Yeni Üyelik
35.
Bölüm

35-Kan Bağları ve Kader Çarkları

@kumsallardagezen12

『 Her acı veren sözü siliyordum zihnimden , aynı gereksiz anları hatırlamak istemediğim gibi. 』

 

Kalbim kırık göğüs kafesimin arasında kalmış bir mahkum. Kafes içerisinde özgürlüğü kucaklamakta. Ve o kafes onun dünyası. Onun içinde yeni bir yaşamı tadıyor. Yeni acıları görüyor ve hissediyor. Ruhunu orada muhafaza ediyor. Yeni yaralar almasın alamasın diye. İzleri tazelenmesin diye. Ruhun bir kaçış noktasında nefeslendiği ve durup arkasına bakarak adım attığı bir dünya orası.

 

Zaman yavaş akıyor. Hisler zarar görmüyor. İnsanlar kırmaktan çekiniyor. Ve geceler daha uzun soluklu daha ışıltılı. Yağmur ağlatmıyor iyi hissettiriyor. Anılar eskimiyor yenileniyor o dünya içerisinde. Çünkü yeni bir yaşam yenilikler demek. Orada eskiye dair iz yok, eskiye dair unutuluşlar var. Kazanılışlar var. Hüzünler değil izler bırakan mutluluklar bir izin simgesi o evrende. O evren bir acının batışı bir gülücüğün doğuşunun sebebi. O evren bir acıyı gömülü bir sevgiyi doğuruşu. O evren kelimeleri değil hayatları temsil ediyor.

 

Zihnimde bitip durmayan bir cenaze vardı. Ölümlerin sonu gelmiyordu. Ölülerin sayısı azalmıyordu. Ruhlar intihar ediyordu sayısızca. Ruhlar acı çekiyordu yıllarca. Zihinler sadece bir tanık. Zihinler sadece bir mekan. Ruhlar mı? Onlar sadece bir kurban.

 

Hükmü çoktan verilmiş ve asılmayı hüzünle bekleyecek olan mahkumlar. İpler boynun tam üzerine izler bırakarak ölüleri sonsuzluğa uğurluyor. İpler nefesleri kesiyor. Gözyaşlarını kurutuyor. Sessizlik bir seyirci gibi onu o evrende seyrediyor. Ruh ölüyor. Ölüme adım adım ilerliyor. Sabahı görmeyecek. Geceyi göremeyecek. Yıldızlara bakamayacak. Ve bir daha gözlerini açamayacak. Ve bir daha bir bedene ait olmayacak.

 

Göğüs kafesi boşluğumda bir ağrı var sebebi içinde çürüyen ruhlar mı? Yoksa çürütülmüş hisler mi? Neydi bu ağrının sebebi? Hissetmemek mi? Hissederek acı çekmek mi? Hissetmek bu kadar acı veriyorsa neden hissetmek iyi? İyi değil? İyi olmamalı. Çünkü acıyor, acıtıyor ve çürüyüp yok ediyor. Nefes alamıyor soluklarımız tükeniyor.

 

Bir okyanusun altında boğulmaktan farklı değil. Ama orada bir kurtuluş yolu var. Yüzeye çıkarsan kurtulursun. Ama eylemsiz bir şekilde boğulmak onun çözümü yok. Varsa da ben daha bilmiyorum. Bilen oldu mu? Boğulduğunuzu hissettiğiniz anlarda ne yaptınız? Ya da ne yapmaya çabaladınız? Ben sadece acının geçmesini bekliyorum. Çünkü elimden gelen bu. Dahasını bilmiyorum. Dahası elimden gelmiyor. Çünkü zayıfım bu konuda. Zayıflık gösteriyorum. Çabalamak için bir mücadeleye girmiyorum. Girmek istemiyorum.

 

Yaşantılar farklıdır bunu ortak noktada birleştiren insanlardır aynı o ortak noktayı anında bozabildikleri gibi. Yaşamlar tek kişiden ibaret değildir. Biri gelir ve seni sen yapan her şeyi değiştirir ve seninle bir yaşam kurar. Değiştirir seni. Değişime sürükler. Aynı noktaya ulaşabilmek için. Aynı düşüncelere erişebilesiniz diye. Ama bazen de yaşamınızı mahveder o kişi. Size acı getirir. Sizi ağlatır.

 

Sizi kendisinden ve kendinizden nefret ettirmeye çalışır. Çok şeyi başarır. Önce sizi acıtır sonra sizi tüketir ve sizi bir hissizlik boşluğuna atarak orada uzun soluklu bir düşünme eyleminde bırakır. Düşünürsün. Neyi mi? Nerede hata yaptığını. Nerede doğruyu değiştirdiğini. Ve neyi yapamadığını ve neyi güzelleştiremediğini.

 

Neleri değiştirebileceğini onun için. Ama hepsi yanlış sen yanlışsın sen yanlış olansın onun hayatında. O halde doğru olduğun hayatı ara ve orada yaşamaya başla. Çünkü en doğru olanı bu da ondan.

 

Kırık bir iz düşümünde kendi yansımama bakıyorum. Gördüğüm kişi ben değilim. Ama bana benziyor. Benim çehrem. Peki ben neden o bakışlarda başka bir kadına ait izleri görüyorum? Yoksa değişim aslında bende mi başladı? Değişen ilk ben mi olmuştum? Değişmiş ve kendimi fark edememiş miydim? Yanlış bir şey yapmış olmalıydım. Çünkü düşüncelerim ve planlarım bu yönde değildi. Ben bu rotada olmamalıydım? Hata yapmıştım. Hatalar kaçınılmazdı. Ve ben hatayı değiştirmeli ya da burayı tamamen alt üst etmeliydim. Nereyi mi? Zihnimin en karanlık gölgelere ev sahipliği yaptığı alanı . Yani hislerimin bende yarattığı düşünceleri alt üst etmeliydim. Peki bu nasıl olacaktı? Koca bir boşluk... Verecek cevabım yok. Olmalı ama. Olması gerekir. Olamasa hiçbir şey olmaz oldurulamaz.

 

Sislerin çevrelediği duygularım is kokan bir harabe. Bir dokunuş onu büsbütün yıkabilir. Bir dokunuş onu sonsuza kadar canlı tutabilir. Yöneliş her şeyin belirleyicisi. Duygularımı bastırıyorum her şeye karşı çünkü duygularım yıkımla bir araya gelirse inancım büsbütün yıkılır. Onu muhafaza ediyorum sislerle. Gerçeği görmemesi için. Gerçek duygu kırıklığına tanık olmasın diye. Duygularım ilk adımını atamadı dünyaya.

 

Bir kafes içerisinde saklı halde. Korunuyor her şeyden ve her izden. İzlerin he şeyde küçük bir varlığı olur ya hani duygularıma dokunmasın istiyorum. Ona ulaşıp onu saf özünden geçireceği değişime sürüklemesin. Her şey onu korumak ve saklamak için.

 

Kaçışlar oldu zihnimde gerçeğin yaşatacağı duyguya yenik düşmemek için. Bir mum ışığı gibi yanıyor yandıkça yitiyorum. Önüm ölüme çıkan yollarla çevrili ama ben yaşam için gayret ediyorum. Kırık ruhumun bir dokunuşa ihtiyacı var. Anılarımın bir gerçeğe ihtiyacı var. Kalbimin sevgiye ihtiyacı var. Ve zihnimin aydınlığa ihtiyacı var. Her zerrem bana iyi gelecek bir şeye muhtaç.

 

Bir hisse...

Bir dokunuşa...

Bir sese...

Bir tebessüme...

Bir varlığa...

Bir dünyaya...

 

Varisler haberi alınca bizden mutlu olmak yerine anında surat ifadeleri düşmüştü. Tabii Ahrar 'ın hayır diyeceğinden emindiler. Aslında bende son ama kadar gelmeyeceğimizi düşünmüştüm ama Tarsis Kralını devreye sokunca anında Ahrar hemen kararını değiştirmek zorunda kalmıştı. Ve gelmemize izin vermişti tabii öne sunduğu şartlarda vardı ona sorun çıkamamak gibi mesela. Ama ne derse desin elimizden geldiğince o günü güzel geçirmek istiyorum. Hep ders olacak değil ya!

 

Bahçeden çıkıp içeriye geçmiştik. Koridorda ilerlerken bugün sabah olanları onlara anlatınca gelen kadını merak etmişlerdi ve hep beraber Süreyya hanım ve Marila Hera hanımı aramaya koyulmuştuk kulede. Nerede olabileceklerini tahmin ediyordum. Turul beyin çalışma odasında olmalı. He biraz onu ziyaret edip gününü güzel kılmak ne kadar kötü olabilir ki?

 

"Turul beyin odasında olduklarından emin misin Emira?" dediğinde Kavi evet anlamında başımı sallayarak merdivenlere doğru yöneldim ve beni takip etmelerini sağladım. Hep birlikte basamakları çıkarken Dehri gitmek konusunda tedirginlik yaşıyordu. Eh malum Turul beyi ziyaret etmek cümlesi bizler için biraz garipti. Ama işte konu Marila Hera olduğu için hepimiz gitmekten başka bir çare bulamadık. Akşam belki yemeğe bile kalmazdı. O gitmeden onu tanıştırmak istiyorum bizimkilerle.

 

Sonunda Turul beyin odasının bulunduğu 5.kata gelince önlü arkalı olacak şekilde ilerliyorduk. Ben, Victoria ve Dennis önde ilerlerken Dehri, Enfal, Kavi ve Nehar arkadan bizi takip ediyordu.

 

Kapının önüne gelince elim kapı koluna uzandı ve sağ elimin tersi kapıya yaslandı. Başımı yana çevirip bizimkilere baktım. Her ne kadar gelmek istemeseler de burada bulunuyordular.

 

Kısık sesle giriyorum dedim ve onay alınca kapıyı hafifçe tıklattım ve gir komutunu bekledim. Duyduğum anda kapıyı açıp içeri girdim. Kapıyı açık bırakıp diğerlerinin de girmesini bekledim. Hepimiz teker teker içeri girip yan yana olacak şekilde durmuştuk. Ve karşımızda bize bakan 3 çift gözle bakışmıştık.

 

Turul bey bizim içeriye girmemizle beraber kaşlarını çatmıştı. Eh normal kaç aydır burdayım ve değil odasına gelmek önünde bile geçmemiştik. Ama şimdi hepimiz aynı anda onun odasında bulunuyoruz. Şaşırması normal hatta şu an bir sorun olduğunu düşünmesi de. Çünkü sanırım bir nedenden ötürü burada olduğumuzu düşünüyor. Ah bir bilse ziyaret için geldiğimizi.

 

"Bir şey mi oldu Emira?" diye soru soran Süreyya hanıma bakışlarımı çevirdim.

 

"Hayır sadece bizimkilere Marila Hera haladan bahsedince merak ettiler onu." dedim hala kelimesine baskı yaparak tabii bu Turul beyin dikkatinden kaçmadı ve bir şey demese de kaşlarını çatarak rahatsızlık duyduğunu belli etti tekrar. Ama hiç ondan yana bakmayıp direk bakışlarımı Süreyya hanıma sabitledim.

 

" Az önce Emira ona hala mı dedi?" diye şaşkın şaşkın soru sordu Dehri.

 

"Hemde Turul beyin gözleri önünde. Bu kadın onun kız kardeşi. Turul beyin hala kelimesini duyduğu anda yüz ifadesini gördünüz mü? Bir an bağıracağını düşündüm ona hala deme diye söyleneceğini." dediğinde Victoria bu durumu tuhaf karşıladığını saklamadan.

 

"Amacım o zaten az sorun çıkarmadı mı bize Turul bey? Bende onu şimdi sinir edecek bir sebep bulmuşken hiç bunu değerlendirmeden durur muyum?" diye sorunca hepsi aynı anda zihin bağında konuştular.

 

"Hayır." dediğinde hepsi bir ağızdan ben onlara cevap veremeden Marila Hera hanım konuştu.

 

"Ah sizinle tanışmak çok isterim. İsmen hepinizi tanısamda şahsen hiçbirinizle tanışmadım." dediğinde anında olduğum yerden hareket ederek Marila Hera hanımın yanına doğru ilerledim ve yanında duran tek kişilik koltuğun yanına geçip oturdum.

 

Turul bey yaptığım şeyle daha da yüz ifadesini kasınca ona baktım.

 

" Oturmamda bir sakınca yoktur umarım?" dediğimde keyifli bir sesle sadece bakışlarını çekti.

 

"Evet olarak kabul ediyorum o zaman."dedim ve istifimi bozmadan Marila Hera hanıma bakıp bizimkileri tanıtmaya başladım. O sırada Süreyya hanım ortamdaki gerginliği süzüp duruyor babasının tepkisini izleyip duruyordu. Bana bir şey de diyemiyordu.

 

Çünkü yanlış bir şey yapmamıştım.

 

" En yakınım ve buradaki kız arkadaşım Victoria. Siz onu zaten kesin tanıyorsunuz zaten." dedim ve hemen Victoria 'nın yanında duran Dehri' yi gösterdim. Her ne kadar Marila Hera hanıma baksada dikkati Turul bey üzerindeydi. Ah bu Dehri, Turul beyden çok çekiniyordu yersiz yere." Ateş krallığının varisi Dehri. "diyince Dehri gergince gülümsedi Marila Hera hanıma ve sonra bakışları tekrar Turul beye çevrildi. Ah bu korkusu yersizdi. Dehri 'den bakışlarımı çekip hemen Dehri' nin yanında duranları tanıttım." Su krallığının varisi Enfal... "dediğimde Enfal bir adım öne çıkarak hemen Marila Hera hanıma selam verdi. Yavaşça başını eğip selam verdikten sonra gerin geri yerine geçti." Ve hemen yanında olan hava krallığının varisi Kavi... "dedim Kavi 'ye gülümserken. Kavi' de hemen Enfal gibi birkaç adım öne çıkıp selam verip yerine geçti." Son varis toprak krallığının varisi Nehar. "dedim ve başımı Marila Hera hanıma çevirdim. Hepsine gülümseyerek karşılık verip selamlarını alıyordu.

 

" Son olarak da avcılar krallığından Dennis. "diyerek tanıştırmayı bitirmiştim.

 

" Hepinizle tanıştığıma memnun oldum. Emira belki söylemiş olabilir ama ben tekrar söylüyorum. Marila Hera..."dedi olduğu yerde biraz öne doğru eğildi ve hepimize bakarak şunları söyledi. Moritanya eski kralının kardeşi ve Moritanya kraliçesinin halasıyım." dediğinde bizimkiler biliyoruz anlamında başını salladı.

 

Sonrasında benim gibi onlarda hemen etraftaki yerini aldılar. Benim bakışlarım bizim varlığımızdan rahatsızlık duyan Turul bey üzerindeydi. Bakışlarıyla bizim burada olmamızı istemediğini belli etmekten çekinmiyordu.

 

Hemen oturduğum koltuğun kolçasına oturmuş Victoria, zihin bağından burada daha fazla durmamızı söylese de hiç onu dinlemiyor ve rahatça yerime oturmuş Marila Hera hanımla sohbet ediyordum.

 

"Sık sık gelir misiniz buralara?" diye sorunca hemen söze atıldı Turul bey.

 

"Neden prenses yoksa hemen gitmesini mi istiyorsun?" dediği anda dişlerimi gösterecek şekilde güldüm.

 

"Hayır tabii ki bana kalsa Marila Hera hanımın burada sonsuza kadar kalmasında sakınca yok. Neden diyecek olursanız bu kulede çok nadir kişiyle muhatap oluyorum. Bir elin parmak sayısını bile geçmiyor. Ne tesadüf ki siz arasında yoksunuz kızınıza nazaran. " dedim muhatabım olmadığını ve olmayacağını belirtmekten çekinmeyerek. "Ne güzel burada kalsaydı muhatap olduğum insan sayısıda çoğalırdı. Malum kule çok sıkıcı. Yaşıtlarımda olmadığı için ayrıca daha çok sıkılıyorum. Eh malum gelenek bitti bitecek. Victoria 'da günün çoğunluğu Asper krallığında. Diğerleri gidince ben bu kulede sıkıntıdan patlarım ki. "diye uzun bir açıklama yapınca Turul bey hangi birine cevap vereceğini şaşırdı ve sadece susarak bana nefretle baktı. Sevgiyle bakmasına tercih ederim nefret dolu bakışları.

 

" Ah Emira burada fazla kalamayacak gibiyim. Seninle daha uzun bir zaman geçirmek isterim ama maalesef gitmem gerekiyor. Olmazsa sen gel beni ziyarete öyle daha iyi olur. Hem sen kuleden çıkarak güzel yerleri görmüş olursun hemde can sıkıntısından kurtulmuş olursun. "diyince Turul bey içinden içinden konuştu ama tabii dediği her şeyi hepimiz duyduk.

 

" Sanki hiç kuleden çıkmıyormuşta. Beladan belaya koşuşturuyor. "diye yana yakıla söyleyince Turul bey, ona cevap vermedim ve Süreyya hanıma bakıp babasının ne dediğini ve nelere maruz kaldığımı gösterdim bakışlarımla.

 

" Ah bence biz Emira kuledeyken seni ziyarete gelelim daha iyi olur. "dediğinde bu ortamın havasını değiştirmek için.

Tabii Turul bey durur mu hiç bana laf söyleyecek yeni bir konu bulunca tekrar konuştu.

 

" Hah işine gelir buradan gitmemiz. Kulede tek başına kalır ve geldiğimizde kuleden eser kalmaz. Eline su dökeriz gitmekle." dediğinde Süreyya hanıma bakarken anında susmayı bıraktım.

 

"Direk bana bakıp söyleseniz çünkü zaten muhatabınız benken neden göz teması kuruyorsunuz? Yoksa ona bile katlanamıyor musunuz?" diyince olduğu yerde burnundan soludu.

 

"İstenilen kuralları yerine getirmiyorsun. Tam tersine olan her şey etrafında dolanıp duruyorsun. "dediği anda sesli bir şekilde güldüm.

 

" Turul bey canınızı mı aldım?"diye sorduğumda ciddi ciddi bana ne dercesine baktı ve ne demek istediğimi anlamaya çalıştı. "Gerçekten merak ediyorum bu saf nefretinizi? Çünkü geldiğim günden beri o nefret dolu bakışlarla karşılaşmaktan sıkıldım. Şunu unutmayın geçmiş sizin geçmişsiniz ve beni sizin içerisinde olduğunuz geçmiş için ne yadırgayabilirsiniz ne de olan şeyleri bana maal edebilirsiniz! Çünkü hiçbir şeyin sebebi ben değildim. Sebep olmadığım bir şey için yargılanmam ne kadar doğru? "dedim bunun ne kadar ironi olduğunu belli etmekten çekinmeyerek. Çünkü geldiğim anda sanki her şeyin sebebi benmişim gibi davranması artık sıktı. Neredeyse esen rüzgarın hesabını bile bana kesiyor! Bu hiç adil değil!

 

Bana cevap bile vermeden olduğu yerde bakışları benden uzakta geziniyordu.

 

"Şunu sakın unutmayın bir gün yaptığınız şeyler için özür dilemek için geldiğinizde bir muhatap bulamayacağınızı söylemek istiyorum." dedim ve olduğum yerden doğrulup Süreyya hanım ve Marila Hera hanıma selam verip ardından odayı terk ettim.

 

Arkamdan diğerleri gelip konuyu kafama takmamın gereksiz olduğunu söyleyince onlara kaşlarımı çatarak baktım.

 

" Turul beyi mi takacağım! Yok ya ne alaka! Onca işim gücüm yok onu mu kafama takacağım! İstediği gibi yapmaya devam etsin. Ben bir kere insanın karşısına geçip konuşurum, baktım aynı şekilde devam ederse bir daha onunla muhatap olmam gerekmedikçe." dedim umursamazlık içerisinde. Hepsi ciddi olduğumu anlatınca peki diyerek benimle birlikte aşağı indiler.

 

" Dediğin gibi çok naif biri Marila Hera hanım. Şahsen tanımıyordum ama iyi biri olduğunu duymuştum. Çok doğruymuş söylenenler. "dediğinde Victoria onu onayladım. Marila Hera hanımı tanıdığıma sevindim. Çünkü burada onca aynı düşünceye sahip insan arasından onun diğerlerinden farklı olması çok iyiydi.

 

Farklı biriydi ve burada bulunan çoğu yanlış şeyin varlığından rahatsız olduğu aşikârdı. Bence ikimiz kafa kafaya verirsek çok güzel işler çıkarttırdık ortaya.

 

Ama bunun için bir zaman gerekliydi. Daha kendi sorunlarımı halletmek sonradan buradakilere çözüm bulmak lazımdı. Ben biraz kafamı dağıtmak için kuleden ayrılmış ve şu an bir sandalın içerisinde küçük bir gölde bulunuyordum. Kürekleri çekmek için biraz güçsüz olduğum için büyü yardımıyla kürekler çekilerek gölette ilerliyordum. Amacım biraz kıyıdan uzaklaşmak ve sessiz kalacağım bir yerde elimde bulan boş sayfalara bir şeyler çizmekti.

 

Uzun zamandır doğru dürüst bir şey çizmiş değildim. Biraz kendime zaman ayırıp sevdiğim şeyleri yapmak istiyorum. Belki bu biraz bana iyi gelecekti. Çünkü beni ben yapan şeyleri yapıyorum. Kendi özümü yitirmek istemiyorum. Güneş tam tepede olduğu için biraz sıcak basmıştı bunun için hemen büyüyle sandalın tepesinde beni güneşten koruyacak bir küçük şemsiyeye benzeyen bir apart yerleştirdim. Ah işte şimdi oldu istediğim ortamı sağlayabildim.

 

Ve şimdi çizim zamanı.

 

Zihnin karanlığını aydınlığa dökme vakti. Gölgelerin varlığını ışıkta yok etme vakti.

 

Bir ruhun ışık altına kağıda dökülmesiyle zaman şekillendi. Sonrası renkler yavaşça yerlerini aldı. Sonra hisler yerleşti. Anılar yerlerini alarak canlılık verdi çizime. Ve ruh bedene geri döndü. Melodiler etrafta onlara hareketlilik katarak onları olduğu zaman diliminde kendi zaman dilimiyle yer değiştirdiği.

 

Sesler duyuldu. Sevgiler cümleleri oluşturdu. Sevgiler bir hayatı yaşama armağan etti. Yeni bir birleşen ortaya çıktı. Kalıntılar yer altına çöktü. Yüzey yıkımın etkisinden arındırılarak temizlendi. Ve sularla ortaya serildi varlıklar hayat buldu, hayat verdi. Yaşama yaşayana... Sunuldu hisler, yıkıldı gölgeler. Serildi melodiler zihinlere, silindi çığlıklar zihinlerden.

 

Geleceğe iyiler, geçmişe kötüler yer alarak yaşamın başlangıcı oldu. Geriye dönük umutlar ileriye dönük acılar kalmadı.

 

Geçmiş gerçeğin peşinde koşamayarak kendini geleceğe taşıyamadı. Anılar geleceğe etki edemedi.

 

Saatlerdir büyü yardımına olduğu yerde kıpırdamadan duran sandalın içerisinde oturmuş zihnimdeki düşüncelerimi serbest bırakmıştım. Neler mi çizmiştim bazıları insan yüzlerine ait çizimlerdi. Bazıları bulunduğum yerden etrafımdaki görüşümde yaptığım manzara resmiydi.

 

En çok çizim yaptığım yüz Ahrar 'a aitti.

 

Onu bir çok açıdan çizmiştim. Ve her çizimde onun sert ve sabit yüz ifadesi vardı. Her an çatılacak kaşları, lacivert hareleriyle tam karşısına bakıyordu. Gece karası saçları şu an çok gerçekçi duruyordu. Parmaklarım uzansa onlarla temas edecek gibi gerçek duruyordu. Uzun kirpikleri, elmacık kemiklerine kül karası bir gölge yapmış, oraya gizemleri saklamıştı.

 

Küçük sivri burnu... Dolgulu dudaklarıyla birlikte yüz şekli ve bakışları tamamen resme aktarılmıştı. Ah kalbimin atışlarını bir bakışla değişime sürükleyen adam. Bana ne yapıyor ve ne yapacağını kestiremeyeceğim hiçbir zaman. Elimde onun her açıdan çizmiş olduğum resimleri vardı. Uçuşup gitmesin diye onları olması gereken yere kolyem vasıtasıyla sakladım.

 

Ve sonra gitmem gerektiğini anlayınca hemen sandalı kolyenin bana sunduğu güçle harekete geçirdim. Yavaşça sandal olduğu yerden harekete geçerek, göletin kıyısına kadar ilerledi. Olduğum yerde temkinli adımlarla çıkmaya çalıştım. Ellerimde buraya ait çizimlerle beraber düşmemek için sakin ve emin adımlarla sandalı içinden çıkmak için hareket ettiğim sırada birden Bir erkek sesi duydum arkamdan.

 

"Yardım edebilir miyim?" diye bariton sesi duyunca irkildim ama belli etmedim.

 

Yavaşça omzumun arkasından başımı çevirdim. Ve tam karşımda uzun boylu bana gülümseyen bir adam vardı.

 

Ellerini bana uzatmış ve inmem için yardımcı olmak istercesine bir ifadeyle bana bakıyordu. Bir ona bir uzatılan sağlık eline baktım ve ifadesi bir yüzle onu inceledim. Karşımda duran erkek Ahrar yaşlarındaydı. Uzun iri bedeni onun sık sık antrenman yaptığını anbean belli ediyordu. Geniş omuzlara ve kaslı kollara sahipti. Üzerinde beyaz bir gömlek ve siyah kumaş bir pantolon vardı.

 

Buraya ait olan düz taban ayakkabısıyla karşımda dimdik durmuş, elini tumamı bekliyordu. Bakışlarım bu sefer yüzüne çevrildi. Sarışın biriydi. Sarı ensesine kadar olan saçları rüzgarın etkisiyle dağılmıştı. Beyaz tenli pürüzsüz bir cildi vardı. Yüzünde herhangi bir çiziğe rastlamadım. Bir asker ya da bir muhafız olmayabilirdi.

 

Belki de sıradan biriydi belki... Mavi hareleri hala beklentiyle bana bakıyordu. O gözlerinde gördüğüm ışıltı ben tarafından yok edildi.

 

"Gerek yok." kuru bir sesle yardımını istemediğimi açık açık belli ettim.

 

Başımı omuzlarıma çevirip kendi başıma ineceğimi davranışlarımla belli ettim. Emin adımlarla sorun olmadan olduğum yerden kıyıya ayağımı bıraktığım gibi sandaldan çıkmıştım. Elimde rüzgarın etkisiyle uçuşup duran çizimlerle birlikte ilerlemeye başladım.

Arkamdan bana seslendi ama duymazdan geldim. Ah yine başlayacak mı bu rahatsız edilişler? Her yerde bunu yaşamak zorunda bırakılmaktan nefret ediyorum.

 

"Neden kaçıyorsun?" diyen sesi duyuldu ardımdan. Hiç duymamış gibi yaparak kıyıdan hızlı adımlarla ilerlemeye devam ettim.

 

"Sadece konuşmak istemiştim." dediğinde ne yazık ki benim öyle bir amacım yok. Ve sessizce ilerlemeye devam ettim.

 

"Buradan geçerken seni görünce durdum. Çizim yaptığını fark ettim. Ne çiziyordun?" diye devam edince bağırarak arkamdan konuşmaya, hiç ondan yana dönmedim. Yoksa cesaret alır ve yakamı bırakmazdı. Hem beni mi izlemişti? Bu ne cesaret! Çekip gidebilirdi! Ahrar 'ı izlemeye daldığım için onun gelişini fark etmedim. Yoksa anında anlardım biri tarafından izlendiğimi. Bana ne yaptığına bak ya! Ah Ahrar Ah!

 

"Sadece—" kesik kesik konuştuğunu anladığım anda arkamdan geldiğini anladım. Sanırım hala kurtulmadım. Eh fazla ileriye gitse anında portaldan geçiş yapmak zorunda kalacaktım.

 

"Sadece seninle konuşmak istedim. Yanlış bir şey mi yaptım?" diyen sesi duyuldu tam arkamdan. Koştuğu için hızlı adımlarla kat ettiğim aramızdaki mesafeyi bitirmişti. Ve son adımlar. Artık tam yanımda benimle aynı adımlarla ilerliyor ve konuşarak sorularını sormaya devam ediyordu.

 

" Neden konuşmuyorsun? "diye yeniledi sorusunu. Ama görmezden gelip ilerlemeye devam ettim. Hala kesik konuşuyordu. Koşuşturduğu için nefesleri düzensiz ve hırıltılıydı. Bu kadar benimle konuşmak için uğraşmak yerine çekip gitmesi daha kolay olurdu. Göletin yakınlarından uzaklaştığım anda portaldan geçiş yapmayın kafama koydum.

 

" Sadece seninle küçük bir sohbet etmek istiyorum. Bu kötü bir şey mi? "dediğinde bu durumun yanlış olmadığını düşünen bir tavırla. Hatta bu tavrımı aşırı bulmuş gibi bir hali vardı. O an histerik bir şekilde güldüm. Benim için evet kötü bir şey. Ve nedense gitmek yerine zorlamaya devam ediyor. Rahatsız ettiğini düşünmeden.

 

" Evet beni benden habersiz bir şekilde izlemem kötü bir şey,"diye sertçe konuştum. Anlamasını umdum. Hatta özür dileyip çekip gitmesini ama bunu yapmadı. Şaşırdık mı? Tabii ki de hayır. Beklenilen bir hareketti. Doğrusunu söylemek gerekirse yapsa şaşırırım.

 

" Amacım kötü değildi."diye konuştu ensesine o an giden eliyle beraber.

 

Ah zaten her şey bu düşünce doğrultusunda hareket etmiyor mu? Amacım kötü değil. Peki sonra nasıl bu hale geliyor? Yüz ifademi izledi ve yüzüme yansıyan rahatsızlık emareleri olan şeyi dank etmesini sağladı.

Sanırım yeni yeni anladı neden onu görmezden geldiğimi. Eh bir zahmet anlasın ama çok belli etmiştim oysaki.

 

" Kendimi nasıl affettirebilirim? Ne istersiniz beni affetmek için? "diye sorunca anında yüz ifadem kasıldı .Ondan böyle bir şey isteyeceğimi mi düşünüyor? Neyden bahsediyor mu? Ne affetmesi? Uzak durması lazım. Hemde hemen. Hala sinirli ve hızlı adımlarla ilerlerken onun duyacağı desibelle konuştum.

 

" Çekip giderek ve beni rahat bırakarak . "dedim sert ve katı bir sesle. Bunları söylerken hiç tereddüt dahi etmedim . Cümlemi duyar duymaz sanki hiç duymamış gibi yaptı ve benimle yürümeye devam ederek yine ve yine konuşmaya devam etti. Yüzsüzlüğün kaçıncı seviyesi bu? Daha önce farklı seviyeleri görmüşlüğüm var ama bu başka hemde bambaşka.

 

" Siz sormadınız ama ben kendimi tanıştırmak istiyorum adım Dıraner Gehlom. "dediği anda soyadı çok tandık geldi. Bir yerden aşına gibiyim bu soyada. Kaşlarımı çattım. Konuyu nede güzel değiştireceğini nasıl biliyor! Ah bu erkekler sadece sorundan ibaret. Bazen bu yersiz özgüvenleri onların sonu olacak haberleri yok.

 

" Sorma gereği duymadım oldu mu? Bir sakıncası yoktur umarım? "diye sertçe çıkıştım ve adım atmayı bırakıp ona doğru döndüm. " Bilmem farkında mısınız ama şu an beni rahatsız ettiğinizden haberiniz var mı? Gördüğünüz üzere sizle konuşmak gibi bir girişimim yok. Sorduğunuz soruları cevaplamıyorum. Daha yanımda uzaklaşmak için neyi bekliyorsunuz?" dedim sinirle. Ama o hiç bu cümleleri kurmamışım gibi alık alık bana baktı.

 

" Çok güzel olduğunuzu söyleyen oldu mu hiç? "diye iç çekerek beni inceleyince bu davranışından rahatsız oldum. Bunu anında fark etti ve bir adım bende uzaklaştı. Daha ne kadar ileriye taşıyabilir bu rahatsız verişlerini tahmin edemiyorum da!

 

"Oldu desem ne olacak?"diyerek umursamazca sorusunu cevapladım. Soruları git gide seviyesiz bir hale geliyordu.

 

" Ben sadece daha önce sizin gibi güzel bir kadınla karşı karşıya gelmedim."dedi kalıplaşmış bilindik cümleyle giriş yapınca cümleye sinirden gülmek istedim." Varlığınız sizden uzak durmamı engelliyor. Aslında böyle biri değilim ama sizin varlığınız beni kendine çekiyor. "diye açıklama yapınca başımı iki yana salladım ve yürümeye kaldığım yerden devam ettim. Daha fazla dinlersem elimden bir kaza çıkacak orası kesin.

 

Bulunduğum duruma bak? Ne için geldim nasıl gidiyorum buradan! Zaten illa bir sorun beni bulacak illa! Burada huzuru aramak hata! Her yer bana sorunları beraberinde getiriyordu. Her yer hemde! Sanki bu evren burayı çarçabuk terk et diye bas bas bağırıyordu, bu sorunları önüme çıkararak.

 

" İsminizi bahşeder misiniz? Çünkü sizin gibi birini unutmak bile istemem. Ve hangi krallığın prensesisiniz? "diye ardı ardına soru sormaya devam etti. Sıkıntılı bir nefes verdim. Daha gideceğim yere çok vardı ve böyle devam ederse daha çok soruya maruz kalacaktım. En iyisi kestirmeden gitmek. Arkama dönüp ona baktım. Ona bakmamla anında yüzünde bir tebessüm oluştu. Ama benim ifadem daha çok onu öldürme isteğiyle doluydu. Ve bunu yapmak için herhangi bir engel de yok. Dua etsin sabırlı biriyim yoksa şimdi gelişine çakardım görürdü ismimi!

 

" Belki bir hayalden ibaretim." dedim kinayeli bir tonda. "Belki de şu an bir düş görüyor olabilirsin." dediğimde dişlerim arasında konuşarak. Bu cümlemi duyunca birkaç adım öne geldi. Ve hülyalı hülyalı bakmaya başladı. Ya sabır ya sabır! Delirmemek elde değil ki!

 

"O zaman bu zamana kadar gördüğüm en güzel düşün içerisindeyim. Hiç uyanmak istemiyorum." dediğinde anında kötü kötü güldüm. Her şeyin bir sonu vardır ve biz o sondayı. Onun adına hiç üzgün değilim ne yazık ki!

 

"Maalesef uyanma vakti." dedim ve anında açmış olduğum portalla buradan uzaklaştım. Yaşadığı hayal kırıklığını gördüm ama hiç umursamadım. Olması gereken buydu.

 

Portaldan direk odama geçmiştim. Hayret artık isteğim üzere bitiş yerini ayarlıyor. Ne güzel bazı zamanlarda daha doğrusu istediğim zamanlarda da bunu yapsa ne güzel olacak.

 

Odama gelince elimde olan çizimleri komodinin üzerine bırakıp banyoya doğru ilerledim. Duş aldıktan sonra hemen bizimkilerin yanına uğramak istiyorum, ondan sonra yemeğe geçerdik.

 

Banyodaki işimi bitirip hemen dolaptan üzerime giymek için lacivert bir tulum seçtim. Uzun kollu ve deri kumaşa sahipti. Ve yaka tulumun göğüs kısmında 3 düğme bulunuyordu. Tam üzerime oturan tuluma kısaca baktıktan sonra tulumun altına ince bantlı gümüş renkte kalın topuklu ayakkabı giydim. Saçlarımı ense hizasında topuz yaptım. Saçımdan birkaç perçem çıkarıp dağınık bir görünüme sahip olmasını sağladım. Sıra makyajımı geçince ayna karşısında yerimi alıp başladım makyajımı yapmaya.

 

Göz makyajım koyu tonlarında tercih ettim. Ruj olarak çok açık kahverengi ruj kullandım herhangi bir takı takmadım. Hazır olduğuma ikna olunca odadan çıktım. Koridora çıkınca Victoria 'yı ön bahçeye çıkarken görünce ona seslendim. Anında arkasına dönüp olduğum tarafa baktı.

 

Beni görünce baştan aşağı inceldi ve bu kadar özenli giyinmemin sebebini merak etti. Bunu ona yaklaşan adımlarımla gördüm. Aslında normalde böyle giyiniyorum da son zamanlarda ben ben değilim ve bu tüm ruh değişimime yansıyor. Son zamanlarda hiç bir şeye özen göstermiyordum. Yeni yeni kendi özüme dönüyorum.

 

"Bu kadar neye özendin? Sıradan bir akşam diye biliyorum." diye sorunca yanındaki yerimi aldım.

 

"Uzun zamandır sadece olan sorunlara yöneldim şimdi kendime yönelmek istedim hata mı yaptım?" diye konuşunca hayır anlamında başını salladı.

 

"Görmek istediğim Emira sahalara nihayet döndü. Neydi o yaşlı babaanneler gibi siyahta siyah. Bu arada lacivert rengi içerisinde ayrı bir hoş görünüyorsun. Senin rengin diyebilirim." dediğinde kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Rengim değilde huzurun diyebilirim lacivert renk için.

 

" Eee sen nereye gidiyorsun bakalım küçük hanım? "diye konuşup onunla beraber ön bahçeye çıktık. Victoria soruma cevap vermeden önce bahçede bir göz gezdirdi.

 

" Bizimkileri arıyorum. Seni sordum ama kimse seni kulede görmedi. Nereye kayboldun yine sen?"dediğinde başladım yaşadığım olayı anlatmaya baştan sona.

 

" Şaka yapıyorsun bildiğin sen izlemiş sen onu fark etmeden? Ne kadar yanlış bir davranış! "dedi bu olayın saçmalığına karşı. Şu an burada olsa kesin o adama haddini bildirir.

 

" Eee kim bu adam adını söylemedi mi? "diye sorunca ismini anımsamaya çalıştım ama o kadar farklı bir isme sahipti ki aklıma gelmedi ismi.

 

" Hayır hatırlamıyorum. Zaten ne kader ters cevaplar versemde hiç oralı olmadan konuşup dururdu. Sonunda direk portaldan geçiş yaparak kurtuldum. Yoksa buraya kadar beni takip bile ederdi inan ki." dedim hala o olay etkisini gösterirken üzerimde.

 

"Ay boş ver bir daha görürsen ona küçük bir ders ver. Hak etti bile o vereceğin dersi." diye uyardı ve bir dahakine çekip gitmek yerine haddini göstermemi isteyen bir kararlılıkla konuştu.

 

"Bir daha görmeme gerek kalmaz. Bunu umuyorum." dediğimde Victoria bana yandan bir bakış attı.

 

"Kızım konu sensen o olay öyle kolay kolay kapanmaz. General Rian 'ı unutmuş olmazsın. Adamı hem davet alanında gördün hemde adam kuleye kadar geldi. Yani bence bu adamla son karşılamanız değil. Ben öyle hissediyorum." dediğinde sıkıntılı bir nefes verdim. Haklı da bana da sonra tekrardan bu adamla aynı yerde karşılaşacağımız hissi doğuyor nedense. Ah bitmiyor ki bitmiyor!Sorunları bir mıknatıs gibi üzerime üzerime çekiyor etrafta savuşturup duruyorum sonra.

 

Ön bahçede bizimkileri görmeyince bizde ikimiz birlikte boş olan bir çardağa geçip oturduk.

 

"Hava bugün güzel. Gece dışarısı artık eskisi gibi çok soğuk olmuyor." dediğinde başımı sallayarak onayladım onu.

 

"Gelenek bitti bitecek. Az kaldı önümüzde ne kaldı ki?"diyince Victoria kuleden çektiği bakışları bana çevirdi.

 

" Evet sonra sessiz ve huzursuz o kuleye geri dönecek. Belki sen varsın diye eskisi gibi olmaz ama şimdiki gibi de olmaz ki. Herkes gidiyor. Zaten 7 - 8 ay sonra başka bir yerde olacağız. "dediğinde sesindeki o yalnızlığın emaresiyle. Kendini burada tek hissediyor olmalıydı. Bende önce tekti belki de sadece kendini Asper krallığındaki işlere vermişken, benim gelişim bir nebze de olsa onun yalnızlığını silip atmıştı.

 

" Ah evet kalacağız yaşlılarla aynı yerde bir başımıza. Ama dert etme zaten gelenekten sonra hep beraber dönüyoruz benim ülkeme. Birazda orada güzel anıları zihinlerimize kazıyalım." diyince Victoria sağ omzuma başını yasladı ve derin bir iç çekti.

 

Yeterince burada güzel anlar yaşamıştık. Sırada başka yerlerde başka anılara imza atmak vardı.

 

" Ne oldu? "diye sorunca hiçbir şey dedi.

 

" Hadi anlat bakalım? Bir şey olmuş belli? "diye ısrar edince anlatmaya başladı.

 

" Uzun yıllardır ben benim aslında ama senin gelişin bazı şeyleri değiştirdi. Ne kadar inkar etselerde buradakiler hepsi senin gelişinin iyi geldiğini biliyor. Hem kuleye hem de bizlere. İyi ki sen... Ve iyi ki o kolye seni sahip olarak seçti. Kabul etmeni bekliyorum desem yalan olurdu. Ben hemen çekip gidersin diye sandım ama sen kabul ettin. Ve onca şeye rağmen asla bir kere gitmekten ve kaçmaktan bahsetmedin. Hatta inadına daha çok üzerine gidip her şeyi öğrenmek istedin. Benden bazı şeyleri saklı tuttuğunu biliyorum. Neden sormuyorsun o zaman diyecek olursan? Ben senin zaten bana zamanı gelince diyeceğini biliyorum. O gün gelene kadar bekleyeceğim sabırla ve ne yaparsan yap her zaman destekçin olduğunu bil. "diyince bende başımı onun başına yasladım.

 

" Her şey benimle başladı ve ben olan ve olacak her şeyi halletmek istiyorum. Tabii sende yanımda oldukça. Çünkü şimdi demiyor olmam hiç söylemeyecek olduğum anlamına gelmiyor. Sadece sindirmem gereken çok şey var. Ve Victoria ben daha bunları özümsemeden birinin sırtına yük ekleyemem. Önce ben içimde halledeyim sonra seninle tüm sorunları hallederiz. Çünkü sen olmadan başaramam. Her şeyi beraber halledip güzel günlerin bize ulaşmasını sağlayacağız. Sonrasında bizi neler bekleyecek bilmiyorum ama onunda üstesinden gelebiliriz buna inanıyorum. "dedim onun varlığını bende yarattığı gücü saklamadan.

 

Çünkü o ve diğerleri sayesinde zihnimde olan çığlıkları ve düşünceleri susturmak daha kolay oluyor. Onlar farkında olmasa da bana her şeyden çok iyi geliyor. Yanımda olmaları bile her şeye bedel. İyi ki hepsi varlar. Ve benimleler. Yanımda ve arkamdalar her koşulda. Her sorunda ve her anda. Her zaman olmaları için de elimden geleni yapacağım. Onları hayatımda tutmak için. Onlara zarar vermeden. Vermemeye çalışarak.

 

Ön bahçede biraz vakit geçirdikten hemen sonra kuleye geçmiş ve yemekhaneye gitmiştik. Akşamlar yemeği sessiz ve nedense huzurlu geçmişti. Turul bey yarın olacak gezi için Ahrar 'la konuştuğunda bizim de o gezide olacağımızı öğrenince bu durumdan huzursuz olduğunu saklamayan ifadeyle önce Ahrar' a hemen sonra da Süreyya hanıma bakmıştı.

 

Onlarda kısa bir süre oyalanan bakışlar ardından bana dönmüştü. Ve bana bakarken bir belanın gelişini görür gibi gözlemlemişti. Bense hiç bakışlarımı görmemiş gibi yaparak ona içten içe keyif duyduğumu beli eden harelerim ve tebessümümle ona bakarak elimde duran içeceğimi içmiştim. Bu tavrımı görünce hemen homurdanıp bakışlarını önüne çevirmişti. Ah kim bilir içinden neler neler söylenip duruyordu? Ama duymadığım müddetçe sorun olarak görmüyorum. Yeter ki gölge yapmasın varlığı ve sözleri yoksa görmezden gelmek benim için sorun değil.

 

Yemekhande yemekler yendikten sonra Ahrar öğrencilerin erken yatmasını ve erkenden ön bahçede toparlanmalarını söylemişti. Varisler ve Dennis 'te buna dahildi. Oldukları yerde Ahrar' ın sözlerini işittikleri anda doğrulup yemekhaneyi terk etmeye başlamıştı.

 

Ben ve Victoria onların gidişini izlerken Ahrar bize de gitmemizi söyleyince, kendimi ve Victoria gösterip sizin öğrenciniz değiliz demiştim ama Ahrar bakışlarını bana dikerek yarın için öyle olduğumu söyleyince gözlerimi kısıp bugün değil demiştim. Hemen sonrasında yarın gelmemize sorun çıkartmak istemiyorsak şimdi odamıza gitmemizi istemişti. Yanımdaki Victoria'ya bakmış ve hemen küçük bir baş işaretiyle kalkmamız gerektiğini söylemiştim.

 

Yemekhaneyi terk etmeden önce sinirli halimi saklamadan Ahrar 'a dönüp çok haklısınız eski hocam malum biz gençlere uykuya pek düşkünüz. Siz büyüklerin pek uyku ile arası yok. Eh biz sizler yerine de uyuruz. Demiş ve orayı terk etmiştim. Bir cevap vermesini beklemeden. Yemekhaneyi terk ettikten sonra odamıza doğru gitmiştik. Odama gelir gelmez üzerimi değiştirip yatağıma girmiş ve uyumaya koyulmuştum.

 

Güneş doğmuş yeni bir güne uyanmıştım. Gece sonlanmış bir anı olarak raflardaki yerini almıştı. Yataktan doğrulup yatağımı düzeltmiştim hemen ardından giysi odasına geçmiştim. Dolabın önüne gelince ne giyeceğim konusunda kararsız kalarak bir müddet dolap önünde oyalanmış sonrası zor bela bir kombin yapabilmiştim.

 

Victoria 'ın dediğine göre Ahrar' ın götüreceği yer buraya göre bir tık daha sıcak olabilirdi. Plaza siyah bir pantolon üzerine beyaz kalın askılı bir bluz giymiştim. Bluzun üzerine şimdilik bir siyah gömlek almıştım. Çok sıcak olursa çıkartır öyle gezinirdim. Ayakkabı olarak burnu kapalı sandalet giymiştim. Saçımı ense hizasında topuz tokasıyla toplamıştım. Takı olarak yuvarlak gümüş halkalı küpe takmış, bileklik olarak gümüş ince naif bir bileklik takmıştım.

 

Hazır olduktan sonra odadan çıkmış ve ön bahçeye doğru ilerlemiştim. Ön bahçeye geldiğim anda herkesin çoktan geldiğini fark ettim. Bir eksik olan ben ve Ahrar 'dık.

 

Ben adım atacağım an arkamda bir varlığın belirmesiyle başımı arkama doğru çevirdim. Çevirir çevirmez arkamda bana bakan Ahrar' ı gördüm. Lacivert hareler benim onu izlediğim gibi beni izliyordu. Baştan aşağı simsiyah bir kombinle karşımda duruyordu. Bakışlarım ondan çekip başımı önüme çevirdim ve yavaşça Victoria 'ya doğru ilerledim. Ben yavaştan yavaştan yürürken Ahrar yanımdan jet hızıyla geçip onların olduğu tarafa ilerledi. Yanımdan geçerken söylediği cümle tüm dikkatimi dağıtmaya yetti.

 

"Çok güzelsin her zaman ki gibi."

 

Kurmuş olduğu cümleyi sindirip bende onun ardından ilerlemeye devam ettim. Victoria ve bizimkilerin olduğu tarafa ilerledim ve sessiz bir şekilde Ahrar 'ın konuşmasını bekledim diğerleri gibi.

 

"Herkes burada mı?" ye sorunca Ahrar herkes evet dedi. Peki dercesine başını salladı ve kısaca bir göz gezdirdi herkes üzerinde." Sizi götüreceğim yer bir Kule. Rihcel Krallığı ." dediğinde Ahrar cümlesine devam etmeden Victoria sessizce mırıldanarak konuştu.

 

" İlk büyünün evrimleştiği diyar. Şu an harabe neredeyse asırlardır oraya sık sık ziyaretler yapılır." dediğinde sadece baktım. Hım şimdiden o yeri merak ettim doğrusu.

 

" Krallık geniş topraklara sahip olduğu için dönüşümüz geceye doğru olur. Bunun için Süreyya hanımla konuştum ve konaklamak için orada bulunan bir handa bir geceliğine kalacağız. Şimdiden haberiniz olsun istedim." dediğinde Victoria'ya baktım. Orada kalmak gibi bir konuşma hiç geçmedi aramızda.

 

" Biz döner miyiz yoksa orada mı kalırız? "diyince Victoria bana bakıp omuzlarını silkerek bilmem dercesine baktı.

 

" Duruma göre bakarız diyorsun o halde. Peki bir gidelim de gerisini sonra düşünüp karar veririz. "demiş ve Ahrar 'ın yönlendirmesiyle ortaya doğru ilerlemiştik. Bir araya geldiğimiz anda Ahrar karşımıza geçip bir büyü sözlerini okumaya başlamıştı. Sonrasında göz açıp kapanıncaya kadar kulenin ön bahçesinden ayrılmış ve başka bir mekana geçiş yapmıştık.

 

Geldiğimiz yeri incelemeye başlarken yüksek duvarlara sahip bir alanda olduğumuzu yeni yeni fark ettim. Koca duvarlar arasında sıkışıp kalmış gibiydik. Yanımda olan Victoria 'yla birlikte yavaşça Ahrar' ın yönlendirmesiyle ilerliyorduk.

 

Yanımıza gelen Varisler etrafı inceliyor bir yandan da kendi krallıkları daha güzel diyip yürümeye devam ediyordular.

 

"Bilmem farkında mısın Dehri ama burası çok eski topraklardan biri. Yani kendi topraklarınla kıyaslaman ne kadar doğru?" diyince Dehri şebek şebek konuşmuştu. Hatta bana yandan bir bakış atıp kendi topraklarını övgüler eşliğinde tekrar öne çıkarıp konuşmaya devam etti. Hiç dinliyor mu? İlla dediklerini kabul edeceğiz illa!

 

"Onu diyorum ya benim yaşadığım topraklarda eski ama hala ilk günkü görünümünü koruyor ama burası yıkıldı yıkılacak." dediği anda onun sözlerine gözlerimi devirmemek için zor durdum.

 

"Dehri ilk büyünün evrimi burada olduğuna göre ve buranın büyüyle korunuyor olmasını göz önünde bulundur. Sence bu halde bile olması muazzam değil mi? Senin toprakların bence bu topraklardan çok sonraki dönemlerde ortaya çıkmıştır. Yani ikisini kıyaslaman çok ironi. "diyip yanından geçerek önde ilerleyen öğrencilere yetiştim. Victoria 'yla beraber öğrencileri geçerek en önde ilerlemiştik. Hemen Ahrar' ın birkaç adım gerisinde yürürken, onun söylediği bilgileri dinliyor bir yandan da etrafı izliyordum. Bana göre muazzamdı burası.

 

Şimdi olduğumuz kısım bir pazar yeriydi. Terk edilmiş ama hala ayakta duran bir pazar. Buradan sonra Ahrar bizleri kasaba alanına götürecekti. Sonrasında o merakla görmek istediğim kuleye gidecektik.

 

Etraf büyüleyici duruyordu. Bizim olduğumuz veya gördüğümüz pazar alanından çokça büyüktü. Bu pazar alanı. Neredeyse bir kasaba büyüklüğündeydi. Pazar yeri burası ise kasaba alanını düşünemiyorum.

 

"Bu arka tarafta buraya gelen ziyaretçilerin ağırlanması için yapılmış hanlar mevcuttur." dediğinde Ahrar hemen önümdeki kısa uzun yola baktım. Hanlar arka tarafta olduğu için nasıl bir görünüme sahip olduğunu göremiyorum . Bu uzun karanlık yol onları görmemi engelliyordu.

 

"Oraya erişim maalesef yasak çünkü büyüyle ayakta duran nadir yerler. İçerisinde olmak tehlikeli olacaktır hepiniz için. "demiş ve Ahrar ilerlemeye devam etmişti. Herkes yan yana hızlı adımlarla Ahrar 'ı takip ediyordu. Yanımdaki olan Victoria' ya bakarak konuştum.

 

" Daha önce buraya geldin mi? "diye sorunca hayır anlamında başını salladı.

 

" Buraya gelmek için belli bazı şeyleri yerine getirmek zorunda kalıyor insan. Çok nadir kişiler veya bu kişiler sayesinde bazı gruplar buraya gelmiştir. Çokça ismini duydum buranın ama hiç gelmedim buraya bugüne kadar. Benim için de buraya gelmek senin gibi ilk. "diyince peki anladım anlamında başımı sallayıp birkaç adım önümde duran Ahrar 'ın yöneldiği yola doğru ilerledim.

 

Pazar kısmından çıkmış ve Ahrar' ın daha önce bahsettiği kısma gelmiştik ;Kasabaya...

 

Kasabada çoğu ev bir merdivenin basamaklarına dizili ev gibiydi. Bazı evler çok katlı ve geniş kocaman gösterişliydi. Uzun geniş caddeler ve ara sokakları vardı. Her evin mutlaka bir bahçesi bulunuyordu. Ve her evin etrafında küçük çitlerle örülü küçük duvarları vardı. Tam kasabanın orta kısmından büyük geniş bir oturma alanı vardı. Yanlarından geçtiğim bazı yerler eğlence alanlarından biriydi. Buradaki evler genellikle siyah ve kahverengi ağırlıklıydı. Evlerin geniş kocaman pencereleri vardı. Normal evlerin boyutlarından ve genişliğine göre bu evler daha geniş ve kocaman duruyordu.

 

Adım atmayı bırakarak tam önümde duran eve baktım. Bu evin duvarları hepsi isti. Kapısı diğer evlere göre kapalı değil açık vaziyette bulunuyordu. Pencerelerin camları hepsi kırıktı. Sanki bir patlama olmuştu ve bu patlama evi darmaduman etmişti. Diğerleri sola dönüp ilerlemeye devam ederken ben hâlâ olduğum yerde durmuş beni burada tutan evi inceliyordum.

 

Yavaşça bahçeye doğru adım attım. Sanki bir şey beni buraya çekiyordu. Bir ipliğe bağlı nesne gibi buraya çekilip duruyordum. Yavaşça bahçede ilerleyip açık duran kapıya doğru ilerledim. Kapıdan içeri girdiğimde içerisinin boşluğu ve sessizliği dikkatini çekti. Sanki bu evin bir ruhu vardı ve o ruhu ondan koparılıp alınmış gibiydi. Duvarlara bakınca burada birçok ize rastladım. Tutunma izlerine... Pençe izlerine... İs izlerine... Parçalanmış bir hayatın tutunma umuduna.

 

Ev tek katlıydı. Ve küçük bir evdi. Bulunduğum yer evin giriş kısmıydı. Uzun bir hole sahipti ama daracıktı. Daha dikkatli baktığımda duvarlarda bir şeyin asılma izleri mevcuttu. Bu belki bir çerçeve veya bir asılı duran başka bir şeyden kalma çivi izinin yansımasıydı. Bakışlarım yere çevrilir çevrilmez yerdeki aşınmış hatta parçalamış zemin dikkatimi çekti.

 

Bir şey sertçe sürüklenmişti yerde. Ama ne? Olduğum yerde etrafımda dönüp bu sürükleniş izinin başlangıcını bulmak istedim. Başlangıcı oturma odasından başlıyordu oraya doğru adımlarım istemsizce ilerledi. Oturma odasına varınca hemen bakışlarımı yerden çekip etrafımda gezdirdikten sonra o izin sebebini gördüm.

 

İzin sebebi tam karşımda duvarda duruyordu. Durduğum yerin tam karşı duvarında bir iz vardı. Bir insana ait iz. Duvarda boydan boya onun vücudunun yansıması bulunuyordu. Sanki bir şey vardı önünde ve o patlar patlamaz ondan kalanlar bu duvara yansımış gibiydi. Bu iz ne sebeple oluşmuştu?

 

İze doğru ilerledim. Yavaşça ve hissederken. Sanki o ana şu an tanıklık ediyor gibiyim. Duvara yaklaşıp bu bir adamın bedenin ölçüsü olan ize baktım. Parmaklarım sızladı. Dokunmak istedim.

O izi hissetmek istiyorum, şu an bu yerde, bu zaman diliminde. Yavaşça sağ elim yukarı tırmandı. Parmaklarım karıncalandı ve ulaşma ihtiyacıyla yanıp tutuştu.

 

Ve ulaştı. Bir ruhun ölüme ulaştığı gibi...

Bir gün ışığının yeryüzüne ulaştığı gibi...

Bir yağmur damlasının toprağa ulaştığı gibi...

 

O istekle... O çabayla... Ve o ihtiyaçla...

 

Parmaklarım o ize dokunur dokunmaz zihnimde bir flaş patladı. O an gözlerim benden isteksiz kapandı. Anılar zihnime sızmaya çalıştı.

 

Karanlık bulanık ama acı dolu çığlığın zihnimde varlığını hissettim. Bir adam vardı olduğu yerde acıdan kıvranıp duruyordu. Ama adamı görmüyorum. Göremiyorum çünkü vücudu saf siyah bir gölge gibiydi.

 

Fısıltılar duyuyordu bende öyle sanki o zihnimin içerisine sızmış gibiydi. Sanki aynı acıyı bana da yaşatmaya çalışıyor gibiydi. Büyük bir patlama duyuldu. Zihnimde... Odada... Etrafta. Sonra adam olduğu yerden büyük bir acıyla kalktı. İlerledi bir şeye tutunup buradan çıkabilmek için büyük bir çabayla. Adımları onu bulduğum duvarın getirdi. Adam duvara tutundu. Duvara tutunmasaydı düşecekti yoksa. Duvara tutunduğu gibi önünü ona doğru döndü. Sonra iki elini duvara yaslar yaslamaz başını sertçe duvara vurmaya başladı.

 

Adam her duvara başını vurduğu anda zihnimde o vurma çınlayışı yankılanıyordu. Adam yeter diye bağırıyor. Fısıltılar yüksek sesle konuşup zihni katlediyordu. Adam bitsin diye bağırıyor. Fısıltılar kan akıtıyordu.

 

Adam susun diye bağırıyor. Fısıltılar zelzele oluşturuyordu bu odada.

 

Daha fazla dayanamadı ve adam sertçe başını geriye doğru çekip, çığlığın etkisiyle daha çok bağırıp durdu ve sonra benim zihnimde bir acı belirdi. Bu acı adamın son kafasını duvara vuruşu oldu. Ve fısıltıların son duyuluşu. Onun ardından birden adamın bedeni bir külün rüzgarla dağılması gibi dağıldı. Dağılmadan önce önünde durduğu duvarda son izi bırakmıştı.

 

Külleri etrafa dağıldı. Etrafında bir kasırga yarattı. Ve o anda birden tüm camlar bir patlama etkisi içerisinde parçalara ayrılıp, etrafa saçıldı. O an burada öyle bir ses duyuldu ki sanki bu ses bir yardım çağrısıydı. Herkes duysun, herkes bir şey yapabilsin diye duyulması istenen bir yardım çağrısı. O an gözlerimi açmak istedim. Çünkü bir ses uyan diye bağırdı.

 

Sonra odadaki uçuşup duran küller olduğu yerde bir kasırganın önüne geleni katıp yararak ilerlemesi gibi odada bulunan her şeyi uçuşturmaya başladı. Sonra eşyalar sertçe olduğu yerden hole doğru yerde hızla sürüklenerek çıkmaya başladı. Bu odadaki her şey az önce gördüğüm zemindeki izleri yaratarak bu odadan çıktı. Sonra mı? Sonra odadaki uçuşup duran küller bir anda bin parçaya ayrılmış gibi etrafa dağıldı ve sonra bulunduğum yeri terk edip uzaklaşıp gittiler.

 

Sonra bir çığlık uyan dedi. Gerçeğe uyan. Acıya uyan dedi. Sonra bir anda parmaklarım ateşe dokunur gibi duvarın zemininden uzaklaştı. Sonra yavaş yavaş geriye doğru gitmeye başladım.

 

İsmimi çağıran birini duydum. Beni çağıran birkaç seste eklenince olduğum yerden çıkmam gerektiğini anladım.

 

Ben neye şahit oldum? Bu neyin nesiydi? Neydi buna sebep olan şey? Bir lanet mi? Bir büyü mü? Yoksa bir ölüm mü? Bunun bir nedeni vardı. Aynı sebebi olduğu gibi. Peki ne?

 

Odadan koşar adımlarla çıkıp hemen koridorda olan izlere bile bakmadan bu evi terk edip hemen ismimin çağrıldığı tarafa doğru koşar adımlarla ilerledim. Az önceki yerden ayrılmış ve kasabayı terk etmiştim. Victoria ve Varisler'in sesini duyduğum yöne doğru koşunca onların biraz ileride kasabın çıkışında beni çağırdıklarını gördüm. Yanlarına ulaşınca nerede olduğunu ve nereye kaybolduğumu sorduklarında onlara bir yere bakınca dalıp gittiğimi ve onları kaybettiğimi söyledim. Ararken tamamen rotayı şaştığımı söyledim. İkna olmuş gibiydiler. Fazla sorgulamadılar.

 

Biraz ileride dinlen Ahrar ve öğrencilerin olduğu yere gidince Ahrar 'ın ters bir ifadeyle bana baktığını gördüm. Bir daha kaybolma uyarısı yapsada endişelendiği belliydi. Sadece bir dahakine daha dikkatli olacağımı söyleyip bizimkilerin yanında ilerlemeye devam ettim. Ama yaşadığım o olay bende büyük etki bırakmıştı. O adama ne olmuştu? Peki ona ne olduğunu acaba o zamanda orada yaşayanlar biliyor muydu? Peki şu an yaşayanlar? Bir sorunun cevap kısmında tekrar takılmıştım. Ve bu kafamı uzun süre kurcalayıp duracak gibiydi.

 

Olduğumuz yerden tekrar harekete geçip kalan kısımları gezmeye devam ettik. Ben o sırada her ne kadar etrafa baksamda aklım yaşadığım olayda takılıydı. Ahrar en önde ilerliyordu etrafı tanıttığı için. Victoria ve Varisler aralarında etraf hakkında tartışmaya girmişlerdi. Onlar önümde ilerlerken arkadan onları takip ediyordum. Dennis 'in olmadığını fark edince kendi topraklarından gelenlerle birlikte ilerlediğini görünce yavaş adımlarla ilerlemeye devam ettim. Şimdiki istikamet sanırım buraya ait olan Richel kulesineydi. Herkes bir yandan Ahrar' ın anlattıklarını dinliyor bir yanda etrafı izleyerek onu takip ediyordu.

 

Şu an geçtiğimiz alan uzun bir patika yoldu. Etraf ağaçlarla ve yabani otlarla doluydu. Patika yolu dar ve uzun olduğu için üçerli olacak şekilde herkes ilerliyordu. Artık kasabadan tamamen uzaklaşmıştık. Ve bu patikadan ilerleyerek kuleye giden yola ulaşacağımızı söylemişti konuşmaları arasından Ahrar. Etrafa bulunan ağaçların dalları birbirine girmiş haldeydi. Bir insanın bu ağaçlar arasında geçmesi onun için sıkıntılı olacaktı. Çünkü vücudunun her yeri ağaçların dalları tarafından çiziklerle dolu olacaktı. İnsanlar burada yaşamadığından ağaçların kökleri bulduğu boş alanları doldurmuş geçit alanı tanımamıştı.

 

Doğa kendi düzenini yeniden inşa etmişti. İnsansız bir yaşamın izleri burada fazlasıyla bulunuyordu. Sonunda önümüzdeki uzun patika yolundan kuleye giden yola sapmış ve o yolda ilerlemeye başlamıştık. Önümde duran Victoria 'ya yetişerek hâlâ devam eden tartışmalarına katılıp konuyu kapatma çabasına girdim.

 

"Kızım sana diyorum burası o kadar eski değil bizim krallıkla aynı dönemlerde var olmuş. Ne diye bu terk edilmiş yeri savunuyorsun anlamıyorum? Burada yaşayanlar burayı terk etmiş. Senin savunduğun gibi savunmadılar burasını karanlık ruhlara karşı." dediği anda Dehri anında ona bakışlarımı çevirdim.

 

" Ne Karanlık Ruhları ? "diye sorunca Dehri 'nin mimikleri kasıldı ve normal bir şey söylüyor edasıyla sorumu cevapladı.

 

" Bildiğimiz Karanlık Ruhlar. "dedi ve yanında olan Enfal' e bakıp yanlış bir şey mi diyip demediğini anlamaya çalıştı. Enfal 'ın de ondan farklı olmadığını görünce yavaşça yanımda ilerlemeye devam etti. Ama hemen onun koluna uzanıp yürümesini engelledim.

 

" Hayır onu demiyorum. Burasının bu halde olmasının sebebi Karanlık Ruhlar mı? Ondan dolayı mı —" cümlemi yarım kesip içimden tamamladım cümleyi "o anıya şahit oldum. Bunu sebebi onların varlığı mıydı?"

 

"Ondan dolayı mı? Ne diyecektin Emira?" diye yarım kalan cümlemi merak eden Victoria 'ya döndüm.

 

"Ondan dolayı mı burada artık bir yaşam yok?"diye tamamladım gerçeğini söylemeyip. Hepsi evet anlamında başını salladılar.

 

" Bu nasıl oldu peki? "diye çatılı kaşlarım arasından sordum. Dehri yavaşça bizden uzaklaşanlara doğru ilerledi.

 

" Hadi devam edelim. Geride kalmayalım dikkat çekeriz . "dediğinde Victoria, bende ilerlemeye onlar gibi devam ettim.

 

" Bildiğim kadarıyla ne olmuşsa bir gecede oldu. Bir şey bazı ruhları bulunduğu bedenden sökülüp çıkmasına sebep oldu. "dediğinde gözüme o sahne geldi. Sebebi oydu. Fısıltılar... Ondan sonra adam olduğu yerde delirmiş gibi davrandı ve ruhu bedeninden çıkıp kül oldu. Sonra ondan sonra mı yavaşça o küller bir araya gelip, karanlık ruhu oluşturuyor? Peki Fısıltılar onları aktif hale getiren şey neydi?

 

"Peki o gece kaç kişinin ruhu bedeninden ayrılmış?" diye cevabını bildiğim halde soruyu sordum.

 

"Bir kişi diye biliyorum." diye cevapladı beni Victoria.

 

Bir kişi yani o adam. O adam o gece ruhunun bedeninden çıkarılışının acısıyla yanıp tutuştu ve hayata gözlerini yumdu. Bir gece bin acı... Bir gece bir sonsuz yaşam.

 

"Peki ondan sonra ne oldu?" diye sordum hala olanları anlamaya çalışarak.

 

"Sonra o adamın ardından kimse burada kalmamış. Neden mi o adamın olduğu yeri lanet yer olarak görmüşler. İlk zamanlar evin yakınlarında oturanlar buradan ayrılmış. Daha sonra çevresindekiler. Nedense sanki her gece tuhaf şeyler oluyormuş o evde. Ve bundan dolayı o evin yakınında kalmak istememişler. Sonra diğerleri de bu olanlara tanıklık edince buradan çıkmak istemişler ve yavaşça insanlar kasabayı terk edip burayı bu hale getirmişler. "diye uzun bir açıklama yapınca Enfal onun dediklerini görür gibi oldu zihnim.

 

" Peki şu an gideceğimiz kulede olanlar ne yapmış bu olaydan sonra? "dedim bunun cevabını da merakla öğrenmek isterken.

 

" İlk zamanlarda kuledekiler pek ihtimal vermemişler ama zamanla kasabada olanlar burayı terk etmeye başlayınca, sanki o olayın oraya musallat olduğunu hissetmişler ve yavaşça kulede bulunmakta olanlar da bu topraklardan taşınıp başka yerlere yerleşmişler. Ve birkaç yıl içerisinde bu yerde kimse kalmamış. Hatta kimse geriye dönüp bir daha burada ne olduğunu bile araştırma gereği duymamış, anlayacağın burada ne olduysa tarihe gömülmüş. Kimse bunun sebebini araştırıp bir çözüm yolu bile aramamış. Ve bu tarihin tozlu sayfalarına kazılmış. "diyince Dehri sadece önümde olan yolu inceledim.

 

" Peki bunun gibi herhangi bir olay daha oldu mu? Bir benzeri de olabilir. "diyerek başka benzer örnekleri olup olmadığını anlamaya çalıştım.

 

" Yok olmadı. "dediğinde Kavi 'ye peki anlamında başımı aşağı yukarı salladım.

 

" Oldu. "dediğinde Victoria hepimiz ona baktık. Victoria yürümeyi bırakıp önümüze geçip konuşmaya devam etti.

 

" Bu şekilde değil ama benzeri var. Kaybolan insanlar. Ve cesetleri bulunmayan insanlar. Bazı topraklarda bu tür olaylar oldu. Ama kimse üzerine düşmedi. Çünkü ne bir iz ne de bir delil buldular. Sadece kaybolan insanları aradılar ama aramaları başarısız oldu çünkü ne ölüsünü ne de dirisine ulaştılar. Zaman içerisinde belli zamanlarda bu kayıp haberleri çıkıyor."dedi bunu söyleyip söylememek arasında gidip gelirken. Ama bize güvendiği için söylemekte sakınca görmedi.

 

" Asper krallığı her ne kadar bu sorunu halletmeye çalışsada, bir sonuç elde edemiyor. Bunlar ört bas ediliyor çünkü kimseyi yersiz yere nedeni bilinmeyen bir konuda telaşlandırmak istemiyorlar. Ama ben biliyorum bunun sebebi burada olan olayın benzeri. Düşünsenize burada da aynı olay oldu. Eğer o duvarda olan iz olmazsa, hiçbir kanıt olamazdı bunun sebebini kimse anlamazdı. Ama iz var ve aynı nedene dayanıyor. Bu kaybolan insanlarda bence aynı şeyi yaşayarak ortadan kayboluyorlar. Ya da karanlık ruhlara onları yem oluyor ve yok oluyorlar. Bu ihtimalde olabilir. "diyerek düşüncelerini açıklayınca Victoria hepimiz bilmediğimiz bu sorun yüzünden gerildik.

 

Çünkü belki önümüzde bir tehdit vardı ve biz ondan bile haberdar değiliz. Ya bir anda aynı şeyler bizden biri yaşasa ne yapabiliriz? Sanıyorum ki hiçbir şey çünkü bu konuda herhangi bir bilgimiz bile yok.

 

Bunun için herkes bilgilendirilmeli. Yaptıkları yanlış. Hemde çok yanlış. Bir krallık bunu yaşasa ne yapacaklar peki? Ört bas etmeye mi çalışacaklar? Sorunu halletmek yerine üzerini örtmek ne kadar doğru?

 

Sonunda Ahrar 'ın sabah bahsettiği kuleye gelmiştik. Kule şu haline nazar hâlâ çok muazzam bir görünüşe sahipti. Bembeyaz renge sahipti. Bazı kısımları yer yer parçalara ve çatlaklara sahip olasada kule hâlâ asil bir görünümüne sahipti. Geniş kocaman pencerelerin kırık camlarından içeri giren güneş ışınları kuleyi daha parlak gösteriyordu.

 

Güneş ışınları kulenin yüzeyine çarptığı için orda ışık kırılmasından ötürü duvarların bazı kısımları rengarenk bir yüzeye sahip oluyordu. Kocaman bir alana inşa edilmiş olmasından dolayı bizler yanında küçük karıncalar gibiydik. Kulenin iki yanında önde ve arkada olmak üzere yüksek ve geniş kontrol kuleleri vardı. Bu kontrol kulelerinin küçük çatıları siyah renkteydi. Hâlâ kontrol kulesinde asılı olan bayraklar rüzgarın etkisiyle uçuşuyordu.

 

Buradan gördüğüm kadarıyla bizim kuleden bulunan balkonlar burada çok daha fazla ve çok genişti. Kulenin kubbe kısmı tamamen camdan ibaretti. Küçük küçük cam çerçeveleriyle dizaynı yapılmıştı. Yani yanılmıyorsam eğer bu kule 9 kattan oluşuyordu. Ben buradan bakınca öyle görüyorum. Daha fazla ya da az da olabilir. Girince görecektim.

 

Ahrar kulenin ana kapısına doğru ilerledi. Ahrar kapalı olan kapının önünde durunca kapının açılması için büyü sözleri söylediğini anladım. Ahrar kapının açılması için uğraşırken bende kapıyı incelemeye başladım. Tam önümde duran kapı çelik bir kapıdan oluşuyordu. Kapı neredeyse 5 insan boyutundaydı.

 

Kapının üzerinde ise daha önce görmediğim motifler bulunuyordu. Ahrar sonunda kapıyı açtığında bizlere kısaca göz attıktan sonra içeriye girdi.

Hemen hepimiz kuleyi görme heyecanıyla onu sessiz adımlarla takip ettik. Ahrar önden içeri girip hemen birkaç adım sonra durup, sırasıyla bizlerin içeriye adım atmasını bekledi. En son ben girdikten sonra kapı ardımdan yavaşça Ahrar 'ın yaptığı büyüyle kapandı. Sonra yeni bir dünyaya gelmişçesine bulunduğum yeri incelemeye devam ettim.

 

"Burası kulenin giriş kısmı. Arka kısmı uçuruma bakıyor ve oradan gelebilmek neredeyse imkansız. Herhangi bir saldırı sırasında burası daha terk edilmeden önce hiçbir düşman ordusu arka kısımdan gelecek ne büyü gücüne ne de askeri güce sahipti. Her zaman ön taraftan saldırı olurdu. Zaten bu ön taraftan da öyle kolayca hiçbir düşman ordusu içeri sızmamıştır. "diye Ahrar kulenin yaşadığı tarihi olayları anlatamaya başlamıştı.

 

Ahrar kuleyi detaylıca anlatırken bende olduğum yerde kuleyi daha yakından incelemeye başladım.

 

Kulenin ön tarafından harekete geçip kulenin uzun bahçesinde ilerlemeye başladık. Bahçede birkaç heykele rastladım. Ama bazıları yıkılmış geriye birkaç parçası kalmıştı. Büyü yardımıyla ayakta olduğu için burada hala canlı olan çeşitli çiçekler vardı. Ön bahçeyi yarılamış ve Ahrar 'ın yönlendirmesiyle askerler için yapılmış antrenman alanına geçtik. İçerisi bomboştu. Eskiden nasıl bir görünüme sahipti bilmiyorum ama şu an geniş olduğu için onlarca askerin antrenman yapabileceği alana fazlasıyla sahipti.

 

Buradan çıkınca biraz ileride olan kulenin iç kapısına doğru ilerledik. Bu kapıda çelikten yapılmıştı. Siyah iki kanatlı olan kapıya doğru ilerledik. Bu sefer Ahrar önden içeriye girmeyip öğrencilerin içeri girmesini beklemiştim. Kapının önünde duran Ahrar 'ın önünden geçip içeri girdim.

 

Son olarak bende girdikten sonra Ahrar arkamdan gelerek kule hakkında bilgi vermeye devam etti. Şu an geniş bir holde bulunuyorduk. Ve bu holün içerisinde yukarı çıkan iki merdiven bulunuyordu.

 

"İyi misin? Çok sessizsin?" diye şu an ki durumumu sorgularcasına konuşunca Ahrar ondan yana bakmadan konuştum.

 

"Sadece gözlemliyorum." dediğim sırada Ahrar anladım dercesine başını salladı ve benimle aynı adımlarla yürümeye devam etti.

 

Önden ilerleyen öğrenciler Ahrar'ın yönlendirmesiyle yavaşça merdivenlere doğru ilerledi. Ahrar 'ın dediğine uyup ahşap merdivenlere doğru ilerledim.

 

"Sessizliğin gerilememi sağlıyor." diye konuşunca Ahrar böyle bir şey diyeceğini tahmin edemediğim için kimsenin bakmadığını bildiğim için başımı ona doğru çevirdim. Basamakları yavaşça çıkarken mavi harelerim onun lacivert hareleriyle kesişti.

 

Sağ elimle ahşap korkuluklardan destek alarak merdivenlerden çıkmaya başladım.

 

"Neden ki?" diye sessiz bir tınıda konuştum. Ama sesimdeki merak açıkça kendini belli etti. Ahrar benden bakışlarını çekti ve önüne döndürüp kısaca bir öğrencilere baktı. Rotadan şaşıp şaşmadıklarını görmek için. Herhangi bir sorun olmadığını fark etmiş olmalı ki lacivert hareler beni esir aldı.

 

"Kaybolduğun andan beri seni izliyorum ve çok sessizsin. Hatta en son arkadaşlarınla yaptığın konuşmadan sonra daha da sessizleştin."dediğinde kirpiklerim hızla açılıp kapandı. Nasıl yani beni mi izleyip durmuştu en başından beri? Ben hiç dikkatle bakamadığım için ona bana bakıp bakmadığını anlamamıştım.

 

Ahrar ara sıra basamakları çıkan öğrencilere bakıyor ara sıra verdiğim tepkiyi izleyip duruyordu.

 

"Sadece burası halkında duyduklarım beni bazı düşüncelere itmiş olabilir." diye dürüstçe konuştuğum anda başını tahmin etmiştim diyerek aşağı yukarı salladı.

 

"Bu ihtimal aklıma gelmişti. Başka bir şey de olabilir diye direk sormak istedim." dediğinde sakin sesiyle olduğum yerde basamağı çıkmayı bıraktım ve Ahrar 'a baktım. Benim durmamla Ahrar' da basamakları çıkmayı bırakmıştı.

 

Hemen bedenini bana doğru döndürdü.

 

" Sence çok garip değil mi? "diyerek açıkça düşüncemi dile getirdim.

 

" Burada olan her şey sana garip geliyor olması normal ama Emira unutma burası senin dünyan değil! Burada bu tür şeylerin olması bize göre olağan şeyler."dediğinde Ahrar tam ağzımı açıp ona bunların normal olmadığını söyleyeceğim anda Ahrar hemen bakışlarını benden çekti. Sonra basamakları çıkmaya başladı. Ben arkasında ona bakmaya devam ederken Ahrar önde ilerleyen öğrencileri bir üst kata çıkmalarını yüksek sesle söyledi. Öğrenciler hemen onun dediklerini yaptı ve diğer kata doğru yöneldiler.

 

Bense onların arkasından daha doğrusu Ahrar 'ın arkasından bakmaya devam ettim.

 

Sanki yaptığım şey ona göre bir çocuğun yaptığı bir hataymış gibi geldi. Ama benim için bu çok farklı bir şeydi. Beni anlamasını ummuştum. Yargılamasını değil.

 

Omuzlarımı düşürerek onların gittiği yöne doğru gitmeye başladım.

 

Kulede olan gezinti bitikten sonra epey bir geç saatte buradan ayrılmış ve daha önce Ahrar 'ın ayarlamış olduğu hana doğru yola çıkmıştık. Yakınlarda olduğu için yarım saat içerisinde oraya ulaşmıştık. Hana gelir gelmez herkes kendisine ayrılmış olan odalara ikişerli yerleşmişti. Ben ve Victoria aynı odada kalıyorduk. Odaya gelince yemeğe inmeden önce biraz uyuyup dinlemiş ve hemen sonrasında hazırlanıp aşağı inmiştik. Akşam yemeğini yerken boş sohbet eşliğinde yenmişti. Ben ve Victoria sessizce yemeklerimizi yiyip odamıza geri dönmüştük. Diğerleri hala aşağı katta oturmaya devam ederken biz yalnız kalmak için kendi alanımıza çekilmiştik.

 

Handa bulunan odamıza gelince ben hemen pencereye doğru ilerlemiş ve pencere önünde duran küçük oturma kısmına geçip oturmuştum. Bakışlarım karanlık olan dışarıda gezinirken Victoria hemen yatağa sırt üstü uzanıp sessizce olduğu yerde uzanmaya başlamıştı.

 

"Sabah erkenden kalkıp gider miyiz? Yoksa Ahrar hoca başka bir yeri daha gezdirir mi?" diye başımı dizlerime yaslayıp daha rahat bir pozisyonda dışarıyı seyretmeye devam ederken konuşmuştum. İçerisi sıcak olduğu için pencereyi açmış ve rüzgarın içeriye girmesini sağlamıştım.

 

" Erkenden toplanır kuleye döneriz. Gezilecek yerler bununla sınırlı dahası yok." dediğinde hala sesindeki mahmurlukla. Dışarıda gezinen bakışlarımı ona çevirdim. Uykulu duruyordu. Uyumamış mıydı?

 

"Uyumadın mı?" dediğimde sesimdeki pürüzle. Uzun süre sessiz kalınca her daim sesim dotene olan bir gitar teli gibi kusurunu ortaya koyuyordu.

 

"Sen uyurken birden uyandım uykudan ne yapsamda uyuyamadım geri. Biraz handa dolaştım durdum. Sonra zaten odaya geldim birkaç dakika sonra sen uyanınca aşağı indik."diye esnerken konuştuğunda olduğum yerden hareketlenip ona doğru ilerledim. Ona doğru geldiğimi görünce, uzandığı yerde bana doğru yavaşça döndü.

 

" Sen uyu istersen ben biraz dışarı çıkıp hava alacağım. Zaten döndüğüm de muhakkak sen uyumuş olursun. Ses çıkarmam gelince, sende rahatça uyur uykunu alırsın sabaha kadar." diyince başını salladı ve yatağın üzerinde duran örtüyü kaldırıp içerisine girdi. Odadan çıkmak için harekete geçtim. Kapıya ulaşınca kapıyı açıp kendimi dışarı attım.

 

Şu an handa üçüncü katta bulunuyordum. Merdivenlerden aşağı inerek sessiz koridorda ilerlemeye başladım. Ahrar bu hanı bugünlük kiraladığı için bizden başka bir müşteri yoktu burada. Rahat olma açısından doğru bir karardı. Çünkü diğer türlü burada istesekte kesinlikle bizden bağımsız sorunlar ortaya çıkabilirdi.

 

Zemin kata geldiğim anda han sahibi ortalığı topluyordu.

 

Adım seslerimi duyunca bakışları bana çevrildi ama kısaca oyalandıktan sonra işini yapmaya devam etti. Bende burada çok durmadan hanın arka tarafına doğru ilerledim. Gelirken küçük arka bir bahçesi olduğunu görmüştüm. Orada biraz zaman geçirdikten sonra geri dönerdim odama. Arka bahçeye ulaşınca hemen biraz ileride olan ağacın altında duran tahtadan yapılmış tabureye doğru ilerledim. Yanına ulaşınca düşmemek için dikkat ederek üzerine oturdum. Oturmadan önce sağlam olduğunu anlayınca rahatça oturmuştum. Herhangi bir düşme ihtimalini yaşamamak için temkinli olmak lazım.

 

Sırtımı hemen arkamda olan ağaca yasladım. Bakışlarım yeryüzünden uzaklaştı ve gökyüzüne çevrildi. Her zaman izlemesi iyi hissettiren şeyi yaptım. Yıldızlara baktım. Yıldızlara daldım. Yıldızları hissettim.

 

Gece çökmüş ve ay gökyüzündeki yerini almıştı. Pasparlak bir halde ay etrafına ışık veriyor, yıldızları yanı başında olan ay ile birlikte bize güzel bir seyir keyfi sunuyordu. Rüzgar yavaş yavaş esiyor gecenin sıcaklığını gidermeye çalışıyordu. Han çok sessiz duruyordu. Herkes odasına çekilmiş olmalı. Ya da uyuyor olabilirdiler. Bense uykumu aldığım için ve odada kalıp ses çıkarıp Victoria uyandırmamak için odayı terk etme kararı almıştım. Bu sayede hem o hemde ben olduğumuz yerlerde huzurlu olacaktık. Sakınmadan rahatsız etmeden.

 

Derin bir nefes alıp etrafa çevirdim bakışlarımı. Bu han çok uzakta bulunuyordu. Gördüğüm kadarıyla da burada adam tek başına bulunuyordu. Yalnızlık onu ürkütüyor muydu? Çünkü bu ıssız yerde bulunmak belki de onun için çok zordu.

 

"Burada ne yapıyorsun Emira?" diye yumuşak sesle konuşan Ahrar 'ı duyunca, harelerim hızla ona çevrildi.

 

"Uykum yoktu. Buraya gelmek ve biraz zaman geçirmek istedim." dedim sakin bir şekilde oturduğum yerde kıpırdamadan.

 

"Victoria nerede?" diyince Ahrar anında sorusunu cevapladım.

 

"Uyuyor o odada.." diyerek sırtımı ağaçtan çekip yavaşça oturduğum yerde dikleştim ve bana yukarıdan bakan Ahrar 'a baktım.

 

"Uyuyor demek ki. Peki o halde benimde uykum yok sana eşlik edebilirim değil mi? Sorun yoksa?"dediğinde yavaşça yok diyerek yanımdaki boş tabureye oturmasını sağladım

 

" Durgun haline alışık değilim ve ister istemez yadırgıyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse bu anlarda nasıl davranmam gerektiğini bile bilmiyorum. "diye açıkça düşüncesini dile getirdiğinde bu haline sadece tebessümle karşılık verdim.

 

" Aslında beni, benim hayatımda tanısan aslında bu halimin normal halim olduğunu anlardın. Çoğu zaman değil her an bu durumdayım. "dedim sakın bir sesle.

 

Öylemi dercesine başını aşağı yukarı salladı. Ahrar 'da benim gibi omuzlarını dikleştirdi ve yavaşça geriye doğru yaslandı. Arkasında duran ağacın gövdesine. Sonra sol omzuna başını yavaşça eğip bana baktı.

 

" Burada rahat değil gibisin? Senin için sakıncası yoksa rahat olacağımız bir yere geçip orada sabah olana kadar sohbet edebilir miyiz? En son beraber olduğumuz anın yeni bir ana kendisini bırakmasını istiyorum. Tabii sende bunu istersen?" diye sordu ne cevap vereceğimi sabırsızlıkla beklerken. Aslında uykum yoktu. Uyuduğum için odaya gitsem bile oradan oraya kıvrılıp duracağıma Ahrar 'la zaman geçirmek daha mantıklı olan taraftı. Başını olumlu anlamda sallayınca Ahrar' ın dudakları memnuniyetle iki tarafa kıvrılıp bana o huzur veren gülümsemesini sundu.

 

"Peki o halde..." dedi ve nefeslendi. Sonra sırtını ağacın gövdesinden çekti ve omzuna doğru düşürdüğü başını doğrultup, olduğu yerden doğrulup elini bana uzattı. Tereddütle eline baktığımı görünce sakin bir sesle açıklama yaptı.

 

"Şu an sadece ben ve sen varsın. Kimse bize artık görmüyor. Oluşturduğum kalkan ikimizi de koruyor. Hadi ver elini ve bugünü bizim için anlamlı kılalım." dediği anda önce sağ eline baktım sonra lacivert harelerine... Sonra tereddüt etmeyi bırakıp elini tutarken bugün istediği şeyi yapmak istedim. İkimize yeni bir anı sunmak.

 

Ahrar 'ın elini tuttuktan sonra onunla birlikte sessizce ilerlemiştim. Bir adım atıp handan içeri gireceğim anda Ahrar' ın yapmış olduğu büyü sayesinde birden kendimi onun odasında buldum. Handa kendisi için kiraladığı tek kişilik odada bulunuyordum. Oda küçüktü. İçerisinde tek kişilik bir yatak. Odada bulunun iki kişilik bir koltuk ve o koltuğun önünde eski bir masa bulunuyordu. Odada banyo yoktu. Açık olan pencereden dolayı perdeler usulca uçuşup duruyordu. Yatağın yanına duran gaz lambası odayı loş bir ışıkla aydınlatıyordu. Odada bir hareketlilik olunca bakışlarım ona doğru çevrildi.

 

Ahrar elimi tutmayı bırakarak odada pencereye doğru ilerledi. Olduğum yerde sırtım kapıya dönük şekilde Ahrar 'ı izliyordum. Ahrar yanımdan ayrıldığı gibi hemen bana dönük olan iki kişilik koltuğu pencereye doğru yavaşça döndürdü. Sonunda koltuğu istediği şekilde yerleştirdikten sonra bana baktı. Lacivert harelerini loş ışıkta bile seçebiliyordum.

 

Olduğu yerde ona doğru ilerlememi bekledi. Yavaşça hareketlenip ona doğru ilerledim. Yanına ulaşınca sol elini belime yerleştirdi ve koltuğa yerleşmem için beni yönlendirdi. Ahrar 'ın yanından geçerken ona has olan kokusu burnuma çalındı. Derin bir nefes alıp ciğerlerime sızmasını sağladım, onun kokusunu. Ben oturunca Ahrar' ın iri eli belimden usulca kaydı ve birkaç dakika boyunca sessizce durduğu yerde bana baktı. Sonra olduğu yerde hareket ederek yanımdaki boş yere oturdu.

 

Benim bakışlarım önümde duran açık pencereden dışarıya kayarken onun beni izlediğini anladım. Başımı sağ omzuma doğru çevirdim. Lacivert hareler ilk odağıma girdi. Odada sadece alıp verdiğimiz, nefes sesleri duyuluyordu. Ahrar 'la olan aramızdaki mesafeyi Ahrar bana doğru yavaşça yaklaşınca o mesafe sıfıra indi. Bakışlarım ondan uzaklaşıp aramızda sonlanan mesafeye baktı.

 

"Rahatsızsan uzaklaşabilirim." diye konuştuğunda hayır anlamında başımı iki yana salladım. Ve yavaşça ona doğru yaklaşıp başımı omzuna yerleştirdim. Belki de burada soluklanmak ruhuma iyi gelecekti. Ahrar bu hareketimi beklemediği için o an yavaşça bedeni kasıldı. Soluk alışları durdu. Sol elimi Ahrar 'ın karnından beline doğru sarmaladım.

 

Ahrar usulca geriye doğru yaslandı ve rahat bir şekilde yerimi bulmamı sağladı. Ahrar sol elini belime yerleştirdi ve yavaşça beni kendisine doğru çekti. Sağ eli kaburga kemiklerime tutundu. Başım tam olarak kalbinin üzerinde duruyordu. Kalp ritmini dinleyerek yavaşça gözlerimi kapattığım anda onun burnunu saçlarıma yasladığını ve saçlarımın kokusunu soluduğunu anladım. Her alıp verdiği nefesi saç diplerime değiyor ve tenimde küçük bir meltem oluşturuyordu.

 

"Sana sarılmayı seviyorum. Sana sarılmaya ihtiyacım olduğunu şu an hissettim." dediğimde başımı yasladığım yerde hafifçe oynatarak. Sonra Ahrar 'ın sol parmakları belimde görünmez çizgiler çizmeye başladı. Sanki oraya bir şeyler yazıyor gibiydi. Ama ben okuyamıyor, hatta yazdığı şeyi zihnimde canlandıramıyordum. İçeriye sızan rüzgar hafifçe bedenimi üşütmüştü. Üşüyen bedenim hafifçe titreyince, Ahrar üşüdüğümü anlayınca daha sıkı sarıldı. Sanki beni her şeyden korumak istercesine. Buna rüzgar esintisi de dahil.

 

"Senin kokunu solumak zihnimin karanlık derinliklerine siniyor. Orada olan tüm aşına olan her şeyi silerek kendi izlerini bırakıyor. Kokun ezberime kazılı . Gözlerim kapalı bile olsa senin şu kokun etrafımda olduğu müddetçe, onun sana ait olduğunu gözlerimi açmadan bile anlayabilirim. " dediğinde Ahrar uzun bir sessizliğinin ardından. Çenemi onun göğsüne yaslayıp ona baktım. Ben başımı kaldırdığım anda çenesi başımdan uzaklaştı ve başını yavaşça eğip bakışlarını mavi harelerime sapladı. Gözlerimin arkasında duran bir derinliği görürcesine baktı. Hatta orada kaybolmak istercesine bakarak, tüm o derinliği karış karış ezberlemeye çabaladı.

 

"İlk o an seni kulede görünce böyle bir kadının bu kulede ne işi var dedim. Çünkü çok farklı ve çok güzeldin. Sanki buraya ait değilmiş gibi sanki bir hayalmişsin gibi. " dedi derin bir nefes alma ihtiyacıyla dolup taştığında yüreği. "Sonra gerçeği öğrendim. Keşke dediğim anlar oldu. Nedenini sorma ama sıradan biri olmanı isterdim. Sıradan bir Emira." diyerek düşüncelerini söyleyince altında yatan gerçeği öğrenmek istedim. Neden keşke demişti? Ne için? Bulunduğum konum onu rahatsız mı ediyor? Ya da başka bir evrene ait oluşum mu onu rahatsız eden?

 

"Peki nedenini her ne kadar merak etsemde sen soru sormamı istemiyorsun. Sorsam da cevap alamayacağım orası belli." dedim merak içeren bir sesle.

 

Ahrar lacivert hareleriyle kısa bir süre yüzümün her yerini incelemeye başladı. Bense o an yavaşça nefes alarak beni izlemesine müdahale etmedim. Bana asırlar gibi gelen bir süre boyunca beni karış karış inceldi. Sanki yüzümün her zerresini zihnine kazımak ve unutmamak istiyordu. Zamanın akan belirsiz bir anında Ahrar yavaşça başını bana doğru eğdi ve alnını usulca benim alnıma yasladı. O an ikimizin gözleride yaşadığımız andan dolayı usulca kapandı.

 

"Seni tanımlamak çok zor." dediğinde nefesi tenimi karışladı. Yüzümde yavaşça yel gibi esti nefesi. Sanki uzun zamandır beni tanımlayacak bir kelime arar gibiydi. "Bulabildin mi?" diye merakla sorunca alnı alnıma yaslı olduğundan,hayır dercesine başını iki yana sallayınca benim başımda onun hareketiyle hareketlendi.

 

"Sonsuza kadar bulamam gibi geliyor. O kadar zaman olur mu bilmiyorum." diyerek sustu. Sesindeki o belirsiz tını kafamı karıştırdı. Ne zamanından bahsedip duruyordu? Neden bu kadar karamsar bir konuşma içerisindeydi? Neydi onu bu düşüncelere sevk eden şey? Kalp atışları hızlandı ve olduğu yerde sıkıntılı bir nefes verip alnını alnımdan çekip başını geriye çekti.

 

Bakışları benden uzaklaştı ve lacivert hareleri amansız bir acıyla doldu taştı. Yavaşça yaslandığım göğsünden çekilip sol elimi Ahrar 'ın sağ yanağına yerleştirip bana bakmasını sağladım. İlk başta direndi bakmamak için ama pes etmeyeceğimi anlayınca bakışları bana döndü. Yavaşça yanağını okşadım ve onu hissetmeye çalıştım. Neden bu halde olduğunu anlamaya çalıştım. Ama Ahrar ifadesiz bakışlarını takınınca ifadeleri anlamsızlaştı.

 

Çabucak anında sanki o an gerçek ifadesi duygusu bir perde arkasına saklandı. Göremez oldum şu an ne hissettiğini. Duygularını çok ustaca saklayan nadir insanlardandı. Bunu kendini mi başarmıştı yoksa bunu yapması için zorlanmış mıydı?

 

"Bana bak Ahrar." dedim bakmasını isteyen bir ısrarla. Ahrar direnmedi. Ve lacivert hareleri bakmak için değil görmek için bakmaya başladığı anda diğer elimde diğer yanağına usulca yaklaştı.

 

"Geçmişte ne yaşadığını bilmiyorum. Ve sende benim geçmişte neler yaşadığımı bilmiyorsun. Ama şu var biz şunu biliyoruz. Bir araya gelince bizim içerisinde olduğumuz dünyanın silikleştiğini. Ve şu anın bizim dünyamız olduğunu. Şunun farkına var. Bize en büyük zararı yine biz veririz. Kimse değil kimse! Sen susarak ve altında bazı gerçekler yatan cümleleri kurarken bana zarar veriyorsun. Çünkü ne olduğunu ve neler yaşadığını bilmiyorum ve tahmin edemiyorum da. "demiş ve yorgunca soluklanmıştım. Daha çok şey söylemek isterdim ama dile dökecek gücüm yoktu. Ve konuşmaya devam ettim.

 

"Sen böyle sessiz kalıp benden uzaklaşıyorsun ya, o an kendimi dünyanın en vasıfsız kişisi olarak görüyorum. Neden mi? Çünkü yanımda iyi olmadığını, olamayacağını anlıyorum. Bu gerçekle yüzleştiriyorsun beni. Ve bu çoğu acıyla el değer değil, ondan daha beter. "dedim sesimdeki büyük kargaşa ile. Düşüncelerim bazı şeyler söylüyordu. Atan kalp atışlarım bambaşka şeyler kulağıma fısıldıyordu. Ve ben kimin haklı olduğunu kimin yanlış olduğunu teyit edemiyordum.

 

Ahrar benden duyduğu cümlelerle ifadesi değişti ve şu an acı çekiyor bir halde bana baktı. Sanki bir şeyler söylemek istiyordu ama buna engel olan şeyler var gibi geliyordu bana. Lacivert harelerindeki yavaşça açığa çıkan o kaosu fark ettim.

 

İçinde yavaşça başlamış ve sonuç almayan bir savaş vardı ve Ahrar büyük kayıplar veriyor, vermeye devam da ediyordu. Ve o savaştan sağ kurtulmak zor bir eylemi temsil ediyordu. Ahrar iki cephe arasında mücadele veriyordu. Kalbi ve zihni arasında. İki müttefik. İki yenilmez bir düşman. Ama bu savaş ikisi arasında değil Ahrar ve onlar arasında başlatılan bir savaştı. Ve Ahrar büyük bir kayıp veriyordu. Ya da daha vermemişti.

 

Bana söyleyecek gibi değildi. Ama bekleyeceğim o gün gelene kadar ya da o gün kendini açığa çıkarana kadar bekleyeceğim.

 

"Emira." dedi yaşamı hisseden bir sesle. Ama sesinin güç bela çıktığını konuşmakta zorlandığını o an hissettim. Gözlerini kapattı ve beni hissetmeye çalıştı. Sanki bu sonmuş. Ve bir daha olmayacak gibi bu anı zihnine, tenine ve ruhuna katmak istercesine. Ama Ahrar 'ın ruhu yoktu. Yoksa benim ruhumu kendi ruhu yerine mi koymuştu? Olabilir miydi?

 

"En büyük savaş belki de kendi kendine vermiş olduğundur. Ve benim savaşım kendime. Ya galip geleceğim ya da mağlup. Temennim galip gelmekten çünkü diğeri iyi değil, iyi olmaz her açıdan." dedi bu dediğinin olmamasını isteyen bir istekle bir inançla. "Her şeyin olduğu gibi değil olmasını istediğim gibi sonlanmasını istiyorum bunun için çabalayacağım. Sonuna kadar." dediğinde dudaklarından titrek bir nefes kaçtı. Ve yavaşça gözlerini açtı. Sonra az önceki şeyleri yok saydı. "O ana kadar sadece bizden konuşalım. Bu gece ikimiz sadece Emira ve Ahrar olalım. Sıfatlarımız olmadan. Kimse olmadan. Kimsenin gölgesi bize dokunmadan." dediğinde çaresizce kabul ettim onu kırmamak için. İçine çektiği nefesle usulca rahatladı ve gergin olan halinden çabuk sıyrıldı.

 

" Peki. "diyerek kabul ettikten sonra yavaşça arkasına yaslandı ve benimde göğsüne sinmemi sağladı. Sırtım göğsüne yaslı bir şekilde öylece birimize sığınıp acılarımızı, korkularımızı ve en önemlisi kırgınlıklarımızı unutmaya çalıştık.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷ 𓆩𖤍𓆪ꪾ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Sırtım Ahrar ' a yaslı bir halde dururken biraz önce yaşadığımız andan çıkmış şimdi başka konular hakkında konuşuyorduk. Ahrar çenesini omzuma yaslamış konuşurken sağ elimle iki elini karnımda birleştirip onun bana göre uzun ve kalın olan parmaklarını incelerken söylediklerini dinliyordum.

 

Ahrar her nefes alış veriş sırasında omzuma çarpan ılık nefesi tenimi karıncalanmasını sağlıyordu. Ben nasıl ki onun parmaklarıyla ilgileniyorsam, onun ilgisi saçlarımdaydı. Ara sıra omzumdan çektiği çenesi usulca saçlarıma yaslanıp nefsini usulca bıraktığı anda saçlarım hafifçe kıpraşıp duruyordu.

 

"Ne zamana kadar eğitmen olmayı düşünüyorsun? Yani hep hayalin miydi bunu yapmak? Bir süre sonra başka bir planların var mı hayatın için?"dedi ardı ardına sorularımı.

Ahrar o an çenesini omzuma yaslayıp konuştu.

 

" Hiç düşünmedim."diye konuştuğu anda sakalları elbisemin altında duran tenime kıymık kıymık battı. Hafifçe omzumu çekmeye çalıştığım anda Ahrar sakalları yüzünden kıpırdandığımı anladı ve kısıkça güldü. Duymasam da hissettim inip kalkan göğsünden." Tenin sıcak. Ellerinde." dediğinde onu benim ellerime tezat elleri soğuktu. Çoğu zaman bazen denk gelmiştim. Ama hiç bunu düşünemedim, çünkü denk geldi diye aklımda geçmişti. Ama şimdi anlamıştım Ahrar 'ın elleri her daim soğuktu. Aynı zihnim gibi.

 

"Soğuk ellerin sıcak ellerim arasında ısınsın diye soğuk bence." diyince Ahrar beklemediğim bir hamle yaptı. Başını boynuma doğru eğip boynumdan usulca öptü. Dudakları tenimi tamamlar gibi ait olduğu yere ulaştı. Küçük bir buse kondurdu ama hemen tenimden dudaklarını çekmedi. Orada soluklanır gibi uzunca soluklandı. İşte o an nefes alışlarım sıklaştı ve kalbim çok hızlı atmaya başladı. Üzerimde çok derin bir etkisi vardı Ahrar 'ın. Bunun farkındaydı da.

 

"Sen öyle diyorsan." diye usulca mırıldandı tenimde duran dudakları arasından.

 

"Evet ben ne diyorsam o." dedim itiraz istemeyen bir sesle. Sadece karnımda duran ellerini sıkılaştırdı. Sağ elimi sol elinin parmakları arasına yerleştirmeye başladım. Ne yaptığımı anladığı anda bana yardımcı oldu. Ve küçük elim onun eli arasında sıkıştı. Parmakları avucumun tersine usulca yaslandı ve sımsıkı avuçlarımı sarmaladı.

 

Olduğum yerde yavaşça sağa dönüp yan bir şekilde Ahrar 'ın göğsüne sindim. Ahrar hala bir şeyler anlatmaya devam ederken ben gözlerimi kapatıp uykunun esir aldığı zihnime engel olamadım.

 

"Uykun mu geldi?" diye sorunca sessizce evet diyerek onaylamıştım. "Peki o halde uyu sen. Benim uykum yok." dedi ve kollarıyla beni bedenine iyice yaslayıp rahatça yerleştirdi.

 

"Ama bedenin uyuşur hareketsizlikten kalkıp odama gitsem daha iyi olacak." dedim yeni yeni fark ederken. Ama kalkmama engel oldu. "Hayır ben rahatım uyu sen." dediğinde kararlıkla itiraz edemedim daha fazla ve uykuya teslim oldum.

 

Zihnim bir pus içerisinde kayboldu ve derin güzel bir uyku uyudum. Sabah dinç uyanacağım bir şekilde.

 

Uyandığım gibi hemen odama geçmiştim. Zaten uyandığım anda Ahrar odada yoktu. İki kişilik olan koltukta uyanmıştım üzerimde duran örtüyle. Ahrar rahatsız olmamam için perdeyi pencere önüne çekip odada benim için karanlık bir ortam oluşturmuştu. Gün ışıkları odaya yansıyıp ben rahatsız olmayayım diye. Odaya geldiğimde Victoria hâlâ uyuyordu. Onu uyandırmam gerektiğini bildiğim için uyandırmış ve hazırlandıktan sonra aşağı inmiş bizi bekleyenlerin yanına girmiştik.

 

Ahrar ve diğerleri hanın giriş kısmında bizim gelmemizi bekliyordular. Gelir gelmez hemen Ahrar 'ın oluşturduğu büyü yardımıyla hemen kuleye geçiş yapmış ve herkes bir yere dağılmıştı. Ahrar' ın yanından geçip giderken bana bakan o yoğun hareleriyle karşılaşmıştım.

 

Çaktırmadan ona tebessümle karşılık verip Victoria 'yla içeri doğru ilerlemiştik. Ben hemen zemin katta bulunan odama geçip banyoya geçmiş ihtiyaçlarımı karşıladıktan sonra giyinip odadan dışarı çıkmıştım. Koridorda ilerlerken çalışanlardan biri Süreyya hanımın beni çağırdığını söyleyince adımlarımı Süreyya hanımın odasına doğru yönlendirmiştim.

 

Süreyya hanımın odasına geldikten sonra içeri girmek için kapıyı çalmıştım. Gir komutunu aldıktan sonra içeri girmiştim. Süreyya hanım önce nasıl olduğumu sormuş sonra orada güzel zaman geçirip geçirmediğimi sorduğunda, güzel bir gün geçirdiğimi ve orayı çok beğendiğimi söylemiştim.

 

Kısa bir sohbet ettikten sonra Süreyya hanım bir yere davetli olduğumuzu söylemişti. Yorgun olduğumu söyleyeceğim anda davet edildiğimiz yerin Tarsis kulesi olduğunu anlayınca anında u dönüşü yapıp hemen olumlu anlamda başımı sallamış ve gelebileceğimi söylemiştim. Kimler davetli diye soruna anında Süreyya hanım cevap vermişti.

Süreyya hanım, Ahlas bey, Varisler, Dennis, Victoria ve ben.

Sadece belli kişiler davetliydi. Biraz daha orada zaman geçirdikten sonra odayı terk etmiş ve bizimkileri aramaya çıkmıştım.

 

Bakalım nereye kaybolmuşlardı? Acaba haberleri var mıydı Tarsis Kralının onları davet ettiğinden? Zannetmiyorum. Kesin benden ilk duyacak ve şaşıracaklardı. Aslında bende şaşırdım. Böyle bir şey hiç beklemez tahmin etmezdim.

 

Bizimkileri kulenin arka tarafında olan gölün yanında bulmuştum. Onların yanına yaklaşınca beni fark etmelerini sağlamak için biraz ses çıkartarak ilerlemiştim. Adım seslerimi duyduklarında bakışları benim olduğum yöne çevrildi.

 

"Ooo Prensesimiz de teşrif ettiğine göre kadro tastamam." diye sırtını taşa yaslayarak konuşmuştu Dennis.

 

Diğerleride büyük kayaların üzerine ya da yere oturup sırtını kayalara yaslamışlardı. Onların yanlarına gidince Kavi ve Dehri 'nın arasındaki boşluğa oturup sırtımı sert kayanın yüzeyine yasladım. Ve onlara güzel haberi verdim.

 

"Az önce Süreyya hanımın odasından geliyorum ve bilin bakalım biz nereye davetliyiz?" dedim gözlerimi kısıp onları izlerken. Bakalım tahmin edecek miydiler? Benim sorumla birlikte birbirlerine bakarak bir cevap aradılar. Dehri tam yanımda bana bakarak cevabı vermemi istedi. Victoria ve Enfal birbirlerine bakmış daha sonra omuzlarını hayır dercesine yukarı indirip kaldırmışlardı.

"Marila Hera hanım mı bizi kulesine davet etti ?" diye cevap veren Dennis 'e hayır anlamında kafamı salladım.

 

" Kim bizi davet eder ki bu yakamıza yapışmış damga ile? Kızım biz bir araya gelince nasıl bir bela olduğumuzu herkes bilirken, buna rağmen bizi biri çağırıyorsa cesaretinden ötürü onu tebrik ederim." dediğinde yanımda duran Dehri hala bu davet işine aklı yatmazken.

 

" Neden öyle diyorsun ki o kadar baş belası değiliz. Hem bak dün bir şey oldu mu? Hayır. "diye Victoria o kadar abartmamasını istedi Dehri 'den. Ama anında Dehri alayla gülerek olduğu yerde rahatça gerine gerine konuşmaya devam etti.

 

" Neden acaba? Çünkü bir arada tam değildik. Renas hocanın gazabına uğramamak için hepimiz dağıldık beyler olarak. Siz hanımlar ise sorun çıkarsaydınız bizlik bir şey olmayacağından bir sıkıntı da olmayacaktı." diye rahat rahat konuşan Dehri 'ye baktım yandan. Adama bak işini nasılda garantiye almak için bir plana başvurmuş! Bende diyorum neden hiç yanımıza gelmediler. Meğersem bundan dolayıymış.

 

" Ne ödlek çıktınız! "diye kınayarak konuşunca Victoria ona destek çıktım. Diğerleri de Dehri' den yana oldular.

 

" Bırak bunları Victoria korkak çocuklar gibi davranıp duruyorlar. Sanki bir şey olsa Ahrar hoca ne yapacaktı ki? "dedim ama onun ceza yöntemlerimi de pek bilmiyorum ama sınırları baya zorlardı. Acımasız yönü bizler için çok kötü olabilirdi. Benim bile gözümün yaşına bakmazdı kesin." En fazla ceza verirdi ve bizlerde cezalara bence artık alıştık. Bünyemiz yabancılık çekmiyor artık." diyerek cümlemi tamamlayınca Enfal samimiyetten uzak bir kahkaha attı.

"Bilmiyorum farkında mısın ama konu Renas hoca. Ve duyduğuma göre ceza verme yönetimi biraz acımasız oluyor. Bunu bildiğim için bizimkileri uyarma gereği duydum." dediğinde anında pot kırdığını anlayınca gözleri irileşti ve benden bakışlarını çekerek erkeklere baktı. Bakışlarım yanımda duran Dehri 'ye çevrildiği anda Enfal öldürerek baktığını gördüm. Tabii aralarında olan bir şeyi açık etmişti. Kızması normal.

 

" Pek sevgili arkadaşım Enfal bundan bizim neden haberimiz yok acaba açıklar mısın?" dediğinde Victoria, bende evet seni dinliyoruz anlamında başımı salladım. Bakışlarımda sakın yalana başvurma uyarısı vardı. Bunu görünce yardım istemek amacıyla diğerlerine baktı ama kimse buna cesaret edemedi. Ya da etmek istemedi.

 

" Şey —"dediğinde ne diyeceğini bilemeden etrafa bakıp durdu.

 

" Ney? "diye Enfal 'in üzerine gidince Victoria anında ne yapacağını bilmediği için kararsız kaldı ve susarak cevap vermemeyi tercih etti.

 

" Bakın siz bunlara bir hele ! Biz düşmanı yanı başımıza bulunduruyormuşuz da haberimiz yokmuş. Ah canım Victoria' m ne yaparsak kedimize, kalk bunların yanında daha fazla durmayalım biz." dedim ve Kavi ve Dehri 'nin arasından çıkarak ayağa kalktım. Victoria yanıma gelince onların yanından uzaklaşmaya başladık.

 

" Yanlış anladınız kızlar. "diyen Enfal' in sesini duymazdan geldik.

 

" Bari nereye davetli olduğumuzu söyle?"diyen pişkin Dehri 'yi duymazdan geldim. Kendi kendine öğrenirler. Malum bizden bazı şeyler saklamayı biliyor beyefendiler. Bunu da öğrensinler kendi başlarına.

 

Onları arkamızda bırakıp kuleye doğru ilerledik. Bir ara arkama baktığımda Dehri ve diğerleri Enfal 'i kovaladığını gördüm. Enfal olduğu yerden kalkıp göl kenarında koşturup duruyordu onlardan kaçmak için. Ama dörde birdi. Kurtulması zordu.

 

Neyse ne halleri varsa görsünler. Zaten bu şebekler birazdan gelip pişkin pişkin özür dilemeye başlarlar. Bakalım nasıl kendini affettirmeye çalışacaklar?

 

"Kızdın mı onlara?" diye sorunca Victoria hayır anlamında başımı salladım. Bu cevabı vereceğimi beklemediği için hafif bir şaşırdı.

 

"Neden?" dediğinde Victoria onun koluna girerek kuleden içeri adım attım.

 

"Bu şebekler eğer biz bilseydik Ahrar hocaya inat bir sorun çıkaracağımızı biliyorlar. Bunu denemek isteyecektik." dedim Victoria 'ya bakarak bu sözümü duyunca evet yaparız dercesine başını salladı. Yani hata yapmış değiller bizi tanıdıklarından önlem almak istemişler. Ama zaten bilsek bile o an o durum içerisinde hiçbir şey yapasım gelmezdi de. Yani onlara gerçek anlamda kızmadım sadece bunun bir daha olmaması için biraz tavır aldım.

" Eh bundan emin oldukları için sakladılar. Kendileri için görünse de Ahrar hocayla papaz olmamızı istemediler. Onun için boş ver kendi aralarında biraz kapışıp yanımıza gelirler. Bakalım bu şapşallar nasıl özür diliyor merak ettim. Onlara kırgın veya kızgın değilim sadece yaptıkları iyi niyetlerinden ama yine de saklamaları doğru değil. "diyerek Victoria 'nın aklında olan soru işaretlerini yok ettim.

 

" Hım şu işe bakın kurnaz bir prenses! En sevdiğim özellik. "diye tek kaşını kaldırıp bana bakınca onun bu haline gülümsedim. Ve saçlarımı omzumun gerisine atarak ona havalı bir bakış attım.

 

" Ne sandın sen beni? Ben hiç bir zaman aptal bir kadın olmadım."dedim keskin ve kararlı bir sesle." Daha çok zekamla aptallaştırdığım insanlar oldu. "dedim ve Victoria 'nın yanından ayrılıp birkaç adım önden gidip, geriden geriden yürüyüp kendimi ellerimle göstererek konuşmaya devam ettim." Aptala yattığım anlarsa onların bir hevesle kendini akıllı zannettikleri anları keyifle izlemem ve sonradan onların mağlup olduğunu görünce, yaşadıkları büyük hayal kırıklığını görmek içindir. Yani demem o ki biri bana aptal demeden önce dönüp bir geriye bakmalı ve neyi atladığını fark etmeli. Yoksa sonu onun açısından hüsran olabilir. "dediğimde Victoria bana hınzır bir bakışla bakarak sesli bir kahkaha attı.

 

" Hım demek ki iyi bir oyuncuydun ve benden sakaldın? Seni pis sarışın. Birde sarışınlar aptaldır derler? Onlar daha senle tanışmamış olmalı? "dediğinde Victoria bu sözüne şımarık bir edayla karşılık verdim. Saçımı omzunun gerisine atarken hızla kulede ilerledim.

 

Davete gitmeden önce biraz Lord Yelit 'e uğramak istiyorum. En son ki olaydan sonra biraz arayı açmıştım. Bakalım o yaşlı ihtiyar neyle meşguldü? Lord Yelit' in odasına geldiğim gibi temkinli bir şekilde kapısını çaldım ve içeri girmemi söyleyince yavaşça kapıyı açıp içeri girdim. Beni sevecen bir ifadeyle karşıladı. Bu yüze aldanmadım. Malum geçen bana yaptığı şeyi unutmuş değilim.

 

Odaya girdiğim anda Lord Yelit 'e her zamanki yerinde buldum. Ama bu sefer herhangi bir şey üzerinde çalışmıyordu. Toparlanıyordu.

 

Bir yere mi gidecekti? Nereye? Uzun süre sonra mı gelirdi acaba kuleye? Hemen karşısındaki yerimi aldıktan sonra elinde tuttuğu küçük çantaya koyduğu kitaplara baktım. Merak içeren bir sesle konuştum.

 

"Bir yere mi gidiyorsunuz Lord Yelit?" diyince evet anlamında başını salladı. Gözlerim bir elinde tuttuğu kitapta birde onda gidip geldi. Ne diyeceğimi o an bilemedim. "Peki ne zaman geri dönersiniz?" dedim cevabını merakla beklerken.

 

"Bir süre burada olamayacağım." dediğinde o an sanki benden bir şeyler koparıldı. Lord Yelit o an bakışlarımdaki mahzunluğu gördüğünde sadece elinde tuttuğu kitabı masanın yüzeyine bıraktı.

 

" Peki ne kadar bir süre?" dedim sona doğru kısılan sesimle. Onun gidişini hiç beklemiyordum ve bu beni fırtınalı bir denizde mahsur bırakılma hissiyle baş başa bıraktı.

 

"Kestiremeyeceğim bir süre." diyince sesli bir nefes aldım. Ve bakışlarım etrafta gezdirdikten sonra tekrar ona döndü bakışlarım. "Ama geleceksiniz değil mi? Mesela gelenek bitince ya da ondan birkaç gün sonra?" diyerek gideceği yerde kalacağı zamanı öğrenmek istedim.

 

"Kesin bir şey söylemek zor ama işim biter bitmez buraya geleceğim. Burası benim evim. Ve insan ne kadar uzağa giderse gitsin adımları onu evine götürür haberi olmadan. Bende adımlarımın beni buraya getirmesini bekleyeceğim. Ruhum buradan fazla uzakta duramaz. Yoksa nefessizliğe karşı koyamaz. Son nefsimi vermeden buraya dönmüş olurum. O zamana kadar kendine iyi bak prenses. "dediğinde hafif duygusal bir ifadeyle, başımı salladım.

 

Olduğum yerden uzaklaşıp ona doğru ilerledim. Karşısına geçip biraz nefeslendiğim gibi ona doğru adımlayıp kollarımla ona sarıldım.

Sarılışıma karşılık verdi o an.

 

" Fazla uzak kalmayın sakın. Lütfen elinizden geldiğince erken gelmeye çalışın. "diyerek ona son kez sarılıp bir adım uzaklaştım ondan .Lord Yelit ellerime uzandı. Ve bana bir adım atarak şunları söyledi

 

" Benim küçük kızım. "dedi bunu söylerken tüm kalbinde hissederek. Bakışlarında sevginin izlerini görmek kaçınılmazdı.

 

" Her karar seni geleceğe adım adım yaklaştıracak. Ve her karar seni geçmişten uzaklara götürecek. Sadece kendi isteğinle hareket et. Ruhun sana neyi söylüyorsa onu yap. Zihnin neleri fısıldıyorsa onları takip et. Seni gerçeğe ulaştıracak olan onlar. Şimdi ben yokken dikkatli ol. Ve herhangi bir sıkıntın olduğu anda bana hediye ettiğin kar küresine doğru adımla ve şu sözleri söyle;

 

'Karanlık dağılsın. Ruhlar özgür bırakılsın. Zihnindeki düşünceler fısıldamayı bıraksın.'

 

'Tenebrae dissipent. Sint animi soluta. Cogitationes in mente tua susurrantes."

 

Başımı peki anlamında salladıktan sonra Lord Yelit 'en yavaşça uzaklaştım. Gitmeden önce bana küçük bir defter vermişti. Bu kitabı ne için kullanacağımı sonradan anlayacağımı söylemişti. Sonraysa odadan çıkmamı rica etmişti toparlaması için. Tabii diyerek odadan çıkmış ve koridorda ilerlemeye başlamıştım.

 

Merak içerisinde elimde olan deri kapağa sahip beyaz renkte olan kitaba baktım. Elimde olan kitabın üzerinde benim Lord Yelit 'e vermiş olduğum kar küresinin içerisinde olan iç içe geçmiş iki yılan figürü vardı. Yılanlardan biri altın sarısı renge sahipken diğeri siyah renge sahipti. Ve bu yılanlar el işlemesi ile kitabın deri yüzeyine işlenmişti. Kitabı arkaya çevirdiğim anda arka kısmında şu sözler yazılıydı.

 

.. Söylendiği anda hayatları değiştiren iki kelime var; nefret ve sevgi...

 

Kitabın kapağını açtığım anda şu cümle yazılmıştı Lord Yelit 'in el yazısıyla. Onun el yazısıydı. Ve benim için böyle bir not yazmıştı.

 

"Ruh kimsesiz denizlere açılan ve orada kaybolan bir varlık . Fırtınada darbeler alarak hayatta kalmak için çabalayan bir muhtaç. Yüzeye çıkmak için bir inanca ihtiyacı var. Ve ruhun canlanması için bir ize. Karanlık ve aydınlık bir seçim. Ve inancı doğru yolu seçecek. Ruhu doğruya ulaşacak. "

 

Kitabın diğer sayfalarına baktığımda diğerleri bomboştu. Sanki o boş sayfaların doldurulması için bana verilmiş gibiydi. Lord Yelit 'ten almış olduğum kitabı alıp Yezra' nın günlüğünün olduğu yerde muhafaza attım. Ondan sonra Süreyya hanımın haber vermek için gönderdiği çalışan şimdiden hazırlanmamı söylemişti. Çünkü akşam yemeğini orada yememizi istemişti. Ve geç kalmadan oraya gitmemizi de iyice tembih etmişti çalışana çünkü her iki cümlesinde geç kalmamam için uyarıda bulunduğunu söyleyince Süreyya hanımın, çalışana peki diyerek hazırlanmaya başlamıştım.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷ 𓆩𖤍𓆪ꪾ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Çalışan kız Süreyya hanımın mesajını daha doğrusu uyarısını söyledikten sonra yanımdan ayrılmıştı. Bende akşam yemeği için üzerimi değiştirdim içinde daha rahat olabileceğim bir kıyafet giydikten sonra odamdan çıkmış ve bahçeye doğru ilerledim. Ben daha hazırlanırken çalışan kız tekrar gelip ön bahçede toplanacağımızı söyleyince teşekkür ederek hızlanmaya devam etmiştim. Önümde duran uzun koridorun sonuna gelince kapalı duran ön bahçeye çıkan kapıyı açarak bahçeye çıktım.

 

Bahçeye çıktığımda herkesin çoktan bahçede olduğunu gördüm. Sanırım uyarıya rağmen birazcık gecikmiştim. Süreyya hanım umarım bunu sıkıntı etmezdi. Hemen biraz ileride beni bekleyenlere doğru ilerlerken bakışlarım hiç burada olacağını düşünmediğim kişide çakılıp kaldı. Ahrar biraz ileride Ahlas beyle konuşuyordu. Açılan kapının sesini duyunca ikisinin de bakışları bana çevrilmişti. Lacivert hareler tüm dikkatini bana çevirmişti.

 

Ahlas bey geldiğimi görünce hemen birkaç adım önünde duran Süreyya hanıma doğru ilerlemişti. Arkasında duran Ahrar hâlâ bana bakıyordu. O an nereden çıktığını bilemediğim rüzgar yavaşça saçlarımı uçurmuş ve saçlarımın önüme dökülmesine sebep olmuştu. Saçlarımı arkaya doğru itelerken bana bakan diğer bakışlara çevrildi harelerim.

Victoria ve Varisler biraz önümde durmuş onlara doğru ilerlememi izliyorlardı. Sonunda birkaç adım sonra Victoria 'nın yanına geçince ikimiz de anında konuşan Süreyya hanıma dönüp onu dinledik.

 

"Emira' da geldiğine göre artık davet edildiğimiz yere gidebiliriz." diyince yanımda duran Victoria sızlandı bulunduğu durumdan dolayı.

 

"Renas hoca neden burada ki?" dediğinde isteksizce onun burada olmasını sorguladı. Mavi hareleri ara sıra Ahrar 'a değiyor ve onun varlığının burada olmasına anlam vermeyişinden ötürü sesli nefesler alıp veriyordu. "Davet edildiğini söylememiştin?"

 

"Bilmiyorum ki? Süreyya hanım onun geleceğini bildirmedi onun yanındayken. " diyerek sorusunu cevapladım. Ahrar davetli değildi diye biliyorum. Sonradan dahil olmuş olmalı. Yani benim için sıkıntı yok. Hatta sevindim gelişine. Ama Ahrar nasıl kabul etti ben orasını anlamıyorum? Çünkü önceden tanık olduğum şeylerden dolayı onun pek Tarsis Kralıyla anlamadığını anlaşmıştım. Belki de Süreyya hanım davet etmişti ve o da kabul etmiş olmalı. Bu ihtimal de olabilir.

 

"Herkes buraya gelsin lütfen." diye hepimize seslenince Süreyya hanım , olduğumuz yerden harekete geçip Süreyya hanıma doğru yaklaştık. Ahrar arkada duruyorken birkaç adım atarak öne doğru ilerledi. Ve Süreyya hanımın sol tarafında durdu. Bizlerde Süreyya hanımın çevresinde yerimizi aldıktan sonra Ahrar yavaşça hepimize baktıktan sonra bir anda kendimizi olduğumuz yerden Tarsis krallığının bahçesinde bulduk.

 

Yanımda olan Dehri kinayeli sesiyle bana doğru fısıldamıştı.

 

"Sana güven olmadığından devreye Renas hocayı koymuş Süreyya hanım." dediğinde anında olduğum yerde aniden nükseden sinirle Dehri 'nin yüzüne baktım." Eh hak vermemek elde değil ki. Bizim yaşadığımız şeyi yaşamak istememiş." diye kınayınca beni dirseğimin tersiyle karnına sertçe vurdum.

 

" Kes sesini! "diye kısık, sinirli bir halde konuştum. Ben sızlanmasını beklerken anında Dehri olduğu yerde sessizce güldü. Ve sonra yanımdan ıslık çalarak gittiğinde ona melül melül baktım.

 

Anlamıyorum ki bende mi sorun var yoksa onlar mı sonradan kafayı yiyor? Yanımdan uzaklaşan Dehri 'ye kötü kötü bakışlar attıktan sonra biraz ilerde beni bekleyen Victoria' ya doğru ilerledim. Süreyya hanım ve Ahlas bey çoktan ilerlemişti kuleye doğru. Ahrar 'da onları takip ediyordu arkasından. Varisler ve Dennis bizi arkalarında bırakarak önde ilerleyenleri takip ediyordu. Ben ve Victoria ise arkadan yavaşça ilerliyor bir yandan da sessizce konuşuyorduk.

 

"Dehri sana ne dedi ki bir anda kızdın ve dirseğini geçirdin karnına?"dediğinde bıkkın bir nefes verip önümde bakarak ilerledim.

 

" Neymiş Süreyya hanım bana güvenmediği için Ahrar hoca gelmiş, kuleye kısa sürede gelebilmek için. Yani bana güvenmemiş bildiğin Süreyya hanım! "diye yana yakıla konuştuğumda Victoria bu halimi görünce hafifçe dudakları kıpırdamıştı. Gülüyor mu bana?

 

" Victoria gülersen keserim seni! "diye azarlayınca sustum dercesine parmaklarıyla eline görünmez fermuar çekti.

 

" Ama yani kızsanda doğru olan bu değil mi? Bildiğin direk ikinci seçeneği seçmiş ve seni devre dışı bırakmış. "dediğinde Victoria anında ikaz etmiştim. Ama Victoria sesli bir şekilde gülmüş ve yanımdan koşar adımlarla uzaklaşmıştı.

 

Bende hemen onu takip ederek arkasından koşarak ona ulaşmaya çalışırken birden Süreyya hanım arkasını da döner dönmez anında ikimiz de koşmayı bırakıp sessizce yürümeye başlamıştık. Tam zamanında durduğumuz için koştuğumuzu görmemişti. Neyse ucuz yırttık. Kuleden içeriye geçince Süreyya hanım hemen ardından da Ahlas bey içeri girmişti. Onlar girdikten sonra en son ben içeri girmiştim. Hadi bakalım akşam yemeği nasıl geçecek?

 

Umarım kimse kimseyi boğazlamak zorunda kalmazdı.

 

En son içeri girdikten sonra bizi karşılayan çalışanlar eşliğinde hep beraber önümüzdeki geniş kulenin giriş ana kısmında yan yana ve üçerli olacak şekilde ilerliyorduk. En önümüzde iki çalışan Süreyya hanım, Ahlas bey ve Ahrar 'ın yanında ilerleyip onlara yolu gösterip eşlik ederken ben Victoria ve Dennis en arkada sessiz adımlarla yanımızda ilerleyen iki kadın çalışanla beraber öndekileri takip ediyorduk.

 

"Gecenin sonu olaylı bitmezse iyidir." diye kısıkça konuşan Dennis' e baktım. Şu an hepimizin temennisi bu yönde. Diken üzerindeydik bildiğin. Yani bir hata yapsak bir yandan Süreyya hanım vardı bir yandan Tarsis Kralı. Her iki taraf da sonumuzu getirir büyük bir ihtimalle.

 

En önde olan çalışanlar Süreyya hanım ve diğerlerini sol tarafa yönlendirdiğinde akşam yemeğini ikinci katta bulunan terasta yiyeceğimizi anladım. Çünkü o tarafta terasa çıkan kestirme merdivenler bulunuyordu. Onlar merdivenlerden çıkmaya başlayınca bizde arkalarından onları takip etmeye devam ettik. Bir yandan basamakları çıkıyorduk bir yandan da sessizce aramızda fısıldaşıp duruyorduk.

 

" Merak ettiğim nokta bizi neden davet etti?" diyince Victoria önünden çektiği bakışları kısa bir süre bana çevirip tekrar önüne çevirdiği esnada.

"Kiran istediği için yoksa Tarsis Kralı bizle aynı ortamda olmak istemez." dediğinde Dennis 'e hak verdim. Yani kendi isteği olduğunu düşünmüyorum bende. Sonunda merdivenleri çıkmayı bitirince hepimiz birkaç adım uzakta olan teras kapısına doğru ilerledik.

 

" Aman istenmediği zaman konuşmayalım malum yargılama heyetinin iki başkanı burada yeni bir ceza almak istemiyorum kızlar." diyince Dennis bu durumun olma ihtimalinden korkan bir ses tonuyla. Anında Victoria 'yla birbirimize baktık. Bizde meraklı değiliz zaten ceza almaya ama işte bazen daha anlamdan bir sorun içerisinde kendimizi buluyoruz. Victoria' yla birbirimize olmamasının isteyen bir ifadeyle baktıktan sonra yan yana son birkaç adım atarak diğerleri gibi teras kapısından balkona ulaştık.

 

Biz içeriden terasa geçerken biraz ileride koltuktan doğrulmuş bize doğru gelen Kiran ve Tarsis Kralını gördüm. Kiran önünde duran kişiler arasında hızla gözlerini gezdirdi. Heyecanla bizi görme umudu vardı bakışlarında. Önünde duranlar arasında bizi aramaya devam etti. Taki bizi görene kadar. Gördüğü anda ışıldayan bakışları bize çevrildi. Ve içten bir tebessümle bize bakıp olduğumuz tarafa doğru ilerledi. Yanındakilere hızla bir selam verdikten sonra.

 

Kiran yanımıza gelir gelmez anında önce bana sonra hemen ardından Victoria 'ya sıkıca sarılmış ve bizim gelmemizi sabırsızlıkla beklediğini söylemişti. Tarsis Kralı bizlere hoş geldiniz dedikten sonra bizler biraz arkaya doğru ilerlemeye başlamıştık gençler olarak. Zaten aralarından dursak hep susacaktık. Onlar terasta bulunan koltuğa geçince bizde terasın ön bahçeye bakan alanına doğru hep birlikte ilerliyorduk. Bir yandan da sohbet ediyorduk ayak üstü.

 

"Eee görüşmeyeli nasılsın?" diyince genel kulede yaptığı şeyleri söylemişti Kiran.

 

"Sizler ne yapıyorsunuz peki?" diyince ben daha konuşmadan Kiran' ın arkasından beliren Dehri söze atılmıştı.

 

"Canımızı okuyorlar." dediğinde bunun gerçekliğini yansıtan ses tonuyla. Kiran duyduğu cümleyle Dehri 'ye dönüp bakmıştı. Dehri' ye hoşnutsuz bakışlar atarak Kiran 'ın koluna girip onu yönlendirmeye başladım.

 

"Sen bu şapşalın dediğine bakma saçmalıyor. Hem sence ben öyle biri miyim?" diyince Kiran sorumu duyunca ne demesi gerektiğini bilmediği için başını arkaya çevirdi.

 

"Alacağın olsun Kiran yani," dediğimde Dehri yanımdan geçip giderken sözlerime hitaben konuştu.

 

"Gitme Kiran 'ın üzerine gerçeği söyledi." dedikten sonra sağ elini göğsüne dokundurdu ve sözlerine kaldığı yerden devam etti." Bak ben diyince bana kızıp duruyordun ama gerçekler bu prenses. Kiran' a bir şeyler demedin ama bana yaptığına bak," diye sızlandığında ona kaşlarımı çatıp bakışlarımı ondan çekip yan yana ilerlediğim Kiran 'a çevirdim.

 

"Kiran senin gibi değil. O sana nazaran kibar bir veliaht . Ama sen kaba sabasın hatta küstahsın!" dediğimde açıkça hemen kendini gösterdi.

 

"Kaba olabilirim ama prenses burada küstah kelimesinin anlamını açıklamaya kalksak ya da ona bir örnek verecek olsak bu sen olursun. Malum buraya geldiğin günden beri herkes bu kelimeyi senin için kullanıyor. Artık seninle kalıplaşmış hale geldi. Başka bir şey için kullanmıyor kimse. Sana özel olduğu için. "dediğinde bu açık sözlüğüne ve acımasızca gerçekleri önüme serdiği için ona bakarken yüz ifadem düştü ve tüm modum dağıldı.

 

" Asıl sen gitme Emira' nın üzerine! "diye beni savunan Victoria 'ya öpücük attım. Bir o benim tarafımda bir o!

 

" Sözde arkadaşız ama gerçeği çat diye yüzüme çarpıp duruyorsunuz! Bu arkadaşlığın hangi kuralına sığar? "diyerek hayıflanıp biraz ileride olan terasın korkuluğunun üzerinde olan mermere oturup yönümü onlara doğru dönmüştüm. Hemen yanımdaki yerini alan Victoria diğerlerinin yanımıza gelmesini beklemişti benim gibi.

 

" Seni bize şiddet uygulaman hangi kurala sığıyorsa bizim de o kural içerisinde." diyerek beni benim cümlemin benzeriyle vurunca Enfal ona hemen burun kıvırdım ve duymazlıktan geldim.

 

"İşine gelince nasıl da duymazlıktan geliyor!" diye ayla konuşan Dennis 'e bir şeyler fırlatmak için bakışlarımı etrafta gezdirdim ama herhangi bir şey bulamayınca ona gözlerimi devirdim.

 

"Bakın siz atarlı prensese birde alınganlık gösteriyor bize karşı?" diyerek Nehar takındığım tavrı sorguladı.

 

"Ya sizin işiniz gücünüz yok mu?" dedim burnumdan soluyarak. "Benimle uğraştığınız kadar başka şeylere kafa yorsaydınız daha yararlı olurdu sizler için?" diyince hepsi aynı anda yok dedi.

 

"Belli ondan bu kadar senle uğraşıyorlar kendilerine seni meşgale seçmişler. İnsan boş olunca ne yapacağını bilemezmiş bu söz çok doğru gerçekten." diyerek bana destek çıkan Victoria 'ya anında dönüp ona minnetle gülümsedim. Ah insanın hayırlı arkadaşları olsun çıkarcı ve pislik arkadaşları değil! Hele de onunla uğraşıp duran arkadaşlar evlerden ırak.

" Siz çok mu dolusunuz ki? "diyince evet anlamında başımı salladım.

 

" Neymiş işin gücün söyle bakalım atarlı prenses ? "diyen Dehri 'ye gözlerimi dikerek baktım. Sakin ol!

 

" Sence burayla mı sınırlı hayatım? Kendi ülkemde ben bir iş kadınıyım ve oradaki işleri aylardır kim yapıyor dersin buradan? Ben söyleyeyim sana... Tabii ki ben. "diyince Dehri arkasında duran kolana yaslandı ve baştan aşağı beni süzdü.

 

" Sen mi iş kadınısın? Neyle uğraşıyordun peki?"diye soru sorunca küçümsercesine, ona bakarak kınarcasına başımı iki yana salladım. Hah birde beni küçük görüyor!

 

" Sana basitçe anlatacağım ama anlayacak mısın orası muamma. "dediğimde onun zeki olmadığını ima edince olduğu yerde kaşlarını yukarı kaldırıp öyle mi dercesine baktı ve söyle bakalım nedir işin dediğinde tüm dikkatler bana çevrildi.

 

" Moda tasarımcısıyım. "dediğimde ilk an anlamadılar. Sonra onların bildiği şekilde söyledim." Terzi gibi bir şey ama ben dikmiyor tasarlıyorum. "diyince hepsi bu sözüme güldüler.

 

" Prenses bizim saray terzisi senden daha çok iş yapıyor ve kazanıyor o zaman. Sen çırak gibi bir şey misin? "diye konuşan Dehri 'yi öldürebilsem bakışlarımla öldürmek isterdim.

 

" Öyle bir şey değil benim yaptığım! Ben zaten ne desem siz anlamazsınız çünkü sizin yaşadığınız çağla benim aynı değil. Sizde burada terziler ön plandayken benim dünyamda modacılar ön planda. Çünkü onların tasarladığı kıyafetleri terziler dikerken burada öyle değil. Burada terzi diktiği gibi tasarlar ama aynı ücreti alırlar ama modern dünyada modacılar terzilerden daha çok kazanır neden mi? Onlar zihnindeki tasarımı döker çizime . Ve ona özeldir bu tararım. "dediğimde anlamlarını umarak. Hepsi sessiz sedasız söylediklerimi kavramaya çalışıyordu.

 

" Boşuna zaman öldürüyor o zaman senin dünyanda olan tasarımcılar. Bizim buradaki terziler iki işi bir arada yapıyor. "diyince Enfal sadece sustum. Gel de anlat aralarında olan farkı.

 

" Neyse bırakalım onu bunu anlayacağınız sizin gibi boş boş zaman öldürmüyorum kendi işimi yapıyorum. "dediğimde Dehri bu halime dudak kıvırdı.

 

" Emira kızım sen kendi dünyanda fakirsin, bence sen burada yaşa. Burada daha zenginsin kendi dünyana göre . "dediğinde Dennis ona şaşkınlıkla baktım. Anlattığım şeyden bunu mu çıkarmıştı?

 

" Çok haklısın Dennis. Kızım o kadar tasarım filan diyorsun burada tasarla alıcısı olmazsa biz yine de senin için alırız. Yeter ki emeğinin karşılığını al. "dediğinde sinirden güldüm. Ben ne diyorum onlar ne anlıyor!

 

" Dennis ve Dehri kendinizi amansız bir yerde bulmak istemiyorsanız susun!"diye sertçe çıkıştığım ikisi de susarak bana baktılar. Bir kaşığa bakarcasına hemde." Çünkü açacağım portaldan nereye gittiğinizi umursamayacağım. Ve dönüş biletiniz de yok. Artık kaç gün sonra dönersin kuleye bilemiyorum. "diyince açık açık tehdit ederek.

 

" Diyorum sana burada dura dura kafayı yedi. "diye kısık sesle yakınan Dehri 'yi duyunca ona baktım. Onun bakışları bendeydi. Gözleri önünde yavaşça parmaklarımı kımıldatınca anında dur diyerek sustu. Dur demeseydi kesinlikle onu göndermiştim şimdiye kadar.

 

" Doğru olanı yaptın. "dedim ve olduğum yerden kalkıp ileride kendi aralarında konuşan Süreyya hanım ve diğerlerinin yanına gittim. Ben olduğum yerden ayrılınca diğerleri de bana katıldı ve berber ilerledik. Ama hâlâ arkamdan onların kısık seslerini duydum. Kim bilir ne diyordu o dedikoducu Dehri yanındakilere?

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷ 𓆩𖤍𓆪ꪾ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Terasta duran koltuklara yaklaştığımızda iki tane üç kişilik koltuk vardı. Bunlardan birine Ahlas bey ve Tarsis Kralı oturmuştu. Geriye kalan iki kişilik koltuk ve 2 tane tekli koltuk boştu.

 

Ben Ahlas beyin yanındaki boş yere oturdum. Victoria 'da hemen benim yanıma geçip oturdu . Kiran babasının yanına geçince kalan kısma da Dennis oturmuştu. Enfal ve Kavi çift kişilik koltuğa oturmuştu. Tekli koltuğa Süreyya hanım ve Ahrar oturmuştu. Karşılarında duran çift kişilik koltuğa da Nehar ve Dehri geçti.

 

Biz yanlarına geçince kısa bir sessizlik olmuştu ama sonra Ahlas bey başka bir konu açılıp dikkatin oraya kaymasını sağladı. Bir müddet oturmaya devam etmiştik. Daha sonra çalışanlar masanın hazır olduğunu bildirince Tarsis Kralı yemeğe geçmemizi söyleyince olduğumuz yerden kalkıp masaya doğru ilerlemiştik. Terasın sol tarafında kurulmuş olan masaya doğru hepimiz ilerlemiştik.

 

Tarsis kralıyla Süreyya hanım önden gidip yerlerini aldıktan sonra bizde kalan boş yerlere oturmuştuk. Masanın iki ucunda Süreyya hanım ve Tarsis Kralı otururken, Kiran babasının sol tarafına oturmuştu. Dennis 'te sağ tarafına. Ben , Victoria ve Kavi de; Dennis 'in hemen yanındaki boş sandalyede yerlerimizi almıştık. Kiran' ın sol tarafında Dehri, Nehar, Enfal ve Ahrar oturmuşken. Ahlas bey de Süreyya hanımın sol tarafında yerini almıştı.

 

Herkes yerini aldıktan sonra çalışanlar yemeği servis etmeye başlamıştı. Yemekler servis edildikten sonra çalışanlar yanımızdan ayrıldığı anda yemekler yenmeye başlamıştı. Masa bugün lacivert ve beyaz renk ağırlıklı dizayn edilmişti. Masada bulunan şamdanlar ve çeşit çeşit yemeklerle donatılmış masa harikulade duruyordu. Yemekler ayrı bir lezzetli duruyor, iştah kabartıyordu. Bir müddet yemekler sessizce yenmişti ama ardından Tarsis kralının sormuş olduğu soru masada bir bomba etkisi yarattı. Ondan bu soruyu beklemiyordum. Zaten oda öylesine sormuştu. Laf lafı açsın diye ama kimse bu soruyu duyacağını tahmin edemezdi.

 

"Gelenek ne zaman sona eriyor?" diye sorduğu anda Tarsis Kralı masada çatal bıçak sesleri sustu. Herkes yediği yiyecekleri yavaşça yuttu ve sonra hepimiz teker teker birbirimize baktık. Bunun gerçeğiyle hepimiz her ne kadar yüzleşmek istemesekte o gün bir gün gelecekti.

 

O gün çok yakın bir zamanda gelecekti ve geldiği gün bizden çok şey götürecekti. Çünkü hepimiz birbirimizden ayrılmayı nasıl sağlayacaktık bilmiyorum? Tarsis kralı masada bizim sessizliğimizin sebebin anlamaya çalışırken ben bizimkilerden bakışlarımı çekip Tarsis Kralına çevirdim. Ona cevap vereceğim anda beni bu soruya cevap vermekten son anda kurtardı. Tarsis kralının sorusunu sakin bir sesle yanıtladı Süreyya hanım. Bize göre çok rahat bir şekilde hemde. Hemen masadaki tüm bakışlar Süreyya hanıma döndü.

 

"Geleneğin bitmesine az bir zaman kaldı." dedi Süreyya hanım ve elinde tuttuğu içecekten bir yudum aldıktan sonra bakışları sorusunu cevapladığı Tarsis Kralından çevrildi. Bakışları beni bulduktan sonra konuşmasına devam etti. " Sonrasında zaten Emria 'da Moritanya topraklarından gidecek." diyerek bu sefer bütün bakışların bana dönmesini sağladı. Anında bana dönen bakışlar yüzünden biraz rahatsız olduğum için kimseye bakamadan önüme döndü bakışlarım. Tabağımda duran yiyecekleri izledim. Ne diyeceğimi bilemedim o an. Çünkü bu anı hiçbir zaman düşünemedim. Ve bu konuşma hiç zihnimden geçmedi. Şu an bir cevap bile vermedim. Çünkü verecek bir cevabım yoktu.

 

"Hım... O zaman çok bir vakit kalmamış gibi. " dedi Tarsis Kralı. Bakışlarım onu buldu . Sandalyeye geri geri yaslandı. Ve bakışları bana çevrildi. Yavaşça beni izledi. Elinde tuttuğu bardağı usulca döndürmeye başladı. Bakışlarımı bardaktan çeken Kiran 'ın konuşması oldu.

 

"Peki Emira hemen ertesi gün mü gideceksin? Yoksa birkaç gün daha kalacak mısın? " diyince Kiran derin bir nefes alıp konuşmak için çabaladım. Diğerleri ne cevap vereceğim diye beklerken, ben kısacık soluklandım. Hiç bunu düşünmemiştim. Aslında bakarsanız gideceğim aklımdan çıkmıştı. Şu an buradaki her şeye öyle odaklanmıştım ki geleceği düşünmek aklıma gelmemişti. Sanki yıllardır buradaydım ve buradan hiç ayrılmayacak gibiydim. Burası beni kendine bağlamakla kalmayıp bende iz bırakmıştı.

 

"Aslında—" diyerek cümleye başladım ve masadakilere kısaca değindi bakışlarım. Kiran merakla ne diyeceğini bekliyordu. Victoria diğerlerine göre biraz daha rahattı çünkü oda benimle birlikte gelecekti. Ama Varisler ve Dennis beni uzun bir süre görmeyeceği gerçeğiyle şu an yüzleşti. Çünkü aramızda bu olay hakkında hiçbir konuşma geçmedi. Konuşmak için kimsenin cesareti olmadı. Omuzlarımı dikleştirdim ve sandalye yaslanıp konuşmama kaldığım yerden devam ettim.

 

Ahrar 'ın delici bakışları üzerimde olduğu için konuşmakta zorlandım o an . "Gelenek bitince birkaç gün daha kalırım. Herkesle teker teker vedalaştıktan sonra kendi topraklarıma gitmek zorundayım. Orada da yaşamım var. Ve orayı terk edip burada sonsuza kadar yaşayamam." dedim sona doğru kısılan sesimle. Çünkü sanki bu son cümlem Ahrar 'üzerinde büyük bir ize sebep olmuştu. Ve diğerleri de beni kısıtlı bir zaman göreceği gerçeğiyle yüzleştiği için şu an bu sebeple tüm duygu durumları anında düşmüştü.

 

"Evet zaten Emira ile bunu ilk Moritanya kulesine geldiği an konuştuk. Belli zamanlarda burada olacak. Diğer türlü kendi topraklarına gitmesi lazım. Her ne kadar burada kalmasını istesem de onun orada yaşamı var. Yaşamının çoğunluğu orada geçti ." dediğinde Süreyya hanım söylediklerime ek bilgi olarak, ben sadece onun söylediklerine kafa sallamakla yetindim. En başında bu karar doğrultusunda anlaşmış dışına çıkmamanın yanlış olacağını bildirmiştim.

 

"Sık sık Moritanya topraklarına geleceksin değil mi?" diye sorunca Kiran, tekrar evet anlamında başımı sallayarak kabul ettim. Burayı kolayca terk edecek değildim. Sadece belli bir müddet buradan ayrılacaktım. Sonra yine buraya geleceğim zaten.

 

"Hemen gelemezsin diye düşünüyorum. Çünkü orada bir yaşamın var ve burada çok zaman geçirdin ve orada yapman gereken çok işin olmalı." diyince Tarsis kralı bu gerçeğin beni uzun bir zaman buradan alıkoyacağını hissettim. Epey bir süredir orada değildim ve gidince kendimi yarım kalmış işlere vereceğim için hemen buraya geleceğimi zannetmiyorum. Sıkıntılı bir nefes verdim. Benim sessizliğimi fark edince Victoria benim adıma konuştu.

 

"Ama emira ile sık sık burayı ziyarete geleceğiz. Beraber gidip beraber geleceğiz vakit bulunca . Orada yaşamı olduğu kadar artık burada da bir yaşamı var ve burayı sonsuza kadar terk etmiyor zaten." dediğinde Victoria bu sefer bir şey diyemedim. Doğruydu. Burada da bir yaşamım vardı ve bu yaşamı ardımda bırakmak hiç kolay olmazdı.

 

"Sende mi gideceksin Victoria?" diye sorunca Kavi hemen Victoria evet alımında başını salladı. Kavi sorusuna cevap alınca anladım dercesine baktı.

"Orada çok uzun bir zaman geçirdim bende ve orada bir ailem var. Ve onları görmek istiyorum. Yani anlayacağınız bende gideceğim Asper krallığıyla konuştum ve izin aldım. Burada olan her işimi bitirip direk Emira ile gideceğiz." dediğinde bunun uzun bir zamandır hayalini kurmuş olduğu istekle. Burayı kısa sürede olsa terk etmek istiyordu. Çünkü ikimiz de burada fazlasıyla yıpranmıştık.

 

" Emira biraz buradan uzaklaşmalı. "dediğinde hepimiz ilk Ahlas beye baktık. Neden böyle bir şey dediğini sadece üç kişi anladı. Ben Turul bey ve Victoria.. O normal olarak eski hayatımı özlediğimi zannediyordu Ahlas bey ama hayır ben burada yaşadığım yoğun öngörüler, Esila 'nın varlığı, geçmiş ve geleceğin benimle şekillenme sebebiyle biraz uzak kalmalıydım.

 

" Neden?"diye sordular Varisler aynı anda Ahlas beyin verdiği cevaba. Ama soruyu Ahlas bey değil de Turul bey cevapladı.

 

" Emira her ne kadar buraya ait olsa da kendi ülkesine ait ve orada zihni rahatlayacak." diyince Tarsis Kralı bunun gerçekliğine tutundum. Zihnim... Zihnim burada çok darbeler almıştı ve bir dinlenmeye ihtiyacı vardı. İyileşmesi için. Ve geri döndüğümde dingin bir zihinle burada olan sorunları halletmek için.

 

"Gidince özleyeceğin kişiler olmalı onları ziyarete gelecek olmalısın." dedi uzun zamandır konuşmayan Ahrar. Onun cümlesi belki de kimsenin o an dikkatini çekmedi ve herkes sadece bunu nasıl yanıtlayacağımı bildiklerinden, dinlemeye gerek duymayarak konuşurken kendi aralarında ben bu soruya cevap vermedim. Bilmiyordum ama sessizce beklemek geçti o an içimden ve susup soruyu duymazdan geldim. Ama Ahrar sorduğu soruyu yanıtlamamı bekledi.

 

Gitmek zor olacaktı ama gidişim bana iyi gelecek. Gidişim yenilikleri ardından getirecekti. Ziyaretlerim olacaktı ama ne zaman bilmiyorum?

 

Lacivert harelere olan özlemime rağmen onlara hiç bakmadan masada olan konuşmaları dinlemeye devam edip benimle ilgili olan konunun kapanmasına sevindim.

Masadakiler konuşmaya devam ederken ben Ahrar 'ın tüm ilgisinin benim üzerimde olduğunu biliyordum ama ona bakamazdım.

 

Belki de bu yaptığım bazı şeyleri açığa çıkarmıştı.

 

Tarsis kralı yemekten sonra burada kalmamızı istemişti. Süreyya hanım onu kırmamış ve kabul etmişti.

 

Loading...
0%