın?" diye anlamak istercesine sordu. Şu an ki durumum her zamanki benden farklıydı. Eh bundan dolayı da sorgulaması normal. Sorusunu geçiştirmek adına dünkü olayı kattım.
"Arşiv odasını temizlemek yordu." diye yorulmuş bir sesle konuştum. Sanki şu an üzerimde tonlarca bir ağırlık vardı ve ben bundan dolayı kendimi yorgun hissediyorum.
"Anladım. İstersen odanda biraz dinlen." dedi anlayışla sadece başımı salladım ve oturduğum yerden doğrulup yemekhaneyi terk etmek için harekete geçtim.
Yemekhaneden çıkmış ve kendimi biraz değişiklik olması adına sessiz ve yalnız olacağını düşündüğüm yere doğru ilerlemiştim.
Yezra 'nın mezarlığına gitmek gelmişti içimden.
Belki de kendimi iyi hissedeceğim tek yer orası olabilirdi. Dakikaların ardından istediğim yere gelmiş ve bulduğum yere oturmuş sırtımı ise Yezra' nın mezarına yaslamıştım. İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Hiçbir şey artık bana bir anlam veremiyordu. Her şeye karşı çok tepkisizdim. Başımı hafif bir açıyla eğip öylece yerde yeni açmış çiçeğe baktım. Burası ne çok aydınlık ne de çok karanlıktı. Günışığı az bir açıyla burayı ısıtıyordu.
İzbe bir yer olmasının yanında sessiz bir yerdi burası. Saliseler içerisinde birden arkamda bir çınlama sesi duydum. İlk başta belki de kuleden yankı yapmış olabileceğini düşündüm ama hayır ses çınlamadan dönüşerek bit fısıltı halini aldı. Çok kısık olduğu için ne olduğunu anlayamadım ama sese olabildiğince dikkat kesilince ses yavaşça kendini belli etti.
Fısıltı şunları söylüyordu.
"Kaç.... Gidebildiğin yere.... Yakında.... Çok yakında.... Gelecek senin için melodi gelecek."
İlk an duyduğum cümle bunlar oldu. Nereye kaçmam istiyordu? Ve bu fısıltı kime aitti? Sırtımı yasladığım yerden çekip yavaşça arkama döneceğim an tekrar fısıltıyı duydum.
'Saklan! Ondan kaç! Seni bulmasına izin verme! "
Kimden saklanma gerekiyor anlam vermemiştim. Esila ' dan mı bahsediyordu acaba? Ama beni çoktan Esila bulmuştu bi bir kere . Başka biri için dediğini sonradan fark ettim. Olduğum yerden doğruldum bu sefer ve mezara doğru dönecekken sesi bu sefer tam zihnimin içimde duydum. Anında ellerimin başımı kavrayıp bu yüksek çınlamadan kurtulmasını sağlamak için kulaklarımı tıkadım ardından. Şunlar zikredilmişti ;
" Her şey farklı olabilir... Bunun için çabala...çabala ve özgür ol! "
Ses kesildikten sonra arkama dönmeyi başardığım anda birden Yezra 'nın mezarının yukarı kısmında karanlık bölgede birinin hareket etmesini görünce korkudan kısık bir çığlık dudaklarımdan firar etti. Anında geri adımlarla geriye doğru gittim. Karanlıkta olan beden harekete geçti ve bana doğru ilerledi. Ben korkudan yavaşça geriye doğru giderken birden hızla bana doğru uçuştuğunu görünce çığlık atarak geriye gittim.
Önüme döneceğim anda karanlıkta parlayan iki çift göz daha çok korkmamı sağladığı için yüksek bir çığlık atmıştım. Ben gün ışığına çıkarken o karanlıkta olan şey dışarıya gelmediği için olduğu yerde durmuştu. Ona doğru adım atacağım an ismimi duyunca arkamdan anında korkuyla arkama döndüm ama hızlı dönmemden dolayı ayaklarım birbirine dolandı ve düşeceğimi düşünürken birden kollarımdan tutulup yere düşmekten kurtuldum.
Sonunda olanları kavrayıp kimin ismimi zikrettiğini fark edince rahat bir nefes vermiştim.
"Burada ne arıyorsun?" diye sorunca Ahrar ilk başta sorusunu cevaplamadım.
Burada olduğumu nasıl biliyordu? Hızlı alıp verdiğim soluklarımla öylece şaşkın halime Ahrar 'a bakmaya devam ettim.
"İyi misin?" diye yeni bir soru sorunca anında etrafta dolanan bakışlarımı ona çevirdim.
"Sanırım evet." dedim ama sesim hiçte iyi olmadığımı belli ediyordu çünkü sesim hafifçe titremiş ve kesik kesik konuşmuştum soluklarımın arasında.
"Seni ben bu kadar korkutmuş olamam çünkü ben ismini zikretmeden hemen önce de çığlık attığını duydum. Bir şey mi gördün?" diye sorgularcasına konuşmuş bu halime bir anlam vermeye çalışıyordu. Ama ona hayali bir kişi gördüğümü söyleyemem hatta bunu kimseye söyleyemem. Fısıltılar duyduğumu onun hemen ardından ise bir varlık görmem hiç normal karşılanmaz.
" Aslında evet senden önce de çığlık attım ama bunun sebebi mezarının yanında olan bir hayvandı. Ben dalgınken birden elimde bir hareketlilik olunca anının vermiş olduğu korkuyla çığlık attım." diye gerçekçi olmasını düşüneceğim bir yalan söylemek zorunda kaldım.
Birkaç saniye söylediklerimi bir gerçeğe yordu sonra bakışlarımda olan yalan ama inandırıcı olan ifadeyi görünce inanmış olmalı ki beni birkaç adım öne doğru çekti.
" Burada böyle hayvanların olması normal. Buraya pek kimse gelemediği için terk edilmiş bir halde normal olarak insanları rahatsız edecek bitkiler ve hayvanların olması normal. Buraya gelmek istemeni anlıyorum ama bir dahaki gelişinde dikkat et ve zararı dokunacak her şeyden uzak tut kendini. "diye itiraz istemeyen bir istekle konuşunca sadece başımı salladım.
" Artık gitsek mi? "diyince peki anlamında başını salladı. Yavaşça uçurumun dibinden çıkışa doğru yürüdük.
Ama aklım hala arkamda saniyeler önce belirtmiş varlıktaydı. Kimin nesiydi? Ve ikinci kez onu görüyorum. Benimle kurmak istediği iletişimin sebebi ne? Neden onca gün arasından şimdiyi seçti? Ben daha kuleye geldiğim ilk günler neden onu hiç görmemiştim? Her yeni bir gün bana zehir zemberek oluyordu. Biri bitmeden diğer felaket benim için başlıyordu. Çok bile dayanmıştım. Kim olsa arkasına dönüp bakmadan burayı ilelebet terk ederdi.
Uçurumdan çıkmış ve Ahrar 'ın isteği üzerine arkada olan çiçek arazisine doğru ilerlemiştik. Ben hala yaşadıklarımı düşünürken Ahrar' ın konuşmasıyla anında bakışlarım onu buldu . Hafif çatılı kaşları arasından ileriye dönük bakışlarıyla konuşmuştu.
" Son günlerde sende bir şey olduğunu görüyorum. " dedi tok sesiyle. Ve dediklerini duyduktan sonra anlamaza yatıp konuştum.
"Nasıl gibi?" diyince omuzlarının hafifçe aşağıya doğru indiğini, göğüs kafesinin gerginlikten kasıldığına şahit oldum. Bazı şeyleri dile getirmekte zorlanıyordu.
"Bak?" dedi ve yönü bana çevrildi. Adım atmayı bıraktım o anda. Lacivert hareleri beni kendine hapsetti. Durgun halimle sadece ne diyeceğini bekledim.
"İlk zamanlardaki sen değilsin. Bunu yanlış anlama ama sende olan değişimleri görmemek aptallık olur. Ve her ne yaşıyorsan onunla mücadele veriyorsun kimseden yardım istemeden. Bir şeyleri bu zamana kadar tek başına yapman şimdiden itibaren yeniden tek başına yapacağın anlamına gelmez. Birilerinden yardım iste. "dedi düşüncelerini dile getirirken. Sonra benim suskunluğumu görünce öfkeli bir nefes verdi. Neye kızmıştı?" Kimseye güvenmiyor olabilirsin. Belki ilk başlarda yaşadığın şeyler senin kendini kimseye açmamanı sağlamışta olabilir ama Emira şunu bil ki şu an belki de tehlikede bile olabilirsin." diye tamamladı cümlesini.
"Ahrar bak—" konuştuğum anda cümlemi anında yarıda kesti.
"Kara ormanda sana söylediklerimi hatırlıyor olmalısın. O zaman da dediğin an aklımı karıştırmıştı cümlen. Hatırlıyor olmasın." Bu soruna yanıt vermeyeceğim! Asıl önemli olan şu her şey öyle kolayca var olmaz! Şunu da unutma her şeyin senin için nasıl bir sonuç doğuracağını bilemezsin ve o kolye seni bulmuşsa demektir ki senden de büyük bir şey alacaktır. "demişti Ahrar.
"Almadığını da nereden biliyorsunuz ki! "demiştim onun cümlesine karşılık.
" Hatırladım. " dedim sakinlikle. Nasıl unutabilirim ki? Çünkü bende izi olan bir cümleyi hislere dökmüştüm.
"Peki bu cümlede kast ettiğin şey ne Emira?" diyince açıklama beklercesine.
"Ne anlıyorsan o aslında." dedim sakinlikle. Ama açıklamam ona yeterli gelmiş değildi. Detaylı bilgi istiyordu benden ama bilmiyor muydu kendimi açıklama ve anlatma konusunda pek iyi değildim.
"Emira söyle kendini her şeye kapama! Kendine zarar verdiğini bilmiyor musun böyle yaparak?" dedi beni görmeyi umarak, bir yıkıma bakıyordu ama farkında değildi. Aslında kimse biliyor değildi. Ben çoktan her şeye razı olmuştum bunun bir çabası olmazdı. Batan gemi nasıl ki kurtulamazsa bende o haldeyim suyun üzerinde çırpınıp duruyorum ama günün sonunda ben denizin dibine çekileceğim. Ölüm yanı başımda. Bakışlarım ondan uzaklaştı. Boş arazide gezindi.
"Bazı şeyler açığa çıksa dahi bir yararı olmaz benim için de bu geçerli." diyerek yürümeye devam ettim tekrar.
Arkamda bıraktığım adamın bendeki yıkımı onarmak istediğini biliyorum ama bir faydası olmayacak boşuna çırpınmasını istemiyorum.
"Gelmiyor musun?" dedim hala hareketsiz olarak yerinde duran Ahrar 'a. Birkaç saniye öylece durduğunu hissettim sonra bana ulaşmak için adımlarını hızlandırdığını duydum. Yanıma ulaştıktan sonra benle beraber kuleye doğru ilerledi. Başımı hafifçe sola çevirdim. İleriye bakıyordu. Kızgın değildi ama amacına ulaşamadığı için de huzursuzdu. Lacivert harelerinde boş bakışlar yer ediniyordu.
"Düşünme. Zihninin bu konuda meşgul olması gereksiz." dedim. Ahrar ise kısa bir bakış atıp tekrar önüne çevirdi bakışlarını.
Kuleye geldiğimizde bana öncelik verdi içeriye girip yan yana koridorda ilerlemeye başladık.
"Bir planımız vardı." dediğinde anında evet anlamında başımı salladım.
"Yakında uygulamaya geçecek bir planımız vardı. Unutmadım sadece erteledim ama kısa sürede plan devreye geçecek." diye kesin bir dille konuştum. Yakında düşlediğim günü gerçek kılacaktım.
"Peki o halde görüşürüz çünkü yapamam gereken bir iş var." dediğinde Ahrar anında başımı peki dercesine sallayıp yanından ayrıldım. Ahrar kısa bir süre bana baktıktan sonra yanımdan ayrılıp çalışma odasına gitmek üzere merdivenlerin olduğu tarafa doğru yöneldi. Bende olduğum yerden hareketlenip Süreyya hanımla konuşmak için onun olduğu yere doğru gittim yani toplantı odasına.
Toplantı odasının önüne gelince kapıyı hafifçe tıklatıp gir komutunu bekledim. Gel diyen sesini duyunca hemen kapıyı aralayıp içeri girdim. Beni beklemiyor olmalıydı ki anında kaşları hafifçe kavislenmişti. Yani uzun bir süredir normal iki insan gibi konuşmamıştık. Biraz ileride şöminenin önünde olan tekli koltuğa oturmuştu bende karşısında olan tekli koltuğa doğru ilerledim. Toplantı odasında tekti. Zaten bunu bildiğim için buraya gelmiştim.
"Süreyya hanım müsaitseniz sizinle konuşmak istediğim birkaç şey var." diyince evet var diye başını iki yana usulca salladı. Benim gibi olan mavi harelerini gizli bir sis pusuya düşürmüş ki gözlerinde bir uykusuzluk nidaları vardı. Birkaç gün uyumamış olmalıydı. Benim uykularımı kaçıran şeyler bilmediklerim, bilmek için uğraştıklarımdı. Peki Süreyya hanımı uykusuz bırakan şeyler neydi acaba?
"Yorgun gözüküyorsunuz?" dedim aslında bunu sormak istemiştim ama uykusuzluğuna neyin sebep olduğunu bilmek istedim.
" Aslında birkaç sorun hallolmadı ve bu geceleri uyumamamı sağlıyor." dedi yorgunca. Ruhundaki yorgunluğu soludum o anda. Benimle konuşurken bile aklı başka bir yerdeydi. Çünkü gözlerime bakarken boş bir yere dalıp giden bir kişiydi şu an. Dağılan dikkatini kendi üzerime çekmeyi başardım konuşunca.
" Birkaç sorum olacak. "dedim ilk iş olarak. Tabi sor dedi sakinlikle. Bu haline alışık olmadığım için sadece soruma odaklandım ama nedensiz olarak şu anki ruh bunalımından çıkmasını istedim. Çünkü Süreyya hanım ne olursa olsun bu kadar yelkenlerini çabuk suya indirip duygularını apaçık ifşa edecek bir kadın değildi. Her daim her şeyi içsel olarak içinde halleden kadın şimdi bir yıkıma kurban gitmiş gibiydi.
"Aslında bakarsanız şu anki durumunuz benim tüm dikkatimi sizin üzerinize çekmemi sağlıyor. İlk olarak ben sorularımı sorayım sonra sizin şu anki durumunuza odaklanalım." dediğimde sadece dinledi. Ne karşı gelecek bir cevap verdi. Ne de herhangi bir tepki. Bakışları bomboş donuktu.
" Pekala. "dedim elimden bir şey gelemediği için şimdilik Süreyya hanımın bu kayıtsızlığına karşı ." Esila aslında Aron yani kardeşinizin eşiydi. "diye cümleme başlayınca sadece bakmaya devam etti." Ne yaptı diye düşünüp durdum ve onun ihaneti sonucunda ceza aldığını biliyorum. Peki bu ihanet kaç taneydi? İki mi? "diye sorup istediğim konuya geldim.
" Biri kolyeye biri de Aron 'a yaptığı ihanetti. Aronu aldattı değil mi? Ve üzerine çok düşündüm kolyeyi ondan almış olabilir gizli gizli ya da kolyeyi kötü amaç için kullandığını da varsaydım. Peki kolyenin aslı nerde çünkü şu an taktığım kolye Esila' nın, kolyenin diğer eşi yani aslı nerede? Aron 'un kolyesi şu an nerede öğrenmek istiyorum. "dedim dediklerime karşı bir açıklama yapmasını umarak. İlk başta bir şey demedi sonra yavaşça bana doğru çevrildi bedeni.
" İhanet... Evet yaptığı buydu. Yaptığı şey Aron' u bizden uzak kıldı. Aron Morte kolyesinin ikinci sahibi ve Moritanya topraklarının ilk kralı. Kolyenin ilk sahibi kim biliyorsun. Aron kolyeyi bir gece yarısı buldu. Farkında olmadan bulmuştu. Ya da kolye ona geldi. Kolyeyi bulunca ilk ne olduğunu anlamamıştım ama sonra bu bulduğu kolyenin aslında Yezra 'nın kolyesi olduğunu anlamış. Anladığı anda direk yanıma geldi. Beni uyurken telaşla uyandırdı. O kolyeyi bulduğu için mutlu değildim. Sebebi açık aslında onun zarar görmesini istemediğim için. "dedi ve sonra içli bir nefes verip konuşmasına devam etti." Kolyeyi bulduğu için mutluydu ama ben değil. Endişelerim vardı ve haklı da çıktım. Kolye onu benden aldı. Ve bir daha göremedim. İlk zamanlar her şey iyi güzeldi. Yani kolyenin güçlerine alışmaya çalışıyordu sonra onu gördü. Esila..." sözlerinde bir acının gölgesi vardı. Gözleri her anlatışında bir kayıp veriyor o kaybı anbean yaşıyordu.
" Hayatımıza nasıl girdi bilmiyorum ama onu hiçbir zaman sevebilmiş değildim. Hissetmiştim aslında zararı olacağını. Hiçbir zaman onları onaylamadım. Ama kardeşim onu sevdi. Bende onun sevgisine saygı duydum. Sonra Aron onu hayatı yaptı. Esila hırsları olan biriydi. Doyumsuzdu. Aron'un sahip olduğu güçleri Esila fazlasıyla arzuluyordu. Sonra bir akşam Esila 'nın boynunda sana ait olan kolyeyi gördüm. Ve işte o an her şey seyrini takip etti. İlk başta kendini gizledi ama sonradan amacı ortaya çıktı. Aslında o hiçbir zaman kardeşimi sevmedi amacı onun sahip olduklarına sahip olmaktı. Başardı da. Çoğu zaman Esila 'yı dizginlemek için herkes uğraş verdik. Bir ara düzeldi ama biz öyle sandık. O kuleye hizmet eden birine aşık olmuştu. Kimse anlamadı ama her şey sonradan ortaya çıktı. Kulede görev yapan bir büyücüye aşıktı. İlk ihaneti bu oldu. Onu aldattı hemde uzun bir süre sonra amacını gerçek kılmak için Aron 'ın kolyesini almak istedi. Ama başaramadı çünkü kolyenin sahibi dışında kimse o kolyeyi onun izni olmadan alamazdı. Ve alamadığı için daha da hırslandı ve kara büyüye başvurdu. Ama hata yapıyordu bunun için boynunda olan kolye onu cezalandırdı ve ona büyük bir ceza verdi. "dediğinde hüzünle anladım aslında her şeyi.
" Kolye onun bedenini ondan çekip aldı. Ruhunu bir yere hapsetti. Ve kardeşiniz de sebep olduklarından dolayı cezalandırıldı. Esila onu öldürmeye çalıştı değil mi kara büyüyle baktı ki kolyeyi onun rızasıyla alamıyor en iyisi bunu bildiği yolla almak oldu ama başaramadı. Ve ikisi de cezalandırıldı. "diye açıklık getirdiğimde evet dedi kısık yorgun bir sesle." Yorgunsunuz sebebi yaşadığınız kayıptan dolayı. Bugün... Onu bugün kaybettiniz Onun için bu haldesiniz. "diyince anında hafif bir şaşkınlık yaşadı. Duygularını anlayabilmek zor değil yaşadığı şeyleri bende yaşadım bir farkla o sebebiyete son vermek isteyen kişiydi ama ben sebebiyet veren biriydim.
" Anlamanı ummuyordum aslında ama hep şaşırtıyorsun beni. Evet onu kaybedip benden uzaklaştığı gün bugün. Ve ben onu özlüyorum hala ve hala özlemeye devam da edeceğim hep." dedi sesindeki acının çığlıklarını saklamadan. Oturduğum yerden kalkıp Süreyya hanımın karşısına geçip dizlerimin üzerine çöktüm. Ellerimle ellerini tutarak ona az da olsa bir dayanak olmak istedim.
" Acınızı elbet anlıyorum emin olun ki benden daha iyi kimse anlayamaz ama sabredin ona ulaşacağınız gün yakın bir zamanda. Ben hep böyle düşünüyorum. Ve isterseniz biraz dışarıda yürüyelim size iyi gelir." diye öneride bulununca hayır anlamında başını iki yana salladı.
" Peki sizi daha fazla rahatsız etmeyeyim ama son bir şey daha sormak istiyorum. Sorabilir miyim? "diyince evet anlamında başını salladı.
" Karanlık ruhlar bir insanla irtibat kurabilir mi? Çünkü Esila kurmuş olmalı ki böyle bir işe kalkışıp kara büyüye başvurmuş. "dedim merakımı zapt edemezken çünkü gördüğüm şey bir karanlık ruhsa başım büyük belada olabilir. Belki de bunun sebebi Esila bile olabilirdi. Ve ben bunu öğrenmek istiyorum.
" Kişi istemedikçe bir kara Ruh kimseyle irtibata geçmez neden sordun ki? "diyince hiç öylesine sormak istedim diye geçiştirmek zorunda kaldım. O zaman karanlık Ruh kendi isteği ile benle irtibat kurmuştu ama neden? Ah!
" Ben artık gideyim akşam yemekhanede görüşürüz Süreyya hanım. Kendinize iyi bakın. Lütfen kendinizi yıpratmayın. Sizin suçunuz değildi hiçbir şey. Hepsi olması gereken şeylerdi. Oldu ve bitti. Böyle düşünün yoksa kendinizi çok fazla yıpratmaya devam edeceksiniz. "demiş ve Süreyya hanımın yanımdan ayrılmış, ayrılır ayrılmaz da anında odama kapanmış günlüğü okumaya başlamıştım.
Çığlık... Bana yakın olan tek ses. Beni kuşatan, beni kendine hapseden şey. Sessiz çığlıklar... Benim varlığımı kuşatan bu sessiz çığlıklarım. Hayatımı hep sorguladım. Kendimi hep sorguladım ama anladım artık hata bende hiçbir zaman değildi. Hata benim kendimdi. Kendimi kandırmamdı. Kendimi sevgiye muhtaç bırakacak hale getirmemdi. Bazı insanların sevgisiz büyüyebileceğine ihtimal vermiyor oluşumdu. Sevgi her zaman insanı bulmaz bunu anlamalıydım. Kendimi avutacak çok cümle kurmuştum.
'Başarılı olursam onlar beni takdir eder.' 'İstediklerini yaparsam kardeşimi sevdikleri gibi beni de severler.' 'Bana ait olan şeyleri paylaşsam onlarla, beni aralarına kabul eder çocuklar.' 'Alttan al.' 'Umursama denileni.' 'Onların isteği üzerine yaşa hayatını.' 'Sabret sende bir gün sevileceksin.'
Ama hiçbiri doğru değildi. Ama hiçbiri gerçek olmadı. Ve hiçbiri beni mutluluğa ulaştırmadı. Ve ben hep birdim. Hep bir olmaya devam edeceğim. Kimse yanımda olmayacak kimse ama kimse... Kimse beni benden daha iyi anlamayacak. Kimse beni benden daha çok önemsemeyecek. Kimse benim neyi sevip sevmediğimi bilmeyecek. Kimse ben yere düştüğüm anda bana el uzatmayacak. Kimse beni bir konuda uyarmayacak. Beni bir yanlıştan uzak tutamayacak. Kimse beni korumayacak. Kimse bana iyi misin demeyecek. Ve kimse ben öldüğümde yanımda olup yalnız hissetmemi engellemeyecek. Kimse beni ziyarete gelmeyecek.
Hayatım çok kısa bir cümleye sığabilir aslında. 'Tek başınaydım. Ama etrafım kalabalık sanıyordum.' Aslında kalabalık olan benim hayal dünyamdı. Sesimi bastıran hayal dünyamdı. Korkumu dindiren hayal dünyamdı. Ve ben en sonunda o hayal dünyasından çıkabildim. Ama bu üzdü de beni çünkü hiç bu kadar gerçekten yalnız olduğumu anladığım bir an olmadı. Yalanlarımla kendime öyle bir sığınak yapmıştım ki gerçeği ört bas edip kendimi ondan koruyup kollamıştım. Ah aciz bir insanım değil mi? Siz söylemesenizde ben bunu biliyorum. Acı. Beni yalnız bırakmayan tek şeydi. Beni gerçekle yüzleşmek zorunda bırakan bir gerçekti.
Adımlarım oldu. Her adım beni uçuruma bir adım daha yakın kıldı. Ölüm yakınımda biliyorum hissediyorum ama biraz oyalanıyorum. Belki de son an, o son anda beni mutlu edebilecek bir neden olabilir umuduna tutunuyorum. Evet belki de yanlış ama bu hayatı hiç güzel anılarla doldurmadım diyememek için bu umudu da bırakmıyorum. Giderken yanımda güzel bir anı bulunsun istiyorum. Aslında buna yakınım ama sanki yanlış yapıyorum diye düşünüyorum. Bilemiyorum da.
Morte çiçeğini bulduktan sonra onu kolyeme hapsetmiştim solmasın diye ama sonra yaşadığım o andan sonra kolyem beni kısa bir süreliğine uyutmuştu. Kendime geldiğimde yavaş yavaş kavramıştım olanları. Kolyenin aslında yeni bir kimliğe büründüğünü sonradan anlamıştım. Evime ulaşınca. Çiçek aslında solmamıştı. Ben her şeyi yanlış anlamıştım. Ben aslında yanlışı kabullenmiştim. Bulunduğum yerden sarsak adımlarımla çıkıp durulan yağmurdan sonra evime zar zor gelebilmiştim. Eve gelişimde herkes çoktan odasına çekilmişti. Ben ise odama çıkıp üzerimi değiştirip yatağıma uzanmış ve yorgunluğumu uykuyla gidermiştim.
Sonra mı? Sonra sabah olup uyanınca her şeyin farklı olduğunu anlamıştım. Daha önce hissetmediğim şeyleri hissetmeye başlamıştım. Farklıydım. Bunu anlamıştım. Odadan çıkarak banyoya geçmiş ve derse kadar hazırlanmaya başlamıştım. Odadan çıkmış ve ilk annemi görmüştüm onunla karşılaşmamda aniden bedenime güçlü bir enerji nüfus etmişti. İlk başlarda bunun sebebini anlamamış kafa yormamıştım ama sonra gerçeği sonunda öğrenmiştim. Kolyem bana verilen en büyük ceza ve ödüldü. Ödül kısmı kadar ceza kısmı da büyüktü.
Annem bana bakma tenezzülü bile göstermeden yanımdan ayrılmış bende direk yoluma devam edip mutfağa gitmiş kahvaltı etmiş hemen sonra da odama dönerek hazırlanmış acele acele evden çıkarak ders vermek için yola koyulmuştum.
Sarya 'o daha fazla bekletmemek adına hızlı adımlarla yürüyüp duruyordum. Ama her adım atışımda ve yanından geçtiğim kişilerden sonra bedenimde tarifsiz bir farklılık hissediyordum.. Nereden bilebilirdim ki yenilendiğimi! Sarya' nın evine gelince beni karşılayan çalışana selam verdikten sonra Sarya 'nın odasına çıkmıştım. Merdivenleri çıkarak odasına ulaşmış ve hemen kapısını tıklayıp gel komutunu beklemiştim. İçeri gir komutunu duyduktan sonra içeri girmiş ve beni gülücüklerle karşılayan Sarya' ya mutlulukla bakmıştım.
İlk başta her şey güzel geçmişti. Derslerimizi işlemiş sonra biraz kız kıza konuşmuştuk. Sonrasında yoğun bir acı göğsümü delip geçmişti. Boynum sanki bir alevin içerisinde kalmış gibi yanmaya başlamıştı anında banyo doğru ilerlemiştim. Sarya bu tuhaf halimi şaşkın şaşkın bakarak karşılamıştı. Banyoya geçince anında aynaya doğru ilerlemiştim.
Aynanın karşısında susan dilsiz düşüncelerim beni boşluğa itip gitmişti. Ellerimin arasına kazağımın altında duran kolyeyi avuçlarıma alınca onun sıcaklığı avcumu ilk başta yakmıştı ama sonradan yanık acısı dinmişti. Kolyem değişmişti. İlk görüntüsü bu halde değildi.
İki çift küçük yılan bir parlak elması çevrelemişti. Biri siyah biri beyaz yılan.. İkisi iç içe geçmiş ve kolyenin taşını koruma altına almıştı. Kolyem nasıl bir gecede değişebilirdi ki? Buna sebep olan Morte çiçeği miydi? Kolyenin yüzeyine dokunduğum anda bir patlama sesi duydum zihnimin en ücra köşelerinde. Anında bu yoğun güçten dolayı gözlerimi kapattım.
Geçmiş ve gelecek yolları kesişti o an. Her yaşadığım şey bir bir gözlerimin önünden geçip gitti. Gözlerimi açıp aynada olan yansımama baktım. Gözlerim... Rengi değişmişti. Ve saniyeler içinde de değişmeye devam ediyordu. Bana neler oluyordu? Daha dikkatli bakınca saçlarımda gözlerime eş olarak değişip duruyordu rengi. Yaşadığım şaşkınlıkla birkaç adım geriye gitmek zorunda kaldım.
Yaşadığımız her şey gerçek miydi? Avuçlarımda tuttuğum kolyeyi tutmayı bırakınca anında gözlerimin rengi değişmeyi bıraktı. Ben ne yapmıştım? Neye sebep olmuştum? Aklımı kaçırmak üzereyim. Bu... Bu yaşadıklarım gerçek olmazdı. İstediğim şey bu muydu? Bilmiyorum.
Acılarımı unutmak istemiştim. Yeni acılar doğurmak değil. Ama bunu ne önleyebilmiştim ne de önüne geçebilmiştim. Her şeyin sebebi bendim her şeyi başlatan sebep bendim. Kendimle bir yıkım başlatmıştım. Ve bu yıkım çok ses getirecek çok kayıplar verecekti.
Bu son altı çizili cümle sonradan eklenmişti günlüğe. Dikkatle bakınca fark etmiştim. Göğüs kafesini neredeyse yaracak bir nefesi alıp geri vermiştim. Okudukça bir yıkımı izliyor gibiyim.
Zihnimi susturup devam ettim okumaya tekrar.
Kaçmaya çalıştım ama bir kere saplanmıştım. Geriye dönüş yoktu. Geriye kaçış yoktu. İstenilen hayaller istenmeyen sonuçlar doğurdu. Ve ben oraya çakılıp kaldım. Hükümler hükümsüz kaldı. Verilen sözler anlamını yitirdi. Ve sevgi artık iyi hissettiremez oldu. Sıcaklık yok oldu. Soğukluk her şeyi silip attı. Bir duygu yok. Bir hissiyat yok. Kalp artık atmak için vardı, sevmek için değil. Kolyeye alıştım. Alışmaya çalıştım. Kolyeyi sahiplendim. Neden mi? Çünkü bana ait olan tek ve ilk şeydi.
Onu ben, beni o yaptım. Zamanla onun varlığını kabullendim. Kabullendikçe onu buldum. Sıradan bir kolye değildi. Farklı, gücü simgeleyen bir kolyeydi. Neden mi? Çünkü o tüm benden eksik olan şeyleri kendine hapsederek bende eksik olan şeyleri tamamlıyordu. Kolyem etrafında olan her insanın gücünü kendine kopyalayıp bana sunuyordu. İlk anlarda kolyenin nasıl bir güce sahip olduğunu anlayamadım ama sonradan zamanla deneyim kazanarak anladım. İstediğim her şeyi bana sunabileceğini.
İstediğim her şeyin benim olabileceğini anladım.
Kolyenin bana bir armağan olduğunu anladım. Benden alınanların bu şekilde verildiğini anladım. Kolyenin her keşfettiğim gücünü anında özelliklerini tuttuğum bir kitaba aktardım. Ama bu öyle kolayca içinin açılıp içinde yazılanı okuyabileceğiniz bir kitap değildi. Bu kitap ancak boynumda olan kolyenin vasıtasıyla açılabilen bir kitaptı. İçinde yazılan bilgiler ise ancak kolyenin yani ben tarafından okunabilecek bir yazıyla yazılmıştı bilgiler içerisine. Ve her gecenin bitişinde boş olan bir sayfa doluyordu. Her gün benim için yeni bir bilgi yeni bir an demekti.
Tam tamına üç yıl boyunca kolyenin güçlerini bulmaya onu kullanmak için çaba sarf ettiğim günlerim oldu. Ama bu sayede Sarya 'ya verdiğim dersi de aksatmadım ve her gün onu görmeye ona istediği bilgileri ona aktarmaya gittim evine. Ama her gidişim umutla her dönüşüm umutsuzlukla sonuçlandı. Çünkü o yoktu. Çünkü kalbimde körelmiş sisler altında kalan duyguları canlandıran adam yoktu orada. Dehliz... Bir kör kuyu gibi ruhuma işleyen beni kendine çektiği bedeni, ruhu etrafımda değildi.
Girmişti ne zaman gelecek bilmiyorum. Gelip gelemeyeceğini de bilmiyorum. Sarya 'ya da soramadım hiçbir zaman. Anlar diye. Anlamasın diye sustum. Çünkü belki de rahatsız olur ve ona ders vermemi istemez diye sustum. Ama zihnim çığlık çığlığa onun ismini zikretmeden duramadı. Neredeydi bu adam? Neden hiç gelmiyordu evine?
O gün Sarya' nın yanından çıktıktan sonra eve gitmek istememiştim. Kendimi ıssız ama bana iyi gelen yere götürmüş orada uzun saatler boyunca durmuş ve düşünmek için kendime alan tanımıştım. Orada yalnız olduğumu sanıyordum ama değildim. Oradaydı ilk kez onun varlığını hissetmemiştim. Oturup sırtımı yasladığım ağacın yanına çöküp bana bakarak sessiz kaldığı anda olduğum andan soyutlanıp dikkatimi ona çekmiştim.
Yorgun gözüküyordu. Uyumadığını ona daha dikkatle bakınca anlamıştım. Bir süre ikimiz de sessiz sessiz birbirimize bakıp durmuştuk. Ona her bakışımda kalbimde gölgenin altında korkudan dolayı saklanan duyguların açığa çıktığını düşünmüştüm.
Neden burada olduğunu sormayı akıl ettiğimde verdiği cevap beni şaşırtmıştı. Çünkü bana şunları söylemişti; 'Seni bekliyordum. Sonunda geldin. Gelişin iyi mi kötü bilmiyorum ama burada olman lazım. Yanında olmam lazım.' bunları demişti. Anlamamıştım ama sanki anlamış gibiydim. Neyi derseniz? Bundan sonraki süreçte hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı ikimiz için de. Ne onun için ne benim için ne de etrafımızda olanlar için. Bir döngü bizim sayemizde başlamıştı. Ve o döngü bize ne yapacaktı bilemiyorum.
Sayfayı kapatıp yaslandığım yerden sırtımı çekerek okuduklarımı sindirmeye başladım. Kolye ilk haliyle bende değildi. Bir elmanın diğer yarısı gibiydi bende bulunan. Diğer yarısı ise nerede kim bilir? Süreyya hanım bu sefer hiç bir şekilde gizlemeden sorduğum sorulara cevap vermişti. Şaşırmıştım. Ama artık bir yerden sonra hepsi artık bir şeyleri saklamaya devam edemezdi zaten.
Kolye ilk zamanlarda güç edinmeye başlamıştı. Yezra 'yla bütün olduktan sonra yavaş yavaş güç edinmiş Yezra' ya. O zamandan bu yana kadar kolye çevresinde olan tüm güçleri kendine kopyalamıştı. Bundan sebeple kolye büyük bir gücü temsil ediyordu. Çünkü şu ana kadar görüp görebilecek tüm güçleri kendinde bulunduruyordu. Ve daha benim bile keşfetmediğim güçler de olabilirdi bu güçleri keşfettiğimde neler olabilirdi bilmiyorum da.
Günlük muhafaza edildiği yere gittikten sonra bende odamdan dışarı çıktım. Koridora çıktığım anda sessiz bir ortam beni karşıladı kimse yoktu koridorda. Uzun koridorun bitiminde olan bir ses beni oraya doğru yönlendirdi. Yavaş adımlarla sesin olduğu yere doğru ilerledim. Uzun geniş koridorda ben tek vardım. Yanından geçtiğim her duvara asılı tablolara baktığımda sanki tablolarda bir hareketlilik oluyordu. Ya da bir göz yanılsaması da olabilirdi.
Emin değildim. Sonunda koridorun sonuna ulaştığım anda duvarın ardında gizli bir bölme olduğunu fark ettim. Bölmeden gözlerimi çekerek arkama bakındım. Kimse yoktu. Peki bu gizli bölme nasıl açık kalmıştı? Cesaretimi toplayıp bölmeye dokunarak arkaya doğru ittim.
Yavaşça arkaya doğru giden bölmenin ardında beni karşılayan karanlık tedirgin olmamı sağladı ama geri adım atmayarak içeri girmek adına bir adım öne giderek bedenimi içeriye sokup hemen akabinde ardımdan bölmenin kapısı kapandı. Kapı çok sert kapandığı için anında olduğum yerde sıçramış ve bir adım öne doğru gideceğim an ayağım boşluğa geldiği için sertçe dizlerimin üstüne düşmüştüm. Sertçe yere çarpan dizim ve avuçlarım feci ağırmıştı. Etrafım karanlık olduğundan içeriyi göremiyordum.
Kolyenin yardımıyla içeride küçük bir ışık huzmesi belirdi.
Ellerimden destek alarak yerden doğrulup ayağa kalkıp etrafımı ışığın el verdiği kadarıyla görmeye çalıştım. Ortam çok havasızdı. Neredeyse toz solup duruyordum. Saçlarımı kulağımın arkasına yerleştirip incelemeye devam ettim bulunduğum ortamı.
Burası bir depoydu ama sıradan bir depo değil. Burada tam deponun ortasında bir ayna ve onun hemen yanında yerde 7 tane yuvarlak halka bulunuyordu. Halkalara yaklaşmadan yanından geçerek detaylıca yakından bakmak istedim. Bu halkalar bir yerden tanıdık geliyor gibiydi.
Birkaç saniye düşünmüş ve bu büyünün ne sebeple yapıldığını merak etmiştim. Ama sonunda anlamıştım. Bu kara ruhlar için yapılmış büyünün düzeneğiydi. Peki neden hala büyünün izleri yerini koruyordu ki? Neden bu hazırlık toplanmamıştı? Eğilerek daha yakından baktım yerde olan halkaya. Halkanın içinde bir el izi vardı. Ve bu el izi kanlı bir el iziydi. Bu büyü için 7 kişinin kendi kanıyla halkalara dokunarak büyüyü tamamladığını fark ettim.
Aynaya bakışlarımı çevirdim. Üzeri bir siyah örtü ile saklanmıştı. Açılan sonsuzluk portalı hala izlerini koruyordu. Tekrar gelmelerinden mi korkmuştular? Ama bildiğim kadarıyla sonsuzluk portalının dönüşü olmaz. Bir şartla. İstenilen kişiden bir parça eğer varsa sonsuzluk portalının dışında işte o an bir irtibat kurularak bu portaldan kuruluş kolay olur. Eh bu şimdi olmadığına göre neydi hala önlem almalarının sebebi? Ben miydim acaba? Ama böyle bir şey yapmayacağımı bilmeleri lazımdı.
Ben düşünürken birden aynanın üstünde olan örtü aniden yere düşünce korkudan çığlık atarak geriye kaçıştım. Tuttuğum soluklarımın ardından aynaya bakmaya çalıştım. Kısılan gözlerimin arasından aynaya çevirdiğim harelerim orada aniden bir varlığın yansımasını görür görmez hemen arkaya doğru geri geri gittim. Bu daha önce görmüş olduğum varlıktı. Saf siyah bedeni dışında ondaki tek renk gözleriydi. Bembeyaz gözler... Yansıması aynada hareketsiz bir halde duruyordu. Ne yapacağımı bilemeden öylece ona baktım. Neden üçüncü kez bana görünüyordu? Amacı neydi? Benden ne gibi bir çıkarı olurdu? Sırtım deponun küçük kapısına yaslı halde öylece karşıya bakıyorum. Aynada bana gözüken bedene. Ruhumda bana karşı başlatılan bir isyan vardı. Karşımda olan beden sanki çok tanıdıktı. Ama ben onu daha önce sadece burada görmüştüm.
"Kimsiniz?" diye sorunca bir yanıt alamadım. Omuzlarım düştü ve göğüs kafesim çaresizliği tadarak yavaşça inip kalktı. Kalbim bir izi belli edercesine küt küt attı. Elmacık kemiklerim bir sıcaklık ile karşı karşıya geldi. Elim sızıyı bulmak için boynuma gidince bir sıcaklıkla karşılaştı. Aniden elim kolyeme değer değmez parmak uçlarım yandı. Başımı eğerek bakışlarımı kolyeye çevirdim.
Kolyenin aniden rengi siyaha dönüşmesi ile neye uğradığımı bilemedim. Kolye nadir siyah rengini alırdı. Hatta Lord Yelit çok zor bir anında kolye siyah renge dönüşür demişti. Ama şimdi benden bağımsız bir halde kolye siyah renge dönüşmüştü. Ve kolyenin taşının etrafında olan yılan figürü ise sanki o an canlıymış gibi yavaş yavaş kolyeyi sarmalıyordu. Kolyeye ne oluyordu?
"Kimsin bilmiyorum ama senden korkmuyorum amacın ne açıkça belli et," diye öfkeyle konuştuğum anda birden pencereye bile sahip olmayan depoda sert bir rüzgar esip geçti. Uçuşan saçlarım rüzgar esmeyi bırakınca aniden yavaşça omuzlarıma düştü. Sonra ise bir anda karşımda birkaç sembol belirdi havada asılı durarak. Bir nesne üzerinde olmadan.
"Kainat bir kaosu bekliyor. Ve beklenen kesin olarak gerçekleşecek. Kim sebep olacak belli. Peki kim sonu olacak?"
Bu cümleler kanla yazılınca havada büyüyü yardımıyla aniden ne anlatmaya çalıştığını kavramaya çalıştım. Ama anladığım söylenemezdi.
"Neyden bahsediyorsun? Kim sebep olacak ? Sen kimsin? Benden ne istediğini dile getir?" üst üste sorduğum hiçbir soruma cevap vermedi. Aynada hala varlığını koruyan varlığa baktım. Öylece bekliyordu. Bakışlarımı kolyeme çevirdim. Siyah rengi yerini yitirmiş kırmızı renk olmuştu.
" Amacını elbet öğreneceğim. "dedim ve öylece baktım ona. Ben ona bakarken yavaşça aynada olan görüntüsü yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Saniyelerin ardından yok olduktan sonra aniden yerde olan siyah örtü eski yerine geçti. Aniden hemen aynanın önünde serildi.
Her şey ilk ana geri dönüş yaptı. Aynadaki varlık gidince birkaç saniye sonra arkamda kapalı olan depo kapısı açıldı. Ben kapı açılır açılmaz yaşadığım şeylerden ötürü hızla olduğum yeri terk ettim. Ben çıktıktan sonra kapı kapandı ardımdan. Kafa karışıklığı içinde olanları düşündüm. Bir nedeni vardı. Bu nedenden ötürü benle iletişime geçiyordu o varlık. Ama o neden neydi onu merak ediyorum?
Arkama dönüp arka bahçeye çıkan tarafa doğru ilerledim. Şu an ruhsuz bir insan gibi yüzümde bir ifade kırıntıları olmadığını biliyorum. Çok şaşkınım. Sebebi neyle karşı karşıya olduğumu bilmemdi. Neydi bir kaosu başlatacak neden veya etken?
Bahçeye gelince biraz ilerde olan çardağa doğru ilerledim. Çardağın önüne gelince içeriye geçip boş bir alana oturdum. Kollarımı göğsümde birleştirip olanları anlamaya çalışıp bir anlam vermek istedim. Kaos diyordu. Bu kaos bir nedenden ötürü ortaya çıkacaktı. Peki bu neden neydi? Kim bunun asıl sebebi olacaktı.
"Dalgınsın Prenses." diyen sesi duyana kadar iç dünyamda bir savaş içindeydim. Bakışlarımı ilerde bana doğru gelen kişiye çevirdim. Dehri oturmuş olduğum çardağa doğru ilerliyordu. Yanıma kadar gelip birkaç santim uzağıma oturdu ve benim gibi bahçeyi izlemeye başladı.
" Düşünceler beni girdaba çekiyor. Karşı koymak çok güç." diyince durgun durgun, Dehri başını yana yatırdı ve yüz ifadesi kasıldı.
Ne düşünüyordu şu an?
"Düşünceler hep girdaba çeker. Asıl olay senin ona karşı duruşun ve savaşın." dedi ve başı bana doğru çevrildi usulca. "Sen ona karşı nasıl bir mücadele sergiliyorsun önemli olan o." diyerek suskunluğuma birkaç saniye boyun eğmemi sağladı. O sırada ise Dehri tekrar bakışlarını benden çekerek etrafa çevirdi.
Yan profiline bakınca yorgun bir adamın direnişine tanıklık ettim.
Zaman herkese zarar verir. Ve bu zararlar bizi durgunlaştırır. Kendimize zaman tanır, anlamaya çalışırız.
"Savaşım var her şeye en çokta kendime ama asıl olan şu ki;batık bir gemiden farkım yok. Sular beni derine gömecek ama ben hala direniyorum ona karşı. Boğulacağım ama ölene kadar pes etmeyeceğim." dedim başımı arkamda duran ahşaba yaslayarak.
"Ölmek kötü bir şey değil. İşin aslı şu ki nasıl öldüğündür. Hayata karşı olan mücadelendir. Çünkü ölüm son olan değil sonlandırandır yeni bir dünya için eski dünyayla olan bağlantıyı. "dedi laneti açığa çıkarmak isteyen bir istekle. Peki ben lanetten kaçmak istiyorsam? O zaman da mı diretecek?
"Ölüm hep benimleydi. Sadece işin sonuyla ilgileniyorum. "diyince eğlendiğini belli eden bir kahkaha attı. Bu cümlelerimden sonra gülmesini beklemiyordum. Çatılan kaşlarımın arasından ona baktım. Bu halime bakıp kahkahasını durdurdu. Ve hemen sonrasında açıklık getirdi.
" İşin sonu mu? O işin sonunda sen varsan kesin ses getiren bir son olur. Her an farkını konuşturur milleti çıldırtmadan gitmezsin sen." diyince eh doğru söze ne hacet. Haklı olduğunu suskun kalışımdan teyit ettirdim. Bunu fark edince alaylı bir gülümseme dudaklarında belirdi.
" Ben gitsem iyi olacak. "dedi ve oturduğu yerden kalkıp bana selam verdi. Bu haline göz devirdim. Bu halime de muzır bir ifadeyle baktıktan sonra önüne dönerek ilerledi kuleye doğru.
Dehri gittikten sonra bende yarım saat bahçede oturmuş sonra içeriye geçmiştim. Ama rotam Ahrar 'ın çalışma odasıydı.
Bakalım beyefendi neler yapıyordu?
Ahrar 'ın odasının önüne geldiğimde kapıyı çalıp içeri girdim. Ama içeri girdiğim anda beni boş bir oda karşıladı. Nereye girmişti bu adam? Gelende bu saatlerde odasına kapanıp çalışırdı. Ama bugün bu kuralı çiğnemiş olmalıydı. Kapıyı kapatıp odanın içerisinde küçük adımlarla ilerlemeye başladım. Odası tertipli ve düzenliydi. Masada bulunan kitapları olsun araç gereçleri bile giderken düzeltmiş olmalıydı. Dağınıklığı sevmediği aşikardı.
Düzenli olarak odasını havalandırdığı için oda havasız değildi. Kahverenginin hakim olduğu odada küçük bir gezintiye çıktım. Duvara asılı olan raflarda çalışmaları için kullandığı kitapları yer alıyor. Daha önce onları düzeltirken ne tür kitaplar olduğunu görmüştüm. Ama masasının yüzeyinde olan kitapları ve tuttuğu notları dikkatimi çekmişti. Masaya doğru yaklaşıp kitaplarına baktım.
Genel olarak çoğu kitap kendi derslerine yönelik kitaplardan oluşuyordu. Bazı zamanlar onu dersliklerin önünden geçerken şu an masada bulunan kitaba notlar aldığını görürdüm. Çalışmaları sırasında almış olduğu notlarını hep meal etmişimdir. Not defterinin yüzeyine dokunup kalın kapağını açtım.
Ellerimin arasında olan not defterine bakalım nasıl tür notlar almıştı? Açtığım anda beni boş bir sayfa karşıladı. Ah koruma büyüsü yapmış olmalıydı. Ama neden? Diğer sayfalarda gezinip onların da boş olup olmadığına bakındım. Ama her sayfa koruma büyüsüyle korunuyor olduğundan yazdığı hiçbir şeyi okuyamadım. Not tuttuğu kitabın kapağını kapatıp eski yerine koydum.
Masada bulunan ince bir evrak dikkatimi çekince parmaklarım ona uzandı. Evrakı alınca ellerimin arasına, sayfasını açıp içinde yazanları okumaya başladım. Bu bir araştırma sonuçlarıydı. Bu bilgiler bana aitti.
Evrakta benim kolyemin sahip olduğu güçler bulunuyordu. Ama çoğu güçler burada yer almıyordu. Sahip olduğum tüm güçten kimsenin haberi yoktu. Aklıma takılan binlerce soru oldu o anda.
Neden bunları not almıştı? Hemde özel bir dosyada! Diğer sayfaya geçince bu sayfada şunlarla karşılaştım; bana vermiş olduğu dersler, derslerde olan tutumum, yaptığım faaliyetler ders içinde... Bunları not almıştı. Diğer sayfaya geçince bu sefer ise özel bilgilerim yer alıyordu. İsmim, nereden geldiğim, kolyenin üçüncü sahibi oluşum vb şeyler eklenmişti dosyaya.
Ama dikkatimi çeken şu oldu ; Ahrar benim ilk zamanlarda buraya gelirken hangi yerlere gittiğimi bile buraya not almıştı. Beni takip ettirmişti. Aslında beni biliyordu sadece fiziken kim olduğumdan haberi yoktu öyle mi? Pekala neden beni araştırmak istemişti? Sebebi neydi? Benim oralara gideceğimi nasıl biliyordu?
Her şeyi geçtim ben portaldan geçiş yaparken o beni nasıl takip ettirmişti? Ve ben hiç hissetmeden beni uzun bir süre takip etmiş ya da ettirmişti. Bu ürkütücüydü. Ahrar 'ın bilmediğim bilinmeyen yönüydü şu an karşı karşıya olduğum durum. Şu an nedense bir yabancı gibi gelmişti bana Ahrar. Sanki beni gerçek Ahrar' la tanıştırmamıştı.
Elimde olan dosyanın sonuna geldiğimde boş sayfalarla bakıştım. Geri kalanı boştu evrağın. Bana bundan neden hiç bahsetmedi? Belki de en başından beri beni takip ettiriyordu şu an bile devam ediyor olabilirdi aslında. Elimde olan dosyayı masaya bırakıp masanın karşısında olan tekli koltuğa doğru ilerledim. Tekli koltuğa oturup Ahrar 'ın gelmesini bekledim.
Bu olanı biteni sormak istiyorum ona umarım makul bir cevabı olur ve umarım bazı şeylerin bitmesine sebep olmaz.
Dakikalar sonra Ahrar içeri girmişti. Beni odasında görmeyi beklemediği için kısa bir şaşkınlık yaşadı ama profesyonel bir şekilde yüz hatları hemen eski konumuna geri dönüş yaptı. Ardından kapıyı kapatıp bana doğru yaklaştı.
"Masaya geçer misiniz?" diye her zamanki konuşmamız sırasında olan ses tonundan uzak bir tonda konuştum. Aramızda olan samimiyet şu andan itibaren yok olmuştu. Bu ses tonumu duyduğu anda hareket etmeyi bıraktı ve kısa bir süre benim şu halime anlam yüklemeye çalıştı, başaramayınca dediğimi yapıp masasına geçip sandalyesine oturduğu gibi anında lacivert hareleri sorgulayan bir ifadeyle baktı bana.
"Ben açık ve net olacağım sizden de bunu bekliyorum." diyerek ne tepki vereceğini beklemeden cümleme devam ederek tepkilerini bir bir inceledim. "Evrakta neden benimle ilgili bilgiler mevcut?" dedim ve sessizliği etrafıma bir kalkan yaparken adım adım onun söyleyeceklerine kulak kesildim.
"Eşyalarımı mı karıştırdın?" dedi konuyu geçiştirmek için ilk bahaneye başvurarak. Eh beklediğim bir şeydi.
"Haklısınız sizin bana yaptığınız gibi benimde size yaptığım bir saygısızlık bu. İki tarafta haksız olduğuna göre asıl konuya dönüş yapalım. Beni neden araştırma gereği duydunuz? Ama şuna bir açıklık getirin; portaldan geçiş yaptığım yerlere nasıl gelip ne yaptığımı bildiniz bunu da açıklayın rica edersem? "dedim ve geri geri yaslandım sandalyeye.
Hareleri bir öfkeyi bastırmaya çalışıyordu. İçindeki kopan kıyametin yıkım sesi kulaklarıma ulaşıyordu. Gerilediğini kas kastı olan gövdesinden anlamıştım. Boynunda seğiren damar ise bunun kanıtından yalnızca bir tanesiydi. Kendini sakinleştirmeye çalıştığını gördüm ama şu an sakinleşmesi gereken kişi bendim.
"Bir soru sormuştum? Cevabını alabilir miyim? Mümkünse şu an alırsam daha iyi olur Ahrar hoca." dedim ismine baskı yaparak. Anında oda benim gibi sandalyeye yaslandı ve kollarını göğsünde bağlayıp bana gözlerini kısarak baktı.
"Tanımak içindi." diye kısa bir cevap verince ya öylemi diye tek kaşım hafifçe yukarı kavislendi.
"Peki neden bu kadar detaylı bir araştırma? Bildiğim kadarıyla ilk anda planlanmış bir şey değildi bana ders veriyor olacağınız. Belki de bu seferlik bir değişiklik olabilirdi ama siz ona rağmen beni diğer herkese göre çok detaylı bir araştırmaya tabi tutmuşsunuz! Rahatsız olduğumu dile getirmek istiyorum. "dedim aksi bir halde. Şu an karşımda olan Ahrar 'ın benim tanıdığım Ahrar olmadığını çok iyi biliyorum. Şu karakteri bana göstermek istemediği hatta kimseye göstermek istemediği yönüydü.
" Dediğim gibi bir araştırma. Neden bunu bu kadar büyüttün ki! "dedi. Ani ruh değişimi dikkatimden kaçamadı.
" Şu an ne dediğimi anlamıyorsun ki! Kime konuşuyorum? "dedim sinirle dişlerimi sıkarken başımı iki yana esefle salladım. Ona olan bu tutumum gölgelere saklanmış öfkesini gün yüzüne çıkardı.
" Emira yersiz bir tartışma başlattığını bilmeni isterim. "diyince sinirle güldüm. Gülmemi beklemediğinden cümlesi yarım kaldı devam edemedi. Ayağa kalktım. Ve tüm öfkemi susturmadan açığa çıkarttım
" Karşıma geçmiş bana maval okuyorsunuz! Bilmenizi isterim ki beni çok iyi araştırmışsınız. Hatta baya baya her şeyi eksiksiz bir şekilde öğrenmiş birde üşenmeden evrak tutmuşsunuz! İyi ki bakmışım ki neler yaptığınızı öğrenmiş oldum. Ve şimdi hiç bir suçunuz yokmuş gibi bana neden böyle davranıyorsun diyorsunuz! Gereksiz yere bu kadar sinirlenmedim. Sebebini öğrenmek istiyorum ama söyleyecek gibi değilsiniz. Bana tam açıklama yapana kadar sizi etrafımda görmek istemiyorum. Umarım açıklamanız yalanların izlerinde gezinmez. Çünkü her şey son olur. Sizin açınızdan. "dedim ve arkama dönüp odayı terk etmek için kapıya ilerledim.
Kapıya elim ulaşıp kapıyı açacağı anda birden olduğum ortamdan başka bir ortama geçiş yaptım. Boş bir alana geçiş yapmıştık. Hiçbir nesne yoktu. Ben ve o tek vardı. Arkama dönüp bunu yapan adama baktım.
" Ne bu? "diye öfkeyle konuştum. Ahrar olduğu yerden bana doğru ilerledi. Karşıma geçince başını omzuna doğru hafifçe eğip iki kısaca bana baktı. Sonra bana bir adım atarak iki elini belime yerleştirdi. Ben geri çekilmek için harekete geçerken Ahrar hemen sertçe beni kendine doğru çekti. Kollarının arasından çıkmak için çabaladım ama başaramadım. Kolları arasında sıkışıp kalmıştım.
"Bu asi tavrını sevmediğimi söyleyemem ama Emira şu an neden bu kader öfkelisin? Alt tarafı bir araştırma! Büyütülecek bir şey değil. Normal olarak seni araştırmam lazım. Kim olduğun... Nereden geldiğini bilmem lazımdı." diyince sadece baktım. Bu suskunluğuma sadece sesli bir nefes verdi.
" Bu inadını hiç sevmiyorum. Her şeyi yıkıp geçiyorsun! Ama buna izin vermem prenses. " dedi kararlılıkla. Lacivert harelerine sabitlenmiş mavi harelerimde bir lavın sıcaklığı vardı.
"Kuralları aşıyorsunuz!" dediğim anda hafifçe başını eğdi. Aramızdaki mesafe sıfıra indi. Soluğu bir kasırga gibi yüzümde yıkıcı bir felaketi başlatıyordu. Hafifçe başımı geriye çektim. Bu halimi görünce hafifçe dudakları kıvrıldı.
"Ne zaman kızsan bana Ahrar demeyi bırakıp sizli bizli konuşmaya başlıyorsun. Ve bu beni güzelim sinir ediyor. İsmimi senden duymayı seviyorum ama yanında bir sıfat olmadan. Ve şu an kalbinin hızlı atışını duymak büyük bir mutluluk veriyor. Sana her yakın oluşumda nefes alışverişlerin düzensiz oluyor."dedi ve bir süre sessiz kalarak nefes alışverişlerimin duyulmasını sağladı.
Ah şu an sessizlik yüzünden kalp atışlarım bana bile ulaşılıyordu. Buna kaşlarımı çattığımı görünce hareketinde alaylı bir ifade yer aldı . Bu adam fazlasıyla üzerime geliyordu!
" Mavi harelerinde yoğun bir renk beliriyor. Ve ben gözlerini izlemeyi seviyorum. İzlemeye doyamıyorum seni. "dedi boğuk bir sesle. Anında hedefinden şaşan rotama geri dönüş yaptım. Hah beni oyuna getirtip kaçmaya çalışıyor. Hızla onu itip aramızda büyük bir mesafe oluşturdum. Ahrar bu tavrımı beklemediğinden kolayca geriye doğru çekildi.
" Güzel taktik ama yemezler ya ne olduğunu anlatırsın ya da bir daha anlatmak için bir zamanın olmaz Ahrar hoca!" diye öfkeli nefeslerim arasından konuştum.
"Lanet kadın her şeyi bozmaya bayılıyorsun değil mi!" dedi kızgın bir surat ifadesiyle. Gözlerimi devirdim. Eğer onu itmeseydim muhtemelen beni öpecekti ama şu an bulunduğum ortam hiçte buna müsait değildi. Hele ki ben hiç!
"Zaman daralıyor ya anlat ya gideyim?"dedim son kez uyarıda bulunarak. Burnundan soluyarak yelkenleri suya indirdi.
" Seni daha iyi tanımak için. "diyince konuşmayınca omuzlarını düşürdü bezgince." Kolyenin yeni sahibi yani sen daha gelmeden önce birden fazla rüya gördüm. Ondan önce yaşadığım şeye yordum. Bu gördüğüm rüyaları da bununla bağlantılı sandım . "dedi düşüncelere dalarken. Hadi ama benim aslında o olabileceğimi mi sandı?
" Nasıl rüyalar? "diye sorunca bakışları beni bulmadan konuştu. Gözlerinde olan duyguyu görmemi istemediği için bakışlarını çekmişti.
" Genel olarak bir kadın vardı her zaman onu görmeye çalışıyorken yok oluyordu. Kaç kere yüzünü görmeye çalıştım rüyalarımın arasında o kadının ama hiçbir zaman başaramadım. Bundan yıllar önce saçma gelecek ama biriyle tanıştım ve o kadını rüyamda gördüğüm kişi olabileceğini düşündüm. "dedi ve sonra bakışları beni buldu.
" Tanıştığın kadın bana mı benziyordu?"diyince yorgun bir gülümseme yer edindi dudaklarına ve başını usulca hayır anlamında iki yana salladı.
" Bilmiyorum ki onu hiç görmedim. Sadece varlığını hissettim. "diyerek cevapladı beni. Duygularını yansıtmamak için uğraş veriyordu. Peki neden ben onda bir hüsranı görüyorum? Bir yenilginin izleri var ruhunda. Bir acının ölü cesedi bulunuyor bedeninde.
" O kadını mı seviyorsun? "diyince anında benden uzak olan bakışları mavi harelerimle keşişti.
" Ve bende o kadının izlerini arıyorsun! "dedim sahte bir kızgınlıkla. Anında bana doğru yaklaştı.
" Hayır Emira böyle düşünmeni istemem ona benzettim diye seni hayatıma aldığını düşünmeni istemem. Sen hayatımın en güzel mutluluğusun. Sadece o kadını görmek çok isterim. Beni en karanlık anımda ışığa çıkardı. Yoksa şu an karşında olmazdım. Ona çok şey borçluyum. "diyince söylememek için kendimi çok ama çok zor tuttum . Ama hayır şimdi değil şimdi öğrenmesini istemiyorum. O kadın benim diyemem şu an.
" Peki şimdi artık buradan çıkalım mı? Victoria 'yla konuşmam gereken birkaç şey vardı. Şimdi beni arıyor olmalı. "dediğimde hemen çalışma odasına geçtik. Kapıya yönümü dönüp dışarı çıktım.
" Seni hiçbir sebeple yanımda olmadığını bil. Tek bir sebeple yanımdasın seni seviyorum Emira. "
Odadan çıkarken bu sözleri zikretmişti.
Hala hatırlıyordu. Bunu beklemiyordum. Bu kelimelere bile dökülmeyecek kadar tarifsiz bir histi.
Ahrar 'ın o anımızı unuttuğunu düşünürken, rüyasında gördüğü kadınla benim onunla olan anılarımızı bağdaştırmıştı. Peki acaba rüyasında gördüğü kadın benim onunla iletişime geçtiğim andan sonra mı yoksa önce mi görünmeye başlamıştı? Bunu sormayı istemiştim ama çok deşersem anlar diye tedirgin olmuştum.
Benim o kadın olabilme umuduyla beni araştırdığını söylemişti. Eğer bunu dile getirmeseydi belki ikna olmazdım ama bunu söyleyince nedenini anladım. Hala beni arıyordu. Bulduğunu bilmeden. Çok garip gelecekte onunla iletişime geçmişken onun geçmişinde yer alıyordum. Bu çok garipti. Ama bir o kadar da özeldi. İkimizin bir noktada buluşması çok anlamlı bir mucizeydi. Benim geleceğimdi o bende onun geçmişi. Ama ikimizde ortak bir noktada buluşmuştuk. Yollarımız bir araya gelmişti.
Dalgın dalgın merdivenlerden çıkarken kendimi en son katta Aron 'un piyanosunun bulunduğu odada kendimi buldum. Odanın kapısını açıp içeri girdim. Odanın ortasına geldiğim anda birden göğsümde bir yankı çınladı.
Göğsümde beliren bu acıdan kıvranarak yere doğru dizlerim üstüne çöktüm. Ensemden boynuma doğru yer damlarının inişini bizzat hissettim. Başımı yere eğip anlımı soğuk zemine yaslayıp acının geçmesini bekledim. Saniyelerin acıyla dönüşünde acının daha da arttığını gördüm.
İki elimi sımsıkı kapatmış göğsümde kavuşturmuştum. Olduğum yerde küçülerek bekledim. Dudaklarımdan dökülen acı dolu inlemeler kulaklarıma ulaştı. Sağ kolumun üzerine yatarak cenin pozisyonu aldım ve dişlerimi var gücümle sıkarak acının benden uzaklaşmasını bekledim. Ama acı benden uzaklaşmadı. Beni kendine çekti. Bulandı zihnim çığlıklarımın yankısıyla.
Sıcaklığı hissediyorum. Sanki şu an bir ateşin tam ortasındayım. Saç diplerime kadar terden ıpıslaktım. Gözlerimi açmaya çalıştım. Başarınca bu sıcağın sebebini öğrenmek istedim. Bir taşın üzerinde olduğumu fark ettim. Ama şu vardı ki taşın soğuk olması gerekirken sımsıcaktı. Taşın ısınmasını hatta benim de terlememi sağlayan bir şey vardı. Başımı yerden kaldırıp tam olarak nerede olduğumu anlamaya çalıştım.
Boş terk edilmiş bir salonda bulunuyordum. Burası tanıdık geliyordu. Evet fazlasıyla tanıdıktı. Buraya daha önce bir ön görü ile gelmiştim.
Burası Aron ve Esila 'nın evlendiği yerdi. Pek net göremedim ama emindim. Görüşümü etkileyen bir sis vardı. Bu salon benim, Ahrar' la ikinci karşılaşmamızın olduğu alandı. Peki ben neden buraya gelmiştim? Olduğum yerde doğrulmaya çalıştım ama yerde etrafımda çember şeklinde olan ateşi görünce adım atmadım. Bu alevler siyah renkteydi. Etrafımda yavaşça döndüğümde bu alevin dışına çıkacak bir boşluk bulamadım. Yüksekliği göğsüme gelecek kadar yüksekti.
"Seni biraz endişeli görüyorum." diyen keyifli bir ses duydum. Omzumun gerisinden benim olduğum tarafa gelen Esila 'yı gördüm. Yani başka kim beni acı çektirerek bu şekilde bir bağlantı kurabilirdi ki.
Tamamen bedenim ona doğru çevrildi. Bana olan nefreti gözlerinde büyük bir izdi. Kısaca ona baktığımda o kızıl saçlarını omzunun gerisine doğru şekillendirmiş ve üzerinde olan yeşil renkte olan göğüs dekoltesine sahip bir saten elbiseyle bana doğru ilerliyordu. Ayaklarında bir ayakkabı bulunmuyordu. Unutmuşum o bir ruh yani üşümez. Hiçbir şey hissetmez.
"Sadece fazlasıyla sıcak. Ah kusura bakma sen bunu hissedemezsin. Tüh ya unutmuşum!Yanlışlıkla pot kırdım Esila." diyerek karşılık verdim onun sözlerine. Sesimdeki yalan olan merakla. Belli etmese de bozuldu sözlerime. Birkaç adım sonra biraz ileride olan kolona yaslandı. Bakışlarını benden çekerek parmaklarına çevirdi. Sol kolunu bilek kısmına sağ kolunun dirseğini yasladı ve parmaklarını inceledi sakince.
"Çok fazla konuşuyorsun Prenses. Cümlelerinin nereye gideceğini bilemeden." dedi hala benden uzak tuttuğu bakışlarıyla. Ben ise ortasında durduğum alev çemberinin içerisinde sıcaktan neredeyse kavrulacak haldeyken şu an ki can sıkıcı halimi belli etmeden duruşumdan taviz vermedim.
" Ama doğru konuşuyorum Esila bunu biliyorsun."dedim ve ikinci bir deri gibi üzerime yapışan elbisemi çekiştirip durdum. Ah su içmek istediğimi fark ettim şu anda.
" Çok mu sıcak? "diyince kahkahalar attım olduğum yerde.
" Gelmek ister misin diyecektim ama bir faydası olmayacaktır çünkü hissedemezsin Ruh olduğun için."diyerek öfkelenmesini sağladım. Belli etmese de şu an iki eliyle beni boğmak istediğini biliyorum ama yapamaz. Çünkü yüksek bir acı çektiğim anda bu yerden çıkarak gerçek dünyaya geçiş yaparım. Ne zahmetlerle oluşturduğu bu bağlantıyı yersiz bir şeyden ötürü riske atmak istemez. Bana hava hoş aslında.
"Ama merak etme zaten şu an benden bir farkın yok ki. Ben şu acıyı şu an çekerken sen asırlardır ıstırap çekiyorsun ." daha da üzerine giderek ne kadar öfkelenebileceğini görmek istedim.
Olduğu yerden bana doğru sinirle atılacakken son anda durdu. Hah keşke gelseydi. Çünkü daha fazla ne kadar bu sıcaklığa dayanabilirim bilemiyorum. Neredeyse sıcaktan olduğum yerde bayılacağım.
Gözlerimi devirmemek için zor tuttum kendimi. Yani hem bununla aynı ortamdayım hemde ona maruz kalıyorum istemeyerek.
"Esila konuya gireceksen gir de aramızda olan mesafeler daha da büyüsün ve ben artık buradan gideyim sana fazla maruz kalınca derim kaşınıyor. Yaralar çıkıyor. Varlığın hem bana hemde bedenime zarar da. Şu an bu konuya değinmek istedimde." dedim ve bıkkınlık içinde ne diyecek diye beklemeye başladım. Benden uzaklaşıp bana arkasını dönerek biraz ileride olan masaya doğru ilerledi.
Yine neler dönüyordu bunun sinsi zihninde? Masaya yaklaşıp masanın üzerinde olan bir şeyi aldı. O kısım karanlık olduğu için neyi eline aldığını görmedim. Yaklaşmak istedim ama alevler ilerlememi engelliyordu. Birazdan pişmiş tavuğa dönecektim. Ya beni soğuğa maruz bırakıyordu ya da sıcağa arası olmuyordu hanımefendi için.
Bana doğru dönünce elinde tuttuğu şeyin ne olduğunu kavradım. Bir kara lanette kullanılan nesneydi. Ruhu içinde olan evrene hapseden ve ruhu hapseden kişiye güç vermek için kullanılan bir ruh kapanıydı. Peki kimin ruhunu oraya hapsetmişti?
"Ruhumu mu oraya hapsedeceksin? Deneme derim çünkü ruhum pazarlık yapacak bir şey değil." diyince sadece gözlerini kısarak bana baktı.
"Hayır zaten içinde bir ruh var hatta birden fazla. Sadece sana göstermek için buraya getirdim. Bunu yakında anlayacaksın ama bakalım ne zaman?"dedi esrarengiz bir sesle.
" Ruh kapanı ne işe yarar biliyor musun? "diye sorunca sadece baktım ona." Bildiğini biliyorum ama ben sana bilmediğin bir yönünü anlatacağım Ruh kapanının. "dedi ve elinde olan ruh kapanını hafifçe iki yana salladı ve tekrar konuştu.
" Sadece bildiğin gibi bir işlevi yok bu kapan içinde olan ruhun başka bir bedenle olan iletişimini sağlar hatta onları av olarak kullanır ve onlardan bu sayede güç alır. Ve uzun bir müddette hayatta tutar. Ona güç verir." diyince anında başımı omzuma doğru eğdim.
" Onun için hayatta hala ruhun değil mi? Yoksa şimdiye kadar çoktan ruhun artık yok olmuş olurdu. Elinde olan ruh kapanında olan kişinin ya da kişilerin sayesinde hala ruhun ilk anki halini koruyor. "dediğim anda parmağını şıklattı.
" Evet doğru tahmin Prenses. Bu sayede ilk halimle karşında duruyorum. "dedi bundan haz alır bir vaziyette.
" Peki ne kadar güçlü ki bu ruh hala sana bir enerji veriyor? Bu kadar uzun süre dayanması imkansız çünkü. "dedim bu kapanın verdiği güce hayretler içerisinde kalarak.
" Çünkü içinde olan ruhun çok yakını çok ama çok güçlü bir aoura veriyor. Onun sayesinde şu an bu şekilde bir görünüşe sahibim". Diyince dediklerinden pek bir şey anlamadım.
"Ne anlatıyorsun sen?" diyince güldü.
"Boş ver sonunda öğreneceksin zaten şimdi bunun için tatsızlık çıkmasın şu an." dedi ve elinde olan kapan bir anda yok oldu.
"Şu gizemli gizemli konuşmaları bir kenara bırakıp direk söylesen beni de yormasan!"dedim sinirle. Zaten etrafımda olan herkes bir şey saklamaya ne meraklı. İlla ki bir şekilde ortamı gereksiz yere gerecekler. " Ne kadar kaldı? "diyince anlamayan bir surat ifadesiyle bakmaya devam etti.
" Diyorum ki daha ne kadar sana maruz kalacağım? "Dedim aksi bir sesle.
" Görüşürüz prenses. "dediği anda birden alevler fışkırarak bana doğru sıçradı korkudan arkaya doğru giderken birden soyutlandım olduğum yerden.
Gözlerimi açtığımda kendimi düştüğüm yerde sırt üstü uzanmış bir şekilde buldum.
Sırt üstü uyandığım anda soğuk zeminin üzerinden doğrulup ayağa kalktım. Başımın ağrısından yüz hatlarım hafif bir kasılma yaşadı. Şu aniden beliren ağrılardan sıkılmıştım. Piyano odasından çıkıp aşağı merdivenlerden inmeye başladım. Son kata ulaşıncaya kadar merdivenlerden inerken kimseleri görmemiştim hiç.
Yemek saati miydi ki herkes ortalıkta yoktu? Bu kadar süredir o soğuk zemininde uzanıyor muyum? Artık bu bayılma süreleri artmış olmalıydı. Kendime gelmekte zorlanıyordum. Yemekhanenin olduğu kata gelip koridorda ilerlerken birden başım şiddetli bir şekilde döndü. Elim yanımda olan duvara uzandı. Gözlerim güçsüzce kapandı.
Yürümeyi bırakarak baş dönmesinin geçmesini bekledim. Sağ elim anlıma ulaştı ve anlımı hafifçe parmaklarımla ovaladım. Birkaç saniye boyunca baş dönmesiyle mücadele ettim sonra yavaş yavaş baş dönmesi etkisini yitirmeye başlayınca gözlerimi açarak etrafa baktım.
Artık başım dönmediği için olduğum yerde kıpırdanarak sırtımı duvara yasladım. Bedenimden çekilmiş olan güç yüzünden adım atacak halim yoktu birkaç saniye bekleyerek enerji kazanmak istedim. Sonunda kendimde adım atacak gücü bulunca ilerlemeye devam ettim. Yemekhanenin kapısına varınca kapıyı sağ elimle açarak içeri girdim.
Ardımdan kapı kapanınca tekrar başım döndü. Yanımda sandalye olmasından dolayı hemen sağ elimle sandalyeden destek alarak düşmekten kurtuldum. Kararan gözlerim sonunda etrafı seçebildiğim anda yavaş adımlarla ilerledim. Yemekhanenin içerisinde ses çıkmadığı için herkesin bana baktığını görmeden hissettim.
"Emira neyin var?"dedi endişeli bir ses. Bunu söyleyen kişi Victoria 'ydı.
Gözlerim onu bulduğu anda hızla yemekhane içersinde yüksek bir patlama oldu. Yemekhanenin içerisinde bulunan duvara asılı olan iki devasa ayna ve pencerelerin patlama sesi duyuldu. Herkes o an çığlıklar atarak korkularını belli etti ben ise patlayan ve etrafa saçılan aynalara baktım. Victoria hemen yanıma gelerek iyi olup olmadığımı sordu.
"İyiyim bir şey olmadı." dediğimde Turul beyin şaşkın sesini duydum.
" Aynaların tam ortasında duruyordu. Bir parça bile ona ulaşmadan yere düştü. Hiçbir çizik yok vücudunda. Ama buradaki herkes küçük bile olsa bir kesiğe sahip." demesiyle Victoria anında bakışlarını vücudumda gezdirdi. Bir kesiğe rastlamadığı anda Turul beye baktı.
" Neden bu kadar endişelisin Victoria. "diyince anında şu cümleleri kurdu.
" Ruhuna sızmak için çabalayan bir ruh olmalı. "diyince anında korkuyla gözlerimin büyüdüğünü hissettim.
O gördüğüm şey bedenimi ele geçirmek için uğraş mı veriyordu? Peki tam olarak benden ne istiyordu ki?
꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷.......... ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷
Apar topar hemen yemekhaneyi terk ederek toplantı odasına gelmiştim. Masada oturmuş olan biteni gerçekten kavramaya çalışıyorum . Süreyya hanım hemen bu olaya müdahale etmişti.
Gerginliğin koşar adımlarla geçip gittiği bu toplantı odasında Ahlas bey ve Turul beyin Süreyya hanıma yönelik önermelerini dinliyordu herkes. Ama Süreyya hanım daha güvenilir bir çözüm istiyordu herkesten.
"Güvenli bir yere gitse?"diyince Ahlas bey hemen onu Süreyya hanım uyardı.
" Gittiği her yere gelebilir. Bu da risk demek. Emira zarar görebilir. "dedi endişeyle. Oturduğu yerde gerginlik içerisinde derin derin düşünüyor. Bir çözüm bulmak için çabalıyordu.
" Peki biri onu korusa? "dediğinde Loya hanım, herkes olumsuzca karşılık verdi.
" Emira 'nın bedenine sızmak isteyen o ruh çok güçlü ve kimse kolay kolay onu geri püskürtemez. "dedi Turul bey bu gerçeğin herkes farkına varmasını isteyen bir istekle.
Turul bey bile benim için endişelenmişti. Buna şaşırmıştım. Normal bir an olsa bunu yüzüne vururdum ama şu an başıma gelen bu olayı anlamak ve bir çare bulmak istiyorum. Ama nasıl bir çare bulmam gerektiğini de bilemiyorum. Zaten şu an toplantı odasında ;Turul bey, Ahlas bey, Rauf bey, Loya hanım ve Süreyya hanım bulunuyordu. Victoria bile içeri gitmemişti Süreyya hanımın emriyle.
"Emira bir şey söyle!" diyince Süreyya hanım anında omuzlarım düştü.
"Bugün aslında bir şey oldu. Ben birkaç saat önce en üst katta başımın dönmesiyle kendimi yerde buldum. Yemekhaneye gelmeden birkaç dakika önce uyanmıştım. Yani bende şu an ne olduğunu bilmiyorum ve kafam çok karışık." dedim tedirginlikle. Çünkü daha ne olduğunu anlamadan ne onlara bir şey söyleyebilirdim ne de bir şey yapabilirdim.
Emin olmadan bir işe de kalkışmak istemiyorum.
" Ona yardım etmesi için hemen Lord Yelit 'le konuşmak gerekiyor. O buna bir çözüm bulabilir." diyince Ahlas bey anında başımı onun olduğu tarafa çevirdim.
"Evet onunla konuşmam lazım." der demez anında olduğum yerden direk Lord Yelit' in odasına geçmiştim portalla.
Hızla geçiş yaptığım çalışma odasında Lord Yelit 'i masasında çalışırken görmüştüm. Beni görünce tebessüm edeceği an yüzümde olan tedirginlik izlerini görünce hemen elinde tuttuğu kalemi bıraktı.
"Size çok önemli bir şey söyleyeceğim." der demez anında etrafımda koruma kalkanı yaptım.
"Emira ne oldu neden bu kadar endişeli ve korkmuş gözüküyorsun?" diyince önünde duran tekli koltuğa geçerek her şeyi anlattım. Günlüğü okurken yaşadığım şeyi. Arşiv odasında gördüğüm varlığı. Yemekhanede olanları. Ve toplantı odasında konuşulanları. Her şeyi anlattım birer birer.
" Emira neden daha önce gelemedim güzel kızım? Neden her şeyi tek başına atlatmayı istedin?" diye sorunca omuzlarımı düşürdüm ve üzgün bir ifadeyle ona baktım.
"Buraya gelmemden itibaren birçok sorun çıkardım sorunla karşı karşıya kaldım. Şimdi ise bunu tek başıma çözmek istedim ama sanırım beni aşan bir durum.
" Peki öncelikle sakin ol gerisini ben hallederim sen sadece bana güven güzel kızım ve bu konuştuklarımız aramızda kalsın. Ben seni bu tehlikeden kurtaracağım. Ama senden bir söz istiyorum Emira. Ve bu sözü karşı gelmeden kabul etmeni ve buna her ne yaşarsan yaşa gelip bana olanları anlatmanı istiyorum. Anlaşıldı mı? "diyince usulca başımı sallayarak kabul ettim.
Lord Yelit sözlerini söyledikten sonra biraz da olsa rahatladım çünkü bu sefer atak sırası bana geçmişti.
|
0% |