Yeni Üyelik
34.
Bölüm

34-Işığı Sönük Zihinler

@kumsallardagezen12

 

『Bencillik zirve yapınca dünyada var olan sevgi etkisini yitirir. 』

 

 

Sessizliğim bir felaketi başlatacak güçte. Susmam yarar mı fayda mı sonuç gösterecektir. Çığlıklarım bir zelzele gibi yeri inletirken, varlığım olağan her şeyin varlığına aykırı. Karanlığın simgesi varlığım. Aydınlığın en büyük düşmanı varlığım. Ve zihnim en büyük kaos.

 

Kendimi bir lanet olarak tanımlayabilirim. Etrafımı öldüren ve her şeyi sonsuz yok oluşa götürenim. Evrenin sonsuz boşluğunda lanetimi devam ettiriyorum. Lanetin benimle var olduğunu hissediyorum. Benimle güçleniyor, benimle gün geçtikçe etrafa yayılıyor. Bir geçmişin bir iz taşıyanıyım. Ruhumda izler var. O derin izler içimde bir yerlerde gün ışığına çıkıp her şeyi belli etmek istiyor.

 

Ben zihnimin ihanetiyim.

Ben ruhumun kehaneti ve bedenimin lanetiyim. Zihnim duygulara ihanet ediyor ve onları ölüme ağırlıyor. Ruhum bir ölümsüzlük kehaneti yalanıyla ruhumdaki acıların geçeceğini aşılıyor. Bedenim bir laneti içinde taşıyor ruhu ondan alınmasın diye.

 

Sonsuza kadar bir bütün kalabilmek için böyle bir lanetle hem kendimi hemde ruhuma zarar veriyor. Peki ben kimim? Ruhum değilim. Bedenim değilim. Zihnim değilim. Ben mi? Ben hislerim. Zihniler hislere yenik düşer yıpranır. Ruhlar hislere yenik düşüp acır. Beden hislere yenik düşüp yara alır. Aslında bu üç birleşen benimle bir ve benim varlığım onların varlığının devamı.

 

Çığlıklar atıyorum duyan yine ben telaşlanan yine ben. Günler geçiyor ve ben değişiyorum. Kim fark etti? Kimse. Kim neyin var dedi? Kimse. Kim nasılsın dedi? Kimse. Sadece sormak için sordular.

 

Gelipte kendimi cümlelere dökmem için tam anlamıyla kimse uğraş vermedi. Onları engelledim ve hemen pes ettiler. İleriye giden olmadı. Etrafımda olan kalkanları gerçek anlamda kırmak isteyen olmadı. Olmasını istedim ama olmadı. Bana iyi gelmelerini istedim ama iyi gelen olmadı. Olmayacaktı da.

 

Bu dünya da kendimi her şeye unutturarak yaşayacağım. Acılarımı unutacağım. Bir gün...Kırık hislerimi kaybedeceğim. Bir gün... Ağlayacağım. Bir gün... Gerçek kahkahalar atacağım. Bir gün... Huzurlu olacağım. Bir gün... Ruhum arınacak acılardan. Bir gün... Zihnim kaostan kurtulacak. Bir gün...

Bedenim iyileşecek. Bir gün...

 

Bir gün tüm bunlar gerçek olacak. Olmasını dileyeceğim çünkü...

 

Ne hissettiğimi bilmiyorum ama neyi hissetmemem gerektiğini çok iyi biliyorum. Acıyı hissetmeliyim şimdi. Neden mi? Güçlü olabilmek için. Ondan güç alabilmek için. Düşüncelerimin kaosunu özgür bırakmalıyım. Neden mi? Kaybetmemek için.

 

Yarının savaşında galibiyet benim olsun diye. Laneti ağırlamalıyım. Neden mi? En büyük zararı tatmış olmalıyım ki dahası zarar vermesin diye. Kehaneti yok saymamalıyım. Niçin mi? Çünkü Kehanet beni bana karşı yapılacak en büyük pusuda koruyabilsin diye. İhaneti tatmalıyım. Daha ağırı beni yıkıp geçmesin diye. Her zararı bilmeliyim ki direncim ve acı skalam dahasını kaldıracak güçte olabilsin diye.

 

Ben beni gelebilecek her darbeye zihnim, bedenim ve ruhumla hazır olabileyim diye her şey.

 

Kırık bir iz düşümüyüm . Karlı bir gecenin soğuk ayazında son acı yolculuğum için ilerleyen yaralı bir ruhum. Kanıyorum ama durmak gibi bir seçeneğim yok.

 

İlerlemeliyim ilerlemeliyim... İlerlemeliyim ki kendimi kurtuluşa götürebileyim. Bedenimin soğukluğu sonlanabilsin diye. Üşüyen ayaklarım ısınabilsin diye. Aç ruhum doyuma ulaşabilsin diye. Aslında her şey ölmemek için ölümü göze almaktan ibaret. Öleceksem bile çabalamaktan son ana kadar vazgeçmeyeyim diye.

 

Parçalanmış hayatların birleşeniydim. Varlığım acıları ve saklı gerçekleri açığa çıkarmak için var olmuştu. Ve ben son görevi yerine getirip kendinin sonu olup, ölüme uğurlayacaktım ruhumu. Varlığım bir neden uğruna buradaydı. Varlığım bir gerçeği değiştirmek için buradaydı. Varlığım yeni bir dünyayı var edebilmek için buradaydı.

 

Yalanların olamadığı, sırların kalktığı bir dünyaya inşa edebilmek için vardım. Ve var olmaya devam edecektim. Buraya neden gelmiştim bilmiyorum? Düşündükçe anlam da veremiyorum. Ama şunu hissediyor ruhum; Öğreneceğimi... Ve bu bilgiyi değerlendireceğimi. Bilmiyorum belki sadece bir his ama inkar etmeyi de doğru bulmuyorum. Sadece o an gelene kadar direnmeyi ve gidebildiğim kadar ileriye gitmek istediğimi biliyorum sadece.

 

Renklerin en hissizlik veren yansımasında saklıydım. Renkler yok olmuştu benim dünyamda. Renkli diye bir şey yoktu. Her şey siyah ve onun tonlarından ibaretti. Çünkü karanlığı içimde taşıyorum. Ve bu karanlık var oldukça benim dünyamda renk zamanla anlamını kaybedecekti. Sadece siyahın varlığı ve onun anlamı yer alacaktı. Ve ben ona karışacaktım. Onunla bir bütün hale gelecektim.

 

Saatler olmuştu ve ben Yasaklı Kütüphaneyi talan etmiştim ama rüyamda gördüğüm taşla ilgili sınırlı bilgiye ulaşmıştım. Elde ettiğim bilgiler çok sınırlıydı. Ve bunlar benim pek işime yarayacak değildi. Neden mi? Çünkü eğer ben o taşı görmüşsem muhakkak bir nedenden ötürü görmüşümdür. Sıradan bir rüya olduğunu düşünmüyorum çünkü artık son zamanlarda benim için hiçbir şey sıradan değildi.

 

Her şeyin bir anlamı olmalıydı. Ve ben bu anlamı anlamalıyım. Önümde duran kitabın kapağını sertçe kapattım ve kitabın sert yüzeyine yanağımı yaslayıp umutsuz bir şekilde öylece bekledim. Anlamadığım neden buraya Yasaklı Kütüphane demişler? Hiç işime yarayacak bilgiler yer almıyor! Bence yanlış isimlendirilme yapmışlar. Ah buranın garipliklerinden biri daha desene! Yanaklarımı şişirip usulca bıraktım ve ayağımla yerde sessiz küçük bir ritim tutturdum. Neden isteğim her şeyi o anda öğrenmiyor ve sonradan aniden öğreniyorum ki?

 

Çok bunaldım artık! Yanağımı kitabın yüzeyinden çektim ve iki dirseğimi masaya yasladım ve ellerimi yanaklarıma yerleştirdim. Parmaklarım yanaklarımda küçük sıkıcı bir ritme misafir oldu. Gözlerim kütüphanede gezindi. Yani bakınca burada ne gibi bir bilgi yasaklı ki? Acaba gizli bir şekilde korunuyor mudur acaba? Yoksa koymak için mi koymuşlar kütüphaneye bu ismi? Ellerimi yanaklarımdan çektim.

 

Ve sırtımı üzerinde oturduğum sandalyeye yasladım. Önümde yığın hale gelmiş sayılmayacak kadar kitaba baktım bezgin bir suratla. Ve usulca parmaklarım küçük bir hareketle masada olan kitapları harekete geçirdi. Kitaplar usulca durdukları masanın yüzeyinden havalanarak oldukları yere havada süzüle süzüle gitmeye başladı.

 

Tüm kitaplar ait oldukları rafların önünde durunca tekrar bir hareketle ait oldukları yerlere geçişlerini sağladım. Ve kitapların tümü yerine geçtikten sonra bende burada fazla durup bozulan moralime yenilerini eklemek istediğim için tek hareketle olduğum yerden portala gerek duymadan geçiş yaptım odama.

 

Bu gücü yeni fark etmiştim. Sadece zihnime komut verdiğim anda saniyelik bir farkla olduğum yerden başka bir alana portala ihtiyaç duymadan geçişi sağlayabiliyorum. Ama bu sadece kısa mesafeler için geçerliydi. Yani yine herhangi bir belaya bulaşsak bir portola gereksinim duyacaktım ve yine rezil olup zor durumlarda kalacaktım.

 

Neyse belki de yakın bir zamanda buna da çözüm bulabilirdim. Bilemeyiz.

 

Odama geçince üzerimi değişmek için giysi odasına geçip dolaptan kendim için kıyafet seçmeye başladım. İçimden nedense bugün Süreyya hanımın bana hediye vermiş oldukları kıyafetleri giymek geçince sol tarafa dönüp gözüme çarpan mavi elbise dikkatimi çekti. Etek kısmı çok kabarık değildi. Göğüs kısmı dantelliydi. Üzerinde çiçek motifleri işlenmişti. Elbisenin kol kısmıysa balon kola sahipti.

 

Elbiseyi aldıktan sonra içine giymem için bir korse de aldıktan sonra elbiseyi üzerime geçirdim kolyenin büyü gücüyle. Hemen ardından da elbiseye uygun rahat bir ayakkabı seçtim. Ayakkabının renk seçimini kremden yana kullandım. Saçlarımı arkadan belime sarkacak şekilde örgülü olmasını sağladım. Geniş kalın örgülerle yapılmış saçım bittikten sonra sıra makyajıma geçmişti.

 

Mavi harelerimi ön plana çıkartacak bir göz farı sürmüş hemen ardından dudaklarıma açık tonlarda pembe bir ruj sürmüştüm. Hafif yanaklarıma allık sürdükten sonra giymiş olduğum elbiseye uygun küpe ve bileklik seçmiştim. Beyaz su damlası elmaslarla süslü olan küpemi ve bilekliğimi takmış ve ayındaki halimi izlemeye başlamıştım. Yani buraya ait kıyafet ve takılar içerisinde duruyorum.

 

Ne kadar aynadaki kadın bana yabancı olsa da bu halimi izlemek nedense güzel hissettirmediğini söyleyemem. Bazen farklılık iyi gelebilir. Ve ben onu şu an tadıyorum. Hemen ayna önünden çekilip giysi odasından yatak odama geçtim ve yönümü kapıya doğru çevirdim.

 

Kapıyı açıp odadan çıktıktan sonra koridorda yürümeye başladım. Koridorda benden başka kimse bulunmuyordu. Adım seslerim koridorda yankılanıyor ve sonra bana ulaşıyordu. Koridorda bulunan merdivenlerin oraya geldiğimde basamaklardan inen Victoria 'yı gördüm. Ne tuhaf ki oda benim gibi buraya ait bir elbise giymişti. Tek fark o mor renkte bir elbise giymişti. Ve etek kısmı benim elbiseme göre daha kabarıktı.

 

Victoria son basamağı inip tam karşıma geçince benim onu izlediğim gibi baştan aşağıya beni inceledi.

 

"Çok göz alıcı duruyorsun." dedik aynı anda. Ve bu cümlemize küçük bir tebessüm ettik.

 

"Neden diye sormak istiyorum?" dediğinde ne demek istediğini anlayınca bilmem dercesine baktım. İçimden geçmişti ve giydim de.

 

"Dolapta gözüme çarptı ve giymek istedim. Ve şu an üzerimde de." dedim ellerimle üzerimi gösterip. Ardından Victoria bana doğru yürüdü soluma doğru geçip beraber yürümeye başladık.

 

"Bugün güzel bir gün ve biz de bugün güzel anlar yaşayalım. Bugün her normal kadının yaptığı gibi kendimizle ilgilenip bugünü kendimize adayalım olur mu?" diye sorduğunda dediklerini kısaca bir düşündüm ve bu güzel bir fikirdi. Biraz kendimize zaman ayırmak iyi gelecekti bize. Uzun zamandır hep kule ve onun etrafında olan sorunlarla ilgilenip durduk. Kendimizi tamamen onlara adamıştık. Biraz da kendimize yönelmek hiçte kötü olmayacaktır.

 

"Olur bugün bizim günümüz olsun. Ve Süreyya hanımın istediği uslu bir prenses olayım. Bakalım onun istediği gibi olduğumda neler olacaktır merak ediyorum?" dedim ve Victoria sinsi bir ifadeyle baktım. Amacımı görür gibi bana keyifli bir gülümsemeyle bakınca kahkaha attım ve Victoria da bana katıldı.

 

Ve birlikte yemekhaneye doğru ilerledik.

 

Yemekhanenin kapısının önüne gelince ona göz kırpıp kapıyı açıp içeri girdim. Ben girer girmez Victoria 'da hemen içeri girdi ardından ve beraber yan yana masaya doğru ilerledik. Biz içeri girdiğimiz gibi yemekhanede bulunanlar bizlere bakışlarını çevirdim.

 

Yarısı şaşkın şaşkın bakıyordu çünkü ben normalde buraya ait kıyafetler giymezdim. Nadir iki üç kere giymişliğim vardı. Ve onlardan biri bugündü ve buna o anlarda olduğu gibi şaşırmıştılar. Geniş uzun masalarda bulunan tüm krallıklardan gelen ve burada bulunanlar bana ve Victoria bakıyor aralarında fısıldaşıyorlardı. Bazılarıysa baktıktan sonra yemeklerini yemeye devam etmişti. En doğru bulduğum kesim bunlardı. Ne çok kurcalıyorlardı ne de çok önemsiz buluyordular. İkisinin arasında olan kesimlerdi.

 

Diğerleri ise bazen rahatsız etmek amacıyla bakıyorlardı ya da merak etmek için. Bu kesimde yanlış bulduğum davranışı sergileyen insanlar mevcuttu.

 

Bakışlarım onlardan uzaklaştı ve birkaç adım uzağımda duran her zaman bulunduğum masaya çevrildi. Tabii ki biz gelince bakışlar bize dönmüştü. Turul bey birkaç saniyede bakıp bakışlarımı önüne çevirmişti. Rauf bey ve Loya hanım ikimizin hallerine tebessüm ederek bakmışlardı. Süreyya hanımsa şaşkındı. Çünkü belki de benden böyle bir atak beklemiyordu. Çünkü genelde hep onun kurallarının dışına çıkmamdan ötürü hep bir sorunla onun karşısında olacağını artık anladığı için onun dediği ve uygun gördüğü bir şey yaptığım anda şaşkınlıkla bana bakıyordu.

 

Ve masadakilere bakmaya devam ettiğimde masaya doğru yavaşça ilerliyordum da. Varisler ve Dennis bu hallerimizi çok beğendiğini saklamıyordular bakışlarında. Bize sırtı dönük olan Kiran ve Tarsis Kralıysa aynadaki yansımamıza bakıyordular. Tarsis kralı her zaman yaptığı gibi sadece üsten izlemiş ve yemeğe devam etmişti. Kiran 'sa çok beğendiğini aynada onu gördüğümüzü bildiği için göz kırpıp karşılık vermişti.

 

Sonunda yerleşeceğim yere geldiğimde Victoria yanımdan ayrılmıştı. Ve Kiran' ın yanında olan sandalyeye geçmişti. Bense her zamanki gibi kendi yerime geçmiş ve karşımda olan Ahlas beye sessizce günaydın dedikten sonra başımı yana çevirip Tarsis Kralına bakmıştım.

 

"Dün gittiğinizi düşünmüştüm." diyerek önünde olan bakışlarının bana çevrilmesini sağladım. Ama o sırada masada bulunmayan Serra ve Ahrar dikkatimi çekti. Masadaki yerleri boştu. Neden burada değildiler ki? Tarsis kralı konuşunca bakışlarım ona kaydı.

 

"Süreyya hanımın ricası üzerine geceyi burada geçirdik." dedi Tarsis Kralı önemsiz bir şeyden söz edercesine bir sesle. Başımı önüme çevirdim ve tabağıma yiyebilmek için yiyecekler alıp bende kahvaltı etmeye başladım. Çalışanlar içecekleri doldurmaya başlayınca Mera elinde duran içecek testisiyle yanıma gelip içeceğimi doldururken elimde duran çatal bıçağı tabağın yanına bırakarak Mera 'yı inceledim. İyi görünüyordu. Rahatsızlığı bitmiş olmalıydı. Mera ona baktığımı anlayınca bir adım geriye çekildi.

 

"Bir şey mi istiyorsunuz Prenses?" diyince ona gözlerimi kısıp gülümsedim. Ama yüzümdeki gülümseme normal bir gülümsemeden çok uzaktı. Bu onun dikkatinden kaçmadı tabii.

 

"Hayır. Sadece hızlı toparlanmışsın. Seni çok iyi gördüm. İyileşmene sevindim." dediğimde derin bir nefes aldığını gördüm. Sonra elindeki testiyi sımsıkı tutarak konuştu.

 

"Teşekkürler. Şimdi çok daha iyiyim." dedi sesindeki kaygılı tınıyla. Neden kaygılı ki? Mera tam geçip gidiyorken onun koluna uzandım ve başımı ona yavaşça çevirip tam gözlerine bakıp konuştum.

 

"Dikkat et kendine. Zarar görmeni istemem. Nedenini bilirsem de onu ortadan kaldırmak benim için zor olmazda." diyince Mera tam olarak ne demek istediğimi anlamadığı için sadece başını salladı başka bir şey diyemeyeceği için yanımdan ayrılmak için harekete geçti ve yavaşça kolu üzerinde olan elimi çektim ve aynaya bakışlarımı çevirdim. Mera 'ın gidişini izledim aynada. Tedirgin adımlarla masanın yanına uzaklaşıp mutfağa doğru hızlı adımlarla ilerledi.

 

Mera gittikten sonra az önceki konuşmaları yapmamış bir rahatlıkla kahvaltımı etmeye devam ettim. Yanımda olan Tarsis Kralının bakışlarının üzerimde olduğunu hissedince başımı yana çevirip ona baktım. Anlamış mıydı acaba?

 

"Bir şey mi soracaksınız?" diyince sesimdeki ifadesizlikle kaşları yukarı kalktı ve gözlerinin kenarı kırıştı. Anlam vermeye çalıştı ne yaptığıma. Ama amacına ulaşamadı çünkü hiç açık vermemiştim ki.

 

"Hayır." diyince Tarsis Kralı içten bir tebessümle önüme döndüğüm gibi kahvaltımı etmeye devam ettim. Ben kahvaltı ederken zihin bağında olan konuşmaları duyunca tüm dikkatim oraya yöneldi.

 

"Hayırdır?" dediğinde Dehri anlamak istercesine bulduğumuz durumu, onun bu sorusuna elinde tuttuğu bardakta olan kahvesini içerken Victoria cevap verdi. Onları rahatça görmemi sağlıyordu duvarda asılı olan ayna.

 

"Ne hayırdır?" diye soruya soruyla cevap verince Victoria anında Dehri kaşlarını çattı bu haline ama Victoria hâlâ rahatça kahvesini içiyor olmalıydı.

 

"Kızım hayırdır bir şey mi varda biz orasını kaçırdık? Çünkü ikiniz elbise giyip kahvaltıya geldiniz. Bir davet mi var? Eh buda ardından yeni bir belayı getirecektir! Gelmeme durumumuz var mı?" diye soru sorup bu halimizin sebebini öğrenmek istedi. Nedenini öğrenirken de kendi tahminini dile getirmekten kaçınmadı.

 

" Hayır yok. "dedim ve tabağın köşesinde bulunan salatayı yiyerek konuşmama devam ettim." Sadece bugün böyle giyinmek istedik. Hatta bugünü kendimize adıyoruz. Ve tüm gün kendimize tatil verip keyifli bir gün geçirmek için bir şeyler yapacağız ve bilin bakalım kim yok bu planda? Ah siz söylemeyin ben söyleyeyim. Tabii ki sizler. Siz erkekler bugün bizle vakit geçirmiyorsunuz ve bizi lütfen rahatsız etmeyin. Ben ve Victoria bugün sorun istemiyoruz.. "dediğimde hepsi bana anlam veremeyen ifadeyle bakmaya başladılar.

 

" Sorun mu dedi o? Kızım sen zaten başlı başına bir sorunsun. Sen sorunun ta kendisisin ve gelip bizlere mi diyorsun sizi etrafımızda istemiyorum. Asıl biz bugün erkek erkeğe bir şeyler yapacağız ve sen ve Victoria yani siz iki kaos bizden uzak durun da normal insanlar gibi zaman geçirelim. Uzun zamandır normal insanlar gibi yaşamayı unuttuk. "dediğinde Dehri zihnimdeki yüksek sesiyle onun bu sözlerine göz devirdim. Sorunun ta kendisi öyle mi? Hah sorunmuş! Ben göstereceğim ona sorunu görecek gününü!

 

Biz zihin bağından konuşup dururken masadakiler bizim bu sessizliğimize yadırgayan bir ifadeyle bakıyordular. Ah bilseler nasıl ve nerede konuştuğumuzu.

 

" Tamam o zaman bugün ne siz bizi ne de biz sizi rahatsız ediyoruz. Herkes kendi gününü yaşasın tamam mı?" dediğinde Victoria, onun dediklerine tüm erkekler tamam olur dediler ve ardından zihin bağından konuşmayı bırakınca bakışlarımı Süreyya hanıma çevirdim.

 

" Süreyya hanım eğer bugün uygunsanız ben ve Victoria sizinle Terasta çay içmek ve sohbet etmek istiyoruz. Tabii size de uygunsa. Hatta Loya hanım bize katılmak isterse çok seviniriz." diye ekleme yaparak ne diyecekler diye bekledim. Süreyya hanım ilk başta böyle bir şey isteyeceğimi düşünmediği için dediklerimi yadırgadı ve hafifçe gözleri irileşti ve yanında duran Ahlas beye bakıp duyduklarının gerçek olup olmadığını teyit etmek istediğinde Ahlas beyin ona evet demesini isteyen bakışlarıyla baktığını görünce duyduklarının gerçek olduğuna inandı ve bakışları bana çevrildi. Kısa süre bana ve Victoria 'ya baktıktan sonra evet anlamında başını salladı.

 

"Tabii kahvaltıdan sonra terasa gidebiliriz." diyerek benden çektiği bakışları Loya hanıma çevrildi. Ve onunla gözleriyle konuşmuş gibi baktı.

"Loya da bize katılmak ister diye düşünüyorum." dedi gelmesini ima ederken. Sanırım ben ve Victoria ile yalnız kalmak istemiyor gibiydi. Eh buna diyecek bir şeyim maalesef yok. Normal yani başına bir bela getirmemizden korkuyor olabilir.

 

"Tabii size seve seve eşlik ederim." diyerek geleceğini belli edince Loya hanım rahat bir nefes aldı hemen ardından Süreyya hanım bize çaktırmadan. Ama benden kaçmadı. O kadar mı sorunluyuz ki? Bir arada olmamız tehlikeli olacağını düşünüyordu. Neyse belki bir araya gelince bu düşüncesi değişir. Umarım değişir temennim bu yönde çünkü.

 

"Kabul ederken tedirginlik mi yaşadı yoksa bana mı öyle geldi?" diye soru sorunca Victoria kahvaltımı bitirdiğim için geriye yaslandım ve sorusunu aynadaki yansımasına bakarak söyledim.

 

"Yaşadı sanırım Süreyya hanım başına sorun açacağımızı düşünüyor. Onun için gözleriyle ima etti Loya hanımda bize katılsın diye. Neyse belki zamanla normal olduğumuzu anlarlar ve sorunları biz değil onların bizi bulup, başımızın bununla belaya girdiğini anlayacaklarını temenni ediyorum. "dedim sakin bir sesle. Ama kırılmadığımı söyleyemem. O kadar da baş belası değiliz ya!

 

" Bir de biz onları belaya alet ediyoruz sözde. Sizin nasıl bir sorunlu olduğunuzu etraftaki herkes biliyor. Ününüzü duyan kalmadı bile. "diyince Dennis bize iğneleyici bir sesle, bakışlarım jet hızıyla ona döndü ve zihin bağında kulakları sağır edecek bir sesle konuştum.

 

" Kes sesini hemde hemen! "dediğim anda Dennis ve diğerleri ellerini kulaklarına götürmemek için çok mücadele ettiler. Hepsinin yüz ifadesi yüksek sesimle beraber kasılmış zihinlerinde çınlama yapan sesimin etkisinin geçip gitmelerini beklediler. Aralarında en üzüldüğüm kişiye Victoria ve Kavi oldu. Yaşın yanında yanan kuruydu ikisi. Neyseki bu hallerime çalıştıkları için pek yadırgamadılar. Eh alışkanlık yapınca tepkisiz olmaları normal.

 

"Sizinle konuşmaya bile gelinmiyor hemen çağırıp bağırıyorsunuz!"dedi Dehri. Onun hemen ardından konuşan Enfal oldu.

 

" Bağırıp çağırmaktan başka bir şey bilmezler ki! "diyerek ona tersçe bakmama sebep oldu. Bakışlarım ona çevrili olduğunu anlayınca hemen başını eğdi ve önüne bakmaya başladı. Ha şöyle öyle dilenmeye gelince iyi ama bir bakışla kedi kesiliyor mübarekler.

 

" Sizlere tavsiye ederim ki Emira ve Victoria 'yla inatlaşmayın. Haklı dahi olsanız onlar varken bu söz konusu olamaz çünkü galip geçemezsiniz onlara karşı. İmkansız yani." dediğinde Kavi kafa karışıklığı içerisinde ona baktım.

 

"Emira bu şimdi övdü mü gömdü mü ben orasını anlamadım da?"diye sorunca Victoria zar zor bakışlarımı ona çevridim.

 

" İkisini de yaptı canım ikisini de! "diye neredeyse tıslayarak konuştum.

 

" Vay sen bak Kavi 'ye atalarımız boşuna dememişler sessiz yılandan korkacaksın. Kavi' nin yaptığı bu aynen bu da! "dediğinde ben sadece tek bir şeye odaklandım.

 

" Bir kere o sessiz akan sudan kork olmayacak mı? "diyince Victoria bana yandan bir bakış attı. Uzak olduğu için pek etkili olamadı tabii aynada gördüğüm kadarıyla pekte söylediklerimden hoşnut değildi.

 

"Onca söylediklerimin arasından buna mı takıldın Emira?" diye sorunca evet dedim.

 

"Yani bu kalleşlerin yanında yapılacak şey mi? Bana destek olmalıydın köstek değil!" diye sinirle konuşunca bu haline gülümsedim kimseye belli etmeden.

 

Masadakiler bizim uzun süren sessizliğimizi yadırgamıştı. Uzun bir zamandır onlara göre bizler sessiz bir şekilde yerlerimizde oturmamız onlara göre hiç normal değildi. Neyse ki bu daha uzun sürmedi çünkü Süreyya hanımın komutuyla ben ve Victoria yerlerimizden kalkarak onu ve Loya hanımı arkalarından takip ederek yemekhaneden ayrıldık.

 

Koridorda arka arkaya yürüyorduk. Loya hanım ve Süreyya hanım önde yavaş adımlarla yürürken ben ve Victoria 'da onları sessiz adımlarla takip ediyorduk.

 

"Ben sıkıldım ya!" diye daha başlamadan sızlanınca Victoria ona yandan bir bakış atarak ilerlemeye devam ettim.

 

"Sen sıkılmadın mı?" diye tekrar konuşunca hayır anlamında omzumu usulca siktim. Bakışlarını düşürüp iç çekerek ilerlemeye devam etti oda.

 

"Hem zaten daha günün ilk saatleri Victoria daha bir şey başlaman nasıl sıkılabilirsin ki?" dedim anlamaya çalışarak. Çünkü ben sıkılmamıştım. Hatta kafam başka şeylere yoğunlaşacağını düşününce biraz kendi dünyamdan çıkıp başka bir evrene geçiş yapmak belki de bana iyi gelecekti. Görmeden peşin hüküm vermemek lazım.

 

" Bilmiyorum ki içimden bir ses sıkıcı geçecek diyor." diyerek açıkça düşüncesini ifade ettiğinde sadece kaşlarım usulca yukarı kalkıp indi. Bekleyip görmekte başka bir çaremiz yoktu. Kim bilir belki hiç ummadığımız gibi geçerdi. Nereden bilecektik.

 

Yemekhanenin olduğu kattan terasın bulunduğu kata gelmiştik ve Victoria sessizce Süreyya hanım ve Loya hanımı izlerken bende etrafta gözlerimi gezdirip Ahrar 'ı aramıştım ama hiçbir yerde görmemiştim. Neredeydi bu adam? Kahvaltıya da gelmemişti.

 

Sonunda terasa çıkan kapının önüne gelince Süreyya hanım ve Loya hanım terasa geçer geçmez bizde kapıdan geçerek onlarla birlikte terasta bulunan koltuklara doğru ilerlemiştik.

Ben ve Victoria tekli koltuklara geçerken, Süreyya hanım ve Loya hanım tam önümüzde duran çift kişilik olan koltuğa geçmişti her ikisi de.

 

Yerlerimize geçtikten sonra Loya hanım bana tebessümle bakıp konuşmuştu.

 

"Bugün çok göz alıcısın Emira. Bu elbise içerisinde çok güzelsin. Her daim buraya ait kıyafetleri giymeni çok isterim. Çünkü böyle tam anlamıyla bir Prenses gibisin. Beni yanlış anlama amacım seni kınamak değil sadece uygun olan bu olduğu için dedim." diyince Loya hanım sadece sıkıntı yok anlamında başımı sallayarak karşılık verdim. Demek istediğini anlamıştım zaten. Açıklama yapmasını gerek yoktu aslında.

 

Evet bu elbiseler içerisinde olmak güzel hissettiriyordu ama ben bu elbiseler arasındaki Emira olduğumu düşünmüyorum. Yabancı geliyor böyle olmak bana. Alışık olmadığım için ama alışacağımı da düşünmüyorum bu kıyafetlere. Nadiren giyerdim. Diğer türlü bu elbiseler içerisinde olmak gibi bir düşüncem yoktu. Yani olmayacağını da düşünüyorum. İleride hayat ne gösterir bilemem ama şu anlık böyle bir düşünceye sahip değilim.

 

"Bende Emira bu elbiseler arasında seni görmeyi seviyorum. Her zaman giymeni de isterim ama seni zorlayacak değilim." diyerek düşüncesini söyleyince Süreyya hanım bakışlarımı ona çevirdim.

 

"Ben bu elbiseler içinde kendimi görmek istemiyorum. Kendi kıyafetlerimle mutluyum. Amacım karşı çıkmak değil sadece alıştığım düzeni kolayca değiştirmek bana zor geliyor. Şu an bile olduğum durumu yadırgıyorum." dediğim an Süreyya hanım peki anlamında başını salladı.

 

" Her zaman ne yaparsınız kulede? "diye soru sorunca Victoria bunu merak eden bir ifadeyle. Sorusuyla anında gündem değişmiş ve Victoria 'nın sorusuna cevap vermiştiler.

 

" Yani gündelik işlerimizi yapıyoruz yani ben öyle yapıyorum. "dediğinde Loya hanım hemen Süreyya hanım ne diyecek derecesine ona baktı. Bende bakışlarımı Süreyya hanıma çevirdim.

 

" Yani kulenin yönetimi bende olduğu için kulede olan her şeyle yakından ilgileniyorum. Davetlere katılıyorum yer yer. Davet veriyorum. "dediğinde bunları bildiğimiz için başka neler yapıyor diye merak ettiğim için bu sefer soru soran taraf ben oldum.

 

" Kişisel olarak neler yapıyorsunuz? Aslında biz onu merak ediyoruz. "diyince Victoria beni destekledi ve evet anlamında başını salladı.

 

" Kitap okurum. "dedi Loya hanım.

 

" Kitap okur ve kendi motiflerimle nakış yaparım. "dediğinde Süreyya hanım şimdi gözlerimin önüne geldi. Şimdi anlamıştım. Odasına gittiğim günlerden bir gün onun her daim oturduğu tekli sandalyesinin hemen yanında nakış için malzemeler görünce şaşırmıştım. Çünkü bu tür şeylere ilgisi olduğunu düşünmemiştim doğrusunu söylemek gerekirse.

 

"Hım başka neler yapıyorsunuz? Günleriniz her daim nasıl geçiyor merak ettim." diye yeniledi sorunu Victoria.

 

"Ne bilmek istiyorsunuz ki?" diyince Loya hanım hemen soluk almadan konuştu Victoria.

 

"Ne bileyim hep aynı şeyleri yapmaktan sıkılmıyor musunuz? Yetişkinler bu kadar sıkıcı mı? Ben hiç böyle düşünmemiştim ki? Gelecek günlerde daha güzel şeyler yapmayı hedefliyorum ben." diyince Victoria onun bu haline Loya hanım ve Süreyya hanım güldü.

 

"Gençken bizlerde sizler gibi heyecan peşinden çok koştuk şimdi hayatımızda dinginlik istiyoruz." dediğinde Loya hanım sadece anlamaya çalıştım.

 

"Hım ben daha farklı bir yaşam istiyorum. Her günü heyecan ve güzel geçsin isterim." dediğinde Victoria bende aslında böyle bir hayatı istediğimi anladım.

 

"Belli oluyor o zaten." diye ima edince Süreyya hanım önceden yaptıklarımıza ithafen. Ama hiç anlamamışa yatarak anlamazlıktan geldik. Yani bizler o sorunlarda yüzde elli hatalıyız. Yüzde elliyse belalar bizi kendine çekiyor.

 

"Ama sizde yani gençliğimizi yaşamayalım mı!" diye Victoria tatlı bir çocuğun yakınmasıyla konuştu. Hatta kollarını göğsünde kavuşturdu ve şu an bile sıkıldığını belli etmekten kaçınmadı.

 

"Ama zaman geçiyor ve kendinizi anlamaya da bakın çünkü zaman geçtikten sonra hala kendinizi bulamamışsanız büyük bir kayıp olur sizler için." diyince Loya hanım o an demek istediği şeyi anladım.

 

Çünkü kayıp insanlar ne istediğini anlamayarak bir ömrü tamamlar ve geriye dönüp baktığında hiçbir şey yapamadığının farkına varır. Amacının ne olduğunu bilmez ve böyle böyle bir arayışa girip yanlış kararlar verebilir. Ve onca ziyan olmuş zamanın yasını tutar.

 

"Hala arayışta olanlardanım." diyerek o arayışı çoktan başlattığımı açıkça ifade ettim. Loya hanım güzel dercesine başını salladı.

 

"Tamam o zaman kahvelerimizi içerken yaptığınız en aksiyon ve uçuk anılarınızı bize anlatmak ister misiniz?" diyince Victoria şaşırdım. Çünkü cidden bunu sorup sormadığını anlamaya çalıştım. Bu soruyu kimlere sorduğunun farkında mıydı acaba?

 

Victoria 'nın bu sorusuna ikisi de peki anlamında başını sallayarak cevap verince şaşırdım. Ben olumsuz cevap vereceklerini düşünmüştüm nedense. Ve yanılmıştım da. Bakalım bu iki güzel kadın ne gibi belaların asıl zanlısı olmuş?

 

Victoria' nın sorusunu cevaplayan ilk Süreyya hanım olmuştu. Ben ve Victoria tekli koltuğa sırtımızı yaslamış ve karşımızda duran Süreyya hanımın söze girmesini bekliyorduk.

 

"Genç bir kızken her daim babam ve erkek kardeşim savaş için seferlere giderlerdi ve ben kulede hep tek başıma kalır ve onların dönüşünü beklerdim. Onlar varken bana küçük gelen kule onların yokluğunda koca bir dünyadan farksızdı. Yalnızken oylanacak çok şey arardım. Bazen bulduğum zamanda olurdu bulamadığım zamanda. Ama çoğunlukla bulamazdım ve sonra kulede kendime bir meşgale bulmak için epey bir uğraş verirdim. Ve bu bir soruna sebebiyet verdi. O kadar dalmışım ki nereye gittiğime bakmadan ilerlemiş ve kulenin dışına çıkmış ve yolumu kaybetmiştim. Geriye dönmek için çok çabalamıştım ama bu daha çok kaybolmamı sağlamıştı. Ve o an bir gençle karşı karşıya gelmiştim. Genellikle kulede kendi halimde büyüyüp giden biriydim. Pek davetlere gitmezdim çünkü gerek duymazdım. Ama o gün o genci ormanda görünce korkmuştum. Çünkü bana zarar vereceğini düşünmüştüm ama hiç öyle olmamıştı. Kaybolduğumu anlamıştı."dediğinde son cümleyi söylediğinde yüzünde samimi bir gülümseme yer aldı ve o anın verdiği huzuru şu an hissediyormuş gibi içi huzurla doldu. Sonra anlatmaya devam etti.

 

" Bana her ne kadar ismimi hangi krallığa ait olduğumu sorsada cevap vermemiş ve ondan korkarak kaçmıştım. Tabii o kolay kolay beni bırakmamış ve ardımdan gelip bana yardımcı olabileceğini söyleyip durmuştu. Bense hiç onu dinlemeyip koşmaya devam etmiştim. Korkudan öyle koşuyordum ki önümdeki boşluğu görmeyip içine düşmüştüm. Sertçe düştüğüm için tabii ayağımı kırmıştım. O an çektiğim acıyla birlikte düştüğüm yerde ağlamaya başladım birde. Hem ağlıyorum hemde benden uzak dursun diye bağırıp çağırıyordum. Sonunda artık dayanamayıp yanımdan uzaklaşarak gideceği an bu sefer de yardım etmesi için bağırıp çağırmaya başlamıştım. Canına tak ettiği için geri gelip beni o çukurdan çıkarıp geldiği yere gideceği an yürüyemediğimi söyleyip, bana yardım etmesi gerektiğini söylediğim anda bana yabancı bir cisme bakarcasına bakmaya başlamıştı. Eh normal ilk anda ondan kaçan kız şimdi onunla kuleye kadar gelmesini isteyince verdiği tepki normal karşılamak lazım. "dedi o da o anki halini tuhaf bulduğunu saklamayarak. Yavaşça Süreyya hanım önünde duran dolu kahve bardağındaki yansımasında takılı kaldı ve sonra yavaşça tekrar anlatmaya devam etti. Kim bilir ne o an hissetti?

 

" Beni kırmamış ve benimle birlikte kuleye kadar gelmişti. Ve birlikte yürürken aksayan ayağımın izin verdiği kadar yürüyüp ondan destek alıyordum. O uzun yolda ağrıyan ayağımın acısını unutmak için ona sorular sormaya başlamıştım. Ve tabii yine şaşırmış ama kırmamak için cevap vermişti her sorduğum soruyu. Kuleye gidene kadar aklıma ne geldiyse sormuş epey başını ağrıtmıştım. "dedi Süreyya hanım. Sadece korkusunu gidermek için soru sorup durduğunu anlamıştım. Ama zaten en başta ona güvenerek onunla bir yola çıkmamış mıydı? Neydi onu bu sorulara sefk eden . Merak mı? Yoksa heyecan mı?

 

"Kuleye gelince kapıda duran askerler hemen yanıma gelmiş ve iyi olup olmadığımı sormuş ve iyi olduğumu anladıklarında benim emrimle beni kurtaran kişiye bir şey yapmamışlardı. O beni bıraktıktan sonra çekip gideceği an ona neden ismimi sormadığını sorunca bana şunları söylemişti. 'Yol boyunca o kadar gerekli gereksiz şey sordun ve şimdi mi aklına geldi ismimi sormak.' dediğinde o an utancımdan susmuştum. Ama gerçekten o an aklıma hiç ona ismini sormak gelmemişti. Tam o dönüp gideceği an ona peki ismimi neden sormadığını sorduğumda bana şunları söylemişti.' Mavi gözler ve ürkek bakışlar. Her ne kadar sen etrafı bilmesende ben sana rağmen seni tanıyorum. Sen Moritanya krallığının prensesi Süreyya Monezal' sın dediğinde nefesimi tutmuş ona bakmışım. Tutukluk yapan bir silah misali ona bakmış ve yerimden kıpırdamadan onun gidişini seyretmiştim. O son sözlerini söyleyip gitmişti. Bana ismini o gün söylememişti ama ben ondan çok sonraları kim olduğunu öğrenmiştim. İşte o gün Ahlas 'la tanımıştım ve hayatımın onunla birleştirmemi sağlayan anı olmuştu. "dediğinde hala bakışlarında ilk günün sevgisinin emaresini gördüm.

 

Bu sevgiye rağmen ayrıydılar. Ve ben bu hallerine üzülüyorum çünkü Ahlas bey o kadar değer veriyor ki Süreyya hanıma ben bir adamın böyle bir değer verişini görmedim. Her şeye rağmen onun yanında ve olmak için her çabaya giren biriydi.

 

"Ahlas beye çok değer veriyorum. Çok naif bir kalbe ve ruha sahip. Muhteşem bir adam. Bana olan tutumu bir babanın kızına olan tutumu gibi. Benim için yeri çok ayrı." dediğimde Süreyya hanımın gözleri ışıldadı ve derin bir iç çekti. Onu özlüyor yanında olsa da her daim, onunla eskiden olduğu gibi olamayışlarına olan hasreti ve özlemi vardı. Ve bu hasret uzun bir acının yarasıydı. Hiç o yaraya tuz basmak istemediğim için dile getirmedim ayrılık sebeplerini. Ve konuyu dağıtıp Süreyya hanımı olduğu ruh halinden çıkarıp aldım. Ama zaten bu amacımı hemen anladı da. Ve sadece gülümsedi.

 

"Peki siz Loya hanım sizin hiç unutamadığınız bir anınız var mı?" diyince Loya hanım evet var dedi. Ve gözler uzaklara dalarak anlatmaya başladı o da geçmişin tozlu sayfalarını çevirerek.

 

"Küçüktüm çok..."dedi bir iç çekilişe başlayarak cümleye. Sonra gözleri bana çevrildi. Ve derin bir acının yarasını bende görür gibi baktı." Hata yaptım ve birinin hayatını mahvettim. Bu en yakın dostumdu. Hirela 'ydı. Yanlış bir anlaşılmayla onun hayatında en değer verdiği kişinin ölümüne sebep oldum. Birbirlerine karşı hisler beslediğini bilmiyordum ve Hirela' yı bir gece ziyarete gittiğimde odasında o adamı gördüğüm anda çığlıklar atarak muhafızların odaya gelmesini sağladım ve içeride olan adamı yakalayıp gittiler. Sonrası büyük harbede çünkü meğerse o akşam Hirela 'yı babası karşı krallıkta olan genç Prens' le anlaşmalı bir evlilik yapması için karar verdiği günmüş. Ve o adamın odada bulunduğu haber babasına gider gitmez o adamın ölüm emrini vermiş. Yani Hirela 'nın o gün ölüm gününe ilk adım atışı olmuş. Çünkü o gece gördüğüm adam onun hayatının aşkıymış ve onun ölüm haberini aldıktan sonra birde evlilik haberini alınca yıkılmış. Babasına o adamın sevdiği olduğunu söyleyememiş korkudan ve ne kadar evlilik kararını onaylamadığını babasına bildirsede babası ona söz hakkı tanımamış. Sonrasını tahmin edebiliyor olmalısınız. Düğününden birkaç gün önce ölüm haberi ulaştı ve o an yaşadığım vicdan azabını ve üzüntümü dile getirmemem. Benim yüzümden sevdiğiyle olma ihtimalini elinden aldım. Belki o yaşasaydı bir şansları olabilirdi. "dedi sesi güç bela çıkarken son cümlelerinde. Bakışlarım ondayken yavaşça gözleri yaşardı. Parmaklarının yardımıyla gözyaşlarını silip derin bir nefes aldı. Hemen sonrasındaysa akan burnunu sildi avucunda duran peçeteyle.

 

Korkunun onda uyandırdığı vahim duygularla yaptığı şey akıl almaz olaylara sebebiyet vermişti. Sonraysa zaten vicdan azabını ilk aşamalarındandı. Loya hanım ne kadar unutmak için çabalasa da pek unutacak gibi değildi. Zihni bu hatası için onda büyük bir döngü başlatmış ve her daim bu yaptığı yanlışı unutmaması için yıl alarmı kurmuştu. Her yıl onun doğum günü ve ölüm günü bu hatasını hatırlayacaktı. Nereden biliyorsun derseniz buna bizzat tanığım da ondan.

 

"Geçmiş kara bir buluttan ibaret siz ona anılarınızdan her daim bir kötü anları sunarsanız onun sizinle her daim beraber olmanızı sağlar. Zihninizi aydınlık anılara açık bırakın Loya hanım bunun sayesinde ruhunuz ve zihniniz huzur bulacak. Hata yapmadınız diyemem ama nereden bilecektiniz ki o adamın onun sevdiği kişi olduğunu. Siz o an yapmanız gereken şeyi yaptınız yanlış sonuçlar doğuracağını bilmeden. "dedim daha fazla bunun acısını yaşamasın diye ama pek faydalı olduğunu söyleyemem çünkü ne yaparsak yapalım geçmiş bir gölge misali bizimle ve biz yok olmadan o yok olacak gibi değil.

 

" Unutalım desek bile maalesef bu gerçek olmayacak ama terazinin diğer kefesine bir şeyler bırakmak lazım. Onlar güzel anılarımız olsun ve biz bunun için çabalayalım." diyince Victoria, onun dediklerini düşündüm ben bunu yapıyor muydum? Ya da onun söylediğini yanlış mı uyguluyordum?

 

Şu an etrafımızda olan karanlığın sislerini dağıtmak lazımdı ve bunu sağlayacak şey başka bir konuya geçişti.

 

Süreyya hanımın bu ortamı dağıtmak için açtığı konu bizlere yönelik olan konuydu. Hayatımızda biri olup olmadığını sorunca Victoria 'yla aynı anda kafamızı iki yana salladık. Şimdilik kimse bilmemeliydi. Ahrar ve ilişkimiz şimdilik bize özel olmalı. Sanki birileri bildiği anda bu aramızda olan büyü bozulacak gibiydi. Ve ben bunu istemiyorum. Daha aramızda aşılmayan engeller vardı ve ben onlar aşılmadan yeni engellerin aramızda olmasını istemiyorumdum. Zaman bizi bir elmanın olgunluğuna ulaştırdığı anda zaten herkes bizleri bilecekti ama şimdi değil. Şimdi her şey için çok erkendi.

 

"Hayatınıza birleri dokunacak ve sizi değiştirecek. Bu değişim bazen iyi yönden bazen kötü yönden olabilmekte." dediğinde Süreyya hanım ne demek istediğini anladım.

 

Aşk bazen mutlu ettiği gibi yakar da.

Aşk bazen acı çekmeni sağlar.

Aşk bazen soluk almanı engeller. Kendine bağlı hale getirir. Kaybetmek istemez kaybedince onsuz hayatı yaşayamaz hale getirir seni. İyidir aşk ama sadece bazıları...

 

Bazıları sadece acı verir. Sana acılarını hatırlatır. Sana en büyük kaybını hatırlatır yani seni. Çünkü kendini kaybedersin onu kazanmak için. Kendini değişme armağan eder. Kendini sunarsın o senin olsun diye düşüncelerin ve acılarına armağan edersin kendini.

 

Terasta birkaç konuşma geçmişti ve bizler sonra oradan ayrılmış ve hep birlikte aşağı inmiştik.

Merdivenlerden inerken bir çalışan Süreyya hanıma misafiri olduğunu söylemişti. Süreyya hanım hemen yanımızdan ayrılmış ve Loya hanımla birlikte gelen misafirini ağırlamaya gitmiştiler. Onlar gittikten sonra bizde Victoria 'yla Lord Yelit' i ziyaret etmeye gitmiştik.

 

5. kata gelmiş ve Lord Yelit 'in odasının önünde durup kapıyı çalacağımız an kapı korku filmlerinde olduğu gibi kendi kendine açılınca ben ve Victoria bunu beklemediğimiz için bir adım geriye doğru çekilmiştik. İkinci deneyimim olduğu halde yine de korkuyor insan elinde olmadan. Normal şeyler yaşamıyor ki normal tepkileri vereyim. Hayatım garipliklerle dolu ve unutmak lazım tuhaf insanlarla. Normali bir benim ama bende bunlarla bir arada kala kala kafayı sıyıracağımı düşünüyorum. Eh ne yapalım toplu halde deli deli yaşayıp gideriz.

 

Kapı açıldıktan sonra Victoria 'yla birbirimize baktıktan sonra içeriye adım attık. İçeriye girer girmez bir anda yer ayaklarımın altından kaydı ve ben o anda düşmeye başladım. Korkudan çığlık atarken Victoria benden bir farkı olmadan benim gibi çığlık atıp aynı anda yere tosladık. Sertçe sırt üstü yer düştüm. Yere düşünce düşmeden ötürü topraktaki tozlar uçuşunca onları solumak zorunda olduğum için boğazıma kaçtığı için sertçe öksürmeye başladım.

 

Bir yandan öksürüyordum bir yandan yerden doğrulduğum gibi ağrıyan sırtımı silkeleyip duruyordum. Biz nereye gelmiştik? Etrafıma bakınca burası bir yer altı olduğunu anladım. Ama biz nasıl Lord Yelit 'in odasından buraya geldik. Umarım o yaşlı ihtiyar burada değildir? Yani başka güzel şekilde de bizi buraya getirebilirdi. Mesela düşmeden! Normal şartlarda gelmemiz can sağlığı açısından bizim için daha faydalı olacaktı zaten!

 

"Of ya bu da ne? Topuklu ayakkabım kırıldı ya!" diye yakınınca Victoria ona yandan bir bakış attım. Dua etsin ayağı kırılmamış neyin derdine düşüyor ya!

 

"Victoria!" diye uyarı yapınca sızlanmayı kesti. Hay ben böyle işin neyse!

 

Etrafıma bakınca herhangi bir kapı bulamadım uzun bir geçit vardı önümüzde. Arkamızda bir duvar olduğu için tek seçenek hakkımız vardı ve ileriye gitmek. Hemen harekete geçip Victoria 'nın kolunu tutup onu çekiştirip ilerlemeye başladım. Victoria kırık olan ayakkabısıyla ilerlediğinden hem beni yoruyordu hemde yolumuzu uzatıyordu. Bu kızın bir gün de yararını görsem çok şey istemiş mi olurum? Hiç zannetmiyorum da neyse.

 

Uzun ve dar geçitte yürümeye uzunca bir süre devam ettik. Tabii o sırada Victoria kafamı ütülemeyi bırakmadı.

 

"Emira bir portal açıp bizi buradan çıkar ya! Ne zamandır bu topuğu kırık ayakkabı ile yürüyorum ayağım ağrımaya başladı." dediğinde sesli bir şekilde nefes verdiğimde hiç oralı olmadı.

 

"Çıkar o zaman ayakkabıyı ayağından Victoria!" diye daha önce verdiğim öneriyi sununca tekrar kabul etmedi.

 

" Asla olmaz güzelim ayaklarımın bu pis toprakta kirlenmesini istemem daha sabah ayak bakımımı yaptım onca emeğim boşa gitmesin." dediğinde ilerlemeyi bırakıp ona doğru döndüm.

 

" Sence şu an ayak bakımın mı önemli şimdi? Ve Victoria bir daha bana yol boyunca ayağım ağrıyor yok şuram ağrıyor dersen sonsuza kadar acısız bırakırım inan ki seni. "diye tehdit edince gözler irileşti ve hemen kınama versiyonuna geçiş yaptı.

 

" Sen nasıl bir arkadaşsın ya arkadaşlar birbirlerine bu sözleri söylemezler! "diyince tepemde tepemden gelen sinirimi zapt ederken konuştum

 

" Bende böyle, işine gelirse hanımefendi şimdi sus ve kalan yolu ağrımayan başla gideyim tamam mı? "dediğimde yanaklarını şişirdi ve tamam anlamında başını salladı. Eh biraz huzuru hak ettiğimi düşünüyorum.

 

" Birazdan varacağız ulaşacağımız yere çünkü ileride bir kapı gibi bir şey seçiyorum umarım yanlış değildir. "dedim yanlış görmemeyi umarak.

 

On dakika sonra gördüğümden emin olduğum kapının önüne gelince derim bir nefes koyverdim. Neyseki onca yolu boşu boşuna gelmemiştim.

 

Victoria yanımdan ayrılıp kapıyı çalınca ona sen ne yapıyorsun dercesine baktım ve direk kapıyı paldır küldür açtım.

 

Kibarlığın zamanı değildi. Biz onu girişte yapmıştık ve karşılığını da güzel bir şekilde almış bulunmaktayız.

 

İçeriye girince kapıyı açıp hemen bakışlarımla Lord Yelit 'i aradım o yaşlı bunağın bana bir açıklama borcu vardı! Ne halde olduğumuzu bilmiyor bile! Onca yükseklikten düştüm ve hala kaburga kemiklerim ağrıyor durumda. O kadar elbise giydik ama elbise çamur toz içinde kalmıştı ve üstüne üstlük bir paçavra gibi gözüküyorum aslında gözüküyoruz. Yanımda duran Victoria bakınca benden farklı olmadığını gördüm.

 

Loş odada Lord Yelit 'i görme çabalarım boşunaydı. Burada yok gibiydi.

 

"Bu lanet yer de neyin nesi?" diyince Victoria verecek bir cevabım olmadığı için sessiz kaldım.

 

Olduğum yerden harekete geçip bu küçük odada gezinmeye başladım. Oda 30 mertekareydi. Ve tam ortasında bir ağaç, o ağacın dallarına asılı mumlar vardı rengarenk. Ve ağaç devasa duruyordu. Ama biz küçük bir odada bulunuyorduk. Sanrım burası bir büyüyle kurulmuştu. Anlamadığım bu ağaç neden buradaydı ve ne işe yarıyordu?

 

" Zihnimde çok pis düşünceler dolanıyor Emira. Bu Lord Yelit gece gece uyumayıp ayin mi yapıyor? Bu ağaca asılı mumlar da neyin nesi?" diye dehşete uğramış bir şekilde konuşunca hiçte uzak gelmedi bana dedikleri. Yani ortam hiç iyi bir düşünce yaratmıyor. Bu görüntü hiç iyiye alamet değil.

 

" Yani görünüşe aldanmayın demişler bence bu görüntünün açıklaması vardır. "diye bir cümle kurduğum anda Victoria koşar adımlarla ağaca doğru ilerledi ve orada ne görmüşse çığlık atınca bende bu çığlığı beklemediğim için bende çığlık attım.

 

" Görünüşe aldanma he! Peki bu ağaç dalına asılı bu mumun üzerinde benim ismimin ne işi var? Bu Lord Yelit geceleri ayin mi yapıp duruyor? Birilerini mi lanetliyor ha?" dediğinde gördüklerinin hala dehşetini yaşarken. Bense hemen ona doğru ilerledim ve ağaç dalında olan mumları üzerinde yazılı olan isimleri okudum. Ve kulede bulunan çoğu herkesin ismi bu mumlar üzerinde yazıyordu.

 

Ne yapacağımı bilmeyen bir çaresizlik içerisinde Victoria baktım.

 

"Bence hemen burayı terk edelim." dedik aynı anda.

 

"Bak bizi burada görürse belki bize kötü şeyler yapabilir. Ben gidiyorum Emira." diyip kapıya doğru ilerleyince bende burada durmak istemediğim için onu takip ettim.

 

Şimdi ağacın burada bulunma durumunu ve ne işe yaradığını çok güzel bir şekilde görmüş ve anlamıştım. Hiç bu kadar güzelce anlatılmazdı hiçbir şey. Zaten burada anormal bir şey olsa dişimi kıracağım. Herkes anormallik seviyesine ulaşmış yetmemiş onun bir tık üstüne çıkmıştı.

 

Victoria önden ilerlerken bende onun gerisinde onu takip ediyorum.

 

"Victoria acaba o gördüğümüz şey yaşam ağacı olabilir mi?" diye sorunca Victoria beni dehşete uğratacak bir kahkaha attı.

 

"Yaşam ağacı mı?" dedi durup bana bakarken. Anında geriye doğru adımladım. "Ne yaşam ağacı? Bildiğin ölüm ağacı o!" dedi yüzüme yüzüme bağırarak.

 

"Tamam." dedim sadece. Neden bağırıp duruyor ki? Benim ne suçum var bende onun gibi burada kurban durumundayım. Ama ben ismimi okuyamadım acaba sonradan mı eklemeyi unuttu? Kim bilir?

 

"Hadi buradan hemen çıkalım Emira." diyince aklıma o an bir şey geldi. Ee biz boşluktan yere düştük hemde metrelerce şimdi nasıl geri o yere gidecektik ki? Portala başvurmak istemiyorum ama durum bunu gösteriyor maalesef.

 

"Bir şey unutmadın mı?" diyince Victoria hemen tekrar arkasına dönüp bana baktı.

 

"Neyi unuttum?" dedi anlamayan bir ifadeyle.

 

"Biz buraya nasıl geldik Victoria?" diye sordum bir ümit anında cevap vermesini umarak.

 

"Yürüyerek." diyince alık alık yere atasım geldi kendimi.

 

"Victoria sen aptalsın bunu biliyorsun değil mi?" diyince hemen kaşlarını çattı ona hakaret ettiğimi sanarak ama ben gerçekleri söyledim.

 

"Sensin aptal!" dedi beni benim sözümle vurmaya çalışarak.

 

"Hani canım arkadaşım biz yere düşmedik mi? Hani biz onca metreden düşüp bir yerlerimizi incitmedik mi? Şimdi söyle bana biz o yüksekliği ne nasıl aşacağız güzel arkadaşım ?" diyince yeni yeni jeton düşünce anında elini alnına vurdu.

 

"Ay ben orasını kaçırmışım. Eee şimdi ne olacak?" diye sorduğunda en basit yöntemi denemek gerekti.

 

"Portaldan geçiş yapıp yapmadığımıza bakacağım. Olursa ne güzel olmazsa işte bende orasını bilmiyorum." diyerek önümüzdeki iki seçeneği de ona söyledim.

 

"Peki o halde önce bir portal aç bakalım geçiş yapabilir miyiz? Olmazsa da yürümeye devam edelim de bakalım bu lanet yerden çıkabilir miyiz?" dediğinde bir umutla bana bakarken.

 

Peki anlamında başımı salladım ve olduğum yerden kıpırdamadan usulca gözlerimi kapatıp buradan çıkmak için bir portal açmak için kolyeye fısıldadım. Zihnimdeki düşünceleri hissetmesini sağladım. Gözlerimi açıp portalın açılıp açılmadığına baktığımda portala dair bir iz görmedim. Neden açmamıştım? Ne engelledi ki?

 

Kolye neden gücüne rağmen bir portal açamadı? Sebebi olmalı muhakkak?

 

"Açılmadı sanırım kolye seni deniyor olmalı Emira. Her koşulda ona sığınmanı değil de senin nasıl güçlü olduğunu sana anlatmaya çalışıyor. Portal açılmadığına göre yürümeye devam edelim ve şu lanet yerden nasıl çıkacağız onun için düşünelim ve bir çaresine bakalım. " dedi ve hemen Victoria 'ya doğru ilerledim. Yanına gidince yan yana yürümeye başladık.

 

" Sence buraya düşmemizin bir sebebi var mı? "diye sordum bir nedene ulaşmak için.

 

" Bilmiyorum ki. "demekle yetindi Victoria ve yolun sonuna kadar sessizce ilerledik.

 

Ama zihnimizde olan o kıyamet senaryolarında büyük gürültüler yer alıyordu. Hala aklım o ağaçtaydı. O ağacın bir anlamı olmalı? Lord Yelit bir nedenden ötürü bu ağaca o isimleri asmış olmalı. Çünkü onu tanıyorum. Ya da belki de tanıdığımı düşünüyor olabilirim de ama ben inanıyorum bu olan bitenin gerçekten açıklaması olduğuna ve yanlış bir şey olmadığına dair. Sonunda düştüğümüz yere ulaşınca Victoria ile yukarıya bakınca Lord Yelit 'in odasının ilk girişi görüş alanımıza girdi. Yerle odanın arasında iki insan boyu kadar uzunluk vardı. Ve birimiz diğerimiz yardımıyla oraya ulaşması lazımdı.

 

Yanımda duran Victoria bakışlarımı çevirdim.

 

"İlk gitmek ister misin?" diyerek önceliği tabii ona verdim. Victoria önce yukarıya baktı ve bakışları kısa bir süre orada oyalandıktan sonra bakışları bana çevrildi.

 

"Senin için sorun olmazsa ilk ben gitmek istiyorum." diyince bunun olmasını isteyen bir ses tonuyla. Anında tabii dedim ve tam boşluğun orta kısmında durup Victoria 'yı yanıma doğru çağırdım.

 

"Gel bakalım." dedim ve Victoria yanıma gelince ilk önce iki elimi üst üste avuçlarım dışa dönük olacak şekilde konumlandırdım. Victoria omzuma ellerini koyup ayağını avucuma yerleştirip yavaşça yükseldi. Boşluğun dışına ulaşmak için çabalasa da olmadı.

 

"Victoria in aşağı."dedim ve indiği gibi aklıma gelen şeyi yapmasının doğru olacağını düşündüğüm için bunu yapmasını ondan istedim.

 

Biraz uzağa git ve ben yere doğru eğilince oradan hızla koşup sırtıma binip kendini yukarı doğru itmeni istiyorum. Bu sayede belki tutunur ve buradan çıkarsın ve sonra benim çıkmam için yardım edersin. "dedim ve ona baktım ne düşünüyor diye.

Kararsızlık içerisine bir bana birde yukarıya bakıyordu.

 

" Emin misin Emira? "diyince evet anlamında başımı salladım. Usulca başını sallayıp uzağa doğru ilerledi. Victoria yerini aldıktan sonra bende yavaşça yüzüm yere dönük olacak şekilde eğildim. Yüzüm yere dönükken son anda aklıma gelen şeyi söyledim.

 

" Victoria saçma sapan bir şey yapayım deme sakın. Koş ve hemen kendini yukarı çek. Ve senden ricam sırtımın ağrıdığını ve benim bir insan olduğumu unutma olur mu?" diyince Victoria anında çirkefleşti.

 

"Of tamam sus ve yapalım şu işi! Görende sırtında fil taşıyacaksın! 50 kiloyum ben bir kere dediğinde ona inanmadığımı belli eden bir ifadeyle baktım.

 

" Victoria zamanı değil ama söylemesem içimde kalır. Ben senden zayıf biriyim ve ben 50 kilo değilken sen nasıl elli olabiliyorsun ben orasını anlamadım? Yuvarladım diyeceksen o daha çok sallamak olur. Sen en az 65 varsın. Ve ben 56 kiloyum." diyince duymamış gibi yaptı.

 

" Hadi bak koşuyorum. Sakın düşeyim deme! Dayanıklı ol ve buradan çıkalım. "diyince göremeyeceğini bildiğim için gözlerimi devirdim.

 

O kilosuna rağmen bakalım nasıl dayanıklılık göstereceğim merak ediyorum? Ben olduğum yerde dururken Victoria komut verince derin bir nefes aldım. Victoria hızla koşmaya başladı bunu adım seslerinden anladım. Koştu koştu ve sağ ayağıyla sırtımdan destek alarak kendini yukarı itti. Anında olduğum yerde sertçe yere düştüm bir yerden destek almadığım için. Hemen yukarıda asılı kalan Victoria baktım. Olduğu yerde iki eliyle kendini yukarı çekmeye başladı.

 

İlk an eli kayar gibi oldu ama son anda iyice tutundu ve sert bir hamleyle kendini boşluktan dışarıya çıkardı. Düştüğüm yerde rahat bir nefes aldım. Neyse ki ilk hamlede başardı. Bir daha aynı şekilde sırtımdan destek almasını istemezdim çünkü ağrıyan sırtımın ağrısının daha da artmasına sebep olmuştu verdiğim bu karar.

 

"İşte bu be!"diye sevinç nidaları atan Victoria 'yı görmezden gelerek olduğum yerden doğrulup beni çıkarması için onu bekledim.

 

" Odada ip veya bir şey bul ondan destek alıp çıkabileyim. "diyince Victoria olumlu anlamda başını salladı. Birkaç dakika boyunca onun gelmesini bekledim. Sonunda elinde bir örtüyle geldi.

 

Örtüyü boşlukta aşağı attı.

 

" İki örtü dayanıklı bir yere bağlı. Tutup çıkmaya başla. "diyince tamam anlamında başımı sallayarak sarkan örtüye ellerimi yasladıktan sonra sımsıkı tutarak kendimi yukarı çekmeye başladım. Saniyeler sonra hiçbir sorun olmadan dışarı çıkabilmiştim. Çıkar çıkmaz derin bir nefes aldım. Buraya gelip bunları yaşayacağımı hiç düşünmedin.

 

"Hadi daha fazla burada durmak istemiyorum Emira. Odama gidip üzerimi değiştireceğim. Mahvolduk ikimiz de. Bildiğin savaştan çıkmış gibi üzerimiz kir toprak. Hemen eski hallerimize dönmeliyiz bir an yoksa rezil rüsva olacağız kulede olanlara."diyince hala aklı fikri görünüşünde. Çıktığı için mutlu olacağına neyi düşünüyor!

 

Hiçbir şey demeden odadan çıkmak için harekete geçtim ve kapıyı açıp kendimi dışarı attım ve derin bir nefes aldım. Sonunda huzur. Benim ardımdan Victoria 'da çıkınca odanın önünde biraz soluklandım.

Sırtımı kapıya yasladım ve ağrımakta olan sırtımın acısı tekrar nüksedince dişlerimi sertçe sıktım. Birde gün boyu bu ağrı ile baş edeceğim hiç iyi bir gün değil bugünde diğer günler gibi .

 

"Bir daha Lord Yelit' i ziyaret etmek için odasına gelmeyeceğim buluşma alanı düzenlemek daha iyi. "diyince hala yaşadığım şeyin bedenimde ki izleriyle beraber, dediklerime o an Victoria hak verdi

 

" Evet hiç hoş karşılanmak. Böyle misafirperver mi olurmuş ya! "dediği anda ona uzaylıymış gibi baktım. Ne karşılanması? Bildiğin bambu tuzaklarına düşen insanlar gibi tuzağa düştük. Daha çok pusu demesi lazımdı.

 

" Neden öyle bakıyorsun? "diyince saf saf ona göz devirmemek için zor tuttum kendimi. Birde sormuyor mu daha çok kızasım geliyor.

 

" Ne hoş karşılanması Victoria orada bile değildi Lord Yelit! Hem bilmiyorum dikkatini çekti mi biz oraya bildiğin damdan düşer gibi düştük. Ben ortada karşılamadan çok tuzak görüyorum sana nazaran! "diye sinirle konuşunca Victoria kollarını göğsünde kavuşturdu. Bu haline ifadesizce bakmakla yetindim.

 

" Bana neden bağırıyorsun buraya gelmek senin fikrindi hatırlatırım canım arkadaşım ! Üstüne üstlük bende seninle beraber o boşluğa düştüm yani senin gibi bende mağdur durumdayım. Unutamamışsan tabii! Yani bana kızmayı kes! Ve suçlu olduğunu kabullen! "diye birde suçu bana atınca hepten sinirim yükseldi. Hah sanki ben bile isteye onu buraya getirdim. Sohbet ederiz diye düşündüm nereden bileyim kapıdan girer girmez yere boylayacağımızı! Oradan bakılınca bu durumdan hoşnut gibi mi duruyorum anlamış değilim!

 

Kendimi göstererek konuştum. Bir umut beni anlar amacıyla. Ama anlayana işte!

 

" Yani hepsi benim suçum öyle mi? Ben mi istedim onca mesafeden düşmeyi ha? Asıl ben hatırlatırım sana oradan çıkmak için verdiğim uğraşı. Çünkü malum benim ağrıyan sırtımın üstüne basarak çıktın Victoria hanım o boşluktan. Yani hem mağdurum hem kullanılmış! Onca kilonla ağrıyan sırtımdan destek alarak çıktığını hatırlatırım! " diyerek yüksek sesle konuşup ortamın tansiyonunu arttırdım hiç çekinmeden. Olduğum yerden ona doğru ilerleyince anında ismimi zikreden sesle yönümü oraya döndüm ve karşımda Ahrar ve Turul beyi gördüm.

 

Lanet olsun! Bir bunlar eksikti! Şimdi ne olacak? Her şeyi duymuş olabilirler mi?

 

Sesli bir şekilde yutkundum ve başımı yana çevirdiğim gibi Victoria 'nın bakışlarıyla karşılaştım. Oda benim gibi bu halde birilerine yakalanmayı beklemiyor olmalıydı ki şaşkın ve bir o kadar da utanmış haldeydi.

 

"Turul bey...." dedim ama cümleye nasıl devam edeceğimi bilemedim. Ne diyecektim. İşte Lord Yelit' in odasına girer girmez bir boşluktan yere mi düştük. Sonra o yerde yol boyunca ilerledik ve küçük bir odada herkesin isimlerinin asılı olduğu bir ağaç görüp oradan hemen ayrıldık mı diyeceğim. Asıl önemlisi Lord Yelit tuhaf şeylerle ilgileniyor mu demeliyim. Ben ne demeliyim orasını bilmiyorum. Kararsız bir halde olduğum yerde durmuş öylece karşımda duran iki adama bakıyorum. Lacivert harelerin üzerimdeki bakışlarını hissediyorum. Acaba ne kadar bedbaht bir halde olduğumu mu düşünüyor?

 

"Kapının önünde neden tartışıyorsunuz?" diye soru soran Turul beye açıklama yapacağım an birden anında ağrısı kesilen sırt ağrımın ağrımaya devam etmediğini anlayınca hemen Victoria baştan sona baktım ve hiç bedbaht durmuyordu hatta odaya girdiğimiz haldeki gibiydi. Onunda şaşkın bakışları bendeydi.

 

"Neler oluyor Victoria? Nasıl eski halimize döndük?"diye konuşup cevap vermesini bekledim.

 

" Bilmiyorum bir anda üzerinin değiştiğini fark ettim ve ben anlam vermedim. Acaba lanetledik mi Lord Yelit tarafından? "diyince bu sözlerine kaşlarımı çattım. Hayır böyle bir şey olmaz. Bu başka bir sebepten dolayı olmuş olmalı. Anında bakışlarımı hala bana bakmakta olan adamlara çevirdim.

 

"Ah Turul bey sizi oyaladık. Kusura bakmayın hiçbir sorun yok. Her zamanki ben ve Victoria tartışması. Yapmamız gereken işler var onların başına dönmeliyiz." diyerek Victoria neredeyse sürüklercesine çekip merdivenlere doğru koşar adımlarla ilerledik..

 

Bir anda neler olmuştu? Onlar bizim o hallerimize şahitlik etmiş miydi? Yoksa onlar bizi fark eder etmez biz çoktan eski hallerimize dönmüş müydük? Ay çok kafa karıştırıcı bu!

 

"Neler oluyor Emira? Bir anda neden ilk hallerimize geri döndük?" diyince bir cevap vermedim. Ne diyeceğimi bilmiyorum çünkü.

 

"Bilmiyorum ve bunu öğrenmek için Lord Yelit 'i bulmalıyız." diye ciddiyetle konuştum ve hemen zemin kata kadar hızla basamakları inmeye başladım.

 

Zemin kata gelir gelmez katta bulunan bir çalışana Lord Yelit' görüp görmediğini sorduğum anda arka bahçede Tarsis Kralıyla birlikte olduğunu söyleyince hemen teşekkürler diyerek arka bahçeye gitmek için sola döndüğüm gibi koşar adımlarla ilerlemeye başladım. Arkamdan koşuşturup duran Victoria seslense de durmadan ilerledim.

 

"Paldır küldür gidiyoruz ama ne diyeceksin Lord Yelit 'e?" diyince hiç duraksamadan sorusuna cevap verdim.

 

"Tabii ki olanları Victoria." dedim ve ilerlerken Victoria hemen önüme geçince yürümeyi bırakmak zorunda kaldım.

 

"Victoria ne istiyorsun?" dedim azarlayarak.

 

"Emira bence söylemesek mi? Çünkü eğer gerçekse ve biz gizli bir şeyi öğrenmişsek sence başımız belaya girmez mi?" dediğinde tedirgin bir halde sadece ona bunun geri dönüşü yok anlamında bakınca önümden çekildi. İhtimal vermiyorum bunun Lord Yelit vasıtasıyla olduğunu çünkü bu işin içinde bir şeyler var ve bunu ancak Lord Yelit 'ten öğrenebiliriz.

 

Yemekhanenin olduğu koridora ulaşır ulaşmaz adımlarımı daha da hızlandırmak durumda kaldım bundan sonraki koridor bitiminde arka bahçeye ulaşan koridora ulaşmış olacaktım.

 

Tam yan yana Victoria' yla birlikte yemekhanenin kapısının önünden geçeceğimiz anda yemekhane kapısın açıldı ve içeriden Dehri çıktı. Ama benim durmak gibi bir niyetim olmadığı için adımlarımı yavaşlatmadan ilerlemeye devam ettim.

 

"Nereye hanımlar böyle?" diye sesinde anlam vermediğim bir tınıda konuştuğu an adım atmayı bırakır bırakmaz ona doğru dönüp yüzünde eğreti duran o gülümsemeye baktım. Gözlerimi kısarak onun hal ve hareketlerini izledim. Olmaz dimi olamaz?

 

"Dehri durdurmaya çalışma bizi Lord Yelit 'le konuşmamız gereken önemli bir şey var aslında, Emira konuşacakta neyse!" dediğinde Victoria ben hala Dehri' ye bakarken tam Dehri 'nin arkasından Dennis ve Enfal çıkınca onlarında Dehri' den farkı olmadığını gördüğüm an sinirden gözlerim kapandı.

 

Bir adım öne çıktım. Ve başımı yana eğip tehlikeli bir ifadeyle onlara baktım.

 

"Yemekhanenin içerisinde birileri var mı sizden başka?" diye soru sorunca anlamadılar sazanlar ve hayır anlamında başlarını sallayarak cevap verince yavaşça dudaklarım iki yana doğru kıvrıldı. Bir anda değişen halime anlam vermeye çalıştılar.

 

"Neden ki?" diyince Enfal saf saf sadece baktım.

 

"Emira hadi gitmiyor muyuz?" dediğinde Victoria ona baktım.

 

"Önceliğimiz şimdi cenaze namazlarını kılmak sonra gideriz." dedim ve onlara doğru ilerlediğimi gördükleri anda kaşları çatıldı her birinin ve ne yaptığımı kavramaya çalıştılar ama açık vermedim.

 

Ben ilerledikçe onlar yemekhanenin içerisine doğru geri geri giderek içeri girdikleri anda adımlarımı hızlandırıp üç adımda yemekhane kapısına vardım.

 

"Buyur buradan yakın. Nasıl bir son istersiniz benden ve Victoria 'dan?" diye sorunca anladılar onların yaptığını anladığımı. Ve sessiz küfürler savurdular. Hadi ama bunun sonucunu göze alarak bu işi yapmışlarsa bunu ödemek zorundalar.

 

Hemen üçüde içeri girip yemekhane kapısını kapatıp bizim içeri girmemizi engellediklerini sandılar zavallılar.

 

"Victoria tüm planları bunlar yapmışlar. Kimden yardım aldıklarını bilmiyorum ama bunların bedelini ödeyecek bunlar." diyince o an Victoria anladı ve benim gibi yemekhane kapısına ulaşıp bana bakmaya başladığında başlıyoruz işareti verince bir adım geri çekildi. Kimi karşılarına aldıklarını bilmiyor bunlar. Biz Victoria 'yla neler yapmıştık neler.

 

Anında büyü gücümle önümde onlar sayesinde kapalı olan kapıyı sertçe açılmasını sağladım. Kapı o kadar sertçe açıldıki arkasında duran Varisler ve Dennis oldukları yerden sertçe yemekhanenin ortasına doğru fırlatıldılar. Sertçe hepsi yere düştüler. Kapı ise sertçe duvara çarpıp keskin bir ses yarattı hem yemekhane içerisinde hemde koridorda. Yavaşça adımladım yemekhaneye doğru.

 

"Sizi o yarım akıllarınızla bize bir plan mı yaptınız? Ah sizi aptallar! Şimdi ödeşme zamanı ve bilin bakalım ne farklı olacak?" diye sorunca sorumu yanımdaki dostum cevapladı.

 

"Bizim size olan adaletimiz. Şunu bilin beyler acıma duygusunu rafa kaldırırız biz ikimiz öç almaya gelince. Ve şu an ne eksik derseniz size yönelik acıma duygumuz." dedi Victoria tehlikeli bir tınıyla onlara bakarken.

 

Beşide yerde doğrulamaya başlarken anında bir hareketimle ardımda duran kapı sertçe kapatıldı ve tüm yemekhane içerisinde olan pencereler bir hamlede kapalı hale geldi.

 

" Dehri bende "dediğimde anında Victoria hemen Dennis 'e doğru ilerledi. Çünkü bu planın ele başları Dennis ve Dehri' ydi. Hemen yerden doğrulduğu gibi arka taraflara kaçan Dehri 'ye doğru yavaşça ilerlemeye başladım.

 

" Dehri neden kaçıyorsun canım arkadaşım? "diye sorunca Dehri bir deliye bakarcasına bana bakmaya başladı. Ama buna o sebep oldu şimdi neden yadırgıyordu ki?

 

" Emira kızım bakma şöyle kaçık gibi korkutuyorsun beni. "dediğinde gözlerimi ona dikip ona doğru ilerlemeye devam edip sağ elimle saçlarımı omzumun gerisine iteledim. O sırada arka taraftan bir çığlık sesi duyuldu sanırım Dennis 'in acı dolu çığlığıydı. Ah hak etmediğini söyleyemem.

 

" Emira uzlaşabiliriz. "dediğinde bir ümit Dehri ona öyle mi dercesine bakarak anında sağ parmaklarımı usulca kıpırdatarak büyü sözlerini söylediğim anda Dehri sertçe olduğu yerden havaya doğru yükselmeye başladı. Olduğu yerde baş üstü yere bakarak ismimi zikretmeye devam etti ama hiç onu dinlemeden arkamı dönüp diğerlerine baktım. Kavi suçsuzdu bunu zihinlerine sızınca anlamıştım. Hatta bana haber vereceği anda Dehri onu etkisiz hale getirmişti ama Nehar ve Enfal hiçte masum değildi.

 

Victoria Dennis 'i sertçe duvara çarptıktan sonra Dehri' ye yaptığımın aynısını yapmış ve Dennis baş üstü aşağı bakarak duvara sabitlenmiş halde duruyordu. Ve Victoria sıradaki avına geçmişti Nehar. Bende zaman kaybetmeden Enfal 'e doğru ilerledim.

 

"Emira biliyorum hata yaptık. Lütfen affet sen iyi bir insansın. Bağışla bizi bir daha yapmayız." dediğinde bu haline gülerek karşılık verdim. Bir de bunu tekrarı mı olacağını düşünüyor ölümü arzuluyor olmalı. Anında hiç beklemeden onu olduğu yerden hızla yukarı kaldırıp tavana doğru yükselttim ve tavanın ucunda olan küçük çiviye asılı olmasını sağladım. Olduğu yerde düşmekten korktuğu için kıpırdamadan duruyor her an koptu kopacak olan gömleğinin yakasının korkusunu yaşıyordu. Gömleğin yakasından asılı olduğu için onu en fazla birkaç dakika taşıyabilirdi gömleği. Sonrası mı? Sonrasında yeri boylayacaktı.

 

"Evet beyler bence bugünkü dersimizden büyük dersler çıkaracaksınız. Bir daha şaka yapmaya kalkarken kendi sonunuzu da düşünmeyi unutmayın derim çünkü elimizden kurtulmak için büyük bir sebebe ihtiyacınız var." dedim uyarırcasına.

 

Yandan enine bir şekilde duvara tablo gibi asılı olan Nehar 'a baktım. Çok çaresiz duruyordu.

 

"Hadi Victoria işimiz bitti burada." dedikten sonra kapıya doğru ilerledim. Hemen Victoria ardımdan beni takip etti. Kapı açılıp tam çıkacakken hepsi bir anda bize ne olacak diye sorunca onlara bakmadan konuştum.

 

"Nasıl ki sizler bizim oradan nasıl çıktığımızla ilgilenmediyseniz bizde sizlerin bu halden nasıl kurtulacağınızla ilgilenmiyoruz beyler. Kavi'den yardım istemeyin çünkü o size yardım etmeyecek ederse onun sonu size benzer ona göre düşünsün." dedim ve kapıdan çıkarak arka bahçeye doğru ilerledim.

 

Yanımda yürüyen Victoria'yla kahkahalarımızı zar zor tutabildik ama sonradan koridorda büyük yankı yapacak bir kahkaha attık.

 

" Hak ettiler ama onlar bu yaptığımızı. "dedim ve Victoria 'nın koluna girerek yürümeye öyle devam ettim.

 

" Ee nasıl o halden kurulacaklar?"diye sorunca anında bir parmak şıklatmasıyla oldukları yerden kurtulmasını sağladım. Çoktan ödeşmiştik. Bu kadarı yeterliydi. Dennis, Dehri, Enfal ve Nehar oldukları yerden zemine sertçe düşmeleri büyük bir gürültü yaratmıştı hatta sanırım Enfal düşerken altında duran masayı kırmış olabilir. Nehar 'sa o geniş kocaman komodini. Attıkları acı dolu çığlıkları duyunca tekrar kahkaha attık.

 

"Acımış mıdır?" diye soran Victoria' ya hayır dedim. Çünkü onlar bir veliahtlar ve bundan daha zor eğitim almışlardır. Ve bu acı o acıların yanında hiç kalır sadece cezaları onlar için ani olduğu için beklenmedik bir anda olması ani acı çekmelerine sebep olmuştur.

 

Eh bu kadarını hak ettiler ama. Kuleden çıkar çıkmaz bahçede olan çardağa doğru ilerledik. Geniş kocaman çardakta Lord Yelit, Tarsis Kralı, Süreyya hanım ve Ahlas bey vardı.

 

Yanlarına ulaşınca şu cümleyi duyduk ikimizde.

 

"Bu gürültülerde neyin nesi?" diyen Ahlas beyin cümlesine son anda gülmedim. Victoria 'yla beraber onların yanına gittik, bize bu gürültülerin sebebini sorunca bilmiyoruz diyerek konunun kapanmasını sağladık. Eh nereden bileceklerdiki bunların sebebinin bizler olduğunu. Varisler ve Dennis yaşadıklarını söyleyerek hiç kendilerine karşı insanları güldürür mü? Katiyen yapamazlar tabii buda konunun uzamamasını ve duyulmamasını sağlayacak.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷ ✵⃝⃟⃠ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Hava kararmak üzereydi. Karanlık hükmünü alırken aydınlık hükmünü yitirmişti. Çardakta uzun bir süre sohbet etmiş onun ardından yemekhaneye geçmeden önce dinlemek için odalarına çekilmişti herkes. Bende odaya gidip üzerimi değiştirip kendi kıyafetlerimden siyah bir elbise alıp üzerime geçirmiştim. Elbise dizlerime kadar uzanıyordu.

 

Etek kısmı hafif pileliydi. Göğüs kısmıysa şeklindeydi. Elbisenin kol kısmı dirseğe kadar uzundu. Kulenin içi sıcak tutulduğundan üzerime bir şey almamıştım. Saçlarımı topuz tokası yardımıyla topuz yapmıştım. Hafif küçük perçemler çıkartmış ve dağınık bir şaç topuzu haline getirmiştim. Küpe olarak küçük kar tanesi figürlü bir küpe takmakla yetinmiştim. Ayakkabı olarak bileğime kader olan bir bot ayağıma geçirmiştim.

 

Yüzüme sadece nemlendirici sürmüş ve en sevdiğim hoş çiçek kokusuna sahip parfümü sıkıp odadan ayrılmıştım. Yemeğe kadar Ahrar 'ın yanına uğramak istiyorum. Umuyorum ki yanında Serra olmasın. Zaten şuan çalışma odasında olmalı öyle umuyorum çünkü başka bir işi olmadığı için kendi hep çalışma odasına kapatıp saatlerce çalışmayı tercih eder.

 

Odadan çıktıktan sonra boş ve sessiz olan koridorda ilerlemeye başladım. Bakışlarım ara sıra etrafa bakınıyordum birileri var mı diye. Ama şimdilik zemin katta çalışanlar akşam yemeği için hazırlıklar yapıyordu onlardan başka kimse yoktu. Rahat bir nefes aldım ve merdivenlerden çıkmaya başladım. Ahrar 'ın çalışma odasının bulunduğu 3.kata gelince katta biri var mı diye baktım tekrar.

 

Kimseyi görmeyince mutlu oldum ve sanki diğer kata çıkacakmış gibi merdivenlere yöneldim yavaşça ama amacım Ahrar' ın yanında bir olup olmadığını anlamaktı. İlk basmağa ayağımla bastım ve usulca gözlerim kapandı ve onun dışında odada biri var mı diye odada bulunanların enerjisini soldum. Nefes seslerini duymaya çalıştım kolyenin vaat ettiği güçle ama sadece düzenli alınıp verilen bir nefes vardı ve bu da isteğim kişiye aitti.

 

Anında yakınımda birileri var mı diye bakındım ve kimseyi görmeyince anında gözlerimi kapattım. Saniyeler içinde açınca istediğim yerde buldum kendimi. Ahrar 'ın yanında. Tam arkasında durmuştum. Ve o hiç beklemediğim bir şekilde bulunuyordu odada. Masanın karşısında duran tekli koltukta elinde duran belgeyle uyuyordu.

 

Uyumuyor bildiğin yorgunluktan olduğu yerde uyuya kalmıştı. Hala kendini uykusuz bırakacak kadar çalışıyor uyumayı reddediyordu bu adam ve bu hali sinirlerimi bozuyordu artık. Ama yine de ona kıyamadım ve olduğu yerde ona en değerli mücevhere bakılırcasına baktım. Ahrar benim eşi benzeri bulunmayacak bir değerli elmastı.

 

Olduğum yerde sessizce ilerlemeye başladım. Tam yanına gelip uyandırmamaya çalışarak elinde duran belgeyi alıp masaya bıraktım. Omzuna doğru başı düşmüş haldeydi. Boynu tutulacaktı. Anında elim başına gitti ve boynundan tutarak sol elimi yanağına koyup başını koltuğun baş kısmına bıraktım.

 

Gözlerini görmek istiyordum. Ama onlar bana şimdilik yasaktı. Yavaşça sağ elimi boynunun altından çekip başını rahatça yaslamasını sağladım. Ama hala sol elim yanağının üzerinde duruyordu.

 

Yavaşça ona doğru eğilip alnına dudaklarımı yaslayıp usulca onu öptüm. Öptüğüm anda kısık bir sesle Emira dediğini işittim. Bunu duymayı beklemediğim için şaşırdım. Ama mutlu da oldum. Çünkü varlığımı hissediyor olması çok güzel bir şeydi benim için.

 

Sol elimi yanağından çekip bir adım geriye çekilip onu izledim gidene kadar. Huzurla uyuyordu. Çalışma odasında bulunan gaz lambası odasına loş bir hava katmıştı. Yüzünü incelemeye başlayınca kirpiklerinin gölgesi düşmüştü elmacık kemiklerine, o gölge yaşamı armağan ediyordu. Uzun ok gibi olan kirpikleri ince ve gürdü. Uzun zamandır sakallarını kesmediği için sakalları uzamıştı.

 

Hiç onu kirli sakallı görmemiştim bu zamana kadar. Ama şimdi sakalları uzamış ve başka bir hava katmıştı ona. Tanıdığım Ahrar 'dan farklı bir haldeydi şu an. Ve bu hali bile benim için çok hoş bir manzaraydı. Her koşulda yakışıklı yüzü beni kendine hayran bırakıp onu uzun uzadıya izleme hissini uyandırıyordu bende. Ahrar bilmiyordu ama içime yavaşça sızarak oradaki hükmünü ilan ediyordu. Tüm varlığımla onunla yeni bir boyut kazanıyordu. İşgal ettikleri topraklarımda ismi ve varlığı hemen kabul görüyordu.

 

Ahrar benim en büyük yenilgim ama en büyük huzurumdu. Onun verdiği huzura, aşka karşı yaptığım mücadelede yenilmiş ve onun sınırları arasında kaybolup gitmiştim. Hala derin bir uykuda uyuyordu. Her ne kadar burada boynu tutulacağını bilsemde uyandırmak istemedim ve yavaşça onun sınırlarına darbe vermeden, uzanmış olduğu koltuğu değiştirmiş, uykusunda rahat etmesi için geniş ve ayaklarını uzatacak bir koltukla değiştirmeyi sağlamıştım.

 

Sonrasında her ne kadar onu izlemek istesemde gözlerim kapatmadan son kez ona bakmış ve odadan ayrılıp üçüncü kattaki merdivenlere geçiş yapmıştım. Gözlerimi açtığım anda tek olduğum basamaklar üzerinden inmeye başladım sessizce. Ama alt katta duyduğum sesler beni oraya yönlendirdi. 2.kattaki koridorda bizimkilerin seslerini duyunca hemen basamakları hızla inerek oraya ulaştım. Bana sırtlarını dönük şekilde 2.katta bulunan dersliklere doğru ilerliyordular.

 

Adım seslerim koridorda yankı yapınca bana doğru dönmüştü Victoria. Hemen ona göz kırpıp birkaç adımda onlara ulaşmıştım. Victoria 'nın yanına varınca bizimkilere baktım huysuz surat ifadeleriyle ilerliyordular ve beni görmezden geliyordular.

 

"Görmezden mi geliniyorum Victoria yoksa bana mı öyle geliyor?" dedim konuşmalarını sağlayacak bir soru sorarak. Victoria cevap vermeden önce Dehri ve Dennis bana yandan bir bakış atarak hala yaptıklarım yüzünden bana tavırlı olduklarını belli etti.

Bu hallerine güldüm ve gülme sesimi duydukları anda gözlerini dikip hızlı adımlarla hiç bende tarafa bir kere bile bakmadan dersliklerden birine geçip sertçe arkasından kapıyı kapattı Dehri.

 

"Çocuk mu bu?" diyince Victoria onun cümlesine Dennis sadece histerik bir nefes verip başını iki yana kınarcasına sallayarak oda Dehri 'in arkasından sınıfa geçti.

 

Ama kapıyı açıp bırakmıştı. Ah birde onların tavırlarını mı çekecekti haklı olmamıza rağmen. Dennis' in bu hareketine omuz silkerek Victoria 'yla birlikte arkalarından gittik. Neyse ki Enfal ve Nehar çoktan unutmuş ve normal bir şekilde bizimle konuşuyordu.

 

"Gitmeyin üzerlerine hala size sinirliler." diyince Enfal ona kaşlarımı çatarak baktım.

 

"Bir kere şuçlu olan onlar ama tavır yapanlarda onlar oluyor bu nasıl iştir arkadaş?"diye bu saçma durumu sorgulayınca Victoria çok hak verdim. Suçlu onlar olduğu halde sanki biz başlatmışız gibi davranmıyorlar mı çıldırmamak elde değil! Kafayı yedirirler insana bunlar kafayı!

 

Sınıftan içeri girince ikisi de bozulmuş ifadeleriyle bize baktıktan sonra tekrar bakışlarını önlerine çevirdiler.

 

Başımı iki yana salladım bulunduğum durumun saçmalıklarıyla. İki elimi arkamdan birleştirip Dehri ve Dennis 'in bulduğu kısma geçip önlerinde durdum başımı yana yatırıp hala beni görmezden gelen ikiliye baktım. Dehri elinde tuttuğu bilekliği parmakları arasında çevirirken Dennis önünde duran kitabı inceliyordu. Bahse girerim ki orada yazılan çoğu şeyden habersizdi. Okumuş gibi yaparak varlığımı reddedip duruyordu bu ikisi.

 

"Beyler siz çocuk musun da hala tavır yapıp duruyorsunuz? Anlamadığım çok kötü bir ödeşme şekli değildi yaptığım şey neden bu kadar abarttınız?" diye sorunca Dehri bilekliği çevirmeyi bırakıp bana baktı.

 

"Kızım farkında mısın bilmiyorum ama yaptığın şey hiç etik değil. Yani sen ve Victoria içerisinde nasıl bir felaket var ki öcünüzü alırken acımasız yaratıklara dönüşüyorsunuz? Hiç kendinize uzaktan baktınız mı? Ben artık yani ne kadar ileriye gidebilirsiniz diye düşünüyorum ama zihnim hayal edemiyor. "dediğinde sözlerine gülümsemedim. Güldüğümü görünce neden güldüğümü sorguladı bunu mimiklerinden çok rahatça anladım. Arkadan birleştirdiğim ellerimi çözüp öne getirdim ve hafifçe eğilip masaya iki kolumu yasladım ve yukarıdan ikisine baktım.

 

" Hadi ama o kadar da acımasız değilim." diyerek üzerine gittim.

 

"Acımasız ve zalimsin prenses amacım bana yaptığın şey değil dönüştüğün kişide. Böyle olmadığını biliyorum kendini böyle göstermekten vazgeç!" dediğinde olduğum yerden doğrulup ona doğru yaklaşıp yanağından bir makas aldım. Bu halim ona ürkütücü geldi çünkü hiç benlik hareketler değildi. Genelde bu hareket tam Victoria 'dan beklenecek bir hareketti.

 

" Peki siz nasıl diyorsanız Dehri bey. "dedim uslu bir kız edasıyla. Bu onun sinirini daha da bozdu.

 

" Yapma şöyle şeyler Emira! "diyince peki dedim ve geri çekildim.

 

Sonrasında aramız düzeldiğinde sınıftan çıkmış ve koridorda ilerleyerek arka bahçeye çıkmıştık bu akşam yemeğini hepimiz çardakta yapmak istemiştim. Biz bize bir akşam yemeği çok güzel olacaktı.

 

Ben ve Victoria yemek için her şeyi büyü gücümüzle hazırlamıştık. Herkesin sevdiği tüm yiyecekleri barındırmıştık masada. Her şey masada eksiksiz bir şekilde bulunuyordu. Hatta güzel bir yemek olsun diye kurutulmuş gül yaprakları masanın her yerine serpiştirilmişti. Ve iki çift mumluklarla aydınlanan masamız çok hoş bir manzara yaratıyordu. Varisler ise daha rahat bir şekilde yemek yiyelim diye çardağın etrafını ışıklandırmayla aydınlatılmıştı büyü yardımıyla.

 

Varisler ve Dennis yerleştikten sonra yemeği yemeye başladık.

 

"Nasıl aklınıza geldi ben ve Emira 'ya böyle bir şey yapmak?" diye sorunca Victoria bende ekleme yaptım.

 

"Asıl önemlisi kim size yardım etti. Çünkü bu öyle kolay bir plana benzemiyor da!" diye hala bu yaptıklarını tasnif etmediğimi belli ettim sesimle.

 

"Aslında..." diyerek cümleye başladı Dennis. "Bu sinsi plan tabii ki Dehri' nin planıydı. Ben sadece yardımcı oldum yoksa hiç böyle bir şey aklıma gelmezdi. Sizler bugün kız kıza takılacağınızı söyleyince Dehri size bir ders vermek istedi çünkü sorunları biz başlatıyormuşuz dediğiniz anda buna biraz bozulduk. "dedi hala dediklerimizi doğru bulamadığımız söyleyen bir ifadeyle.

 

" Peki sonra? "dedi devam etmesini isteyen bir istekle Victoria.

 

" Sonrası... "diye devraldı Dehri anlatmaya." Baktık siz bizi sorun yaratıp başınıza bela oluyormuşuz diyince karşılaşacağınız sorunun nasıl üstesinden geliyorsunuz diye merak ettik ve bu konuda Lord Yelit 'en yardım istedik. "dediğinde anında sinir yüklendi vücuduma. Gerçekten o huysuz adam yardım etmiş miydi? Zaten nerede zorluk çekemem gerekirse orada bana çok kıymet veren insanlar oluyor. Ben bir şey istesem yapmazdı ama onlar isteyince anısına yapmış.

 

" Yani anında kabul etti öyle mi?" dedim sinirle.

 

Hepsi aynı anda başladınız salladı evet anlamında. Hah ne bekliyorum ki yani edecek tabii ki ! Amaç ben ne kadar daha fazla sürünebilirim testi. Kabul etmeseydi yadırgardım!

 

Sinirden iştahım kesildi. Önümdeki yemeği yiyemedim sinirden. Öyle olsun Lord Yelit 'e bir daha bakalım onunla bir araya gelir miyim? Ricada bulunana kadar onun yanına gidersem ne olayım!

 

Sonrasında zaten ben olduğum yerde içim içimi yerken Victoria yaşadığımız şeyleri anlattı onlara söve söve neredeyse. Onlarsa hiç oralı olmadan keyifle dinlediler. Tabii ara sıra kendini acındıran Victoria 'ya kötü kötü bakışlar atamayı bırakmamıştım. Kıza bak ya her şeyi ben halletmişim birde kendini acındırıyor asıl acınası durumda olan benim. Sırtıma binen oydu ben değil!

 

Neyse sakin olmalıyım...

Yemekler yendikten sonra yorucu bir gün olduğundan herkes odasına çekildi keza bende çünkü yorgundum ve uyumaya ihtiyacım vardı.

 

Odama geldiğimde pencereler açık olduğu için perdeler gecenin soğuğunda uçuşup duruyordu. Pencerelerin olduğu tarafa adımlarken bir parmak şıklatmasıyla odanın karanlığı, aydınlığa çevirdim. Loş bir ortam sağlandıktan hemen sonra pencereleri kapatarak uçuşmayı bırakan perdeleri çekip giysi odasına geçtim ve üzerimi değişip geceliğimi giydikten hemen sonra uyumak için odaya geçtiğim gibi yatağıma doğru ilerledim. Yorulmuş ve halsizdim.

 

Hala nedense ağrısı ara sıra devam eden sırtımın ağrısıyla sınanıyordum. Yatağın yanına geldiğimde örtüyü kaldırıp içerisine girerken sırt üstü uzanacak şekilde yastığa başımı yasladığım gibi gözlerimi kapattım. Uzun süren sessizliğin arasında uyumaya çalışırken birden bir sayfa çevirme sesi duyunca aniden refleksle arkama doğru dönüp sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Ve biraz uzağımda olan komodinin üzerindeki Ahrar 'ın bana verdiği kitaptan sesin geldiğini anladım.

 

Neden mi? Çünkü kitabın kapağı kendi kendine açılmış ve sayfası kendi kendine çevrilip duruyordu. Sanırım onu elime almamı istiyor olmalı. Komodinin olduğu tarafa uzanıp sağ elimle kitabı aldığım gibi eski yerine geri dönüp sırtımı yatağın başlığına yaslayıp kitabın ön sayfasını açarak beklemeye başladım. Bakalım amacı neydi bu kitabın?

 

Saniyeler sonra kitabın boş sayfasında yavaşça harfler yazıldı ve bu harfler kendini cümleye bıraktı. Harfler ve cümleler bir anlam yaratmış ve beni ona bağlayan hisler arasında bir bağ kurdurdurmuş. Bir cümleyle içime ısıtacak kadar.

 

"Teşekkürler güzel prensesim ..."

 

Yavaşça beliren cümleyi okuyunca iç çekmiş ve sıcak bir tebessümle yüzüm aydınlığa kavuşmuştu. Cümle silindikten sonra yeni bir cümle yazılı hale gelmişti.

 

"Uyuya kalmışım ve varlığın iyi geldiği gibi beni uykuda o halde bırakmamış ve güzel bir şekilde uyumam için uzandığım yerde rahat etmemi sağlamışsın. Sağ ol her daim..."

 

Bu cümleyi okuduktan sonra cümle silinir silinmez hemen kısık sesle konuşarak kitapta benim cümlemin belirlenmesini sağladım.

 

" Seni görmek için geldim ama uyuya kaldığını gördüm. Kendini uykusuz bırakacak kadar çalışmanı doğru bulmuyorum Ahrar... "

 

Derin bir nefes alıp tekrar konuşmaya devam ettim.

 

"Her ne kadar bu sakallı halini de sevmiş olsam da seni sakalsız daha çok beğeniyorum. Ve bir daha lütfen kendini bu kadar yorma"

 

Bir süre ne yazacak diye bekledim ve saniyeler daha geçmeden Ahrar 'ın şu cümleleri belirdi kitabın ön sayfasında.

 

"Haklısın ama bir konu hakkında araştırma yapmam gerekiyordu. Ve bir daha bu konuda beni uyumaman için çabalayacağım."

 

Demiş ve sonra onun sözlerine karşılık bunları söylemiştim.

 

"Peki affedildiniz Ahrar hoca ama bir daha tekrarı olursa sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaksınız. Uyarmadı demeyin."

 

Diyerek ne cevap verecek diye bekledim. Kısa bir süre herhangi bir şey yazılmadı sayfada. Acaba birileri mi geldi diye düşünerek sayfayı kapatmak isterken uzun bir kısa cümlenin yazıldığını gördüm.

 

" Silinen ruhum ruhuna karıştı. Yavaş ve yayıla yayıla ; her hücreme, sonsuz izler bırakarak ilerledi. Tüm bariyerleri kolayca aştı. Kaybolmuş ruhumun izlerini ortaya çıkaran senin ruhun muydu? Yoksa ruhun tüketile tüketile benim yitirilmiş ruhumu mu ortaya çıkarıyordu? Emira sen gelişinle çok şeyi değiştirdin. Hani bir kere kilitli kapılarımı kırdın Ahrar demiştin. Hayır hayır asıl sen benim yitirilmiş inancımı açığa çıkardın kapalı olan kapılarımı araladın. Sevginin de benimle olacağını inandırdın. Bana lanetli olmadığını bana da ait olabileceğini inandırdın. Ve sen Emira bana çoğu şeyin gerçek olabileceğini gösteriyorsun. İyi geceler prenses iyi geceler . "

 

Ve sonra Ahrar 'ın gidişiyle bende kapatmak durumdan kaldım. Ama zihnimde okuduğum cümleler gezinip duruyordu.

 

Ahrar çoğu zaman kapalı bir kutuydu. Her ne kadar o kutuyu aralamaya çalışsam da içi bazen bomboş olabiliyordu. Ve eğer Ahrar' a bir şeyler sunarsam sanki o da bana geçmişinden bir şey sunacak gibiydi. Ama ne buna ben hazırdım ne de o. Daha ikimiz o geçmiş affedememişken birilerine anlatmaya hazır değildim.

 

Buna Ahrar 'da dahildi. Önce geçmişimle yüzleşmeyi öğrenmeli ve kendimi affedince bu sefer ona tüm sırlarla gelip, o sırları onunla paylaşıp tüm sırlarımızı sakladığımız kötü anılarımızı birbirimize söyleyip aramızda olan bu uzaklığı bitirmeliydik. Ama bu ne kadar sürerdi ya da bunu başarabilir miydik? Bilmiyorum . Ama çabalamak istiyorum. Ve bunu yapacağımı da biliyorum.

 

Ahrar beni ben olduğum için kabul edecekti benimde onu kabul ettiğim gibi. Tek sıkıntımız belki ayrı dünyaların insanı olmamız. Bu belki bize zorluk çektirecek şey olabilirdi. Ve bunu çözebilmek için ne kadar yıpranacağımızı tahmin edemiyorum.

Ahrar 'ın bu konuda nasıl davranacağını merak ediyorum. Ve bunu ona açmak istiyorum şimdiden uygun bir zamanda bu konuyu ona açarak düşüncesini öğrenmek istiyorum.

 

Sonunda artık düşüncelerim bana ağırlık yapmaya başlayınca gözlerim ağır bir uykunun yükü altına girdi ve sonrası zihnimde başlatılan yeni bir evrene açılan kapıdan başka bir evrene geçişti.

 

Ve o evrende verdiğim mücadeleyi kazanmak uğruna yaptığım fedakarlıklardı. Uyku her şeyi unutturana kadar devam eden mücadele sonrasında yeni bir mücadeleye kendini bırakmasıyla sonlanacaktı.

 

Kim bilebilirdi ki uykunun son zamanlarda sığınacağım en büyük en güvenli liman olacağını? Uyuyunca yaşadıklarımı unutacağımı? Uyandığım anda hatırlayıp binlerce kez her şeye lanet edeceğimi. Ve uyanık zihnimin bana işkenceler yapacağını? Ama bunları ön göremedim ve bu en büyük acıların zihnime kazılmasını sağladı. Sonsuza kadar sürecek şekilde.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷ ✵⃝⃟⃠ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Yavaş ve sakin bir hayatı her daim her insan ister. Nefes almak ve nefes vermek için. Huzurla yaşamını sürdürüp hayatını düzene girmesi için çabalar. Sakin limanlara açılmak ve hayatın anlamını yaşamak yaşatmak ister. Ruhu özgür olanların yaşayışlarını hissetmek ister tüm hücreleriyle. Sislerin olmadığı, acıların hayatları mahvetmeye gücünün yetmediği her yaşam; istenilen, ihtiyaç duyulan bir hayattır. Seslerin zihinleri abluka altında tutmadığı, hisleriyle hareket edebilmenin zorlukları beraberinde getirmediği her hayat özenilen ve hayal edilen bir hayaldir.

 

Gölgeler zihinleri değiştiriyor, gölgeler anıları katlediyor. Bir acı bin acıya maruz kalıyor. Her duygu diğer yaşamaların sonun ve başlangıcı oluyor. Geçmiş bazen ders çıkarılmak için olmayabilir. Unutmak ve onu basamak olarak kullanıp, ona basarak yaşamını devam ettirmek için bir araç bile olabilir. Bu kişinin iradesine bağlıdır. Bu kişinin ruhundaki yaralara derman arayışı bulup, tüm geçmişi unutmasına bağlı.

 

Bir fırtınada hayat sürülebilir insan ama aldığı darbeler onu tüketir. Ve bu tükenmişlik onun hayata olan bakışını değiştirir. Ruhları yoktur bir evin, bir kitabın, bir aynanın ve diğer şeylerin. Sadece biz onlara anlam katarız. Çünkü orada anıların, hislerin ve diğer şeylerin emareleri vardır.

 

Onun yansımasında anılarımızı gördüğümüzde anlamlı hale gelir bizler için. Her şeyin varlığı bizim varlığımızla bir bütündür. Diğer türlü hiçbir şey tek başına bir anlam taşımaz. Anlamlar... Hayata anlamalar katarız. Yaşanabilir hale gelsin diye. Evlere anlam katarız. Orada yaşanılabilmesi için. Bir boş deftere anlam veren biziz. Oraya düşüncelerimizi geçirir onu değerli sayarız. Keza diğer her şeyi sandığımızdan gibi.

 

Boş bir alanda boş bir yaşamın varlığını hissediyorum. Beni çağırıyor, beni çekiyor kendine doğru. Ve direniyorum gitmemek için cevap vermemek için.

 

Fısıltılar çoğaldı. Beni çağırıyorlar her daim. Bir şeyler söylemeye çalışıyorlar bana ama anlamıyorum. Ne demek istiyorlar? Neden beni yanlarına çağırıyorlar? Amaçları ne onu bile bilmiyorum.

 

Renklerini yitirdi hayallerim ve düşüncelerim. Çünkü anılarını unutuyorum yavaş yavaş. Zihnimde bir kalkan var ve bu kalkanın varlığı beni öldürüyor. Her şeyi benden almaya çalışıyor gibi. Herkese aynı şey mi oldu? Yezra bu kolyenin varlığı ile tükendi mi? Hayatında çok şey yaşadı ama bu kolyeye sahip olduğu anda bu kadar kendini sorguladı mı? Hep merak ediyorum bende olan her şey onların başlarına da geldi mi?

 

Ama sorunun cevabı yok öğrenmek için bir çaba sarf edemem son kişi ise benden nefret ediyor. Boynumda olan kolyeyi benden almak istiyor ama sanki ruhumu alacakmış gibi hissediyorum. Yanılıyor muyum? Yoksa deliriyor muyum? Zihnim bulanıyor artık ne gerçek ne sahte anlam vermek gün geçtikçe zorlaşıyor. Sanki sona yaklaşıyorum ve sona ulaşınca çektiğim her şey bir anda benden sökülüp alınacak gibi. Beni ben yapan her şey yok olacak, benim yok oluşumla beraber.

 

Bir şeyler yaklaşıyor... Tehlikeli bir şey ve ben bunun için nasıl bir önlem almalıyım bilmiyorum. Kolye o an yanımda olacak mı? Yoksa o da diğer her şey gibi beni terk edecek mi? Gelecek muamma.. Ama öngörüler görüyorum. Hepsi o kadar karma karışık ki hangisi ne anlama geliyor hangisi gerçek anlam veremiyorum. Geleceği gösteriyor kolye ama ben bunun için bir kalkan oluşturdum. Ona rağmen bile onu geçmeyi başarıyor mu? Peki neden bu öngörüleri gösteriyor? Hazır olamam için mi?

 

Ama hiçbir şeye anlam veremiyorum ve bu gelecekte yaklaşacak olan tehlikeye karşı nasıl bir önlem almam lazım? Kim bu tehlike ve neden şimdi değil de gelecekte olacak?

 

Boğulmak hissi acıtır insanın ciğerlerini. Peki bana neden iyi geliyor? Küvetin içerisinde dakikalarca düşünüyor ve olan biteni anlamaya çalışıyorum. Ama maalesef olmuyor. Hiçbir şeyi çözemiyor anlam dahi vermeye çabalayamıyorum. Ben sanki hiçbir şey yapamıyorum. Ve bu da can sıkıyor! Küvetin her iki tarafında duran ellerimden destek alarak suyun dibinden yüzeye çıktım. Vücudumda olan her su tanecikleri yavaşça aşağı süzülüyordu.

 

Yavaşça arkama yasladım başımı. Ve soğuk zeminin tenime temas etmesini sağladım. Su sıcaktı ama küvetin zemini soğuktu. İki zıt şey bir arada duruyordu. Avuçlarımı ters çevirip parmaklarıma baktım. Şimdiden buruş buruş olmuştular. Sabahın erken saatlerinde uykum bölündüğü gibi kalkmış ve duş almak istemiştim. Kaç saniye kaç dakika ya da kaç saat suyun altında duruyordum bilmiyorum ama iyi hissettiriyordu. Ne derseniz? Bilmiyordum ama iyi geliyordu ya su ya da nefes alamamak. İkisinden biri.

 

Susmak bazen en büyük savaştır ve ben zihnimdeki düşüncelere karşı susarak en büyük cevabı veriyorum. Onları kaale almadığımı benim için önemsiz olduğunu gösteriyorum. Ve sadece kalbim için yaşadığımı anlatmaya çalışıyorum. Çünkü bana iyi hissettiriyordu kalbimdeki hisler ve onların varlığı.

 

Çünkü artık bazen düşüncelerin sadece yaşamımı tüketip bana iyi gelmeyip daha kötü anlarla baş başa bıraktığını hissediyorum. Ve bu başka yönlere beni itip duruyor. Hemen küvetin baş ucunda duran bornoza uzandım ve küvetten çıkarak üzerime bornozu geçirip banyodan çıkıp giysi odasına geçtim. Daha önce seçtiğim kıyafetleri üzerime geçirdim ve makyaj aynasının önüne geçip saçlarımı taramaya başladım. Sonraysa büyü gücümle saçlarımı kuruttum. Hemen sonra saçlarımı salık bırakarak odadan çıktım.

Odama geçtikten sonra komodinin üzerinde duran kitabı alarak odadan dışarı çıktım. Kahvaltıya kadar yemekhaneye geçmeden arka bahçede kitap okumak istedim.

 

Koridorda sessizce ilerleyerek belirlediğim rotama doğru yol aldım. Dakikalar sonra arka bahçeye gelmiştim. Bahçe sessiz ve huzurluydu. Hemen salıncağa doğru ilerledim ve salıncağa yan oturup ipe sırtımı yasladım. Sağ bacağımı sol baldırımın altına yerleşirip yerime yerleştirip elimde tuttuğum kitabı açıp okumaya başladım. Yeni bir evrenden başka bir evrene geçişti benim yaptığım...

 

Güneş tamamen doğmuş ve her yer apaydınlıktı. Çoğu çalışan içeri girmiş ve kulede olan işleri yapmaya koyulmuşlardı. Bakışlarımı tam önümde duran kuleye çevirdim. Devasa kule bana yeni bir yaşamı sunmuş ve burada yeni bir hayatın karakteri olmamı sağlamıştı. Düşününce ilk anlarda neden çekip gitmediği şimdi şimdi anlıyorum. Bu kuleye bağlanmıştım. Bu kule beni kendine çekmiş ve aramızda bir bağ oluşturmuştu. Onun için buradan ayrılmamış ve Süreyya hanımın teklifini kabul etmiştim. Her şey o kabul etmeyle başlamıştı.

 

Rüyalar...

 

Her gece gördüğüm ve anlam veremediğim ama zamanla neden bu rüyaları gördüğümü anlamam. Ve onları yönlendirebilmeye başlamam. Ve zamanla bana anlatılmak istenen şeyleri bir yap boz parçalarını birleştirmeye başlanması gibi onları birleştirip asıl istenen şeye ulaşmaya başlamam.

 

Öngörüler...

 

Hayatım tek düze gitmekten ibaretti. Uyurdum çalışırdım ve çizim yapardım. Hayatım işten ibaretti. Ama buraya gelmem bazı şeylerin değişmesini sağladı. Her şeyin her an olabileceğini gösterdi. Ve her şeyin bir anda değişebileceğini de. Geçmişe misafir oldum. Geleceğe tanık. Bugüne yabancı. Bu iki araf arasında hayatım geçip gitti. Geçmiş bugünümü, bugünüm yarını değiştirdi. Ve ben her olan bitene anlam vermek için hayatımı dolu dolu yaşadım.

 

Sırlar...

 

Bu kule sırları vaat ediyor. Ama zamanla öğrenmeyi de. Ve ben bunun için çabalıyorum. Bazen anlık olarak öğrenirken bazen bir işaret öğrenmemi sağlıyor. Duvarlar arasındaki ruhlar, gezinip duruyor kule içerisinde . Zihinler işgal altında. Düşünceler saklanmaya çalışılmakta. Ve bilgiler gizlenmiş halde. Öğrenmek zor söylemek imkansız. Gizem bir insan vücudunda dolaşıyor kulede.

 

Herkes bir yemin etmiş gibi suskun. Herkes ölüm baş uçtaymış gibi tedirgin. Herkes ruhlar ölmüş gibi yasta. Herkes mutluluğu saklamış gibi ifadesiz ve ruhsuz.

 

Hisler...

 

Kalbim her şeyi kilitli kapıların ardına saklamışken buradaki insanlar o kilidi kırarak yeniden onların hayata dönmesini sağladı.

 

Duyguları.. Sevgileri...İnanışları...

 

Kalbim küçük bir araziyken bir dünyaya dönüştü, alabildiğine aldı herkesi. Hem zihnime hem kalbime hem ruhuma. Ve sonu görünmez bir geleceğe yön verdiler. Ve hayatımı değiştirip kendi hayatlarıyla kopması imkansız bir düğüm oluşturdular.

 

İnsanlarla olan bağlarım...

 

Çok insan tanıdım hepsi hayatımda yerlerini aldılar. Ve hepsi zihnime kazındı bir daha silinmemek üzere:

 

Victoria... Varisler... Tarsis Kralı ... Kiran.. Süreyya hanım... Loya hanım... Rauf bey... Turul bey... Ahlas bey... Lord Yelit ... Dennis ... Mera... Arın hoca ...

 

Ve o ;

 

Ahrar Renas Arvas...

 

Ve kolyeye alışmam...

 

İlk başta zordu benim için onunla bir bağ kurmam ama sonra onu benden bir parçaymış gibi kabullendim. Onu ruhum, zihnim ve bedenimin bendeki değeri gibi gördüm. Ve onu kabullendim. Sona dek sonsuza dek.

Çünkü bana iyi geldi. İyi hissettirdi. Beni ben yapan her şeyi açığa çıkardı. Hiçbir şey almadan ama çok şey sunarak. İşte anladım o an onun bana ait oluşunu ve benim de ona ait oluşumu.

 

Hâlâ salıncakta oturmaya ve okumaya devam ederken yakınlarda duyduğum adım sesleri duyunca okumayı bıraktım ve başımı hafif bir açıyla kaldırdım. Sonra bakışlarımın sesin geldiği yere çevrilmesini sağladım. Mera biraz ileride kapının önünde durmuş bana bakıyordu. Ona baktığımı görünce ilerlemeye tekrar devam etti. Birkaç adım kala durdu ve yüzündeki tebessümle bana baktı. Kirpikleri titreşip duruyordu. Derin nefesler alıyor ve her hareketimi dikkatle izliyordu. Peki izleyen o muydu? Önünde birleştirdiği elleri hafifçe titriyor ve bu titremeye son vermek için parmaklarını kıpırdatarak bunun sona ermesini sağlamak istiyordu. Gözlerimi kısarak ona bakmaya devam ettim. Hafifçe başımı arkaya çektim.

 

" Bir şey mi oldu?" diye sorduğum anda sesli bir nefes verdi. Sonra hayır anlamında başını salladı.

 

"Hım peki neden buradasın? Bir şey mi isteyecektin?" diye sorularımı yineledim. Omuzları hafifçe düştü ve evet anlamından başını aşağı yukarı salladı. Kararsız olduğu için söyleyip söylememek arasında gidip geliyordu. Hatta bir ara adımları geriye doğru gitti ama sonra son cesaretini toparladı ve kısa bir süre gözlerini yumdu.

 

"Seni dinliyorum o halde."dedim konuşmasını umarak. Ve öyle de oldu.

 

Söylemeye karar vermiş olmalı ki kapalı olan gözlerini açtı ve bir adım atarak bana doğru ilerledi.

 

" Garip hissediyorum birkaç gündür..."dedi bunu söylerken ne kadar zorlandığını belli etmekten kaçınmayarak." Hatta aylardır bile diyebilirim. Bana ne olduysa kendimi garip hissediyorum. Sanki bu bedene ait değilmiş gibi. Sanki farklı biriymiş gibi hissediyorum kendimi. "diye tamamlayınca anlatmak istediklerini sadece susarak onu inceledim. Şu an kendisiydi. Bunu hissediyor olmalı.

 

" Farklı hissediyorum derken ne demek istediğini açıklar mısınız? Ona göre daha iyi yardımcı olabilirim. "diyerek üzerine gitmeyi çalıştım daha açık olması için.

" Düşüncelerim... "dedi bunu söylerken yaşadığı korkuyu yüzüne yansıtmaktan kaçınmayarak." Beni korkutuyor." dedi ve daha hızlı oynadı parmaklarıyla. Ve bakışları yere çevrildiği anda ruhunun korkusunu hissettim." Çok ürkütücü oluyor ve ben kendimi tanıyamaz hale geliyorum." diye söyleyeceklerini söylemeyi bırakıp ne diyeceğimi merak ederken yerde olan bakışları bana çevrildi.

 

Yüzümde varlığını koruyan ifadesizlik onu endişelendirdi. Hatta bu tavrı benden beklemiyordu. Ona neyi olduğumu sorup onu teselli ederek bir şeyi olmadığını söylememi bekliyordu ama ben bunların hiçbirini yapmadım. Ve zihninde olan biteni tahmin ettiğim için sahte samimiyetten uzak bir tebessümle ona baktım.

 

"Mera sadece yorgun duruyorsun. Son zamanlarda çok yoruldun belki de ondan bu düşüncelerle boğuşuyor olabilirsin. Sana tavsiyem biraz izin alıp dinlemeye çalışman. Çünkü bu düşündüklerini çoğu insan düşünüp aynı kanıya varabiliyor. Yani normalsin sende bir gariplik yok. "dedim inandırıcı olmaya çalışarak. İnandı mı bilmem ama sorgulamadı ve başını sallayıp yanımdan ayrılmak için hareket geçti. Mera yanımdan yavaşça uzaklaşıp giderken ben arkasından ifadesiz bir suratla ona baktım. Her şeyin zamanı var ve sırası gelince onun sorunları tamamen ortadan kalkacak.

 

Olduğum yerde daha fazla durmadan içeri girdim. Koridorda ilerlerken koridorda yankılanan konuşma sesleri beni kendine çekti ve adımlarım yavaşladı.

 

Yemekhanenin kapısının önüne gelince adımlarım sessizleşti ve ismimin geçtiği konuşmaya kulak kesildim.

 

"O kadar merak edilecek biri değil." diyen Serra 'nın iğrenç sesini duydum sonra şunları söyledi. "Varlığı başlı başına bir bela. Sorunlar yaratma konusunda kimse onun eline su dökemez." dedi sesindeki rahatsızlıkla. Benden haz etmediğini açıkça belli etmişti.

 

"Hım..." diyen mırıltıyı duyunca bu sesin bana çok tanıdık geldiğini hissettim. "Ben pek denilenlerin gerçeği yansıtmadığını düşünüyorum." diye konuşunca tanımadığım kişi, söylediklerine şaşırdım çünkü kesin bir kanıya varmamıştı söylenenlere karşı. Kapıya doğru yaklaşıp konuşmalara daha yakından duymaya çalıştım.

 

"Siz onu tanımıyorsun da ondan. Yaptıkları hiç doğru olmayan şeyler. Örneğin arenada yarışacak olan esirleri kimseye haber bile vermeden oyun dışına çıkarmıştı. Süreyya hanım bile bunu bilmiyordu. Kendi kendine kararlar alıp onu uyguluyor." diyerek Serra beni kötülemeye devam etti. Bu tavrına kaşlarımı çattım. Bu yersiz nefreti bıktırmıştı.

 

" Ben yanlış bir şey görmüyorum oysa. Çok doğru bir hareket bence. Zaten ne zamandır bu konuya bir önlem alınmasını hep istemiştim. Ama hiç buna yetkim olmadığından çaresizdim bu olaya karşı. Ve ne tesadüf Moritanya Prensesi gelir gelmez bu olaya el atmış ne güzel bir karar ve hareket. Takdir edilmesi lazım. Neden onu hepiniz yargılıyorsunuz anlamadım? " dediğinde şu an Serra'nın bozulmuş suratını çok görmek isterdim. Sorduğu soruyu Süreyya hanım cevapladı.

 

" Marila Hera biz yargılamıyoruz Emira 'yı sadece aldığı kararları bize sormadan alıyor ve uyguluyor. Biz sadece bu konuda hatalı olduğunu düşünüyoruz." dediğinde Süreyya hanım kesin öyledir dercesine baktım onu görmesemde.

 

Olduğum yerde daha fazla duramadım ve içeriye geçtim. İçeriye girince tekrar o kadının sesini duydum.

 

" Hem Emira 'yı eleştiriyorsunuz ama onun bu bir yılda yaptığını burada hiç kimse yapmadı." diyen kadının tekrar beni desteklediğini belirten sesini duyunca anında Süreyya hanımda olan bakışlarımı onun olduğu tarafa çevirdim ve bu sefer gerçekten şaşkınlıkla ona baktım ilk kez beni burada biri övüyordu.

 

Ve yaptıklarımın yanlış olmadığını ve burada bulunan kişilere karşı savunuluyordum. Sonra kadından gözlerim çekilerek masadakilere çevrildi. Ve hepsinin bozulan bir ifadeyle bana sırtı dönük olarak oturan kadına baktıklarını gördüm. En sevindiğim nokta bir şey diyememiş olmamalarıydı.

Herkesin bakışları bana çevrildi. Kendinden emin adımlarla masaya doğru ilerledim. Ve masadakilere yandan bir bakış atarak yerime doğru ilerledim. Beni savunan kadın tam sol tarafımda oturuyordu.

 

Aynada bakışlarımız kesişince şaşkınlıktan gözlerim irileşti. Nasıl yani? O kadın mıydı geldiğimden beri beni savunan? Dördüzlerin doğum gününde karşılaştığım ve ayak üstü konuştuğum kadındı bu. Hatta yanında apar topar gitmek zorunda kalmıştım Victoria olay çıkarınca. Hala şaşkın yüz ifadesiyle ona bakarken onun bana gülümseyerek bakması olduğum yerde harekete geçmemi sağladı. Yanındaki yerimi alınca masadakilere kısaca bakarak ona tekrar çevirdim bakışlarımı.

 

"Merhaba Emira ben Marila Hera seninle tanışmak onur verici." diyince sol elini uzatıp selamlaşmak istediğini belli ederek. ben hala şaşkınlığımı atlatamadığımdan bön bön ona baktım. Hafif bir öksürünce anında sağ elimle sol elini sıktım.

 

"Tanıştığıma memnun oldum." dedim ne diyeceğimi bilmeyerek. Bir pot kırmak istemiyorum onun için sessiz kaldım.

 

"Ben Süreyya'nın halasıyım." der demez anında bakışlarım Süreyya hanıma çevrildi. Süreyya hanıma baktığımda onun bakışları benim üzerimdeydi. Bana evet anlamında başını salladı.

 

"Ah sizinle tanışmak onur verici. Süreyya hanımdan sonra bu ailede sevdiğim ikinci kişi olduğunuzu söylemek isterim." dediğimde anında uyarı dolu bir işaret geldi Süreyya hanımdan. Ama hiç kaale almadım bile.

 

"Ne yazık ne babanızla aramız iyi ne de erkek kardeşiniz Turul beyle. Birbirlerimize karşı çok fazla nötrüz." dedim ne yazık ki nefret kelimesini dillendiremedim.

 

Bu sözlerime Süreyya hanımın halası tebessümle karşılık verdi.

 

"Ah bilmez miyim onlar pek insan yanlısı değil. Ama senin gibi tatlı bir hanımefendiyi neden sevmediler anlamadım. Ben seni çok sevdim." diyince gözlerimden kalpler çıktı sanki o an çünkü bende onu çok sevmişim şimdiden. Hiç kötü niyetli değildi.

 

"Size sarılabilir miyim?" dediğim sırada Süreyya hanımın kısık sesle olan azarını duydum.

 

"Emira . "diye Süreyya hanım ikazda bulununca gözlerimi son anda devirmedim.

 

" Ah susma hakkımı kullanmam istendi de. " diye buruk bir sesle konuştum. Omuzlarım düşerken önüme döndüm ve yandan bir bakışla gülümseyerek Marila Hera 'ya baktım. Acaba ona hala desem miydim? Turul bey sinirden küplere binerdi kesin.

 

Gözlerimi Süreyya hanıma çevirdim bana uslu olmamı isteyen ifadeyle bakıyordu. Ama olamam hem Turul beyi sinir edecek bir koz elime geçmişken nasıl durabilirim uslu bir şekilde. Sırtımı sandalyeye yasladım ve gururla masadakilere baktım. Tek kaşımı kaldırıp masada bulunanlara baktım gerine gerine. Görsünler hep eleştirdikleri kişinin şu an övündüğünü de mosmor kesilsinler oturdukları yerde.

 

"Size Marila hala desem yanlış olur mu?" dediğim anda tam karşımda olan Ahlas beyin içtiği su boğazına kaçtı ve sertçe öksürmeye başladı. O an masada bulunan Turul bey yüksek sesle konuştu.

 

"Ne münasebet!" diye karşı çıkınca keyfim yerine geldi o an. Marila Hera amacımı anlayınca bu duruma sadece güldü. Anında bende bu duruma güleceğim an kendimi zor tuttum. Benim gülmemek için kendimi zor tuttuğumu gören Süreyya hanım elinde duran mendili Ahlas beye verirken bana bakarak konuştu.

 

"Sakın gülme Emira! Sakın!" diyince Süreyya hanım anında elimle burnumun ucunu kaşıyarak gülmemi durdurmaya çalıştım. Elimle yüzümü örtmeye çalışarak gülen suratımı saklamaya çalıştım.

 

"Sana gülme dedim Emira değil mi!"diye tekrar uyarınca anında Süreyya hanıma bakarak konuştum. Son anda yüz ifademi değiştirip ifadesiz bir yüz takındım ona bakarken.

 

" Gülmüyorum ki! "dedim sesimin sert çıkmasını umarak ama olmadı. Ve sesimdeki bu durumdan baya eğlenip durduğumu belli eden sesle konuştum.

" Kesin öyledir! "diye Süreyya hanım aksi bir sesle konuştu.

 

O hayali şeyleri görüyorsa buna diyeceğim bir şey yok. Başımı sola çevirdim ve Marila Hera 'a gülen gözlerle baktım. O da benim kadar eğleniyordu bu durumdan.

 

Ah işte sonunda kafa dengimi bulmuştum. Ne güzel bir gün. Ve hiç tahmin etmediğim bir kişi bugün günümü neşelendirmişti. Kahvaltı ettikten sonra Süreyya hanım halası ve babasıyla birlikte Lord Yelit 'i ziyaret etmeye giderken bende olduğum yerden ayrılıp hemen bizimkileri aramaya koyuldum. Ahrar bugün de kahvaltı etmeye gelmemişti. Neydi onu bu kadar meşgul eden şey? Ah Ahrar daha dün ne konuşmuştuk! Bu adam çıldırtacak beni.

 

Sinirle hemen bizimkileri aramaya çıktım kulede ve çalışanlara sora sora onların yerini öğrenmiş ve oldukları yere doğru ilerlemiştim.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷ ✵⃝⃟⃠ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

      

Kuleden çıkınca yavaş adımlarla etrafımı inceleyerek onları aradım ve biraz ileride bir ağacın altında duran çalılıkların arka tarafında otururken buldum onları. Sağa dönerek onlara doğru ilerledim. Çalılıkların arkasında duruyordular. Ben onları görsemde onlar hâlâ beni görmemiş ve kendi aralarında konuşmaya devam ediyordular. Hava güneşli ve sıcaktı. Sanırım buraya kaçmıştılar rahatça takılmak için.

 

Eh normal tabii kulenin bunaltıcı sıkıcılığı onları dışarıya atmış olmalı. Yaz gelmek üzereydi ve yakında burası muazzam olacaktı. Kulenin ön bahçesi büyü yardımıyla şu an farklı çiçeklere ev sahipliği yapıyordu. Ve yazın gelişi burasının rengarenk çiçeklerle kaplı olması demekti. Zaten kulenin geniş ve uzun duvarların şimdiden sarmaşıklarla kaplanmış haldeydi. Sadece sarmaşıklarla değil ayriyeten küçük kırmızı çiçeklerde sarmaşıklara eşlik ediyordu. Dışarıdan muazzam duran kulenin içerisi fazla boğucu durumdaydı.

 

Dışarıda olan renkler sanki içeriye yasaktı ve bu yasağı çiğnemeye kimsenin gücü yok gibiydi. Kulenin içerisi kahverengi ve tonları yoğunluğunda dizayn edilmişti. Belki bir belki de birkaç rengi tek barındırıyordu dışarısına nazaran.

 

Düşüncelerin en derin boşluğundan çıkarak gerçek yaşama geçiş yaptım. Çalılıkların olduğu tarafa ulaşınca etrafından dolanıp onların olduğu tarafa geçtim. Ben onlara yaklaşınca beni sonunda fark edebildiler. Onlar gibi bende yere çöküp onlara dönük olacak şekilde arkamda duran ağaca sırtımı yasladım.

 

"Eh anlatın bakalım burada ne arıyorsunuz?" dedim sakin bir tonlamayla. Güneşten dolayı gözlerim hafif kısılmıştı ve sorumu yanıtlamalarını bekledim.

 

"Hava güzeldi bizde dışarıda olalım dedik. Zaten kulede dura dura onlar gibi sıkıntıdan buruşuk buruşuk olacağız." diye sızlandığında Dehri ona sadece güldüm. Dehri olduğu yerde biraz geriye giderek başını omzuna doğru yatırarak kaşlarını çatarak tekrar konuştu.

" Zaten yarın mı ne bir konu hakkında bir yere gideceğiz. "dediğinde söyledikleri dikkatimi çektiği için ona doğru hafifçe döndüm.

 

" Nereye gideceğinizi biliyor musunuz peki? "dedim merakla. Hayır anlamında başını salladı.

 

" Hım peki kim sizi götürecek? "dedim aklımda olan iki isimle. Ama duyduğum şeyi beklemiyordum.

 

" Renas hoca. "diyince Kavi ona doğru döndü bakışlarım. Ahrar mı? Hiç onluk bir hareket değil bu.

 

" Peki hepiniz mi gideceksiniz?"dedim daha detaylı bilgi edinmek için. Hepsi başlarını salladı." Ben ve Victoria da mı gelsek? Biraz yaramazlığın kimseye zararı dokunmaz diye düşünüyorum . "diye keyifli bir ses tonuyla konuştum. Tabii bu fikri Victoria anında sevmişti ve heyecanla Varislere ve Dennis 'e baktı. Ama karşımdakiler aynı düşüncede değildi. Sanırım biz gelirsek nasıl bir sorun çıkar diye tartıp duruyordular. Ah!

 

" Hadi ama sanki sizlik bir şey mi de düşünüyorsunuz? Ben ve Victoria şimdi Ahrar hocayla konuşmaya gidip emrivaki yaparak bu geziye gelmemizi sağlıyoruz. Bence eğlenceli olacak. Biliyor olmalısınız ben ve Victoria yeni yerler ve yeni bilgiler öğrenemeye çok hevesli kişileriz. "dedim sevimli bir şekilde. Onlara bakınca bu durum gerçek olmasın diye dua eder gibi bir halleri vardı. Pislikler ne olacak.

 

" Ben şimdi gidiyorum ve size iyi haberi vermek için geleceğim. Hadi Victoria gidelim kazanacağımız bir mücadele varda. "dedim ve oturduğum yerden doğrulup Victoria 'nın kalkmasını beklerken diğerlerinin düşen yüz ifadelerini izledim.

 

" Biliyor musunuz çok kötüsünüz? Biz gelip sizin gününüzü güzel kılacağız ama sizin yaptığınıza bakın. İster isteyin ister istemeyin bir her türlü oraya geleceğiz. Bence şimdiden alışmaya bakın. Haydi görüşürüz. " dedim ve yanıma gelen Victoria 'yla birlikte kuleye doğru ilerledik. Victoria başını bana doğru çevirdi.

 

" Sence izin verir mi? "diye bunun olma ihtimalini düşünürler Victoria sorusuna anında cevap verirken anında yüz ifadesi konuşmamla değişti.

 

" Tabii ki vermeyecektir ama biz onu bezdirip, burnundan girip ağızından çıkarak sonunda kabuk etmesini sağlayacağız. Yani diyelim izni alamadık bizde onları takip ederiz. Sonuçta kuleden çıkmamız yasak değil. Hatta sanki rastlantı gibi onların karşısına çıkarız. Yapmadığımız şey değil sonuçtan. "dedim her ihtimali değerlendirip ona açıklayarak.

 

" Sen çok fenasın çok hemde."dediğinde ona göz kırptım. Ne yapalım baskı ve zorlamaya gelmese buradaki herkes her şeye hemen hayır diyor." Tamam o zaman plan için elimizden geleni yapıyoruz. Zaten kesin sıkıcı bir yere götürür onları. Biz o sıkıcılığı yok ederiz. "dediğinde onu onayladım. Ahrar öyle muazzam bir yere götürecek değil ya? Kesin otlarla dolu bir ormana götürür onları.

 

Kuleden içeri girer girmez Victoria 'yla beraber zemin katta bulunan merdivenlerinde bulunduğu tarafa yönelip merdivenlerden çıktık Ahrar' ın çalışma odasının bulduğu kata gitmek için. Basamakları yavaşça çıkarken Victoria sessizce bir şarkı mırıldandığını duydum. Bilmediğim bir dile ait bir şarkının sadece nakarat kısmını zikrediyordu çünkü hep aynı şeyi tekrarladığı için buradan anlamıştım.

 

"Söylediğin sözün anlamı ne?" dediğimde dalgınlığından sıyrılıp bana baktı. Şarkıyı söylemeyi bıraktığı anda basamakları çıkmayı da bırakmıştı. Mavi hareleri bana çevrildi ve sorduğum soruyu cevapladı.

 

"Aslında sadece bu kısmını biliyoruz Asper krallığında bu söz tam kulenin girişinde yazılı halde. Kimse nereden duyulduğunu ve bize nasıl ulaştığını tam olarak bilmiyorlar ama ben bu sözü sanki tanıdığım bir söylemiş olduğunu hissediyorum. Sözler çok anlamlı aslında sadece içerdiği mesajı anlamak lazım. "dedi ve susup benim anlayacağım dilde söylemeye başladı. Bir melodi eşliğinde söyler gibi söyledi.

 

" Ölüm düşü çağırıyor, ölüm düşü çınlıyor. Ölüm düşü yakıyor. "

 

Söylediği sözleri duyunca zihnimde bir çınlama yankılandı. Sanki yüzyıllardır saklı olan bir şey açığa çıktı. Bir sır perdesi aralanır gibi tozlar altında duran her şey açığa çıktı o anda. Ve ben sanki bir anıya ışınlanmış ve oradan geri dönmüş gibi sarsıldım. O an koca kulede ki sessizlik yok oldu ve koca bir çığlık kuleyi ele geçirmiş gibi hissettim. Etrafımızda olan tüm gölgeler sanki birer birer bize doğru yaklaşıp bizim etrafımızda pusu kurdu. Ve tüm renkleri çalarak bize sadece karanlığı sundu.

 

Olduğum basmaktan bir adım geriye doğru ilerledim ve sözleri tekrar ettim.

 

Zihnimde....

 

"Ölüm düşü çağırıyor, ölüm düşü çınlıyor. Ölüm düşü yakıyor."

 

Ruhumda...

 

"Ölüm düşü çağırıyor, ölüm düşü çınlıyor. Ölüm düşü yakıyor."

 

Sesimle....

 

"Ölüm düşü çağırıyor, ölüm düşü çınlıyor. Ölüm düşü yakıyor. "

 

Sessizliğimle...

 

"Ölüm düşü çağırıyor, ölüm düşü çınlıyor. Ölüm düşü yakıyor. "

 

Kalp atışlarımla...

 

"Ölüm düşü çağırıyor, ölüm düşü çınlıyor. Ölüm düşü yakıyor."

 

Adımlarımla...

 

"Ölüm düşü çağırıyor, ölüm düşü çınlıyor. Ölüm düşü yakıyor."

 

Sonra yavaşça başımı dikleştirdim. Sanki hiç bir darbe almamış gibi Victoria bakarak konuştum.

 

"Çok güzel bir söz barındırıyor içerisinde cümle ... Melodi eşliğinde söylüyor olman sözler muazzam kılıyor. "dedim ve basamakları sessizce çıkmaya devam ederek.

 

" Evet ilk duyduğum anda bende çok etkilenmiş ve hiç sıkılmadan günlerce söylemiştim. Ve zamanla dilime pelesenk oldu. Bana çok şeyi anımsatıyor. Bunlar arasında kayıplar, acılar hisler yer alıyor. "dediğinde son basamakları da çıkarak koridora ulaşmıştık.

Victoria önde giderken birden etrafta bir fısıltının bana ulaşmak istediği hissiyle dolup taştım sonra etrafımda bir çınlama gibi o fısıltı sesini duydum.

 

" Her şey bir düş gecesi , her şey bir düş günü başladı. Olanlar bir düş değildi hiç değildi."

 

Fısıltılar her daim etrafımda vardı ve bu fısıltı bir şeyi anlatmaktan çok bildiriyordu açık açık.

 

Victoria Ahrar 'ın odasının önünde durunca kapıyı çaldı ve gir sesini duyduktan sonra kapıyı açıp içeri girdi bende hemen arkasından sessizce içeri girdim.

 

Arkamdan kapıyı kapatır kapatmaz Ahrar' ın lacivert hareleri sorgularcasına ikimize bakıyordu. Bizi burada beklemiyordu orası kesindi. Victoria bir adım öne atılınca usulca gözlerimi kapatıp derin bir nefes alıp az önce yaşadığım olayın etkisinden çıkmaya çalıştım. Başaramadım ama belli de etmedim buradakilere. Gözlerim usulca açıldı. Ve yanımdaki Victoria baktım konuşup konuşmayacağını görmek için ama pası bana atmıştı ilk.

 

"Hanımlar bir şey mi istiyorsunuz?" diye sorunca Ahrar bakışlarım ona çevrildi. Lacivert hareleri neden burada olduğumuzu anlamaya çalışır gibi bizi inceliyordu. Ah bilmiyordu ki aklımızda olan biteni.

 

"Sizden küçük bir ricamız olacak." diye söze başladığım anda kaşları çatılı halde geldi ne isteyeceğimi anlamaya çalışırken. Ama bir sonuca ulaşamadı ve sessizce konuşmamı bekledi. Ama lacivert harelerin Victoria belli etmeden bana kaçamak kaçamak baktığını anladım. Hatta parmakları arasında duran kalemi bırakıp sırtını oturduğu sandalyeye yasladı ve de diyeceğimi beklemeye koyuldu.

 

"Yarın ders için öğrencilerinizi bir yere götüreceksiniz sanırım biz—" daha cümlemi tamamlamadan anında itiraz dolu sesini duydum.

 

"Hayır siz ikiniz gelmiyorsunuz!" diye hemen karşı çıkıp reddetti. Anında bu dediğine sinirim bozulduğu için sinirle ona baktım.

 

"Ama neden?" diye sorunca Victoria, lacivert irisler benden zar zor ayrıldı ve Victoria baktı ve sakin bir sesle konuştu.

 

"Hepiniz bir araya geleceksin de ondan." dediğine ona hitaben konuştuğumda hemen bakışları Victoria 'dan bana kaydı.

 

"Ne var ki bunda?" diye sordum cevabını bile bile.

 

"Bir araya gelince nelere sebep olduğunuzu artık kule değil tüm topraklar duymuş halde. Ve sizin gibi belayı anında yanına çekenleri bir arada bulundurduğum yetmeyecek ve sizi bir yere mi götüreceğim? Bu bile bile belaya koşmak demek hanımlar." dediğinde başımı Victoria doğru hafif açıyla çevirdim. Ne yapalım diye. Bilmiyorum dercesine kaşlarını kaldırdı.

 

Ahrar bizim bu halimden zevk aldığını belli etmekten çekinmeyerek keyfil bir halde bize bakıyordu. Tabii sıkıcı hayatına renk geldi bizim sayemizde.

 

" Bence bir daha düşünün derim." der demez hayır anlamında başını iki yana salladı.

 

"Çok kabasınız! İki hanımefendi olarak sizden bir şey istiyoruz hemen geri çeviriyorsunuz!" dedim sinirli bir halde. Ve Victoria bakıp Ahrar 'ı göstererek konuştum.

 

"Birde ben sana Tarsis kralı daha beyefendi derken hayır diyordun! Bak En son ondan isteğimiz şey hemen yaptı!" dedim ve Ahrar' a bakarak son sözleri söyledim. "Biz daha fazla rahatsızlık vermeyelim sizin gördüğümüz üzere çok işiniz gücünüz var. Biz gidelim öyleyse." dedi ve Victoria 'nın kolundan tutarak kapıya doğru ilerledim.

 

"Bizde yarın Tarsis krallığına gideriz Varisler gelene kadar." dedim umursamayan bir edayla. Kapıyı açıp çıkacağım an Ahrar' ın bizi durdurmasıyla oyuna geldiğini anladım. Ahrar 'a fark ettirmeden Victoria' ya göz kırpıp gülümsedim. İşte bu! Ben istersem yapamayacağım ve olduramayacağım hiçbir şey yok. Anında gülümsememi silip ifadesiz bir halde Ahrar 'a baktım.

 

"Bir şey mi isteyecektiniz Ahrar hoca?" diye sert bir sesle konuştum.

 

Bezgin bir nefes verdi. Lacivert hareleri usulca bize bakarak söyleyip söylememek arasında kalmış bir kararsızlık içerisinde konuştu.

 

"Gelebilirsin ama sakın bir bela açayım demeyin yoksa bedelini ödersiniz hanımlar." diye uyarı yapınca anında Victoria 'yla aynı anda olduğumuz yerde zıpladık ve birbirimize sarılıp sevinç eşliğinde kahkaha attık.

 

"Hanımlar." diye bir uyarı duyunca anında zıplamayı kesip kahkahamızı susturup ciddiyetle Ahrar' a baktık. "Şimdi izin verirseniz yapamam gereken şeyler var." diye hiç çekinmeden kovunca bizi anında peki diyerek olduğumuz yerde harekete geçtik. Victoria önden çıkıp odadan çıkıp koridorda ilerleyince bende hemen kapıdan çıkarken son anda Ahrar'a bakıp ona içten bir gülümsemeyle bakıp yanında ayrıldım ve kapıyı kapatıp Victoria 'ya doğru ilerledim. Ben ona gülümserken lacivert harelerindeki o ifadeyi görmek iyi hissettirmişti.

 

Harelerine güneş doğmuş gibi içerisinde olan buzullar çözülmüş ve bahar gelmiş gibiydi. Bu bana daha iyi hissettirmişti. Ona iyi gelebilmek benim için çok anlamlıydı. Çünkü bir tebessümle bile onun bulunduğu durumu değiştireceğimi bilmek muazzamdı.

 

Victoria beni çağırınca olduğum durumdan sıyrılıp bu haberi Varisler ve Dennis 'e vermenin heyecanıyla dolup taştım. Hım yarın bizi ne bekliyordu acaba?

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%