Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33-Geçmişe Saklı Ruhlar

@kumsallardagezen12

『Parçalara ayrılıyorum yavaşça kimse göremez kimse bilemez... 』

 

Anılarım ve hayallerim öleli çok oldu. Çünkü onlar zihnimin ilk kurbanlarındandı. Onların yok olmasını sağladı. Hiçbir şekilde onlara ulaşamayayım diye. Hayallerim ve anılarım; acılarıma oluşturmuş olduğum kalkanımdı ama şimdi onların yok olması acılarıma yenik düşmek demekti. Ve ben bunu istemiyorum. Kendimi kaybetmek istemiyorum. İyi yönümün yitip gitmesini istemiyorum. Acıların damarlarıma sızıp tüm renkleri yok edip kendi krallığının bayrağını asmasını istemiyorum. Kendisini kazanmak isteyenlerdenim. Aslında istiyorum ama nasıl kazanacağımı bilmiyorum. Yardım alacağım hiçbir dayanağımın olmamasına rağmen bunu istiyorum.

 

İzlerimizin bile kalmayacağı dünyayı fazla sahipleniyoruz. Bir şeye ulaşma çabası içindeyiz. Öne çıkmak istiyoruz. Tanınmak istiyoruz. Bilinip bir konuma gelebilmek için kendimizi değişime sürüklüyoruz. Herkes olabilmek için çabalarken herkesten farklı olan yanımızı öldürüyoruz. Farklılıklaşmıyoruz aslında sıradanlaşıyoruz bilmeye bilmeye.

 

Belli olan kalıplara kendimizi itiyoruz. Yaşamımızı, hayallerimizi, dış görünüşümüzü, isteklerimizi belli olan kalıplara göre değiştiriyoruz. İsteklerimizi bir kenara itip istenilen isteklere yöneliyoruz. Biz bizi öldürüyoruz. Aslında hepimizi bir cinayeti işliyoruz ama farkında değiliz. Hepimiz kendi benliğimizin katilleriyiz ve benliğimizin cesetleri ruhumuzda barınıyor. Ve bunun farkına varmadan yeni cinayetlere gebe kalıyoruz. Kendi benliğimizi değiştirdiğimiz gibi diğer insanların bize özenmesini sağlayarak onların da cinayet işlemesine sebep oluyoruz. Ve katil olmaya böyle böyle devam ediyoruz. Ta ki herkes bir olup farklılık kalmayıncaya kadar.

 

Acıtarak çürüyordum. Acıtarak yok oluyorum. Zihnimden ruhuma acılar sızıyordu. Ve ben acının gücü karşısında susan dilsiz biri oluyordum. Onu engelleyecek bir şey yapamıyorum. Sesler benden uzaklaşarak kendimi koruyacak gücümü benden alıyordu. Dile dökemiyordum. Yiten gücümü geri alamıyordum. Kuruyan bir çiçek misali ruhum kuruyordu. Ölüm yaklaşıyor ölüm yakıyordu. Ve ölüm kucaklıyordu ruhumu hissiz topraklarına.

 

Hisler mevsimler gibidir. Yaşadıkları zorluklar onu değişime sürükler. Yıpranır, solar ve ölür. Bir an çok sıcak olursun bir an buzdan farkın olmaz. Bir an ağlarsın bir an gülersin. Bir anda bütün duyguları bir arada yaşarsın. Ve her hissi tadar ve yaşarsın. Zaman seni bulunduğun yerden alıp başka bir yere götürüp orada hayatına devam etmeni sağlar. Alışmaz yadırgarsın ama zaman alışmanı yavaşça sağlar. Bulunduğun yeri benimser onu bırakamaz hale gelirsin.

 

Ne gerçeklere tutunabildim ne de hayallere. İkisine de yabancı kaldım. İkiside hayatımda yer edinemedi. Ve ben sadece uzaktan onları izlemekle yetindim. Yalanların ve acıların izleriyle yaşamımı sürdürdüm. Çünkü elimde olanlar onlardan başkası değildi. Yalanların hayali güveni iyi hissettirdi. Ya da ben öyle sanarak onunda benden uzaklaşmasını istemedim. Acılarsa onlar ben istesem de istemesem de hep hayatımda oldu.

Varlığını hep hissettim hep hissedeceğim çünkü onlar bana görünmez ipleriyle bağlı durumda. Ben nereye gitsem beni takip ediyordu. Bir gölge misali kendini bana katmıştı.

 

İnsanı en çok ölüme sürükleyen şey ne biliyor musun? Yaşayamadığı hayalleri, yaşamak istedikleri ama yaşayamadıkları tadı. Ve ben ne yaşamak istediğim hayalleri yaşayacaktım. Ne de yaşamak isteğim dünyaya adım atacaktı. Ben istediğim değil istenilen bir hayatı yaşıyorum. Ve istenilen o hayatta birçok zorlukla mücadele ediyorum. Etmek zorundayım. Yoksa zararı büyük olacak bana. Ve ne kadar ileriye gitmesem bulunduğum yerde o kadar acıyı tadacağım.

 

Hangi anı, huzuru ruhuma ağırlayacak? Çok merak ediyorum. Az ve öz anım var ama varlıklar beni hayata bağlıyor. Onlara tutunuyorum her ne kadar izin verdiyse acılarım. Onlardan gizli gizli anılarımın varlığımı hissetmeye çalışıyorum. Ve hissetmek bana iyi geliyor. Başka bir duyguyu hissetmek yaşadığımın göstergesi oluyor. Bu benim ben olduğumu belirten bir nokta oluyor.

 

Sökülerek acılarıma tutundum, anılarımdan kazına kazına. Onların varlığının silinmesi için zihnimden. Başarılı olmadığını söyleyemem ama tamda amacına ulaşmış değildi. Çünkü yeni güzel anılar zihnimde yer edindiği için acı barikatım yavaşça darbeler alarak kendi gücünü yitiriyordu. Bu iyi bir şey miydi? Zaman belli edecekti. Ama iyi olmasını diliyorum. İyi şeylerin varlığına ihtiyacım var.

 

Ruhumdaki boşluğu doldurdum ölü bir ruhun izleriyle. Hep bir eksiklik vardı. Ne olduğunu bir türlü anlayamadığım. Kavramakta zorlandığım. Birinin izlerine ihtiyaç duyduğunu sonradan anladım. Ve o ruhu kendi ruhuma katarak hayata döndürmek istedim.

 

Ahrar... Ruhuma iyi gelen varlığımın gücü. Çok zaman oldu. Onunla ilişkimiz her geçen gün daha kuvvetli hale geldi. Alıştık. Bir olduk. Birbirimize yakın olduk. Hissettik. Zarar vermeden. Zararsız bir hayatı birleştirmeye çalıştık. Gecenin sonunda yediği yemekte uyku ilacının olduğunu bilmeden yemeğini yemişti.

 

Ve herkes odasına çekilirken Ahrar birden bastıran uyku yüzünden olduğu yerde esneye esneye uyku mahmuru haliyle odasına doğru gitmişti. Serra onunla konuşmak istediğini söylemişti ama Ahrar çok uykusu geldiği için direk uymak istediğini söyleyince Serra direk yemekhaneyi terk etmişti.

Bizimkilerde yorgun olduğu için odasına direk geçmişti. Bende odama gidip birkaç dakika odada zaman geçirmiştim. Amacım Ahrar 'ın uykuya dalmasını beklemekti. Tam derin bir uykuya dalınca onun yanına gidecektim. Çünkü onu özlemiştim. Uyurken izlemeyi. Aldığı nefesi duymayı. Varlığının verdiği huzuru hissetmeyi çok özlemiştim.

 

Odada zamanın geçmesini beklerken Ahrar' ın uyuyup uyumadığını kontrol ediyordum. Kolyenin yeni gücüyle onun zihin kontrolünü kontrol edebiliyordum. Bunu birkaç defa yaptığım için zihninde uyuduğuna yönelik bir hissi hissetmediğim anda odasına geçiş yapacaktım. Çünkü ne kadar kontrollü odasına gitsemde Ahrar 'ın onca yıla yönelik deneyimini ve güçlü bir büyücü olduğunu köşeye atmak doğru değil.

 

Belki de etrafında onu koruyan bir kalkan veya herhangi bir şey olabilirdi ve bunun olması Ahrar' ın benim geceleri onun odasına geldiğimi açığa çıkarırdı. Sonunda uyuduğunu anlayınca açmış olduğum portaldan onun odasına geçiş yaptım. Geçiş yaparken varlığımın hissiyatını hissettirecek her türlü izleri gizledim. Odaya geçince loş ışıkta onun derin bir uykuya daldığını gördüm. Gelir gelmez direk yatağa geçmiş olmalı ki hala üzerindeki kıyafetleri duruyordu. İçeriye doğru esen sert rüzgarı hissettiğim anda hemen pencereyi bir işaretimle kapattım. Kapanan pencerenin ardından odada gezindi bakışlarım.

 

Herhangi bir dağınıklık yoktu. Yavaş sessiz adımlarla ona doğru ilerlemeye başladım. Yanına yaklaşınca huzurlu bir uykuda olan yüz ifadesi bakışlarıma yakalandı. Sırt üstü uzanmış bir halde uyuyordu. Derin ve sessiz aldığı solukları geniş göğsünü şişirip duruyordu. Bir kolu yastığın altında duruyorken diğer sol eli yavaşça yataktan aşağı düşmüş haldeydi. Üzerine hiçbir şey örtmüş değildi. Sıcağı sevmediğini biliyorum ama odası normal odalara göre her zaman serin olurdu. Şu an olduğu gibi. Yavaşça yanına yatağın sol tarafında olan boşluğa oturdum.

 

Sağ elimi belinin sağ tarafına yerleştirdim. Ve yavaşça ona doğru eğilip yakından baktım ona. Kaşları uyurken hiç çatılmazdı. Yüz ifadesinde herhangi bir ifade olmazdı. İfadesizce uyurdu. Ne yüz ifadesi kırışırdı ne bir hisse yer verirdi. Sadece uyuyordu geceleri. Ne zaman benim varlığımı hissedecek olsa işte o zaman önce hafifçe kaşları çatılır sonra sanki beni hissediyormuş gibi yüzünde bir ifade belirirdi.

 

Az önce olduğu gibi içeriye geldiğim anda varlığımı hissetmiş gibi huzurlu bir uykuyla devam etmişti uyumaya. Sol elim usulca havalandı ve onun yüzüne doğru temkinli bir şekilde uzandı. Uyandırmamaya dikkat ederek ellerim ilk önce yanağına yaslandı. Yeni yeni çıkmış sakalları usulca battı avuçlarıma. Başımı omzuma doğru eğip ona iç çekerek baktım. Neden bu kadar içime hızla yayılan bir zehir gibiydi? İlk anlarda ondan nefret ediyordum.

 

Ya da ben sevgimi nefrete dönüştürmek istiyor da olabilirdim. Anımsayınca ne kadar hızla birbirimize çekildiğimizi. Kütüphanede hiç ikimiz de tereddütsüz birbirimize olan hislerimizi kabul etmiştik. Aslında ikimiz de çoktan anlamış ama anlaşmazlıktan gelmiştik. Çünkü konduramamıştık. Ama şimdi Ahrar 'ın lacivert harelerinde görebiliyorum.

 

Ama şu var ki bir sınır olmadığını da söyleyemem neden mi? Çünkü bir şey var ve bu Ahrar' ın ilişkimizi ölümsüzleştirmesini engelliyor. Ne olduğunu bilmiyorum ama nasıl öğreneceğimi nedense hissediyorum. Yakın bir zamanda olacakmış gibi.

Ahrar usulca başını sola doğru çevirince sol avcum onun yanağı ve yastık arasında hapsoldu.

 

Yavaşça ona doğru eğilip bana dönük olan sağ yanağına dudaklarımı değdirip içten derin bir buse kondurup. Bana iyi gelen o güzel kokusunu soludum. Bu adam tarafından hücrelerime kader işgal edilmiştim.

 

Ama hiç bir şikayetim yoktu çünkü o kırık onarılması gereken ruhumu iyileştirecek kişiydi. Tek temennim benimde ona iyi gelebilmemdi. Ve iyi gelip gelemediğimi kestiremiyordum Ahrar 'ın kendini gizlemesinden ötürü.

Belki de bu benden de kaynaklanıyor olabilirdi. Bilemiyorum ki?

 

Sağ elim bu sefer onun yumuşak siyah saçlarına doğru yaklaştı ve uyandırmamaya dikkat ederek onun saçlarını okşadım. Artık bir bağımlı olmuştum. Onun varlığını hissetmeden uyuyamıyordum. Daha fazla durup onu uyandırmak istemediğim için olduğum yerde dikkat ederek yerimden doğrulup son kez ona bakıp odayı terk ettim.

 

Odama geçince artık paydos vermemi isteyen bedenime daha fazla dayanamayıp üzerimi giysi odasında değiştirip yatağa geçtim. Gözlerimi kapatıp rahat bir uykunun beni bulmasını umarak uykuya kendimi koşulsuzca bıraktım.

 

Hunharca vurulan bir ses duyuyordum. Gürültü beni kendine çekiyordu. Yavaşça gözlerimi araladım ve sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Ve sonunda sesin odanın kapısının ardından geldiğini anladım. Bu gürültüde neyin nesiydi? Olduğum yerden sersem adımlarla kalkarak kapıya doğru ilerledim.

 

Kapıyı açıp sesin neyden geldiğine baktığımda biraz ileride olan toplantı odasının içerisinden geldiğini anladım. Acaba bu katta olduğumu biliyorlar mıydı? Hani bende insanım ya bu saatte uyuyabilme olasılığım olduğunu bilmeleri lazımdı. Derin bir nefes alıp vücuduma sızmak isteyen siniri zapt etmeye çalıştım. Ne güzel bir güne başlama ama! Ben toplantı odasında olan sese odaklanmışken birden yanımda bir varlığı hissedince hemen başımı sağa çevirdim.

 

Gelen kişi Arın hocaydı.

 

"Günaydın Emira." dedi sakin neşeli bir sesle. Onun bu tavrına karşılık kabalık olmasın diye sinirimi kapalı kapılar arkasında sakladım.

 

"Peki gün aymadı. Seslere uyandım." dedim hala sesimdeki uyku mahmurluğuyla. Benim yakınmam bitince Arın hoca sesin geldiği yöne baktı.

 

"Senin uyanık olduğunu düşünmüş olmalılar. Çünkü sen erken kalkan birisin. Ben bilerek kahvaltıya gelmediğini düşündüm ama sen uyuyormuşsun. Kahvaltı çoktan yapıldı ve şimdi herkes dersliklerde." diyince Arın hoca epey bir uyku uyuduğumu anladım. Ben sabahın erken saatleri olduğunu düşünmüştüm. Hay aksi!

 

" Hım ben erken olduğunu düşündüğüm için yakındım yoksa bilseydim hiç bunun için sızlanmazdım. İyi ki toplantı odasına dalıp onları uyarmak gibi bir hata yapmamışım. O halde bende ayılıp odadan çıkayım. Sonra görüşürüz Arın hoca." dedim ve tam odaya girecekken Arın hocanın Ahrar 'ın ismini zikrettiğini duyunca hareket etmeyi kestim. Ve bakışlarımı Arın hocanın baktığı yöne çevirip Ahrar' a baktım. Hızlı adımlarla koridorda ilerliyordu.

 

Biraz aceleci gibiydi! Yanımıza yaklaşınca önce Arın hocaya selam verdi ve sonra bana baktı. Lacivert hareleri beni süzerek detaylıca inceledi.

 

"Sizi derste değil miydiniz Renas hoca?" diye sorunca Arın hoca bende olan bakışları Arın hocaya çevrildi hızla.

 

"Birkaç gündür uyumuyordum ve sabah uyuya kalmışım ne hikmetse! " dedi gizli bir iğnelemeyle. Bana yönelik olduğunu biliyorum ama bilmezden geldim. Her şeyi onun için yaptım. Bence bana teşekkürlerini sunmalı. "Uykusuzluğa her daim dayanıklılık gösterirdim ama dün odaya gelir gelmez hemen sızmışım." diye bir açıklama yapınca Arın hoca ona böyle şeylerin normal olduğunu . Öğrencilerin derste olduklarını ve onu beklediklerini söyleyip kendisinin derse yetişmesi gerektiğini söyledi ve yanımızdan ayrıldı. Arın hoca gittikten sonra tekrar yıkıcı lacivert harelerin esiri oldum .

 

Omzumu hemen kapının pervazına yaslayıp ona bakıp tatlı tatlı gülümseyerek konuştum.

 

"Hım dinlemiş duruyorsunuz Ahrar hoca." dediğim de gözlerini kısıp bana beni şu an delice öpmek istercesine baktı. Ama ben bu bakışları yok saydım ve cümleme devam ettim. Dikkatimi dağıtmayı çok seviyordu ama ona izin vermeyecektim.

 

"Biraz uykunuzu almanız eski formunuza geri dönmenizi sağlamış. Hım eski aksi Ahrar hocayla baş başbaşa olacağız desenize." diyince Ahrar bir adım atıp bana doğru yaklaştı.

 

"Yaramazlık yapıyorsun ve ben seni nasıl durduracağımı çok iyi biliyorum." diyerek bakışları gözlerimden çekilirken dudaklarıma çevrildi. Anında sertçe öksürdüm ve bir adım geriye çekildim. Ben durdurmazsam Ahrar nerede olduğumuzu unutacak gibi.

 

"Sadece uyuman gerektiğini anlatmak istedim." diyince lacivert harelerindeki ifade değişti.

 

"Yorgundum ama bazı şeyleri merak etmem onun bendeki izlerini var etti. Ama geçici bir şey. Yakında eski halime dönerim." diyince nedenini merak ettiğim halde kafamı peki anlamında salladım.

 

"Peki sen derse yetiş ben hazırlanıp kahvaltıya ineceğim." dedim ve tam arkama döneceğim an onun ılımlı sesini duydum.

 

"Teşekkür ederim Emira." dedi. Ve sonra yanımdan ayrıldı.

 

Ahrar giderken ardından ona baktım. Uzaklaşana kadar onu izledim. Artık gözden kaybolduğu anda bende odama geçip ardından kapıyı kapatıp, yönümü giysi odama çevirdim. Üzerime dolaptan siyah plaza pantolon ve lacivert gömlek alarak onları odada bulunan markize bırakıp banyoya geçtim.

 

Sonra banyodaki işlerimi bitirdikten sonra odaya geçip seçtiğim giysileri giyip, saçlarımı dağınık bir topuz yaptıktan sonra gümüş renkte küpe ve yüzük alıp taktım. Makyaj aynasının karşısına geçip koyu renkte bir makyaj yapıp dudağıma kahverengi bir ruj sürüp aynadaki halimi izledim. Eksik bir şey olup olmadığına bakınınca ayakkabı seçemediğim aklıma gelince dolaba yönelip uygun bir ayakkabı seçmeye başladım.

 

Ayağıma kısa topuk şeffaf bir topuklu ayakkabı giyerek odadan çıktım. Odadan çıkınca rotamı Lord Yelit 'in odasına doğru yönlendirdim. Onunla ne zamandır vakit geçirmiyordum. Hem belki bu akşam yemekte bana eşlik edebilirdi. Merdivenlerden Lord Yelit' in odasının bulunduğu 5. kata doğru ilerledim. Basamakları hızla çıkarak kısa sürede 5. kata ulaştım. Kapının önüne gelince kapıyı üç kere tıklatıp içeri gir komutunu bekledim.

 

Lord Yelit 'in gir emrini duyar duymaz içeri girip kapıyı usulca kapattım. Genelde Lord Yelit' i masasında çalışırken bulurdum hep ama bu sefer pencerenin önünde oturmuştu. Şaşıran yüz ifademle ona doğru ilerledim. Yanında yaklaştığımda karşısında duran ahşap sandalyeye oturduktan sonra Lord Yelit 'in elinde tuttuğu kitabı kapatıp önünde duran küçük vizona bıraktı.

 

" Seni görmek güzel Emira." diyince Lord Yelit ona gülümeseyerek baktım.

 

"Uzun zamandır bir araya gelip zaman geçirmiyorduk. Gelip sizi görmek istedim." diyince evet anlamında başını salladı.

 

"Kahvaltı etmemiş olmalısın." dediği anda önümde küçük bir tepside kahvaltılıklar belirdi.

 

"Teşekkür ederim." dediğimde Lord Yelit tekrar konuşmaya devam etti.

 

"Sen kahvaltı ederken ben senin için seçtiğim birkaç kitabı sana odamdan getireyim." diyerek yerinden doğrulup odasına doğru geçiş yaptı.

 

Lord Yelit odasına gittikten sonra bende önümde duran tepside duran yiyecekleri yemeye başladım.

 

Kahvaltımı etmiş ve Lord Yelit 'in gelmesini bekliyordum. Tam tamına 15 dakika olmuş olmalıydı ama hâlâ Lord Yelit gelmemişti. Merakla olduğum yerde kıpırdanıp durdum. Ve daha fazla dayanamadım ve olduğum yerde doğrulup hemen odasında doğru ilerledim. Odası ve çalışma odasını ayıran kapının önüne gelince derin bir nefes alıp kapıyı tıklatıp içeri girdim.

 

"Sizi bekliyordum ama gelmediniz." diyerek konuşup odada yürümeye başladım. İçeri girdiğim anda beni kısa dar bir koridor karşıladı. O koridoru geçip önümde duran küçük kapıyı açıp içeri girdim. Ve girince odada bir yatak göreceğimi sanırken ben odada tek kişilik bir koltuk görmüştüm. Ama garip olanı yatak odasının duvarları boydan boya kitaplık raflarıyla doluydu . Ve Lord Yelit 'inde bu kitaplıklar önünde bir şeyler ararken bulmuştum.

 

"Ah Emira beklettim kusura bakma kitabı nereye koyduğumu bulamadım." diyince Lord Yelit görmediğini bilsemde sorun yok dercesine başımı sallayarak ona doğru ilerledim. Yanına yaklaşıp odayı daha detaylı incelemeye başladım. İncelerken konuşmayı da ihmal etmedim.

 

"Burası yatak odanız değil mi? Ama daha çok kitap okuma odası gibi?" diye konuşunca Lord Yelit kısık sesle güldü.

 

"Ben uyumam Emira." diyince şaşkınlıkla ona doğru baktım.

 

"Hiç mi?" dedim şaşkın şaşkın. Çünkü bu sözleri hiç duymayı beklemiyordum.

 

"İlk başlarda uyuyordum ama zamanla artık uyumayı bir müddet sonra bıraktım." diyince olduğum yerde sessizce bekledim. Lord Yelit kafasını bana doğru çevirdi ve yaşadığım şaşkınlığı gördü.

 

"Alışırsın." dedi Lord Yelit kısaca. "Ah buldum işte." diyerek raftan çıkardığı kitabı alıp bana doğru döndüğü gibi yürümeye başladı. Karşıma geçince elinde olan kitabı bana uzattı. Kitabı ellerimin arasına alıp üzerinde yazan yazıyı okudum.

 

Kitapta şunlar yazıyordu;

 

Kaybolmuş Ruhlar

 

Ve Lord Yelit ben elimdeki kitabı okurken başka bir kitabı da bana uzattı. O kitabı alırken üzerinde yazılı kitapları okudum.

 

Ruh Kapanı

 

İki kitapta ruhlarla ilgiliydi. Peki Lord Yelit neden bu kitapları verme gereği duymuştu? Bir işaret miydi? Söylemeden benim bulmamı mı istiyordu acaba?

 

"Bu kitaplarla ne yapacağım?" diye sorunca hiçbir şey demedi ve bana arkasını dönüp odada bulunan tekli koltuğa geçti. Ve oturduktan sonra ben burada yokmuşum gibi davranınca dayanamayıp ona doğru ilerledim.

 

"Tamam soru sormayacağım. O kadar geldim bari biraz sizinle zaman geçireyim." diyince babacan bir ifadeyle gözlerini kırptı.

 

Burada da kimseye soru sormaya gelinmiyor ya!

 

Elimde olan kitapları kolye yardımıyla odamda bulunmasını sağlamıştım. Sonra Lord Yelit 'le uzun uzadıya sohbet etmiş geçen yaşadığımız olay için teşekkür etmiştim. Ve Lord Yelit o gün olanları izlerken keyif aldığını söylemişti. Tarsis Kralıda aynı keyfi almıştı. Ne güzel bazıları eğlenmişti bize rağmen. Bizler ecel terleri dökmüştük onlara tezat. Bir an oradan uzun bir süre çıkamayacak hissine kapılmıştım ama kısa sürmüştü onların gelişiyle.

 

Derin düşüncelere dalmış halim Lord Yelit 'in ismimi zikretmesiyle sonlandırıldı. Geri kalan zamanda Lord Yelit' e merak ettiğim soruları sormuş kısa ve öz bilgileri aldıktan sonra oradan ayrılmıştım Lord Yelit dinlensin diye. Odadan çıkınca 5.katta karşı karşıya yürürken Serra ile denk gelmiştim. Onun aksine ben hiç onu çekemeyecektim. Hemen onu görmemiş gibi yaparak merdivenlere doğru ilerledim. Hızla merdivenleri inip Serra 'nın bana yetişme ihtimalini silip attım.

 

Zaten yeterince sorunlarım varken Serra' yla muhatap olmak istemiyorum.

 

Aşağı inince bizimkilerin nerede olduğunu koridorda geçen bir çalışan kıza sormuştum. Dersliklerde ders bittiği için şimdi dinlenmek için bir yerlere gitmiş olmalılardı. Ama nerede olduklarını bilmiyordum çalışan kız bana Dennis ve Varislerin ön bahçeye çıktıklarını söyledi. Teşekkür ettikten sonra hemen ön bahçeye çıktım.

 

Ön bahçeye gelince bahçede onları aradım ama bulamadım. Ee hani ön bahçedeydiler? Ben onları araya dururken birden bahçede çiçeklerle ilgilen Sümbül kalfa beni yanına çağırdı. Hemen ona doğru ilerledim ve yanına gelince burnuma dolan çiçeklerin kokusuyla mest oldum. Beyaz güle doğru uzandım ve usulca parmak uçlarımla okşadım.

 

"Birini mi arıyorsunuz Prenses?" diye sorunca evet anlamında başımı salladım ve hala gözlerim etrafta gezinmeye devam etti.

 

"Kimi aradığını tahmin ediyorum. Dennis Varisler ve Victoria 'yı arıyorsun sanırım." dediğinde Sümbül kalfa hemen evet dedim.

 

"Peki nerede olduklarını biliyor musun Sümbül kalfa?" diye merakla sordum. Önce usulca kirpiklerini kapattı ve sonra elinde tuttuğu bir beyaz gülü bana uzattı. Güle uzanıp parmak uçlarımla tuttum.

 

"Onlar kulenin sol tarafında olan küçük göletin yanındaki kayalıklarda olmalı." dedi Sümbül kalfa.

 

Daha önce oraya gittiklerini biliyordum ama hiç oraya gitmiş değildim. Sümbül kalfaya teşekkürler diyerek yanından ayrılıp kulenin dış kapısına doğru ilerledim. Kapının önüne gelince askerler kapıyı açtı ve yavaş adımlarla kulenin dışına çıkıp Sümbül kalfanın dediği gölete doğru ilerledim.

 

Gölete doğru yaklaştığım anda duyulan seslerle doğru yerde olduğumu anladım. Aralarında olan şakalaşmaları duyabiliyordum. Ve Dehri 'nin yüksek kahkahası etrafta yankılandı. Sonunda görüş hizama gelince, onlara bakındım. Victoria ve Kavi kayalıklarda oturmuşken, Dehri ve Enfal göletin önünde durmuş ayaklarıyla birbirlerine su fırlatıyordu.

 

Nehar ve Dennis' te biraz ileride bir kütüğün üstüne oturmuş haldeydiler. Yanlarına geldiğim gibi hemen konuştum.

 

"Sizi arıyorum ve burada buluyorum. Ne yapıyorsunuz burada?" diye sordum ve hemen Victoria 'nın yanındaki boşluğa oturdum.

 

Victoria hemen yanına oturunca bana göz kırptı. Hemen bende onun gibi göz kırparak selamına karşılık verdim. Victoria' nın genel hali olduğu için hiç yadırgamadan karşılık verdim.

 

" Dersler bunaltınca bizde kendimizi buraya atalım dedik." diyince Enfal hemen anladım anlamında başımı salladım.

 

"Ah artık gına gına geldi derslerden. Daha dün geceye kadar çalıştık ve sabahın köründe kalkıp derse gittik. Bu ne saçmalık!" diye bezgince konuştu Nehar. Elinde tuttuğu ağaç dalıyla yerde anlamsız figürler çiziyordu. Bakışlarını yerden çekti ve bizim olduğumuz yöne baktı.

 

" Hım yapacağım bir şey yok ki hele şu an. Süreyya hanım şu an bana sinirli ve tepkiliyken. "dedim benden herhangi bir yardım talebinde bulunmamaları için.

Çünkü şu an ne yapsam göze batacak durumdayım.

 

" Ah prenses desene seninde dokunulmazlığın sallantıda. "diyen Dennis bana takılırken gözlerimi kısıp ona burun kırıştırdım. Hah ben sanki yerim sağlam demişim gibi beni ikaz etmiyor mu birde! Beyefendiye de bakın!

 

" Onca yaptığımdan sonra biraz konumum sarsılmış olabilir ama ben her zamanki benim canım benim!" dedim büyük bir öz güvenle. Dennis ise öylemi dercesine baktı.

 

Hah beyefendiye bakın inanmıyor birde! Çokta umurumda. Kıymetim bilinsin bilinmesin ne önemi var ki! Sanki bilinse bir şeyleri değiştirecekte! Hâlâ sorduğum soruya cevap alamıyorum. 8 halde bunun gereği de yok! Lord Yelit bile bilmem gerekeni söylüyor gerisini söylemeyip susmayı tercih ediyorken , ben nasıl şimdi bunun derdine yanayım ki?

 

"Peki öyle olsun." dedi Dennis ve konuyu kapattı.

 

"Bu arada Emira başarılı olmuşsun Renas hoca sabahki derse gelmemişti. Uyuya kaldığını söyleyen oldu." diyince Kavi hemen mavi harelerim ona çevrildi. Kasıtlı yapmıştım ama buradaki amacım farklıydı. Derse giremesin diye değil de uykusunu alabilsin diye uyku ilacı görevinde olan o yaprağı koymuştum. Amacıma ulaşmıştım ve Ahrar dinç bir şekilde güne uyanmıştı.

 

"Evet sabah ben odamın kapısının önünde dururken Ahrar hocayı gördüm. Telaşlı telaşlı koridorda ilerliyordu sizin derse yetişebilmek için. Yani bunun sebebini ben olarak gördüğü aşikârdı çünkü bakışlarındaki şüphe bunun izlerini taşıyordu. Ama hiç oralı olmadan geçip gitmesini bekledim. "dedim bazı şeyleri eksik anlatırken çünkü Ahrar karşına geçmiş bunun imasını yapmıştı. Ama bunu söylemekten kaşındım o anda.

 

" Şüphe etmekle yetinecek kanıtı yok. Ama bir daha senin ona verdiğin yemeği katiyen bir daha yemez. "diyince Victoria hemen ona baktım.

 

Yani tereddüt eder ama bence yer bir daha ona özel yemek yaparsam diye düşünüyorum. Yani o zaman kesin olarak anlarız.

 

" Zaten bir daha elimden yemek yiyeceği yok ki! "diye sertçe çıkıştım. Ah düşüncelerim ve söylediklerim hiç uyuşmuyordu.

 

" Bir şey mi yapsak benim canım sıkkın ya? "diyince Dehri ayakta durduğu yerde. Hepimiz anında yok diye bağırırken bulduk kendimizi.

 

" Ben biraz sıkılmak istiyorum çünkü dün yeterince canımın sıkılmasını epey engelleyecek işlerle haşır neşirdim. "diye anında yakarırcasına konuşunca Enfal hepimiz ona hak verdik.

 

Çünkü hala sırtım ağrıyordu hareket ettikçe. Tabanlarımı saymıyorum zaten. Yani tam alımıyla pertim çıkmıştı diğerleri gibi.

 

" Oğlum ben hayatımda bu kadar ceza alıp iş yapmışlığım yok ama burada tüm ilkleri yaşıyorum ve rica ediyorum bir müddet dinlenelim." diye içten bir istekte bulununca Nehar hepimiz onu destekledik.

 

Çünkü yeterince yakın zamanda epey ceza alıp epey sıkıntı çekmiştik. Ve biraz ara verdikten sonra belki bir ihtimal yine ceza alacak bir belaya karışacaktık. Ama o güne kadar biraz dinlenmek istiyorduk hepimiz. Biz kendi aramızda konuşurken biraz ileride gözüme kuleye doğru gelen bir atlı grup takıldı. Ama bu grup içerisinde bazıları tanıdık bazıları değildi.

 

"Gelenler var baksanıza." diyince Dehri diğerleri de benim baktığım yere baktı.

 

"Tarsis Kralı ve Kiran mı o gelenler arasında?" diyince Victoria hemen onu onayladım.

 

"Peki diğer gelenler kim çünkü taşıdıkları bayrak hiç yabancı gelmiyor?" dedi Dennis başka bir yere dikkat çekerek.

 

"Öğreniriz şimdi." dedim ve hemen oturduğum yerden kalkıp ilerlemeye başladım. Hemen arkamda duranlar da beni takip edince hep beraber kuleye doğru ilerledik.

 

" Bir şey olmuş olabilir mi? "diye sorduğunda Kavi bilmiyorum dercesine baktım.

 

" Bence Süreyya hanım davet etmiştir. Belki küçük bir ziyaret olabilir. "diye öneride bulununca Victoria bunun olma ihtimaline göre hepimiz olur kanaatinde olduk.

 

Yani bazen Süreyya hanım kuleye birkaç kişi çağırmışlığı vardı. Hepsi de başımın belası olup çıkmıştı! Onlar kuleye girdikten sonra bizlerde onların arkasından içeriye doğru ilerledik. Ama bizden önce girdikleri için onlara yetişememiştik. Onlar çoktan kulenin içerisine girmişlerdi. Bizler daha kulenin bahçesinde ilerliyorduk. Yanımda ilerleyen Victoria konuşunca kısa bir süre bakışlarım onu buldu.

 

" Acaba konu önemli bir şey mi yoksa normal bir davet mi?" dediğinde bende bunu merak ettim. Çünkü eğer şu bilinmeyen krallıkla ilgili bir şeyse neden Tarsis Kralıyla ne alakası vardı?

 

Hemen bunun meraklıyla hepimiz adımlarımızı hızlandırdık ve kuleye geçiş yaptık.

 

Kuleye geldiğimiz gibi koridorda olan Mera 'yı görünce hemen ona doğru adımladım.

 

"Mera gelenler kim?" diye sorunca Mera hemen bana doğru ilerledi.

 

"Kim olduklarını bilmiyorum ama biraz gergin gibiydiler." diyince hemen arkama dönüp bizimkilere baktım.

 

"Bir şey yapmadınız değil mi?" diye sorgulayıcı bir ifadeyle onlara bakınca hepsi ilk an söylediklerimi düşünmeye başladılar.

 

"Hemen hayır demenizi bekliyordum!" dedim azarlarken ama hala düşünüyordular.

 

"Bence bizlik bir şey değil olsaydı bizide çağırırlardı yani öyle değil mi?" diye Kavi kafa karışıklığı içerisinde sorunca kaşlarımı bilmem dercesine yukarı kalktı.

 

"Bence oldukları yere gidip ilk an onları dinleyelim baktık bizlik bir şeyse anında tüyelim. Değilse hemen ortama giriş yapalım. Ne dersiniz? " diye teklif sununca Dennis hepimiz bu teklif olumlu cevap verdik ve Mera 'dan bizi onların yanlarına götürmesini istedik. Mera onların yemekhaneye gittiklerini söyler söylemez ben ve Victoria hızla önden koşar adımlarla ilerledik.

 

Erkeklerse bizim bu halimizi kınayan sözlerle karşılıklı verdi.

 

"Meraklılara da bakın!"

 

"Kadın milleti değil mi nerede olay orada onlar."

 

Onların dediklerini duyunca hemen arkama dönüp onlara sert bir ifadeyle baktım. Victoria 'da bana katılmış ve onlara asalaklar demişti. Onun bu sözlerine sesli bir kahkaha atınca sesim koridorda yankı yaptı. Ama yemekhaneye uzak olduğumuz için sesim onlara ulaşmamıştı. Hemen kahkahamı dururdum ve ilerlemeye devam ettim sessiz adımlarla.

 

Sonunda yemekhane kapısına varınca yarım kalan kapının ardından içeride olan konuşmaları dinlemeye başladım.

Victoria hemen sol tarafımda yerini almış benim gibi dinlerken erkekler duvarın dibine gidip sırtını yasladı ve bizim şu anki halimize kınarcasına baktılar.

 

"Ses buraya kadar geliyor kapının dibinde durmanıza ne gerek var?" diye konuşan Dehri 'ye benden önce cevabı veren Victoria oldu.

 

"Hah biz sanki onun farkında değiliz! Amacımız içeride olup biteni görmek akıllım. Duymak değil onu sizin durduğunuz yerde de yapardık malum biz ikimiz size göre epey bir yıl küçüğü de. Duymak konusunda herhangi bir sıkıntımız yok." diye Victoria iğneleyici sözlerle konuştu.

 

Onun sözlerini duyan Dennis hemen elinde duran küçük kağıt parçasını Victoria atınca Victoria anında alnına çarpan kağıdın varlığını sezince sinirli bir ifadeyle Dennis 'e bakıp ona sessizce dudaklarını oynatıp yaşlı dedi.

 

Bu hallerini benim gibi diğerleride izlemekle yetindi.

 

"Sessiz olun da içeride ne olup ne bittiğini anlayalım tamam mı?" diye uyarıda bulundum. Ve hafif aralık kapıdan içeriyi gözetleyerek neler olduğunu anlamaya çalıştım. Çünkü karşımda bir ayna vardı ve biri bakacak olursa direk beni görebilirdi onun için dikkatli olup varlığımı belli etmemeliydim.

 

İçeride olan sohbete odaklandığımda sıradan bir konuşma yapıldığını anladım.

 

"Bizlik bir şey yok." diyince Victoria fısıltıyla Dehri hemen konuştu.

 

"Onu bizde buradan anladık kolyenin koruyucusu. Sen içeride olan halden bahset. Gerilim var mı onu söyle?" diyerek Victoria 'nın olduğu yerden harekete geçip kendisine bakmasını sağladı.

 

"Canım benim ses tonları sana neyi ifade ediyor? Anlamak bu kadar mı kıt senin için?" diye laf sokunca bu gerilme son vermek için zihin bağından konuştum.

 

"Kesin sesinizi. Çocuklar gibi kavga mı edip duracaksınız? Şimdi içeri giriyorum. Sizde beni takip edin."

 

Diyerek son noktayı koyup kapıyı açıp içeriye doğru adımladım. Hemen arkamdan bir adım geride Victoria beni takip etmeye başladı. Diğerleri de hemen içeri girmişti. Biz girince hemen tüm bakışlar bize doğru döndü.

 

Hadi bakalım şimdi konu neydi öğrenme vaktiydi.

 

İçeri girince ben hemen yerime doğru ilerlerken bakışlarım Süreyya hanıma çevrildi. Herhangi bir kızgınlığın emaresi yoktu. Hatta şu an buraya gelmemden memnun gibiydi. Ben ve Victoria yerlerimize geçtikten sonra Varisler ve Dennis masanın diğer tarafında olan kısma geçip oturduktan sonra sessizleşen masada birkaç dakika varlığımızın yarattığı o suskunluğa tanık olduk.

 

Hemen karşımda olan adama baktım. Bakışlarım ona çevrildiği anda oda bana bakmaya başladı.

 

"Siz şu bahsedilen prenses olmalısınız. Hakkınızda çok şey duydum." diyince imalı imalı adam onun bu tavrına karşılık sadece ifadesizce baktım. Kısa süren suskunluğum onun yüz ifadesinin kasılmasına sebep oldu. Esmer kirli sakallı biriydi. Tarsis kralıyla aynı yaşlarda olmalıydı. Kehribar hareleri bana bakarken rahatsızlık duyduğu bir şeye bakarcasına bakıyordu. Beni şahsen tanımadan böyle bir tepkiye sahip olmasını anlamadım. Tanımadan böyle bir tepkinin bir sebebi de olmalıydı ama ne?

 

Bakışlarımı dikmiş ona bakarken sözlerine karşılık verdim.

 

"Hakkımda söylenen çok şey var." dedim benim için önemsiz olduğunu bakışlarımda belli etmekten çekinmeden. Gözlerimi kısıp baştan aşağı onun ifadesini izledim.

" Ve nedendir ki bunlar hiç umurumda değil çünkü insanlar konuşmaya bayılırlar insanların arkasından gereksiz gerekli ."dedim ve omzumun üzerinde olan saçlarımı geriye doğru iteledim sağ elimle. Ve sıkıldığımı belli ettim bu tarz konu hakkında olan konuşmalardan bahsetmekten.

" Onun için her duyduğunuz şeye ihtimal vermek sizin hatanız olur."diyerek bu ihtimalin onun için bir eksiklik olduğunu belki ederken.

" Birini tanımadan onun hakkında söylenen şeylere göre hüküm verecek bir karaktere sahip olmanız sizin kusurunuz olur. "diyerek son noktayı koyarak bakışlarımı ondan çekerek ilgim dışında olan konular hakkında bahsettiğini belli ederek tepki verdim açık açık.

 

" Söyleyenlere inanmamak gibi bir huyunuz olmalı prenses. "diye lakayt bir tavırla konuşunca anında samimi olmayan her halinden belli olan gülümsemeyle ona baktım.

 

" Ben söylenenlere değil de daha çok gerçeklere bakarım. Ve bir insanı kendim tanımadan onun hakkında verilmiş kesinkes hükümleri hiçe sayarım. Sizin de bu şekilde davranmaya davet ediyorum." diyerek sertçe konuştum.

 

"Asi ve küstah olduğunuz çokça söylenmişti." diyince bu sefer artık dayanamadım ve bu sefer başımı iki yana sallayarak onun yanlış sularda gezinip durduğunu belli ettim.

 

"Özgürlüğüme düşkün olmam asilikse ise evet asi biriyim. Doğruyu söylemekten kaçınmıyorsam her koşulda evet doğrudur küstah olmam. Ama sizler burada bu tür insanları pek sevemezsiniz." dedim bu konuda olan şikayetçi olduğum gerçeğini belli ederek. "Daha çok yönlendirebilir kişilere alışık olduğunuz için benim karakterim size fazla geliyor olmalı. Ama ne yapalım bende böyleyim ve değişmeye hiçte niyetim yok." dedim ters bir ifadeyle. Sesimdeki alaycılık kendini belli etmekten çekinmemişti.

Kurduğum cümleden sonra Süreyya hanım ortamı yumuşatmak amacıyla devreye girdi. Anında bakışlarım önümde duran vazoya çevrildi.

 

" Size göre Emira küstah olabilir ama onun bulunduğu zaman bizim olduğumuz zamanla aynı olmadığı için bizim buradaki kurallarımız ona göre aşırı katı durumda. Anlayışınızı umuyorum." diyince adam hemen benim için sorun yok diyerek beni küçümseyen bir tavırla konuştu. Ciddiye alınmıyorum ne güzel!

 

" Sizler nasılsınız Turul bey, uzun zamandır bir araya gelemedik. "diyince adam Turul bey iyi olduğunu söyledi ve aralarında kısa bir sohbet başladı. Victoria 'nın yerine oturmuş olan Tarsis Kralı hemen yanımda konuşunca başımı ona doğru çevirdim. Ama onun bakışları ise önündeydi.

 

" Faroel' e bakma aksi biridir ve en kötü özelliği söylentilere kulak asıp ona göre davranması." diyince bunun için canımı sıkmamın önemsiz olduğunu belli ederek.

 

"Zaten pek önemsemedim dediklerini. Her hakkımda denilen şey yüzünden canımı sıksam işim zorlaşırdı. O

Önemsemeyip geçiyorum zaten. " diyince bir şey demedi. Bakışlarım beni izleyen hareleri bulunca Ahrar 'ın ben ve Tarsis Kralına yönelik olan bakışlarında öfkenin gölge sislerini görünce buna bir anlam vermeye başladım. Çünkü Tarsis Kralıyla olan münasebetimi biliyorken nedendi bu öfkesi?

 

Ahrar' dan bakışlarımın çekilmesinin sebebi çaprazımda oturmuş adamın Kiran 'la konuşmasıydı. Kiran ' la çok samimi bir şekilde konuşması dikkatini çekmişti. Anında başımı biraz geriye çekip Victoria 'yla zihin bağından konuştum.

 

"Bu adam bir amaç uğruna burada değilse bende Emira değilim. Ama hâlâ amacını çözemedim. Öğreniriz birazdan." diyince zihin bağından Victoria' yasa hemen adama kısaca bakıp sözlerime karşılık verdi.

 

"Yani bilmiyorum ama sanki amacı bir anlaşma gibi geldi ama ne anlaşması orasını bende anlayamadım." diyince buna bende ihtimal verdim peki ne amacı ben kara kara düşünür dururken birden adamın gür sesi yemekhanede yankılandı.

 

" Oğlunuzla kızımın evlenmesini istiyorum Kral Hermes.

Eski dostluğumuza dayanarak bunu uygun görüyorum. Sen ne dersin?" diyince adam karşısında duran Kiran 'dan çektiği bakışları Tarsis kralına kayarken.

 

Ne dediğini ilk anda algılamakta zorlandım. Ne demek evlilik hemde onların isteğiyle olacak bir evlilik mi? Neydi onlar bir arazi mi ki onların üzerinde bu kadar rahat bir şekilde konuşuyordu bu adamı! Derin bir nefes aldım ve daha önce benim de bu olayı yaşamış olmamdan dolayı epey bir öfkeyle kuşatıldım sonra yaşadığım ani öfkeyle konuştum.

 

"Katiyen olmaz. Bu evliliğe izin vermem. Ne demek bir anlaşma yapılır gibi onlar üzerinde böyle bir düşünceye kanaat getiriyorsunuz? Kızınıza ve Kiran 'a hiç sordunuz bu bu karara varırken. Ben pek zannetmiyorum da! " diye aniden konuşunca büyük bir iğnelemeyle karşımda olan adamın bakışları bana çevrildi bu başkaldıran tavrımı sorguladı. Ne durumla ona karşı çıkışımın sebebini anlamaya çalıştı. Çatılı duran kaşlarım ve gözlerimdeki o hayırın büyük isyanıyla ona bakıyordum.

 

"Siz neden cevapladınz ki? Sorum Tarsis Kralınaydı. Haddinizi aşan konulara karışmayın prenses. " diye uyardı aksi bir sesle . Gözlerimi devirmemek için çabaladım onun bu haline . Haddim yok mu? En yakın arkadaşım bir anlaşma evliliğine kurban gidiyor susup oturayım mı? Katiyen olmaz!

 

"Sorunuz Tarsis Kralına yönelik olabilir ama Kiran kızınızla evlenemez bayım çünkü sevgili arkadaşımla evlenecek." diye açıklamamı yaparken bir yandan da ikazda bulundum. Adama bak ya kızını yamayacak birini bulamayınca pası verdi Kiran 'a! Hayret bir şey ya! Yok öyle isteğine göre hareket edilmesini sağlamak. Mani olunur böyle!

 

"Kimmiş bu kız merak ettim doğrusu ?" diye adam sesindeki gizli öfkeyle sordu. Ama hiç bunu umursamadım. Zaten böyle bir adamın Mera' ya saygı duyacağını beklemediğim için söylemeyi doğru bulmadım.

 

Ben tam konuşup kim olduğu onu ilgilendirmeyeceğini söyleyeceğim anda, direk meraklı melahat olan Serra damdan düşer gibi cevapladı soruyu. Bir kere de kendisini ilgilendirmeyen bir konuya karışmsa olmaz! İlla içi rahat etmeyecek burnunu sokmasa çünkü yerinde duramaz ki atlamasa konuya!

 

"Buradaki bir hizmetçiyle." diye Serra kınayarak konuştu. Ben anında ona bakışlarımı dikip ona nefretle bakınca bunu umursamadı ve keyifle olduğu yerde olan biteni izlemeye başladı. Bir gün elimde kalacak haberi yok. Gelişine bir tane ağzına elimin tersiyle çakmak istiyorum ama bu isteğimi uzun zamandır baskılıyorum. Ne zaman faaliyete girer bilemiyorum? Bakışlarımın Serra 'dan çekilmesini sağlayan neden çaprazımda oturan adamın konuşması oldu. Hemen ona çevrildi bakışlarım.

 

"Bir Varis sıradan bir hizmetçi ile mi evlenecek! Görülmüş şey değil? Nasıl buna ihtimal veriyorsunuz ki. Bundan Kral Hermes' in haberi var mı peki? " diyince anında öfkem artık daha fazla dayanamadı ve gün yüzüne çıktı. Hah bir bu adamın küçümseyişini dinleyeceğim. Başlayacağım şimdi sınıf ayrımına artık! Yetti nereye gitsem bu kıyaslama var. Sanki o kral soyundan geliyor? Paşama bakın hele!

 

"Yani?" dedim sorar gibi. Sonra tekrar konuştum. "Bu neden bu kadar abartıldı? Sanıyorum ki anneniz de bir hizmetçiydi." diye son kelimemi bastırarak cevapladım. Amacım küçümsemek değildi sadece bir şeyin farkında olmasını istedim. Anında bunu duyunca yüzü kızardı. Ne diyeceğini ilk an bilemedi. Bir müddet diyecek kelime aradı. Sonra saçma sapan bir ayrıma girdi.

 

"Aynı şey değil." diyince karşımdaki riyakar adam dayanamadım daha fazla. Hah aynı şey. Sadece işine geleni söylüyor. İşine geleni inkar ediyor. Sabrım daha fazla kalmadığı için onun sözlerini karşılık konuştum.

 

"Aynı şey! Bir kere aynı meslek aynı örnek. Babanız da bir Varisti.

Anneniz de Mera gibi kulede bir çalışan değil miydi? Yanlış mıyım yoksa? " diyerek konuştum anlamasını umarak ama hiç dediklerime haklılık vermedi ve inkar edercesine sessiz kalmaya devam etti. İşine gelince dut yemiş bülbül olmayı nasıl biliyordu ama! Sözlerime devam edeceğim an konuşan Tarsis Kralını duyunca konuşamadım. Ve onun ne diyeceğini beklemeye koyuldum. Umarım Mera 'yı incitecek bir şey yapmazdı.

 

"Kiran benim için çok değerli. Ve onu üzmek istemem. Bizim aksimize Kiran için Mera 'nın yaptığı iş onun için bir rahatsızlık doğurmuyor. Ve eğer oğlum onunla bir hayatı paylaşmak isterse buna bir itirazım olmaz.''diyince Tarsis Kralı anında dediklerini ilk idrak etmeye başladım.

 

Nasıl yani itiraz etmemiş ve tarafsız bir şekilde olaya el mi atmıştı? İnanılacak gibi değil! Sonra hemen sandalyeyi geriye ittim ve Tarsis Kralı' nın yanında duran Kiran 'a baktım. Benim gibi oda olayın şokunu yaşıyordu. Hemen ona seslendim kısık sesle. Bana baktıktan sonra Kiran' la aynı anda sol elimizi birbirimize doğru uzatıp Tarsis Kralının sandalyesinden geriye doğru Kiran 'la sessiz bir çak yaptık. Benim yaşadığım mutluluğun mislini yaşıyor haldeydi. Ne yazık ki Mera burada değildi. Burada olup bunları duymasını isterdim. Neysek ki biz ona söylerdik buradan çıkar çıkmaz.

 

Sonra sandalyeyi öne çekip karşımda olduğu yerde moraran adama kötü kötü bakışlar atıp tebessümle baktım. Benim tavrımı görünce bakışlarını benden çekti. Hah doğru bir davranış. Sonuçta haksızdı ve bunu kabullenmek zorundaydı. İstediği olmadığı için hemen başka bir konu açmış ve Turul beyle onu konuştu. Bense yanımda duran Tarsis Kralına baktım.

 

Benim bakışlarımı yok sayıp oda Ahlas beyle konuşmaya başlayınca heyecanla yerimde durmadım ve bizimkilere zihin bağından dışarı çıkalım diyerek olduğumuz yerden kalkıp yemekhaneyi terk ettik.

 

Ah neyse ki bugün güzel bir gelişme olmuştu. Hep beraber yemekhaneden çıkarak üst katta duran dersliklerden birine geçip orada zaman geçirmeye karar vermiştik.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷ ✵⃝⃟⃠ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Kiran, Victoria, Dennis ve Varisler dersliklere geçince bende hemen Mera 'nın yanına gidip ona bu olaydan bahsetmek istedim. Mutfağa gittiğimde onun kulede olmadığını söyledi kızlar biraz rahatsız olduğu için izin isteyip dinlemek için evine geçmişti.

 

Durumunu sorduğumda biraz yorgun olduğu için dinlenmesi gerektiğini söyleyince kızlar hemen oradan ayrılmıştım. Şimdi rahatsızlık vermek istemediğim için akşama doğru onun yanına gidecektim. Şimdi uyuyorsa uyandırmak istemiyordum. Bizimkilerin yanına döndüğümde onları az önceki olayı konuştuğuna şahit oldum.

 

Hemen Victoria 'nın yanındaki yere oturup onları dinledim.

 

"Adam bildiğin eşya alır gibi bir tavırla Kiran' ı kızına almaya çalışıyordu. Emira devreye girince nasılda küplere bindi ama çaktırmamaya çalıştı." diyince Enfal anında bu sözleri işiten Kiran hemen sakin bir sesle konuştu.

 

"Bu olayı bir kere daha yaşadım. Bir. Kralda babamla güçlerini birleştirmek ve bu evlilik üzerinden bazı topraklar üzerinde hak sahibi olmak adına bunun gibi bir teklifle gelmişti ama babam onay vermeyince konu kapanmıştı. Şimdiyse Emira zaten o anda benim diyeceğimi her şeyi o an Krala söyledi . Babamda ondan sonra konuya son noktayı koydu. Eğer babam kabul etseydi benim tavrımı anında görmüş olacaktı. Çünkü bu tür evliliği onaylamayacağımı biliyor. Mera 'ya olan hislerimden de haberdar olduğu için zorlamaya getirmek istemedi ve net bir şekilde reddetti. Yoksa aramızın bozulacağını biliyordu. Her türlü zaten olamayacak bir işi uzatmanın bir anlamı yok. "diye uzun bir açıklama yapınca hepinizin bu konuda olan tüm açık olan kapıları tamamen kapandı.

 

Çünkü hepimiz bazı konularda bunun nereye varacağını bilmiyorduk. Tarsis Kralı bu ilişkiyi ya kabullenecekti ya da oğluyla arasına büyük bir mesafe mi koyacaktı? Bunu Kiran 'ın söylediklerini işittikten sonra Tarsis Kralının sadece saygı duymakla yetineceğini anlamış olduk.

 

"İçini ferah tut Kiran yakın bir zamanda baban da Mera' yı kabullendiği gibi onu gelini olarak görecek." diyince Victoria bunun umuduna tutundu Kiran. Hepimiz ikisinin mutlu olmasını istiyorduk.

 

"Hadi artık bu konuyu kapatalım zaten Tarsis Kralı artık çizgisini belli etmiş gerisi Kiran ve Mera 'nın sevgisini Kral Hermes' e kabul ettirmesine kalmış halde." dedim ve Kiran 'ın daha fazla bu konudaki endişeli halini biraz da olsun dağıtmak istedim.

 

"O halde eğlenceli bir şey yapalım?" diyince Dehri sıkılmış olduğunu ve bu can sıkıntısından kurtulmak istediğini belli eden ses tonuyla konuşunca aklıma bir şey gelmişti o an.

 

"Çok basit bir oyun ama eğlenceli olacağını düşünüyorum. Doğruluk ve cesaretlik oynayalım mı? Hem biraz içerisinde büyü de olunca çok güzel ve eğlenceli olacak. Hem kuralları yıkmayacağız hemde eğlenmiş olacağız. "diye konuştuğum anda ilk anda bu önerimi düşünüp öyle karar vermek istediler. Zaten Victoria anında heyecanla başını salladı.

 

" Tamam ben oynarım. "dedi Dehri.

 

" Bende oynarım. "dedi hemen ardından Enfal.

 

" Bende varım. "dedi Nehar ve Kavi aynı anda.

 

" Oynayalım bakalım "dedi Dennis bir müddet sonra.

 

Bakışlarım Kiran 'a bakınca kararsız olduğunu gördüm ama bizi kırmamak için onaylayınca hemen olduğum yerden bizimkilerle beraber toplantı odasına geçiş yaptık.

 

Hepsi bir anda mekan değişikliğini beklemediği için bocaladılar.

 

"Eee sınıf ortamı uygun değildi. En iyisi toplantı odası. Masa geniş olduğu için rahatça oynayabiliriz." dedim ve hemen masanın ortasında bir şişe belirdi. Hemen ardından da 24 tane karışık yiyeceklerden oluşmuş acılı, tatlı ve ekşili içecekler belirdi. Bunlar ceza yöntemi için kullanılacaktı.

 

" Şimdi oyun basit şişeyi çevirip soruyu soran ve cevaplayanı bulduktan sonra oyun başlıyor. Doğruluk ve cesareti seçecek eğer ikisini de yapmak istemezse ortada olan bir içeceği içecek. Hile yapmak yok. Yalan hiç yok. Doğru cevabı verin." dedim ve hemen masanın etrafında olanlara kısaca baktım. Hepsi dediklerimi duyduktan sonra ortada olan içeceklere baktılar.

 

"Herkes tamamsa başlıyoruz. İlk etap doğruluk etabı olsun diğer etapta yani ikinci tur başladığı anda herkes cesaretini seçecek. Kaytarmaca yok! " dedim yüksek sesle. Hepsi evet anlamında başını sallayınca memnun olduğum için tebessüm ettim. Sonra konuşmama devam ettim. "İlk kim başlamak ister?" diye soru yöneltir yöneltmez hemen masanın etrafında olanları izledim.

 

İlk adımı kim atacak diye beklediğimde ilk adımı atan Kavi oldu.

 

"Peki Kavi sen soruyu soracak kişiyi bulacaksın. Şimdi şişeyi çevir ve bakalım kime soruyu soracaksın?" dedim ve Kavi 'nin şişeyi çevirmesini bekledim. Kavi hemen olduğu yerde şişeye uzandı ve şişeyi parmaklarıyla kavrar kavramaz şişeyi çevirmeye başladı. Şişe döndü döndü ve sonunda durunca diğer ucu Victoria' yı gösterecek şekilde durunca hemen diğerleri şişeden çektiği bakışları Victoria 'ya çevirdi. Kavi doğrulduğu yerden sandalyeye tekrar oturduğu gibi hemen Victoria' ya bakarak sorusunu sordu.

 

"En büyük sırrın ne?" diyince Kavi hemen bakışlarımı Victoria 'ya çevirdim. Victoria hemen soruyu cevaplamadı bir müddet kararsız bir şekilde cevap verip vermemek arasında gidip geldi ve bakışları ileride olan içeceklere kaydı ama sonra cevap vermeyi tercih etti.

 

" Koruyucu olduğum ilk zamanlarda bir hata yaptım. Ama çok kötü bir hata değil bilmeyerek olmuştu. Yanlış anladığım bir olay yüzünden birinin hayatı benim yüzümden sonlandırıldı ve ben hala bunun ıstırabını yaşıyorum. Ve yaşamaya devam edeceğim." diyince üzgün ve acılı bir sesle hepimiz hiç bir şey diyemedik o an.

 

" Dediğin gibi bilmeyerek yaptın sonucun bu olacağını nereden bilebilirdin ki? "diyerek Kavi onun hatalı olmadığını ve bunun için artık kendini daha çok kahretmemenin bir faydası olmayacağını açıkça söyledi.

 

" Katılıyorum. Hepimiz hatalar yapıyoruz ve bazen sonu büyük olaylara çıkan yanlış adımlar atıyoruz. Evet hatalıyız. Ama kasıtlı olarak yaptığımız bir şey olmuyor o an." dedim ve bu konuda onu yargılamayacağımızı belli ettim.

 

"Kızım sen yine bir kişiyi ipe götürdün ben onca yaptığım hata yüzünden kimleri kimleri götürdüm. Ama şunun farkındayım bunun pişmanlığını yaşıyorum ve bundan ders çıkartıp daha doğru kararlar almaya çalışıyorum. Senin de böyle yaptığından eminim." dedi Dehri. Hepimiz onunda bu konuda büyük bir vicdan azabı çektiğini ama belli etmemeye çalıştığını anladık.

 

" Tamam hadi sıradaki kişi kim bakalım çevir şişeyi Victoria. "der demez Victoria hemen komutaya uyup şişeyi çevirdi.

 

Şişe döndü döndü ve sonunda Victoria ve Enfal arasında durdu. Soruyu soran Victoria cevaplayan Enfal olacaktı. Victoria kısa bir süre düşündü soracağı soruyu.

 

" En utanç anın nedir? "diyince hepimiz Enfal ne diyecek diye bekledik.

 

" En utanç anım babamın beni kuzenimle aynı odada basmasıydı. "der demez anında pis zampara dedim. Enfal ise bu sözüme karşılık alaylı bir gülümsemeyle baktı.

 

" Kızım bakir olduğumu düşünmüş olamazsın. "diyince önümde duran boş kağıdı buruşturup ona doğru sertçe fırlattım. Birde utanmadan konuşuyor!

 

" Bana sakın yaşının çok küçük olduğunu söyleme? "diye sorunca Nehar onun bu sorusuna Enfal iğrenç iğrenç gülerek cevap verdi.

 

" İlk arenaya çıktıktan sonra o gece içerisinde olmuştu. "diyince hepsi aynı anda yok artık dedi.

 

Ben tabi buradaki çoğu şeye yabancı olduğum için olayı tam anlamadım.

 

" Kaç yaşındaydın ki? "dedim korka korka. Hemen bana doğru yönünü çevirdi ve ona attığım kağıdı açıp cevap verdi.

 

" Yani çok küçüktüm. Sanırım daha o zamanlar 14 yaşındaydım ilk arenaya çıkınca. "diyince gözlerim kocaman büyüdü. Sormaya çekindiğim için büyük bir zorlamayla diğer sorumu sordum.

 

" Peki kuzenin kaç yaşındaydı? "der demez onun yerine Dehri cevap verdi.

 

" Bunun bir kuzeni vardı. Ve o epey bir büyüktü yaşı o zamanlarda. 60 olmalıydı. "diyince kusmamak için çabaladım.

 

" Sen nasıl anneannen yaşında bir kadınla ilişki yaşarsın aklım almıyor? "diyince Enfal hemen cevap verdi.

 

" Ama şu var ki o zamanlarda 20 yaşında duruyordu neredeyse. Bizler yaşlarımıza göre çok küçük duruyoruz biliyor olmalısındır. Yani görünüşü yaşını göstermiyordu. "diyince daha fazla bu konuda konuşmak istemedim.

 

" Tamam konuyu kapatın. Sıra kimdeyse o çevirsin. "dedim ve gözlerimi kapatıp bunu biraz sineye çekmek için çabaladım. Yani bir açıdan Ahrar 'da benden yaşlarca büyüktü ama o kadar küçük yaşta bunu yapması benim açımdan çok yanlıştı.

 

Enfal şişeyi çevirince şişe döndü döndü ve şişenin ucu Dennis' te durunca Enfal gözlerini kısıp ona bakarak sorusunu sordu.

 

"İlk aşkın kimdi?" diye sorunca anında Dennis hiç duraksamadan cevap verdi.

 

"Kulede çalışmakta olan bir kadının kızıydı. Sonra zaten büyünce ona karşı hislerim yavaşça azaldı. Zaten oda kulede çalışan bir kahyayla evlendi." diyince Dennis sesinde hiçbir duygu kırıntısı olmadan.

 

Sonra Dennis şişeye uzandı ve şişeyi çevirdi. Şişenin ucu bende durdu. Hepsi pür dikkat bana baktı.

 

" Evet söyle prenses senin en acı dolu anın neydi? "diyince Dennis anında tozlu perdeler aralandı ve acı kendini gösterdi.

 

Yaşanmışlıkların izleri bir duman gibi zihnime yayıldı ve onu gün ışığına çıkardı. Ben ise o anda nefes almayı bile bıraktım. Nasıl cevap vereceğimi düşündüm sesime yansımasına izin vermeden acının izlerinin. Çünkü zihnim eğer yanlış bir cümle kurarsa domino taşları gibi devrilecek ve ben kontrolü kaybedecektim. Gözlerime yansımasına izin vermedim acının, onu bastırdım. Onu yıkıp normal bir şey söyleyecek bir tavırla konuşmak için çabaladım.

 

Sonra kendimde konuşma gücünü bulunca konuştum.

 

"Yıllar önce kardeşimi kaybettim." dedim kısaca. Ama o kadar kısa sürmemişti o anlar. O acı o kısa anda bende hükmünü geçirmemişti. Zorlamıştı. Kanatmıştı. Acı dolu çığlıklarımın arasında bendeki hükmünü ilan etmişti. Zihnimi kendine bir esir yapma girişiminde her şeyimi almıştı. Duyguları... Hisleri... Mutluluğu... Anıları... Sevgiyi... Ve umudu.

 

Peki ben onca şeye rağmen hala onun ilk günkü gibi hissederken onun varlığı beni o günkü gibi bırakmış değildi. Beni değiştirmişti. Beni hissiz, güvensiz bir insana çevirmişti.

 

Ben hala düşünürken yaşadığım onca şeyleri, onlar benim bu kadar soğuk kanlı bir halde verdiğim cevabı sorguluyordu. Çünkü bendeki hissizliğe bir anlam vermemiştiler. Vermezdiler de çünkü bende bir süre sonra neden veya nasıl bu hale gelebildiğimi anlamış değildim. Anlam veremeyecektim de.

 

Ben sessiz bir şekilde düşüncelere kapılmışken Victoria anında bu melankolik havayı dağıtmak için şişeyi çevirmemi isteyince hemen masaya doğru yavaşça eğilip parmaklarım yardımıyla şişeyi çevirdim. Şişe dönmesini bitirirken Kiran 'a çevrili halde durdu.

 

Bakışlarımı Kiran' çevirdim ve sorumu sordum.

 

"Vazgeçilmez dediğin şey nedir senin için?" diyince Kiran hemen hiç tereddüt bile etmeden cevabı verdi.

 

"Sevdiklerim." diye kısa bir cümle kurdu.

 

Anladım dercesine başımı sallayarak geriye doğru çekildim. Sonra Kiran şişeye uzandı ve bu sefer o şişeyi çevirmeye başladı.

 

Şişe dönmeyi bitirdikten sonra Kiran ve Dehri arasında durduğunda Kiran biraz düşündü. Ne sorması gerektiğini anlamak için. Soracağı soruyu bulunca konuştu.

 

" Yapmaktan en nefret ettiğin şey nedir?" diye sorunca Kiran merak ettiği sorunun cevabını bekleye dururken Dehri geriye doğru yaslandı ve cevap verdi.

 

"Birine sarılmaktan nefret ederim." diyince bu cevabı kimse beklemediği için şaşırdılar.

 

Bana çok anlamlı bir cümleyi hatırlatmıştı oysaki.

 

"Ne demiştik sarılmak yok sarılırsak kaybederiz. "

 

Bu cümle zihnimde devrilip durdu. Çünkü bu cümleyi söyledikten sonra onu kaybettim. Sevgili küçük kardeşimi. Ve benim için unutulmayacak bir cümleydi. Bazı cümlelerin bazı kelimelerin izleri vardır ki sen bununla yaşarsın. Anımsar onu hayatta tutarsın.

 

Ben zihnimde olan savaş meydanında savaşırken Dehri 'nin verdiği cevabı sorguladı Victoria.

 

"Neden peki?" diyince hemen kısık sesle konuştum.

 

"İz." dedim derinden gelen acı dolu bir sesle . Ruhumun o an sıkıştığını hissettim. Bir pençe tarafından sıkıca kapana kıstırılıp acı çekip, can havliyle mücadele ettiğini. Sesim ne kadar acılı olsada tınısında bir soğukluk vardı. Üşüyen anıların yansıyışıydı. Onun varlığına duyduğum özlemin sesimdeki iziydi. "Bir izi olmalı ki onda rahatsızlık hissi oluşturur hale gelmiş." diyerek açıklamamı yapıp onlara çevirdim bakışlarımı.

 

Bir anda ruh değişimim onlar arasında mesafeler açmama sebep olduğu için temkinli bir şekilde yaklaşıyorlardı bana. Bu hallerini görünce daha önce yaptığım ve hiç yabancılık çekmediğim hale büründüm. Maskemi takıp onlara hiçbir şeyim yokmuş gibi davranıp oyuna geri döndüm. Ama zihnim çoktan mücadelesini sonlandırmıştı.

 

Dehri cevabını verdikten sonra şişeyi bu sefer o çevirdi. Ve şişenin ucu Nehar 'ı gösterince Dehri bu melankolik havayı dağıtmak için uğraştı ve başardıda.

 

" Yaptığın en büyük salaklık neydi?" diye sorduğunda Nehar küfredercesine baktı ona.

 

Kesin bildiği bir şeydi ondan onu sormuştu.

 

"Var." dedi dişlerinin arasından. Zar zor Dehri 'ye yumruk atmamak için duruyordu. "Ve sen bunu bildiğin için soruyorsun!" diye aksi bir sesle konuştu. Sonra bakışları önüne çevrildi. "Sarhoştum..." zar zor söylemeye çalışırken. "Ve o gün tabi büyük bir kutlama vardı. En yakın arkadaşımın düğüne katılmıştım." dedi ve söylemek için büyük uğraş verirken. "Sonra bilmiyorum nasıl oldu ama sabah arkadaşımın karısının yanında uyanırken buldum kendimi. Ve onun hemen ardından nasıl odayı terk edip kimseye görünmeden kendi kuleme gittiğimi bilmiyorum. Sevindiğim tek yanı bunu kimse öğrenmedi. Karısının yanlışlıkla biriyle beraber olduğunu arkadaşım anladı ama onun ben olduğumu anlamadı. Sonra zaten unutuldu gitti. "diye hala bunun olmasından büyük rahatsızlık duyarken.

 

" Peki bunu Dehri nereden biliyor ki? "diye sorunca Nehar 'a hemen cevap veren Dehri oldu.

 

" Çünkü ne tesadüftür ki o gün erken uyanacağım tuttu ve onu odadan çıkarken gördüm."diye gevşek gevşek konuşunca Dehri bu haline sinirle baktı Nehar.

 

" Zaten o da bana denk geldi. Ve bunu koz olarak kullandı her daim bana karşı. Nelerle tehdit etmedi bunun için. "dedi o günleri hatırlayıp tekrar duyulmayacak bir sesle küfrederken.

 

Bizlerse onların bu haline sesli bir şekilde güldük.

 

" Yani şaşırmadım. Dehri bunu bilecek ve çıkarı için kullanmayacak. Görsem bile inanmam. "diyerek Dehri 'nin kendini överek ayağa kalkıp çok doğru bir şey yapmış gibi iki eliyle kendini gösterip yaptığı şeyden övünürcesine ayakta dikilmesine sebep oldum.

 

" Şerefsiz birde mutlu oluyor denilene karşı! "diye kınadı onu Dennis.

 

Dehri ise oralı hiç olmadı. Sonra yerine geçip oturdu. Nehar ise bozulmuş surat ifadesiyle ona bakmaya devam etti.

 

" Tamam geçti gitti. Bir daha Dehri bunun için Nehar 'ı tehdit ederseniz senin hakkında bildiğim şeyi söylerim Nehar' a bir asır bu sefer sen onun tehdidiyle uğraşır durursun ona göre!" diye açık açık tehdit edince Dehri bozulan yüz ifadesiyle bana bakıp istemeye istemeye kabul etti. Nehar bu duruma sadece derin bir nefes alıp vererek karşıladı. Eh rahatladı artık.

 

" Peki o halde birinci tur bitti. Ve bizler hiç tereddüt etmeden birbirlerimize açık olup yalan dolana başvurmadan soruları cevapladık. Birbirimize bu denli güveniyor olmamız güzel bir şey. Bunu hiçbir zaman bozmayalım. Ve elimizden geldiğince birbirimize hep destek olup zor zamanlarda bir arada olmayı başaralım. "dedim ve bu güzel arkadaşlığın varlığına minnet ettim.

 

Ondan sonra içecekleri tam ortaya doğru yaklaştırıp ikinci etap için hazırlıklara başladık. Bu biraz daha atraksiyonlu geçecekti. Çünkü eminim ki hepimiz uçuk kaçık şeyler isteyecektik birbirimizden. Tek temennim büyük bir olay çıkarmamaktı. Ama konu bizsek bu uzak bir ihtimal olarak geliyordu.

 

Umarım bu sefer de ceza alamayız yoksa bu gidişle ceza bağımlılık yapacaktı bizde ve bir bağımlı olup gidecektik. Sonumuz hiç hayırlı gözükmüyordu. Biz bir araya gelince genelde hep bir olay çıkarmadan durmayız bu sefer korkuyorum kuleyi yıkacak bir girişimde bulunmamak çünkü sefer bizi yargılama heyetinin elinden ne Tarsis kralı kurtarırdı ne de Lord Yelit. Zindanda yaşayıp giderdik bu gidişle. Karanlık tek bildiğimiz şey olup giderdi.

 

Elimden geldiğince olay çıkmasını engelleyip sessizce bu oyunu bitirmek olacaktı. Bekleyip göreceğiz.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷ ✵⃝⃟⃠ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Son etaba geçmiştik ve şimdi şişeyi ilk Dennis çevirecek ve ilk oynayanı belirleyecekti. Şişeye uzandı ve Dehri şişeyi hızla çevirdi. Şişe dönmeyi bıraktığı anda şişenin ucu Kiran 'da durdu.

 

"Hım en küçük veliahdımız ilk başlayan olacak. O halde senden şunu yapmanı istiyorum babanın yanına git ve şu an Mera' yla evleneceğini söyle bizde seni izleyeceğiz." dediği anda Kiran kararsızca bana baktı. Yapacağım bir şey yoktu oyunun kuralına göre oynamak zorundayız istesekte istemesekte.

 

" Pekala. "dedi ve oturduğu yerden kalkıp toplantı odasının kapısına doğru ilerledi. Bizlerde hemen onu takip etmek için yerlerimizden kalkıp onun ardından çıktık. Çıkmadan hemen önce şişeyi de yanımda getirmeyi unutmadım.

 

Biz Kiran 'ı takip ederken o arka bahçeye çıkan koridora saparak ilerlemeye devam etti. Kiran arka bahçeye çıktığında hemen hızla ilerleyince adımlarımı hızlandırdım ve diğerleri gibi onun söyleyeceği anı ve Tarsis Kralının duyduğu anda vereceği tepkiyi izlemek için neredeyse koşar adımlarla ilerledim. Bizler bahçeye çıktığımız gibi hemen çift kanatlı kapının önünde durmuş olacakları izlemeye koyulurken Kiran çoktan babasının yanına varmış ve onu bir köşeye çoktan çekip konuşmuştu.

 

"Olay çıkmasa bari." diyince Dehri hepimiz merak içinde ne olacak diye bekledik.

 

"Çıkmasa şaşarım asıl. Sonuçta adamın hiç tasnif etmediği bir konu hakkında bilgi aldığını hepimiz biliyoruz. Normal karşılayacak değil ya!" dedim gözlerimi kısmış ikisininde hal ve hareketlerini izlerken.

 

Tarsis Kralı ilk an Kiran 'ın dedikleri dinlerken sakindi sonra birden anında yüzüne şaşkınlık yerleşti ve bakışları bunun şuan söylenme sebebini arayınca gözleri bizim olduğumuz yere çevrildiği anda birkaç saniye bizi izledi ve sonra arkasına dönüp eski yerine geçince Kiran' da olduğu yerden ayırılıp bizim olduğunuz yöne doğru ilerledi.

 

Yanımıza geldiği gibi Victoria anında konuştu.

 

"Ne dedi?" diye merakla sorunca Kiran çok normal bir şey anlatıyor gibi anlatmaya başladı.

 

"İlk başta Dehri 'nin istediği şeyi söylememi beklemiyordu ama sonra nedense sizin olduğunuz tarafa baktıktan sonra bana dikkatli ol dedi. Ve yanımdan çekip gitti. "diye saf saf konuşunca anında anladım.

 

" Bence anladı oyun amacıyla bunu söylediğini adam sonuçta oğlunu tanıyor Kiran 'ın pat diye böyle bir şey söylemeyeceğini de bildiğinden bunun bizim zorlamamızla olduğunu anlamış olmalı. "dedim ve sırtımı yasladığım yerden çekip hemen koridora doğru ilerledim. Benim ardımdan onlarda içeri girince hemen koridorda yere oturunca bana şaşkın şaşkın baktılar.

 

" Ne yapıyorsun? "diye sorunca Victoria sakince cevapladım onu.

 

" Her an gidemeyiz ya toplantı odasına."dedim omuzlarımı dikleştirip bozulmuş saçlarımı omzumun gerisine atıp sırtımı soğuk duvara yaslayıp konuşmama devam ettim. " Onun için burada yapalım ve istenen neyse kolayca ulaşılmasını sağlarız. Malum hepimiz birbirimizi zorlayacak şeyleri isteyeceğimiz kesin." diye açıklama yapar yapamaz hepsi aniden yere oturunca şaşırdım.

 

"Makul bence." dedi Dehri.

 

Elimde olan şişeyi hemen ortamıza bıraktım ve Kiran 'ın döndürmesini bekledik. Kiran usulca uzandı ve şişeyi çevirdi. Şişenin ucu Kavi' de durduğu anda Kiran ne yaptırmalı diye düşünürken Dehri olduğu yerde duramadı ve onun kulağına eğilip bir şey söyledi.

 

"Kavi senden hoşlandığın kıza açılmanı istiyorum." diyince aniden Kavi 'ye baktım. Kimden hoşlanıyordu?

 

"Benim neden haberim yok!" diye yakınınca Victoria bende hemen Kavi' ye kötü kötü bakmaya başladım.

 

"Evet yani biz niye bilmiyoruz. Aranızı yapmak için Victoria 'yla yardımcı olurduk." diyince Enfal araya girdi.

 

"Ve daha kız öğrenmeden tüm kule öğrenmiş olurdu." diye alaylı bir ifadeyle konuşunca gözlerimi devirdim bu haline.

 

"Sadece hoşlanıyorum. Zaten kimseye söylemek gibi bir düşüncem yoktu. Dehri nasıl anladı bilmiyorum." diyerek sesindeki hüznü belli etti. Sanırım hoşlandığı kızın ona karşı bir şey hissetmediğini biliyor olmalıydı ya da bir ilişkisi vardı. Ve Dehri 'nin bilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi.

 

"Dehri kurnaz tilki zaten anlamasa şaşardım." diye kınarcasına konuşunca Victoria Dehri sanki bir övgü almış gibi gerine gerine gerildi.

 

"İçeceği içmek istiyorum. Cezayı tercih ediyorum." diyince Kavi hepimiz karşı gelmedik. Hemen içeceklerin burada olmasını sağladım ve Kavi içeceği içti. Sanırım aşırı acı olan şalgam ve acı biberin suyuyla karışık olan acılı içeceği içmişti. Çünkü içer içmez gözleri acıdan sulandı. Sonunda bardağın tümünü içtikten sonra derin bir nefes alıp verdi. Ağzındaki acı mıydı en çok can yakan yoksa sevgisine alamadığı karşılığın vermiş olduğu acı mı? Bunu bilemedim o an.

 

"Peki o halde Kavi çevir ve oyun devam etsin." diyince Dennis hemen Kavi onu dinledi az önce yaşadığı şeyleri yaşamamış sayarak.

 

Şişenin ucu Victoria 'da durunca Kavi masum masum ona baktı. Çünkü ne diyeceğini bilemedi. Eh bu konuda bir desteğe ihtiyacı olduğunu düşündüğü için Dehri olaya el atıp ona da soracağı soru konusunda yardımcı oldu.

 

"Hadi ama hain Dehri olaya el atmasın acımasızca oynuyor." diye kızınca Victoria onun bu haline güdü Dehri.

 

"Kızım aranızda oyunu kuralına göre oynayan bir tek ben varım. Yardımcı oluyoruz burada yoksa oyun sizin yüzünüzden sıkıcı olacak." diyince Victoria yardım istercesine bana bakınca olmaz dercesine kaşlarımı yukarı kaldırdım.

 

"Victoria hemen gidip Su krallığında olan Kitana 'ya onu ne kadar çok sevdiğini söyleyip onu öpüyorsun." diyince anında kahkaha attım. Dehri fenaydı. O kızdan Victoria' nın hoşlanmadığını bildiği için bunu yapmasını istedi.

 

"Dehri bunun yanına kalacağını düşünüyorsan çok yanılıyorsun. Bunun intikamını almak bana borç oldu." dedi Victoria ve oturduğu yerden kalkıp o kızı bulmak için tam dışarı çıkacağı anda o kız koridorun başında göründü. Buna kahkaha attı o anda Dehri.

 

Victoria hemen Dehri 'nin gülme sebebini öğrenmek için gözlerini onun baktığı yere çevirince hemen o kızı koridorun başında görünce sinirli adımlarla yanımızdan ayrıldı ve kıza doğru ilerledi. Kızın yanına yaklaşınca kıza uzun uzun baktı. Onun için çok zor olduğunu biliyorum ama yapmak zorunda eğer ceza hakkını kullansa diğer etapta belki de daha hain bir şeyle karşı karşıya olabilirdi.

 

Son kez Dehri 'ye baktı. Yakın olduğu için yüz ifadesini net bir şekilde görebiliyorduk. Birazdan Dehri' yi öldürecek gibi bakıyor. Zihninde onun için hain planlar kuruyordu. Sonra başını yanında ona şaşkın şaşkın bakan kıza çevirdiğinde istenileni söyledi. nefretin sesindeki hükmüyle konuştu. Sesi o kadar tiz çıkıyordu ki koridorda yankılanıp duruyordu.

 

"Kitana sana bir şey söylemek istiyorum." dedi zar zor bir araya getirdiği cümleyle. Sonra derin bir nefes aldığını gördüm. Bu cümleyi gözleri açıkken ona bakarak söylemeyeceğine kanaat getirmiş olmalı ki gözlerini kapattı ve öyle söylemeyi tercih etti. "Ben seni çok seviyorum. Anlatamam bu sevgiyi. Seni her gördüğümde aklımda dönüp dolaşıp duran senaryoları bir bilsen aklın şaşar." dedi daha fazla konuşmaya tahammül edemeyerek ve hemen onun yanından uzaklaşıp bize doğru ilerledi. Yanıma gelir gelmez yere çöküp oturdu ve saf nefretle baktı Dehri 'ye.

 

Dehri ise hiç oralı olmadı ve ona baktı bu halinden keyif aldığını göstermekten çekinmeyerek.

 

Victoria yanımıza geldikten sonra kız yanımızdan şaşkınlığa geçip gitmiş. Victoria hiç kıza bakmadan olduğu yerde Dehri 'ye bakışlarını dikip durmuştu. Sonra şişeyi çevirmesi için uyarı yapınca sinirle şişeye uzanmış ve hıncını şişeden alırcasına sertçe şişeyi etrafında daire oluşturmasını sağlayacak şekilde çevirmişti. Şişe hızla etrafında dönmeye başlamıştı. Sırasıyla hepimizi es geçmeye çalışarak dönmüş dönmüş ve sonundaysa şişenin ucu Nehar 'ı göstererek olduğu yerde dönmeyi kesmişti.

 

Victoria hemen sonrasında sırtını benim gibi duvara yaslamış ve sanki şu an Nehar onun avıymış gibi baştan aşağı onu incelemeye başlamıştı. Yandan görebildiğim kadarıyla sinirini çıkarmak istiyordu ve kurban olarak Nehar önüne düşünce bunu değerlendirmek istemişti.

 

"Nehar sertçe bir yumruk atmanı istiyorum Dehri 'ye. Hemde hemen." dediğinde bu dediği şeyi hiçbirimiz beklemediği için kısa bir bocalama yaşamıştık.

 

En çokta Dehri. Ben olduğum yerde tutulmuş gibi hala olanı idrak etmeye çalışırken Nehar daha ben idrak edemeden bir anda sağına dönüp yanında duran Dehri 'ye sert bir yumruk atınca sanki o acıyı ben çekmişim gibi yüzümde acının izleri belirmişti. Yüz hatlarım kasılmış ve elim ağzıma gitmişti o an hala bunun etkisinde kalarak. Dehri' yse bir anda yüzünde Nehar 'ın yumruğunun patlamasıyla geriye doğru sertçe sırt üstü düşmüştü. Düştüğü yerden doğrulmasını Kiran sağlamış ve Dehri yanağını tutarak Nehar' a yoğun bir öfkeyle bakmıştı.

 

"Şerefsiz piç ne yaptığını sanıyorsun!" demiş aniden parmakları yumruğun atıldığı yere değince aniden orasının sızlamasıyla hemen acı dolu bir inilti eşliğinde parmaklarını çekmiş ve acıdan yüzü kasılmış bir halde yediği yumruğun acısının geçmesini beklemişti.

 

" Oğlum ne yapayım Victoria istedi bende yaptım. Asıl Victoria 'ya kız kızacaksan!" diye aksi bir sesle konuştu o an Nehar. Ve Dehri' nin yavaştan kızaran yanağına bakıp gözlerini kıstı.

 

"Biraz sert olmuş olabilir ama elimden geldiğince sert bir yumruk atmamak için uğraştım." dedi Nehar tekrar ama Dehri ona inanmamış gibi bakıp bakışlarını Victoria 'ya çevirdi.

 

"Kızım ben senin yaptığın şeyi mi yaptım da yumruk attırıyorsun. Nasıl bir intikamdır bu?" dedi dişleri arasından acı çeke çeke.

 

"Yaptığın şeyin bendeki acısı buydu. Ve karşılığında bende sana yumruk atılmasını istedim ve inanır mısın içim çok rahatladı şimdi. Hıncımı aldım." dedi büyük bir keyifle. Az önce olanları unutmuş gibi.

 

Bizler hiç iyi değildik. Ve sanki bu oyun hiç iyi bir yere gitmiyordu. Erkenden bırakmalı mıydık acaba?

 

" Bence oyunu bırakalım. Bu daha çok acı çektirmeye doğru gidiyor. Eğlencesi bitmeye başladı." dediğinde Kiran hemfikir olup destekledim onu.

 

"Hayır Emira oyun daha yeni başlıyor." diye büyük bir hırsla konuşunca Dehri aldığım nefes boğazıma takıldı. Kendi belamı kendim yaratmıştım.

 

"Bence de oyuna devam edelim. Şişeyi çevir Nehar." diye emir verircesine konuşunca Victoria hemen Nehar şişeyi çevirdi.

 

Ve bu sefer ki kurban Dennis oldu. Nehar hiç zaman kaybetmeden hemen konuşmuştu.

 

"Gidip Renas hocaya dersleri ne kadar kötü anlattığını söylemeni istiyorum." diyince neden Ahrar diye sormak istedim ama susmayı tercih edip Dennis ne diyecek diye bekledim. Ve Dennis hiç cevap vermeden önünde duran içeceği aldığı gibi kafasına dikti. Hadi ama Ahrar bu kadar korkutucu muydu?

 

Dennis içtiği şeyi çıkarmamak için büyük uğraş verdi. Acaba ne içmişti çünkü yüz ifadesi şimdiden midesinin bulandığını belli ediyordu.

 

" Bende gidecek sandım. "diye umudu kırılmış bir şekilde konuştu Enfal. Dennis daha fazla dayanamadı ve hemen olduğu yerden kalkıp koşar adımlarla zemin katta olan lavaboya doğru ilerledi.

 

" Bardağın içinde ne vardı kızım? Bizi öldürmek mi istiyorsun? "diyince Dehri bilmiyorum dercesine bakınca esefle beni kınadı ve önünde duran bardaklara baktı sanki ölümünün sebebi olacak bir şeye bakarcasına. Sonunda Dennis gelince iyi olup olmadığını sorunca şimdilik iyi olduğunu ama sonrası için emin olamayacağını söyledi.

 

En fazla hepimiz bu geceyi kulede olan revirde geçirecektik yani ne diyeyim. Dennis biraz toparlayıp kendine gelince oynamaya devam ettik. Ve Dennis şişeye uzandı ve sertçe çevirdi. Şişe döndü döndü ve sonunda şişe beni gösterecek şekilde durunca Dehri oh diyip olduğu yerde bana baktı.

Adam bildiğin benim çıkmam için vakit kolluyormuş.

 

"Ah prenses sana ne yaptırsam acaba. Malum senin çok sevmediğin kişilerle dolu bir kuledeyiz. Birkaç saniye düşünmem için bana zaman tanı." diye konuşunca Dennis anında olduğum yerde gerilemeye başladım. Ne isteyecekti kim bilir benden bu!

"Hemen git ve Turul beye sarıl ve ona övgüler diz!"diyince ne diye çığlık attım.

 

" Başka bir şey iste! "hayatta o ihtiyar adama sarılıp ona övgüler dizmem! Ah şu an sinir oldum. Başka bir şey isteyemez miydi? O adam bir de ona sarılıp onu övdüğümü görse bunu bin sene başıma katıp her yerde söylerdi.

Önümde duran içeceklere bir baktım birde bana iğrenç iğrenç bakan Dennis ve Dehri 'ye. Hah of ne yapacağım! Ama bu bana hakaret ya! O adamdan gram haz etmiyorum birde ona mı sarılacağım!

 

"Hayır ben önümde zehir olsa onu içerim ama Turul neye gidip sarılıp birde ona övgü dizmem. Sarılsam bile hakaret içerikli övgüler dizlerdim. Ve bunu yapmak ister miyim? Cevap veriyorum hayır!" dedim ve önümde duran kırmızı renkte olan içeceği alıp kafama dikip içtim.

 

İçecek aşırı tatlıydı. Rahat rahat içip boş bardağı yere bıraktım.

 

" Kız ölüme bile koşarak gider yeter ki Turul beyle yolları kesişmesin diye! Bu ne nefret kızım? "diyince Dehri hiç onu takmadım ve hala üzerimde etkisi devam eden sinirle Dennis 'e baktım.

" Bence son duanı et çünkü eğer ben şişeyi çevirdiğimde sana denk gelirde senden bir şey isteyecek olursam inan ki elimden kurtulman imkansız. "dedim kararlı bir şekilde. Ona yönelik olan bu kararlılığım onun gözünü korkuttu. Kendisi etmişti ve kendisi bulacaktı belasını benden.

 

Ve şişeye uzanıp şişeyi çevirdiğim anda şişe döndü döndü ve Enfal üzerinde durdu. Harelerim o an büyük bir parıltıyla parladı. Hadi şimdi Dennis elimden kurtulabilirse kurtulsun!

Büyük bir keyifle ona bakarak konuştum Enfal 'e hitaben.

 

" Dennis az önce büyük bir çarpıntı yaşadı kendisine gelmesi için bir suyla onu kendine getir. Ve Su fırtınan sert bir darbeyle onu kendine getirsin." diyince Dennis zalime bakarcasına baktı bana. Bana acımazsa ben ona hiç acımam.

 

"Siz kadınlar ne fenasınız. İntikamınız bile başka oluyor. Sizden korkulur ya? Düşman bile sizden daha insaflı olur. Siz intikamınızı almakla ilgileniyorsunuz gerisi sizi ilgilendirmiyor. Bir dahakine daha dikkatli olacağım siz konusunda. Yoksa sonum ne olur bilmiyorum. Kendimi de düşenmem lazım onu anladım. "dedi Dehri bu yaşadığı olayın onda yarattığı deneyimle. Eh isabet olurdu.

 

Ben Enfal 'den yapması gerektiğini söyleyince Enfal bir ordu komutanından aldığı emri yerine getirmesi gerektiği ciddiyetle hemen olduğu yerde ondan istediğim şeyi yapmak için avuçlarını karşılıklı hale getirdi ve parmaklarını kıpırdatarak önce bir damla su oluşturdu. Sonra o damla büyüdü ve tanecikler haline geldi ve bir avuç su havada süzülmeye başladı. Sonra birden Enfal o avuç suyun genişlemesini sağladı ve bir kova su olduğu yerde yönlendirilerek havada süzülmeye devam etti.

 

Ve Enfal suyun hacmini büyüttü büyüttü. Ve bizim hepimizin yerde oluşturduğu hacim kadar bir genişliğe erişti.

 

"Enfal yapacaksan yap artık şunu bir türlü yapamadın ve ben geriliyorum." dedi Victoria hepimizin hislerine tercüman olarak. Çünkü nedense içim şu an hiç rahat değildi.

 

"Tamam merak etmeyin size herhangi bir şey olmayacak. Birazdan su sadece Dennis 'le buluşacak." dediği anda birden Enfal' in yanında duran Nehar oturduğu yerde kalkıp uzaklaşacağı anda dengesini koruyamadı ve Enfal 'in üzerine düştü.

 

O anda gözlerimle korkuyla kapattım. Bunu beklemiyordum... Islanmaktan nefret ederdim. Ben o saniye içinde olacakları beklerken. Victoria yüksek bir çığlık atmıştı .Dehri ve Enfal ağza alınmayacak küfürler söylemişti ve Kiran ve Kavi kaderine razı olmuştular.

 

Yukarıda havada süzülen suyun kontrolünü Enfal yitirince su aniden olduğu yerden sertçe bizim üzerimize düştü. Su üzerime boca olduğunda sudan çıkmış balığa dönmüştüm. Gözlerimi elimin tersiyle silip araladığımda sırılsıklam bir haldeydim. İki kolumu sertçe silkerek olduğum yerde Nehar 'a öfkeyle baktım. Hepsi onun yüzünden olmuştu.

 

"Nehar seni öldüreceğim. Ölümün benim elimden olacak!" diye avazı çıktığı kadar yüksek sesle konuştu Victoria.

 

Nehar olduğu yerde ıslanmış bir şekilde bize baktı. Sanki hiç suçlu değilmiş gibi oda sinirle Enfal 'e baktı. Suçlu o iken neden Enfal' e kızıyordu ki!

 

" Oğlum ne yaptın sen! Mahvolduk ya! " dedi Dehri.

 

Hemen yerden kalkıp ıslak zemin üzerinde kaymamak için duvara tutunarak olduğum yerde dikilip bizimkilerin olduğu yerden doğrulamasını bekledim. Üzerimde yapış yapış duran kıyafetlerime baktım içim acırcasına.

 

"Sizinle oyunun sonu bile iyi bitmiyor ki!" dedim yakına yakına.

 

"Tamam sakin olun. Ben hallederim." diyince Kavi hiç inanasım gelmediğinden yanımda olan Victoria 'ya bakıp onunda üzgün üzgün hem kendine hemde bizim halimize bakıp üzüldüğünü görünce derin bir iç çektim. Zaten su buz gibiydi şimdiden üşümeye başlamıştım. Ben üşürken Kavi hemen bir rüzgar oluşturmuştu. Esen rüzgar üşümemi daha çok sağlayınca bunun doğru olmadığını anladım.

 

"Şimdi de üşüyorum!" diye sinirle konuşunca Dehri bu sefer elleriyle bir ateş topu oluşturdu ve bize doğru ilerledi.

 

Yanımıza yaklaşınca ateşin ısısı vücuduma sızdı. İyi gelmişti ama böyle ısınmak istemiyordum. En iyisi olaya ben el atayım anında gözlerim kapandı ve ilk iş ıslak kıyafetlerden kurtulmayı sağladım. Sonra üşüyen bedenlerimizin çaresine bakmak için aniden açmış olduğum portaldan ön bahçeye geçiş yaptık. Biz bahçeye geçiş yaptığımızda birkaç kişi bize bakmıştı ama onları görmezden gelip diğer işime odaklandım.

 

"Dehri söndür şu ateşi. En iyisi biraz güneş altında duralım." dedim ve yere oturup ısınmaya çalıştım.

 

Diğerleri de hemen bana katıldı. Arkamızdan ıslanan koridorun ve yerdeki bardaklarında icabına bakmıştım. Ah sorunsuz bir şekilde sonlanmaz mı hiçbir işimiz! Diğerleri de yere oturduktan sonra karşılıklı daire oluşturmuş ve hiç konuşmadan ısınmayı bekliyorduk. Yeni yeni tenim ısınıyordu. Ceza vereyim derken cezaya dahil oldum! Ne güzel! Gözlerimi hemen tam karşımda duran Enfal ve Nehar 'a çevirdim. İki beceriksiz yüzünden yaşadığımız şeye de bakın! Onlara bakışlarımı dikmiş olduğumu fark ettikleri anda hemen benden kaçırdılar bakışlarını. İsabet oldu birde hiç suçlu değilmiş gibi tavır alsınlar da göreyim!

 

"Gerçekten olanlara inanamıyorum ya bir kere de sorunsuzca bir gündemimiz olsun ya bir kere de! İlla bir şey olacak. Acaba evren bir arada olmamamız gerektiğini mi söylüyor? Yoksa bizler onca kişinin ahını aldığımız için mi beladan uzak duramıyoruz?" dedim hala olanların etkisinden çıkamayarak.

 

"Orasını bilemem ama bu şapşallar yanımızda oldukça hiçbir işimiz sorunsuz sonlanmaz!" dedi dişleri arasından konuşarak Victoria. Sonra hala nemli duran saçlarını omzunun gerisine itip onların da güneş altında kurumasını bekledi.

 

Benim saçlarım hala hafif ıslak haldeydi. Kulaklarımın ardına sıkıştırmış ve saçlarımın önüme gelmesine engel olarak, omzumun arkasında güneşe dönük halde olan sırtımın üzerinde kurumasını umuyorum.

 

"Sende suçlusun Emira. Eğer böyle bir şey istemeseydin hiçbirimiz bu hale gelemeyecektik." diye beni suçlu bulduğu anda Dehri 'ye tam yanı başımda duran küçük taşı alıp ona doğru sertçe attım. Attığım taş anlına çarpıp yere düştü. Dehri acıyan alnını ovalamaya başladı. Oh olsun içim rahatladı.

 

" Gün geçtikçe bunlar daha çok zalim olup içlerinde olan acımasız tarafı ortaya çıkarıyor farkında mısınız beyler?" diye konuşunca hepsi onu onaylayınca diğerine sinirle bakıp bu hallerini kızgınlıkla izledim. Acımasız tarafımız daha ortaya çıkmadı bence çıkmalarını istemezlerde. Bu halimize dua etsinler.

 

" Kes sesini Dehri! Biraz daha konuşursan seni yeni yeni fark ettiğin acımasız tarafımla ortadan kaldırırım o zaman böyle konuşur musun bilemem?" diye konuşunca Victoria, onların suskun hale geçmiş hallerine büyük bir keyifle izledim. İkimizi çıldırtmasınlar yoksa onların belası oluruz.

 

" İki kişi olduğunuz halde 6 'mız hala sizinle baş edemiyoruz. İyi ki sayınız az yoksa sizin elinizden çekeceğimiz var." dediğinde Dennis onun susmasını isteyen Victoria benim Dehri' ye yaptığımın aynısını Dennis 'e yapınca diğerleri Dennis ve Dehri' yi uyardı ve sessiz olmaları gerektiğini söyledi. Eh bir zahmet edip susup sinirimizin geçmesini beklesinler.

 

Sonunda artık tamamen hepimiz sakinleşince sessizliğimize son verip normal halimize döndük.

 

"Bence biz birbirimize bulaşmayalım sonu hiç iyi olmuyor hiçbirimiz açısından." dediğinde Kavi sadece susarak yanımda duran Victoria 'ya baktım. Yani aslında bir yanda doğru birbirimize çok kötü patlıyoruz ama ne yapalım. Birbirinizi o kadar iyi tanıyoruz ki en uç noktamızı bildiğimiz için oradan vuruyoruz birbirimizi.

 

" Tamam hepimiz fazla gerildik. Zaten hepimiz ne kadar birbirimize kızsakta birbirimize değer veriyoruz. İnsan en çok sevdiğiyle uğraşır zaten." dedim ve konunun daha fazla uzamasının saçma olacağını açıkça belirttim.

"Siz biraz fazla uğraşıyorsunuz." diye içinden içinden konuştu Dehri ama sesi bize ulaşınca Victoria 'yla aynı anda Dehri diye ikazda bulununca sustum dercesine baktı.

 

Sonra günün değerlendirmesini yaptığımızda biraz aşırı yükselmiş olduğumuza kanaat getirdik. Sinirler biraz fazla gerilince bir tık fazla öfkeli olmuş olabiliriz. Normal bence. Pekte üzerine düşmemek lazım.

 

Biraz daha bahçede konuşup sohbet ettikten hemen sonra zaten herkes kuleye geçti, biraz dinlenmek için odalarımıza çekildik. Akşam yemeğine kadar biraz dinlemek hakkımızdı. Odama gelir gelmez kendimi yatağa atıp uykunun beni ele geçirmesini sağladım. Bir nebze uyku beni kendime getirecek şu an tek şeydi.

 

Gözlerimi günün yorgunluğuyla usulca kapandı. Ve zihnim kendi barikatlarını inşa etti.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷ 𓆩𖤍𓆪ꪾ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Bir masalın içerisindeyim. Günlerim bir arayışı sonlandırmakla geçiyor. Karlı yollarda ilerliyordum. Önümdeki engeller ulaşmamı engelliyordu. Karanlığın içinde bir yola ulaşma arzusu içerisinde yaşadığım her zorluğu her şeye rağmen aşmak istiyorum. Bir soluğun son saliseleri gibi zamanı kolluyordum. Bir kan misali damarlarda süzülerek bir döngüsel aşama içerisindeydim. Bitiş ve başlangıç noktasına nereden varıldığını öğrenemediğim için labirent içerisinde ilerlercesine aynı rotayı takip ediyor gibi hissediyorum.

 

Kırık bir his gibi yollarım.

Paslı bir çivi gibi düşüncelerim.

Ruhu kayıp bir diyar gibi hislerim.

 

Bir yıkımla var olan her mücadele sonunda amacına ulaşmak için verdiği o karardaki anıyım. Bir ölümün son sözcükleriyim. Bir şiirin son mısraları. Bir hayatın ilk anlarıyım. Bir sevginin ilk sözcüğü. Bir ihanetin ilk fiiliyim.

 

Yalanın gölgesi. Doğrunun gün ışığıydım. Ben zıt kutupların yansımasıydım. Ruhu acı içerisinde can çekişir haldeyken bile savaşmaktan kaçınmayan. Ölüme açılacak olan kapıları zorlayabilendim. Terk edilişin verdiği acıdan beslenen. Acıyı ihtiyaç olarak görmekten başka çaresi olmayanlardandım.

 

Ben aslında bir nedenim iyi yada kötü tarafında var olmak için mücadele verenim.

 

Uykumdan uyandığım anda aç olmadığıma karar verince kendimi çiçek arazisinde bulmuştum. Her yer zifiri karanlıktı. Peki bana neden aydınlık geliyordu düşüncelerimdeki karanlığın yanında? Neden ben hep kendimi bir melankolik havasında daim hissedip her şeyin karanlığını görüyor ve ona yöneliş sağlıyordum?

 

Bir ölümün insanda uyandırdığı ve sonsuza dek sürecek bir yas mıydı benim yaşadığım bu durum? Düşününce akıl erdiremiyorum. Benim değişimim benim için bu dünyada ne var etti?

 

Hisleri sildim hayatımdan. Zamanla...

Sevgiyi hissedemez oldum. Zamanla...

Her an tüm çıkamazları kabullenir oldum. Zamanla... Dünyaya başka açıdan baktım. Zamanla...

 

Kırıldım... Zamanla...

Yıkıldım... Zamanla...

Parçalandım... Zamanla...

Dağıldım... Yok ola ola.

 

Kırıldığım çok nokta var. Ama sonra hepsinin bir anlamı olduğunu anlayınca tamam diyorum. Bunun olması gerekti ve oldu. Ama şunu anlayamıyorum; her şey siliniyor...

 

Sevgiler, anılar ,yaşamlar, duygular, günler, hisler, düşünceler...

Peki duygular içerisinde yerini koruyan nefret neden varlığını korumaya devam ediyor? Nasıl başarabiliyor zihinde varlığını korumayı? Çünkü ben hala nefretimi ilk gün ki gibi taze olduğunu biliyorum. Ve öyle de olacağını benimle sonsuza kadar birlikte olacağını. Bunun benden alınmasını istiyor muyum?

 

Bir verecek cevabım yok aslında. Veremiyorum. Çünkü üzerine hiç düşünmedim. Bu hiç zihnimde gündeme gelmedi. Sadece bir düşünceden ibaretti. Bir düşünüş...

 

Rüzgar esiyor ve ben gözlerim kapalı bir şekilde hissediyorum, şu anın gerçek olup olmadığını. Ve sonra diyorum ki evet buradayım . Ve hissediyorum. Her şeyi tüm varlığıyla. Tüm çıplaklığıyla. Gözlerimi usulca açıp başımı sağa doğru çevirdim. Ve sol yanağımı kollarımla sarmaladığım dizlerime yerleştirdim. Sonra baktım kuleye. Şu an içerisi aydınlıktı. Çalışanlar tüm meşaleleri yakmıştı. Gündüz kule kasvetli olmasına rağmen şu an içerisinde sesler vardı. Yaşam vardı. Gündüz kasveti kucaklarken şu an sesi kucaklıyor yaşamı arz ediyordu.

 

Kulede yaşamın olduğunu geceleri anlıyorum. Gündüzleri sessiz ve sakin. Sanki terk edilmiş gibi. Ama geceleri sanki ev sahipleri evine geri geliyor havasında. Rüzgar usulca esip geçti. Etraftaki tek ses rüzgarın sesiydi. Ve benim soluklarımın.

 

Uzun zamandır çığlık ata ata bağırıp çağıra çağıra ağlamak istiyorum. İçimde plan o birikmişliği yok etmek istiyorum ama olmuyor. Tek bir damla gözyaşı dökemiyorum. Belki de ağlamayı unuttum. Söz verdiğimden. Sahi unuttum mu? Diyecek bir şey yok. Hissizim her şeye. Kendime en çokta.

 

Birine ihtiyacım varmış gibi hissediyorum ama neden bunu birinin yanında olunca istemiyorum ve kendimi geriye çekip yaşadıklarımı birine anlatmaktan kaçınıyorum? Sebebi ne? Benim korkularım mı yoksa ona olan güvenmeyişim mi? Belki ikisi de değil. Belki ikisi de.

 

"Burada tek başına ne yapıyorsun Emira?"diyen bir ses duyunca aniden ne ara kapalı olduğunu bilmediğim gözlerimi açıp bana seslenen kişiye baktım. Dehliz tam karşımda duruyordu. Neden gelmişti? Ve ben neden artık o bir anda gelince korkmuyordum?

 

" Bilmiyorum. "dedim sadece yorgunca. Dehliz hemen yanımdaki boşluğa geçip oturdu. Ondaki tek renk beyaz ve siyahken bendeki renkler tamamıyla siyahtı.

 

" İyi olamadığın kesin. Seni ne zamandır gözlemliyorum ve canın ne zaman sıkkınsa kendini hep yalnız kalacağın bir yere götürüp orada derin düşüncelere boğulup mücadele veriyorsun." dedi bariton bir sesle. Bu sefer kendine ait sesi kullanmıştı ama herhangi bir duygu izi yoktu sesinde. Gerçek bedeninde olmasını isterdim.

 

" Ben aslında uzun zamandır iyi değilim."dedim uzun yıllanmış bir yorgunluğun varlığıyla." Bu yeni bir şey değil aslında. Ama kendimden konuşmak istemiyorum. Sen bir şeyler söyle. Seni dinlemek istiyorum. Ne anlatırsan anlat. Dinleyeceğim. Konuşmamı istemezsen hiç konuşmam ve bir kelime bile etmem. Ama düşüncelerimi duymak istersen anlattığın şeye bir düşüncemi dile getirmek isterim. "dedim ne diyeceğini merak ederek. Ben hayır demesini anlatırken o bana özlemini anlatmaya başladı.

 

Yezra...

 

İlk aşkı ve son aşkı. Hayatının varlığını anlatmaya başladı.

 

"Uzun bir zaman oldu ve ben hala onu özlüyorum. Bazen eski anılara yolculuk yapıyorum özlemim dinsin diye ama o daha çok özlemimi arttırıyor çünkü biliyorum ki yok sadece zihnimde,anılarımda ve kalbimde var. Onu hissediyorum ama dokunamıyorum. Gülümsemesini görüyorum ama duyamıyorum.

Ben onu zihnimde var ederken yanımda var edemiyorum. Ona olan özlemim çok büyük ve ben bu özlemin beni ne zaman yok edeceğini bekliyorum. Ölmek istiyorum ama yapamıyorum. "dedi sesi güç bela çıkarken.

 

Canı yanıyor ama onu yakmıyordu. Yok olmak istiyor ama olamıyordu. Bu hisler çok tanıdıktı. Elimi usulca kaldırıp onun dizi üzerinde duran elinin üzerine koydum ama elim bir suya dalar gibi onun elini içerisine geçti. Dehliz bakışlarını bana çevirdi hissettiği şeyle.

 

" Biliyor musun Dehliz sizin aşkınızın yarım kalmasına her şeyden belki daha çok üzülüyorum. Çünkü bunu hak etmemiştiniz. İkiniz de." dedim sesimdeki bunun olmasının bende uyandırdığı hüzünle. Her şeyden çok büyük bir istekle onların yaşamlarının baştan ama böyle devam etmeyen bir şekilde devam etmesini çok isterim." Ama dayan, yüreğin ait olduğu yere ulaşacak ben bunu hissediyorum. Ona ulaşacaksın. Olamazsa bunun için sana yardımcı olurum." dedim samimi bir sesle.

 

Sadece baktı ve sol elini benim elimin üzerine koymaya çalıştı. Bu sefer onun eli benim elimin içerisinden geçince bu duruma güldüm. Gülüşümün nedeni bu hali tuhaf bulamamdan dolayı değildi. Bu halin bana çok tatlı gelmesinden dolayıydı. Dehliz bunu hissetmiş gibi tekrardan elini elimin üzerine koydu ama içinden geçti.

 

"Seni tanımak benim için bir onur Dehliz. Hayatın yollarımı senile buluşturması benim için güzel bir rastlantı. Seni tanımak güzel. Varlığın bana iyi hissettiriyor." diyince Dehliz de gitmeden önce şunları söyledi.

 

"Seni tanımak güzel Prenses Emira. Seni tanımak güzel..."

 

Dehliz gittikten sonra bende biraz daha durduktan sonra odama geçtim açtığım portaldan.

 

Odama geçtikten sonra uyuduğumdan dolayı sabahlayıp geceyi gündüz edecektim. Odada bulunan şöminenin önünde duran sandalyeye doğru ilerleyip daha önce Lord Yelit 'in bana vermiş olduğu kitapları okumak istedim. Bu kitapları vermişse demektir ki içindeki bilgiler benim için önemli olmalı. Önce Ruh Kapanı adlı kitabı açıp içinde yazanları incelemeye başladım.

 

Kitapta ilk bununla ilgili en tehlikeli yapılmış büyüleri ele almıştı. Birkaç kişi buna yeltenmiş ve bunun sonucunda başına gelenleri ele almıştı. Sayfayı çevirdiğim anda şu sözler yazılıydı sayfada.

 

"Ruhun gücü hapsedilip yönlendirebilir. Ruhun varlığı izin verdiği kadar o güce hükmedebilir ya da o hükmü kendine bir araç olarak kullanabilirsiniz."

 

Diğer sayfaya bakınca orada da şu kelimeler yazıyordu.

 

"Sözcüklerin ihaneti gerçeğin yansımasıdır. Gücün kontrolü evreni şekillendirendir. Bir ruhun doğasında olan gücü ele geçirmek bir lanetin başlangıcıdır. O lanet seni yok edebilir. O seni yok etmeden lanetten kurtul. Yoksa o lanet senin yönlendiren olmaya başlar. "

 

Ve altında el bilgi olarak şu yazıyordu.

 

" Rüzgara yön vermek kolaydır. Peki rüzgarı güç için kullanmak o senin içerisinde olduğun iradene bağlıdır. Ya kolayı tercih eder ilerlersin ya da zoru tercih ederek yörüngeni sen belirlersin. Seçim vereceğin kararda."

 

Cümleyi okumayı bitirdikten sonra diğer sayfaya geçtiğimde Ruh kapanı için yapılan büyü sözleri vardı. Yazıları okuyamadığım için diğer sayfaya gözlerimi çevirdim. Çünkü bu sözler herkesin kolayca okuyacağı bir dilde yazılmamıştı. Kolyem sayesinde buradaki dili konuşabiliyordum yazabiliyordum ama şu an bu kitapta yazanı nedense okuyamadım. Diğer sayfalardaysa anlam vermediğim birden çok resim, işaretler ve okuyamadığım harflerle yazılmış kısa sözcükler bulunuyordu. Son sayfaya geçince orada bu kısa bilgi geçiyordu.

 

"Ruh Kapanında hapsolmuş ruh acı çekmekte. Huzur ondan uzakta. Onu özgürlüğü vermek için onu Ruh Kapanında saklı tutandan kurtul. Yoksa ebediyen acıya maruz kalacak taki sonsuza kadar yok olana kadar."

 

Diyen sözleri okuduktan sonra kitabın sonuna gelmiş ve kapağı kapatmıştım. Bir rüya anında Esila Ruh Kapanından bahsetmişti. Peki Lord Yelit bunun için mi bu kitabı vermişti? Esila bu sayede mi gücünü sabit tutarken benimle iletişime geçecek gücü bulabiliyordu? Ve belki de ruhu onlardan güç aldığı için hala hayatta olabilirdi.

 

Hala tam anlamıyla neden herkes Esila 'nın varlığından haberdar değildi? Kendini bu kadar uzun zaman hayatta tutabilmesi ve onların anlamamasının bir nedeni olmalıydı. Bir amacı vardı ki onun için hala kendini kimseye varlığını hissettirmemişti. Amacı kolyeyi almaktı. Bu kolaydı ama sadece ilk amacı buydu. Başka bir şey için bu bir ilk adımdı. İlk adım kolyeyi ele geçirmek olmalıydı. Diğer adımda yıllardır hedefi olan şey olmalı. Peki bu neydi? Kolyeyi alıp neyi amaçlıyordu? Ne yapacaktı aldıktan sonra?

 

Bunu öğrenmem lazımdı. Bunun için bir şey yapmam lazım ama ne? Kime danışmam lazım? Lord Yelit mi? Tarsis kralımı? Ya da aklımda olan kişi mi?

Yarın onun yanına gitmeliyim. Belki de bu konuda ona danışmam daha doğru olur. Odada daha fazla durmak istemediğim için kendimi odanın dışına atmıştım. Sessizce koridorda ilerleyip kimseye rahatsızlık vermeden ilerlemeye başladım. Arka bahçeye çıkıp biraz salıncakta zaman geçirmek istiyordum. Belki de içimde varlığını sürdüren o huzursuzluğu alıp yok ederdi benden. Odamın olduğu koridordan yemekhanenin olduğu koridora yöneldim.

 

Sessiz adımlarla ilerliyordum. Koridor meşalelerle aydınlatıldığı halde loş bir ortama sahipti. Yemekhanenin önünden geçip ilerleyeceğim anda birden yemekhane kapısı açıldı ve bir el beni içeri çekti. Ben korkudan çığlık atacağım anda bir el ağzıma kapandı.

O an korkudan bir hamle bile yapamadan içeride buldum kendimi. Sırtım yemekhane kapısına yaslı bir halde beni çeken kişiyle kapı arasında sıkışıp kalmıştım.

 

Sesli alıp verdiğim soluklarım ağzıma kapalı olan kişinin tenine ateş kıvılcımları gibi delip geçiyordu. Sonunda ona bakmak aklıma gelmişti sıyrıldığım korkunun pençesinden çıkar çıkmaz.

 

Bakışlarım beni içeri çeken kişiye çevrildiğinde nerede olursam olayım sadece o hareleri görsem bile tanıyacağım lacivert harelerle kesişti. Sonra ona has kokusu beni sarmaladı. Ahrar tam karşımda durmuş bana bakıyordu. Onun olduğunu anlayınca rahat bir nefes verip elini çekmesini bekledim. Sonunda çektiği anda ona kızgınlığın ve şaşkınlığın aynı anda hüküm sürdüğü ifadeyle baktım.

 

"Ne yapıyorsun sen? Aklım çıktı. Öyle mi içeri çekilir? Neye uğradığımı anlayamadım!" diye üst üste konuşup onun konuşmasına izin vermedim. Ahrar ise bana doğru eğilmiş aramızdaki sıfır mesafeyle beni izliyordu.

 

"Sadece konuşmak istedim. Bu o kadar korkacağını bilemedim. Tetikte olacağını düşündüm ama sanırım yanıldım." dediğinde tok erkeksi sesiyle sadece iki elimle omuzlarına dokunup onu biraz ittim. Ahrar karşı koymadan biraz geriye doğru çekildi. Derin bir nefesi soluyup sakinleşmek için kendime zaman tanıdım.

 

" Makul zamanlarda konuşmaya çalışsan. Ya da haber versen ve ben öyle gelsem nasıl olur?" diye yarı alayla konuşunca Ahrar bu sinirli halime bıyık altından güldü.

 

Yüzünü tırmalamak istiyorum ceza olsun diye. Ahrar ben olduğum yerde dururken birden sağ iri geniş eli elime uzandı ve sağ elime uzanıp beni çekiştirmeye başladı.

 

" Ne yapıyorsun?" ye sorsam da cevabımı alamadım. Ahrar 'ın arkasından çekiştirilerek yemekhanenin ön tarafına doğru ilerledik. Tam pencerenin önüne gelince dururken gözlerim pencerenin önünde duran iki sandalyeye çevrildi.

Ahrar elimi bıraktığı gibi sandalyeye doğru ilerledi. Bende olduğum yerde onu sessizce takip ettim. Ahrar sol tarafta duran sandalyeye oturunca bende sağ tarafta olana oturdum. Sandalyeler karşı karşıya gelecek şekilde koyulmuştular.

 

"Seni görmek istediğim için burasını uygun gördüm. Büyük ve geniş olduğu için sesimiz dışarıya ulaşmaz. Zaten sen onun için önlem alırsın. Uyuduğunu düşündüm ama sonradan odandan çıktığını duyar duymaz odamdan buraya geldim ve burada birlikte güzel bir an geçirebiliriz diye düşündüm. "dediğinde sadece lacivert harelerine baktım.

 

" Kızgın mısın o gün yemeğine uyku ilacı koyduğum için?"dediğimde başını hayır dercesine salladı.

 

" Nasıl kızgın olabilirim ki? Hem en sevdiğim yemeği yiyebilme fırsatım oldu hemde uzun zamandır ihtiyacım olan uykuyu alabildim. Yani kızgın değilim soracak olursan . "diyince rahatladım çünkü benim yüzümden herhangi bir sıkıntı yaşamasını istemedim. Amacım iyi yönde olsa da belki de görevi için bir sıkıntı çekmiş olabilme ihtimali vardı.

 

" Peki bunu demen içimi rahatlattı. "dedim geriye doğru yaslanarak. Ahrar 'sa bana doğru eğildi ve iki elimi iri ellerinin arasına alıp lacivert hareleriyle bana baktı. Görürcesine zihnimde olan biteni.

 

Belki de bana uzun gelecek bir zaman içinde sadece birbirimizi seyrettik. Ruhumuzu hissetmek isteyen bir ısrarla. Çünkü ikimizde ne kadar birbirimizi tanıdığımızı sansakta hala tam olarak kendimizi birbirimize açmış değildik. Bunu ikimizde hissediyorduk. Ahrar benden bir şeyler gizliyordu. Bense sadece geçmişimi tam olarak ona açmış değildim. Ben sadece bunun için tam olarak hazır değildim. Peki Ahrar 'da mı hazır değildi yoksa bunu saklamaya devam mı edecekti?

 

Uzun sessizliği bozan Ahrar olmuştu. Yavaşça eğilip avuçlarımın tersine usulca dudaklarını yerleştirmiş ve küçük bir buse koymuştu. Bu halini görünce içimden bir şeyler kopup gitmişti. Ahrar 'ın dudakları çektikten sonra sandalyeyi biraz bana doğru çekip aramızdaki mesafeyi sonlandırdı. Ve sonra Ahrar bana doğru yaklaşıp bu sefer iki elini yanaklarıma yerleştirdi ve usulca anlımı öptü.

 

Ahrar geriye doğru çekildi ve iç çekerek bana baktı.

 

"Neden bu kadar güzelsin." dedi sorarken ama sanki bana değil de kendine soruyor gibiydi. "Zihnim seninle dolup taştı Emira. İyi ki buraya gelip varlığını varlığımla tanıştırdın." dedi bu onun için bir mucize gibiymiş gibi. Sadece tebessüm ettim.

 

"Teveccühünüz Ahrar hoca." dediğimde şımarık bir edayla. Bu halime kısık sesle kahkaha attı. Sonra burnuma küçük bir fiske atıp geriye doğru çekildi. Neden kalbim bu kadar huzurla dolup taştı.

 

Onun bu tavrına karşılık yüzümü buruşturup ona yandan bir bakış attım. Bu tavrıma sadece başını iki yana ben seninle ne yapabilirim dercesine salladı.

"Huysuz küçük bir kız çocuğu gibisin." diyince öylemi dercesine bakıp kollarımı göğsümde kavuşturup, dediği şeye surat asarak karşılık verdim.

 

"Beğenmezsen beğenme!" dedim aksi dolu bir sesle. Söylediğim cümleden sonra Ahrar sadece bana şefkatle bakıp sanki o an varlığımın gerçek olup olmadığını kontrol etti. Sanki şu an gerçek değilmişte o bir rüya içerisine tıkılıp kalmış gibiydi. Ve bunun gerçek olup olmadığını sorguluyordu.

 

"Buradayım. Buradayız." dedim ikna olmasını isteyen bir sesle. Gözlerini usulca kapatıp onayladı.

Sonra bakışları benden uzaklaştı. Ve sağ eli giydiği ceketin iç cebine ulaştı. Parmakları orada olan bir şeyi kurcaladı ve sonra parmakları o şeyi bulunca yüzüne yansıyan memnuniyetle o şeyi çıkarıp aldı. Tam avuçları arasında göremediğim bir şeyi alıp bana doğru uzattı. Kapalı duran avuçlarını açıp avuçlarının içinde duran şeyi bana sundu. Dikkatli bakınca onun bir bileklik olduğunu gördüm.

 

"Bu bir kum tanesi bileklik ..." dedi sakin bir sesle. "Bu bilekliği takmanı istiyorum. Ne zaman takmak istersen tak. Ama tak... Sadece bir gün onu senin bilekliğinde görmek istiyorum. Bunu almanı ve benim için takmak isteyeceğin günü sabırsızlıkla bekliyorum." dediğinde tam gözlerimin içine derin derin baktı ve ne diyeceğimi bekledi sabırla.

 

Ben Ahrar 'dan çektiğim bakışlarımı tekrar bilekliğe çevirdim. Küçük iki cam haznede siyah ve beyaz kumlar vardı. Yavaşça bilekliğe uzandım ve parmaklarımla tutup avuçlarından çıkarıp aldım. Sonra yavaşça sağa doğru cam hazneyi kaldırınca siyah kum taneleri beyaz kum tanelerine doğru akarken siyah renkten beyaz renge dönüşlerini izledim. Ve bu hareketi diğer haznede uygulayınca oradaki duran beyaz kum taneleri siyah kum tanelerinin olduğu bölmeye akınca rengi beyazdan siyaha dönüşüyordu. Bakışlarım Ahrar 'a çevrildi şaşkınlıkla.

 

"Bu muhteşem bir hediye teşekkür ederim. Bu anlamlı hediyen benim için çok kıymetli." diyince Ahrar teşekkür etme dedi kısık sesle.

 

"Hazne iki tarafı simgeliyor. Aydınlığı ve karanlığı... Bu ikimizi temsil ediyor Emira. Karanlık taraf olan benim aydınlık taraf olan sen. Ben sensiz var olamazsam karanlıkta aydınlık olamadan var olamaz. İkisi olmadan dünya tam olmaz. Biz ikimiz olmasak varlığımız bir bütün olmaz. Ben senle bütünken sende benle bütünsün. İkimiz de bir araya gelince bir bütün hale geliyoruz. İkimizden biri yoksa diğerimizin bir anlamı yok. Karanlık yoksa aydınlıkta var olmaz. "diye açıklama yapınca sadece evet dedim. Kabullendim çünkü dediklerini. Bizim bir olmamız ikimizin de yan yana olmasıyla gerçekleşirdi.

 

Ve bir bütün olabilmek için yan yana olmamız lazım.

 

Ruhum onunla var olduğunu hissediyordu. Bu adam benim buz tutmuş sevgi hislerimi hayata döndürüyordu.

 

"Ahrar..." dedim büyük bir ihtiyaçla. "Varlığının gölgesi yanımdan eksik olmasın. Ne zaman kafamı çevirsem seni görebiliyor olayım olur mu?" diye sorduğumda Ahrar ilk an dediklerimi duyunca kıpırdamadan herhangi bir şey demedi. Sonra usulca başını salladı. Sonra yerinden doğruldu.

 

"Geç oldu hadi odana gidip güzel bir uyku çek. Sabah seni kahvaltıda göreyim." dedi Ahrar sesindeki duygu değişimiyle birlikte. Ani değişen bu halini yadırgadım . Birden ne değişti ki?

 

"Tamam." der demez Ahrar aniden olduğu yerden odasına geçiş yaptı büyü gücüyle. Bense bir anda ne olduğuna anlam vermediğimden öylece durdum olduğum yerde.

 

Sonra bende yemekhaneden çıkmadan odama geçiş yaptım. Bir anda olan bu şey tüm moralimi bozmuştu. Odama geçip üzerimi değiştirip yatağa geçtim.

 

Sabahın ilk ışıklarıyla beraber kuleden ayrılmış ve istediğim bilgileri öğreneceğim yere gelmiştim.

 

Yanına geldiğimde neden burada olduğumu sormuştu onun ardından öğrenmek istediğim şeyleri söyleyince beni evine davet etmişti. Pek misafirperver olduğu söylenemez ama bu seferlik az da olsa nazik davranmaya çalışıp sorduğum soruları cevaplamıştı. İlk başta buraya gelmeden önce sorularımı yanıtsız bırakacağını hatta beni evine bile almayacağını düşünmüştür ama öyle olmamış beni evine davet ederek tüm olan biteni anlatmış ve bana yapmam gereken her şey hakkında fikirler vermişti.

 

Ve bilmek istediğim her şeye ulaşmıştım.

Esila yapmak istediği amacın bedeli olarak bedeninden sökülmüştü ruhu. Ve bedeni yok olmuştu. Ruhu hayattaydı. Bunun sebebi Esila ruhunun hayatta kalmasını sağlayacak Kara Büyülere başvurmasıydı. Yaptığı Kara Büyü bir insanım yaşamını sonlandırılmasıyla elde edilen bir büyüydü. Ama bu insan sıradan bir olmamalıydı. Güçlü biri olmasıyla onun ruhu ondan beslenerek hayatta kalabilirdi. Ve tahminimce Esila sadece birkaç kişi değil binlerce kişinin varlığıyla şu an hâlâ ruhu varlığını koruyabiliyordu.

 

Sadece kişi güçlü olmasa da olur onun anılarıyla da güç elde edebileceğini de öğrenmiştim. Büyü aslında iyi olan her şeyden faydalanmayı çalışıyordu. Aynı karanlığın aydınlığı yok etmek için onu sömürmesi gibi. Esila o ruhları sömürerek ruhunu besliyor böylece karşıma çıkabiliyor, zihnine sızabiliyordu. Ve bu sadece kısa bir süre için mi geçerli olacaktı yoksa uzun bir süre hâlâ devam mı edecekti? Bilmiyordum. Ve buna verilecek herhangi bir verilecek cevap yok gibiydi.

 

Sorularıma cevap bulur bulmaz daha fazla oyalanmadan çıkmış ve kuleye doğru yola çıkmıştım. Bazen ne kadar uzaklaşmak gelse de nedense sonuna kadar gitmem gerekiyor hissine kapılınca oradan uzaklaşmak bana zor geliyordu. Orada beni oraya çeken bir şey vardı. Bu neydi bilmiyorum. Sanki oradan çok uzağa gitsem içim bir kasvetle kaplı oluyor ve ben bir şey kaybetmiş hissiyle dolup taşıyorum. Ve ben bunun benden çekilip alınmasını sağlayamıyorum.

 

Çok uzun zamandır gelemediğim için hava yavaştan karanlığa boyun eğmiş ve geceye yıldızlar saçılarak etrafı kendi büyüsüyle hipnotize etmişti. Terasta koltuğun üzerinde oturmuş ayaklarımı masaya uzatmış, üzerimde duran örtüyle yıldızları seyrediyordum. Bazen durmak iyi geliyor. Bazen hissetmek ve sessizce olduğu yerde bekleyip anı yaşamak, insanı insan olduğunu hissettiriyordu. Çünkü dönüp geriye bakınca sadece bugüne ve yarına odaklandığımı anlıyorum. Ne zaman kendimi anlayamaya çalıştığımı düşününce aklıma son an bile son gün bile gelmiyor.

 

Çünkü yok öyle bir an. Buraya geleli 1. 5 yıl oldu. Ve ben o kadar bu yaşantı içerisinde olan koşturmacaya kendimi kaptırıp dalıp gitmiştim ki, ne halde olduğumu düşünmeyip buna çare bile bulamamıştım. Kendime en büyük zararı ben veriyorum derken yanılmamıştım. Çünkü kendimi erteliyorum. Kendimi anlamayı erteliyorum. Kendimi hissetmeyi erteliyorum. Kendimi iyileştirmeyi erteliyorum. Erteliyorum olağan her şeyi benim yararıma olacak şeyleri...

 

Dışarıda olan esinti içimi ürpertirken hafifçe geriye doğru kayarak iyice yerleştim koltuğa. Gökyüzü çok şeyi açıklıyor aslında net bir şekilde. Mutluysa onu yansıtıyor. Üzgünse onu yansıtıyor. Krıgınsa yer gök inliyor. Öfkeli ise her yeri kırıp döküyor.

 

Mutlu havalarda güneş her yeri aydınlatıyor. Üzgünse şırıl şırıl yağmur yağıyor. Öfkeli olduğu havalarda ise acısını belli etmek için dolu yağıyor her yer darmadağın oluyor. Kırgın olduğu havalarda gök gürültüsü eşliğinde yağmur yağıyor. Acısını ve öfkesini kusuyor. Hiç çekinmeden kimse ne der demeden. Fakat insanların böyle yapmadığı açık çünkü saklıyoruz her duygumuzu.

 

Üzgünse belli etmiyoruz aynı, sinirliyken belli etmediğimiz gibi. Kimliğimiz gizliyoruz. Yeni bir kişi olabilmek için. Tam olarak duygularımızı yansıtmıyoruz. Hep bir saklama gereği duyuyoruz. Maskelerle yaşıyoruz. Maskelerle hayata veda ediyoruz. Bizler normal olduğumuz anları saklamak konusunda usta birer oyuncularız. Bizler yalanı hayatında büyük yer tutmasının tek sebebiyiz.

 

Başımı omzuma doğru eğip gözlerimi usulca kapattım. Güzel bir geceye gözlerimi kapatmak istiyordum. Son zamanlarda uykularım kesik kesik olsa da tatlı bir uyku çekmediğimi söylemek yalan olurdu. Yavaşça beni uyku kendi dünyasına çekince ona karşı koymadım. Zaman belirsiz bir hale gelirken her şey yavaşladı. Saniyeleri asır gibi geldi. Ve ben o kısa sürede bir ömür geçirdim. Kısacık olan ömür upuzun bir hale geldi.

 

Fısıltılar duyuyordum ama onlara bir tepki veremeden ne anlatmak istediklerine odaklanmaya çalıştım. Uzaktan gelen fısıltılar boğuk boğuk ulaşıyordu bana. Daha onların varlığına alışmadan başka bir neden beni rahatsız etti.

 

Yoğun bir ışık beni daldığım uykudan çekip almak istiyordu. Nereden geliyordu bu fısıltı ve yoğun ışık.

Gözlerimi yavaşça araladım büyük bir ışığın gözüme çarpması hissiyle. Elimi gözlerime siper yaptım ve ışığın kaynağını aradım. Kirpiklerimi açmak işkenceydi. Çünkü ışık göz bebeklerime acı veriyordu. Göz kapaklarım hemen kapanmak ve karanlığa bürünmek istiyordu ısrarla ve inatla. Bekledim ışığa alışmayı. Ve beni rahatsız etmesinin bitmesini.

 

Sonunda ışığa alıştığım anda sebebini de öğrenmiştim. Bir denizin üzerinde duruyordum. Ve bu deniz ayaz soğukluğundan dolayı buz kesmişti. Etraf çok soğuktu. Daha yeni yeni soğuğu hissetmeye başlamıştım. Etrafa baktığımda hiçbir şey yoktu. Ne bir ev ne bir insan ne bitkiye dair bir şey. Her yer buzun etkisi altınaydı. Deniz geniş bir ene sahip olduğu için bende ve ileride duran o yoğun ışıktan başka bir şey bulunmuyordu. Olduğum yere bakmaya başladım. Hala üzerimde kıyafetlerim duruyordu. Bir adım atıp ilerleyecekken birden ayağım kaydı. Korku ve çığlıklar eşliğinde olduğum yerde dengemi bulmaya çalıştım. Ani hareket etmem doğru değildi.

 

Ayakkabılarım düz taban olduğu için zemin üzerinde kayması normaldi. Sonra aklıma gelen fikirle neden olmasın dedim.

 

Bu gerçek değildi. Ve bende ayakkabıları çıkarıp öyle ışığı olduğu yere ilerleyebilirim. Hemen yavaşça dikkat ederek eğildim ve ayağımda duran ayakkabıları yavaşça çıkardım. Ayağımda ince bir çorap vardı ama iş görürdü. Ayakkabılardan kurulduktan sonra yavaş buzun üzerinde ilerlemeye başladım. İlerlerken bir yandan etrafımı izleyip nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum. Ama herhangi bir ipucuya rastlayamadım. Ay ışığı ve karşımda olan o yoğun ışık buz zemininde yansıyarak etrafın daha parlak olmasını sağlıyordu. Ve bu benim görüş alnımı daraltıyordu. Uzun bir mesafe yürüdüm yürüdüm. Ama hala ışığın geldiği yere ulaşabilmiş değildim.

 

Zaten artık ayaklarımın tabanı fazlasıyla üşümüş ve adımlarım yavaşça yavaşlamıştı. Artık git gide ayaklarım soğuktan dolayı kas katı kesildiği için ilerlemek artık işkenceden farklı olmamıştı. Biraz durup dinlenmek istediğim anda bunun bana fayda verecek bir düşünce olmadığını anlayınca ilerlemeye devam ettim. Hatta acımı görmezden gelip yavaş olan adımlarımı acı çekmeme rağmen hızlandırdım. Diğer türlü buradan oraya varmak çok zaman alacak gibiydi.

 

Ben ilerlerken birden sanki bir varlık yanımda geçmiş gibi hissedince anında ilerlemeye son verdiğim gibi etrafımda daire oluşturacak şekilde dönüp hissettiğim şeye dair bir iz aradım. Döndüm bakmaya çalıştım ama kimseyi bulamadım. Kimse yoktu. Hemde hiç kimse. Ama içimden bir ses burada bir varlık var diye bas bas bağırıyordu. Tedirginlik içerisinde tekrar ilerlemiştim ki birden bir fısıltı duydum yanımda geçip giden.

 

"Ölüm ipin ucunda. Bir adım ötende. Bir soluk ardında. Bir nefes gibi dibinde."

 

Diyen fısıltıyı duyunca nefes almayı bırakıp denilen şeye odaklandım. Ne demek istediğini anlamadım. Kimin ölümü bir adım ötemdeydi? Ben daha bu denilenleri düşünürken birden sol tarafımda yeni bir fısıltı duydum.

 

"Kaçış artık yok. Kaçış için artık çok geç. Kaçmak imkansız. Kaçmak aptallık."

 

Kaçmak? Neyden kaçacaktım? Neden bu kadar gizli gizli konuşuyordu? Anlam veremiyordum. Ben içine düştüğüm durumu anlamaya çalışırken tekrar fısıltılar duydum. Fısıltılar yüksek sesle yankılandı gitti. Ve ben olduğum yerde çaresiz bir şekilde duymakla yetindim. Bir şey bile yapamadım.

 

"Kaçma! İlerle... Durma... Koş! Vazgeçme! Devam et...Pes etme! Yakınında... Unutma o sende. Unutma o yarınında."

 

Dedi yüksek bir sesle ve sonra ses yankılandı ve uzaklaştı benden ama devam etti fısıltı konuşmaya. Ellerimle kuklalarımı kapatıp duyamamak için çabaladım ama sanki zihnimde çınlıyordu. Ne yaptıysam olmadı onları duymayı durduramadım.

 

"Başlangıç bitişin ihtimallerinde. Son başlangıcın ilk adımlarında saklı."

 

"Ölüm hayat kadar tanıdık. Ölüm hayat kadar acımasız."

 

Bunlar son fısıltı olmuştu ondan sonra bir daha duymadım. Ellerimi kulaklarımdan çekip arkama dönüp doğruca o ışığın olduğu yere doğru koştum. Koştum ne kaç kere kayıp son anda düşmekten son anda kurtulduğumu umursadım ne de ağrıyan ayak tabanlarımı.

 

Tek amacım vardı o Işığın sebebini öğrenmek. Son adımlarımı atınca ışık daha yoğun bir hale geldi ve ışığın kaynağını zorda olsa anladım. Bu bir elmas taşıydı. Yaydığı ışık o kadar yoğundu ki ara sıra gözlerim kapanıyor tekrar açıp taşa bakabiliyordum. Daha dikkatli bakınca fark ettim.

 

Mavi elmas taşı. Daha işlenmemiş bir mavi taş. Mavi taşın anlamı vardı seni karanlığın ıstırabından korurdu. Güçlü bir taştı. O kadar güçlüydü ki onunla birçok şey yapılabilirdi. . Peki kimi koruyordu? Neden bunu görmüştüm? Bir sebebi olmalı . O kadar parlaktı ki ona dokunmak bile yasak gibi hissettiriyordu. Bir adım atıp ona doğru yaklaşıp parmaklarımla tutacağım an tekrar bir fısıltı duydum.

 

"Acı yok. His yok. Umut yok. Hayat yok. Duygular yok. Her şey boşluk. Her şey bir başlangıç."

 

Ondan sonra olduğum ortamdan çekilip alındım.

 

Sıçrayarak olduğum yerde uyandım. Ne görmüştüm ben? O mavi elmasın bana görülmesi normal değildi. Hele o fısıltıların dedikleri ise hiç öyle anlamsız gelmiyordu. He şey bağlantılı olmalı ama ben bu bağlantıyı bulmalıyım.

 

Olduğum yerden hızla doğrulup Yasaklı Kütüphaneye doğru ilerlemeye başladım... Her ne bulacaksam belki de orada bulabilirdim. Denemekten zarar gelmezdi. Yeni bir bilinmezlik yeni cevabı olmayan sorular. Hayatım hep tepetaklaktı. Bir diğeri daha tamamlanmadan yeni bir sorun ortaya çıkıyordu.

 

Ve ben bu sorunları nasıl halledeceğim bilmiyorum tek başıma? Terastan çıkınca merdivenlere doğru sessizce ilerlemiş kimseyi uyandırmamaya dikkat ederek 5. kata gelmiştim . Yasaklı Kütüphaneye varınca hemen kapıyı açıp içeri girmiştim. Bakalım neler bulacaktım? Amacım istediğim bilgiye ulaşıp rüya bana ne anlatmak istiyor onu anlamaya çalışmaktı. Umarım bu sefer her şey istediğin gibi ilerler ve ben buradan eli boş dönmezdim. Eğer öyle olursa da bunu Lord Yelit 'e açmak zorunda kalacaktım çünkü tek başıma yapacağım bir şey değildi bu mesele.

 

 

Loading...
0%