@kumsallardagezen12
|
『 Kanayan geçmişimin pençe izi... 』
Gerçek bir dünyaya hapsettim ruhumu. Ama bu gerçek dünya zihnimin ihtilaliydi. Her şey var olmuştu zihnimin zemininde. Tek eksik olan şey ışıktı. Karanlığın hüküm sürdüğü bu dünyamda bana biçilen tek şey acı dolu günlerdi. Mutluluk yasaklanmış bir lanetti ve bu laneti çözmek isteyen kimse yoktu. Yollar en derin kuytu köşelere saklanmış ve bu dünyaya ışığı getirebilecek son çarelerde tükenmişti.
Siliyordum yavaşça mutluluk kelimesini çağrıştıran kelimeyi eşyaları düşünceleri... Her silinenin ardından daha fazla karanlık yayılıyordu dünyama ve ben artık hapsolup kaldığım bu dünyada kaybolmaya mahkum edilmiş ve paslı parmaklıkların olduğu nezarethanede ölüm şarkılarını dinleyerek uyuyordum. Her şey oyun muydu? Yoksa benim kendi dünyamda kurduğum bir kurgu muydu? Acının bağrına bırakılıp kalmıştım.
Sonsuzluğu hayal sanıp kendimi onun derin sularına atıvermiş boğulmakla mücadele eder hale gelmiştim.
Derin bir nefes alıp arkama yavaşça dönüp arkamdaki kadına bakmaya başladım.
Umarım benim yabancı olduğumu fark etmez. Fark ederse onu bayıltırdım en kısa çözüm şimdilik buydu. Ellerimi elbisenin iki yanına yerleştirip kısa süre içerisinde karşımda duran kadını incelemeye başladım. 60'lı yaşlarında kır saçlı bir kadındı. Üzerinde benim elbisenin benzeri duruyordu. Sanırım oda buradaki hizmetlilerden biriydi. Kadının yüzüne bakışlarımı çevirdim ve yüzündeki kırışıklıklara rağmen hala güzelliğinden bir şey kaybetmediğini fark ettim.
Kahverengi irislerini bana çevirmişti ve ruhsuzca bakıyordu. Saçlarını ensesine yakın bir yerde arkadan topuz yapmıştı. Aldığı düzensiz nefeslerinden ötürü göğsü sertçe inip kalkıyordu. Sanırım hareketlerinden ötürü soluk soluğa kalmıştı. Onu bu kadar uzun uzun izlediğimi fark edip ellerimi elbisemin iki yanında çekip önümde birleştirip kapalı duran dudaklarımı aralayıp aklımdaki düşünceyi dile getirdim.
"Bana mı seslendiniz hanımefendi?"
Sözlerimden sonra kaşlarını çatarak kahverengi harelerini gözlerime sabitleyip uzun uzadıya bana bakmaya başladı. Yüzündeki şaşkınlığı her zaman insanlarda gördüğüm şeydi. Beğeni ve kıskançlık evet benden hayli yaşlı olmasına rağmen benim sahip olduğum bu güzelliği kıskanmış ve benim gibi olamadığı için hafif bir kıskançlık duymuştu. İşin garip tarafı ben bunu yüzünden anlayabilirdim ama nasıl bunu hissetmiştim? Bana olan bu kıskançlık hissini hissetmem ne kadar tuhaftı. Bu gerçekten garipti. Kadın eliyle beni gösterip konuştu.
"Sen şu kaleye gönderilen yeni hizmetçilerden biri misin?" diye sordu sorgu dolu bakışlarla.
Krizi fırsata çevirebilirdim. Hem yeni gelen hizmetlileri görmemiş olabilirdi hala.
Kafamı sallayarak onayladım onu.
"Evet kaleye yeni gönderilen hizmetlilerden biriyim ama kayboldum. Diğerlerini aramaya çalışıyordum hanımefendi." dedim .
Sözlerimin ardından ellerini belinin iki yanına yerleştirip başını biraz ilerideki koridoru gösterdi.
"Buradan ilerle mutfağa çıkacaksın oradakilere yardım et mutfaktan sakın gerekmedikçe ayrılma! Anlaşıldı mı? Ve bu arada senin gibi bir hizmetçi bu denli güzel olması ne acı. Sana acıyorum o güzelliğin seni bu yaşadığın sefaletten kurtaramayacak" dedi kan kusan sözleriyle. Yüzündeki aşşağılıyıcı ifadeyle bana bakıyordu. Küçümseyici bakışları beni fazlasıyla rahatsız etmişti.
Sözlerinden sonra kafamı yavaşça sallayarak duyduklarımı her zamanki gibi sineye çekemeyen devam ettim. Bedenimi arkaya çevirip onu arkamda bırakarak sarsak adımlarımı söylediği koridora doğru yönlendirdim. Ama ne olduysa tam onu tam arkamda bırakacağım anda dayanamayıp olduğum yerde duruverdim. Düşüncelerimi içimde tutamayıp konuşmaya başladım.
"Bana sahip olduğum bu güzellik yüzünden acıyorsunuz ya hanımefendi, size bir şey söyleyeyim mi? Emin olun ki şuan bile bu sahip olduğum güzellik zerre umurumda değil. Ve o kıskançlık dolu bakışlarınızı üzerimden çekin. İnsanlar ne kadar da kör kendi sahip olmadıkları şeyler için bu kadar endişeye kapılmak yerine sahip oldukları şeyler için endişe etmeliler. Neden mi bir anda ellerinden bir kuş gibi uçup gidebilir. Şuan ki kendinizin farkına varın çünkü her geçen zamanın ardından daha da değişip eskiye göre eskiyorsunuz. Anı yaşayın ve anın size verdiği güzellikleri kabullenip sizin asla olmayacağı şeyler için boşa kürek çekmeyi veya birilerini hor görmeyi bırakın!" dedim. Öfke dolu bakışlarım onun üzerindeydi. Sözlerimin ardından bedenimi önüme çevirip yürümeye kaldığım yerden devam ettim.
Daha nelerle karşılaşacaktım kim bilir?Ayağım ağrıdığı için yavaş adımlarla dediği yere vardım. Koridorun sonunda eski bir kapı duruyordu bu koridorda ki tek kapı önümde duran kapıydı. Yavaş adımlarla ilerleyip kapının karşısında yerimi aldıktan sonra içeride karşılaşacağım şeyler için kendimi cesaretlendirmeye çalıştım.
Önümdeki ahşap kapıyı ellerimin yardımıyla açıp gözlerimi içeride gezdirdiğimde kocaman olan mutfakta birçok kadının oradan oraya koşuşturup bir şeylerle ilgileniyordular. Hala geldiğimi kimse fark etmemişti. Başımı iki yana salladım ve kapıyı biraz daha açarak bedenimi hareketlendirdim. İçeri girdiğimde gözlerimi her yerde gezdirdim.
Mutfak fazla hareketliydi. Herkes bir işle meşguldü. Gözlerimi daha dikkatli gezdirdiğimde buradaki çoğu mutfak eşyalarının eski araç gereçler olduğunu fark ettim. Gerçekten tarihi öncesi bir yere yolculuk etmiştim. Bu koşuşturmaca sanırım şu bahsedilen düğün içindi çünkü büyük bir hazırlık içerisindeydiler. Acaba geri dönse miydim daha kimse beni fark etmemişken?
Bu fikir kafama yattığı için bedenimi arkaya çevirip kapıdan geçip gidecekken arkamdaki kadının bana seslenmesiyle anında suya düştü bu fikrim.
"Hey nereye gidiyorsun buraya gelsene bakayım!" dedi sorgulayıcı bir ses tonuyla .
Bakışlarımı donuklaştırıp elimi yasladığım kapıdan çekerek arkama dönüp bana seslen kişiye baktım yine ve yine....
Gözlerimi onunla kesiştirdiğimde aynı bakışlarla karşılaştım. Yine başlıyorduk. Hiç mi benim gibi birileriyle karşılaşmadılar ki?
Kadın şaşkın ifadesinden kurtulup bana tebessüm ederek yaklaşmaya başladı. Karşımda olan kadın minyon bir kadındı.
Küçük hokka burnu, bordoya çalan dudakları, kömür karası hareler ve kısa boyu ile fazlasıyla tatlıydı. Saçlarını rastgele bir şekilde toplamış ve omzunun gerisinden beline doğru salmıştı. Fazlasıyla heyecanlı bir kişiliğe sahipti.
"Sen ne kadar da güzelsin! İsmin ne? Benim ismim Mera burada çalışıyorum hizmetli olarak. Sen bugün yeni gelenler arasında değildin sabah. Sonradan mı gönderildin Moritanya kalesine?" dedi şaşkınlık içeren bakışlarla.
Konuşurken el ve kollarını oynatıyordu eminim ki bunun farkında bile değildi. Fazla meraklı biri.. Hala beni gözünü dahi kırpmadan inceliyordu. Nedense onun bu bakışlarından rahatsız olmamıştım. Bana karşı kıskançlık dolu bakışlarla bakmıyordu. Sanki daha çok gerçek olup olmadığıma karar verir gibiydi.
Bu ismi o gölgeden de duymuştum. Demek ki gerçekten var olan ama bilinmeyen bir yerdeyim.
Başımı sağa sola sallayıp dediklerini onayladım.
"Hala ismini söylemedin? Hey konuşabiliyorsun değil mi?" diye sordu heyecanla. Kocaman açmış gözleriyle hala beni izliyordu. Gerçek olup olmadığımı sanırım sorguluyor olmalıydı ama gerçektim. Yani abartılacak bir güzelliğim yoktu ama onlar fazla büyütüyordu.
Bunu öyle bir tatlılıkla söylemişti ki kısık bir kahkaha attım o anda.
Bu kahkahamın onunda yüzünde beğeni dolu bir tebessüm oluşturdu. İyi biriydi bunu enerjisinden hissedebilmiştim. Mera onu sevmiştim.
Dişlerimin arasına kıstırmış olduğum dudaklarımı serbest bırakıp konuşmaya başladım.
"İsmim Emira. Seninle tanıştığıma memnun oldum." dedim .
Ben kendimi tanıttıktan sonra hemen koluma girip beni mutfakta masanın olduğu tarafa yönlendirdi ayağıma dikkat ederek ona uygun adımlarla ilerledim .
Tüm herkes yaptığı işi yarım bırakıp bana bakıyorlardı. Şaşkın bakışlarımı etraftan çekerek beni çekiştirip duran Meraʼ ya çevirdim. Mutfağın ortasında duran devasa tezgahın olduğu yere kadar çekiştirip sürüklenmiştim adeta. Tam mutfağın ortasına geldiğimizde Mera olduğu yere durup bana doğru hızlıca dönmüştü. Büyülenmiş bir şekilde bana bakarak konuşmaya başladı.
"Evet burası çalışacağımız mutfak şuan herkes bir koşuşturmaca içerisinde. Herkes listede olan yemekleri yetiştirme derdine düştü. Sende işe koyulmadan seni tanıştırayım buradaki herkese ve onlarla da tanış sende."dedi. Hızlı bir şekilde kirpiklerini kapayıp duruyordu.
Hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Neredeyse yerinde duramayacak gibiydi. Sanki küçük bir çocuktu ve ailesi ona yeni bir oyuncak almışta onunla hemen oynamak için sabırsızlanıyordu. Bu hali gerçekten çok tatlıydı. Ben gözlerimi ondan çekip karşımda duranlara bakışlarımı çevirdim. Bu hareketimle Mera anında sağ koluma girip karşımızda duran kişileri tanıtmaya başladı. Ocağın başında yemekleri kaynatan 4 kişiyi gösterip isimlerini söyledi.
"Bak Emira ocağın başındakiler düğün için yemekleri kaynatıyorlar solunda duran mavi elbiseli Ayşıl ve yanındaki ise kız kardeşi Ebrar ocağın sağında duranlarda Erva ve Hüma. Masanın yanında tabakları, bardakları, çatalları, kaşıkları silip tertipleyenler ise baştan sona duranlar Elif, İkra, Nüha, Rana, Sera, Buğlem, Alin. " dedi.
Kendisiyle birlikte beni de arkaya döndürüp arkamda bulaşık yıkayanları gösterdi.
" Pembe elbiseli Liya mavi elbiseli Nare ve siyah elbiseli ise Mira. Geri kalanları bende tanımıyorum pek onlarda senin gibi yeni geldiler sana tanıttıklarım benimle burada yaşayanlar." Kafamı sallayarak anladığımı belirttim. Dudaklarımı aralayıp sözcüklerin dilimden düşmesine izin verdim." Peki düğün ne zaman başlar ve ben ne yapacağım şimdi benim görevim nedir? " diye bir soru yönettim.
Mera bana tebessüm ederek elimden tutup çekiştirdi karşımızda duran dolaplara doğru ayağım ağrısada belli etmeden adımlarına ayak uydurmak zorunda kaldım . Dolapların karşısında yerimizi aldığımızda Mera bana dönerek konuştu.
"Ben ve sen dışarıda bahçede olan masaları düzenleyeceğiz." diyerek aklımdaki soruya cevap oldu. Kaşlarımı kaldırıp arkama başımı çevirdim. Hepsi işlerine kaldığı yerden devam ediyordular.
Onların yaptıklarına baktıktan sonra masa düzenlemek daha iyiydi çünkü onların ne yemeklerini biliyordum ne de kültürlerini. Tekrar Mera 'ya doğru başımı çevirdim. Dolaptan çıkardığı önlüğü bana uzattı önlüğü alıp üzerime geçirdim belimde olanı çıkardıktan sonra. Bir şey demeden başımı sallayıp durdum. Masayı kurmak şu işlerin arsında en kolay olanı gibiydi . Buna sevinerek ellerini hızla çarptı.
"Ayyy hadi o zaman yapalım şunu... Önce masa örtülerini sen al bende şamdanları alayım bahçeye ilerleriz. Hızlı bir şekilde bitiririz." dedi . Başımı saklayarak kabul ettim. Mera önden ilerleyerek kapının hemen yanında duran masaya ilerledi. Bende onu yavaş adımlarla takip ederek masaya doğru yürüdüm.
Mera masanın üzerinde duran şamdanlardan alabildiği kadarını alarak kapıdan çıktı. Bende zaman kaybetmeden masada duran gözüme kestirdiğim örtüyü alıp onun arkasından çıkıp onu takip etmeye başladım. Mera hızlı adımlarla ilerliyorken ben etrafıma attığım şaşkın bakışlarla etrafı gözlemliyordum. Mutfak kapısından çıktıktan sonra koridordan ilerleyerek başka bir koridora sapmış yürümeye devam ediyorduk.
Ayağımın ağrısı dinmediği halde yürümeye devam ettim. Etrafta olan bazı çalışanlar etrafı düzenleyip tertipliyorlardı. Her yer süsleniyordu. Duvarlara asılan çiçek süsleri fazlasıyla güzeldi. Mera benden birkaç adım öndeydi ona yetişmek için adımlarımı zorda olsa hızlandırıp yan yana yürümeye başladım onunla. Başımı onun tarafına çevirip merak ettiğim şeyleri sordum.
" Bu hazırlanan düğün kim için acaba?" Sorumun ardından Mera yürümeyi bırakıp bana baktı. Sorgulayıcı bir ifade ile konuşmaya başladı acaba açık mı vermiştim. Ama bilmiyorum kimin düğünü olduğunu ve öğrenmek istemiştim.
"Sen nasıl bilmezsin ki sonuçta senin yaşadığın ve hizmet ettiğin krallıkta biri evleniyor. Genaral Aril 'in oğlunu tanımıyor musun yoksa?" diye sordu şüphe içeren sözleriyle . Duyduklarımdan sonra derin bir nefes alıp başımı aşağı yukarı sallayıp konuştum.
"Tabi ki tanıyorum ama kiminle evlendiği konusunda bir fikrim yok. Onu merak edip sormuştum." dedim . Sözlerimden sonra hemen yüzüne bir tebessüm yerleştirip konuştu.
" Bu krallığın kraliçesi olan Süreyya Hanımın yeğeni ile evleniyor. Yani Ahsa prensesle." Anladığımı kafamı sallayarak kabul edip yürümeye devam ettim. Demek ki burayı yöneten Süreyya hanımdı . Arka bahçede gördüğüm kadındı. Bugün daha nasıl başka gerçekleri öğrenecektim bilemiyordum. Adımlarımı Mera ile aynı hızla atıp kalenin ön bahçesine doğru yürümeye başladık. Arka kısmından çıkıp ön kısma geldiğimizde buranın fazlasıyla gösterişli olduğunu fark ettim.
Duvarlarda olan tablolar ve lambalar merdivenlerin kollarına işlenmiş çiçek süsleri pencerelerin yanında duran upuzun olan kırmızı siyah perdeler ve başımı kaldırıp yukarı baktığımda devasa taşlarla süslü olan bir avize vardı. Her şey o kadar şatafatlıydı ki bir gösterişin eseri olduğu belliydi. Ben yerimde durmuş etrafına bakarken Mera' in kolumu dürtmesi ile başımı ona çevirdim.
"Hadi Emira kaytarmanın zamanı değil! Masaları daha süsleyeceğiz. Acele et!" Anında kafamı sallayıp onu takip etmeye devam ettim. Bulunduğumuz yerin kocaman işlemeli demir kapısından çıkıp ön bahçeye doğru yürüdük. Bahçenin ortasına koyulmuş masalar ve o masaları takip eden sandalye ve çiçekler vardı. Kocaman bahçenin ortasında U şeklinde masalar dizilmişti. Ve ortasında da küçük bir havuz vardı. Havuzun kenarlarında çiçekler ve küçük süsler vardı.
Mera masaya ilerlemiş beni bekliyordu hemen adımımı hızlandırıp onun yanına vardım. Ayağının durumu içler acısıydı ama elimden gelen bir şey olmadığı için katlanmak zorunda kalıyordum.
Yanına geldiğimde elimdeki örtüleri masaya bırakıp Mera 'nın dediği örtüyü sermeye başladım. Yanımda getirdiğim örtüyü serdikten sonra Mera yanında getirdiği şamdanları örtülü olan masaya bırakıp küçük bir düzenlemeden sonra beni çekiştirip tekrar mutfağa doğru yürüdük bu işlemi defalarca kez yaptık.
Sonunda son gelişimizde masaya örtüleri yerleştirmiş şamdanlar ve çiçekler masada yerlerini almıştılar. Geriye sadece akşama doğru tabakları, bardakları, çatalları ve bıçakları yerleştirmek kalmıştı. Masanın işi bittiği için tekrar mutfağa doğru yol almıştık. Ben ve Mera yürürken merdivenlerden inen kadınla bakışlarımı ona çevirdim. Merdivenlerden süzüle süzüle iniyordu asaletiyle. Çok hoş ve güzel bir kadındı.
Giyimi ile çok dikkat çekiyordu. Eski döneme ait giydiği mavi elbise ve başında olan mavi elmas işlemeli tacıyla gerçek bir kraliçe olduğu gözler önündeydi. Ben ona bakarken o hala bugün gördüğüm adamla merdivenleri inmeye devam ediyordular. Beni fark etmesin diye hemen Mera 'yı çekiştirip mutfağa doğru götürdüm. Beni şu anlık görmemeli. Bir şeyler bulana kadar. Bakalım gerçek anlamda beni ben izin vermeden bulabilecek miydiler.
ᥫ᭡ ᥫ᭡
Kan var bütün kelimelerimin derinliklerinde... Zihnime iz bırakan bu kelimeler her yeri kırmızıya bürümüş. Ve ben bu kanı nasıl temizleyeceğim bilemiyordum. Ya düşüncelerimi karanlıktan aydınlığa kavuşturacaktım ya da karanlıkla birlikte kendimi yok edecektim. Peki ben neyi seçmeliydim.? Karanlığı kendimle beraber yok etmeyi mi yoksa karanlığı ışığa mı boğmalıydım? Bunu zamanla benim azmim ve zihnim belirleyecekti.
Her şeyin zamana göre oluşum süresi vardır. Bu oluşum saniye saniye yaklaşmakta.
Zaman salise salise akarken ben hala bu yerde bir şey bulma umudu ile savaşıyorum. Buraya geleli tam tamına 8 saat olmuştu. Kendi dünyamdan kopalı tam 8 saat ve oradakiler acaba benim yokluğumu fark etmişler midir acaba? Ya da belkide hala kayıp olduğum anlaşılmamıştır.
Derin bir nefes alıp ellerimle elbisemin altına sakladığım kolyeye dokundum. Her şey onu bulmamla başlamıştı. Bana farklı bir dünya ile tanışmamı sağladı. Fantastik bir dünyayla. Düğün için tüm hazırlıklar yapılmıştı. Dışarıdaki tüm masalar düzeltilmiş üzerlerine şamdanlar, tabaklar, çatallar, bıçaklar yerleştirilmişti. Etraf çok güzel çiçekler ile süslenmiş ve muazzam bir görüntü elde edilmişti. Kulenin içi ve dışı ayrı özen gösterilerek hazırlanmıştı.
Hazırlıkları bitirdikten sonra Mera ile mutfağa gelmiş saatlerdir burada bekliyorduk. Bizlere düşen görev tamamlanmıştı. Artık birazdan davetliler teşrif edecek ve gelin ve damadın gelmesiyle düğün başlayacaktı. Benim aklıma takılan düğün bittikten sonra ne yapacağımdı. Çünkü düğün bittikten sonra yardım için getirilen buradaki çalışanlar geri gideceklerdi. Ben burda kalmayı nasıl başaracaktım. Orasını bilmiyorum işte... Bu sorunu halletmeliydim. Kolumun çekiştirilmesiyle dalgınlığımdan sıyrılıp bakışlarımı Mera 'ya sabitledim.
"Hadi Emira mutfaktan çıkıp düğünü uzaktan izleyelim. Çok merak ediyorum gelini." Başımı sallayıp onu tasdikledim. Heyecanla kolumdan sürükleyip kapıya doğru yürümeye başladı. Onu hızlı adımlarla takip ederek düğün alanını görebileceğimiz yere doğru yürüdük. Kulenin ön tarafını en iyi gören tek bir yer vardı oda yemekhaneydi. Yemekhanenin pencereleri fazlasıyla büyük olduğu için bahçe oradan çok daha iyi gözüküyormuş. Oradan düğünü izleyecektik bunu kızlar konuşurken duymuştum.
Mutfaktan ayrılıp yemekhaneye doğru yürümeye çoktan başlamıştık bile. Yemekhanenin karşısına geldiğimizde Mera kapıyı açarak içeri girdik. Ardımdan diğerleri de geliyordu. Ben öylece onlara bakarken onlar pencereye doğru koşuşturup düğünü izlemeye başlamıştılar. Saatlerdir Mera nedeniyle hiçbir şekilde etrafı gezme fırsatı yakalayamamıştım. Bunu fırsata çevirip yavaşça geriye doğru adımlamaya başladım.
Kapıya yaklaştığımda kapıyı yavaşça açıp bedenimi sessizce kapının dışına ittim. Yemekhanenin kapısının önünden yavaş adımlarla uzaklaşıp beni buradan götürebilecek bir şey aramaya başladım. Buradan gitmeliydim. Ben buraya ait değilim ve olmayacağımda. Hızlı adımlarla Mera' nın ağzını arayarak öğrendiğim kütüphanenin olduğu yere doğru yürümeye başladım. Umarım kimse olmazdı da oraya kolayca girebilirim. Merdivenlerden ilerleyerek kütüphanenin olduğu kata çıkmaya başladım.
Her katta epey zaman kaybetmiştim. Nedeni ağrıyan ayağımın sızısına artık dayanamıyor oluşumdu. Hiç dinlenmeden çalışmış ayağımı zorlamıştım. Kütüphane 5.kattaydı. Son bir kat sonra 5.kata ulaşacaktım. Umarım bu katta kimseler yoktur. Merdivenlerden yavaşça çıkmaya devam ederken 5. Katta duyduğum sesler ile merdiveni çıkmayı bırakıp sese odaklandım. İki erkek sesi duyuyordum boğuk boğuk. Umarım aşağıya inmiyorlardır. Derin bir nefes alarak elbisenin uçlarından tutarak yavaşça yukarı çıkmaya devam ettim. Elbisenin uçlarına yanlışlıkla basarak düşmek en son isteyeceğim şeydi.
Zaten ayaklarım yaralıydı yeni bir ağrıyı göze alamazdım . Sakin kalmayı başararak o kata çıkmalıyım. Onlar beni görse dahi burada çalışan olduğum için sorun etmezler. Ben basamakları çıkarken merdivenlere doğru ilerleyen iki adam gördüm eski dönem kıyafetleri içerisinde benim olduğum tarafa doğru geliyordular. Başımı eğerek basamakları temkinlice çıkmaya devam ettim. İki adam hiçbir şey de demeden yanımdan ilerleyerek aşağıya doğru indiler.
Onların ardından ben derin bir soluk alıp son basamağıda çıkarak 5.kata ulaştım. Ama şu kütüphaneyi bu kattaki onca kapı arasında nasıl bulacaktım. İşte bu daha farklı bir sorundu. Her kapıyı teker teker açmak zaman kaybı olurdu. Kızlar yokluğumu fark etmeden buradan kurtulmamı sağlayacak şeyi bulup onların aralarına dönmeliydim.
Yavaş adımlarla koridorda ilerleyip farklı ve kütüphanenin kapısı olabilecek kapıyı seçmeye başladım. Çünkü her kapının boyutu birbirinden farklıydı. Umarım kısa sürede o kapıyı bulup kütüphaneye ulaşırım. Şuana kadar tam tamına 14 kapıyı elemiş hala kütüphaneyi bulmuş değildim. Yavaşça gözlerimi her kapıda dolaştırarak kütüphaneyi aramaya devam ediyordum. Birkaç kapıyı aralamış ve onların oda ve eşyalar ile dolu olduğunu görmüştüm. Ama bu sefer daha hızlı olarak o kütüphaneye ulaşacaktım. Bunu hissediyordum.
Tek temennim ise ben kütüphanede bulunurken birilerin beni yakalamamasıydı. Çünkü Mera soylular dışında o kütüphaneye kimsenin girememesiydi. Beni gören biri olsa bunu nasıl açıklayacaktım bilemiyordum. Onun için çok dikkatli olmalı ve sessiz bir şekilde o kütüphaneye ulaşıp işime yarayacak bir şey bulmalıydım.
Elbisemi tek elimle dizlerime kadar toplamış öylece yürümeye devam ediyorum bu denli uzun bir elbise ile bu kadar zaman geçirmedim ve yadırgıyorum nedensizce. Sağ elimle önümdeki kapıyı da açıp içeri bakındığımda bunun da bir çalışma odası olduğunu gördüm yavaşça kapıyı örtüp arkama dönerek karşımdaki koridorda bulunan tek kapıya ilerleyerek kapıyı açmaya çalıştım. Burada tek kapı olması ise ayrı bir şeydi ama ilk başta kapıyı açamadım ardından tekrar deneyip kapının kolunu yukarı aşağı doğru açmaya çalışınca başarmıştım. Kapının kolunu yavaşça aşağı itip kapıyı sessiz bir şekilde açıp içeri girdim. Kütüphaneyi bulmuştum sonunda.
İçeri girip arkamdan kapıyı kapatıp sessiz adımlarla ilerledim. Evet en alıcı soruyu şimdi soruyorum. Ben onca rafın ve dolabın arasında beni buradan kurtaracak kitabı nasıl bulacaktım en önemlisi işte buydu. Burada sayamayacak kadar kitap vardı. Etrafımda bir kaç adım dönüp büyüklüğünü tahmin etmeye çalıştım ama çok fazla büyüktü. Onun için bu koridorda sadece bir kapı vardı.
Bu kadar büyük olduğu için koridorun alanını tamamını kapsıyordu. Rastgele bir rafa ilerleyerek elime geçen bir kitabı alıp inceleme başladım. İşim şimdiden çok zordu. Kitabı açıp incelemeye devam ettim. Anlamadığım bir dilde yazılmıştı ama bu yazılan dili kolayca okuyabiliyordum. Şaşkınlık içinde okumaya devam ettim. Acaba bunu kolyem sayesinde mi okuyabiliyordum. Sağ elimle kolyemi avcuma alınca renginin gri renge dönüştüğünü gördüm. Her zaman farklı renklere neden acaba bürünüyordu. İşte bunu çok merak ediyorum.
Elimdeki kitap şifalı bitkiler hakkında bilgiler veren bir kitaptı. Aldığım yere tekrar kitabı bırakıp başka bir rafa geçtim. Bakalım bu sefer ne bulacaktım. Şifalı bitkiler kitabı işime yarayacak bir kitap değildi. Ben daha çok böyle sihir kitabı arıyordum. Karşımdaki raftan da bir kitap alıp incelemeye başladım ve bu kitapta hayvan yaşamı ile ilgili bir kitaptı bunu da tekrar aldığım yere bırakıp arkamı dönüp karşımda duran masaya ilerledim.
Bakalım orada ne bulacaktım. Masanın önünde yerimi aldıktan sonra masanın üzerinde olan kitapları incelemeye başladım. Kitapların isimlerini okuyarak bana lazım olup olmayacağına kanaat getirdim. Masada bulunan kitaplarda benim işimi görecek kitaplar değildi. Masadan uzaklaşarak raflara doğru tekrar ilerledim. Gözlerimi her kitapta sırayla gezdirmeye başladım. Tam önümdeki kitabı alacakken arkamdan gelen sesle bedenimi arkaya çevirdim. Bir yerden ses gelmişti . Hemen önümdeki dolaba ilerleyerek onun solundan arkaya bakındım.
Karşımda bir tablo vardı ve tablo sağa sola sallanıp duruyordu. Neden sallandığını da anlamış değilim tabloya doğru ilerleyerek ellerimle sallanmasını durdurdum. Tabloyu durdurduktan hemen sonra tablonun arkasından bir şeyin sesi duyuldu. Korkuyla geriye gidip tabloya şaşkın bir yüz ifadesiyle bakındım. Tablonun arkasında bir şey vardı ama ne. Derin bir nefes alıp tabloya doğru adımladım.
Ellerimle tabloyu asılı yerinden kaldırdım. Tabloyu yere bırakıp duvara yasladım. Tablonun arkasında bir gizli bölme vardı. Bölmenin üzerinde sadece bir simge vardı simgeye dikkatli bakınca bu simgenin boynumdaki kolyeyle aynı şekle sahip olduğunu fark ettim. Kolyeyi boynumdan çıkarmadan avcuma alarak kolyeyi simgenin olduğu yere yerleştirdim.
Kolye içine girince anında etrafa kükreme ve çığlık sesleri duydum. Anında kendimi geri çektim ve kolye de o simgenin yerinden çıkmıştı. Hemen ne yapmam gerekiyor diye düşünmeye başladım. Tekrar o yere kolyeyi yerleştirmeli miydim? Sonuçları kötü olmazdı umarım benim için. Yavaşça derin bir nefes alıp tekrar aynı işlemi denedim. Tekrar kolyeyi simgenin olduğu kısma koyup kolyeyi çevirdim.
Sağa çevirince anında tik diye bir ses duyuldu. Ve simge yukarı doğru yükseldi ve gizli bölme açıldı. Anında açılan küçük kapıyı açıp içerisinde ne var diye bakınmaya başladım. Gizli bölme içerisinde bir kitap vardı. Kolyeyi elbisenin altına tekrar yerleştirip ellerimle kitabı bölmeden aldım.
Ellerime aldığım kitabın üzerine yazılı olan yazıyı okumaya başladım. Karanlık sırlar kitabı üzerinde yazılı olan buydu. Kitabı sol elimle tutup sağ elimle açıp içerisinde ne yazıldığına bakmaya çalıştım ama kitap kilitliydi. Evirip çevirip incelemeye başladım. Kitabın tam sayfa kısımları olan kısımda kolyemin simgesi olan bir kilit duruyordu. Demek ki buda gizli bölme gibi benim kolyem ile açılacaktır. Tekrar kolyemi o kısma yerleştirip kolyeyi çevirdim.
Çevirince aynı az önceki gibi tık sesi duyuldu ve kilit açıldı. Kolyeyi elbisenin altına yerleştirdim tekrar ve ardından hemen kitabı açıp ilk sayfasını okumaya çalıştım ama sadece çalışmaya çalıştım çünkü arkamda duyduğum sesle elimde tuttuğum kitabı anında kapatıp kolyeyi hızla elbisenin altına yerleştirdim ve arkama döndüm.
"Kimsin sen ve o kitabı nasıl aldın? Söyle hemen! " dedi karşımda duran kadın.
Karşımda duran kadın bahçede gördüğüm Süreyya hanımdı . Bana sinirli ve şaşkın bakışlarla bakıyordu. Ama daha çok bu durumu sorguluyordu. Kirpiklerimi hızla açıp kapıyor aldığım derin soluklarla ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Şimdi ben ne yapacaktım! Nasıl bir şey söylemeliydim ki benim yabancı olduğumu anlamamalıydı? İkimizden de ses çıkmıyordu.
O hala bana şüphe dolu bakışlarla bakarken ben elim ayağım birbirine girmiş bir şekilde öylece kendimi kurtarabilecek bir şey arama çabası içerisindeydim. Sinirliydi bunu anlayabiliyor ve hissediyordum. Çattığı kaşları ve gözlerini üzerime dikmesi her hareketimi izlemekten kaçınmaması . Her şeyi belli ediyordu.
Elimde tuttuğum kitap ile hala sessiz kalmaya devam ediyordum. Süreyya hanım bir adım atarak karşıma geçti. Ben ise hala ona bakmaya devam ediyordum. Elimdeki kitabı iki elimle sımsıkı tutup göğsüme bastırıp ayaklarımı hareketlendirip arkaya bir adım attım ardından öylece ona bakındım sessiz kalarak . Onun kitabı benden almasına izin vermezdim bu kitap benim çıkış biletimdi. Bunu hissediyordum.
Ve bunu benden kimsenin almasına izin vermezdim. Süreyya hanım başını yana yatırıp beni kısa bir süre gözleriyle inceledi. Sonra ise ellerini önünde birleştirip dudaklarını aralayıp konuştu. "O kitabı bu yasaklı kütüphanede nasıl buldun? Veya en önemlisi sen buraya nasıl girebildin? Buraya herhangi bir kişinin girmesi olağan bile değil! Söyle hemen! Susmayı kes artık!" sinirle söylediği sözlerden sonra ne demeliyim bilemiyordum. Söyleyeceğim herhangi bir hatada başıma iş alırdım.
Ama karşımda böyle öfkeyle dururken ben ne yapacağımı kestiremiyordum. Ortamda kısa bir sessizlik oldu ve sanki o an zaman durdu beynimde yankılanan kısık çığlıklar sakin kafayla düşünmemi engelliyordu. Ama bir şey demeli ve bu durumu açıklamalı ve üzerimde olan şüpheli düşünceleri ortadan kaldırmalıydım.
Benim tam konuşacağım an kütüphanenin kapısı açıldı başımı kapının olduğu tarafa çevirdim. Ve içeri bugün Süreyya hanımın yanında gördüğüm o adam girdi. İçeri girip kapıyı ardından kapattı ve bize doğru ilerlemeye başladı. Bana ve elimde tuttuğum kitaba kısa bir süre bakındıktan sonra bakışlarını Süreyya hanıma çevirdi.
"Neden buradasın düğün töreni birazdan başlayacak herkes seni bekliyor. Hemen düğün alanına gitmeliyiz." Adam sözlerini sarf ettiği andan sonra Süreyya hanım bakışlarını bana çevirdi.
" Bu küçük hanımla önemli bir işimiz var. Ama şuan bunu halledemeyeceğiz buradan ayrılmasını istemiyorum onun için düğün töreni bitene kadar onu burada misafir edelim. Kapıya en iyi korumaları dik buradan dışarı çıkmamalı." Süreyya hanım sözlerini söyledikten sonra adam kafasıyla onaylayarak adımlarını kütüphanenin kapsına doğru yönlendirdi. O kütüphaneden ayrıldıktan sonra Süreyya hanım bakışlarını bana çevirdi.
" Şimdilik susmaya devam et törenden sonra seninle uzun uzun konuşacağız küçük hanım anlaşıldı mı? Ve o kitabı sakın açayım deme başımıza belalar açma anlaşıldı mı dedim!" Hiçbir şey demeden onun kütüphaneden ayrılmasını bekledim. Süreyya hanım hızlı adımlarla kütüphaneyi terk ettikten sonra ben ise şimdiden ne yapmam gerektiğini düşünmeye başladım. Kapının önüne asker dikmesi zaten ayrı bir problemdi.
Kitabı açmamam gerektiğini söyledi ama kusura bakmasın da ben bu kitabı açmayı bırak kendimi buradan kurtaracak bir şeyi bulacaktım. Yapacak bir şey yoktu. Kitapla beraber hemen masaya doğru ilerledim. Kitabı tekrar kolyem ile açarak ilk sayfasını açıp içinde yazılanı okumaya başladım. İlk sayfasında yazılan karanlık ile ilgili bir şeylerdi. Hemen diğer sayfayı çevirdim onuda okumaya başladım.
Birkaç sayfa daha çevirmeye devam ettim ama her sayfada karanlıkla ilgili bilgiler vardı. Kitabın köşelerinde ise simgeler ve harita resimleri vardı. Bu benim için gerekli olan kitap değildi ki ama sinirle kitabı kapatarak ellerimle masada ritim tutmaya başladım. Şimdi gerçek anlamda ne yapacaktım. Kitap işime yaramıyordu ki.
Bu lanet yerde tıkılıp kalmıştım. Bir şey yapmalıydım ama ne kısa sürede buradan çıkmayı başarmalıydım. Yoksa Süreyya denen kadın canıma okuyacaktı. Elimdeki kitabı eski yerine koymalıydım zaten işimi görmüyordu. Adımlarımı o gizli bölmeye doğru attım. Bölmenin karşısında yerimi aldıktan sonra kitabı alıp bölmeye koydum ve kapağını kapatıp tabloyu yerden alıp eski yerine koydum. Şimdi olmuştu.
Ama ne olduysa tekrar o gizli bölmeye bakmak isterken o bölmeyi bulamadım. Birden o gizli bölme hiç var olmamış gibi yok olmuştu. Burası gerçekten garipti. Derin bir nefes alıp kendimi buradan nasıl kurtaracaktım onu düşünmeliydim. Kapıdaki korumaları atlatmam biraz imkansızdı. Pencereye doğru ilerledim ve dışarıya bakındım epey yüksekteydim ve kütüphanenin penceresi korkuluklarla örülüydü. Yani pencereden kaçmam ihtimal bile değildi.
Pencerenin önünden ayrıldım. Olduğum yerde bir ileri bir geri giderek düşünmeye başladım. Ne yapmalıyım ki buradan sessiz sedasız ayrılıp yakalanmamalıydım. Tören bitti bitecekti neredeyse . O ana kadar çıkmazsam kimliğim anlaşılacaktır herkes tarafından. Buradan kaçmak dışında başka çarem yoktu. Bir çıkış yolu bulmalıydım ama ne. Düşünmeyi bırakmıştı sanki zihnim. Saçlarımı arkaya doğru sertçe çekip attım. Ellerimle ağrıyan başıma kısa bir masaj yapmaya başladı. Başım feci bir şekilde ağrımaya başlamıştı.
Ne zaman stres yapacak olsam başım ağrıyor beni daha da çıkmaza sürüklüyordu. Buradan ayrılmalıydım ve buna kimse mani olmayacaktı. Elimi elbisemin altında duran kolyeye dokundum, kolye bu konuda bana yardımcı olabilir miydi acaba? Denemekten zarar gelmezdi değil mi? Gözlerimi kapatmadan önce kolyeyi elbisenin altından çıkartıp avcuma sakladım rengi bu seferde yeşile dönmüştü. Gözlerimi kapatıp zihnimin beni yönetmesine izin verdim ve kolyeye sessiz bir şekilde fısıldadım bakalım olacak mıydı istediğim?
"Bu odadan ayrılmak istiyorum... Bunu yap ve buradan çıkmamı sağla... Lütfen.... Lütfen."
Sözlerimi bitirir bitirmez bir ışık huzmesi odada oluşmaya başladı. Gözlerimi yoğun ışıktan ötürü açamadım. Işık çok fazla yoğundu. Vücudumda garip bir şeyler hissediyorum sanki havalanıyordum bir yerden ya da başka bir yere ışınlanıyordum bu his anlatılacak gibi değildi . Birkaç saniyenin ardından o yoğun ışık yok olmuştu gözlerimi yavaşça araladım ve etrafıma bakındım. Kütüphanede değildim. Bir odadaydım.
Kocaman kahverenginin hüküm sürdüğü bir odada. Her şey kahverenginin boyundurluğu altındaydı. Elimi kolyemden çekip tekrar elbisemin altına yerleştirdim kolyeyi. Yavaşça adım atarak odayı dolaşmaya başladım. Odasının sağ tarafında kocaman bir yatak. Yatağın başından yerlere uzanan tüller ve tüller üzerinde olan kahverengi olan daha önce görmediğim çiçekler vardı. Yatağın baş ucunda küçük kahverengi komodin ve komodinin üzerine bırakılmış su bardağı ve sürahi duruyordu.
Bu seferde sola dönerek dolaba monte edilmiş olan karşımdaki duvarı tamamen kaplamış olan dolaba bakındım. Rafların hepsinde kitaplar vardı. Dolabın hemen altında şömine ve şöminenin karşısında ise küçük bir koltuk vardı koltuğun önünde ise küçük bir masa vardı. Bakışlarımı sağıma çevirdim karşımda kocaman bir pencere vardı. Pencerenin önündeki perdeden görebildiğim kadarıyla balkonunda vardı odanın. Yavaş bir adım atarak odanın ortasına doğru ilerlemeye başladım.
Giysi dolabı aradı gözlerim. Çünkü merak etmiştim bu oda kime aitti bir kadına mı yoksa bir adama mı aitti? Yatağın sol tarafına yürüdüm ve karşımdaki küçük uzun kapıyı açtım. Ben içinde eşya beklerken bu kapı büyük bir odaya açılıyordu. Odanın içine girdiğimde odanın içi kıyafetlerle dolu olduğunu fark etmem zaman almamıştı. Hemen karşımda duran kapıya bakındığımda onun ne olduğunu merak edip oraya doğru ilerlemeye başladım kapıyı açıp bakındığımda buranın banyo olduğunu gördüm.
Tarihi öncesi banyolara benziyordu. İçinde bir küvet yoktu. Kazan ve kazanın yanında küçük oturak vardı ve duvara asılı olan raf ve rafın üzerinde çeşit çeşit sabunlar duruyordu. Banyodan çıkıp kıyafet dolaplarına ilerledim. Dolapta olan kıyafetler Süreyya Hanım'ın giydiği tarz kıyafetlerdi. Dolaplara çeşit çeşit takılar, taçlar, eldivenler, yelpazeler vb şeyler vardı. Bedenimi arkaya çevirdiğimde önümde olan aynaya baktım.
Garip gözüküyordum üzerimde olan elbiseyle. Sanki başka bir Emira karşımda vardı. Aynanın önünde olan küçük koltuğa oturdum. Oturduğum an ayaklarıma ve belime giren sızıyla yüzümü buruşturmuştum. Ayakkabılarımı çıkartıp koltuğun üzerinde ayaklarımı topladım. Yorgundum ve bu yorgunluğum sanki uzun zaman boyu devam edecek gibiydi. Daha hala buradan kurtulmak için bir çözüm yolu bulmuşta değildim. Çaresizliğin verdiği bu sıkıntı başka bir şeydi. Gün içerisinde yemek bile yemiş değildim. Acıkmış ve susamıştım.
Gözlerime çöken uyku ile artık bilincim kapanmak üzereydi. Olduğum yerde sırtımı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattım biraz uyumak bana iyi gelecekti. Umarım odada kalan her kimse düğünden ötürü odaya hemen gelmezdi. Beni görünce kızacağı kesindi çünkü. Uyku benim her tarafımı sarmalarken ben çoktan yenilmiştim ona.
Ruhum acı ile mücadele ederken.. Bedenim mücadele etmeyi bırakarak boşluğa bırakmıştı kendisini..
ᥫ᭡ ᥫ᭡
Zamanın silemediği çok şey var... Anılar... Acılar... Kalp kırıklıkları... İhanetler... Bunları unutturmaz zaman sadece bir gizli bölmeye hapseder. Ve onlar sizde büyük izler bırakır. Ve siz o izleri silemezsiniz istesenizde istemezsenizde. Sadece alışırsınız ya da alışılmak zorunda bırakırsınız. Bazı şeyler geride kalamaz hayatınızın en ücra köşesinde sizin onu hatırlamanızı bekler. Unutmak istediklerinizi unutamazsınız.
Hayatta bu değil mi bazı şeyler sizin yaşamınızda olmak için var olur. Varlığı sizin içindir. Siz onu var edersiniz ya da silmek sizin elinizdedir. Hayatınızda silmek istedikleriniz için mücadele etmek yerine onu güzelleştirmek için elinizden geleni yapın. Böylece hayat belki de çekilmez olmaktan çıkıp sizin için azda olsa güzelleşir.
Büyük bir gürültü duyuyordum ama gözlerimi açmakta fazlasıyla zorlanıyordum. Başımı sağa çevirip oturduğum yerde rahat bir pozisyon ararken başımın boşluğa düşmesiyle anında gözlerimi açıp kendimi düşmekten son anda kurtardım. Etraf kararmıştı bile. Oda ay ışığıyla aydınlanıyordu. Oturduğum yerden doğrulup ayağa kalktım. Çıplak ayaklarım yere temas edince yerin soğukluğuyla anında ayakkabılarımı giyip giysi odasından yatak odasına doğru yürüdüm.
Ardımdan kapıyı kapatıp loş ışıkta odada yürümeye devam ettim. Odada kimse yoktu. Kapının olduğu taraf gidip kulağımı kapıya yasladım. Herhangi bir ses olup olmadığına kulak kesildim.
Uyandığım an çünkü etrafta büyük bir ses duyulmuştu. Kulağım kapıya yaslı haldeyken hiçbir ses duymamıştım. Acaba kapıyı hafif aralayıp baksa mıydım koridora kimse var mı diye? Ya birileri varsa ve yakalanırsam kötü olurdu. Çünkü Süreyya hanım ben kaçmayayım diye kapıya askerleri dikmişti. Orda olmadığımı öğrenince kesinlikle hem şaşırmış hemde öfkelenmiş olmalıydı.
Ama şuan bu odada kalmak benim için iyi değildi. Oda da kalan kişi gelirse anında yakalanırdım. Buradan çıkmaktan başka çarem yoktu. Ama çıkarsamda yakalanırsam kötü olurdu. Ne yapmalıyım bilemiyordum. Sakin olmayı başararak düşünmeli ve buradan çıkmayı başarmalıydım.
Bir adım kapıdan uzaklaşıp yere yavaşça oturdum. Ayaklarımı göğsüme doğru çekip kollarımı ayaklarıma sardım. Başımı dizlerime eğerek düşünmeye başladım. Kararsız kalışım zamanıma ve aleyhime işliyordu. Ben sessizce durmuş bir şeyler düşünürken koridordan tekrar duyulan gürültüyle sese odaklandım. Birileri konuşuyordu ama tam anlamıyla seçemiyordum konuşmaları.
Kollarımı bedenimden çekip kapıya doğru dizlerimin üzerinde sürünerek tekrar kulağımı kapıya yasladım.
" Kulede bir şeyler oluyor. Baksana Süreyya Hanım töreni hemen terk ederek ayrıldı. Şimdi ise askerler her yerde birini arıyor. Kim olduğu belli olmayan birini arıyorlar." Kadının dediklerinden sonra dudaklarımı dişlerimin arasına kıstırıp kanatacak dereceye gelene kadar kemirmeye başladım. Her yere arıyordular beni kapıdan çıktığım an yakalanmam an meselesiydi.
" Haklısın baksanıza daha düğün töreninden bir saat bile geçmeden yeni bir problemle ilgileniyorlar önemli bir şey olmalı ki herkes buna odaklanmış."
Adım sesleri uzaklaştığı için konuşmaları da duymaz olmuştum. Başımı kapıya yaslayıp kara kara düşünmeye başladım. Sessizlik içerisinde beklerken duyduğum tanıdık sesle hemen başımı kaldırdım kapıdan. Gelen kişi Mera dan başkası değildi. Yanında biri mi vardı yoksa kendi kendine mi konuşuyordu bilmiyorum ama riske atarak onun ismini zikrettim.
"Mera.... Mera." Sesimi kısık tutarak onu çağırmıştım. Umarım sesimi duymuştur.
Adım sesleri kesilmişti. Acaba gitmiş miydi? Umutsuzca tekrar başımı kapıya yaslayacağım an Mera' nın sesini duydum kapının yanında.
"Emira sen misin?" dedi.
"Evet benim Mera yanında biri var mı?" diyerek sözlerimi tamamladım.
"Hayır yalnızım." dedikten sonra hemen heyecanla konuşmaya devam ettim.
"Mera burda kapana kısıldım. Çıkamıyorum buradan. Bana yardım et lütfen. Bu odadan hatta bu kuleden çıkmak zorundayım."
Sözlerimin ardından Mera dan uzun bir müddet ses gelmedi. Gittiğini düşünmüşken anında konuştu.
"Emira dikkat çekiyorum burada beklerken. Çünkü bu odaya kimse giremez yasak. Bu odayı herhangi bir hizmetli dahi temizleyemez. Sen buraya nasıl girebildin ki? Ve önünde durmamdan ötürü herkesin bakışları benim üzerimde oluyor. Bu odaya nasıl girebildin ve neden tedirginsin?" dedi endişeli sesiyle.
Daha benim askerler tarafından arandığımı bilmiyordu. Ona söylemek ve söylememek arasında kalmıştım. Ama ondan başka kimseyi tanımıyordum ve tek çarem oydu.
Hızlı bir şekilde konuşmaya başladım.
" Bak Mera askerler beni arıyor ve beni bulurlarsa başım derde girecek. Benim bu odadan çıkmam konusunda bana yardım et sana her şeyi sonra anlatacağım tamam mı?" dedim.
Sözlerimden sonra Mera 'nın sesini tam kapının yakınında duydum.
"Tamam biraz bekle ben uygun bir zamanda seni buradan çıkaracağım ve sende bana her şeyi anlatacaksın anlaşıldı mı? Neden askerler seni arıyor bunu anlamış değilim ama şimdilik öncelik senin buradan çıkarılman. Ama sen şimdi bekle ben birazdan geleceğim sakın sesini çıkarma ben seninle konuşmadan anlaşıldı mı?" Tamam deyip kabul ettim. Ve Mera ʼnın uzaklaşan adım sesleri duyuldu.
Endişe içerisinde Mera' nın tekrar gelmesini bekledim. Ama uzun bir bekleyişin ardından hala gelmiş değildi. Acaba beni unutmuş ya da birilerine burada olduğumu mu söylemeye gitmişti? Bilemiyordum ama içimdeki ses onun bana yardım edeceğini söylüyordu. İnanıyordum bana yardım edecekti. Sakin kalmaya çalışarak onun gelmesini bekledim.
Duyduğum adım sesleriyle hemen kapıya daha da yaklaştım acaba bu gelen Mera mıydı?
Ama duyduğum sesle anında ellerimle dudaklarımı örttüm. Bu gelen kişi Süreyya hanımdan başkası değildi. Yanındaki kişiyle konuşuyordu. Sinirli sinirli...
"Askerler kapının önündeydi. Nasıl oradan çıkmış olabilir ki anlayamıyorum?" diyerek susmuştu. Sanırım yanındaki kişinin düşüncelerini merak ediyordu.
"Belki de ona buradan biri yardım etti. Olamaz mı ki?" Yaşlı bir adamdı, ses tonundan anlaşılıyordu.
"Olabilir de ama bunu askerler nasıl göremez aklım almıyor Lordum biliyorsunuz ki kapıdaki askerler en sadık askerlerimiz bize ihanet edecek değiller." dedikten sonra kısa bir sessizlik oldu.
"Bilemiyorum Süreyya ama belki de güçlerini kullanarak oradan ayrılmıştır. Bunuda düşün derim."
Asım sesleri durdu ve Süreyya hanım tekrar konuştu. Şimdi sesleri tam bulunduğum yerin yakınından geliyordu.
"Ama bu nasıl olur anlayamıyorum. Orada gördüğüm kadın gizli bölmeden karanlık sırlar kitabını ellerinin arasına almıştı. O kitabı o morte (ölüm) kolyesi olmadan alması imkansız. Ama ellerinin arasında kolyeyi de görememiştim. Aklım işte bunu almıyor o nasıl o kitabı aldı? Ya da almasını kim sağladı?" sesindeki merak ve endişe fazlasıyla belli oluyordu.
" Bunu o kızı bulamadan öğrenemeyiz ama sana da şunu söyleyeyim morte kolyesi asırlardır kendini korumakta. O kolyeye birçok kişi sahip olmak istedi ama kolyeyi bulan kimse olmadı. Kolye sahibini kendisi seçecektir ve belki de o kız o kolyenin yeni sahibidir. Biliyorsun ki ilk sahibi o kolyeyi hak etmeyen biriydi ve kolye onu ölüm ile taçlandırıldı yaptıklarının cezası olarak. Çünkü o kolyeyi eşi için kötüye kullandı. Ve eşinin de sonu oldu. Morte toprakları yer altında gömüldü lanetten ötürü ve o laneti ortadan tek kolyenin yeni sahibi kurtarabilir. Ve kolyenin diğer teki ise şuan yer altında onu da almak isteyen çok kişi oldu ama o kolyeyi almak o kadar kolay değil almak isteyen kişiler de bunu canıyla ödedi. Yani anlayacağın belki de kolye sahibine kavuştu bunu yaşanan mevsim değişikliklerinden ve işaretlerden de anladık. Gördüğün kız o kolyenin yeni sahibidir belki de Süreyya bunuda düşün derim." sesinde ikaz eden bir tını vardı.
" Bu olabilir de ama olmayabilir de belki o kıza yardım eden biri oldu karanlık sırlar kitabını alsın diye. Bunu karanlık ruhlar da yapmış olabilir onlardan yardım alan biri olabilir de o kız ."
" İhtimaller arasında bu ama şunu diyebilirim ki kızı bulana kadar sorularımız cevapsız kalacak önemli olan şimdi o kızı bulmak. Ve kızı bulduğunuzda ona kötü davranmayın belki de kolyenin yeni sahibidir ve onu kızdırmak istemezsiniz değil mi? Onun ne denli güçlü olduğunu söylememe gerek yoktur Süreyya." Sesindeki kararlılık dediklerinin ne denli önemli olduğunu teyit edercesineydi.
" Bunu biliyorum lordum. Belki de siz haklısınız o kız morte kolyesinin yeni sahibide olabilir ve bu doğru ise onu karşısında durduğumuz odada ağırlayacağız belki saatler sonra. Ve onu her konuda ikna da etmek zorunda kalacağız bizimle kalmak istemeyebilirde.Merak etmeyin gerçekleri yakında öğreneceğiz şimdi dikkat çekmeden yemekhaneye gidelim."
Süreyya hanımın konuşmasından sonra adım sesleri duyuldu ve kapının önünden uzaklaştılar. Ben de olduğum yerde duyduklarımı idrak etmeye çalışıyordum. Duyduklarım fazlasıyla ağır gelmişti bana. Eğer beni bulurlarsa burda kalmam için çaba sarf edeceklerdi. Ama ben buradan gitmek istiyordum ve kalmak gibi bir düşüncem de yoktu. Kolyenin benden önce bir sahibi olmuştu demek ki. Acaba neden kolye ondan alınıp bana verilmişti ve bana kolyeyi takmamı söyleyen kişi mi ilk sahibinden kolyeyi almıştı acaba? Ya da o onun ilk sahibi miydi acaba? Kafam fazlasıyla karışmıştı .
Mera neden hala gelmemişti ki. Benim hemen buradan gerçek anlamda gitmem gerekiyordu. Endişe içerisinde Mera 'ın gelmesini beklerken duyduğum adım sesleri ile anında kapıya daha da yakınlaştım. Adım sesleri kapının önüne gelince durmuştu. Sesimi çıkarmadım. Bu gelen Mera da olmayabilirdi. Burada olduğumu belli etmemeliydim. Mera' nın sesini duymadan. Kapının önündeki her kimse kapının önünde durmuş öylece bekliyordu. Acaba kimdi kapının önünde olan kişi? Ben bu bilinmezlik karşısında tedirgin olurken metanın kısık sesini duyduk kapının diğer tarafında.
"Emira benim Mera şimdi sana dediğim an hemen kapıyı aç ve elimdeki bastonu ve pelerini kafana geçir. Seni buradan kahyanın annesi Güler hanım olarak çıkartacağım. Şimdi kapıyı aç ve elindekileri hızlı bir şekilde al anlaşıldı mı?" Kısık sesle tamam diyerek kabul ettim ve yavaşça kapıya açıp Mera ʼnın bana uzattıklarını aldım. Mera' nın yüz ifadesindeki tedirginlik ve korku anlaşılmayacak gibi değildi. Bana buna rağmen yardım ediyordu. Daha bugün tanıştığı birine kendini riske atacak kadar iyi yürekli bir kişiydi. Elindekileri alıp kapıyı tekrar kapadım.
Bastonu kapıya yaslayıp eski, yıpranmış olan pelerini üzerime geçirdim. Sonrada bastonu sol elimin atasına aldım. Elimi kapının koluna dayandığım an Mera kısık sesle konuşmaya başladı. "Dışarı çıktığında kambur ol tamam mı? Çünkü Güler hanım kambur bir teyze." dediğini yaparak kendimi kamburlaştırdım. Kapıyı açıp dışarı çıktıktan sonra
Mera ʼnın ayaklarını görebiliyordum sadece.
Mera anında sağ koluma girip benimle beraber yürümeye başladı. Yürürken kısık sesle konuşarak bana olanları sormaya başladı.
" Bana olanların nedenini anlatacak mısın? Ve kısık sesle konuş anlamasınlar senin Güler hanım olmadığını."
Belimi eğerek yürümek gerçekten zordu şimdiden belim ağrımaya başlamıştı. Ayaklarımın tabanı zaten faciaydı. Buna değinmek bile istemiyordum. Sesimin tonunu değiştirmeye çalışarak konuşmaya başladım. Mera 'ya şimdilik kim olduğumu söylemeyeceğim olanları ise başka şekilde anlatacaktım.
"Ben yemekhaneden ayrılıp koridorda ilerlerken duymayacağım bir şey duydum ve bunu duyduğumu fark ettiler. Bende kulede saklanmak zorunda kaldım durum bundan ibaret." Ben söylediklerimi bitirir bitirmez Mera hemen aklına takılan soruyu sordu. Yüz ifadesini de göremiyorum bu haldeyken.
" Peki sen neden yemekhaneden ayrıldın ki? Sessiz sedasız çıkıp gitmiştin her yerde seni aradım. Diğerleri senin olmadığını görünce seni bana sordular bende nerde olduğunu bilmediğimi söyledim. Kulede seni aradıkları için askerler mutfağa geldiler. Herkese bana dahi senin nerde olduğunu sordular. Giydiğin çalışan giysisi nedeniyle kim olduğun zaten anlaşılmış. Söyler misin şimdi ne yapacaksın? Kendi topraklarına nasıl döneceksin?"
Mera 'nın sorduğu sorudan sonra kısa bir süre sessiz kaldım. Zaten odadan ayrılıp Merayla gaz lambalarının aydınlattığı koridorda yürüyorduk. İlerlediğimiz koridorda şuanlık kimseler yoktu. Temkinli bir şekilde ilerliyorduk. Başımı hafifçe Mera' ya doğru kaldırıp yüzünü görmeye çalıştım. Gözlerine bakarak konuşmaya başladım.
"Bilmiyorum ki ne yapmam gerektiğini. Belki de şuan beni bulsalar nasıl bir ceza alacağım kim bilir? Bana yardım et Mera lütfen sadece bu kuleden çıkayım gerisini ben hallederim."
Mera çaresizliğimi fark etmiş olduğu için kafasını sallayarak kabul etti. Derin bir nefes alıp tam konuşacakken Mera hızla başımı yere doğru eğdi. O kadar hızlı olmuştu ki bunu neden yaptığını saniyeler sonra fark etmiştim. Koridorda bizden başka birleri daha vardı adım seslerini duymaya başlamıştım. Ben korku içinde yürümeye devam ederken Mera da anında bir şey söylemeye başladı.
"Tamam Güler teyze şimdi seni götüreceğim mutfağa yemeğini yedikten sonra kasabaya kadar sana eşlik ederim." Mera konuşmasını bitirdikten sonra bende onu sesimi kalınlaştırarak onaylayan mırıltılar ederek tasdikledim. Biz yürümeye devam ederken birden Mera asım atmayı bıraktı bende anında hemen adım atmayı bıraktım. Mera gelen her kimse onların önünde eğilmişti. Merak içerisinde Mera ʼnın bir şey demesini bekliyordum . Mera sağ kolumdan çıkarak öne doğru bir adım attı.
"Süreyya hanım bir şey mi istiyorsunuz?" Birkaç saniyenin ardından kısa bir sessizlik oldu ve Süreyya hanım konuştu.
"Hayır bir şey istemiyorum. Bu yanında olan kişi kim?" Korkuyla Mera' nın bir şey demesini bekledim.
Mera ben daha fark etmeden koluma tekrar girerek konuşmaya devam etti.
"Kahyanın annesi Güler teyze efendim." Mera ʼnın konuşmasından sonra Süreyya hanım bir şey demeden yürümeye kaldığı yerden devam etti yanındaki ger kimse. Ben ise derin nefesler alıp veriyordum. Kim olduğum anlaşılmamıştı.
Mera' nın yönlendirmesiyle yürümeye devam ettik ve koridordan sola dönerek kulenin dışına doğru yürümeye başladık.
ᥫ᭡ ᥫ᭡
Kuleden çıkmış karanlıkta yürümeye devam ediyorduk. Askerlerin nöbet değişimi olduğu için onlara yakalanmadan kasabanın olduğu yere doğru gidiyorduk şimdi nasıl bir yol izlemem lazım bilemiyordum. Şimdi Mera ʼyla yol ayrımındaydık. O birazdan tekrar kuleye dönmek zorundaydı kimseye bir şey belli etmeden. Ben ise ne yapacaktım bilemiyordum hala. Gidecek bir yerim dahi yoktu. Bir başıma kalmıştım dışarıda.
Mera yürümeyi bırakınca bende ondan tarafa dönerek başımı kaldırıp gözlerine bakarak konuşmaya başladım.
"Bu iyiliğini hiç unutmayacağım inan ki. Her şey için sağ ol Mera. Sen olmasaydın oradan kolayca çıkamazdım." Benim sözlerimden sonra tebessüm ederek konuşmaya başladı. "Hiç önemli değil şimdi ne yapacaksın peki?" Bilemiyorum derecesinde başımı iki yana salladım. Bu tanımadığım yerde ne yapacaktım ya da nasıl bir yol izlemeliyim ben bile bilmiyorum.
"Nerde kalmayı düşünüyorsun Emira?" diyerek sustu.
"Kalacak bir yerim yok ki. Sanırım ormanda kalacağım şimdilik." dedim.
"Orman gece çok tehlikelidir başına bir şey gelebilir ama..." diyerek ormanı eliyle gösterdi.
"Başka da bir çarem yok. Kimse beni bulmadan buradan uzaklaşmalıyım Mera."diyerek yanıtladım.
Mera tedirgin gözlerle etrafına bakarak düşünmeye başladı. Ben ise artık sırtımın yorulmasından ötürü kambur olan duruşumu düzeltip Mera'yla aynı hizaya geldim. Mera bana doğru adım atarak ellerini omuzlarımın üzerine koyarak konuşamaya devam etti." Seni bu halde dışarıda bırakamam ki. En iyisi şimdilik bende kalman. Babamla yaşıyorum ve o bugün şehre indi, kuledeki bir sorundan ötürü. Bugün yalnızım evde, seni eve bırakıp geri kuleye döneceğim anlaşıldı mı, sabah bir hal çaresine bakarız seninle olur mu?" dedi.
Duyduklarımdan sonra ona yaşadığım mutluluktan ötürü sarıldım sımsıkı ve dudaklarımı aralayıp konuştum.
" Mera çok ama çok teşekkür ederim. Bana o kadar büyük bir iyilik yapıyorsun ki anlatamam. Daha bugün tanıştık seninle ama bana karşı olan bu yaklaşımın çok samimi ve karşılıksızdı Bugünü asla unutmayacağım ." dedim ve biraz olsun rahatlamıştım. Tehlikeli olan bir ormanda kalmak beni biraz ürkütmüştü.
Ona sarılı kollarımdan ayrılarak benim yürümemi sağlayarak konuşmaya başladı."Emira seni öyle çaresiz gördüğüm halde öylece seni bırakıp kuleye dönemezdim. Ben de elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorum ama bir yere kadar sana yardımcı olabilirim. Senin kendi topraklarına gitmen konusunda gerçekten yardımcı olamam sana." Dedi sakin bir sesle.
"Sorun değil bu yardımın bile yeter de artar." diye yanıtladım.
Konuşmamız bu kadar sürmüştü. Sonra Mera kimsenin beni görmemesi için hızlı adımlarla kasabaya kadar yürüdük. Kasaba kuleye fazla uzak değildi zaten kısa sürede kasabaya varmış, Mera 'nın evine doğru temkinli bir şekilde ilerliyorduk. Mera' nın evinin önüne gelince Mera kapıyı anahtarla açıp benim içeri girmemi bekledi.
"Ben gelene kadar gaz lambasını yakma mutfakta yiyecek ve içecek var onlarla karnını doyur. Ben şimdi kuleye geri dönüyorum. Kimse uzun süredir orda olmadığımı anlarsa sıkıntı olur. Dikkat et kendine ben bir iki saate gelirim." Sözlerini bitirdikten sonra anahtarı bana verip koşar adımlarla kuleye doğru ilerledi. Bende hızla kapıyı kapatıp anahtarla kapıyı kilitledim .
Ay ışığı ile ev aydınlanıyordu. Yavaşça bir yere çarpmayarak karşımda olan sandalyeye ilerledim. Sandalyeye oturduktan sonra ayaklarımda olan ayakkabıyı çıkartıp ağrıyan ayak tabanlarım ve yeni kabuk bağlayan yaralarıma odaklandım. Bir bezi ıslatıp ayağımın altını temizlemeli ardından krem gibi bir şey bulursam ayağımın tabanına sürmeliydim. Yavaş adımlarla kalkarak çıplak ayaklarımla yürümeye başladım.
Mutfak olduğunu tahmin ettiğim odaya girdim. Tahminlerimde yanılmamıştım. Mutfağa adım atıp tezgahın üzerinde olan şeyleri incelemeye başladım. Eski bir bardak ve sürahi vardı hemen sürahiyi alıp bir bardak su doldurup kana kana içtim. İkinci bardağı da doldurup tekrar içtikten sonra ne zamandır acılan midem için yemek arayışına girdim. Arkama döndüğümde masanın üstünde olan poğaçalar dikkatimi çekti.
Hemen masaya ilerleyerek elime aldığım poğaçayı yemeye başladım. Bir kaç dakika sonra ikinci poğaçayı da yemiş onun ardından bir tane daha alıp onu ikiye böldükten sonra diğer parçayı tekrar yerine koyduktan sonra parçalamış olduğum poğaçayı da yemiş ve aç olan midemi doyurmuştum. Sonra tekrar ardından bir bardak su daha içtikten sonra bu sefer küçük bir bez aramaya başlamıştım. Onu ıslatıp ayağımın altını temizleyecektim. Eğer bulabilirsem bir de krem benzeri bir şeyi ayağıma sürecektim.
Mutfakta krem tarzı bir şey aramaya başlamıştım şimdiden.
Ama ne kadar arasamda bulamamıştım.
Belki de başka bir yerde olabilir umuduyla mutfaktan çıkıp salona girmiş ve odada aramaya devam etmiştim. Aradığımı salonda da bulamamıştım. Belki de Mera' nın odasında bulurum umuduyla onun odasına girmiş ve her yerde kremi bulmaya çalışmıştım.
Sonunda küçük bir kutunun içinde krem tarzı bir şey bulmuştum hemen hızla salona doğru yürümüş sandalyeye oturduktan sonra kremin kapağını açıp ayak tabanının altına sürmeye başlamıştım. Ayak tabanıma sürdükten sonra kremi önünde duran şöminenin üst tarafındaki üste bırakarak, sırtımı sandalyeye yaslayıp gözlerimi dinlendirmek için kapatmıştım. Bugün yaşadığım onca şeyden sonra gerçekten fazlasıyla yorulmuştum.
Bugün duyduğum onca şey ve yaşadığım stres dolu günün sonu umarım sakin ve güzel biterdi. Ayağıma sürdüğüm keremi ayağım iyice emdiği için ayağa kalkarak karşımda duran sedir yatağa ilerledim. Yatağa tam oturacakken kapının gürültüyle çalınmasıyla korkuyla kapıya doğru ilerlemiştim. Kapı hala gürültüyle çalınıyordu. Ne yapmalıydım şuan bilemiyordum.
Bu gelen Mera da değildi. O gelseydi eğer beni tedirgin etmemek için ismimi zikrederdi. Ama bu her kimse kapıda olan kişi sabırsızca kapıyı çalıyordu. Bir adım kapıdan uzaklaşıp sakince düşünmeye başladım evin içi kapalıydı ve belki de ses çıkarmazsam çıkıp giderdi. Evet... Evet en iyisi buydu. Sesiz kalmaya devam ederken kapının diğer tarafında olan kişinin söyledikleriyle korkmaya gerçek anlamda şimdi başlamıştım.
"Emira içeride olduğunu biliyoruz. Zorluk çıkarmadan kapıyı aç ve konuşalım ben Süreyya Moritanya topraklarının kraliçesiyim. Sana her şeyi başından itibaren anlatacağım. Benden çekinmenin istemiyorum. Lütfen kapıyı aç bugün kü olan şey için endişe ediyorsan çekinme sana zarar vermeyeceğim bunun sözünü sana veriyorum. Lütfen dürüstlüğüme inan Emira." diyerek susmuştu.
Tedirginliğimi atlatamadan kapıya bir adım yaklaştım. Kapıyı açmalı mıydım yoksa açmamalı mıydım? O kadına inanmak ve inanmamak arasında kalmıştım.
Her karar bir sonucu doğururdu. Peki benim biraz sonra vereceğim kararın sonuncu benim için ne olacaktı acaba? Bunu saniyelerin sonunda anlayacaktım.
|
0% |