Yeni Üyelik
31.
Bölüm

31-İslerin Sardığı Zihin Bağları

@kumsallardagezen12

『Mutluluk için çok geçti ama rol yapmak için hayır. 』

 

Her yeni gün dünün acı bir hatırasıdır.

Her yeni gün dünün sancısıdır.

Her yeni gün dünün yansımasıdır, orada saklıdır senin acının izleri. Ve orada yeşerir senin göz demlerin. Hayatının dönümünü hatırlarsan o senin yanlışlarını kabul ettiğin an olmalıdır. Ve hayatının en büyük hatası nedir diye düşünürsen o da senin doğruluğunun hayatında bir anlamı olmayışıdır. Yanlışlarının yaşamını tetiklediğini ve senin en büyük yaşam farklılığın olduğunu anlarsın.

 

Ruhun sis bulutu gibi etrafta geziyor, yeni bir duyguyu tadabilmek için. Kırılacak veya kıracak çok şeyler var bu koca dünyada peki sen hangi tarafta duracaksın? Kırılan taraf olarak yaşama tutunmaya devam edecek kişi olarak mı? Yoksa kıran taraf olarak gerçek acılarını görmezden gelerek başka acıları yaşatan olarak mı?

 

Seçim senin. Ve bu seçim bir döngü aslında hayat bu şekilde ilerliyor. Hayatların kumandası bir ipliğe bağlı halde tek bir hareket her şeyi değiştirir. Bizler bir ruhun izlerini taşıyan bedenlere hükmedenleriz. Bizler düşünceden ibaret olan fısıltılarız . Görülmeyen ama bir yıkımın baş sebebiyiz.

 

Yaşam tuhaflıklarla dolu aslında bunu derin düşüncelerle anlayabilir insanoğlu. Garip aslında öleceğini biliyorsunuz ama yine de bir şeyler için gereksiz mücadeler sergiliyorsun. Ve bunu unutmayı tercih ediyor kişi. Olana odaklanmış değiliz. Ölüm var bir adım yanı başında. Bir nefes kadar yakın. Bir bıçağın boğaza yaslı olduğu gibi sana yaslı halde. Tek bir adım seni senden koparacak.

 

Yıldızları görmenin verdiği o huzuru aslında başka nesnelerde arayabilirsiniz. Sadece ona anlam yükleme konusunda biraz eksik insan. Çoğu şeyi sıradan hale getiriyoruz. Basit kılmak bizlerin bilinmeyen özelliği. Amacımız hep bilinene odaklanmaktan dolayı.

Bunu çoğu kişi yapıyor ama yapmayı kesmiyor da. Çünkü bunlar bizim takıntılarımız.

 

Zihnimin içerisinde olan gürültü beni gerçek olan gürültülere sağır bıraktı. Gerçeğin beni bulmasını hep engelledi bu gürültüler. Ve gürültülerin beni zihnimde öldürmesine mani olmadı. Gürültü her daim var etrafında. Çabalamak seni sessizliğe itecektir. Büyük bir boşluğu hayatına alabilirsin. Sadece nasıl yapacağını bilmen gerekir. Bu nasıl olabilir? Çok kolay ;ya tüm insanlıktan soyutlanırsın ya da tüm insanlığı içine hapsedip onları sen susturursun. Sessizlik senin yaratacağın bir ortam. Onun iplerini yönlendirmek sana bağlı.

 

Bazen her şeyin başı olmaz sadece sonu vardır yaşanır biter gider. Başlangıçlar her zaman olmaz sen gelişme kısmından hayata geçiş yaparsın ve onu başlangıcın sanırsın ama hayır sen bir noktadan sonra yaşama katılmış birisindir. Örneğin ben. Geldiğim bu hayatta bir başlangıcım yok sonradan gelerek sonu olacağım. Başlangıcı tamamlayan olarak. Sonra ise zihinlerde unutulan bir anı olup orada saklanacağım.

 

Zihnimde gerçekleştiremediğim intiharlar biriktirdim. Belki de bir gün faaliyete geçiririm diye. Ama yapamadım. Çünkü nedenler engel oldu. Ya da belki zamanı yaklaşmadı.

 

Buraya geleli toplam bir buçuk yıl olacak. Dile kolay ama yaşadığım her şeyi gözden geçirince hiç öyle kolay olmadığını anlıyorum. Çünkü çok şey var açığa çıkması gereken. Sorunları bir tutup toplu bir çözüm bulmalıyım. Şimdilik yapboz hala tam bir araya gelmiş değil. Geçmişten çok bilgi eksik ama gelecek ise tamamen kayıp. Gelecek geçmişten elde edilen bilgilerle tamamlanacak. Ve ben hala tam geçmişe ulaşmış değilim.

 

Hayatım adım adım gerçeğe ulaşmamı istiyor ve ben ona istediğini vermemekte ısrar ediyorum. Her edindiğim bilgiler zihnimdeki deftere not ediliyor. Kısaca anlatmak gerekirse şöyle özetleyebiliriz;Yezra, ailesi tarafından sevilmeyen biriydi. Ve arayışı vardı öve bu arayış bir çiçekti. Morte çiçeği... Çiçeği yıllar boyunca aramaya başladı. Belki de umudunu çoğu kez kesti ama yine de aradığını düşündü. Sonra o arayış içerisinde birçok şey yaşadı. Birini sevdi. Dehliz. Birini kaybetti. Anneannesi.

 

Şimdi ise onun sır dolu ölümü var. Nasıl öldü merak ediyorum ama o gerçeğe yaklaştığımı biliyorum. Çünkü hissediyorum. Onun ölümü bazı şeyleri tetikledi. Ama neyi? O öldükten sonra kolye neden onunla beraber yok olmadı mesela? Neydi kolyeyi onla beraber yok etmeyen? İşte bunlar geçmişin eksik parçalarından biri. Mesela sonra kolye ne sebeple Aron 'ulaştı? Çünkü kolye yersiz bir şekilde bir sahibe ulaşmak istemeyecek kadar muhafazakar.

 

Zamanından önce gelmiş olduğunu düşündüğüm anlar oldu ama sonradan bunun belki de doğru zaman olduğunu anladım. Peki şu vardı kolye neden kendini ikiye böldü? Bunun sağlanması ne sebeple oldu? Çünkü kolye Esila 'nın asıl kolye sahibi olmadığını bildiğini düşünüyorum. Aslında sanki bu bir amacı gerçek kılmak adına gerçekleştiğini düşünmemek elde değildi.

 

Kolye baştan beri bir amacı gerçekleştirmek adına bu rotayı takip etti. Bir hedefi olduğu için her şey salise salise ilerledi. Kolye sonra neden eski formatında olmadı? Ve ilk formatı ne durumda onu da bilmiyorum? Olduğum yerde öylece düşünüyorum çünkü uzun bir zamandır bulunduğum yerde hareket dahi etmeden beklemekteyim.

 

En son o karanlık ruhu takip ederek buraya gelmiş olmalıydım. Çünkü en son gözlerimin karardığını ve bilincimin kapandığını hatırlıyorum. Peki o nereye gitmişti? Ve beni buraya getirmekte ki amacı neydi? Çünkü şu an bir çalışma odasında duruyorum. Sırtım çalışma odasının kapısına yaslı halde öylece oturmuş etrafı izliyorum. Çalışma odası gri ve ahşap rengine sahipti. Önünde eski bir çalışma masası duruyordu.

 

Ve çalışma odasının her iki tarafındaysa duvarı kaplamış boydan aşağı bir kitaplık vardı. Ve tam karşımda perdelerle örtülü bir büyük geniş pencere bulunuyordu. Uyandığım anda sadece olduğum yeri izlemeye başlamıştım. İçimden ayağa kalkıp odayı dolaşmak ve buradan çıkmak gelmemişti. Sanki büyük bir hüsran yaşıyordum. Ya da bu duyu bana yansıtılıyordu. Bilemiyorum. Çünkü burada gözlerimi açtığım anda bütün ilklerim bir tanıklıkla karşılaşma yaşadı. Ben buraya gelmesem de bu boynumda duran kolye buraya daha önce gelmiş olmalı. Peki burası neresiydi? Bu çalışma odası kime aitti?

 

Yezra 'nın babasının çalışma odası mıydı? İlk bu aklıma gelmişti? Ağrıyan başımı ovarak bana ağırlık veren düşünceleri savuşturdum. Gece karanlığına rağmen hala oda gündüz ışığına sahip gibi apaydındı. Benim buraya gelme anacım da neydi? O karanlık ruh bana neyi göstermek istemişti? Burada olan her neyse bunu bilmemi istiyor olmalı. Derin bir iç çekerek oturduğum yerden kalkıp ayaklarımın üzerinde dururken gözlerimi kısarak etrafı kısaca süzdüm. Bir yerden istenilen bilgiyi öğrenmek için aramaya koyulmam lazımdı.

 

İlk olarak adımlarım beni sol tarafta duran kitaplığa yönlendirdi. Kitaplığa doğru ilerledim ve tozlu ve örümcek ağlarıyla kaplı olan rafta duran kitapları ilk başta kısaca göz gezdirdim. Hepsi bilmediğim bir dilde yazılı okuma kitaplarıydı. Gözüme kestirdiğim kitaba uzanıp onu aldım.

 

Ön kapağını kısaca inceledim ve kapağını açarken yoğun bir tozla karşılaşınca aniden yüksek sesle hapşırmak zorunda bırakıldım. Bu birkaç sefer kendini tekrar etti. Ardından sonunda durunca yaşaran gözlerimle kitaba tekrar baktım. Tozdan dolayı hafif burnum sızlamıştı. Bu oda zaten havasızdı bu burada olmamam gerektiğini bildiren ilk aşamayken birde tozlu kitaplar ve her tarafı ağ olmuş eşya ve mobilyalar buradan kaçmam için çığlık atıyordu.

 

Elimdeki kitaptan bir şey anlamamıştım. Bir şey de bulamayınca eski yerine bıraktım. Sıra diğer kitaplara geçmişti. Demem o ki daha ben burada saatlerce duracak gibiydim. Ben bir şey bulana kadar burada çıkmam sanki yasak gibiydi. Hemen elimde olan kitaba baktım. Hiç işe yarayacak bir bilgi edinmeyince onu da eski yerine bıraktım. Şimdiden sıkılmıştım.

 

Yarım saat boyunca önümde olan dolapta kitapları karıştırdım ama hiçbir şekilde beni buradan çıkaracak bilgiye ulaşamadım. Acaba direk o karanlık ruh benimle bu bilgiyi paylaşmak yerine neden buraya gelmemi sağlamıştı? Burada olan her şey illa ki bir gizem yaratacaktı.

 

Diğer tarafta olan dolaba geçince orada da kitapları kurcaladım. Bazı evraklara bakındım ama daha çok mesleki bilgilerle doluydu. Çalışma odasının kasvetli havası içerisinde aramaya devam ettim. Bakışlarım masada duran gece lambasına kaydı. Lamba üzerinde bir iz vardı. Bu iz bir simgeydi. Gece lambasının üst kısmında bir çizgi iki sembolü ayırmıştı.

 

Sol taraftaki simge güneş.

Sağ taraftaki simge ay.

 

Bir taraf aydınlık bir taraf ise karanlıktı. Buradaki her şeyin bir zıddı vardı.

 

Kolyenin bile bir eşi bulunuyordu. Belki de onun da karanlık tarafı vardı. Bendeki onun aydınlık tarafıydı bende olan kim bilir?

 

Çünkü kolyenin koruyucuları bile vardı. Işığın koruyucuları.

Karanlığın koruyucuları.

Asper krallığında bulunup orada yaşıyordular. Ve orayı hala ziyaret edebilmiş değildim. Oranın da zamanı gelecekti. Oraya giderken orada beni gerçek anlamda aydınlanmamı sağlayacak gerçeklere ulaşacaktım.

 

Sonunda iki dolabı inceledikten sonra hemen çalışma masasına geçmiştim. Masaya doğru usulca ilerledim. Yakınına gelince hemen masada bulunan tozların bir kalkan oluşturduğu kitapların yüzlerini incelemeye başladım. Tam dört kitap bulunuyordu masada. Gece lambasının hemen altında bulunuyordu.

 

Elimle kitabın ucunu tutarak açmaya çalıştım. Açar açmaz kitabın boş sayfası beni karşıladı. Birkaç sayfa çevirip içerisinde olan yazıyı inceledim. Bir romandı. Bunu birkaç sayfa sonra konuşma cümlelerinden anladım. Bu oda kiminse okumayın en az benim kadar seviyor olmalıydı. Kitaptan parmaklarımı ölerek önümde duran sandalyeyi geriye çekip toz ve kirli olmasına rağmen üzerine oturup masanın yüzeyinde bulunan her belgeyi her kitabı inceleme başladım.

 

Birkaç dakika sonra bu masada bulunanların da benim işime yarayacak bir bilgiye sahip olmadığını anlayınca masanın çekmecelerine geçiş yaptım. İlk çekmeceyi açınca içerisinde evrak görmüştüm. İncelemeye başladığım anda beni ilgilendirmeyen bilgilere sahip olduğunu anlayınca eski yerine bıraktım . Sonraki çekmecede de beni ilgilendirecek bilgiler yoktu.

 

Sonra odada bulunan her yere bakım ama hiçbir şey bulamadım. Sıkılmış bir halde odayı incelerken birden gözüme bir şey çarpmıştı. Bu bir gizli bölme idi. Çok dikkatli bakınca anlaşılacak bir farktı. Tablonun yamukluğundan dolayı fark etmiştim. Santimetrelik bir eğilimin gözüme çarpması fark etmemi sağlamıştı. Hemen olduğum yerden kalkarak oraya doğru ilerledim.

 

Tablonun karşısına geçince tabloyu olduğu yerden kaldırıp yere bıraktım ve küçük kare bir tahta parçasının duvara asılı halde durduğunu gördüm. Tahta parçası dikdörtgen bir bölmeye yerleştirilmişti. Hemen parmaklarımla o tahta parçasını olduğu yerden çekerken çıkardım. Ve çıkarınca içinde birden fazla kağıt bulunduğunu gördüm ve bir de küçük bir defter.

 

Bölme içerisinde olanları alarak masaya doğru ilerledim. Sandalyeye oturup ilk önce kağıtları incelemeye başladım. Bu kağıtlar daha çok tapu senetle ilgiliydi. Onları es geçerek küçük deftere geçtim. Defteri açınca karşımda bir resim belirdi. Resimdeki resim bir küçük kıza aitti. Küçük yaşlarda olan güzel bir kadına.

 

Hemen dikkatle incelemeye başladım. Uzun saçlara sahipti bu çizimde olan kadın ve yüzü kusursuzca çizilmişti. Çillerine kadar tüm yüz hatları eksiksiz kağıda geçirilmişti. Gür kirpiklerin elmacık çizimlerine yansıyan gölgesi bile eklenmişti. El yazısı tam okunaklı olmasada burada öğrendiğim alfabeyi az tük bildiğimden kağıdın üst çiziminde yazılı olan ismi okuyabilmiştim.

 

Çizimde şu yazılıyordu;

 

Sarya...

 

İlk başta anlamamıştım ama sonradan idrak edebilmiştim. Bu ismi Yezra 'nın günlüğünden aşinaydım. Peki ama doğru kişi miydi? O Sarya bu Sarya mıydı? Sayfayı çevirdim. Ama karşımda boş bir sayfa belirdi. Diğer sayfaya geçtim. Boştu. Diğerine geçtim o da boştu. Bir diğeri de. Bir diğer sayfa da. Sonunda sadece ön kısmının tek olduğunu düşününce birden bir şekilde bir sayfa anında gözüme çarptı ve o sayfada yazılı bir sayfa gördüm.

 

Bu bir mektuptu. Ve mektup birine yazılmıştı. Tanıdığım kişiydi. Mektubun yazıldığı kişi Yezra 'ydı.

 

Ve buraya ait alfabeyle yazılmıştı. Hemen okumaya başladım.

 

Yezra...

 

İlk anlar hep sonun ilk başlangıcı. Benim ilk anım seni kütüphanenin çalışma odasında dalgın dalgın çalıştığını görmemdi. Kimseyi görmüyor, kimseyle muhatap olmuyordun. Sadece odaklanmış önündeki kitabı okuyordun. Karşında olan masaya geçerek seni izlediğimi bile hiçbir zaman fark etmemiştin.

 

Tam tamına iki saat seni izlemiş ve nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu anlamaya çalışmıştım. Ama tüm dünyaya kendini gizlemiş gibiydin ve ben ilk defa bir kişiyi anlamamış ve onu merak etmiştim. Ve bu merak yollarımızın birleşmesine sebebiyet vermişti. Her şey aslında bir merak uğuruna başladı. Seni merak ettiğim için kız kardeşim Sarya 'ya ders vermeni istemiştim. Hepsi seni yakından tanıyabilme adınaydı. Başarılı da olmuştum.

 

Yani bu mektubu yazan kişi Dehliz' di.

Ve burası onun çalışma odasıydı. Okumaya devam ederken yazanları merakla okumaya devam ettim.

 

Ve seni her gördüğümde nedense istemsizce sana kendimi çekilirken bulmuştum. Sana kapılmıştım ama bunu o anlarda fark etmemiştim. Bunu yadırgıyordum ve bu sana olan tavrımı da etkiliyordu. Ne kadar sana soğuk davransam da içten içe bunu yaptığım için kendime kızıp durmuştum. Seni Sarya 'ya her ders anlatışında izliyor, bir kez daha hayran kalıyordum sana.

 

Seni hep uzaktan izlemeye alışmıştım ve seninle karşı karşıya kalınca nasıl davranacağımı bilmediğim için hep bocaladım karşında soğuk davrandım kimi zaman, kimi zaman da seni görmezden gelmeye çalıştım. Bazende seni görmemek için evden uzak durmak için kendime yersiz işler çıkarırdım. Ama sonradan buna pişman olurdum. Ve her şeye rağmen senden uzak kalmak için mücadeleler versem de günün sonunda sana koşarken buluyordum. Sen aslında hiç bilemedin beni. Ya da ben bilmeni istemedim.

 

Ama sonra bunun bana ağır geldiğini fark ettiğim anda seni yanımda istedim. Nefesini solumak. Ruhunu hissetmek. Zihnine sızmak istedim. Ve birçok şey daha istedim. Olmasını umut ettim. Yezra... Hissettim senin bana ait olduğunu. Ama bir adım öne gelerek sana bunu hissettiremedim. Hep bir kalkan koydum aramıza. Nedeni sana zarar verme ihtimalimden dolayı. Sen beni bilemedin. Normal biri değilim. Tehlikeli biriyim ve bunu bilerek seni yaşamımda gün ışığı yapamazdım. Buna izin verseydim senin yaşamında karanlığı getirirdim. Ve bu olacakları bilerek sana bunu yapamaz, yapmak istemezdim.

 

Her zaman bir adım gerinde olacağım ruhumu hissetmene izin vermeyeceğim. Çünkü yaşamında bir yola yön vermek istemiyor oluşumdan ötürü. Seni her şeye karşı koruyacağım. Tüm tehlikeler senden kaçacak ve sen bu yaşamında huzuru hissedeceksin. Hakkında her şeyi biliyorum aslında neler yaşadığını neleri göğüslemiş olduğunu. Ve bunlara karşı hala dimdik ayakta olman senin gücünü gösterir. Güzel sevdiğim. Seni ruhunla baş başa bırakıyorum. Belki de hiçbir zaman bu mektubu okuyamayacaksın ama şunu bil ki ölüm beni bulana kadar senin olacağım sonrasında belki bir araya gelmemiz için bir tehlike kalmaz diye umuyorum.

 

Her zaman güçlü duruşundan ödün verme... Karanlığın seni alt etmesine izin verme bu ben bile olsam....

 

Mektubu olduktan sonra elimde duran küçük sayfayı çevirdim ve sonraki sayfada bir kadın resmi daha belirdi. Bunu tanımakta zorlanmadım. Sanki çok iyi tanıyordum onu. Yezra...

 

Dehliz onu da resmetmişti. Ve kusursuz bir çizimdi. Yezra çok güzel bir kadındı. Ama gözlerinde olan hüznü saklayamamıştı. Dehliz onu da eklemişti. Duyguları görmemek mümkün değildi.

 

Hüzün onu ruhuna katmıştı. Yezra sevdiğinin onu sevdiğini biliyor muydu? Bunu çok öğrenmek istiyorum. Çünkü ikisi de birbirini delicesine seviyordu. Kadın onca şeyi bilemeden onu sevgisine muhtaçken. Adam onu kendinden koruyabilmek adına ondan vazgeçmek durumunda kalmıştı. Büyük bir kaybediş. İki taraf için de.

 

Dehliz en başından beri aslında bana kendisini belli etmişti. Kolye de bana ait bir şey var derken. Apaçık o kolye Yezra 'dan izler barındırıyor demiş ama ben anlamamıştım. Kendisinden korumuştu Yezra' yı. Ona zarar verme ihtimalini göz ardı edememişti.

 

Peki bu sayfaları okumuş muydu Yezra? Ona satırlarda saf sevgisini açıkça beyan eden adamın hislerini öğrenmiş miydi yaşamını yitirmeden?

 

Yorgunluğum omuzlarımın düşmesini sağladı. Karanlığın artık hüküm sürdüğü odada bakışlarım odada gezindi. Odayı aydınlatmak için gece lambasını açtım. Şimdi loş bir ışık odayı aydınlatıyordu. Önümdeki kitabı kapatıp eski yerine koymak için harekete geçtim. Aldıklarımı eski yerine koyduktan sonra hemen çalışma odasının kapısına doğru ilerledim. İlk anda hiç kapıyı açıp buradan gitmek gelmemişti içimden ama şimdi sanki duygularıma ve zihnime ben hükmediyordum.

 

Kapının açılacağını hiç düşünmemiştim ama kapı açılmış ve ben şaşkına uğrayarak odadan ayrılmıştım. Önüme çıkan dar uzun koridoru aşarak salona geçmiştim kısaca bir bakındığımda salonda hiçbir şey yoktu. Bomboştu. Rotamı bu sefer de dış kapıya doğru çevirdim. Kapıyı açıp kendimi güç bela dışarı attım. Şimdi kuleye gitmem lazımdı. Tam hareket edip bahçede kapısına ilerleyecekken biraz ileride bir kıpırtı beni alıkoydu.

 

Daha dikkatli bakınca bunun Dehliz yani karanlık ruh olduğunu gördüm. Orada öylece bekliyordu. Acaba başından beri orada mı duruyordu? Tüm cesaretimi toplayıp ona doğru ilerledim. Benim burada olduğumu biliyordu. Aslında varlığımı hissediyordu. Bunu yeni yeni fark edebilmiştim. Ona doğru attığım emin adımlarla ilerliyordum ve birkaç adım kala durmuştum. O ise önünde duran salıncağa bakıyordu.

 

Salıncak...

 

"Ona mı ait? "diye sorarken buldum kendimi. Aramızda olan bu sessizliği yarıp geçerek. Hiç kıpırdamadan durmaya devam etti. Ben ona bakarken o rüzgarın hareket ettirdiği salıncağa bakıyordu. Onunla konuşma çabamın boşa gittiğini düşündüğüm anda birden onun sesi yankılandı.

 

"Evet." dedi yorgunca sonra devam etti konuşmasına. "Nasıl ki Moritanya kulesinde uçuruma bakan yerdeki salıncak ona aitse bu salıncakta ona ait." dedi ve hafifçe kıpırdadı. Bana bakacağını düşünmüştüm ama hayır o birkaç adım daha atarak salıncağa daha da yaklaştı.

 

"Neden buraya gelmemi istedin?" diye sorarken buldum kendimi. Hiç bunu diyeceğimi aklımdan bile geçirmiş değildim. Sadece bir anda soruvermiştim.

 

"Bilmen gereken çok şey var prenses. Öğrenmen lazımdı. Öğrendin de. Sadece yanına her gelişimde gerilmeni istemediğim için öğrenmeni sağladım. Yoksa başka bir sebebi yoktu bunların." dedi bariton sesiyle. Ruhunu soluyamadığım için şu an ne hissediyor anlam vermeye imkan yoktu.

 

" Yanımda oluşun sana neler hissettiriyor ki? "dedim bu sefer aklıma yakın bir zamanda takılan soruyla. Hemen cevap vermesini tahmin etmiyordum. Bu seferki hareket edişi bana dönmek içindi. Bana doğru döndüğü anda onun ışık gibi parlak olan göz bebekleriyle karşı karşıyaydım. Bu sefer hiç tedirginlik yaşamadım.

 

Onun yaşadıklarını anlamaya çalıştım daha doğrusu.

 

"Yezra her ne kadar bu dünya da olmasa da. O boynunda taşıdığın kolye de onun ruhunun izleri var. Anıları var. Hisleri var. Ve ben bunları bildiğim için buradayım. Onu özlediğim her anda yanında olacağım, merak etme kendimi sana göstermeyeceğim. Sadece nedense beni bilmeni istedim. Çünkü ilerde bir araya geleceğiz prenses yabancılık çekme istedim. Çünkü o zaman çok yakın olacağız bir yansıma gibi. Ve bu sana da bana da iyi gelecek. Üzerime düşeni yapacağım seninde yapacağını biliyorum. Sen buradakilere göre çok farklı birisin ve ben senin kimseye zararın olamayacağını biliyorum. Olursa da bunu bile isteye yapmayacağını bildiğim için sana zor zamanlarında yanında olabilmek için bir adım gerinde olacağım. Bilmeni istedim. "dediği anda birden karşımdayken yok olmuştu. Şaşkınlıkla etrafıma bakınıp durduğum anda onu bulamadım etrafımda.

 

Gitmişti. Bende artık burada fazla durmanın bir anlamı olmayacağını bildiğim için tam bir portal açıp gidecekken birden yer ayağımdan kayar gibi oldu ve o salise içerisinde başka yere geçiş yaptığımı anladım. Mekan farklılığı ardından kendimi odamda bulmuştum. Onun beni orada bırakmayıp odama göndermesi çok naif bir hareketti.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷ 𓆩𖤍𓆪ꪾ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Odama geçiş yaptıktan sonra hemen uyumadan önce Victoria yanıma uğramıştı. Yorgun olduğumu için odama geçtiğimi söylemiş ve uyuyacağımı anlatınca yanımdan ayrılmıştı. Şimdi değil ama çok yakından her şeyi Victoria 'ya tüm detaylarıyla anlatacaktım. Çünkü bana şu kulede koşulsuz şartsız destek verecek kişilerin en başında Victoria vardı.

 

Yatağıma geçip uykuya dalmak için gözlerimi kapatmıştım. Yorgun zihnimin uzun bir sessizliğe ve dinlenmeye ihtiyacı vardı.

 

Gözlerimi açtığımda gün ışıkları çoktan doğmuştu. Saat kaç diye bakındığımda epey geç uyandığımı fark etmiştim. Çünkü koridorda olan gürültü çalışanların kulede temizlik yaptığının habercisiydi.

 

Uyandıktan sonra hemen hızla yataktan kalkarak banyoya geçmiştim. Ellerimi yüzümü yıkamış ve hemen dolaptan üzerime bir şeyler seçtikten sonra saçlarımı taramaya başlamıştım. Ayında saçlarımı tararken gözlerim boynumda asılı olan kolyeyi buldu. Çok yaşanmışlıklar barındırıyordu. Saçlarımı taramayı bırakıp dağınık bir topuz yaptım.

 

Sonrasında hemen akabinde koltuğa bırakmış olduğum ceketimi üzerime geçirdim. Artık kış bitmiş yerini sonbahara bırakmıştı. Hava yer yer esse de çoğu zaman sıcaktı. Odamdan çıkmak için kapıya doğru bedenimi döndürdüm. Kapıyı açıp dışarı çıkıp ardından kapıyı kapatıp direk yönümü bahçeye doğru çevirdim. Çünkü bizimkiler oradaydı. Yaydıkları enerjileri beni oraya doğru yönlendirmişti.

 

Ön bahçeye çıkan kapıya ulaştıktan sonra kapıdan dışarı çıkarak adımlarımı biraz ileride küçük koroda birbiriyle atışan bizimkilere doğru ilerledim. O kadar kendi münakaşalarına dalmış olmalılar ki beni fark etmemiştiler.

 

Yanlarına varınca kendimi belli etmek için sertçe öksürdüm. Hemen tüm bakışlar bana doğru döndü. Beni görür görmez Victoria yanıma geldi ve sağ koluma girerek karşısında olan erkekleri göstererek şikayet etmeye başladı.

 

"Bunlar yine çocuklaştılar. İyi ki geldin." diyince erkekler ona bir baş belasına bakarcasına baktılar. Çünkü şu an küçük bir çocuğun abilerini annesine şikayet ederki hale bürünmüştü.

 

"Ne yaptığınızı öğrenebilir miyim?" diyince anında bir adım Dehri öne atıldı ve söze girdi. Diğerleri ise sessizce oldukları yerde Dehri ne anlatacak diye beklemeye başladılar.

 

"Bir küre buldum kulede bir küçük gezintiye çıkarken. İşte ona sorular soruyorduk. Ama Victoria hanım bunu saçma buldu. Onun için bu saçmalığı bırakın diyip durdu." dedi ve elinde tuttuğu küreyi bana gösterdi. Beyaz parlak olan küre içerisinde bir sis bulutu varmış gibi bir görüntüye sahipti.

 

" Sizler neyi merak ediyor olabilirsiniz ki? "diye sakince sordum. Hepsi birbirine baktı ama cevap veren Victoria oldu.

 

" İşte ne zaman krallıklarını yöneteceklerini sordu hepsi. Koltuk davası işte ne olacak!"diye onların bu durumunu saçma bulan bir edayla konuştu ve hepsinin şu an ki durumuna tahammül edemiyor olmalı ki bakışları etrafa çevrildi.

 

" Bu küre gerçeği yansıtmıyor bilmem farkında mısınız? Çünkü gelecek değişken her an her şey bir salise içerisinde değişebilir. Yani demem o ki buna pek inanmayın. İhtimalleri size sunuyor. Gerçekleri yaşamadıkça bilemezsiniz beyler." diyerek bu küreye inanma ihtimallerinin bir yansımadan ibaret olacağını, hayalden öteye gidemeyeceğini söyledim kürenin sunduğu gerçekler.

 

Dehri söyleyeceklerimi bitirir bitirmez anında elinde olan küreyi yok etti. Ah şu erkekler bir kere de akıllıca bir işe koyulsalar!

 

"Peki sen neredeydin? Sabah kahvaltıya inmedin." diye soru yöneltince Kavi hemen ona doğru hafif açıyla başımı eğip sorusunu yanıtladım.

 

"Uyuyordum. Ve uyanır uyanmaz direk buraya geldim." dedim. Ve akabinde Dennis arkadan öne doğru geldi.

 

"Kahvaltıda yapmamışsındır. Hadi gel kulenin arka bahçesine gidelim ve sen kahvaltı yaparken bizde bir şeyler yeriz şimdiden acıktım gibi." diye piknik yapmayı önerince kabul ettim.

 

"Sizler doymak bilmeyen yaratıkların tepkisiniz!" diyince Victoria, Enfal hemen onun yanına gelip omuzlarının önünde duran saçlarını omzunun gerisine atıp onunla uğraşırken şunları zikretti.

 

"Bizler siz sıskalar gibi küçük midelere sahip değiliz ve haliyle hemen acıkıyoruz. Kızım genç adamlarız kanımız kaynıyor. Bu dönemde yemeyeceksek ne zaman yiyeceğiz biz?" diyince Victoria hemen saçlarının üzerinde olan eline bir fiske vurup öne doğru ilerledi. Ben ise bu haline baka kaldım. Bugün nesne bu kader somurtkandı bu kız? Hep olduğu gibi değildi.

 

Yanımdan geçen Dehri anında Victoria 'nın durumunu yadırgadığımı anlamış olmalı ki bu duruma açıklık getirdi.

 

"Asper krallığında hanımefendi bir tartışmaya girmiş onun siniri var hala üzerinde. Birazdan geçer. Yürüyen öfke olmaktan kurutulur." diyince bu son cümlesine gülünce Victoria önden sinirle bağırdı.

 

"Seni duydum Dehri! Gösteririm sana yürüyen öfkeliyi. Senede yürüyen salyangoz olmak istemiyorsan çeneni kapalı tutmanı öneriyorum. Yoksa sonuçları senin için iyi olmaz ve inan ki yaptığım şeyden gram pişmanlık duymam." demiş ve önden tek başına ilerlemeye devam etmişti. Yanımda ilerlemeye devam eden Dehri 'ise ağzına görünmez bir fermuar varmış gibi onu kapatmıştı.

 

" Peki çiçek arazisinin ortasından olan boş alanda piknik yapalım ve biraz sohbet edelim ne zamandır bunu yapmıyoruz." dedikten sonra hepimiz kulenin ön tarafından arka tarafına geçmiş oradan da kulenin dışına çıkmış ve dediğim gibi çiçek arazisine doğru ilerlemeye başlamıştık.

 

Sonunda vardığımızda hemen yere bir örtü serilmesini sağlamıştım. Ve sonra çeşit çeşit herkesin sevdiği şeylerin örtü üzerinde olmasını sağlamıştım kolyem yardımıyla. Herkes yerdeki yerini aldıktan sonra ben kahvaltı etmeye başlarken Varisler biraz uzağımda olan meyve tabağına uzanmış ve orada olan meyveleri yemeye başlamıştı. Hem meyve yiyordular hemde aralarında sohbet ediyor ben ve Victoria 'nın da katılmasını sağlıyordular.

 

"Emira sana bir şey sormak istiyorum?" diyince Enfal sor dercesine baktım ona.

 

"Dünyan bizim dünyamızdan çok mu farklı?" diyince bu soruyu sormasını beklemediğim için kısa bir süre bekledim. Ve sonra onlara en basit tabirle nasıl anlatabilirim diye düşünürken direk anlatmayı tercih ettim. Kafaları biraz karışacaktı ama neyse!

 

"Aslında biraz farklılıkları var. Benzeri bir dünya olarak düşünün. Buradakiler büyü yapabilir. Ama oradakiler yapamaz. Burada bulunanlar bazıları bir yerden bir yere gitmek için portal açıyor. Hatta bazen kısa mesafe olsa da oradan oraya uçabilen olabiliyor. Ama benim dünyamda bunları yapmak biraz imkansız onun yerine benim dünyamda uçak var onca insanı uçuruyor. Nasıl derseniz bir uçurtma misali havada süzülüyor ve insanlar mesafeleri bu sayede aşıyor. Ve arabalar. Onlarda insanları bir yerden başka bir yere kısa bir sürede götürüp getiriyor. Portal gibi ama portal daha kısa sürede geçiş yapıyor. Ve bizde sizin gibi büyülü iletişim araçları yok daha çok bir alet düşünün sesinizi diğer kişiye ulaştırıyor. Burada büyülü iki kitap arasında yazışma olurken, bizde sesinizi ulaştırıyor. "dedim ve onların mimiklerini inceledim. Anlamaya çalışıyordular ama görmediklerinden dolayı tam olarak onu kavramak zor oluyordu onlar için.

 

" Yani sizin ki biraz basite indirgemek diyelim. Çünkü sizde sihir ve büyü yok. Güçleriniz de olmayacağından bu şekilde yaşam sürüyor olmalısınız." dedi Nehar. Evet anlamında başımı salladım.

 

"Peki ailen var değil mi?" diye bu sefer Kavi sorunca evet dedim.

 

"Ailem var beraber yaşıyoruz ama bazen bana ait olan evime geçiyorum. Ama çoğunlukla orada yaşıyorum. Benim bu durumumdan haberdar değiller çünkü biraz tuhaf karşılanır çünkü kimse buna inanmaz. Bize göre bunlar fantastik bir dünya ve bu gerçekte olmaz." diyince anında Dennis kaşları çatılmış bir halde konuştu.

 

" Ama var. "diyince sesli bir nefes aldım. Bakalım bunu nasıl basit bir şekilde anlatabilirim?

 

"Sizin dünyanıza bakacak olursak evet var ama benim dünyamda bu şeylere yer yok. Yani iki dünyanın en büyük farkı bu aslında. Sadece bizde büyü yok. Bizler kendi ulaşım araçlarımızı kendimiz icat ediyoruz." dedim.

 

Sadece kabullendiler. Ama içlerinde hala nasıl büyü olmayan bir dünya olabilir diye düşündüklerini tahmin ediyorum.

 

" Bugünlerde bizim için günler durgun geçiyor. "diye durum tespiti yapınca Dennis anında hepsinin bakışları ona çevrildi.

 

" Biraz böyle olsun ya her daim bir koşuşturmacanız peşinden sürükleniyoruz. Bence biraz kendimize zaman ayıralım. "diyince Victoria artık yoğun geçen günlerinden sıkıldığını belli etmekten çekinmeyerek.

 

Yoğun olduğunu biliyorum. Bir burada bir Asper krallığı arasında mekik dokuyordu. Kendine zaman ayırmak istemesi normaldi.

 

" Kendimize nasıl bir zaman ayırmamız gerekiyor orasını anlamdım? Zaten yaptığımız her şeyi kendimiz için yapmıyor muyuz?" diye anlamamış bir ifadeyle konuştu Kavi.

 

Anında Victoria başını Kavi 'nin olduğu tarafa çevirdi.

 

"Şöyle ki Kavi.. " dedi ve kendini göstererek konuşmasına devam etti. Herkes ise pür dikkat onu izliyordu.

" Öncelikle benim cilt bakımım için kendime uzun bir zaman ayırmam lazım. Biraz meditasyon ya da bir değişim yapmam lazım." diyince bunun hayalini gerçekleştirmek için yanıp tutuşurken.

 

"Ama bunlar senin bakım rutünlerin için geçerli." diye saf saf konuştu Kavi.

 

"Evet bende ne diyecek diye bekliyorum. Bildiğin güzellik için zaman ayırmam lazım diyor bizlere . Sanki bunu her gün yapmıyormuş gibi!" diye kınayarak baktı Victoria 'ya Enfal.

 

"Sen prenses bu konuda ne düşünüyorsun?" diye sorunca Nehar. Biraz düşündüm.

 

"Yani ben daha çok bana iyi gelecek şeyler yapmayı tercih ederim.

Mesela —" diyince Victoria anında sözümü kesti.

 

"Eh bende onu diyorum ya bu dediklerimin hepsi bana iyi geliyor." diye çocuk gibi sızlandı.

 

"Bırakta konuşsun!" diyince Dehri anında Victoria küskünce omzunu silkti ve başını diğer tarafa çevirdi.

 

"Kendime zaman ayırdığım anda sevdiğim şeyleri yapmak isterim. Mesela kitap okumak olsun, bir yeri gezip dolaşmak olsun, bir şeyler çizmek bunun gibi şeyler yapmak bana iyi hissettiriyor." dediğimde Victoria kısık sesle şunları söyledi.

 

"Ah sıkıcı şeyler desene. Bende başka bir şey sandım." dediğini duyunca bu haline tebessüm ettim. Herkese iyi gelen şeyler farklıdır. Bana göre ise onun yaptığı şeyler sıkıcı.

 

"Peki bugün seni bir yere götürmek istiyorum. Bakalım sevecek misin?" diyince Dennis anında bunu beklemediğim için şaşırdım ama sevindimde.

 

"Nasıl bir yer?" diye sorunca anında sır verir edasıyla konuştu.

 

"Bir kuyuya ineceğiz ama içeride olanlar seni şaşırtacak." dediğinde Dennis anında merakla dolup taştım. Sıradan bir yer olmadığı kesindi.

 

"Peki o halde biraz sonra gitmek için kulenin ön tarafında buluşalım. Ben şimdi kulede yapmam gereken işi halledip yanınıza geleceğim." diyerek oturduğum yerden kalkıp kuleye doğru ilerledim.

 

Ahrar 'la konuştuktan sonra onların yanına geçecektim.

 

Kuleye geçince merdivenlere yönelerek direk üst kata doğru çıkmaya başladım. Ahrar' ın odasının olduğu kata gelince hemen katta biri olup olmadığına bakındıktan sonra önümde duran kapıya doğru ilerledim.

 

Kapıya doğru yaklaşırken konuşma sesleri duydum. İçerideki konuşmalar bir tartışmanın izlerini taşıyordu.

Serra ve Ahrar şiddetli bir konuşma içerisindeydi. Tekrar etrafta gözlerimi gezdirmek için koridora çevireceğim an odadan kırılma sesleri duydum. Bir şey duvara doğru fırlatılmıştı. Hemen bedenimi görünmez bir kalkanla korudum. Etrafa kimse yoktu bunu yakınımda olan ruhların yaydığı enerjisinden çıkarmıştım. Kapıya doğru yaklaşıp sesleri daha yakından dinlemeye başladım. Çünkü önemli bir şey olmalı. Ahrar çok kızgındı. Bu ses tonunu ilk kez duyumsuyorum.

 

Kapıya doğru yaklaştığım anda şu konuşmaları duydum.

 

"Yeter anlıyor musun! Yeter! Beni kandırmaya çalışıyorsan sevgili kuzenim bunun bedeli olur! Senden istediğimi yapmak zorundasın! Bunun için anlaştık! Bana söz verdin ve şimdi o sözü tutmak zorundasın! Bu yola beraber çıktık ve geri adım atmak yok anlıyor musun! "dedi yoğun bir öfkeyle Serra. Odada biri volta atıp duruyordu. Ve bir diğeri olduğu yerde bekliyordu. Şu an Serra 'nın ruhunda olan o saf öfkeyi anlamaya çalışıyorum. Çünkü neyse bu tartışmalarına sebep olan konu onun en büyük hedefiydi. Ve bunun olmama ihtimali onu çok kızdırıyordu. Ama anlamadığım Ahrar bunun neresinde bulunuyordu?

 

"Sana bir söz verdim. Ve ne olursa olsun o sözü yerine getireceğim. Sebebi ne olursa olsun sana verdiğim sözden vazgeçmeyeceğim. Oldu mu? Şimdi artık bana bu konuda ikide bir baskı yapmayı bırak. Ne yapacağımı neyi yapmayacağımı biliyorum Serra. Sana bu son uyarım yoksa senin için iyi olmaz. "dedi sakin bir sesle ama ardında olan o nefreti, öfkeyi ve yıkımı getirecek kararlılığı sezdim.

 

Sonra adım sesleri duydum. Ama bu adım sesleri bana doğru gelmiyordu. Odanın içerisinde bir yere ulaşmak adınaydı.

 

Serra, Ahrar 'a doğru ilerledi. Ve sonra şu sözleri duydum kısık sesle konuşmak için çabalayan ve Ahrar' a ulaşması için uğraşan Serra 'nın tehlikeli sesini.

 

"Ben hedefime ulaşacağım Renas. Sonu ne olursa olsun. Ve bunun için önüme çıkan engelleri yok etmek pahasına. Ve yanımda olmanı karşımda olmana tercih ederim sevgili kuzenim." demiş ve hemen geriye doğru adım atmıştı. Kapıya doğru ilerleyince Serra, anında geriye doğru çekilip uzaklaşmasını bekledim. Odadan çıktıktan sonra olduğum yerde duyduklarıma anlam vermeye çalıştım.

 

Ben olduğum yerde dururken birden duvara atılan bir yumruk sesi duydum. Ahrar duvara yumruk atmıştı. İçeri girmek çok istesem de buna cesaret edemedim.

 

"Bitecek Serra her şey bitecek. Buna sen sebep olacaksın. " diyen sesini duydum olduğum yerde Ahrar 'ın.

 

Sonrasında hemen tekrar kapı açıldı ve Ahrar dışarı çıktı anında nefes almayı bıraktım. Soluğumu tutmuş bir şekilde yanımdan geçmesini bekledim. Ahrar kapıdan çıkarken yüzünde gizleme gereği duymadığı öfkesiyle ilerlemeye başladı merdivenlerin olduğu bölüme.

 

Ben ise arkasından bakmakla yetindim. Ahrar ilerlerken ben onun arkasından sımsıkı yumruk yaptığı eline baktım. Sol elini sinirle sıkmaya devam ediyordu. Bu kadar neye sinirli olduğunu anlamaya çalıştım ama bir nedene ulaşamadım. Ahrar basamaklardan inip gözden kaybolduktan sonra bende zor bela olduğum yerde harekete geçtim. Bizimkilerin olduğu yere gitmek için.

 

Sonunda yanlarına gidince bir anda değişen ruh halim onları meraklandırmıştı. Fakat bir şey demeye cesaret eden olmadı bende o anda olabildiğince bu halden sıyrılmak istedim. Sonunda Dennis 'in götürmek istediği yere gelmiştik. Bulunduğumuz yer bir ormandı ama ormanın tam ortasından geniş bir kuyu bulunuyordu. Ve bu kuyu yeni bir yere geçiş yeriydi.

 

"Burası neresi?" diye sorunca Kavi anında önümde duran Dennis arkaya bakmadan direk kuyuya ilerlemeye devam etti.

 

"Yer altı diyarı . Burası bir diyar değil. Burası eğlence yerlerinin birleştiği yer. Burada ne ararsan var." dedi ve kuyunun yanına gelince bakışları kuyunun dibine çevrildi. Ardından bize baktı. Ondan on adım uzakta öylece durmuş ona bakıyorduk.

 

"Hadi ama merak etmeyin Emira 'nın götürdüğü yerler gibi değil burası." dedi bana karşı bir iğnelemeyle. Vay bey durumu yumuşatmak için beni öne sürüyor beyefendi.

 

"Sanki sizi ölüme götürmüş gibi konuşuyorsun!" dedim gözlerimi kısmış onu gözlerimle öldürmeye çalışırken.

 

"Eh çok yaklaştığımız anlarda olmadı değil." diyen sesi duydum arkamdan. Hemen başımı arkaya çevirdim ve bu sözleri söyleyen Enfal 'e baktım.

 

"Hah seni komik çocuk!" dedim. Sözlerimin ardından yanımdan geçerek kuyuya doğru ilerledi. Hemen bende ilerlemeye başladım. Ve yanından geçerken sertçe omzuna çarptım omzumu.

 

Bu hareketimle anında durdu.

 

"Bana çocuk diyene bakın!" diyince dişlerimi gösterecek bir gülümsemeyle ona baktım.

 

"Eh senin yaşına göre benim çocuk olmam normal. Yadırgamamak lazım." diyerek alta kalmayıp lafımı da esirgemedim. Kuyunun yanına hepimiz geldikten sonra hep beraber Dennis 'in ardından kuyuya doğru eğilip derinliğine baktık.

 

"Bunun sonu var mı?" diyince Victoria anında hepsi merakla Dennis' in cevap vermesini bekledi.

 

"Var. Böyle göründüğüne bakmayın içerisi ayrı felaket dışarısı ayrı." dedi. Ama hiç ikna olasımız gelmedi.

 

"Tamam ilk sen atla sonra biz seni takip ederiz." diyince Victoria,hepimiz onu onayladık.

 

"Katılıyorum hiç şu an bir yerimi kırmak gibi bir düşüncem yok." diyerek önden onun gitmesinin daha iyi olacağını belli ettim.

 

"Olmaz sırayla siz atlamalı sonra ben sizden sonra geleceğim. Ne bileyim gelip gelmeyeceğinizi. Ardınızdan da gelemem çünkü çıkış buraya çok uzak." dedi ikna olmayan sesle.

 

"Tamam o halde önden hanımlar." diyince Enfal anında başımı ona doğru çevirdim. İşine gelince hanımlar. Ne kadar centilmen!

 

"Hadi oradan bu tür işlerde önce hanımlar diyerek kurtulamazsınız! Hem siz nasıl erkeksiniz ya! Biraz cesaretli olun! Benle Emira 'nın cesaret yüzdesini toplasak yine dördünüzün yüzdesi bize yetişmez. İlk erkekler sonra ben ve Emira ardından da Dennis atlayacak. İtiraz istemiyorum beyler yoksa kendi ellerimle sizi atarım ve şunu söylemek istiyorum hiç nazik olmam ona göre. "dedi ve kimseye konuşma hakkı tanımadı. Varisler onun ciddiyetini görünce karşı bile gelmeden kabul ettiler. Hepsi kurbanlık koyun gibi ölümlerine adım atar gibi kuyuya doğru son adımlarını attılar.

 

İlk kuyuya atlayacak kişi Dennis 'ti. Hemen kuyunun yanındaki çıkıntıya çıktı ve korkuyla derin ve karanlık kuyuya baktı. Sonra hemen kendini kuyuya bıraktı. Onun ardından hemen Kavi atladı. Ondan sonra Enfal atladı. Ama üçü atlarken ecel terleri döküyordu. Hatta sanırım Dehri kısık bir çığlık atmışta olabilir. En sonunda Nehar kalmıştı. Yükseklik korkusu olmalı ki atlamak için çok uğraş veriyor gibiydi. Ama ona hemen yardımcı olan Victoria sağ olsun hemen onu bu ikilemden kurtardı. İki eliyle onu sırtından kuyuya itti. Ben bu haline gülerken Dennis tehlikeli bir varlığa bakar gibi Victoria 'ya baktı.

 

Ama hiç oralı bile olmadı Victoria.

Sıra ben ve Victoria' ya gelince ikimiz de çıkıntıya çıkarak nefeslerimizi tutup aşağı doğru kendimizi bıraktık.

Hızla boşluktan düşer gibi yere düşüyorduk. Birkaç saniye boyunca uzun dar kuyudan aşağı doğru düşmeye devam ettik hemen sonra yere düşmeyi beklerken birden kendimizi yumuşak bir yüzeye düşerken bulduk. Düştüğümüz şey bir sertçe gerilmiş halattı. İplerle bir geniş hamak yapılmıştı ve biz bunun üzerine düşmüştük. Hemen olduğum yerden doğrulup kendimi yana attım. Benden sonra Victoria 'da olduğu yerden kalkıp Varislerin yanına ilerledik.

 

"Victoria gerçekten bir haini atarcasına attın beni." diye alınmış gibi konuşunca Nehar, Victoria onun yanına geldi ve bir çocuğu teselli eder gibi onu teselli etti.

 

"Zaman kazanmak içindi. Sen çok ikilemde kalmıştın bende yardımcı olayım istedim. Kötü mü ettim ki?" diye bir de yalandan masumca soru sormuyor mu bu Nehar 'ın daha da alınmasına sebep oldu. Victoria ise gülüp geçti.

 

Hemen akabinde Dennis' te yanımıza gelmişti.

 

" O halde ilerleyelim millet zaman kısıtlı. "dedi ve hep beraber biraz ileride loş ışığın olduğu tarafa doğru ilerledik.

 

Önümüzde olan uzun yolu aştıktan sonra karşımıza insanlarla dolup taşmış bir alan belirdi.

 

" Burası da neresi? "diye sorarken buldum kendimi.

 

" Burası güç gösterisinin olduğu güç yarışları festivali. Burada her çeşit klana ait insanlar var. Hepsi en güçlü kişi olmak için birbiriyle savaşıyor ve ödülü alıp kendini festivalin enleri arasına yazdırıyor ismini. Eğlence ve aksiyonlu bir festival. Görmenizi istedim. "dediği anda etrafta olanları izlemeye başladım.

 

İçlerinde her türden insan vardı. Türden kastım Krallıklardaki güçlü insanlar.

 

" Peki bizler sadece seyirciyiz değil mi? Çünkü eğer yarışa katılırsak yeni bir olaya karışmış oluruz. "diyince hepsi aynı anda sadece izlerim dedi.

 

" Endişe etme sadece izlemek için buradayız. Seyredip güzel bir vakit geçireceğiz. "diyince peki anlamında başımı salladım.

 

Sonra hep beraber festival alanını gezmeye başladık. Yanlarından geçtiğimiz her insan kendine has olan özellikleriyle insanları etkilemeye çalışıyordu.

 

Dennis 'in yönlendirmesiyle beraber bir arena gibi dizayn edilmiş olan alana geçip kendimize yer bulup oturduk. Ben, Dennis, Victoria ve Dehri yan yana oturmuştuk.

Kavi, Nehar Enfal ise bizim bir sıra altımızda olan sandalyelerde oturmuştu.

 

Gürültüler eşliğinde iki kişinin birbiriyle olan kapışmasını izleyecektik.

 

"Bu gelen iki kişiden biri Avcı bir diğeri büyücü. Bakalım kim galip gelecek?" diyince merakla gelen kişilere baktım.

 

Bir adam alana gelmişti iri yarı bir adamdı. Pantolon dışında üzerinde bir şey yoktu. Diğer kişi ise kırmızı renklerin hakim olduğu bir kıyafet giymişti. Sanırım yöresel kıyafetleri olmalıydı. Birkaç adım sonra karşı karşıya gelecek şekilde durduktan sonra Avcı olan adam bir anda karşında olan adama sertçe bir yumruk atmak için hamle yaptı ama büyücü olan adam anında buna büyü ile mani oldu.

 

Avcı anında atamadığı yumruk için hemen öfkeye büründü ve büyücü daha gelen atağı kestirmeden bir anda kendini yerde buldu. Avcı adam daha yerde uzanan büyücünün doğrulmasını beklemeden yeniden bir tekme attı büyücüye. Sonra bir tane daha sonra bir tane daha. Büyücü yumruklardan kendini korumaya çalışırken birden Avcı kendini sertçe yerde buldu. Büyücü bir şey yapmış olmalıydı. Sonra atak sırası büyücüye geçti ve Avcı 'ya acılar çektirmeye başladı. Avcı olduğu yerde çığlık çığlığa bağırıp tepinmeye başladı.

 

Eh bir büyücüyü hafife almaması lazımdı. Galip gelen büyücü olmuştu. Onlar alandan çıktıktan sonra kısa süreliğine seyircileri eğlendirmek için birkaç dansçı alanda dans etmeye başladı.

 

Seyirciler büyük bir mutlulukla onları izlerken ben yanımda olan Victoria 'ya baktım. Ona baktığımı anladığı anda bakışları beni buldu.

 

"Sadece kapışma olacak gibi. Biri de çıkıp zekasıyla rakibini yenecek gibi durmuyor." dediğim anda Victoria bekle ve gör dercesine baktı.

 

"Bu ilk etap. Buraya gelmesemde burada olan yarışmalardan haberdarım. İlk etap güç. İkinci etap çeviklik son etap zeka. Yani bekle prenses istediğin etabı görene kadar." diyince dikkatimi çekmeyi başarmıştı.

 

Neyse sabredip o aşmayı görmeyi bekleyeceğim.

 

Sırasıyla tam tamına 6 grup karşı karşıya gelmiş yenilen ve galip gelenler olmuştu. Onun ardından da ikinci etaba geçiş olmuştu. Varisler ve Dennis ilk etapta fazlasıyla eğlenmiştiler. Hatta iddiaya girip kim kazanacak kim kaybedecek muhabbeti bile olmuştu. Neyseki sorunsuz bir şekilde ilk etap bitmişti ve sıra ikinci etaba geçiş olmuştu. İkinci etap çeviklikti. İkinci etaba kalan 6 kişi hazırlanmış olan platformda hızlarını sergileyecekti.

 

Önümüzde kurulmuş olan büyük birkaç aletle kurulu olan etaba kısaca bir baktım. İlk parkuru yarışmacılar altı devasa bıçak sağa sola doğru giderken geçmeleri lazımdı . İkinci parkurda genişliği az olan engellerin altından hızla geçmeleri lazımdı. Sonra ise kısa uzun olan tahta parçalarının üstünden diğer tarafa geçmek için ilerlemeleri gerekliydi.

 

Bir hakem eşliğinde başlayacaktı 2.etap.

 

Sonunda yarışmacılar yerlerini almıştı. Hakem işaret verince 6 kişi sağa sola hızla gidip gelen büyük devasa altı bıçağı geçmelilerdi. İşareti alır almaz altı yarışmacı hemen atağa geçti ve bıçakları geçmek için zaman kolladılar. Aralarından uzun iri bir adam ilk bıçağı geçmiş ikinci bıçağı geçmek için harekete geçerken diğer arkasında olan dört kişi de ilk bıçağı geçmeye başladı. Ve geriye kalan bir kişi de sonunda geçtikten sonra altı kişi de ikici bıçağı kısa sürede geçerken önlerindeki dört bıçağı da dakikalar sonra bitirmişti.

 

İlk parkur bittikten sonra yarışmacılar ikici parkurun olduğu alana doğru ilerleyip yerlerini almıştılar.

 

"Zorlu bir yarıştı. Düşünsene biri bıçağın arasında kalsaydı. Ah! Çok kötü olurdu." diye konuştu Victoria. Bu durumun olma ihtimalinin düşüncesinin bile korkuttuğu panikle konuşmuştu.

 

"Ah evet bir an birinin ikiye ayrılacağını bile düşünmüştüm. Ama neyseki bu olmadı. Şimdi ikici parkuru izleyeceğiz burada da bir sorun olmamasını temenni ediyorum." dedim ve bakışlarımı ikinci parkurun son hazırlıklarını tamamlayan kişilere çevirdim.

 

Sonunda hazırlıkları bitirdiklerinde yarış başlamıştı.

 

İlk parkuru hepsi tamamlamıştı. İkinci parkur olan engellerin altından bazende üstünden geçmeleri lazımdı. İşareti alınca hepsi anında engellerin altından hatta üstünden geçmeye başladılar. Herkes bağıra çağıra onları destekliyor daha hızlı ilerlemelerini bağırıyordular. Hatta bir ara kendini kaybeden Dehri bağırarak desteklediği kişinin hızlı olmasını söyleyip duruyordu. Herkes çok gerilmiş hemen desteklediği kişilerin kazanmasını istiyordu. Ortam feci adrenalinle dolup taşmıştı.

 

Önemli olan kısa sürede parkuru tamamlamak ve parkuru 3 dakika içinde bitirebilmekti. Yoksa bir sonraki etaba geçemeyecektiler. Yarışmacılar pür dikkatle engelleri geçmek için ilerliyordu. Bir ara biri sertçe omzunu engele çarpmıştı ama hiç duraksamadan direk devam etmişti ilerlemeye. Hızla ilerledikleri için darbe almamaları imkansızdı. Ama büyük darbelerden olduğunca kaçındı hepsi.

 

Engel parkurunu 4 kişi tek tamamlamıştı. Diğer ikisi istenilen sürede tamamlayamamıştı parkuru. Destekleyenler desteklediği kişilerin kaybettiğini gördüklerinde onlara saygısızlık yapmış, hakaretler etmişlerdi. İnsanların bu halleri sadece onlara acıyarak bakmama sebep olmuştu.

 

Şimdi ise son parkur tahta parçalarının üzerinden geçip son parkuru bitirmekti. Parkur alanı uzun ve kısa olan büyük ve küçük tahtalar yerlere sabitlenmişti. Ve onlara basarak. İşareti aldıktan sonra hemen altı kişi de anında oldukları yerde harekete geçerek tahta parçalarının üzerine basarak ilerlemeye başladı.

 

Belli mesafelerle yerleştirilmiş olan tahta parçalarını geçerken bazıları düşmekten kıl payı kurtulmuştu. Aralarından biri diğer tahta parçasına basacağı an ayağı kaymış ve yere düşmüştü. O düşen adam elendikten sonra diğerleri kaldığı yerden devam etmişti parkura. Saniyelerin ardından kalan 3 kişi düşmekten son anlarda kurtularak bu parkuru da geçmişti.

 

2. Etapta bittikten sonra şimdi 3. Etap başlamıştı. Bu zekanın konuşacağı bir etaptı. Ve en merak ettiğim kısımdı. Nasıl bir düzenek hazırlanmıştı merak etmiştim.

 

Birkaç görevli ellerinde olan aparatlarla yarışma alanına gelmişti. Bu aparatlar bir haritaydı. Ve geriye kalan 3 yarışmacı bu haritada bulunan yerlere gidecek ve orada saklı olan bulmacayı çözüp yarışma için gerekli olan ipucuya erişecekti.

 

Anında hepsi büyüyle haritaya geçiş yaptılar. Birkaç dakika boyunca haritada bulmacayı çözüp ipucuyu bulmak için uğraştılar. Dakikalar sonra içlerinden biri çıkıp direk bulduğu ipucu ile yarışma alanına geçiş yaptı.

 

Elinde tuttuğu ipucuya baktı ve yazılı olan mesajı okuyup anlamaya çalıştı.

 

Mesajı sesli okumuştu.

 

"Sırrın gizliliği bir sebebe bağlı. Ve onunla ebediyete gider. Sebep iki yönden iyidir. Onu muhafaza eder. Sır iki tarafta kalmaktan kurtulur."

 

Aslında basitti. Bahsettiği sır yaşamla tehdit ediliyordu. Yaşam son olup kişi ölürse sır ebediyen sır olacaktı. Kişi ölünce bu gerçekleşir. Mesaj ölümü simgeliyor. Kişi ölerek dünyanın ıstırabından kurtulacak ve ruhu huzura erişecekti.

Sır yaşam ve ölüm arasında gidip geliyor ve ölüm onu bulunca sınırın üzerinden diğer tarafa geçiyor.

 

"Ölüm.." diye fısıldadım sessizce. Ve o an yanımda olan Victoria bana baktı.

 

"Anlamadım ne dedin?" diyince bir şey yok dedim.

 

Neden çok anlamlı gelmişti bu bilmece bana. Çünkü bazı sırlar ölümden sonra da açığa çıkmakta ve ben çoğu öğrendiğim şeyi ölümlerden sonra öğrenmiştim. Bu bir işaret mi?

 

Bir ölüm mü beni tüm gerçeğe ulaştıracak? Ve bu ölüm kimin ölümü olacak? Acaba benim kuruntum mu?

 

Ben kendi iç dünyamdan zihnimin hayali provasında oynayıp dururken bizimkiler yarış bittikten sonra buradan ayrılmıştı.

 

Geldiğimiz bu kuyuda çoğu yeri ziyaret etmiştik. Ama ben hala bana işaret gibi gelen bu iletiyi kafama takmış ve bir anlam çıkarmaya başlamıştım. Çünkü o kadar etrafımda bu iletileri görmüş yaşamıştım ki neye anlam vermem lazım bilmiyorum. Sonunda geldiğimiz yerden ayrılmıştık. Hepsi bir şey olup olmadığını bana sorsalarda bir şey olmadığını uykusuz olduğum yalanına sığınmıştım.

 

"Siz kuleye dönün ben biraz temiz hava almak istiyorum." diyerek yalnız kalmak istediğimi belli ettim. Victoria gelmek istediğini söyledi ama yalnız kalmam gerektiğini ısrar edince bir şey diyemedi. Hepsi biliyordu bende bir şeyler olduğunu. Ama üzerime gelmemek için susuyordular.

Onlara kendim açıklamamı bekliyordular. Ve bende hazır olunca bunu söyleyecektim.

 

Dünya büyük bir bilmece ve ben önünde durduğum engelleri aşmak için bana sunulan bu bilmeceleri bilmem ve onları çözmem lazımdı. Her şey bir düğümden ibaret hepsi çözülmeden bir diğerine geçiş yapmak o düğümü karıştırmaktı. Ve ben acele etmeden bu düğümü çözüp gerçeği açığa çıkarmam lazımdı.

 

Bizimkilerin yanından ayrılıp kafamı dinlemek için hep gittiğim yere doğru ilerlemeye başladım orman alanından. Orman sessiz ve ürkütücü duruyordu. Ama korktuğum söylenemezdi. Korktuğum zihnimin içerisinde olan düşüncelere yenik düşüp orada sahte ölümü gerçek kılmaktı.

 

Hayatının en büyük kararları sen en büyük düşünce girdabındayken verebilirsin. Bende şu an o girdapta can çekişerek bir hatadan kendimi kurtarmaya çalışıyorum. Yaşlı koca ağacın gövdesine sırtımı yaslamış etrafımda olan boş alana bakıyorum. Kimse yok. Terk edilmiş bu arazi bana hiç verilemeyecek bir güveni veriyor. Gözlerimi kapatarak arkaya doğru başımı yasladım. Bir ölümün izleri beni buraya çekmişti. Yezra 'nın ölümü Aron' un hayatının başlangıcı olmuştu. Hayatı tamamen değişmiş ve yeni bir yaşama ayak basmıştı.

 

Belki de ilk zamanlarda çok memnun olduğu o hayat katlanılmaz hale gelmişte olabilir sonradan onun için. Benim ilk andan itibaren katlanılmaz bir haldeydi. Çünkü çoğu şey benden saklanarak bana sunulan gerçeklerle yaşamamı istemiştiler. Peki bu ne kadar doğru? Çünkü önümde bilinmeyen bir tehdit var ve ben bilinmeyene karşı kendimi korumak durumundayım. Bugün Ahrar ve Serra 'nın şahit olduğum konuşması kafamı çok fazla kurcalamıştı. Neyin sözünü vermişti Serra' ya? Sorarsam zaten geçiştirecekti. Beni ilgilendirmez diyemiyorum çünkü bir yanım sanki benimle alakası olduğunu düşündürüyor.

 

O kadar bataklığa saplanmış haldeyim ki kendimi bulaştığım bu derin çukurdan nasıl kurtaracağım bilemiyorum. Ya ben o çukurda hayatımı sonlandıracağım onca çabama rağmen ya da oradan çıkmak için tüm gücümü harcamak zorunda kalacağım.

 

Sis bulutları etrafımı çevrelemiş ve ilerlememi engelliyor. Yazgım beni akıl almaz bir oyuna alet etmiş savaş mücadelesi vermemi bekliyor. Bir fırtınaya direnen ince gövdeli ayçiçeği gibiyim. Direniyorum ama yönüm hep başka tarafa sapıp duruyor. Hâlâ hayatta olabilirim ama hayatım tepe taklak ve uzun bir süre öyle olacağa benziyor. Kendi yaşantımda olmalıyım. Ve oraya dönmek için de olduğum yerde hayat mücadelesi vermeliyim. Yoksa silinip gideceğim. Ruhumu bilemediğim topraklarda teslim edeceğim.

 

Şu an yanımda Victoria 'nın olmasını ve ona her şeyi anlatmayı çok isterim. Ama daha etrafımda olan tehlikeye karşı bir önlem almadan ne onları ne de kendimi tehlikeye atmak isterim. En ufak zararla mücadele vermeyi istiyorum. Yoksa çoğu kişi büyük zararlar alacak.

 

Ben derin derin düşünürken birden yağmur yağmaya başladı. Başımı semaya doğru kaldırıp yağmurun yağışını izlemeye başladım. Hiç gidesim yoktu kuleye. Burada kalıp yağmurun altında ıslanmayı istedim o an.

 

Zaten bana çok tanıdık bir andı yağmur altında ruhumu özgür bırakmak istemek. Ölüm beni ele geçirmek üzereyken son anda vazgeçişimin sebebi yağmurdu. Ve ben o an bundan ruhumu kurtarmıştım. Ve ben hayata kendimi sunmuş beni özgür bırakmasını dilemiştim.

 

Yavaşça ıslanmaya başlayan kıyafetlerim artık bedenime ikinci bir deri misali sımsıkı yapışmaya başlamıştı. Sarı saçlarım sönmüş ve ıslak oldukları için yavaşça taşıdığı su damlalarının üzerindeki ağırlıklarla omzumdan aşağı inmişti. Üşüyorum desem yalan olur çünkü hissetmiyorum ki. Çünkü ben acılarım dışında hiçbir şeyi hissetmemek için zihnime büyük bir karar aldırmıştım. Ve bu zamanla gerçek olmuştu. Ben gerçek kılmak için büyük bir uğraş vermiştim.

 

Dünümle var olmaya çalışıyorum. Yarınımla yaşama tutunmaya çalışıyorum. Bugünümle ben olamaya çabalıyorum. Ve bu üç döngü beni çok yoruyor. Zihnimin kontrolü her geçen günün ardından ellerimden kopup giden bir ipliğe dönüşüyor. Olduğum yerde rahat bir pozisyon bulup tekrar yavaşça sırtımı yasladım ağaca.

 

"Gülünç olmalı.." dedim ve tekrar semaya baktım. Ve elimi sanki tutacakmış gibi ona doğru uzattım. "bizleri aşağıdan izlemek ve hayatlarımıza dokunup onları değiştirmek. Söylesene gökyüzü oradan nasıl bir halde görünüyor halimiz?" dedim verilecek bir cevap olamayacağını bile bile. "Çok hayatı görmüş olmalısın. Çok hataya denk gelmiş olmalısın. Peki hangileri seni böyle ağlatacak kadar acılıydı? Benimkiler o acı dolu yaşamların arasında bir yer edinebildi mi? Yoksa hiç yanından bile geçemedi?" diye hüzünle konuştum ve soğuktan dolayı akan burnumu silip tekrar gökyüzüne çevirdim bakışlarımı.

 

" Sana bir şey söylemek istiyorum. Ben hiç birinin bana iyi geleceğini artık düşünmüyorum. Neden mi çünkü acılarımın izleri ruhumdan bedenimden silinmiyor."dedim bunun varlığının canımı derin derin yaktığını hissederken. " Bunu Ahrar bile sağlayamıyor. Buna ihtimal vermiştim ama gerçek olamadı. Demektir ki ben var olan acılarımla yaşama gözlerimi kapatacağım. " diyerek içli bir nefes alarak hızla kirpiklerimi kırpıp durdum. Yere yaslı olan avuçlarımı gözlerimin göreceği şekilde önüme çevirdim.

 

Çok derin acıların izleri duruyor avuç içlerimde ama hiçbir şekilde gün yüzüne çıkmayacak. Çünkü onlar hayali olarak yer edindi tenimde. Tenim soğuk bir duvar gibi. Her darbe onda izler bırakıyordu. İzler zamanla çatlaklara sebebiyet veriyor ama ben sıva yapar gibi onları gizliyor, görünmesini engelliyorum. Kendi yaralarımı saklama şeklim hep bu oldu. Aslında belki de çok büyük acılar yaşamadım. Bir karşılaştırma yaparsam belki çok az denilecek bir acıyı sırtladım ama bu bende büyük acılara tekabül edecek bir izi bıraktı.

 

Her şey körelmişti; ruhum, düşüncelerim, varlığım, bedenim... Ve daha niceleri zamanla körelecekti.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷ 𓆩𖤍𓆪ꪾ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Geceye doğur kuleye gelebilmiştim. Geldiğim gibi odama geçmiştim. Dinlemek kelimesi nedense bende pek işe yaramıyor gibiydi çünkü düşüncelere dalarak kendimi daha da yoruyor yıpratıyordum.

 

Gölgesi hüküm süren acılarımın sesiz yakarışları beni gerçeğe uyandırdığı anda olduğum yerden ayrılmış buraya gelmiştim. Bazen nerede ne yaptığımı unutur oluyordum, aklıma üşüşen düşüncelerimden dolayı. Banyoya geçmiş elimi yüzümü yıkarken suyun yansımasında kendimi görmüştüm. Ama karşımda olan kadını tanıyamaz hale geldiğimi yeni yeni fark etmiştim. Değişiyordum.

 

Ve bu değişim beni korkutuyor. Artık neler yapıp yapmayacağımı kestiremiyorum. Banyodan çıkarak giysi odasına geçmiş üzerime rahat bir şeyler giydikten sonra direk merakımın beni ele geçirmesi nedeniyle Yezra 'nın günlüğünü okumaya devam etmek istemiştim çünkü son sayfalara yaklaşmıştım. Ondan sonrası yoktu. Ve bunu merak ediyorum. Odaya geçip hemen pencere önünde duran sandalyeye geçip oturmuş ve kolyenin içinde muhafaza edilen günlüğü açığa çıkarmıştım.

 

Ellerimin arasında olan günlüğü açıp kaldığım yerden okumaya devam ettim.

 

Son bir veda değil bir terk ediştir.

 

Bir yangının külleri etrafa savrulurken yaşattığı onca acının kalıntısı bir yaşamı sonlandırdı. Son satırlarım. Son acıyı satırlara döktüğüm paragraflar. Son demlerim. Ve son gözyaşlarım. Ve son gülümsemem. Gidiyorum. Nereye olduğunu tahmin edebiliyorum. Her şeyi yok ettim. Her şeyi geriye dönüşü sağlanamaması için sonlandırdım. Sevdiğimi öldürdüm. Ailemi mahvettim. Bana olan tutumları benim onların sonu olmamı sağladı. Her şey Morte kolyesine tamamen hükmetmek için yaptığım bir yanlışla başladı. Her şey bir yanlış anlaşılmayla sona erdi. Ani bir öfke krizi her şeyi darmaduman etti. Her şey bir sis bulutu içerisinde yok oldu.

Her şey arzuların beni ele geçirmesiyle başladı.

 

Her şey benim sevgi için ileriye gidip olacakları kestiremememle başladı. Dünya durdu ama benim için. Yaşam anlamsız oldu sadece benim için. Çünkü ben ruhumu teslim ettim. Ruhuma can veren insanları kaybettiğim için. Ve şimdi yaşamı istemiyorum. Ölümü kucaklamak istiyorum. Sonun beni bulmak istediğini sezebiliyorum. Çünkü ruhumda bir kol geziyor. Ve nefesimi kesiyor ve beni yok etmek için uğraş veriyor. Sanki yaşamamış gibi beni bu dünyadan silip atmak istiyor. Başaracak. Çünkü mücadele vermeyeceğim. Yaşamı istemeyip onun hükmünde son soluğumu vereceğim.

 

Çünkü beni hayata bağlayan nedenleri ve herkesi kaybettim. Bunun acısıyla yaşayamam ve ölmek en kolayı. Şimdi bu satırları yazarken bile acı acı soluduğum nefes beni yakıyor. Vücuduma girmek dahi istemiyor. Yasakmış gibi. Geçit yokmuş gibi. Ve ölmek bana biçilmiş kaftanmış gibi yardımcı oluyor ölmeme.

 

Bense sadece hayali anılarla onu karşılamaya çalışıyorum. Boynumda duran kolye benim felaketimi getirdi. Neden mi? Çok uzun değil ama kısa süren bir mutluluk beni bulunca bir açgözlülük uğuruna onu kaybedişimle ilgili. Her şey Dehliz 'in gelişiyle başladı. O son geceden sonra yanıma gelmişti. Bunu beklemiyordum. Aklımda onca senaryo geçti ama hiç geçmeyecek şey oldu. Beni sevdiğini söylediği anda yaşadığım mutluluğu anlatamam. Ama hissettirebilirim. Karşıma geçti ve gözlerimin içersine baka baka beni uzun zamandır sevdiğini söyledi.

 

Ve artık bu sevgiyi yüreğinde taşıyamayacağını ve bana söylemek istediğini söyledi. Beni seviyordu bunun hayal olduğunu düşündüğüm oldu da ama hayır gerçekti ve ben onun yanında sonsuza kadar olacağım düşüncesiyle deliye dönmüştüm ve o daha evlenme teklifi daha etmeden ben onunla evlenmek istediğimi söylemiştim. Bunu söylerken ikimizde derin bir mutlulukla sarmalanmıştık. Öyle ki bunu herkese söylemek istemiştim. Dehliz yanımdan gittikten sonra hala yaşadığım şeye inanamamış ve o gece uyumamıştım. Geceyi zor sabah etmiştim.

 

Ailemle bu mutluluğu paylaşmak istemiştim. Çünkü onların bu mutlu anımda bana destek olmalarını istemiştim. Ama nereden bilecektim ki o gece benim sonum olacaktı. Benim başlattığım bir son. Kendi felaketimi getirdiğim an.

 

Hemen bu haberi ailemle paylaşmıştım. Sabah kahvaltı anında herkese bu yaşadığım mutluluğu beyan etmiştim. Her ne kadar ilgilenmeselerde başlarından savrulup gideceğim için düzenlemek istediğim tanışma yemeği için Dehliz 'in gelmesine bir şey dememişlerdi. Ama nedense o an buna sevinmeyen ve nefretini direk gösteren ablam olmuştu. Bu haline üzülmüştüm ama yine de bunu belli etmemek için çabalamıştım. Üzülmek için doğru an değildi çünkü.

 

Sonunda tanışma yemeği gelip çatmıştı. Ben evde heyecanlı bir şekilde Dehliz ve Sarya' nın gelmesini beklerken ailem normal bir yemek olacakmış gibi sakindiler. Yani mutluluğumu yaşayışım bile benim için hep ukte olmuştu o gecede. Sonunda Dehliz ve Sarya gelmişti. Onlar gittikten sonra ilk kez ailem olduğunu ilklerime kadar hissettim. Ama bu bozuldu benim aptallığım nedeniyle.

 

Gece büyük bir acıyla sonlandırıldı. Benim yoğun acı dolu yüksek çığlıklarımla bitti sonsuza dek. Dehlizi öldürdüm. Ailemi öldürdüm. Bir sinir uğuruna bir öfke patlaması yaşama sebebiyle.

Şimdi kendi sonumu getireceğim. Başladığı yerde her şeyi bitireceğim. Çiçeği bulduğum yerde kendimi bitireceğim.

 

Ölümün düşleyeceğim.

 

Güneş devrildi ...

Renkler soldu ...

Ay ışığı geceye doğdu.

Her yerde soğuk yeli esip geçti.

Her şey toprağa gömüldü.

Ölüm üşüdü, ölüm üşüttü.

İhanete kurban oldu bir beden.

Boğazda dilsiz bir çığlık çırpındı.

Ve bu çığlık her şeyi kana buladı.

Bu ölüm her şeye sessizce veda etti.

Her şey bitti sonsuza, sona dek.

 

Elimde duran günlüğe uzun bir süre baktım. Nasıl yani sevdiği adamı öldürmüş müydü? Bunu beklemiyordum. Okuyacaklarım arasında hiç böyle bir sonu hayal etmemiştim. Ama neyin buna sebep olduğunu anlam vermemiştim. Son satırlarda altı karalı olan cümlede ihanet kelimesi geçiyordu. Peki eğer ihanet sebep olduysa neden sözlerinde bir pişmanlığın emaresi yatıyordu? Bir yanlış anlaşılma olmuş olmalıydı ve sonra bunun pişmanlığı onu ele geçirmiş olmuş olmalı başka bir sebep gelmemişti aklıma.

 

Uzun bir süre olduğum yerde kıpırdamadan durdum. Onlara anlam vermek için. Düşündüm durdum sonra yorgun düştüm. Boynum omzuma doğru eğilirken bilincim yitirildi.

 

Bedenim uykuya yenik düştü ama zihnim ve ruhum hala uyanıktı.

 

Gürültüler duyunca gözlerimi araladım. Kendimi sandalye üzerinde uyanır bulacağımı sanacakken birden sırtımın bir yere çarpmasıyla olduğum yeri daha net kavradım. Odamda değildim. Nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Esila mı rüyama sızmıştı tekrar? Ama etrafta gözükmüyordu ve bulunduğun yer bir evdi. Bir salonda bulunuyordum. Ve sırtım salonun kapısına yaslı haldeydi. Bulunduğum salon gece lambalarıyla aydınlanıyordu. Ve biraz ileride üzerinde çeşit çeşit yemeklerin olduğu bir yemek masası bulunuyor. Ben nereye gelmiştim.

 

Olduğum yerden harekete geçeceğim an belden yanımda bir varlık belirdi. Bunu beklemiyordum ve olduğum yerde sıçrayarak geriye doğru sırtımı sertçe çarptım.

 

"Korkutmak istememiştim." diyen sesi duyunca şimşek hızıyla yarım açıyla başımı yana çevirdiğim anda onu gördüm karşımda.

 

Dehliz...

Solumda durmuştu ve biraz ileride olan masaya bakıyordu. Ben ise ona bakıyorum neden burada olduğunu açıklamasını beklerken.

 

" Bu anılara hep geçiş yaparak o günü binlerce kez yaşadım ve her yaşayışımda tekrar tekrar öldüm." diyince yavaşça kaşlarım çatılı hale geldi. Ne anısı? Bakışlarımı baktığı yere çevirdim. Burası günlüğe eklenmiş son an mıydı? O geceyi mi defalarca geçiş yapıyordu? Ve ben bu anıda mıydım? Peki neden buraya gelmiştim? Bundan ne gibi bir amaç elde edecekti?

 

"Neden buradayız Dehliz?" diye sorup yönümü ona doğru çevirdim ama bakışları beni bulmadı ve baktığı yere bakmaya devam etti. Tüm dikkati oradaydı. Ve benim ona bakmam bile o dikkati dağıtamadı. Gerilmiş bedenimi sakinleştirmeye çabaladım. Şu an göreceğim şeyler bana iyi gelmeyecek biliyorum. Ve o ana tanık olacağımı bilmek benim için çok zor olacak. Dehliz hâlâ olduğu yerde durmuş ileriye bakıyordu.

 

"Merak etmiştin bende seni getirdim bu anıya. Çok görmek istemiştin bende bu isteğini kırmadım prenses." dedi duygudan uzak sert keskin sesiyle. Her ne kadar duygusunu belli etmekten kaçınsada içten içe içindeki o acının kızgın lavı içini kavuruyor olmalıydı.

 

" Pekala sen görmemi istiyorsan göreceğim Dehliz. "demiştim ve bu son sözlerim oldu çünkü sonra birden odaya bir kadın geldi. O gelir gelmez bir anda Dehliz her şeyi unutmak istercesine ona baktı ve bu ana takılıp kalmak isteyen bir istekle o kadına baktı uzun uzadıya. İç çeke çeke. Bir özlemle bir ihtiyaçla. Yaşam vadeden bir oksijeni solumak için çırpınan bir istekle. Çok özlüyor olmalı. Ve bu özlem onu yiyip bitiriyor her geçen saniye. Ama dayanıyor olmalı. Ona kavuşmayı bekliyor olmalı.

 

"Yezra." dedi. Sadece ismini zikretti. Başka bir şey diyemedi.

Salona gelen kadını inceledim. Güzel alımlı biriydi Yezra. Ve bu gece için çok öznele hazırlanmıştı. Saçlarını salık bırakmış başının sol tarafına küçük bir toka takmıştı. Üzerinde olan mavi dizlerine kadar biten sade ama ona çok yakışan bir elbiseyle karşımızda duruyordu. Uzun boylu biriydi. Ayağında 3 santimlik bir topuklu ayakkabı bulunuyordu.

 

Yezra salona geçince heyecanla masada bir eksik olup olmadığına bakındı. O kadar mutlu görünüyordu ki gözlerinde olan o ışıltı hiç sönmesin istedim o an. Ama bu onun son mutlu anıydı. Masada bir şeyin eksik olmadığına ikna olmuş olmalı ki masanın yanından ayrıldı ve salondan çıktı.

 

Sonra birden başka bir alana geçtik. Dehliz mekan değişikliği yapmıştı o an. Şimdi bulunduğumuz alan holdü. Yezra oradan oraya gidip duruyordu. Çok heyecanlıydı. Birden kapı çalınınca Yezra kapıya doğru ilerlemişti. Ailesi ise birden bir kapıdan çıkıp gelmişti. Anne ve babası önden iki kardeşi arkadan takip etmişlerdi Yezra 'yı. Kapıyı açınca ilk bir kız içeri girmişti.

 

"Kardeşim Sarya." dedi yanımda duran Dehliz. Ona bakmadan içeri giren kızı incelemeye başladım. Sarı saçlı orta boyda olan sevimli bir kız vardı karşımda. İçeri girer girmez o sevimli yüzüyle karşısında olan Yezra 'ya gülümsemiş ve arkasında duran adamın da içeri girmesi için yer vermişti. İçeri uzun boylu saçları ensesine kader uzun olan kumral bir adam girmişti. Simsiyah bir takım elbise vardı üzerinde.

 

"Sensin." demiştim fısıltıyla ama beni duyduğunu biliyordum. İçeri girmeden Dehliz karşısında duran kadına büyük bir sevgiyle bakmıştı.

Birbirlerine olan bu sevgileri çok mucizevi bir şeydi.

 

Dehliz sonunda içeri girdikten sonra hepsi birbiriyle tanışmaya başlamıştı. O anda gözlerim bir kadına kaydı. Yezra 'nın ablası olmalıydı. Ve onun bakışları hiç hoşuma gitmedi o an. Ama bozuntuya vermeden devam ettim onları izlemeye.

Sonra yukarı çıktılar. Bizde hemen onları takip ettik. Hepsi masadaki yerlerini aldı. Hoş sorunsuz bir yemekti. Yemek bittikten sonra hepsi oturma odasına geçmişti.

 

Tek bir kişi hariç. O kadın. Yezra 'nın ablası hemen başka bir odaya geçmişti tek başına. Sonra oturma odasında olan Dehliz izin isteyerek odadan ayrıldı. Sonra tekrar geldi. Ama geldiğinde ondaki tuhaflık dikkatimden kaçmadı. Ondan sonra Dehliz ve Sarya evden ayrıldılar.

 

Sonra yeni bir yere geçiş yaptık. Burası bir odaydı. Ve bu odada iki kişi bulunuyordu. Çatı katında küçük bir odada bulunuyorduk. Ve odadaki iki insandan biri Dehliz ve Yezra 'nın ablasıydı.

 

"Hera. Yezra' nın ablası ve karanlık büyüler konusunda uzman. O gecenin sabahında bana Yezra adına bir mektup geldi ve orada yazılanlardan dolay gece oraya gittim ama gittiğimde orada Yezra yerine Hera bulunuyordu. İlk anlar fark etmemiştim ama Hera onun kız kardeşiyle evleneceğimi bile bile bana karşı hisler beslemişti ve ben bunu görmezden gelmiştim onca zaman. Ama bunun sonum olacağını bilememişim. O gece Yezra adına yazdığı mektupta her şeyi bitirmek istediğine dair şeyler yazmıştı ve ben okuduklarımla hemen Yezra 'nın evine gitmiştim. Ama orada Yezra' nın odasında Hera vardı. Hera dışındaki herkes bir başka yerdeydi. Hera bir plan yapmıştı ve planı gerçekleşti de. Oraya gittiğimde onu görünce şaşırdım ama sonra her şeyi kavradım ve oradan gitmek için uğraşırken Hera bir büyü yaptı ve zihnime hükmetti. Ve beni kontrol etmeye başladı. Zihnime sızmıştı ve ben oradan ayrılamadım. Ve Hera 'nın yönlendirmesiyle onun isteklerini yerine getirdim. Çok pişmanım çünkü ben nazikçe onu uyarırken Hera boşluğumdan faydalandı ve beni gafil avladı. O geceye dair bir şey hatırlamıyorum sonrası ise sabah uyandığımda yanımda o vardı ve ben daha ne olduğunu anlamadan Yezra geldi odaya. "dedi ve sonra sustu. O susarken bende önümde olan anı izledim.

 

Dediği gibi her şey oldu. Sabah olmuştu ve Yezra halsiz bir halde odaya girerken onları yatakta görmüştü. Ama en kötüsü Yezra öfkesine yenik düştüğü için tüm iradesini kaybetmişti. Ve bu onun kontrolünü kaybetmesine sebebiyet vermişti. Zaten Yezra içeri girince anında sersem olan Dehliz olduğu yerde kapıdan içeri giren Yezra 'ya bakmış ve olanları anlamaya çalışmıştı. Dehliz kafa karışıklığı içersinde bulunduğu yeri kavramaya çalışırken birden Yezra sinir krizi geçirmiş ve yüksek bir çığlık atmıştı.

 

Ölüm çığlığı...

 

Bu odada bulunan Dehliz ve Hera' nın bulundukları yerden sertçe duvara doğru fırlatılmasına sebebiyet olmuştu. Hera duvara çarptığı gibi bilincini yitirmişti. Ve Dehliz zor bela aldığı darbeye rağmen ayağa kalkıp Yezra 'ya doğru ilerlemeye başlamıştı ki Yezra koşarak odayı terk etti. Hemen ardından bizde onu takip ettik. Birden kendimi salonda buldum. Biraz ileride aşağı doğru merdivenlerden inen Yezra göründü. Ağlayarak aşağı iniyordu. Onun aşağı indiğini gören babası onun bu haline anlam veremediği için ona doğru ilerledi.

 

Ama yaşadığı o yoğun acıdan dolayı Yezra kendini kaybetmiş gibiydi. Babası karşısına geçip ona ne olduğunu sorduğunda yüksek sesle konuştu.

 

"Hayatım mahvoldu. Olan bu baba. Hayatımı mahvetti sevgili ablam. Bir mutluluğu çok gördü bana. O da hayatta bana bir mutluluğu çok gördü. Bende bu kadar nefret etmesinin tek sebebi sen ve annemsin." dedi gözyaşları arasında. Ama durmuyor onca acısına rağmen her şeyi kusmak istiyordu. Son reddedeydi.

 

" Hiç sevmedin ama hiç hep uzak tuttun beni sende, annemden ve kardeşlerimden. Ve benden nefret etmelerini sağladın. Beğendin mi? Bu hale gelmem seni mutlu etmiş olmalı. Malum sen benim ölmemi arzuluyordun ya en başından beri. Şimdi bak o gerçek olacak. Hepinizi her şeye rağmen sevdim ama sizlerde her şeye rağmen hep nefret ettiniz benden . Ötekileştirildim hep ve bu beni öldürdü. Yaşarken öldüm. Sen bunun olmasının tek nedenisin. Senden artık nefret ediyorum. "dedi ve ağlayarak öne doğru gideceği an birden arkadan Dehliz ona doğru geldi ve onu kulundan çekip konuşmaya çabaladı.

 

Ama Yezra o yoğun öfkeli haliyle tekrar bir çığlık attı ve bu çığlık babası ve Dehliz 'in ondan uzaklaşarak tekrar başka yerlere fırlatılmasına sebebiyet oldu. Babası duvara çarpar çapraz olduğu yerde bayıldı. Yezra çığlık atmayı bırakıp Dehliz' e doğru ilerledi.

 

"Bu kadar mıydı? Senin sevgin bu kadar mıydı söyle! Sen her şeyi mahvettin. Her şeyi..." dedi yıkılmış bir bina gibi. Ve o bina anladı eskisi gibi olmayacağını ve geriye dönüş olmayacağını. "Hani demiştin ya seni üzersem ölürüm. Öl Dehliz yaşama!" dedi ve sağ elini kaldırıp yerde yatan Dehliz 'e doğru çevirdim. Ve hemen sonrasında hem acı dolu bir çığlık attı ve bu çığlığı zelzeleye sebep oldu. Ve elinden bir sis bulutu gibi Dehliz' e doğru yaklaşan dumanlar Dehliz 'in bedenini kuşatmaya başladı. Dehliz olduğu yerde acı çekmeye başlarken Yezra gördüklerine rağmen durmadı ve Dehliz' i öldürmeye devam etti. Hemde onun gözlerinin içine baka baka.

 

"Pişmanım seni sevdiğim için. Ve pişman olacaksın beni bu hale getirdiğin için." dedikten sonra birden Dehliz 'in bedeninden ruhu çıkıp onu terk etti hemen sonrasında Yezra' nın dizleri büküldü ve yere doğru sertçe düşerken kolyeden çıkıp etrafı yoğun sis bulutuna bürüyecek siyah dumanlar etrafa yayıldı. Ve o sırada son bir çığlık nidası koptu. Olduğum yerde bir adım gitmemi sağladı. Sonra olduğum yerden odama geçiş yaptım.

 

"Her şey böyle oldu." dedi Dehliz.

Yeniden aynı şeyi yaşamak onu perişan etmişti.

 

"Ama sen suçlu değilsin. Ve buna rağmen seni bedeninden ayırdı. Ve seni bu hayata sürgün etti." dediğimde olduğu yerde bakışları beni buldu.

 

"Onsuz olduktan sonra ne halde olduğumun bir anlamı yok Prenses. Hata bende aslında onca güçlerimin olmasına rağmen Hera 'ya karşı gelemedim ve bizi bu hayata sürükledim. Sebebi benim aslında kimse değil.

 

" Peki sonra ne oldu? "diyince bana doğru birkaç adım attı. Karşıma gelince şunları söyledi.

 

" Oradan ayrıldı ve uçurum yani çiçeği bulduğu yerde ölümünü gerçek kıldı. O evden sağ çıkan tek oydu ama sonradan o da öldü. "dedi ve benim yanımdan ayrıldı. Odadan gittikten sonra gördüklerimi kaldıramaz oldum. Sertçe dizlerimin üstüne yere düştüm.

 

Küçük bir yanlış anlaşılma. Ama ihanet sanılan bir hata her şeyi bitirdi. Bu hayatta her şeyin sebebi bir ihanetle bitiyordu. İhanet her şeyin sonu oluyordu. Bu kolye bir acıyı hediye ediyordu sahibi olduğu kişiye.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷ 𓆩𖤍𓆪ꪾ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Dehliz gittikten sonra odamda beklemiştim bir süre, sabah çoktan olmuştu ve herkes çoktan uyanmış olmalıydı. Koridorda gidip gelenler olmuştu. Ben ise duvar dibine çökmüş ayılmayı bekliyorum. Çünkü artık gerçeğe hangi açıdan bakmam gerekiyor bilmiyorum. Her şey artık üst üste geliyordu ve ben nasıl bir tavır sergilemem gerektiğini kestiremiyorum. Ben bir boşluğa düşmüş bir çaresizliğin içinde çırpına dururken aniden kapımın tıklatılmasıyla hemen olduğum yerde hafif bir sıçrama yaşadım. Duvardan sırtımı çekip kapıya doğru ilerledim.

 

Kapının önüne gelince hemen kapının kolunu tutup açtım. Ve karşımda Mera 'yı buldum. Ben kapıyı açar açmaz hemen tatlı bir tebessümle karşıladı beni. Ama ona tezat benim birden başıma giren ağrıyla tüm algım baş ağrıma odaklandı. Sanki o an tüm hislerim bende çekip alındı. Ve ben saf nefretle dolup taştım. Ama buna rağmen yüz ifademi olabildiğince sakin tutmaya çalıştım.

 

"Günaydın Emira. Kahvaltıya bekleniyorsun." dediğinde peki dercesine başımı sallayarak kabul edince Mera tam çekip gidecekken aklıma takılan soruyu sordum.

 

"Uzun zamandır beni kahvaltıya çağırmamıştın. Kuleye biri mi geldi?" diyerek sorumu yanıtlanmasını bekledim. Bunu soracağımı beklemediği için kısa bir süre duraksadı ve sonra kafasını evet anlamında salladı.

 

"Peki sen git belki de yapacak işin vardır sana mani olmayayım." dedim Mera 'yı baştan sona inceleyerek. Onu böyle izlemem dikkatinden kaçmadı.

 

"Bir şey mi oldu?" diye tedirginliğin verdiği ifadeyle konuştu. Bu sefer sanki hiç ilk anda bir şey olmamış gibi sahte bir tebessümle ona gülümsedim. Ve bir adım ona yaklaşıp sol omzuna elimi yasladım.

 

"Bilmem bir şey mi oldu?" dedim. Tam gözlerinin içine bakarak. Ve göz bebeği o anda küçük titreşimle çakılıp kaldı ruhun boşluğuna. Ve ruhunun o an ki endişesini hissettim. Peki korkan kimdi? Bu bilmezden gelen halim ona ürkütücü gelmiş olmalıydı.

 

"Yok ben gitsem iyi olur birçok işim var onu yapayım." dedi korkuyla. Bu halini izlemek sadece ifadesiz kalmamı sağladı. Pekala her zaman olduğu gibi davranma vakti.

 

"Evet git sen Mera bende zaten senden sonra yemekhaneye inerim. Sen gecikme." dedim ve onun arkasına dönüp ilerlemesini izledim.

Mera giderken şu sözleri söyledim.

 

"Bir sır her zaman kendini açığa çıkarmak için ardından bir iz bırakır. Ve bir gizem her daim kendini ele verecek hatayı yapmaktan kaçınmaz." dedim onun arkasından ve dönüp arkasına bakmasını beklemeden ardımdan kapıyı sertçe kapattım.

 

Neyse ki her şeyi sırasına göre yapmayı seven yanım var. Odamda son hazırlıklarımı yaptıktan sonra yemekhaneye gitmek için odamdan ayrıldım. Odadan ayrılıp koridorda ilerlerken karşıda merdivenlerden inen Serra 'yı gördüm.

 

"Günaydın Serra." diyince hemen bakışları beni buldu ona günaydın demem onu sersemletti.

 

"Günaydın." demekle yetindi o an.

"Yemekhaneye mi? Sana eşlik etmemde bir sakınca yoktur umarım?"dedim ve hemen onun adımlarına uygun adımlarla yemekhaneye doğru yürümeye başladım.

 

" Sen iyi misin? "diyince evet anlamında başımı sallayarak yürümeye kaldığım yerden devam ettim.

 

" Bence değil! Sen benimle aynı ortamda olmaktan bile rahatsızlık duyarsın ve şimdi ben zorlamadan benimle aynı yere beraber gidiyorsun! "dedi bu duruma anlam veremeyen bir kafa karışıklığı içerisinde.

 

" Her şeyin bir ilki vardır. Buda bir ilk olsun. Ne dersin olmaz mı? "dedim ve adım atmayı bırakıp ona doğru döndüm. Ve şunları ekledim cümlelerime." Bazen bazı şeyler değişir ve bu değişim büyük bir sorunu halleder. Ve o zaman her şeye değer o değişim. Yani istesemde istemesemde yapmak zorunda kalırım. "dedim son kez ve yönümü tekrar yemekhaneye giden koridora döndürdüm ve ilerlemeye devam ettim. Serra ise arkamdan sessizce ilerledi bir şey demeden.

 

Sonunda yemekhaneye geldiğimizde kapıyı tek hamlede büyü ile açıp içeri girdim. Ve her zaman ki yerime geçmek için acelesiz adımlarla ilerledim. İlerlerken masada bulunanlara kısaca bir bakındım. Herkes yerine çoktan geçmişti. Ve bir misafirimizde vardı. Bakışlarım onda pek oyalanmadan hedefime çevirdim. Ahrar benim olduğum tarafa bakıyordu. Bir bana bir Serra 'ya. Ben yerime geçip karşımda duran adama kısa bir baktıktan sonra sağ tarafımda duran Süreyya hanıma günaydın diyerek kahvaltımı etmeye başladım. Masada Ahlas bey bulunmuyordu. Sanırım bir işi olmalıydı.

 

"Emira seni tanıştırmak istediğim biri var. Kuzenim Dıranas Kahla." dediğinde Süreyya hanım bakışlarım önce ona çevrildi sonra ondan kayarak biraz ileride Turul beyin sol tarafında oturan adam kaydı. Esmer kirli sakallı genç bir adamı. Süreyya hanımla hiçbir benzerliği yoktu. Daha çok Turul beyi andırıyordu. Kahverengi hareleri benimle buluşunca dudaklarımı aralayıp konuştum.

 

"Merhaba sizinle tanıştığıma çok memnun oldum." dedim soğuk kuru bir sesle. Ona yönelik olan bu tavrım adamı tabii ki şaşırttı. Sanırım sevecen bir prenses bekliyor olmalıydı. Maalesef ona istediğini vermeyeceğim.

 

"Sizinle tanışma şerefine nail olduğum için çok minnettarım Prenses Emira." diyince beni büyük bir istekle izlerken. Gözlerinde gördüğüm o ilgi rahatsız etmişti. Ama görmezden gelmeyi tercih ettim. Ben bakışlarımı çekmiş önümdeki yiyecekleri yemeye çalışırken onun sohbet açmak için başlattığı sorulara maruz kaldım. Ruhunda olan o duyguyu hissetmek beni rahatsız etti.

 

"Buraya alışmış olmalısınız Prenses Emira ." diyince bakışlarım kısa bir süre ona çevrildi ve sonra ondan uzaklaştı.

 

"Evet alışması kısa sürdü. Buradakiler çok yardımcı oldu." dedim ve avucumda duran meyve suyumdan bir yudum aldım.

 

"Sadece buradaki yerlerle sınırlı kalmayın. İsterseniz merak ettiğiniz yerlere sizi götürebilirim."diye bir öneride bulununca sadece baktım. Yüz ifadem aslında çok şeyi anlattı ama o anlamazlıktan gelmeyi tercih etti.

 

" Gerek yok sizi rahatsız etmek istemem. Ben zaten görmek istediğim yerleri kendim çok rahatça görebiliyorum. Teklifiniz için teşekkür ederim." dedim usulca nefesimi verirken.

 

Bir süre sessizce yemekler yenmeye başlandı. Sonrasında yemekhane kapısı açıldı ve içeriye Varisler girdi. Onların çoktan kahvaltı edip antrenmana gittiklerini düşünmüştüm. Masadaki yerlerini alıp kahvaltı etmeye başladılar. Yanımda olan Victoria tabağıma sevdiğim çöreği koyunca ona tebessümle baktım. Bana göz kırpıp kahvaltısını etmeye devam etti.

 

Zihin bağından iletişime geçti Victoria.

 

"İyi görünüyorsun Prenses." diyince ona bakmadan zihin bağıyla konuştum.

 

"İyi olmak için çabalıyorum." dedim.

 

"Anlatmanı bekliyorum. Anlatacağını biliyorum. Onun için sormuyorum. Yoksa çoktan sorguya alınmıştın haberin olsun." dediğinde bir polis memuru edasıyla. Kararlılıkla benim anlatmamı bekliyor olmasını beni çok mutlu etmişti. Çünkü sınırlarımı aşmıyor benim ona anlatmamı bekliyordu. Biliyordu ki içimde halletmeden içimden taşmayacak bu yüklerim.

 

Kahvaltı faslı bittikten sonra masadan ayrılmamış ve Victoria 'yla masada olan konuşmaları dinliyorduk.

Victoria zihin bağından tüm konuşulanları yorumluyordu ben ise sadece onu dinliyordum. Ben kendi kendime düşünürken birden masada bir ses duyuldu ve bu herkesin susmasını sağladı. Konuşan kişi buradaki misafirdi. Elimde olan küçük kurumuş gülü incelemeye devam ederken tekrar konuştu.

 

O kadar önemsizdi ki şu an olduğum ortamda konuşulan konular dikkatim onlardan uzaktı. Birden dürtülünce bakışlarım kolumda olan Victoria 'nın eline çevrilidir. Ne var dercesine baktım ama o konuşmadı. Bakışlarının takip edince şu yeni gelen misafirin olduğu yere bakıyordu. Tekrar konuşmuştu misafir. Bu sefer algılarım açıktı olan bitene karşı. Ve zihnim anlamakta zorlanacağı bir cümleyi tekrarladı.

 

"Turul bey onunla evlenmek istiyorum "dedi biraz ileride duran ve benim olduğum tarafa ara sıra bakıp duran adam. Ve biraz ileride oturan adam hiç utanmadan ve normal bir şey isterken ki tavrı takınırken bunları söylüyordu.

Ben ise hala olan biteni anlamayan bir ifadeyle hala adama bakıyorum. Konu tam olarak neydi? Hemen insanların ruhunun yansıttığı enerjiye odaklanınca her şey rayına oturdu.

 

İfadem soğuktu o an ama gözlerimde yatan öfke bazı şeyleri rayına oturtmuştu. Ve ardını düşününce büyük bir fırtınayı başlatacak etkeni bas bas çağırıyordu. Bu adam ölümü istiyordu. Sonradan Her şey idrak edilince masada bulunanların hepsi bir ağızdan yüksek sesle konuştu.

 

"Ne! "diye bağırdı masadakiler. Bense hala sadece durum kontrolü yapıyorum. Herkes bana bakıyordu nasıl bir tavır sergileyeceğimi bekliyordular beni gözlemleyerek. Bakışlarım usulca etraftan çekildi ve bir avı izleyen avcı gibi biraz ileride Turul bey 'in yanında duran çaprazımda olan adama çevrildi.

 

Sadece baktım. O ise bu ifadesizliğimi anlamaya çalıştı. Belli ki hayır dememi ya da bir şeyler söylememi bekliyor olmalıydı. Bu suskunluğum onu tedirgin etmeye başlamıştı. Adam olduğu yerde tedirginlikten hafif hafif terlemeye başlamıştı. Ben ise adama hala bakıyordum. Çünkü bu şekilde konuşup beni böyle bir şeye alet etmek istemesini onun aptallığına ya da cahil cesaretine yorumluyordum. Ama sonra sahte bir karaktere büründü. Üzerindeki tedirginliği sakladı ve onu sahte bir tavırla örttü.

 

" Anlamdım. Ne dediniz? Rica etsem tekrarlar mısınız?"diyince sakın bir tavırla, anında adam bu halimden cesaretlenip olduğu yerde rahatça gerildi ve sırtını sandalyeye yasladı . Ve rahatsızlık verici yoğun bir arzuyla bana baktı. Ama bilmiyor ki belasına baktığını. Neyse ki onu çok bekletmeyeceğim .

 

"Sizi gelinim olarak görmek istiyorum" diyince tekrar önceden kurduğu cümleyi rahatça karşımda söylemeyi başarınca bende her şey o an koptu. Sakladığım öfke gün yüzüne çıktı. Ne etrafımda olan sesi algılayabildim ne de başka şeyleri. Çünkü istediği şeyin bir bedeli olduğunu bilmesi ve o bedeli ödemesi gerektiğini bilmesini istedi.

 

"Hadi oradan. " dedim alışılmadık bir tavırla. Bu tavrım hemen kaşlarının çatışmasını sağladı. Hayret o kızabiliyor muydu? Olduğum yerde masaya doğru yaklaştım. Ve elimde olan solmuş gülü masaya bıraktım.

 

"Sen kim oluyorsun da benim karşımda böyle rahat rahat konuşabiliyorsun? Neyin cesareti bu? Seni silerim ve bunu yaparken gram üzülmem." diye bağırarak konuştum yüzüne bakarken . Ama o hiç etkilenmemiş gibi yüzsüzlük içerisinde beni baştan aşağıya inceledi. Ah sanırım birilerini fena pataklayıp ölümüne sebep olacağım.

 

" Sadece sizle evlenmek istediğimi söyledim Prenses. Bu kadar kızmanızı anlamıyorum." dediğinde anında bakışlarım aynaya çevrildi ve onu orada gördüm. Esila 'yı. Tabi ya birkaç dakika önce onun yüzündeki o tedirginliğin silinmesinin sebebi Esila' ydı. Peki o halde bizde oyunun kurallarına göre oynarız. Bakışlarımı ayından çektim.

 

Adam hala iğrenç iğrenç bakmaya devam ettiği için kendimi kontrol edemedim. Zaten Esila 'nın da işin içinde olduğunu bilmek tüm sinirimi daha fazla arttırdı. Yavaşça olduğum yerden kalkıp ona bir hiçe bakar gibi baktım. Adamı öfkeyle arkasında duran duvara doğru fırlattım. O duvara çarparken herkes bu ani olaya çığlık atarak karşılık verdi.

 

Adam hızla duvara çarptı ama çarparken de duvarı da beraberinde yıkmıştı. Oh o kadar mı sert vurdum? Sanırım tüm gücümle fırlatmış olmalıydım öfkeden dolayı. Herkes sonunda yaşadığı o ani şaşkınlıktan kurtuldu ve yere sertçe düşen adamın yanına giderken ben olduğum yerde durdum. Süreyya hanım yanımdan geçerken bana ilk kez korkuyla baktı.

Bu ifadeyi biliyorum ona benzememden korkuyordu ama bilmiyor ki ondan daha korkutucu olduğumu.

 

Süreyya hanım ve diğerleri hepsi yerde acı içinde kıvrılan adamla ilgilenirken ben çoktan yemekhaneden ayrılmış toplantı odasının yolunu tutmuştum. Benim ardımdan Varisler, Dennis ve Victoria da toplantı odasına gelmişti. Ben pencere tarafına geçmiş ön bahçeyi izlerken içeridekiler endişe içinde konuşuyordular.

 

"Şimdi ne olacak?" dedi Kavi benim için endişe ederken. Hemen onlara doğru döndüm. Ben sakin sakin olacakları beklerken onlar benim için fazlasıyla endişe ediyordu.

 

"Bilmiyorum ama Emira 'yı suçlu bulmaları yanlış olur adam ileriye gitti." dedi Dehri durumu izah edercesine.

 

"Bir şey yapmak lazım." dedi ve Nehar ve sonra Victoria' ya baktı. "Asper krallığına mı gitsen çünkü bence adam bunun için bir şey yapacaktır. Ve Emira zarar görmemeli." dediği anda Victoria 'nın yerinden kalktı ve ne yapmalı diye düşünmeye başladı odada bir ileri bir geri giderken.

 

"Bence Süreyya hanımın gelmesini bekleyin. Belki de o çoktan her şeyi halletmişte olabilir." diye umutla konuşunca Kavi herkes bunun olma ihtimali çok düşük olduğunu bildiği için sadece sustular.

 

"Emira sen bir şey demeyecek misin?" diye sorunca Dennis bakışlarımı ona çevirdim. Ve sahici bir tebessümle ona baktım. Bu halim olmayacak bir anda yapılan bir hareket gibi tuhaf karşılandı.

 

"Benim için endişe etmeyin. Çünkü olanı yaptım. Ve olacakları kabulleneceğim. Adamın bana yönelik olan davranışı beni rahatsız etti. Bende ani bir öfkeyle onun cezasını verdim." dedim ama tam gerçeği söylemedim, aslında tüm öfkem Esila 'ya yönelikti, eğer onu orada görmesem adamı sadece uyaracak ve orayı terk edecektim ama bir anda Esila' yı orda görünce tüm irademi yitirdim ve adamı o sanıp direk duvara ittim.

 

Bir tarafım adamın suçu yok desede yine de adamın da bana yaptığı hiç hoş değildi. Zaten o adam denilenin akisine kadınlara saygısı olmayan biri. Ve onu şahsen tanımasam da isim olarak kötü şöhretinden haberdarım. Ve belki de bu ona bir ders olurda kadınlara bir daha hata yapmasının önüne geçer. Benim sözlerimden sonra hepsi kısa bir süre konuşmayı bırakmıştı. Birden toplantı kapısı açıldı ve içeriye Süreyya hanım girdi. Kızgın değildi. Hatta şaşkındı. Hım fark etmiş olmalı. Ama kimin yaptığını bilmiyor.

 

Arkasında olan ve içeri giren Ahrar ardından kapıyı küçük bir hareketle kapattı. Ona bakışlarım çevrili olduğu halde bana bakmadı. Ve buradaki herkese kısa bir süre baktı.

 

"Beni Emira 'yla yalnız bırakın!" diye emreder gibi konuşunca Varisler ve Dennis kararsızca bana baktılar. Sorun değil çıkın dercesine bakınca hepsi odayı terk etti. Victoria hala gitmemişti.

 

"Victoria sende çık." diye tekrar konuşunca Süreyya hanım Victoria hemen olduğu yerde bana doğru geldi ve yanımda durdu. Sağ elimi tuttuğu gibi dimdik bir şekilde karşısında duran Süreyya hanıma baktı.

 

"Kolyenin ve Prenses 'in koruyucusu olarak burada durmam lazım. Bu benim görevim." desede aslında beni verilecek bir cezaya karşı korumaya cezanın caydırılması için uğraş vereceğini biliyorum. Ama bilmiyor ki ortada bir ceza olmayacak.

 

"Pekala belki sende bize yardımcı olursun. Bazı şeylerin açığa çıkması konusunda." dediğinde onaylamasını beklemediği için ısrar etmeye hazırlanan Victoria olduğu yerde duyduklarını idrak etmeye çalıştı.

 

Süreyya hanım bana doğru bir adım attı ve tam karşıma geçti. Beni bir kitap okurcasına okumaya çalıştı ama karşındaki boş sayfalar onu geriye itti. Çünkü hiçbir şeyi yansıtmadım. Arkasında duran Ahrar 'a bakışlarım hiç çevrilmedi o an. Ahrar' ın neden burada olduğunu biliyorum. Zihnime sızması için. Ama Süreyya hanım bilmiyordu ki bunu daha önce Ahrar'ın denediğini ama başarısız olduğunu. Ahrar 'da bunu biliyor ama burada olmak için bunu Süreyya hanıma söylememişti.

 

"Renas hoca senin zihnine sızmak için burada. Zorlamadan söylemeni istiyorum Emira. Amacım kötü değil bunu biliyor olmalısın." dediğinde sadece sustum.

 

"Emira' nın neden zihnine girecek Renas hoca? Ne oluyor?" dediğinde Süreyya hanım sorulan soruyu görmezden geldi.

 

"Senden bunu söylemeni istiyorum Emira. Kimdi o?" dediğinde birkaç saniye gözlerine bakıp bilmeyeni oynadım.

 

"Ne demek istediğinizi anlamıyorum." dedim sakince. Bu tavrımı beklediği için öylemi dercesine baktı. Ve Ahrar 'a işaret verdi. Ahrar hemen bana doğru ilerledi ve solumda durunca zihnime girmeye çalıştı. Ahrar' ın da merek ettiğini biliyorum.

 

Hatta bir umutla belki bu sefer olur isteğiyle daha odaklandı ama karşısında bir sislerden oluşan duvara tosladı. Zihnim bir sis bulutu gibiydi. İçerisinde olan sadece o karanlık sis bulutunu görecekti. Hala çabalamaya devam etti. Bunun içinde çok çaba sarf ettiği çok net görünüyordu. Bu hatta onu çok zorluyordu ki tüm gücüyle saldırı yapan bir canavar edasıyla zihnime saldırı yapmak istiyordu. Bir sonuç almadığını gören Süreyya hanım olduğu yerde öfke küpüne bindi.

 

Hemen ona hitaben konuştum.

 

"Ben istemedikçe kimse zihnime öyle kolay kolay giremez. Buna izin vermem. Ve istediğiniz cevabı benden alamazsınız çünkü ben bir şey bilmiyorum. Bilince size de söylerim." dedim ve ne cevap verecek diye bekledim.

 

"Hata yapıyorsun Emira. Onun zihnini ele geçiren biri vardı ve sen bunu biliyorsun ama söylemiyorsun. Neden peki?" diye sorunca tekrar aynı cevabı verdim.

 

"Dedim ya bilmiyorum. Bilsem söylerim. Şimdi eğer ceza almayacaksam lütfen odama gidebilir miyim?" der demez sadece evet anlamında başını salladı.

 

Hemen Süreyya hanımın yanından geçip kapıya doğru ilerledim. Ve hemen peşimden de Victoria beni takip etti. Ardımdan söylenen son cümle ile kapıyı kapatıp toplantı odasını terk ettim yanımda ilerleyen Victoria 'yla.

 

"Pişman olmadan sakladığın ne varsa bizlere söylemelisin Emira. Sonradan sonuçları ağır olmadan." dedi son kez.

 

Toplantı odasından ayrılır ayrılmaz hemen arka bahçe giden koridora yöneldim. Arkadan beni takip eden Victoria 'nın yaşadığı kafa karışıklığını hissedebiliyorum. Konuşup konuşmamak arasında gidip geldi ama sonra konuşmayı tercih etti.

 

"Emira neyden bahsetti Süreyya hanım? Neyi söylemen gerekiyor?" diye sorunca yürümeyi bırakıp hemen arkama dönüp Victoria 'ya baktım. Anında ona dönmemle olduğu yerde iki adım geriye doğru gitti.

 

"Zamanı gelince her şeyi bileceksiniz. Ama ondan önce söyleyemem tamam mı?" dedim anlamasını umarak.

 

Konuşamadı ama başını evet anlamında salladı. Victoria' nın anlayışını büyük bir ihtiyaçla karşıladım çünkü şimdi sorgulama zamanı değil destek olma zamanıydı benim için. Sonra beraber arka bahçeye gittik ve oradan direk kulenin dışına çıkıp çiçek arazisine doğru yol aldık.

 

"Yoruyor olmalı hayat?" dediğinde sadece büyük bir iç çektim. Fazlasıyla yoruldum ama yine de geriye dönüp bakınca çok yol kat ettiğim için bunu göğüslemem zor olmuyor.

 

Çünkü buraya gelmek benim yazgımda vardı. Ve hayatın benim için kurduğu bu hayatı yaşamak ve sonuna kadar gitmek istiyorum. Şimdi burayı terk etmek çok kolaydı. Bu hayatı burada olan herkesi hayatımdan çıkarmak zor değildi. Fakat onları geride bırakmak beni yoracaktı. Çünkü buraya alışmıştım. Buradaki yaşam beni kendine bağlamıştı. Ve bu yaşamda çoğu insanı ailem saymıştım. Ve bu aileyi ardımdan bırakmak istemiyorum. Çok güzel dostluklar edinmiştim. Yanımda olan Victoria 'ya baktım.

 

"Yoruyor ama sizler varsınız." dedim bu sözlerimden sonra hemen arkadan gelip boynuma sarıldı. Sarılışı güneşi kucaklamaktı. Kollarını boynumdan çektikten sonra yan yana yürümeye devam ettik.

 

"Çiçek arazisinde olmak sana iyi geliyor." dediğinde kafamı salladım.

 

" Çünkü kulenin kasvetli ortamından soyutlanmamı sağlıyor. Orası karanlık Victoria. Orası geçmişin karanlığının açığa çıktığı yer. Ve geçmiş hiç masum değil. Oradakiler hiç masum değil. Hepsi bir günahın gölgesi. Ve bu gölge mutluluğu yok ediyor. Orası insanı avlıyor en masum istekleriyle. Kendine bağlı tutuyor sömürerek. "dedim. Ve dönüp arkamda olan kuleye uzaktan baktım. Victoria 'da hemen yanımda bedenini oraya doğru çevirdi.

 

" Biliyorum ama beraber orada uzun süredir hüküm süren karanlığı yok edebiliriz. O karanlığa bir küçük ışık yakabiliriz. "dediğinde ışıldayan harelerimi ona doğru çevirdim.

 

" Işık yakmak mı? Ben ateşe vermeyi tercih ederim. "dediğimde Victoria bunun heyecanıyla bana doğru yaklaştı.

 

" Hım sıcaklık diyorsun. Sıcaklığı aslında pek sevmem ama senin için birazcık katlanacağım. "dediğinde bu haline yüksek bir kahkaha attım. Hemen anında heyecanlı bir şey varsa onun içerisinde olmak için can atıyordu. Bu hali çok sevimliydi.

 

" O halde biraz daha sabredelim. Çünkü büyük bir yol var önümüzde o yolu aşmak için çok büyük bir enerji harcanacak. Sonrasında kuleyi ateşe verme fikrini yeniden düşünürüz." diyince bunun hemen şimdi olmayacağını öğrenmek onu bir nebze üzdü.

 

"Neyse biraz daha bekleyebilirim. Eninde sonunda olacak zaten." diye kendini avutunca hemen onu çekiştirip araziye doğru ilerledik.

 

Çiçek arazisinde Victoria 'yla uzun uzun konuşmuş ve sonrasıda kuleye geri dönmüştük. Kuleden içeri girer girmez Victoria odasına giderken bende bazı meseleler için Lord Yelit' in odasına gitmek için yönümü merdivenlere doğru çevirdim. Sonunda gelmek istediğim yere gelince direk kapıyı çalıp içeri girdim. Fakat içeride bulmak istediğim kişiyi bulamadım. Onun yerine masanın önünde duran sandalyede oturan Ahrar 'la karşılaştım.

Odada gözlerim gezindi ve Lord Yelit' i aradım ama bulamadım.

 

"Burada olmalı değil Lord Yelit. Sabah erkenden kuleden ayrılmış ama biraz sonra buraya gelecek. O gelene kadar tekiz." diye açıklama yapınca hemen kapıyı kapatıp ona doğru ilerledim ve karşısında duran boş sandalyeye oturdum.

 

"Nasılsın?" dediği anda iyiyim dercesine başımı salladım. Lacivert hareleri bunu teyit etmek istercesine baştan aşağıya beni süzdü. Ben ise ifadesizce onu izledim.

 

"Zihnine sızmaya çalışmam benim isteğim doğrultusunda gerçekleşen bir şey değildi. Süreyya hanım istedi ve onu o an kıramadım. Ama zaten bu senin iyiliğin için bir şeydi. Eğer tehlikedeysen sana yardımcı olmalıyız." dedi sert keskin sesiyle. Ama bakışları onu anlamamı istiyordu. Zaten şu an olağan bir yerde olduğumuz için tetikteydik. Çünkü hala ben istemediğim için bu ilişki ortaya daha çıkmamalıydı.

 

Ahrar 'da zaten bu konuda hiçbir şekilde baskı yapmıyordu. Ve bunun için o minnettarım.

 

"Günün nasıl geçti?" diyince çok yorucu geçmişti ama sadece olanı söylemek durumunda kaldım.

 

"Her zamanki gibi." dedim. Ve o an Serra' ile olan halleri aklıma geldi.

 

"Asıl siz nasılsınız Ahrar hoca? Ne zamandır Serra 'yı çok düşünceli görüyorum. Sabah kahvaltıda beraber geldik ama her zaman ki Serra' dan çok farklıydı. Bir şey mi oldu? Çünkü gördüğüm kadarıyla aranız kötü gibi." dedim ve ne cevap verecek diye beklemeye koyuldum.

 

İlk an duyduklarından sonra hafif bir yüz ifadesi kasıldı. Sanki o an başka bir ana yolculuk yapar gibiydi. Sonra lacivert hareleri olayı ört bas etmek isteyen bir seri katil edasıyla anında harelerinde olan o ifadeyi yok edip başka inanmamı sağlayacak bir ifadeyi takındığını gördüm o an. Söylememeyi tercih etti. Peki neden? Klasik bir tartışma değildi orası kesin. Ama neden söylemedi? Çünkü burada saklanacak bir şey bulamıyorum tabii önemli bir şey değilse.

 

"Sadece biraz gerildik büyütülecek bir şey değildi ama Serra abartınca olay büyüdü. Önemsiz bir konu hakkında tartıştık. Ama uzamadan bitirdik." dedi ve anladım diyerek başımı salladım. Lacivert hareleri konuyu deşmediğimi fark edince yavaşça oradaki tedirginliği yok etti.

 

Sonra zaten Ahrar acelesi olduğunu belki Lord Yelit çok geç gelenek diyerek odadan çıkıp gitti. Beni bu odada düşüncelerimle baş başa bıraktı. Ben ise kayıp yap boz parçalarını birleştirmeye çalıştım.

 

Kulede olan bitenin haddi hesabı yoktu. Kolye Yezra 'nın bir umut arayışıyla oluştu ve şu kolyenin sunduğu güç inanılmaz derecede güçlü. Hala kolyenin tam gücünü keşfetmiş değilim. Zamanla varlığını öğrendiğim güçlere hükmediyorum. Kolyeyi bir eğitim gibi görüyorum.

 

Ne kadar emek verip öğrenmek istesem bana güçlü koşulları sağlıyor. Ve bu tarafını sevdiğimi söylemem gerekiyor. İlk buraya geldiğim anda Ahrar bana ders verdi ama sonra bu dersi yarıda kestik başka bir öğretmenle devam ettim. Lord Yelit bazı şeyleri söylerken bazılarının ise benim ona ulaşmamı istiyor. Her şeyi tamamen bana aktarmıyor. Süreyya hanım zaten ona kalsa ben onun verdiği bilgilerle yetineyim istiyor. Turul bey desek o adam benim yaşamamı bile istemez. Neden benden hoşlanmadığı muamma.

 

Bunca sorunun içinde ben Esila 'nın amacını öğrenmeye çalışıyorum. Hatta buna hayatta kalmak için uğraş desek daha doğru. Ve daha önceden Tarsis kralının mesajını iletmemi istediği kişiyle ne zaman tanışacağımı merak ediyorum. Zamanla onun da sırası geleceğini biliyorum.

 

Ve Dehliz... Kısa sürede hayatıma girmiş olan bu adamın geçmişini öğrendim. Yezra 'yla yaşadıklarını bizzat gördüm. Bir yanlış anlaşılmanın onun sonu olduğuna tanıklık ettim ama kafama takılan şuydu; Esila' ya da bana göründüğü gibi görünmüş müdür? Yoksa bu bana mı özeldi? Ve neden varlığını da göstermeden benim yakınımda bulunmadı? Amacı ne Dehliz 'in çünkü diğer türlü aklım almıyor. Neden şu an şu sırada bana gözüktü. İlk geldiğim anda bana görünebilirdi. Ama o şu anı tercih etti. Ve ben bunun bir sebebi olduğunu düşünüyorum.

 

Aslında çoğu zaman ben bile neden hala çıldırmadığımı merak ediyorum. Bugünle mücadele verirken geçmişin izleri peşimde ve onların gölgesi benim bugünümle aydınlanıyordu. Geleceği ise atacağım adımlar şekillendirecekti. Ön görüler son zamanlarda ilk olduğu anlara göre fazlasıyla çoğaldı ve ben bazı parçaları birleştirip onlarla geleceğimi şekillendiriyordum.

 

Elimdeki bilgileri iyi derlemeli ona göre hareket etmeliyim. Yezra meselesi zaten artık kapanmıştı. Geçmişini tamamen öğrenmiş onu özümsemiştim. Şimdi Dehliz 'in geçmişini öğrenme vaktiydi. Ve bu beni çok yoracak gibiydi çünkü Dehliz kara kutuydu ben zorlamadan bir şey söyleyecek gibiydi. Belki de zorlasam bile söylemezdi. Esila... O ayrı bir konu zaten. Amacını biliyorum ama neye dayandığını bilmiyorum. Bazen gizli, altı kapalı sözlerine anlam veremiyorum. Ve bu adım atmam konusunda bana zorluk çıkarıyor.

 

Aron.. Onunla ilgili gördüklerimi yavaşça rayına oturtuyorum.

 

Aslında bakacak olursak bazı şeylere erişim sağladım sadece onları bir bütün gibi görmem lazım. Sesli bir iç çektim. Lord Yelit gelmeyecek gibiydi. Eh bana da yol gözüktü sanırım odama gidip biraz uyuyayım. Bugün fazlasıyla yoruldum. Direk portaldan odama geçiş yaptım. Üzerimi değiştirip direk yatağıma girip gözlerimi kapatıp beni bu dünyadaki sömürgeci düşüncelerden kurtarması için ona sığındım.

   

 

Bir ışığın yansımasını hissediyorum. Olduğum yerde zihnim boğuk bir karmaşa içerisinde ve ben bunu çözmek için uğraş veriyorum. Zihnim uyanmak istiyor. Bas bas tehlikeli bir şeyin etrafımda olduğunu hissettiriyordu. Peki uyanmayı nasıl başaracağım?

Fısıltılar duyuyordum. Tenim karıncalanıyor. Tenim buz kesiyordu bu fısıltıyı duyumsayınca. Zihnimde tanıdık bir hissiyat oluşuyordu ama ben bunu neticeye bağlayamıyordum. Soğuğun bedenimi kesip biçtiğini hissediyorum. Neler oluyor bana? Neden bu kadar kendimi yorgun hissediyorum. Zihnim neden bir döngü içersinde ?

 

Bir ağrı var ve bu ağrı vücuduma sızıp onu etkisi altına almak istiyor. Ve ben sadece onu hissediyorum nerede olduğunu kestiremiyorum. Ruhum mu acıyordu? Yoksa bedenim mi? Ya da hiçbir ağrım sızım yok muydu? Zihnim yavaş yavaş ayılmaya çalıştı. Yoğun bir ışığın hükmünde olan bir yerde bulunuyorum ve bu gözlerimin açılmasını engelliyor. Elimi gözlerimin önüne doğru siper edip ışığın gelme açısını kırmak istedim. Gözlerim bu yoğun ışığa karşı gelemiyor ve kapanmak için mücadele veriyordu. Diğer elimi de aynı diğer elim gibi önüme siper ettim.

 

Bir fısıltı duydum. Ama çok boğuktu ne söylendiğini anlayamadım. Nerden geliyordu bu fısıltı?

 

Sonra bir şeyler olduğunu hissettim ve o fısıltının bana ulaşmak için çaba sarf ettiğini kavradım. Kaç diyordu. Buradan hemen uzaklaş, tehlikedesin diyordu. Peki ben neredeydim? Ne kadar çabalasam da ışığın yoğunluğu gözlerimin açılmasına müsaade etmiyordu. Sonra bir an bir mutsuzluk hissettim sonrasında ışığın yavaşça azaldığını ve benim görüş açımın genişlediğini hissettim ve usulca gözlerimi rahatça açabildim.

 

Ve açınca nerede olduğumu kestirebildim. Tam olarak yüzlerce aynanın olduğu yerde bulunuyorum. Ve bu aynalarda benim yansımalarım bulunuyor, bazılarında gülüyorum bazılarında ağlıyorum, bazılarında uzanıyor yürüyor, koşuyor, çizim yapıyor, kitap okuyor yağmur altında oturuyor, müzik dinliyor, uyuyorum ve daha niceleri. Burası sanki benim anılarımın yansımasıydı. Her anım kendine yer edinmişti bu aynalarda. Peki bu kimin eseriydi?

 

"Tehlike çok yakında." diyen bir fısıltı duydum daha ne olduğunu anlayamadan, fısıltının nereden geldiğini kavrayamadan tüm aynalardaki görüntülerim bir anda yok oldu ve sonra aynalarda onun çehresi göründü.

 

Esila...

 

Tüm aynalarda o vardı. Onun sinsi gülümsemesiyle bana bakan yüzü vardı. Tüm nefretinin toplandığı hareleriyle bana bakıyordu. Anlamalıydım onun olduğunu, aslında bunu sağlayacak tek kişi olduğunu. Olduğum yerde konuşmadan ona baktım aslında o an sağıma soluma hatta etrafımda kısa bir süre dönerek onun binlerce yüz ifadesini izledim. Sonra olduğum yerde hareket etmeden konuşmasını bekledim.

 

"Üzülüyorum ama Emira. Beni hiç mi özlemedin? O kadar da belli etme varlığımdan duyduğun nefreti. Kırılıyorum ama." dediğinde kinayeyle hiç istediği gibi yönlendirilmedim ve sessiz kalmaya devam ettim. Amacı beni konuşturmak ama öfkeli ruh halimle.

 

"Sessiz olmanı neye yormalıyım? Sıkılmış olduğuna mı yoksa benden korkmana mı?" diyince bu sefer de hiç tepki vermedim.

 

"Hadi ama Emria konuş benimle çünkü ben seninle konuşmayı çok seviyorum." diyince bu sefer susmadım.

 

"Bilmiyor musun boşa kürek çekmek kelimesi senin için olmalı. Çünkü o kadar boş işlerle ilgileniyorsun ki artık takip etmeyi bıraktım çünkü bıktım seninle rüyalarda buluşmaktan neden karşıma çıkmayı denemiyorsun?" dedim ve bir adım öne atıldım sonrada sanki yanlış bir şey söylemiş gibi cık cıkladım ve özür dilerim bakışlarıyla aynada olan Esila 'nın yansımasını izledim.

 

"Ah unutmuşum görüyor musun? Sen bir yansımadan ibarettin. Tüh kırdıysam seni ne mutlu bana." diyerek artık eğlenme sırasının bana geçmesini sağladım. Yeterince eğlenmesine izin verdim daha fazla devam etmesine izin vermezdim.

 

"Daha öncede dediğim gibi şimdilik. Sonra bende bir bedene ait olacağım." diyince hemen söz atıldım.

 

" Yani olacağına ihtimal vermiyorum ama oldu diyelim kendi bedeninde olamayacaksın bir sığıntı gibi başka bir bedende tecelli edeceksin. Ah sana üzülüyorum desem yalan olur biliyor musun? Bu halin bu çaresizliğin beni mutlu ediyor nedense. Neyse gelelim konumuza. Ne sebeple rüyama sızdın yine? Beni özlemediğin aşikâr. Amacını göster de çabuk kurtulayım senden. Ama fazla alışma bu sürece çünkü çok yakında artık rüyalarıma ve karşıma öyle kolay kolay gelemeyeceksin. "dedim artık gerçeğe çok yaklaştığımı hissederek ona dayanarak. Sözlerimi işiten Esila'ın yansıması bir anda yok oldu. Ve tüm aynalar karanlık bir sisle kaplandı. Saf karanlık bir sis. Sonra tekrar o fısıltı duyuldu.

 

" Tehlike an meselesi. "der demez fısıltı anında birden sanki bir görünmez varlık karşımda belirdi ve ben olduğum yerde sertçe fırlatıldım. Sertçe olduğum yerden havalanarak arkamda olan aynalara çarpa çarpa ilerledim.

 

Her çarpışımda sertçe aldığım darbeler ve aynaların parçalanmış parçaları bedenime sızdı. Yaşadığım o yoğun acı ve kırık ayna parçalarının bedenime batışı kısık bir çığlık atmamı sağladı. En acı veren noktasıysa dirseğime uzun bir ayna kesiğinin batmasıydı. Aldığım o yoğun acı dişlerimi sımsıkı birbirine bastırmamı ve gözümün yaşarmasına sebep oldu. Rüyadaydım ama sanki gerçek bir anda olurcasına acıyı derin bir şekilde hissediyorum.

 

Dirseğime batan aynanın kırık parçası sebebiyle kan oluk oluk akmaya başladı. Sol elimle sağ dirseğime dokundum ve atacağım yüksek çığlığa rağmen kırığı olduğu yerden sertçe çekerek onu derimden çıkardım. Üzeri kanımla süslenmiş aynadaki bulanık yansımama baktım. Acı öfkemi daha da arttırmıştır.

 

"Yapabileceğin tek şey bu sahte bir acı! Esila gerçek olmayan acılarla mı benim canımı yakmak istiyorsun? Hadi ama bu çok basit olmadı mı?" dedim hissettiğim acıyı görmezden gelerek çünkü bu gerçek değildi. Olamazdı da.

 

Düştüğüm yerden doğrulup ayağa kalktım. Ama ben daha etrafa bakmadan birden sanki görünmez eller bileklerime sarıldı ve beni sertçe yerde sürüklemek için çekti. Anında dengemi koruyamadım ve yere doğru düşmeye başladığımda hemen avuçlarımla yere sertçe düşmemi engellemeye çalıştım. Fakat başarılı olamadım. Yerde kırıklar üzerinde sürüklenen bedenim ve avuçlarım kesikler sebebiyle çoktan kanamaya başlamıştı. Görünmez eller beni çekmeyi bırakınca hemen olduğum yerde sırt üstü uzandım ve sesli bir kahkaha attım. Sanki çıldırmış gibi. Sanki hiçbir şey olmamış gibi kahkaha atıp durdum.

 

" Güzel hamleydi ama boş çünkü gerçek değil burası bu yaşanan her şey bir yansıma. Senin zihninin yansıması. Ah Esilacık sana çok ama çok üzülüyorum. Hiçbir zaman istediğin hedefe ulaşamayacağını bilmek senin için içler acısı olmalı ama benim açımdan gülünç. Ee sıradaki hamlenin ne oluğunu göstermek ister misin? "diyince anında onun yansımasını gördüm biraz ileride duran aynada.

 

" Sandığım gibi değilsin. Aklını mı kaçırdın Prenses? "diyince bu sefer daha yüksek sesle kahkaha attım. Ve olduğum yerde doğrulup ellerime baka baka gülmeye devam ettim.

 

" Olmayan —"dedim ve gülmelerimin arasından zar zor nefes almayı başararak konuşmaya devam ettim." olamayan aklımı kaçırmak mı? Canım ben hep böyleydim sen beni yeni yeni tanımaya başlıyorsun. Hep diğer yanım deli doluydu. Tehlikeli şeylere zaafı olan tarafımdı sadece açığa çıkarmak uzun sürdü. Eh şimdi ne yapıyoruz bence tekrar fırlat bir yerlere beni ya da direk sen boğmaya çalış diyeceğim de eh belki —"dedim ve kan olmuş avuçlarımı ona doğru döndürüp ona göstererek konuşmama devam ettim." Bu ellerle ben seni boğabilirim olamaz mı? Ee şimdi ne yapacaksın? "dedim ve avuçlarımı kendime doğru döndürüp onun konuşmasını beklerken avuç içlerimde olan kanı üzerimde olan elbiseye sürmeye başladım. Kesiğinin derinliğini merak ediyorum. Bakalım ne kader derin bir kesik açmıştı ayna kırıkları avuç içlerimde.

 

" Seni tam şuracıkta öldürmek vardı da! Beklemek zorundayım yoksa şimdiye dek çoktan ellerimin arasında can vermiştin." dediğinde Hım hım dedim. Bu umursamaz halim onun daha çok öfkelenmesini sağladı.

 

"Sen ne çeşit bir sorunlusun?" diyince yine ve yine kahkahalar attım.

 

"Bilmem sen söyle?" dedim ve olduğum yerde ayağa kalkıp onun yansımasına doğru ilerledim. Karşısına gelince baştan aşağı ona baktım.

 

"Ah biliyor musun ben senin yaptığını yapmam. Neden mi? Defalarca kez sonsuz acısı olamayacak ve hissedilmesi kısa bir acıyla sonlanacak olan acıyla seni cezalandırmak bana göre değil. Ben bir kere yapacağım ama yaptığım o şey binlerce acıya eş değer olacak ve sonsuza dek hissedeceksin. O zamana kadar sen devam et, sıra bana gelince sen istesen de bir şey yapamayacaksın. "dedim ve kısık bir sesle mırıldanarak bu rüyayı terk ettim. Bu onu şaşırtmıştı çünkü artık ipler benim elime geçti. Çünkü artık aracıyı biliyordum ve artık bendeydi kumanda. Üç Zihin büyüsünü kimin aracılığıyla yaptığını öğrenmiş ve ona göre önlem almıştım.

 

Ben ortamı terk ederken ardımda olan aynaların kırık parçaları Esila 'nın olduğu aynaya doğru sertçe uçmaya başladı ve Esila' nın yansımasının olduğu ayna parçalara bölünüp kırıldı. Ve orayı terk ederken ortamın yerle bir olduğunu gördüm. Evet adım adım Esila 'yı etkisiz hale getirme vaktiydi.

 

Artık o değil ben isteyince bir araya gelecektik rüyalarımda. Ve artık çok kısa bir sürede Üç Zihin bağını koparma vakti gelip çatmıştı. Bakalım bu onda nasıl bir etki bırakacaktı? Çünkü artık kelimenin tam anlamıyla onunla savaşmaya başlamıştım. Bir daha ki sefere benim atağımla karşı karşıya gelecektik. Esila beni hafife almaması gerektiğini bizzat yaşayarak anlayacaktı.

 

Gözlerimi açtığımda kendimi odamda yatağımda uyuyorken buldum. Güneş hala doğmamıştı. Karanlık hala hüküm sürüyordu. Aynı benim Esila üzerinde süreceğim hüküm gibi. Onu kendi karanlığında boğacaktım. Bir daha gün ışığına çıkmayacağını ona gösterecektim.

 

Yorganı üzerimden atarak yataktan çıktım. Rotam Lord Yelit 'in odasıydı. Ondan Üç Zihin büyüsünü nasıl bozacağımı öğretmesini isteyecektim.

Kolyem sayesinde hemen hızla giyinip direk odamdan onun odasının olduğu kata portaldan geçiş yaptım. Kapısının önüne geldiğimde derin bir nefes alıp kapıyı çalarak odaya girdim.

 

Asıl şimdi buraya geldiğim gün diyebilirim. Çünkü yapacaklarım yeni başlıyordu.

     

 

Loading...
0%