@kumsallardagezen12
|
『 Üzülme kırılgan bir kalp ile yaşayabilirsin ama ölen bir ruhla asla...』
Uzak sayılmaz ölümü düşlediğim anılar. Hepsi yakın bir zamanda zihnime düşmüş fısıltılar. Hepsi o anının gelişini beklemekte. O anın gerçeğini arzulamakta. Ve o anı yaşamak için can atmakta. Ölüm en kolay seçim yolu. Her şeyi bir kararla geride bırakarak, yaşadığın onca şeyi iteleyerek geleceğin son bulmasını istiyorum . Hayatın anlamını yitirmiştim. Amacım yoktu. Amaçsızca yaşıyor, gündüzü gece yapmak için uğraşıyor, ömrün sona ermesini bekliyorum. Ve sona yaklaştığımı hissediyorum.
Zihnimde uyuyan düşüncelerim uyanıyor. Yavaşça bir zehir gibi zihnimi ele geçiriyor. Karanlık damarlarıma sızıp oradaki aydınlığı, karanlığın hükmüne bırakıyor. Düşüncelerim bir insan formatında benimle birlikte günleri deviriyor ve amaçlarını benimle gerçek kılıyor. Olanı değil olması gerekeni yapmamı bas bas bağırıyor. Dizginlemeye çalışsam bile ona karşı gelemiyorum. Ve yollarımı tıkayıp ona boyun eğmemi sağlıyor. Boyun eğmek istemiyorum ama düşüncelerim istediği fiilleri, fiile dökmem konusunda olan ısrarı beni güçsüz bırakıyor. Bazen sadece onun varlığıyla hayatta olduğumu düşünüyorum.
Hislerin hafızası vardır. Her duyguyu kaydeder, silmez. İşte o gelen tanıdık hisler bundan dolayıdır. Hisler size kendisini hatırlatır. Daha önce vardım. Şimdi de varım diyerek. Size kendini belli eder ve o anın tanıklığı hissiyatıyla dolup taşar ruhunuz. Hafızasına aldıkları sizin gerçek duygularınızın emaresi ve yakarışıdır. Unutulmamak için kendini her gün açığa çıkartışıdır. Ve açığa çıkan duygular sizinle canlılık kazanır. Anılarınız onunla şekillenir. Ruhunuz onun varlığıyla hareket eder. Bedeniniz onunla izleri kucaklar.
İçimdeki katile boyun eğdim. En büyük zararı bana versin ve düşüncelerimi ele geçirmeyi bıraksın diye. Başardım mı? Şimdilik öyle görünüyor. İlk zararları şimdiden bedenime uğurladım. İçimde her geçen gün intikamı, hırsı ve kan akıtma arzusu olan katil gün geçtikçe bedenime sızıyor, varlığının erişmediği her yere erişerek kendini bana katıyordu. Her şeyin kontrolünü saniye saniye kaybediyor, bir kukla gibi yönlendiriliyordum. İstediği şeyleri göğüslüyor, alabildiğim her zararı alıyor. Darbelerin bendeki izi çoğalıyordu. Aynı akan kanım gibi.
Aynı hissizleşen bedenim gibi. Ve aynı aydınlığı yitiren bir evren gibi. Karanlığın bedenimde varlığını koruyan mücadelesi gibi. Katil susmuyor, zihnime bir şeyler fısıldıyordu. " Öldür. "diyordu. Peki kimi? Kendimi mi? Yoksa etrafımda olanları mı?" İz bırak. " diyordu. Kendimde mi? Yoksa etrafımda olanlarda mı?" Kanat. "diyordu. Kendimi mi yoksa kendimle beraber herkesi mi?" Yak ve yık. "diyordu.
Kendimi mi yoksa tüm evreni kendimle beraber sonsuzluğa uğratmamı mı? Açıkça söylemiyor ama hissettiriyordu. Dediğinin altında amaçladığı şeyleri bana bizzat hissettiriyordu. Keza yoksa ben bunları kendi kendime sormaya cesaret edemezdim. Ve ben bunları yapacak bir düşünceye sahip olamazdım. Olamam da.
Bu dünyaya gelişim aslında ayak seslerimin beni ölüme götürmesini sağladı.
İlk adım; " Yaşa..." dedi bu hayatı. Yaşayabildiğin kadar. Hisset bu hayatı hissedebildiğin kadarını. Mutlu ol olabildiğince. Ve yapabildiğince mutlu et diyordu. Ağla ağlayabildiğin kadar.
İkinci adım; "Kana..." dedi. Bu hayatın yaşattığı duyguların sonuna kadar. "Darbeler al... Yıkılmadan ilerle!" diye bas bas bağırdığı günlerde; "... hayattan kopma!" diye emretti. İlerle ve geriye dönük yaşama dedi. Yavaşlama! Yolundan sapma! Senin ilk görevin bu diyerek. Dedi ve durdu. Yaptım ve durmadım. İleriye hep ileriye gittim. Gidebildiğim kadarıyla ya da gidebildiğimi sandığım kadarıyla.
Üçünü adım; " Acıt ve Kanat! " diye zihnime fısıldadı. Önce kendini acıyla baş başa bırak ona alış sonra sen o acıya hükmet ve onu esirin yap dedi. Sonra her adımı yavaşça uyguladım. Kendimi her acıyla yüzleştirdim. Yaraladım. Vurdum. Derin izler bıraktım. Düştüm. Atladım . Çakıldım. Sonrasında bunları yapan değil yaptıran oldum. Önce zihnime sonra etrafımda olanlara. İlk an zordu ama o zorluğu aştım. Alıştım. Alışkanlık haline getirdim. Sonrasında etrafa yaydım.
Yavaşça bir zehrin damarda yayılışı gibi. İstenileni yerine getirdim.
Son adım ;Öldür ve öl! "diyen emri yerine getirmek konusunda tereddüt bile etmedim. Önce etrafımda olan her varlığın ruhunu öldürdüm.
Çünkü ölü bir ruh; bir bedenin ölüşünü başlatır eylemsiz. Sonra çürütür bedeni. Onu hayatın anlamından çekip alır ve yavaşça o beden, kendi kendine can verir. Sen sadece piyonu oynattın ama oyun kendi kendine devam etti. Benim yaptığım buydu. Sadece oyuna yön verdim ve oyun oynandıkça isteğim gerçekleşti. Sonra diğer kısma geçtim. Ölmek kısmına. Bir piyon oynatmadım. Bir tabureye çıktım. İpi boyuma doladım. Tabureyi düşürdüm. Sallandım. Ruhumu özgür bıraktım. Duyguları unutturdum. Hisleri yok ettim. Bedeni acıyla tek başına bıraktım. Zihnimi ise serbest bırakarak başka bir bedene sızmasını sağladım.
Kimseye bir şeyleri kanıtlamaya ihtiyaç duymuyorum hiçbir zaman Neden mi? Çünkü ben ne yaparsam yapayım, beni hiç anlayıp hak vermeyecekler de ondan .Peki o halde neden onların beni anlaması için çabalayayım ki? Zaten en başında belli değil mi ki alacağım sonuç. O halde anlatmaya ve çabalamaya gerek yok. Beni nasıl bilirlerse bilsinler. İstediklerini düşünüp, beni o hayalleri edilen kılıfa yerleştirsinler. Ben hep ben olarak kalmaya devam edeceğim onca şeye rağmen. Onca denilen şeylere inat.
İzbe bir yıkık sokakta kaybolmuş rotamı arıyorum. Etraf puslu etraf tehlikeli. Zihnim bas bas kaç diye bağırıyor. Nerede olduğumu bilmiyorum. İleriye gitmek benim için tehdit uyandırır mı bilmiyorum? Dönmek için çok geç mi onu da bilmiyorum? Peki ne yapmalıyım? Kadere razı olup olacak her şeyin gün yüzüne çıkmasını mı beklemeliyim? Yoksa ben mi onları açığa çıkarmalı mıyım? Kararsızım.
Yemekten sonra biraz daha sohbet ettikten sonra hepimiz dinlenmek için odalarımıza çekilmiştik. Gecenin geç saatlerine doğru ancak uyanabilmiştim. Uykuya dalmak benim için zor olsa da yorgun göz kapaklarıma dayanamadım ve uykuya teslim oldum.
Su sesi duyuyordum. Bir şeye çarparak sesi bana ulaşıyordu. Rüzgarın esintisini hissediyorum. Hava serin ve sessiz. Olduğum yeri görmek için zar zor gözlerimi açmaya çalıştım. Gözlerimi açabildiğim anda kendimi bir taşın üzerinde uzanırken buldum. Zemin soğuk olduğu için bedenim soğuk kesilmişti. Yavaşça taşın sert zeminine dokunarak doğruldum. Geniş kocaman bir taşın üzerindeydim. Pürüzlerle dolu taşın yüzeyinde avuçlarım gezindi. Ve bu kocam geniş taş bir gölün tam ortasında bulunuyordu. Bakışlarım taştan uzaklaştı ve etrafa çevrildi. Ay ışığına rağmen etraf çok karanlıktı. Zifiri karanlık. Göletin etrafında herhangi bir insana ait iz yoktu. Burası tenha bir yer olmalıydı. Bakışlarım etraftan çekildi. Neden buradayım? Yine neyi görmek için bu rüyaya dahil olmuştum.
Karanlık olduğu için önümü bile zar zor görüyordum. O an bir hisle dolup taştım. Ve aklıma gelen fikri faaliyete geçirdim. Yavaşça ellerimden destek alarak, üzerinde durduğum taşın üstünde göle doğru eğildim. Sanki bir şeyler bunu yapmamı istemiş ve bende koşulsuz şartsız bunu uygulamaya dökmüştüm. Su rüzgar etkisi sebebiyle gel git yapıp duruyordu.
Yavaşça elimi suya sokmaya çalıştım. Düşmemek için büyük uğraş verdim. Sağ elimle taştan destek alarak usulca eğildim. Sol elimin parmaklarının ucu yavaşça soğuk suya değdi. Ve soğuk su tenimle buluşunca, bir çarpma etkisi yaşamış oldum. Sonra hipnotize olmuş gibi sağ avcum taşın yüzeyinden uzaklaştı. Sonra oda sol elim gibi suyun içerisinde yerini aldı. İki elim suyun içerisinde dururken, başımı eğmiş suya bakıyordum.
Neden bunu yapmam istenmişti? Yavaşça iki elimi sudan çektim. Geriye doğru çekilip başımı yana yatırıp suyu izledim bir müddet. Gözlerimi kapattım. Rüzgarı hissetmeye çalıştım. Sonra hiçbir tereddüt yaşamadan kendimi hızla suya doğru attım. Taşın üzerinden hızla suya düşmüş ve yavaşça yüzeyden uzaklaşmaya başlamıştım. Gözlerimi suyun içerisinde açmayı başarınca yüzeyden uzaklaşmamı izledim. Taş şimdi çok küçük duruyordu. Başımı eğip göletin dibine bakmaya başladım. Çok karanlıktı. Hemde çok...
Hemen yerimi değiştirip dibe doğru yüzmeye başladım. Göletin dibinde bir şey vardı ve beni kendine çekiyordu. "Gel!" diyordu. Beni görünmeyen bir iplikle kendine doğru son sürat çekip duruyordu. Hızla kollarım ve ayaklarımın yardımıyla hızla yüzerek en dibe doğru yüzmeye başladım. Suyun içerisinde olmama rağmen sanki nefes alabiliyordum. Şu an göletin dibinde değil de yüzeyindeymişçesine.
Yüzdüm... Kollarımın desteğiyle... Ayaklarımın çırpışıyla... Sarı saçlarım suyun içerisinde canlılık kazanmıştı. Bir canlı gibi hareket ediyordu. Onları kısa bir süre izledikten sonra dikkatimi asıl konuya verdim.
Sonunda dibe doğru yaklaştığım anda göletin dibinde mor bir ışık yansımaya başladı. Her dibe doğru yaklaştığım anda ışığın yoğunluğu artıyordu. Ve bende büyük bir istek ve merakla ona doğru ilerliyordum.
Sonunda dibe gelmeyi başardığım anda mor ışığın yoğunluğu göletin dibini aydınlattığını ve şu an her şeyi netçe görebildiğimin farkına vardım. Mor ışığın kaynağının dibin hemen altında duran küçük bir kayanın içerisinden geldiğini anlayınca hemen oraya doğru ilerledim. Ve küçük kayaya yaklaştığım anda ışığın nereden geldiğini anladım. Küçük bir istiridyenin içerisinde olan bir elmastan geldiğini fark ettim.
Küçük mor bir taşın ışığıydı göleti aydınlığa boğan. Küçük kayının dibine geldiğim gibi önünde durarak taşı avucuma almak için ona doğru uzandım.
Parmaklarım tam dokunacağı an yüksek bir çığlık duydum. Korkuyla geriye doğru kaçındım ve nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Başımı sağa sola çevirip sesin kaynağını aramaya çalıştım ama kimseyi bulamadım. Sonra bir fısıltı duydum.
"Bu gücün kaynağı... Bu ruhun sonsuz ölümle karşıya kalmasını sağlayan gücü barındıran taş."
Bu fısıltıdan sonra anlamaya çalıştım. Neyi açıklamak istedi? Önce mavi taş sonra mor taş. İki farklı taş. İki farklı güç. Peki neden? Ben neden burada şuan bulunuyordum? Ve neden bu taşları rüyamda görüyorum? Gelecek bana neyi şimdilik göstermeye çalışıyordu? Beni neye karşı uyarmaya çalışıyordu? Kimden? Neyden? Neye karşı.
"Her şeyin bir mabedi vardır. Bu mabedi kullanma amaçları farklıdır. Saklamak için. Korumak için. Güçlendirmek için. Güçlü tutmak için."
Bu sefer tekrar yeni bir fısıltı duyduğum anda demek istediği şeye odaklandım. Mabed derken? Neyin mabedi? Olduğum anda birden bir sarsıntı hissettim ve o an istiridyenin içerisinde duran mor taş, içerisinde olduğu kayayla beraber yerin içerisine doğru bir vakumla çekilmeye başlayınca, korkudan geriye doğru yüzdüm. Göletin dibi yavaşça açılmaya başlayan oyruğun içerisine çökmeye başlayınca hemen onun içersine çekilmemek iyi yüzeye doğru hızla yüzmeye başladım. Yüzdüm... yüzdüm...
Yeri içerisine alan obruğun sarsıntısı artınca, can havliyle daha hızlı yüzmeye başladım. Sonunda yüzeye çıkınca hemen taşa doğru ilerledim. Hızlı kulaçlar atarak taşa doğru suyun yüzeyinde yüzmeye devam ettim. Taşın yanına ulaşınca hemen taşa tutunarak üzerine çıkmaya başladım.
Tüm kuvvetimle taşa çıkmayı başarınca göletin üzerinde duran her şeyin obruğun içerisine doğru çöktüğünü görünce üzerinde oturduğum taşın yavaşça çatırdadığını hissettim. Çatlıyordu. Üzerinde olduğum taşta parçalara ayrılacak ve onunla beraber bende obruğun içerisine çekilecektim. O an vücudum korkuyla sarmalandı. Ve kaçmak için etrafıma bakmaya başlayınca birden sertçe taş ikiye ayrılır ayrılmaz üzerinde oluşumla birlikte yere doğru çekilmeye başlayınca korkuyla çığlık attım.
Ve bu çığlık çok tanıdık geldi.
Suyun dibinde duyduğum çığlıktı. Ben az önce geçmişte geleceği mi yaşamıştım? Bu nasıl bir kısır döngüydü?
Uzandığım yerden terden sırılsıklam uyanmıştım. Yastığın üzerinden başımı kaldırıp doğruldum. Yavaşça sırtımı yatak başlığına yasladım ve nefes nefese kalmış bir halde olanları hatırlamaya çalıştım. Gördüklerim her geçen gün değişiyor. Farklı bir boyut kazanıyordu. Her rüya bir benzeri değil apayrı bir rüya formatında karşıma çıkıyordu.
Yataktan çıkıp odada yavaşça yürüyerek pencereye doğru adımladım. Pencerenin önünde durmuş dışarısını izlemeye başladım. Alnımı odanın sıcaklık yüzünden buğulu olmuş cama yasladım. Derin bir nefes alıp olduğum yerde gördüklerimi sindirmek için kendime zaman tanıdım. Bu sefer neyi anlatmak istedi? Neydi ikide bir beni bu taşlarla aynı rüyada buluşturan? Anlamış değilim . Anlayacak gibi hiç değilim.
Oda üzerime üzerime geldiği için artık burada durmak istemedim ve odanın kapısına doğru ilerledim. Biraz bahçeye inip orada bu kaosun etkisi altında olan zihnimi karanlıktan kurtarmak istiyorum. Yeterince darbe almış zihnim yeni darbelerin etkisiyle çok yoruluyordu. Lord Yelit 'te yoktu ki! Ona bunu anlatayım. Dakika başı da her gördüğüm öğrendiğim şey yüzünden onu rahatsız etmekte istemiyorum. En iyisi her zaman yaptığım gibi bu karmaşık rüyayı da kendime saklamalıyım. Ve gerçeği kendi kendime öğrenip kendi sorumu kendim cevaplamalıyım. Belki de en doğrusu bu olur benim için. Kim bilir?
Adımlarım beni koridorda bulunan merdivenlere doğru yönlendirdi.
Yavaşça merdivenlerin basamaklarından inmeye başladım. Basamakları inerken aklım hâlâ gördüğüm o rüyadaydı. Nasıl bir bilgi içerdiğini merak ettim? Ama öyle kolayca öğreneceğimi düşünmüyorum da. Basamakları sessizce inmeye dikkat ettim. Kimseyi uyandırmamaya çaba gösterdim. Sonunda 3.kattan zemin kata inen merdivenlerin oraya geldiğimde biraz ileride bir karartı görünce adım atmayı bırakıp, bu karartının kime ait olduğunu anlamaya çalıştım.
Çünkü hâlâ koridorda yanmakta olan meşalelerin yanına ulaşmadığı için onu net bir şekilde seçemiyorum. Sonunda yaklaştığı anda onun Tarsis Kralına ait olduğunu anlatmıştım. Ben şaşkınlıkla bu saate neden ayakta olduğunu kavramaya çalışınca, o dalgın bakışları bir anda bana çevrildi ve benim olduğum tarafa bakıp adım atmayı kesti. İkimizde durduğumuz yerde birbirimize bakmaya devam ederken yavaşça olduğum yerde hareket ederek ona doğru ilerledim. Tarsis Kralı ona doğru ilerlememi bekledi. Son basamağı da indikten sonra tam onun durduğu yere doğru yürümeye devam ettim.
"Uyanıksınız?" dedim sorarcasına. Başını evet anlamında salladı. Ellerimi arkamda birleştirip ona baktım. O an ben sessiz kalınca bu sefer o konuşmuştu.
"Sende uyanıksın? Bir şey mi oldu?" dediğinde neden uyumadığımı sorgularken. Hayır anlamında başımı salladım.
"Emira bir şey olmuşsa çekinmeden söyle! Bunu daha önce konuştuk değil mi?" diyince o gece aklıma geldi. Kiran ve bizi kurtardığı gece buna benzer sözler söylemişti. Ama bilmiyorum sanki içimde bir ses bunu kendinde saklı tut diyordu.
"Bir şey yok inanın. Sadece uyku tutmadı. Bende biraz bahçede oturmayı düşündüm." diyip ifadesiz durarak ikna olmasını bekledim.
"Peki o halde ben seni daha fazla rahatsız etmeyeyim. Odama gidip uyumam lazım. Sana iyi geceler. " dediğinde bende sessiz bir mırıltıyla iyi geceler diyerek yanından ayrılıp bahçeye çıkan koridora yöneldim.
Önümde duran geniş uzun koridoru kısa mesafe aşarak bahçe kapısına ulaşıp, kapıyı açar açmaz kendimi dışarı attım. Kapının önünde durmuş etrafta oturacak bir yer ararken biraz ileride birinin bahçede bulunan koltukta oturduğunu gördüm. Kaşlarımı çatarak o tarafa doğru ilerledim. Birileri de uyumamış olmalı. Hemen adımlarım beni bu saate uyumayan kişinin olduğu tarafa götürdü.
Her adımda yaklaştığım ilk an onun kadın değil de erkek olduğunu anladım. Sonra bir adım daha ve bir adım daha.
Nihayetinde benim gibi uymayan kişinin ruhuma iyi gelen adam olduğunu anladım. Sessizce çift kişilik koltuğa oturmuş, başını arkaya yaslayıp gökyüzüne baktığını gördüm. Daha fazla yaklaştığım an gözlerinin kapalı olduğunu fark ettim. Hâlâ benim geldiğimi fark etmemişti. Ya da bilerek gözlerini açmamışta olabilir.
Acaba uyuyor olabilir miydi? Bu ihtimal de olabilirdi. Yavaşça yanına doğru gelip ona yukarıdan baktım. Etraf karanlık olduğundan yüzünü rahatça izleyemedim. Bu canımı sıksada umursamadım. Lacivert harelerini de görmemiştim gözleri kapalı olduğu için. Yavaşça düzenli nefesler alıp veriyordu. Kollarını göğsünde kavuşturmuş öylece yaslanmıştı koltuğa.
Yavaşça ona doğru yaklaştığım anda birden nefes almayı bıraktığını hissettim. Uyuya kalmıştı ve anında bir hareketlilik sezince kendine doğru algısı o an büyü yardımıyla devreye gitmişti. İyi ki geceleri onu ziyarete gittiğimde onu büyü yardımıyla uyutuyordum. Yoksa ona ilk gelişimden itibaren yakalanacaktım. Ahrar o anda nefes almayı bırakınca hafifçe kaşları çatlı hale geldi ve bedeni kasıldı.
Ama hiçbir şekilde konuşmadan yanında duran boşluğa geçip oturdum. Ve onun gibi bende başımı koltuğa yaslayıp gökyüzüne baktım. Ben yanına oturur oturmaz gözlerini açmıştı. Bunu hissettim. Bakışları bana çevrilmiş haldeydi. Yavaşça nefes almaya başladığını hissettim. Ve sonra kasılan bedeni rahatladı.
Demek ki böyle bir önlem alıyordu. Herhangi bir tehlikeli bir şey yanına yaklaştığı anda büyü onu daldığı rüyadan çekip alıyor, gerçeğe uyanmasını sağlıyordu.
"Burada ne arıyorsun Ahrar ?" diye sakin bir sesle sorumu sorduğum anda Ahrar olduğu yerde doğruldu. Ve hafifçe bana doğru döndü.
"Odada uyku tutmadı. Yerimi yadırgadım. Normalde her yerde uyuyan biri değilim." diyince bende usulca başımı kalırdım ve ayaklarımı koltuğun üzerine alıp bağdaş kurduktan sonra o an söyledikleriyle aklıma gelen soruyu sordum.
"O zaman kuleye ilk geldiğin anda uyumamış olmalısın?" diye sorunca evet demesini beklerken tam tersi cevap vermişti.
"Hayır o gece çok huzurlu bir uyku uyumuştum. Nedense bende bunu yadırgadım. Sonraları bazen ara sıra uyku tutmazdı. Ama ilk gün neredeyse sızıp kalmışım diyebilirim." diyince dediklerine şaşırdım. Hayret benim aksime rahat bir uyku uymuştu. Ben o gecede rüyalarla karşı karşıya gelerek uyumamış ve geceyi sabah etmiştim.
" Şaşırdım. Ben ilk gece ve diğer her gece olduğum yeri yadırgamıştım. Zaten çok zor adapte olabildim kuleye. Hâlâ bile tam alışmış değilim." dediğimde Ahrar 'ın sesli bir nefes verdiğini duydum.
"Buraya nasıl geldin?" diye sorunca bu sefer derin bir nefes alan ben oldum.
"Çok zorlandım." dedim ve kısaca ona baktığımda lacivert hareleriyle karşı karşıya geldim. "Acılı oldu." dedim. Hemde çok acılı... Yeni yeni anladım. O gün birinin bana bir büyü yaparak öldürmeye çalıştığını.
Victoria 'nın beni kurtarmaya çalıştığını. Ama kim olduğunu tam bilemedim. O büyüyü yapan Esila mıydı? Yoksa başka biri mi? Bunu öğreneceğimi de sanmıyorum. Ama içimden bir ses bunu Esila yapmadı diyordu. Çünkü yapsaydı bunun imasını yapardı ama hiç yapmamıştı.
"Nasıl bir acı?" dedi ifadesiz tutmaya çalıştığı sesiyle. Kaygılandı mı? Bakışlarımı ondan çekip boşluğa sabitledim
"Kolye karşıma bana ait olan bir dağ evinin önünde çıktı. Kolyeyi beğenip inceldim. Hatta bana ilham verir diye yanıma almak istedim. İşim bittikten sonra atarım diye düşündüm ama öyle olmadı. Kolyeyi alınca birçok tuhaf şeyle karşı karşıya kaldım." dedim ve ciğerlerime bir nefes alma ihtiyacıyla dolup taştım. Ahrar 'ın gözünü bile kırpmadan bana baktığın baktığını görmesem de hissediyordum.
" İlk önce kolye renk değiştirip durdu. Tabi ilk başta şüphe etmedim buna benzer kolyeler olduğu için ilk başta garipsemedim. Daha sonra bir çığlık duyuldu bulunduğum ormanda onun hemen sonrasında kolye tekrar renk değiştirdiğinde artık korku bedenimi ele geçirdi. Ve sonrasında bir beden gördüm. Simsiyah bir insan bedeni ama yüzü yoktu. Bu korkmamı sağladı. Sonrasında gelişen olaylar oldu. O simsiyah beden evin içerisine girip benimle konuşup korkutmaya başladı. Sonra nedense ondan korkmadım ve onunla konuşmaya başladık. Bana kolyeyi tak diyordu ama ben takmamak için direndim. O sonradan gittikten sonra yemek yemeye salona geçince birden bir acı bedenimi ele geçirdi ve o an nefes alamaz hale geldim. Acı o kadar şiddetliydi ki... "dedim sona doğru kısılan sesimle. Sanki şu an bile o acıyı çekiyordum.
" Nefes almak hiçbir zaman böyle acı vermemişti. Sonra o siyah neden kolyeyi takmamı istedi. Çünkü biri bir lanetle ölmemi sağlıyordu. İlk başlarda ciddiye almadım ama sonradan acı şiddetli olmaya devam edince kolyeyi boynuma geçirdim. Sonrasında acı kesildi. Rahatladım. Ve birden yoğun bir güçle dolup taştığımı hissettim. "diyerek boşluktan çektiğim bakışlarımı üzerimde olan lacivert harelere çevirdim.
" İşte o an huzuru buldum. Sonrasında buradayım. Ve bu hayata alışmaya çalıştım. Ve hâlâ alışma sürecindeyim. "dedim son cümlemi zikrederek.
" Peki kolye? "dedi sonra göğsünde duran kollarını çözdü." Ona alıştın mı? "diyince evet anlamında başımı sallayarak cevap verdim.
" Çoktan... "dedim ve sağ elim boynumda duran kolyeye uzandı. Parmaklarım arasında duran kolyeyi izledim. Şu an rengi sarıydı. Bazen uzun süre aynı rengi korusada sık sık gün içerisinde renk değiştirip duruyordu.
" Kolyeye alışman doğru mu? "diyince Ahrar yavaşça bakışlarım kısıldı.
" Doğru olup olmadığını bilmiyorum ama hissediyorum. Kolye ile bir bağ kurdum. Kuvvetli bir bağ. "dedim kendimden emin bir sesle.
"Onu bırakmayı hiç düşündün mü?" diyince neden bu tür sorular sorduğunu anlamadım ama sorusunu yanıtsız bırakmadım.
"İlk an buraya geldiğim an düşündüm ama sonradan-"diyerek yarım bıraktığım cümlemi tamamlamadan parmaklarımın arasında duran kolyeye baktım."...böyle bir şey aklıma dahi gelmedi. Artık ona sonsuz bir bağla bağlıyım. Onu kolay kolay bırakmam. Belki verdiği güç için böyle düşündüğümü düşünüyor olmalısın ama hayır bu güçle alakalı değil. Sanki başka bir şey var beni kendine bağlayan. Ne kolyenin sahip olduğu güç ne de kolyenin kendi varlığı. Sanki kolye bir ruha sahip ve ben bu ruha bağlıyım. Çünkü bu his çok tanıdık. "dedim sakin bir sesle. Açıklamamdan sonra Ahrar bir daha soru sormadı kolyeyle alakalı.
Ahrar bir süre sustuktan sonra başka bir konu hakkında konuştu. Her sorusunu yanıtlasam da, neden bana kolyeyi bırakmakla ilgili soru sorup, verildiğim cevabı onaylamayan bir ifadeyle baktığını anlayamadım bir türlü?
Belki de kolyeye hırsım yüzünden bağlı olduğumu düşünüyordu? Diğer sahipleri gibi. Ama hayır bu kolyede beni kendine bağlayan bir şey vardı bunu hissediyordum. Ve nedense kolye bana bu sebebi yakında gösterecek diye düşünüyorum. Çünkü bu zamana kadar her merak ettiğim şey zamanla önüme çıktı ve benim merakımı giderdi her daim.
Ahrar 'ın sorusuyla dikkatimi ona verdim.
"Gelenek bittikten sonra ne yapmayı düşünüyorsun?" dediğinde ne öğrenmek istediğini anlayamadım? Onu ziyaret etmemi mi istiyordu? Yoksa genel olarak ne yapacağımı mı merak ediyordu?
"Hayatımı düzene sokmak için elimden geleni yapacağım." dedim çünkü gerçekten çok istiyorum bunu yapmak. Karmaşık bir hayatı değil düzene girmiş bir hayatı yaşamak istiyorum. Ve hâlâ cevaplarını bilemediğim çok soru var. Çözülemeyen problemler var. Öngörüler var mesela onların ne anlatmak istediğini kavramalıyım. Yapmam gereken çok şey var aslında. Hepsini halletmek ve gelenek bitince buraya geldiğimde yarım bırakılan yerden değilde yeni bir sayfa açılmış şekilde devam etmek istiyorum burada geçireceğim zamanı. Ve bunun için de biraz elimi taşın altına koyup çabalamam lazım.
" Peki diğer gelenek için misafirperverlik yapılacak krallığa gelecek misin?" diyince neden olmasın dedim. Belki bu sefer onlar bizleri ağırlar ve bende onun yaşadığı yeri görmüş olurum. Hem çok merak ediyorum da. Ahrar 'ın oradaki yaşamını.
"Çok kesin konuşuyorsun her zamanki gibi . "diyerek bu halimi kınadı. Bir anda neden böyle dediğini anlamadım? Şu an karşımda duran Ahrar her zamanki Ahrar' dan çok farklıydı. İlk zamanlardaki Ahrar gibi . Soğuk, mesafeli ve ön yargılı. Ve sanki şu an burada olmaktan rahatsızlık duyuyordu. Yanımda olmak onu rahatsız ediyordu.
"Ben kesin konuşmam Ahrar olanı söylerim her zaman." diye sert bir sesle konuştuğum anda başını sanki dediğim şeye tahammül edemiyormuş gibi salladı. Neyi vardı? Ben her daim olan tavrımla konuşurken birden ne oldu da bu hale geldi?
"Yanılgı? Bu kelimeden haberin var mı?" diye aksi bir sesle konuştuğunda sadece ona baktım. Lacivert harelerinin etrafı öfkeyle sarmalanmıştı. Beni şu an izlerken nedense burada sanki zorla tutuluyormuş gibi bir hali vardı. Dişlerini sıkarak zor bela konuşmasını durdu. Sonra bakışlarını benden çekti ve bakışları ben hariç etrafta uzun süre oyalandı. Bana bakmadan kısa bir süre olduğu yerde durdu .
"Ne oldu sana böyle?" diye sordum kafam karışmış bir halde. Ama Ahrar beni duymazdan geldi ve olduğu yerden doğrulup hızlı adımlarla olduğum yeri terk etti. Kimeydi bu öfkesi Ahrar 'ın, bana yoksa kendisine mi? Bu son iki haftadır ve bugün bu hali ve tavırları kafamı karıştırıp duruyordu. Bir şeyler vardı? Ve bu şeyler ne onun hoşuna giden bir şeydi nede benim hoşuma gidecek bir şeye benziyordu. Ahrar yanımdan uzaklaşıp gittikten sonra ondan bakışlarımı çekip önüme döndüm.
Sanki terk edilmiştim. Ama şimdi değil en başından beri. En başından beri... Ve sanki bir şeyler vardı. Hoşlanmayacağım. Canımı yakacak kadar acı dolu bir şeyler. Ve bu bana hiç uzak gelmiyordu. Kolye sunduğu güçlerle daha olmadan, olabilecek olan şeyleri hissettiriyordu. Ve bu sefer içimde bir şeyler sıkıntının ve kaosun çok yakında olduğunu fısıldayıp duruyordu. Olduğum yerde daha fazla durmadan bende odama doğru ilerledim.
Ahrar 'ın bu ani çıkışlarının bir sebebi olmalıydı. Ahrar 'ın bu tepkileri hiç normal değildi. Bana bu denli kaba ve yargılayıcı davranmasının bir sebebi olmalı ki? Olduğunu biliyorum. Öğrenmeliyim. Peki nasıl? Sıkıntılı bir nefes alıp bahçe kapısından içeri girdim. Geldiğim yolu geri yürümeye başladım.
Birazdan hava aydınlanırdı. Odaya gidince uyumayacağımı biliyorum. Biraz uzanır güneşin doğmasını beklerdim. Sonra hazırlanıp aşağı iner, bizimkilerle zaman geçirirdim. Belki de Ahrar bana karşı olan tavrının yanlış olduğuna kanaat getirip özür dilemeye gelirdi Belki tabii. Eğer gelirse son zamanlarda nesne böyle olduğunu soracaktım.
Çünkü ya benim tanıdığım ya da tanıdığımı sandığım Ahrar bu değildi. Ya da ben anlamamıştım gerçek kimliğini. Belki de kendini benim yanımda kısıtlıyor, daha uzlaşımcı olmaya çalışıyorda olabilirdi. Ve ben belki de bunu yeni yeni fark ediyordum. Bunu aramızda halletmemiz lazım. Yoksa ya o beni kırmaya devam edecekti ya da ben onu kısıtlamaya devam edecektim. Her ikisi de bize zarar verecekti. Ve bu bizi yıpratacaktı. Birbirimize zararlı faaliyetlerde bile bulunabilirdik.
Merdivenlerden odamın olduğu kata gelince yavaşça çaprazımda duran kapıya doğru ilerledim. Kapının önüne gelince kapıyı açıp içeri girdim. Odada kısaca göz gezdirdim. Dağınık olan yatağın zihnimden bir farkı yoktu. Oda kapkaranlıktı aynı zihnim gibi. Pencereyi açıp dışarı çıktığım için oda sıcaklığını yitirmişti. Pencereye doğru gidip kapatmak istedim camı. Pencerenin kolunu tutup tam kapatacağım anda dışarıda olan hareketlilik dikkatimi çekti.
Çünkü Ahrar benden sonra tekrar bahçede bulunan koltuğa geri gelmişti. Ne yani orada bir yerde durmuş benim gitmemi mi beklemişti? Bu kadar mı yanımda bulunmaktan rahatsız olmuştu? O an kalbimde sızı gösteren acıyı görmezden geldim ve son kez Ahrar 'a bakıp pencerenin önünden ayrıldım. Şimdi rahat rahat orada oturabilirdi. Onu rahatsız etmeyecektim. Yatağa doğru ilerledim. Kendimi sırt üstü yatağa atarak bakışlarımı karanlık tavana çevirdim. Az önceki gördüklerim çok kötü hissetmeme sebep olmuştu.
Sabah olmuş ama ben gözümü kırpmadan olduğum yerde durmuş, öylece tavanı izlemeye devam ediyordum. Herkes şu an çoktan uyanmış ve aşağı kahvaltı için inmiş olmalı. Victoria odamın kapısını çalıp hazırlanmamı istemişti. Ona sakin bir sesle tamam diyerek isteksizce cevap vermiştim ama belki de sesimi ona ulaştırmamıştım.
Beni duymuş olup olmadığını bilmiyorum ama odanın kapısını önünden ayrılmasını sağlamıştım. Belki de uyuduğumu düşünmüştü. Victoria gittikten sonra bile olduğum yerde hareket etmemiş, tavana sabitlemiş olduğum bakışlarımı olduğu yerden ayırmamıştım. Kahvaltıyı etmiş olmalılardı. Victoria ikinci kez beni çağırmayınca anlamıştım. Belki de inmek istemediğimi anlamış olmalılar. Belki de Tarsis Kralı herkese geç uyuduğumu söylemiş olmalı. Bilmiyorum ama beni bir daha kimse rahatsız etmemişti.
Sonra nasıl oldu bilmiyorum ama gözlerimi açtığımda uzandığım yerde cenin pozisyonunda uyanırken bulmuştum. Odaya biri girmiş olmalı çünkü üzerime bir örtü örtmüştü. Üzerimde olan örtüyü kaldırıp yataktan doğruldum. Odada bulunan banyoya doğru ilerledim.
Banyodan çıktıktan sonra üzerimi değiştirip odadan ayrılmıştım. Kule çok sessizdi. Koridorda ilerlerken herhangi bir çalışana rastlamadım. Bu duruma şaşırarak merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Zemin kata ulaştığım anda koridorun sonundaki odanın kapısının açılma sesini duyunca başımı o yöne çevirdim.
Çevirir çevirmez Tarsis Kralını çalışma odasından çıkarken gördüm. İlk an beni fark etmeden bakışları yerdeyken ilerliyordu. Sonra bakışları etrafı kolaçan edince beni fark etti. Adımları yavaşladı. Baştan aşağı beni inceledikten sonra olduğum tarafa doğru ilerleyip tam karşımda duracak şekilde bana doğru ilerledi. Adımları birkaç adım kala duraksadı.
"Uyanmışsın Prenses."diye sorarcasına konuşunca evet anlamında başımı salladım." Geç uyumuş olmalısın. "diyince bir şey diyemedim. Oda sadece baktı cevap vermeyişime.
" Süreyya hanım ve diğerleri gittiler. Sadece Victoria burada kaldı. Senin uyanmanı bekledi. "diye açıklama yapınca tam tahmin ettiğim gelişmişti. Bende bunu tahmin etmiştim zaten.
" Peki ben bir Kiran ve Victoria 'ya bakayım neredeler?"diyince bana onların bahçede olduklarını söyledi. Teşekkür ederek yanından ilerledim. Tarsis kralıysa önemli değil dercesine başını sallayıp yanımdan ayrılıp gitti. Bende hemen olduğum yerde beklemeden ön bahçeye doğru ilerledim.
Hâlâ nasıl uyuya kaldım inanmıyorum? Ön bahçeye çıkınca Victoria ve Kiran 'ı satranç oynarken bulmuştum. Onlar kendini oyuna kaptırmış bir şekilde oynarken ben yanlarına giderek varlığımı belli ettim. Victoria bakışlarını önünde duran taşlardan çekip bana baktı.
"Uyuyan Prenses' te uyanmış." diye Victoria keyifle konuşunca ona burun kıvırmış, hemen koltuğun boş olan kısmına geçip oturmuştum. Kiran elinde tuttu satranç taşını istediği yere bıraktıktan sonra bana bakmış ve tünaydın demişti. Ona gülümserken sırtımı koltuğa rahatça yaslamıştım.
"Gece uyumadın mı sen?" diye soran Victoria'ya hayır anlamında başını salladım. Neden uyumadığımı anlamak istercesine baktı.
" Hayır uyudum ama gördüğüm bir rüya beni uykudan uyandırdı ." diye keyifsiz bir sesle konuşup cevap verdim. Hım dedi ve elinde tuttuğu piyonu oynayıp Kiran 'ı hamlesiyle alt etti.
"Sık sık geceleri kabus benzeri rüya mı görüyorsun Emira?" diye merakla soru soran Kiran' a kısaca baktım. Ne diyeceğimi bilemedim o an. Yersiz yere beni için endişelenmelerini de istemiyorum ama daha fazla her şeyi saklamak da istemiyorum.
"Evet görüyorum." diye cevap verince ikisi de satranç oynamayı bırakıp bana baktılar çünkü cümlemin devamı olduğunu belli ettim ifademle. "Geceleri buraya geldiğimden beri huzursuz uykular çekiyorum. Ve ilk zamanlar çok zor olsa da alıştım." diyince Victoria bir şey diyecekken yüz ifademi görünce söylemekten vazgeçti. Çünkü şimdi neler gördüğümü söylemeyeceğimi net bir şekilde ifade ettim yüz ifademle.
" Peki senin için bir şeyler yapabilir miyiz? "diye soran Kiran 'a bilmem dercesine baktım. Çünkü bilsem bunu çoktan yapardım. Cevabını alınca huzursuz oldu. Çünkü bu halde olmamı ve böyle devam etmemi istemiyordu.
" Sıkma canını. "diyince üzgün ifadesi silindi yüzünden ama ifadesinde hâlâ elinden bir şey gelemediğinden ötürü hafif bir kızgınlık vardı." Bunun için çabalıyorum ve beni bilirsin tuttuğunu koparan biriyim. Bunu da halledeceğim. İnanın bana. Siz sadece her daim yanımda olun bu bana yeter. Her şey hallolur o zaman." diyince Victoria oturduğu yerden kalkıp bana doğru ilerledi. Oturduğum koltuğun kolçasına oturup bana sarıldı. Sarılışına hemen karşılık verdim. Kollarını omzuma doladıktan sonra çenesini usulca kafama yasladı.
" İyi olacaksın değil mi? "diye sorunca o an bir şey diyemedim ki. Çünkü bilmiyorum. Şu an bile aslında iyi değilim. Ahrar 'la olan son konuşmamızın etkisi hâlâ üzerimdeki etkisini korumaya devam ediyordu. Ve konuşmadan bu durumdan kurtulacak gibi değilim. Net bir açıklamaya ihtiyacım var. Ahrar yaptığı bu davranışın hesabını vermeli. Çünkü nedensiz bir tavır değildi onun bana yaptığı. Bir sebepten ötürü ve ben bunu öğrenmek istiyorum. Ama Ahrar söyler mi orasını bilmiyorum?
"Çabalıyorum." diyebildiğim anda Kiran 'ın olduğu yerde hareketlenip yanımıza geldiğini gördüm. Oda ikimize sarıldığında bu halimize güldüm. Ben gülünce onlarda gülmeye başladı.
"Sizinle kötü halde olsam dahi , varlığınız o an bana o kadar iyi geliyor ki, melankolik halimden istemesem de kuruluyorum. İyi ki varsınız. Sizi çok seviyorum şapşallar." diyince Victoria sızlandı.
"Ben mi şapşalım? Hiçte bir kere! Gayet zeki, başarılı ve mükemmel biriyim." diye kendini övünce anında ona gözlerimi devirdim. Bu hareketimi görünce yalandan sinirli bir bakış attı.
"Yalan mı söylüyorum sana! Dediklerimin hepsi doğru bir kere! Değil mi Kiran? " diye sorunca Kiran anında uslu bir çocuk edasıyla kafasını salladı. Victoria kollarını bedenimden çekince Kiran 'da çekmek zorunda kaldı.
"Bak gör oda kabul etti." diyince Victoria hemen sağ elimi çenemin altına yerleştirdim.
"Seni kırmamak için demiştir." diyince anında Victoria bakışlarını Kiran' a çevirince hemen Kiran 'ı kurtardım onun azabından.
"Gitme Kiran' ın üzerine. Tamam dediğin gibi olsun." diyince Victoria şımarık bir edayla saçlarını omzunun gerisine attı. Ve havalı bir edayla gülümsedi . İki elini yavaşça çenesinin altına yerleştirip gözlerini kapatarak bana öpücük attı. Kiran 'la aynı anda onun bu haline başımızı iki yana kınarcasına salladık.
Victoria şüphesiz övgüye gelmiyor anında havalara giriyor.
"Havalara bak havalara!" diye aksi bir sesle konuşunca hıh diyerek omuz silkti bu sefer bu halime. "Daha az önce öpücük atıyordun hanımefendi?" diye sorunca oturduğu yerden kalkıp eski yerine geçti.
"O sen beni dalgaya almadan önceydi hanımefendi. Şimdi yok sana öpücük." diye sahte bir alınganlıkla konuşunca onun inadına bu sefer ben ona öpücük atınca. İstemez diyerek omuz silkince içten bir kahkaha attım. Dayanamadığı için anında yelkenleri suya indirdi ve yüzündeki alınganlık yok oldu. Ve o da gülmeye başladı.
Kiran ise bu halimizi büyük bir zevkle izledi.
"Az önceye kadar küstün benle?" diye sorunca elinde duran bardaktan bir yudum su içti.
"Dediğin gibi az önce. Şu an değil! Hem ben senin gibi de değilim anında yumuşuyorum bir kere." dediğinde bu halini sevimli bulduğum için ona göz kırptım.
Bu son konuşmamızdan sonra biraz daha Kiran 'la vakit geçirdikten sonra kuleye dönme kararı vermiştik. Açmış olduğum poratalla Tarisis topraklarından bizim kuleye dönmüştük.
𓆩 ༺☆༻ 𓆪
Kuleye geldiğimizde kendimizi zemin katın girişinde bulmuştuk.
"Neyseki yanlış bir yerde değiliz." diye kinayeyle konuşan Victoria 'ya burhanla kafa sallayıp ilerlemeye başladım. Yavaş adımlarla onu geride bırakırken koridorda ilerledim. Birkaç saniye sonra onun adım sesleri duyuldu ardımdan.
"Az önceki hareketini gördüm." diyince sessiz kaldım.
"Beni çekilmez mi buluyorsun?" diye merakla sorunca bir düşündüm.
"Sanırım hayır." dedim olağan bir şey söylercesine.
"Ah ben aynı şeyi söylemeyeceğim ama." diye açık açık düşüncesini söylediğinde hiç dediklerini dikkate almadım.
"Az önce ne dediğimi duydun mu?" diye sorunca evet anlımda başımı sallayarak cevap verdim.
"Bir şey demeyecek misin?" diye sorunca ne diyeceğimi merakla beklerken.
"Beni çekilmez buluyorsan seni yanımda zorla tutmuyorum gidebilirsin." diye rahatlıkla konuşunca bu sözümü duyunca yeri dövercesine yürümeyelim başladı.
"Biliyor musun Emira bazen çok umursamaz oluyorsun ve bu sinirimi bozuyor!İnsanı tepkiler vermeni talep ediyorum?" diye emir verir gibi konuşunca adım atmayı bırakıtım ve omzumun gerisinden ona baktım.
"Tepinip durma!" diye sert bir şekilde konuştuğum anda bu ciddiyetim yüz ifadesinin kasılmasına sebep oldu. "İstediğin oldu mu?" diye sorunca anladı ilk cümlemi rol gereği söylediğimi. Başımı önüme çevirdim ve ilerlemeye devam ettim.
"Gerçekten çekilmez birisin." diye arkamdan bağırıp durdu.
"Az önceki söylediklerim hâlâ geçerli." der demez sözlerime şu an bana katlanamadığını belli eden bir tınıyla konuştu. Neredeyse bağırdı bile diyebilirim.
"Sus seni kahrolası yaratık," diyince üzerime almadım dediklerini. Hem ben bir varlığım yaratık değil. Onunla bunun münakaşasını yapardım ama şu an küplere bindiği için susmayı tercih ettim. Onu daha fazla kızdırmak istemedim. Ne kadar düşüncelisin biriyim. Değerimi bilmiyor ki? Konuşmayıp, sustuğumu görünce sadece arkamdan söylene söylene beni takip ederek, arka bahçeye çıkan kapıya doğru ilerledi.
Ara sıra bıkkınlıkla nefes alıp verdiğini duyuyordum. Birde kendini benim yerime koysaydı ve kendisini bir gözlemleme şansı olsaydı o zaman ne diyebilirdi kendisine?
Bahçeye geldiğimizde adım atamayı bırakıp boş olan bir çardak aradım biraz gezindikten sonra biraz ileride bizimkilerin olduğu çardağı fark edince oraya doğru ilerledim. Benim hemen arkamdan Victoria beni takip ediyordu.
"Sana sesleniyorum Emira?" diyince Victoria adımlarımı yavaşlatmak zorunda kaldım ve bana yetişmesini bekledim.
"Sana kızgınım." diye somurtunca daha fazla dayanamadım ve sağ elimi beline yerleştirdiğim gibi yanağına küçük bir buse kondurdum.
"Şimdi geçti mi kızgınlığın?" diyince anında bu hareketimle yumuşadığı için evet anlamda başını salladı.
"Affedildiniz Majesteleri." diyince bu sözüne kısaca başımı salladım. Belinden elimi çekip ilerlemeye devam ettim.
"Akıllanmazsın sen." dedim ve bizimkilerin olduğu yere hızlı adımlarla gitmeye başlayınca Victoria bana yetişmek için adımlarını hızlandırdı. Ayağına olan topuklu ayakkabı ona zorluk çıkarıyordu, çimenlik üzerinde yürümesi konusunda. Ona yardımcı olmak için elimi uzattım. Victoria 'nın bakışları elime indi ve elini uzattı tutmak için.
O an bir yankılanma duydu zihnim. Ama öncesinde bize seslenen Varisler ve Dennis' in sesini duydu kulaklarım. Onlara bakacağım anda Victoria 'nın eli elimle buluştuğu anda yer ayaklarımdan kayar gibi oldu. Etrafımda olan sesler sustu. Bir yankı haline geldi. Fısıltıların etrafımda gezdiğini ve zihnime sızmak istediğini hissettim. Sonra o anda Victoria' yla birlikte olduğumuz yerden derinliklere doğru hızla düşmeye başladık. Ne oldu birden? En son bahçede yürüyerek Varisler ve Dennis 'in yanına doğru ilerliyorduk.
Hızla sonunu görmediğim bir şeyin derinliklerine doğru düşüyordum.
O an gerçeği fark edince yüksek sesle bağırmaya başladım düşerken. Çığlığım benden uzaklaşıp etrafımda olan boşlukta yankılanıyor ve ardından kulaklarıma ulaşıyordu. Hâlâ düşerken Victoria 'yla birlikte çığlık çığlığa bağırıyor olduğumuz yeri sesimizle inletiyorduk.
En son Victoria avaz avaz Emira bir şey yap diye bağırıyorken birden düşme hızımız azaldı ve sert bir düşüşle yere çakıldık. Düştüğüm sert zemin yüzünden iki dizimde şimdiden acımış ve kanamaya başlamış olmalı. Ellerimin avuçlarını saymıyorum.
Sinirle gözlerimi yumdum. Eğer bu da onların oyunuysa göstereceğim onlara bizimle oyun oynamayı. İnsan bari düşürmeden yapar! Bir yere gitmek sıkıntı değil ama bu düşme olayı canımı sıkıyor. Düşmeden de olabilir mi bu geçişler? Olduğum yerde sızlana sızlana doğruldum ve yavaşça ayaklarımın üstünde durdum. Tozlanmış üstümü temizlerken avucumda olan yaraya dikkat ederek, etrafıma bakındım Victoria 'ya aramak için. Çünkü sesi soluğu çıkmıyordu. Ben Victoria her türlü yerde bulmayı beklerken Victoria biraz ileride olan taşın üstüne çıkmış aşağı doğru bakıyordu. Bu kız nereye bakıyor?
"Victoria..." diye onu çağırdığım anda oralı olmadı ve aşağı bakmaya devam ettiği için bende olduğum yerde ona doğru ilerlemeye başladım.
Düştüğümüz yer bir mağaraydı. Geniş kocaman bir mağara ama bu mağara sanki yıllar öncesinden içerisinde bir uygarlığa ev sahipliği yapmıştı. Burasınım içerisi hem bir mağarayı yansıtıyordu hemde bir kule. Yerin altına mağara içerisinde inşaa edilmiş bir kule.
Mağara bizim düştüğümüz boşluk sayesinde aydınlanıyordu. Ama bu boşluk bence bizim düşündüğümüz gibi bir boşluk değildi. Bence büyüyle korunuyordu. Peki bizi buraya getiren etken ne? Onu anlamıyorum. Çünkü şimdilik bunu yapan bizimkiler değildi orasını anladım. Hemen Victoria 'nın olduğu tarafa doğru hâlâ ilerlerken Victoria eliyle ağzını kapatıp bana baktı. Ona ne var dercesine baktım. Ellerini ağzından çekti ve sessiz olmam için işaret parmağını dudaklarına yasladı.
Neden sessiz olmamı istediğini anlamadım? Hızlı adımlarla ona yaklaşıp baktığı yere bakmak için taşın üzerine çıkıp aşağı doğru baktım. Ama bakmaz olaydım. Anında başımı onun olduğu tarafa çevirdim.
"Yanlış gördüğümü söyle?" diye fısıltıyla konuşunca hayır anlamında başını iki yana salladı. Lanet olsun ama hayatın bize garezi var ben artık bundan eminim arkadaş!
"Ölmek bile daha az sancılı olur bu durumun yanında. Yanarak ölmek isteyen bir tarafım mı var? "dedim son cümlemi yukarıya bakıp söylerken. Victoria bu halimi görünce daha çok telaşlandı.
" Ne yapacağız? "dediğinde tekrar aşağı baktım ona cevap vermeden. Ne bileyim ki? Aşağı baktığımda hâlâ uyumaya devam eden devasa çift başlı ejderhaya baktım. Bunlar beni ve Victoria 'yı uyanırsa diri diri yakarlar ve biz daha kıpırdamadan mevta olur gideriz. Anlamadığım nokta biz neden buradayız? Yani burada bulunmak bana ve Victoria' ya ne kazandıracak mesela onu merak ediyorum? Biri bana bir açıklama yapabilir mi?
Hâlâ başımı eğmiş ejderhaya yani ejderhalara demek isterim bakıyorum. Şu an bu kule benzeri mağaranın aşağısında uyuyor haldeler. Neredeyse alt kulenin tüm genişliğini daraltacak kadar büyük bir vücuda sahip olan bu iki başlı ejderha simsiyah renkte. Ve bu ejderhanın etrafında aynalar mevcut halde.
Sayamayacağım kadar yukarıdan aşağıya asılı olan aynanın içerisinde uyuyorlar. Anlamıyorum ayna ne alaka yani kalkıp kendilerine mi bakıp duruyorlar? Aşağısında başka ne var diye bakınca tam bu büyük iki başlı ejderhanın hemen arkasında bir kapı gördüm. Kapı acaba nereye açılıyordu? Ve bulunduğum noktadan aşağı inen basamakları görünce geriye doğru adımladım. Aklı olan aşağı inmez. Canıma susamadım daha!
Geriye doğru çekilip başımı Victoria 'ya doğru çevirdim.
"Victoria -" dedim yüksek gelen sesimi daha da kısarak konuşmaya devam ettim. "Burada çıkmak için iki seçenek var." dedim ve önce az önce düştüğümüz yeri gösterdim. Birde bakışlarımı aşağı işaret ederek seçenekleri ona sundum.
"Hangisi daha tehlikeli sen karar ver. Yanarak ölmek mi? Yoksa düşe düşe ejderhalara uyandırıp yanarak ölmek mi? Çünkü buradan öyle kolayca yukarı çıkacağımızı düşünmüyorum ve büyü veya portala başvur deme denedim. Burada her ne varsa bir büyü bizim güçlerimizi kullanmamızı engelliyor. Ya yukarı tırmanacağız ya da aşağı inip sessizce bu ejderhaların yanından geçeceğiz. Başka seçeneğimiz yok şimdilik. "diyerek olan biten her şeyi önüne sundum.
Victoria dediklerimi duyduktan sonra sesli bir şekilde yutkunurken bir buraya geldiğimiz boşluğa birde aşağı baktı.
" Ben hâlâ neden burada olduğumuzu anlamıyorum?"diyince ona bilmem dercesine baktım. Ben bu dahil etrafımda olan hiçbir şeyi anlamıyorum ki?
" Şimdi bunu düşmenin zamanı değil. Ben aşağı inmeyi düşünüyorum ilk anda saçma buldum ama yukarısı bence ikinci seçenek değil hatta seçenek bile değil. Beraber dikkat ederek buradan aşağı inip az önce gördüğüm kapıya ulaşmayı deneyeceğiz. Ama çok dikkatli olmalıyız bence aşağısında bizi bekleyen tehlikeli bir şey olduğunu hissediyorum. "dediğimde Victoria kararsızca bir bana bir de aşağı baktı. Ama başka çaremiz olmadığını anlayınca peki anlamında başını salladı ve ona uzattığım eli tuttu.
Yavaş aşağı inen merdivenlere doğru yöneldik. Basamakların olduğu kısma gelince ayakkabılarımızı çıkarmaya başladık. Herhangi bir küçük ses bile bizi riske atardı.
" Çok sessiz olmalıyız tamam mı? "diyince tamam dercesine başını salladı. Gerginlikten konuşamıyordu. Ondan bit farkım yoktu ama birimiz dizginleri eline almalıydı.
Merdivenlerin olduğu kısma geldiğimiz anda aşağı tekrar baktıktan sonra derin bir nefes alıp ilk basamağı inmeye başladım. Diğer basmağa geçince ardımdan Victoria 'da inmeye başladı. Basamakları kontrol edince sağlam olduğunu gördüm. Birde düşüp ses çıkarmak istemiyordum. Yoksa şu an uyuyan ejderhalar uyana bilirdi. Anlamadığım bir diğer nokta biz aşağı düşerken çığlık atmıştık ama hiç bu çığlık sesimizi duymamış mıydılar?
Yavaşça teker teker basamakları inmeye başladık. Uzun bir süre böyle devam edecek gibiydi. Çünkü aşağısı epey bir derinliğe sahipti. Yavaşça inmeye devam ettik. Önümüzdeki merdivenlerin basamağını inmeyi bitirince sağa dönüp diğer merdivenlerden inmeye başladık. Sağlı sollu merdivenlerden ine ine ancak aşağı inebilirdik.
Bu da bizim için büyük bir süre sonra aşağı ineceğimizi gösteriyordu. Önümde duran basamağın kırk olduğunu fark edince endişelendim. Birden bir hisse kapıldım. Sanki az önceye kadar beni terk etmiş güçlerim şimdi aktif hale gelmiş gibiydi. Anında bir hareketle önümde duran basamağı kırık halinden yeni bir basmağa çevirince mutluluk içerisinde Victoria 'ya baktım. Onun bakışları az önce değiştirmiş olduğum basamaktaydı.
"O zaman portal aç ve buradan gidelim." diyince tamam dercesine başımı salladım. Tam portal açıp buradan gideceğim an bir fısıltı duydum. Ama bunu ben tek duymadım. Neden mi Victoria bu fısıltıyı duyduğunda bakışını etrafta gezdirdi ve nereden geldiğini anlamaya çalıştı.
"Kaçma prenses burada bulacağın şey ileride işine yarayacak olan bir şey, onu bul ve al. Ondan sonra burayı terk et."
Diyen fısıltıyı duyunca bakışlarım Victoria 'ya çevrildi. O her ne kadar bu sesi tanımasada ben bu sesin kime ait olduğunu biliyordum .
Dehliz... Ses ona aitti. Peki neden benim uğraşıp almamı istediği o şeyi, bana vermiyor da almamı istiyordu? Bana göre daha kolay alırdı o şeyi.
"Victoria sen açacağım portalla geri dön ben o şeyi aramaya başlayacağım." dediğimde Victoria hayır anlamında başını salladı.
"Sen gelmeden gitmem. Ya berber gideriz ya da beraber ararız. Seçimini yap? Hem emin miyiz bu fısıltının bize doğruyu söylediğine?" dedi doğru karar verip vermediğimi sorgularcasına.
"Evet bu fısıltı kime ait biliyorum ve güvendiğim birine ait. Yani doğru dediği şey. Onu bulur bulmaz burayı terk edeceğiz Victoria. Onun için dikkatli olacağız." diye konuşunca benimle gelmesine izin verdiğimi anlayınca tamam dedi.
"Emira her şeyi anladım da bu sarkıtılan aynalar neyin nesi?" diyince Victoria, indiğim basmaktan bakışlarımı çekip sarkan aynalara baktım. Sayamayacağım kadar ayna vardı. Ve nedense hiç iyiye alamet gibi gözükmüyordu. Bunların burada olmasının bir sebebi olmalı ve iyi olmadığı aşikâr.
" Aşağı indiğimizde anlarız. Ama Victoria lütfen dikkatli ol. Herhangi bir hatamız bizi ipe götürür. Çünkü ejderhalar uyanırsa o an ne yapabiliriz bilmiyorum." dedim ve ona doğru temkinli bir adımla döndüm. Bir basmak yukarıda durmuş bana bakıyor, dediklerimi dinliyordu. Benim gibi olan mavi harelerindeki o korkuyu görmemek elde değildi. Derin bir nefes alıp söyleyeceklerime devam ettim.
" Kolyem ne kadar karşı koyar onu da bilmiyorum." dedim o anda boynuma giden elime. Kolyeye parmaklarımla dokunmuş onun varlığından güç alırcasına ona tutunmuştum. "Aklımda bir şey var ama ejderhanın büyüklüğü yüzünden etki eder mi onu da bilmiyorum." dedim emin olmadığım için. Çünkü ile yarayıp yaramadığını bir sorun ortaya çıktığı anda anlayacaktım. "Onun için bilmediğim bu sorunlar için lütfen bizi zora sokacak bir şey yapma. Bu sadece senin için değil benim için de geçerli." dedim ve eline uzanıp avucumun arasına aldım sol elini sağ elimle. Sımsıkı tutup beni anlamasını ve dediklerimden dolayı yanlış bir düşünceye kapılmaması için.
" Elimden geldiğince sessiz olmaya çalışıyorum. Sesimizi kısabildiğimiz kadar kısalım. Aşağı inince sesimiz belki yankı yapar diye zihin bağından konuşalım olur mu?" diye sorunca yanıt beklerken hızlı hızlı başını salladı aşağı yukarı.
"Peki o halde devam edelim inmeye." dedim ve önüme dönerken dikkat ederek dönmüş ve geriye kalan basamakları yavaşça inmeye başlamıştım. Daha yolun yarısını ancak kat edebilmiştik. Yavaşça ve temkinli indiğimiz için bu zaman alıyordu. Ama önemli olan sorunu berberimizde getirmemek gerisini halledebiliriz.
Sonunda son merdivenlerin basamağını inince ejderhaların üzerinde uyuduğu zemine ayak basmıştık. Bakışlarım önce tam üzerimizde duran aynalara çevrildi. Hepsi olduğu yerde kıpırdamadan asılı duruyordu. Ve şu an hepsi sanki içerisinde bir pus varmış gibi duruyordu. Kendi yansımamızı orada görmüyorduk. Bakışlarımı aynalardan çekip biraz ileride uyumakta olan ejderhalara çevrildi. Kocaman kafaları yere yaslı bir şekilde uyuyordular alıp verdikleri her nefes burada olan şeylerin kıpırdamasına sebep oluyordu.
Örneğin üzerimizde duran kıyafetlerin ve uçuşan saçlarımızın. Bakışlarım bu sefer onların devasa kanatlarına çevrildi. Simsiyah olan parlak pulları olan kanatları neredeyse onları içerisinde saklayacak kadar genişliğe ve uzunluğa sahipti. Kanatlarının yarısı bedenlerinin üzerindeyken diğer yarısı yere serilmiş vaziyetteydi. Bakışlarım kanatlarından ayaklarına kaydı. Bacaklarını bedeninin altına saklamışlardı ama ayakları ve uzun keskin pençeleri gözler önündeydi. Pençeleri o kadar uzundu ki bir insan boyutundaydı. Bu devasa ejderhaları hiç daha önce duymamıştım.
Yanıma gelip sol elini koluma yaslayarak karşısında olsan ejderhalara kokuyla bakan Victoria 'ya baktım. Tam konuşacağı anda tek kaşımı sakın konuşma dercesine yukarı kaldırıp indirdim.
"Emira şimdi ne yapacağız?" diye sorunca ondan çektiğim bakışlarımı tam siyah ejderhaların arkasında olan kapıya doğru çevirdim. Victoria nereye baktığımı anlamaya çalışırken sonunda ejderhaların arkasında duran kapıyı fark etti.
"O kapıya ulaşmamız lazım. Ama sessizce. Uyandırmadan ejderhaları. Yoksa büyük bir hengamede kendimizi buluruz." diyince peki dedi ve yavaşça ejderhalara doğru ilerlemiştik.
"Onların varlığından haberdar mıydın?" diye sorunca Victoria 'ya zihnin bağında söylediklerimi onaylayan bir mırıltı duyunca bakışlarımı ona çevirdim.
Victoria önüne bakarak sorumu cevapladı.
"Bu ejderhalar eski zamanlara dayanır. Bolivya ejderhaları. Türlerinin tek korkutucu örnekleri." dedi ve adım atmayı bırakıp bana baktı. "Yıllardır yok olduklarını düşünmüştük ama meğer yaşıyorlarmış. Ve derin bir uykudalar. Sanırım bir lanetle burada tutuluyor olmalılar. Eskiden çok felaketlere sebep oldular. He yeri yakıp yıkarlardı. Bu iki ejderhayı durdurmaya çalışan onlarca insan oldu ama hepsini sonu ölümle bitti. Sonra birden yok oldular. Herkes öldüklerini düşündüler ama hayır şu an anladım ki bir büyü ile uyutuluyorlar. "
Victoria merak ettiğim her şeyi açığa dökünce o an şunu fark ettim. Bu büyüyü yapan kimdi? Dehliz olabilir miydi? Bunu ona soracaktım uygun bir zamanda. Daha fazla vakit kaybetmeden yavaşça ilerlemeye devam ettik.
Sonra birden bir şey oldu aynalar puslu halden başka bir hale geçti. Onca asılı duran ayna içerisinde sayamadığım kadar insan sureti belirdi.
"Öldürdükleri insanların ruhu aynalarda saklı." diye bir fısıltı duydum.
Bu fısıltıyı duyar duymaz etrafıma baktım. Bunu söyleyen Dehliz değildi. Bir kadın sesiydi ve ince naif bir sesti. Kime aitti bu ses? Aynaların içerisinde olan insanlar oldukları yerde bizlere bakıyordular. Bazıları konuşuyordu. Ama sesleri bize ulaşamıyordu. Zihin bağından Victoria 'ya seslendim ve gitmemiz gerektiğini söyledim. Biz hareket ettikçe ayna içerisinde olan inanlar hapsoldukları ayna içerisinde nedense bir anda çıldırmış gibi hareket etmeye başladılar. Hatta bazıları elleriyle beraber aynaya vurup duruyordu.
"Hemen gidelim Victoria çünkü içimden bir ses biraz sonra burası kıyamet yeri olacak diyor." dediğimde Victoria beni onayladı ve olduğumuz yerde sessiz ama hızlı adımlarla ilerlemeye başladık.
Ara sıra bakışlarım aynadaki insanlara çevrilince hâlâ elleriyle vurup duyuyordular aynalara. Hatta bazı aynalardan ufak tefek sesler duyuluyordu. Bir kırılmanın öncesindeki çatırdamaydı bu ses. Hemen Victoria 'nın koluna yapıştım gibi onu önümde duran ejderhanın sol kanadına doğru yönlendirdim. Kanadın altında küçük bir boşluk vardı ve biz orada geçebilirdik. Adımlarım ileriye yönelikti ama bakışlarım çıldırmış gibi aynalara vuran insanlara kayıp duruyordu.
Yavaşça çatırdama sesi duyulunca aklıma gelen şeyin gerçekleştiğini anladım. Aynaları kıracaklardı ve biz onlardan önce davranıp kapıya ulaşmak zorundaydık. Sonunda ejderhanın kanadının yanına ulaşınca hemen altına girip ilerlemeye başladık.
Girdiğimiz anda etrafta kırılma sesleri ve bu kırılan aynaların parçalarının yere düşme sesini duyduk.
"Emira!" diye korkuyla zihnimde ismimi seslenen Victoria daha hızlı çekmeye başladım.
"Acele et! Yakalanmamalıyız!" dedim ve artık gürültüler çoğaldığı için koşmaya başladım.
Siyah geniş kanadın altından geçince önümüz yavaşça karanlık olmaya başladı. Biz hâlâ ilerlerken gürültüler artık aldı gitti başını. Kanadının altında koşuşturup durduğumuz ejderhanın bedeni usulca kıpırdayınca, aldığım nefes boğazıma takıldı. Daha yaklaşmamıştık gideceğimiz yere. Artık atağa geçme zamanı olunca Victoria koş diye bağırdım. Çünkü üzerimizde duran ejderhanın olduğu yerden doğrulamaya başlamasıyla, çok geç kaldığımızı anladım.
Kapı hâlâ uzak mesafedeydi. Ejderha uzandığı yerden kalktı ve o kalkınca kanadı yukarı hızla yükseldi. Ve kanadın yerden yükselmesi bize büyük bir etkisi oldu. Ufak çaplı bir fırtına bizi olduğumuz yerden ileriye doğru hızla savurdu . Kanadını kaldırınca bedenlerimizin kaldıramayacağı rüzgar etkisi bizde büyük etki yarattı. Hızla yere savrulunca yüz üstü zemine yapıştım. Ama durmanın zamanı değildi ve olduğum yerden doğrulup Victoria 'nın yanına giderek kalkmasına yardımcı oldum.
Victoria' yı kaldırdığımda ejderhanın bu gürültülerin sebebini aradığını fark ettim. Hâlâ bizi fark etmemişlerdi. İki kafa bir sağa bir sola bakarak buna sebep olan nedeni arayıp duruyorlardı. Yavaşça geriye doğru gitmeye başladık. Ara sıra arkama bakıp herhangi bir engel olup olmadığını görmeye çalıştım.
Önümde duran ejderha hareket edip ileriye doğru ilerleyince yer zelzele etkisiyle sallanır gibi sallandı. Her adım atışı ikimizin de olduğu yerde dengesini yitirmesini sağlıyordu. Arkama tekrar bakıp kapıya yaklaşıp yaklaşmadığımızı görmeye çalıştım. Az bir mesafe kaldığını görünce sevinçle daha hızlı ilerlemeye devam ettim.
"Son adımlarımız Victoria. Sonra kapıya ulaşacağız. Ondan sonra kapıdan geçip burayı terk edeceğiz."
Dedim umut verircesine. Çünkü onunda en az benim kadar korktuğunu hissediyorum.
"Ya bizi fark ederlerse? O zaman ne yapacağız? Ya kapı kilitliyse?"
Sorusuna o an bir şey diyemedim. Eğer öyle olursa ne yaparım o an bilemezdim.
Arkamıza o an dönüp kapıya doğru ilerledik koşar adımlarla ama sessizce. Son birkaç adım kalmıştı ulaşmak için.
Tam bir adım atacağım an birden olduğum yerde yere düştüm yerin hızla sallanması yüzünden. Buna sebep olanı öğrenmek için düştüğüm yerden arkama dönüp bakmaya başladım. Ve gördüklerim üzerimden kaynar sular dökülme etkisi yaptı. İki kocam ejderha kafası bizim olduğumuz tarafa doğru dönmüştü. Ve düşmemizi sağlayan etki ayaklarıyla yere vurup bizi düşürmeye çalışmaları yüzündendi.
Karşımdaki bize bakan parlak pullarla kaplı olan, iki kocaman kafaya baktım. Simsiyah iki başlı ejderha kırmızı gözleriyle bizlere bakıyordular. Avalarının her hareketini kaçırmamak için dikkatle bizleri izliyor, en ufak bir hareketten kaçınıyordular. Alıp verdikleri her nefes bize ulaşıp, büyük bir rüzgar etkisi yaratıyordu. "İnsanlar..."
Diye bir ses duydum etrafta. Bu sesin nereden geldiğini anlamak için etrafa bakınırken kimseyi görmemiştim.. O muydu? Konuşuyorlardı? Normal bizler gibi.
"Burada ne arıyorsunuz insancıklar?"
Bu sefer başka biri konuşunca diğerinin sorusu olduğunu anladım.
"Topraklarımızda ne işiniz var? Buraya ne amaçla geldiniz?"
Bu sefer yanıt beklercesine konuşunca cesaretimi ortaya koyup konuşmaya başladım.
"Amacımız kötü değil." dediğimde hemen ikiside yavaşça başlarını eğip bana daha yakından bakmaya başladılar. Derin bir nefes aldım sakin olmak ve sesimdeki titremeyi durdurmak için. Hâlâ bedenim korkudan zangır zangır titriyordu.
"Buraya düşerken bulduk kendimizi. Geliş yolumuzdan geri gidemedik. Ve aşağı bakınca sizleri gördük." diyince dudaklarımdan sızıp dışarıya salınan kesik nefsimin ardından devam ettim konuşmaya. "Ve sizlerde farkına varmış olmalısınız ki korktuk sizleri uyandırmaya. Onun için de yanınızdan geçip gitmek için aşağı inmeye başladık. Amacımız kötü değil. Sadece burayı terk etmek istiyoruz. Ve bu kapıyı görünce buraya geldik. Ama birden aynaların içerisinde olanlar çıldırmış gibi aynalara vurunca korktuk ve hemen buradan çıkmak için harekete geçtik. "dedim uzun uzun. İki ejderhada hiçbir şey dememişti. Ben konuşana kadar beni dinlemişlerdi.
" Doğrusunu söylemek gerekirse yalan söylemedin. Fakat bir şeyi dile getirmedin de prenses. "
Dediğinde sağımda duran ejderhaya ne demek istediğini anlamaya çalıştım. Ve beni nereden tanıyordu?
"Arkanda olan kapı çıkış kapısı değil orada sana lazım olan bir şey var onu almayı başarınca kendi kendine buradan gitmiş olacaksın. Ama ben izin verdiğim sürece."
Diye ejderha kendi amacını belli ettiğinde yanımda duran Victoria 'ya baktım. O da benim gibi tedirginlik içerisinde, ejderhanın konuşmasına devam etmesini bekliyordu.
Ama onun yerine diğeri konuştu.
" Bize aldığın şey için bir şey sunmalısın yoksa buradan yanında duran arkadaşınla öyle kolay kolay çıkamazsın."
Ejderhanın tehdidiyle beraber soluğumu tuttum ve diyeceği şeyi bekledim.
"Bana buradan bile yaydığı gücü belli eden kolyeni sun."
Dediği şeyle kaşlarım usulca çatılı hale geldi.
Alayla güldüm. Bu tavrımı ejderha burnundan soluyarak karşıladı.
"Sence kapının ardında olan o lanet şey benim şu an boynumda olan şeyden daha mı değerli benim için? Ve sen onu sana vermemi istiyorsun? Adil oynamadığın kesin." diyerek sertçe karşı çıkınca bana tepkisi iki adım geriye gitmek oldu.
"Yersiz bir cesaret." dedi bu halime bakarak.
"Olabilir ama şu var ki uğruna inandığım bir şeyi sana verecek değilim. Hele de bana ait olan bir şeyi benden bu şekilde istemen; beni tehdit ederek hemde. Sence oradan bakılınca kolay lokma olarak mı görünüyorum?" diyerek tüm cesaretimi ortaya serdim. Her koşulda ilk arzu edilen bana ait olan boynumda olan kolye oluyordu. Ama şunu bilmiyorlardı kolay kolay pes etmediğim ve her şeyden kolayca vazgeçmediğim.
" Peki sen prenses -"dedi son kelimeye baskı yaparken." bana istediğimi veremediğin için seni rahat bırakacağımı nasıl düşünürsün? "dedi biraz daha bana doğru yaklaşıp. Aramızda sayılı mesafe vardı. Birkaç adımla aramızda olan mesafeyi sıfıra indirebilirdi.
"Başka bir şey iste?" diyince olmaz dercesine hareketsiz kaldı. Yanımda duran Victoria 'ya baktım. Zihin bağından konuştum.
"Birkaç adım geriye git ve beni ikiletme!"
Dedikten sonra hemen dediğimi yaptı. Victoria yanımdan uzaklaştığı anda birkaç adım öne doğru gelerek arkadaki mesafeyi aza indirdim.
"Bir şey söylemek istiyorum." diyince ejderha söyle dedi bana üsten bakarak. "Kolyenin gücünden haberdar mısın?" diye sorunca diğer ejderha hayır dedi.
"Hım o halde size göre küçük bana göre büyük bir gösteri yapma zamanı." dedim ama beni kaale almadılar. Sanki bir sihirbazı izler gibi beni izlemeye başladılar.
"Pek bu gücü kullanmayı sevmiyorum ama size uygun bir güç." der demez hemen kolyeye emir verdim ve o anda kolyenin rengi bordo rengini aldı.
Taştan ejderhalar hep ilgimi çekmiştir. Gözlerim, saçlarım ve kolye bordo rengini alınca önce sağ ejderhaya baktım ve sonra sağ ejderhaya. Ve saniyeler içinde onların yavaşça taşlaşan bedenlerine baktım. Çünkü gözlerimin değdiği her yer taşa çevriliyordu.
Sonunda artık taşlaşmayan bir yer kalmayınca hemen anında kolyeye emir verdim ve eski halime döndüm. Hım böyle daha az korkutucu duruyordular. Ejderhalar taşa döndükten sonra derin bir nefes aldım. Şimdilik bir tehlike arz etmiyorlardı. O halde buraya gelme amacımız gerçekleştirme vakti.
Arkama bakıp Victoria bir bakış attım. Şaşkınlık taşa çevirmiş olduğum ejderhalara bakıyordu. Bunu yapacağımı tahmin etmemişti. Ama onun da en az benim kadar rahatladığını biliyorum. Ve olduğum yerden hızlı adımlarla ilerleyip yanından geçerek şu kapının ardında bizi bekleyen şeye doğru ilerlemeye başladım. Bakalım şu lanet olası kapının arkasında bizi ne bekliyordu? Doğrusu pek ümitli değilim bu konuda yine bir sorun başımıza açılacak gibiydi.
"Hadi Victoria almamız gereken lanet olası bir şey var. Hah eğer çok sevdiysen, ejderhaları burada kalabilirsin." diyince arkamdan koşuşturan adım seslerini duydum.
Birkaç adımda kapının önünde bitince hemen kapının koluna uzandım. Kilitli olduğunu tahmin etmiyordum çünkü bu iki ejderha kendine o kadar güveniyorduki, bunu düşüneceklerini zannetmiyorum. Kapının kolunu usulca aşağı indirdim ve kapıyı öne doğru itip içeri doğru adımladım.
Ve içeri girdiğimde böyle bir manzara beklemiyordum. Üzerinde durduğum zeminin sıradan bir zemin değildi. Zemin elmas tabakadan oluşuyordu. Hatta bu oda tamamen beyaz elmas hükmü altındaydı. Uzun elmastan olan duvarlara asılı olan raflarda bir sürü ağzı açık kutlu ve bu kutunun içerisinde renk renk ve çeşit çeşit elmaslar bulunuyordu. Biraz ileride bir havuz büyüklüğünde bir çukur vardı. Buranın aydınlatılması havada asılı olan mumlarla sağlanıyordu.
"Emira burası gerçek mi?" diye soran Victoria 'ya evet dedim. Burası gerçekten vardı. Uzağımda duran o derin çukura doğru ilerledim. Ama bakışlarım hâlâ etrafımda olan elmaslarda, mücevherlerde ve değerli olan diğerlerinde gezinip duruyordu. Burasının zemini üçgen bir zemini andırıyordu.
Üçgenin taban kısmında kapının girişi bulunuyordu. Ve üçgenin tam ortasında bir çukur vardı. Üçgenin uç kısmında bir koltuk. Saf altından yapılan bir koltuk. Devasa altın koltuk siyah elmaslarla süslenmişti. Ve koltuğun iki yanında duran iki küçük sandık dikkatimi çekti. Biri beyaz biri siyah renkteydi. Önümdeki çukura doğru ilerlemişken Victoria duvarlarda asılı duran raflara doğru ilerlediğinde hemen onu uyardım.
"Hiçbir şeye dokuma! Tuzak olabilir." diyince anında önünde duran raftan uzaklaştı ve benim olduğum tarafa doğru gelmeye başladı.
Sonunda çukura ulaşınca ucuna kadar gelip aşağı bakınca bu çukurun içerisinde bir siyah sıvı gördüm. Yanıma gelen Victoria benim gibi çukurun içerisinde olan sıvıya doğru baktı.
"Sence bu nedir?" diye sorunca Victoria, önümde duran bu sıvı nedir bilmediğim için sessiz kaldım.
Sıvı bir canlı gibi hareket içerisindeydi. Bakışlarım siyah sıvıdan uzaklaştı ve ilerideki iki sandığa çevrildi. Önünde durduğum bu çukurun etrafında dolanarak ona doğru ilerledim. Victoria 'da beni takip ediyordu.
"Sence hangisinin içerisindedir?" diye sorduğunda Victoria başımı ona doğru çevirdim. Bilmediğimi söyledim kısaca.
"Deneme yanılma yapma alanı değil burası! Bence hislerimize göre hareket etmek aptallık olur. Burada bir ipucu bulabilmeyi umut ediyorum." diyince Victoria onu dinlerken bir yandan sandığa doğru ilerledim. Sandığın olduğu tarafa ulaşınca tam iki sandığın ortasında durmuştum. Koltuk ise tam karşımda duruyordu.
Birkaç adım daha yaklaştığım anda koltuğu incelemeye başladım. Altın rengi ve siyah elmaslara sahip olan koltuğu baştan sona inceledim. Herhangi bir işaret bulmak için. Çünkü eğer yanlış sandığı açarsam belki de bir sorunla karşı karşıya kalabilirdik. Koltuğu dikkat ederek incelerken bana yardımcı olabilecek bir iz aradım. Geniş tek kişilik olan koltukta herhangi bir simgeye rastlamadım. Acaba koltuğun üzerine mi oturmam gerekiyor? Yani hiç oturma taraftarı da değilim.
"Emira bir şey buldum." diye yüksek sesle beni çağıran Victoria 'ya doğru döndüm ve çukurun önünde durmuş aşağı bakıyordu. Hemen ona doğru ilerleyince işaret parmağını aşağı gösterecek şekilde tutunca bakışlarım ondan aşağıdaki çukurun içerisinde olan sıvıya kaydı. Az önceki siyah sıvının içerisinde bir yazı belirtmişti.
Tam karşısına geçince yazıyı okumaya çalıştım. Yazıda şu vardı.
"İki ruh bir zihin . İki acı bir beden. İki geçmiş tek gelecek. İki yaşam tek şans. İki hata bir doğru. Bir zihnin bir yaşamı elde edişi. Bir zihnin bir yaşımı sonlandırması. Bir ruhun bin ruha karışı. İki kalbin bir bedene hapsoluşu. Bir tek söz hakkı. Bir hata bir yaşam. "
İki ruhtan kastı kolyemdeki Yezra 'dan kalan parça. İki acı iki beden bizi simgeliyor. İkimiz de acı çektik. İki acı bir bedende can buldu. İki yaşam dediği kolye iki kişinin yaşamına tanıklık etti. Yezra ve Aron. Kolyenin gerçek sahipleri. Yezra kalben inanmıştı Morte çiçeğinin varlığına ve başarmıştıda. Ve sonradan kendi yaşamını sonlandır.
Onun ruhu kolyede saklı kaldı ve kolye Aron 'a geçti ve bir ruh bir ruha karıştı. Ve şimdi Aron ve Yezra' nın ruhu boynumda taşıdığım kolyede emareleri var. İki yaşam tek şans.. Oradaki kasıt sanırım benim nasıl bir sonun yolunu çizeceğim. Evvelkiler gibi hata yapacak mıyım? Yoksa onların gittiği yoldan gitmeyip kendi yolumu inşa edip o hataları geride mi bırakacağım? Bunu soruyor. Bir tek söz hakkım var ve bu benim yaşamıma bağlı. Siyah sıvı da yazan şey beni temsil ediyor.
Bu yazıyı okuduktan sonra anlamı çözmüştüm ve biraz sonra yeni bir yazı belirdi.
" Karanlık. "
Yezra hata yapmış ve kolye karanlığın etkisiyle etrafı yok etmişti.
" Karanlık. "
Aron hata yapmış kolyeyi Esila 'ya vermiş ve o kolyeyi kötü amaçları için kullanmıştı.
" Aydınlık mı Karanlık mı? "
Burada da benim seçeneğimin nasıl şekilleneceğini soruyordu. Birinci sahip ikinci sahip ve üçüncü sahip. Ben yani. İpucu üçtü. Sayı olarak. Üç...
" Cevap üç. Ama bunun nasıl bir bağlantısı var sandıkla?"dediğimde bakışlarımı tekrar sandığa çevirdim. Ve sonra daha önce olmayan bir şey gördüm. Beyaz sandığın üzerine yeni yazılmış bir sayıyı fark ettim. Üç sayısının simsiyah renkte yazılışını.
Hemen çukurun önünden ayrıldım ve beyaz sandığa doğru ilerledim. Sandığın önüne gelince iki elimi sandığın kapağına yasladım. Yavaşça işlemeli yüzeyinde parmaklarım gezinip durdu. Anlam veremediğim birçok sembol üzerine işlenmişti. Ama en çok bu figürler tanıdık geliyordu. Bir elmas şeklinde olan 8 tane sembol yan yana dizilmiş ve diğer her sembol onun etrafında varlığıyla yer edinmiş gibiydi. Sandığın tam kapağına işlenmiş bu figürlerden bakışlarımı çekip üzerinde yazılı olan ama benim okuyamadığım tek bir cümlelik yazıda gözlerim gezinip durdu.
Ardından kapağın iki ucuna ellerimi götürerek kapağı açmaya çalıştım.
Yavaşça sandığın kapağını açtığım anda sandığın içerisinde olan yoğun ışığa maruz kaldım. Anında gözlerimi kapatıp başımı omzuma doğru eğdim. Taki ışığın etkisi yitirmesine kadar. Birkaç dakika sonra ışığın etkisi azalıp sandığın içerisindeki son ışık demeti yok olduktan sonra bakışlarım sandığın içerisine yöneldi.
Ben kutunun içerisine bakarken bana yaklaşan adım seslerini duyunca Victoria 'nın yanıma geldiğini o an anladım.
"Dikkat et Emira!" diye uyardığında peki anlamında başımı salladım. Kutunun kapağını serbest bırakıp biraz bedenimi dikleştirip sandığın içerisine baktım. Sandığın içerisinde hiç beklemediğim bir şey buldum bir kitap. Beyaz bir kumaşın içerisine koyulup muhafaza edilmiş bir kitap.
Başımı Victoria çevirdim o an.
"Nasıl yani bir kitap için mi buraya geldik? Önemli bir şey olmalı o zaman?" dediğinde bakışları kitaptayken. Bende ondan bakışlarımı çekip kitaba baktım ve kitabı ellerimin arasın almak için iki elimi sandığın içerisine yerleştirdim.
Kitaba değen parmaklarım o anda elektrik çarpmış gibi bir kıvılcımla karşı karşıya kaldı. Anında parmaklarım uzaklaştı ama tekrar dokunmak için can attı kitaba. İkinci kez dokunduğum anda aynı etki olmayınca kitabı olduğu yerden çıkarıp aldım. Ben yerde diz çökmüş otururken Victoria anında sandığın kapağını kapatıp üzerine oturup bana baktı. Yaptığı şeye baka kalırken ne var dercesine baktı.
"Sandıkla işimiz bitti. Bizim için önemli olan kitap." diyince bakışlarımı ondan çekip kitaba çevirdim. Elimde tuttuğum kitap kirlenmiş beyaz kumaşa sarılı haldeydi ama bezin uç kısımları aşınmış ve kitabın bazı kısımlarını açığa çıkarmıştı. Yavaşça beyaz kumaşı açarak kitabı içerisinden çıkarmaya çalıştım. Beyaz kumaşı açıp kitabın kendisine ulaşınca kumaşı çekip aldım ve yere bıraktım. Sonra kitabı incelemeye başladım.
Üzerinde sadece bir sembol vardı. Güneş ve Ay . İç içe geçmiş bir halde duruyordu ikisi de. Arkasına bakınca herhangi bir şey görmeyince kitabı sol elime yatırdım ve sağ elimle açmaya başladım. Kalın ciltli gri kitabın kapağını açınca ilk sayfada aynı şekilde bu sefer başka bir şekilde çizilmiş Ay ve Güneş sembolünü gördüm. Diğer sayfayı açınca boş sayfayla karşı karşıyaydım. Bu duruma şaşırdım ve Victoria 'ya baktım.
"İçi boş ama bunun?" diye sorunca Victoria elimde tuttuğum kitaba uzandı ve benden çekip alarak kitabı incelemeye başladı. Ciddiyetle kitabı inceliyordu. Herhangi bir şey bulmak için.
"Kitap büyü ile korunuyor. Büyüyü bozarak içerisinde olan bilgilere erişiriz. O zamana kadar bu kitabı muhafaza et ve artık buradan defolup gidelim. Çok bile kaldık." dediğinde Victoria, peki diyerek kitabı ondan aldım ve kolyem sayesinde onu korunaklı bir yere sakladım.
Sonrasında hemen bulduğumuz yere son kez baktıktan sonra açmış olduğum portala doğru ilerleyip içerisine doğru adımladık. Biz içeriye giriş yaptıktan sonra hemen portal arkamızdan kapandı. Açmış olduğum portaldan toplantı odasına geçiş yapmıştık. Herhangi bir düşme eylemi göstermeden. Portal kapandıktan sonra Victoria 'yla birlikte toplantı odasının kapısına doğru ilerledik.
"Bugün nelere yaşadık asla unutmam." diyince bende yaşadığımız o anı düşündüm fazla gerilimliydi.
"Victoria bu olay aramızda kalsın. Ve diğer şeylerde. Ben sana anlatacağım her şeyi en başından sadece bana biraz daha müddet ver olur mu?" dediğimde Victoria yanımdaki bedenini bana doğru çevirdi ve ilerlememi engelledi.
"Kendini açıklama yapmak zorunda olduğun hissine kapılma. Ben zaten gerçekleri senin sindirmeye başladığın anda dayanamayıp, bana söyleyeceğini biliyorum ki. Şu an cevapları arıyorsun, bulununca bana bulduğun cevapları söyleyecek ve o cevapların sebebini benden duymak isteyeceksin. Ve bende elimden geldiğince bildiğim kadarıyla sana anlatacağım. O gün gelene kadar sakin ol ve amacına ulaş. Ve lütfen olabildiğince bizi az tehlikeli yollara sürükle. "diye son cümlesinde yakınınca bu haline güldüm.
" Elimde değil ki. "diyince dudaklarını büzdü. Hafifçe gözlerini kıstı ve bakışları etrafa çevrildi sonra omuzlarını dikleştirip bana tek kaşını kaldırıp baktı.
" Olmasını sağla o halde Prenses. "dedi sahte bir kızgınlıkla. İfadesiz tutmaya çalıştığı yüz ifadesiyle bana bakınca aklıma gelen şeyi söyledim.
" Ah sizin gibi üstün nitelikleri olan kolyenin koruyucusu, bunu istiyorsa benden tabii ki de yerine getirmek zorundayım. "dedim onun gibi oyuna başvurup.
" Mesaj alındığına göre biraz kendimizi gösterelim malum en son yere düşüyorduk ve bahçede olanlar bizi fark ettiler. Onlara bir sebep sunmalıyız ki gerçeğin üzerini örtmeliyiz. "diyince Victoria , o an ortaya çıkan görüntümüzün doğurduğu sonuçları düşündüm. Varisler ve Dennis anında bu durumu çözmek için Süreyya hanımın yanına gitmiş olmalı. Onlardan bizi bulmasını istemiş olabilir. Ve bunu nasıl bir şey yapıp ört bas edebiliriz ki?
"Acaba Süreyya hanımın yanına gidip geçen Varisler bize bir oyun oynadı. Onlara ceza vermek için böyle bir şey yaptık desek?" diye bir fikir sunduğunda aslında güzel bir sebep sunmuş olurduk ama saatlerdir neredesiniz dese ne diyecektik?
"Peki bunun bir oyun olduğunu ve birkaç saatliğine başka bir yere gittiğimizi söylesek çünkü o zaman nereye girdiğimizi soracak. Peki biz ne demeliyiz ki ikna olmalı?" diye söyleyince bir neden bulmaya çalıştım.
"Neden ona bu oyun için Tarsis kralından yardım aldığımızı söylemiyoruz. Bizi açık etmez de Tarsis Kralı." dediğinde Victoria anında olur tamam diyerek toplantı odasını terk ettik.
𓆩 ༺☆༻ 𓆪 Koridorda Victoria 'yla birlikte ilerlerken koridorun başında bize doğru gelen Serra' yı gördük. Umarım yine iğneleyici sözleriyle bizi meşgul etmez. Baştan aşağı onu inceldim. Mor bir elbise içerisinde küçük adımlarla ilerliyordu. Genel olarak her zaman koyu renkler giymeyi tercih ediyordu. Ben onu izlemeye dalmışken Victoria zihin bağından konuşunca bir an dikkatim ona kaydı.
"Bu kızdan da hiç hoşlanmıyorum." dediğinde bende aynı şekilde haz etmiyorum dedim. Hatta ilk onunla karşılamamız bile bunun ilk göstergesiydi.
Birkaç adım uzağımızda olan Serra nedense pek mutluydu. Hayırdır hangi nefret ettiği kişi öldü? Diğer türlü bir şeye böyle mutlu olacak bir tipte değil. Yüzündeki gerçekçi duran tebessümle kaşlarım çatıldı.. Gerçek duygulardan haberdar mıydı? Malum her daim yüzündeki sahte ifadeyle ortamda bulunuyordu. Nedense çok heyecanlı duruyordu.
Birini mi bekliyordu? Adımları fazla aceleciydi. Sanki nedense bir yere yetişme telaşı içerisindeydi. Ve nedense her zamanki halinden bir tık daha özenli giyinmişti. Biri için miydi bu özenli ve heyecanlı olması? Gözleri mi ışıldıyordu onun? İnanmıyorum? Ruhunu soluduğumda neden bu kadar mutlu ve heyecanlı olduğuna anlam vermedim? Ve bu sebebi nedense merak ettim. Derin bir nefes aldım ve adımlarımı biraz daha hızlandırdım.
Serra 'yla arşı karşıya gelince bize kısaca bakıp herhangi bir şey demeden yanımızdan çekip gitti. Hayret eleştiri yapmayacak kadar ne acelesi var? Başımı onun gittiği yere doğru çevirdim. Adımlarım o anda yavaşladı. Ön bahçeye çıkan kapıya doğru ilerlediğinde bu halini doğrusu merak ettim. Önüme dönünce Victoria 'nın da benim gibi onun arkasından baktığına şahit oldum.
"Anlarız yakında bunun neden bu kadar heyecanlı heyecanlı nereye gittiğini. Öncelikle kendi işimize dönelim." diyince Victoria olur dercesine başımı salladım ve onunla beraber yukarı çıkan merdivenlere doğru ilerledik.
Eh bakalım Süreyya hanımı ikna edebilecek miydik? Yani bu işin altından kalkarız diye düşünüyorum. Merdivenlerden 5.kata çıkmış ve koridorun hemen karşısındaki odaya doğru ilerlemiştik. 5.katta bazı çalışanlar temizlikle ilgileniyordular. Ah aklıma geçenki ceza geldi. İşleri çok zor çünkü her daim kulenin temizliğiyle ilgileniyordular. Yanında geçtiğim çalışana kolay gelsin diyerek odaya doğru son adımlarımı attım. Victoria 'yla kapının önünde durup birbirimize baktık.
"Açık etmek yok."
"Sıra sıra konuşalım."
İkimizde aynı anda farklı cümleler kurduktan sonra sözlerimize kafa salladık ve kapıyı çaldım. Kapının yüzeyine parmaklarımın tersiyle vurup gir komutunu bekledim. Süreyya hanımın gir sesini duyunca son kez Victoria 'ya bakıp içeri girdim. İçeri girdiğimde Süreyya hanım ve Ahlas beyin telaşlı hâllerini gördüm. Yüz ifadelerine bakınca çoktan Varisler onlara haber uçurum olduklarını anladım.
İçeride sadece onlar değil birkaç eğitmen de içeride bulunuyordu. Süreyya hanım önünde duran iki eğitmene bir şeyler söylerken gözleri benim olduğum tarafa kayınca konuşmayı bırakıp beni baştan aşağıya inceledi. Süreyya hanımın susmasının sebebini öğrenmek isteyen Ahlas bey Süreyya hanımın baktığı yere baktığında, bizleri görünce, bir baş işaretiyle odadaki eğitmenlere çıkması için emir verdi.
"Siz neredesiniz bunca zaman?" dedi endişeli bir tınıyla. "Dehri ve diğerleri gelip bana sizin bir anda arka bahçede bir yere düştüğünüzü söyledi."diyerek o anın ondaki yaşamış olduğu duyguyu, şaşkınlığı ve korkuyu tüm ifadesinde belli ederek." Ve bizler sizi bulmak için akla karayı seçtik. "dedi azarlayan sesiyle çünkü olan şeylerin onun düşündüğü gibi olmadığını bizi görünce anladı." Ve şimdi karşımdasınız her şeyi anlatın en baştan ve saklamadan." diye sertçe konuştu.
Tüm duyguları yaşatmış olduğumuz için bence bize kızgındı.
" Aslında bakarsanız her şey bir oyundu. Varisler geçen bize bir oyun oynadılar ve bizde onlara bunun benzeri bir oyun oynamak istedik. Ama hiç tahmin etmemiştik size haber vereceklerini. Özür dileriz." dediğimde Süreyya hanım olduğu yerde kafası karışmış bir şekilde bize baktı. Ardından sakin olmak için odada gidip gelmeye başladı.
" Yani siz bana her şey bir ders verme oyunu muydu diyorsunuz ? "dediğinde aynı anda Victoria 'yla kafalarımızı evet anlamında salladık.
" Biliyoruz bu yaptığımız bir sorumsuzluk ve yanlış bir şey yaptık ama sonuçların buraya geleceğini düşünemedik. "diye üzgünce konuşunca Victoria olduğu yerde hareket etmeyi bıraktı Süreyya hanım ve sabır dilercesine başını iki yana salladı.
" Yaptıkları hatanın farkında olmaları güzel bir şey. "diyince Ahlas bey bizi suçlamak yerine, Süreyya hanım anında başını ona doğru sallayınca Ahlas bey ona tebessümle baktı. Ahlas beye bir müddet baktıktan sonra Süreyya hanım yavaşça yumuşadı.
" Artık bir olay başımıza geldiği anda orada Ahlas beyde bulunsun. Adam bir bakışıyla yumuşattı Süreyya hanımı." diyince zihin bağından Victoria ona anında cevap verdim.
"Süreyya hanımın yumuşak tarafı Ahlas bey de ondan. Ama bunu not edelim de bir daha ki bu tür olaylarda Ahlas beyin de bulunmasını sağlayalım. Aslında genelde bizim her olay böyle biter de baş yargıç Turul bey her daim olunca Süreyya hanımın yanında bizim sonumuzu o değiştirip duruyor varlığıyla. Bu adam hiç bir yere gitmez mi? "dedim merakla sorarken.
" Yani bilmiyorum hiç denk gelmedim. Malum senden önce ben pek bu kulede bulunmazdım."dediğinde anladım dedim.
" Peki o halde hatanızı kabul edip buraya gelmeniz de bir çaba. Ama bundan sonra bu tür şeyleri yapamayın. "diyince anında olur anlamında başımızı sallamıştık.
Sonra Ahlas bey çalışanlardan çay servisi yapmasını istemişti. Ahlas beyin ufak bir işi olduğu için yanımızdan ayrılmıştı. Şimdi karşılıklı oturmuş Süreyya hanımla çay içiyorduk. Ahlas bey gittikten sonra sessizce çayların gelmesini beklemiş, çaylar gelince de sessizliğe devam etmiştik.
Ama sessizce beklemek Victoria 'nın daralmasına sebep olduğu için konuşmaya başladı.
"Süreyya hanım sizi tekrar endişelendirdiğimiz için özür dileriz." diye konuşunca Süreyya hanım bir daha tekrarı olamazsa daha iyi olacağını tekrar dile getirmişti.
"Peki size bu konuda kim yardımcı oldu?" dediğinde yalan söylemeyi sevmesem de soruyu cevaplamak için zorunda kaldım.
"Kiran aracılığıyla Tarsis Kralı yardımcı oldu." diyince kaşları çatıldı. Bunu beklemiyordu çünkü bu işler pek Tarsis Kralına göre olmadığını biliyordu.
"Onun için de zor olmuştur." diye imayla konuşunca bakışlarımı kaçırdım.
"Boş verelim bu konuyu biz yokken kulede herhangi bir şey oldu mu?" diye sorunca Victoria anında onun sorusunu duyunca Süreyya hanım masanın üstünde duran çayına uzandı. Ve çayı eliyle tuttuktan sonra çay bardağının sapını parmaklarıyla kavradı ve çayından birkaç yudum aldı. Sonra yavaşça bardağı tabağa bıraktı.
"Bir misafirimiz olacak bugün içerisinde gelmiş olur ." diyen Süreyya hanıma merakla baktım. Yine ne misafiri? Umarım bizi zora sokacak bir misafir değildir. Çünkü bu misafirler bir tek bize sorun çıkartan cinsten.
" Kim? "diye sorunca Victoria anında Süreyya hanım çayından bir kere daha yudum alıp cevap verdi. Çay bardağını tabağa tekrar yavaşça yerleştirdi ve gözleri her ikimizde gelip giderken cevap verdi.
" Serra'nın erkek kardeşi bugün misafirimiz olacak. "dediğinde bakışlarımı hemen yanımda duran Victoria çevirdim. Daha önce onun varlığını söylemişti bana. Ama yine de gelmesine ne gerek var?
" Serra'nın varlığına zor katlanırken birde başımıza erkek kardeşi çıktı iyi mi? Birine zor katlanıyorum diğerini hiç çekemem. "dedim zihin bağından bu durumun bendeki etkisiyle . Sesimdeki tahammülsüzlük gözler önündeydi. Ah birde iki kardeşi bugün idare etmeye çalışacağım. Her geçen gün daha ne kadar sabrım sınanmaya tabi olacak? Meraklar içerisindeyim.
" Kim bilir o da ne kadar itici ve küstah olur aynı kardeşi gibi?"diyince Victoria ona kesin öyledir bakışları attım. Ne beklenir ki bu durumdan!
" Renas haklı sanki aranızda anlam veremediğim bir iletişim var? "diye konuşunca Süreyya hanım hemen bakışlarımı ona çevirdim. Yakalandık! Bazen birinin bizi izlediğini unutup duruyorduk.
"Sadece bakışlarımızla iletişim kuruyoruz." dediğimde, Süreyya hanıma sanki daha fazlası var dercesine baktı ama ne yaparsa yapsın tam bir cevap alamayacağını bildiği için sessiz kalmayı tercih etti. Eee yani birde özlemimizi açık edecek değiliz!
"Peki o halde ama bir daha bu tür ceza verme girişiminde bulunmayın. Oyun bile olsa endişelendik." dediğinde içimden içimden konuştum.
"O sırada Turul bey bayram etmiştir ama bizim geldiğimizi öğrenince kesin tekrar zehir olur onun için bugün." dedim ama dediklerimi işitince Süreyya hanım uyarı dolu bir bakışla bakınca yalan mı dercesine kafa salladım.
Süreyya hanım ben seninle ne yapacağım dediğinde ona orasını siz bileceksiniz diyip çayımdan bir yudum aldım. Kısa bir süre daha odada durduktan sonra odadan çıkmıştık. Koridorda ilerlerken yanımda duran Victoria 'ya bakıp dudaklarımı aralayıp konuştum.
" Bizimkileri bir bulalım bakalım neredeler bu şapşallar?"demiş ve Victoria 'yla beraber onları kulede aramaya çıkmıştık.
Varislerin ve Dennis' in zemin katta bulunan oratak kütüphanede olduğunu öğrenince rotamızı oraya doğru çevirmiştik. Ahrar 'ın odasını solunda duran kısımda ortak kütüphaneye çıkan merdivenler vardı.
Üst kata çıkan merdivenlerin önüne gelince Victoria önden gitmiş bende onu arkasından takip etmiştim. Merdiven dar ve kısa bir alana inşa edilmişti. Bu kütüphaneye çıkan başka bir giriş ise dersliklerin bulunduğu katta bulunuyordu. Biz zemin kata yakın olduğumuzu için buradan gitmeye karar vermiştik. Merdivenleri çıkmayı bitirince önümüzde olan dar koridordan ilerlemeye başladık.
"Burada ne arıyor bunlar?" diyen Victoria hemen cevap verdim.
"Araştırma yapıyor olmalılar." dedim sakin bir sesle. Victoria arkasına dönüp bana bakmadı ama bu dediğime şaşırdığını biliyorum.
"Hım o kadar endişelenmişler diyorsun. Peki onlar bilecek mi?" diye sorduğunda bir müddet bunu düşündüm. Bilmeliler mi? Sıkıntılı bir nefes ciğerlerime sızdı ve orada uzun bir süre durdu ve acıtmaya başladı.
"Bilmiyorum ama içimden bir ses söyle gitsin de diyor." dedim ve Victoria sola sapınca onu takip ettim ve sola dönüp karşımızda kapısı açık halde duran kütüphaneye ilerledik. İçeriye ilk Victoria girdi benden hemen ardından. Biz içeri girdiğimiz halde Varisler ve Dennis 'i biraz ileride olan pencerenin önündeki kitaplarla dolu olan masanın etrafında olduklarını gördüm. Hepsi elinde tutup durduğu kitapları inceliyor ve bir şeyler arayıp duruyordu.
"Oğlum bu böyle olmaz biz gidip Süreyya hanıma ne yaptıklarını soralım. Uzun zamandır yok bizim kızlar. Tehlikede olabilirler." diye endişe içerisinde konuşan Dennis 'e baktım.
"Evet bu bize bir şey kazandırmıyor!" dedi Dehri ve elinde duran kitabı masaya fırlatır gibi attı. Diğerleri ise hâlâ elinde tuttuğu kitapları inceliyordu.
Birkaç adım atıp etrafımızda bir kalkan oluşturdum. Sonra ellerinde ve önlerinde olan kitapları eski yerine gönderim büyüyle. Bunu yapar yapmaz hepsi bir anda birbirine baktılar sonra bunu yapanı tabi beni aramaya başladılar. İlk gözleri bana çevrilen Kavi oldu. Sonra da diğerleri benim olduğum tarafa baktılar. Hepsi beni ve Victoria 'yı görür görmez oldukları yerden bizim olduğumuz tarafa doğru koşar adımlarla geldiler.
Bana doğru gelen Dennis yanıma ulaşır ulaşmaz hemen sımsıkı sarıldı.
"Neredeydin?" dedi Dennis sarılırken. Sonrasında Kavi yanıma gelip sarıldı ve diğerleri. Victoria 'ya bakınca onunda benden bir farkı yoktu. Hepsi endişe içerisinde bize doğru gelmiş ve sarılmışlardı.
"Her şeyi anlayacağım." dedim ve önümde olan masayı gösterip oturmalarını sağladım. "Oturalım önce bir sonra olan biteni her ayrıntısına kadar öğreneceksiniz." diye açıklama yapınca hepsi bana uydu ve gösterdiğim masaya doğru ilerlediler.
Masaya geçince bizimkilere bakıp kısa bir soluklanıp başladım yaşadıklarımızı anlatmaya. Yaşadığımız her şeyi anlattığımda Dehri ve Dennis ejderhaların varlığını duyunca şaşkın şaşkın bakıp bize orada nasıl durduğumuzu sordular. Hatta neden hemen gitmeye çalışmadığımızı.
"Dedim ya o fısıltı kime ait olduğunu biliyorum onun içinde orada kalmayı tercih ettim. Kitabı aldıktan sonra geldik sorunsuzca ama işte kitabın içerisinde ne yazıyor ve bunu nasıl ortaya çıkarırız onu bilmiyorum işte." dedim çaresizlik içinde.
"Yani hâlâ o ejderhaların varlığının gerçek olduğuna inanmıyorum ya biz yok oldu diye biliyorduk ama meğerse uyuyorlarmış. Acaba bunu kim sağladı? Çünkü bununla ilgili herhangi bir bilgi yok." diyince Dehri dediklerime inanmaya çalışırken.
"Peki bu fısıltı kime ait onu söylemedin?" dediğinde Enfal ona baktım. Gözlerini kısmış cevap vermemi bekliyordu. Onun sorusu ardından Kavi ve Nehar aralarında konuşmayı kesip bana kulak kesilmişlerdi.
"Bunu şimdilik söyleyemem ama zamanı gelince öğreneceksiniz. Buna inanın olur mu?" dedim beni anlamalarını umarak.
"Peki tamam seni zorlamak istemiyorum ama sadece herhangi bir sıkıntın varsa ben ve diğerlerine söyle ki sana yardımcı olalım. Bizler artık dosttan öteyiz. Bir aile olduk ve aileler birbirini kollar. Aynı bizim yapacağımız gibi." diyince Enfal başımı sallamakla yetindim.
" Sormak istiyorum ejderhalar hangi renge sahipti? "diye merakla soru soran Dehri 'ye cevabı Victoria verdi.
" Siyah renkte ve çok ürkütücüler. Kırmızı gözleri mi desem. Konuşmaları mı desem bilemedim. Ve çok büyük... O kadar büyük ki tahmin edemez zihniniz. İlla görmeniz lazım. "dediğinde Victoria masadakilerin merakını daha da kabarttı.
" Emira-diye cümleye başlayacağı anda direk sözünü kestim Dennis 'in.
"Sakın ben onu taşa çevirdiğim için bu rahatlığa kapılıp seni oraya götürmemi isteme benden! Zaten istesen de götürmem. Götürmem imkansız çünkü biz oraya bir amaç için gittik ve o amacı yerine getirdiğimiz için geri dönebildik. Şimdi oraya gitme gibi bir niyetim yok zaten! Olamaz da senin de olmasın! "dedim kesin bir kararlılıkla ki benden bunu isteme imkanı olamayacağını anlamasını umarak.
" Tamam ya kızım demedik bir şey. Ağzıma tıktın resmen lafımı! "diye yakınınca ona diktim bakışlarımı. Hiç bu yola sevk ederek kendini bana acındırmasın yemezler!
" Hayır Dennis unut bunu çünkü bu olmayacak bir istek. Ve bir daha oraya gitmek gibi bir düşüncem de yok. "dedim ve konunun bir daha açılmaması için son noktayı koydum. Onun ardından olduğumuz yeri terk ettik.
Gitmeden önce son kez bu kitapta ki büyü bozmak için hepimiz bir şeyler yapmak için karar verdik. Elimizden geldiğince bu kitabı korumakta olan büyüyü bozup bu kitabı açmayı başarmalıyız.
𓆩 ༺☆༻ 𓆪
Bizimkilerin yanından ayrılmış terasa doğru gitmiştim. Terasa çıkınca terasın mermer korkuluğuna oturmuş dışarıya karşı dönmüş bir şekilde etrafa bakıyordum. Ayaklarımı uzatmış kollarımı göğsümde kavuşturup olanları anlamaya çalışıyorum.
Dehliz mi bizim oraya gitmemizi sağlamıştı? Peki neden birden bire bunu yaşamak yerine bize haber vermemişti? Yoksa anlık mı gelişti her şey? Peki bizi oraya götürme amacı bize ne yarar sağlayacaktı? Ve neden şimdi gelip bana bu almamı sağladığı kitabın hangi büyüyle açılmasını söylemiyordu?
Her şey benim dışımda gelişiyorken yine odak noktası ben oluyorum olayların. Dehliz yanıma gelince bunu neden yaptığını soracağım. Tabii cevabını verecek mi orasını bilemem. Hem zaten ne istersem hep onun tam tersi gerçek oluyordu. Ve ben istemekle yetinmiyordum.
Başımı usulca eğip sağ elimi boynumda duran kolyeye götürdüm. Şu an mor renkteydi.
Normalde asla çok zor durumda kalmasam bordo renginin kolyeye sunduğu gücü kullanmayı asla düşünmüyorum ama o an başka türlü o iki başlı ejderhayı durduramayacağımı biliyordum. Ve ilk seçeneğim bu oldu. Hem zaten onların etkisiz halde olması herkes için daha iyi olacaktı. Parmaklarımın yaslı olduğu kolyenin mücevherinin üzerinde usulca dolaştı.
Ona nedense çok bağlı hale gelmişim. Sanki benden bir parçaymış gibi. Acaba kalkan için sunduğum ruhumdan öte miydi? Ama daha öncesinde hissettiğim şey buydu ve ben o zamanlar kalkanı daha oluşturmuş değildim. Bunun da bir sebebi vardı ve ben bunu zamanı gelince yine öğrenmiş olacaktım.
Başımı sırtımı yaslamış olduğum terasın duvarına destek veren kolona yasladım. Soğuk yüzeyi sırtımdan sızıyor ruhuma ulaşıyordu. Hislerini yitirmek üzere olan ruhuma. Bazen sebepsizce kendimi buradan sonsuz bir boşluğa uğurlamak istiyorum. Gözlerim Moritanya sınırlarına doğru uzandı. Burasının bir anısı olmalıydı bende. Zihnimdeki varlığından başka gözler önüne serilmeliydi. Bir parmak hareketiyle hemen dizlerimin önünde boş sayfalar ve hemen yanında çizim için araç gereçler bulundu.
Bir dizimi bükerek çizim kağıdını ve altında çizimi rahat yapacağım kitabı dizime yasladım. Elime aldığım kurşun kalemle başladım gözlerimin gördüğünü kağıda aktarmaya. Önce Moritanya topraklarının uzak sınırları çizildi. Hepsi kağıttaki yerini aldı yavaş ve iz bırakarak. Sınırlar yerini aldıktan sonra görebildiğim manzarayı aktardım kağıda. Yavaşça kuleyi ekleyeceğim kısma kadar gözlerimin gördüğü her şey kağıtta yerini aldı. Hatta kağıtta yer kalmayınca diğer boş kağıdı alıp oraya aktarmaya başladım.
Varlıkları boş bir sayfada hayat buldu. Nefes oldu. Renkleri ağırladı boş sayfaya. Onları canlı kıldı. Bir karanlığa mahkum olmuş varlıklar gibi gün ışığına çıkıp gerçek hayatı tatmalarını sağladı. Karakalemle her şeyi çizdim. Kuleyi resmettikten sonra bu sefer sureti belli olmayan kimseler çizdim. Hepsi ifadesiz ve kimliksiz bir karakter olarak kağıda yansıdılar. Birkaç tane daha çizdikten sonra asıl yapmaya hep çekindiğim şeyi çizmeye başladım.
Kolyeyi...
Onu zihnime kazıdığım için hiç ona bakma gereği duymadan onu çizmeye çalıştım. Her dokunuşta onu sanki şu an gözler önünde olduğunu belli edecek detaya ve dokunuşlarla ona canlılık kattım. Varmış gibi kağıdın yüzeyinde... En çok beğendiğim rengi hayal ederek onu karakalemle değilde sahip olduğu renklerinden biriyle çizdim.
Lacivert...
Kolyenin bir diğer yeni keşfettiğim rengi lacivertti. Ve bu bedenimin ve ruhumun birbirinden ayrılmasını sağlıyordu. Ama ruhum bedenimi terek ettiğinde bedenim hareketsiz kalmıyor bir ruhu varmış gibi devam ediyordu her ne yapıyorsa. İşte bu benim en sevdiğim kolyenin sunduğu güçlerden biriydi. Hâlâ kolye her daim kendine yeni güçleri almaya devam ediyordu. Bir taklitçi gibi. Herkeste ayrı bir güç olan ve onu diğerlerinden ayıran güçler bende bir bütün olarak toparlanıyordu.
Her güce zamanla ulaşıp onu kolye sahibine sunuyordu. Aslında kolye hiçbir zaman tarat tutmamıştı. Her sahibine tüm güçleri sunmaya çalışmış,bunu kötüye kullananı da kendi usulüne göre cezalandırmıştı. Her şeyin bir karşılığı olduğunu açıkça söylüyordu.
Kolye muazzamdı ve sen bu sunulan kolyenin güçlerini kendi çıkarların için kullanmaya başladığın anda kolye sana artık sunduğu şeyden ötesini sunmamaya başlıyordu. Ondan dolayı daha önceki sahipleri benim yeni öğrenmiş olduğum kolyenin güçlerine sahip değildi. Belki de kolye yıllardır bu gücü içerisinde barındırıyordu ama yapılan bir hatada onlardan bunu mahrum bırakmış olabilir.
Kolyenin çizimini bitirince diğer çizimlerle beraber onu odamdaki komodinin çekmecesinin içerisinde olmasını sağladım.
Olduğum yerden kalkıp gitmeye hazırlanırken terasın kapısının açıldığını duyunca olduğum yerden kapıya doğru baktığımda lacivert harelerle karşı karşıya kaldım. Beni görünce rahat bir nefes aldı ve olduğu yerden harekete geçip olduğum tarafa doğru ilerledi. Ah hiç öyle bir kanıya kapılmasın onunla konuşmak gibi bir derdim yok. Hem ne kadar kolay kır ondan sonra hiçbir şey olmamış gibi devam et! O ne âlâ ya!
Hiç onu görmemiş gibi davranıp olduğum yerden kalkıp ilerlemeye başladım. Bakışlarımı olabildiğince ondan uzak tutuyor sanki onu hiç görmemiş gibi davranıyordum. Aynı hizaya gelince sola doğru yönelip onun yanından geçmek için atak yapacağım anda birden kolumu tutmasıyla hareket etmeme engel oldu. Sakin ol! Dişlerimi sıkarak derin bir nefes alma ihtiyacı duydum.
"Sizi dinliyorum Ahrar hoca?" dedim başımı ona çevirip, tek kaşımı kaldırmış onun konuşmasını bekleyen bir ifadeyle. Bu davranışımı görünce yavaşça gözlerini yumdu.
"Biraz konuşabilir miyiz?" diyince tabii dedim ve kolumu ondan çekip yavaşça ona doğru döndüm. Karşı karşıyaya gelince iki adım geriye çekildim. Bu hareketim tabii gözünden kaçmadı ama bir şey deme gafletine düşmedi.
"Yaptığım yanlıştı." diyerek hastasını kabul ettiğinde yumuşayacağımı düşünmüş olmalı ama hayır! Anında yelkenleri suya indirmek gibi bir özelliğim yok ne yazık ki! Hele de aynı davranışa yol verecek olmasını bildiğim halde asla bu hayata düşemem.
"Bunu bilmeniz ne güzel!" diyerek dişlerimin arasından konuştum. Bakışlarım gayet açık he netti. Hatasını kabul etmeyeceğim. Keza özrünü de. Öyle kolay olmamalı! Kır sonra gel bir özürle affedeceğini san! Yok öyle bir şey olmasına izin vermem de!
"Bak yaptığım doğru değil biliyorum ama sende bunu büyütme." diyince işte orada tüm hakimiyeti kaybettim.
"Büyütmek mi?" dedim alayla bunu söylerken. "Bence sen çok fazla büyüttün bunu? Nasıl olurda hatalı olduğunu bildiğin halde, hiçbir hatan olmadığını düşünüp, birde konuyu büyütme diyebilme cüretine erişebiliyorsun? Bence sen göstermelik bir özür için buraya gelmişsin! Boşuna kasma kendini diyebilirim geldiğin gibi gitmen daha olur. Bu olanları olmamış gibi yapmak benim için zor olamaz. Aynı senin yaptığın gibi ne de olsa senden kaynaklı değil mi bu yapacağım şey ? "dedim ve ona büyük bir hataya bakarcasına baktım. Kendini gözlerim önünde yıkıp geçmişti. En ufacık bir yanlışından demek ki bu tavrı sakınacaktı. Peki bende buna izin vermiyorum.
" Emria abartmayı bırakır mısın? Küçük bir tartışma konusu nereye geldi görmüyor musun?" diye sordu bu yaptığım şeyin ne kadar yanlış olduğunu göstermek için.
"Asıl sen görmüyorum musun bir özür dilemenin ve hatanı kabul etmenin senin için ne kadar zor olduğunu?" dedim yaptığı şeyi anlamasını umarak. "Farkında mısın bilmiyorum ama yaptığın şeyi ört bas ediyorsun şu an? Ve ben yaptığın şeyi ve yapmaya çalıştığın şeyi ört bas etmeye kalkmana izin vermeyeceğim . Bunu yapmayı kes anladın mı?" dedim sona doğru yükselen sesimle. "İki de bir bazen senin dengesiz davranışlarına katlanıp birde hatalı olduğunu kabullenmemenle uğraşmayacağım! " dedim ikazla. Bunun sinirime dokunduğunu belli ederek. " Lütfen kendine çeki düzen ver. Yoksa bu senin için kayıp olur benim için değil. Ben bazı şeyleri silmek konusunda yeterince gayet iyiyim. "diye açıkça olacakları söyledim. Ahrar 'sa bu anlık yaşadığım sinir boşalmasını izledi.
" Silmek? "dedi ve sinirli bir şekilde güldü." Öyle mi? Peki Emira hanım istediğiniz gibi olsun. Ben buraya ne için geldim haberin var mı? "diye sorunca konuşmasına izin vermedim ve söze atıldım.
" Hatanı görmezden gelerek seninle aramızı düzeltmeye geldin onu biliyorum. "dedim kollarımı iki yana açıp bunları söylerken." Ve bil bakalım ne oldu? İstediğin gibi gitmedi durum ve hemen hatalı değilmiş gibi benimle tartışmaya girdin. Ahrar yetti artık iki de bir birden mesafe aramıza koyup sonra hiçbir şey yapmamış gibi davranıp karşıma geçmen canımı sıkıyor. Anlıyor musun beni? Yetti artık yetti. "dedim daha fazla bu olaya tahammül edemeyeceğimi söyleyerek. Hemen son kez ona bakıp bende yarattığı o yıkımı görmesini sağladım. Ama o görmedi ya da görmek istemedi.
Burada onca şey anlatmak ve onun yaptığını kabul ettirmek boşa uğraş vermek demek daha fazla durmanın bir anlamı olmayacağını anlayınca ona arkamı dönüp burada her şeyi bitirdiğimi belli ettim. Ve bir dakika bile daha fazla burada durmayacağımı anlayınca kapıya doğru ilerledim.
Arkamdan bana seslenmesini umursamadım. Çünkü hâlâ hatayı bende görüyor ve yaptığımın yanlış olduğunu bağırıp duruyordu arkamdan. Peki o halde ne gerek var ki beraber olmamızın? Sonuçta hep haksız olacak olan ben olacağım halde bunun devam etmesi yanlış. Bende o yanlışı bitirdim onun yerine.. Bence bunun için teşekkür etmeli beyefendi!
Görür o kapıma gelecek ama ben onu sürüm sürüm süründürmez miyim? Öyle kolay kolay affettirmeyecek kendini beyefendi? Şimdiden bile farkına varmıştır yaptığı şeyi ama yok öyle hemen affetmemi istemek. Önce bir daha bu durumu yaşamayacağımızın teminatını hissedince onu affedeceğim.
Ya da affetmem ve her şey hiç tam başlamamışken bitmiş olur. Bilmiyorum duruma göre bakarız. Hislerim bile ruh kırıklığımın önüne gitmez gidemez. O kalbimden önce ruhumu kırdı ve bir kere kırılan şey öyle kolayca onarılmazdı. Anlamlı ki önce kırıp sonra bir özürle her şey çözülüp, eskisi gibi olmayı düşünmenin yanlış olduğunu. Yoksa biz aynı şeyleri tekrar tekrar yaşayıp gideriz ve bunun bize bir anlamı da olamayacağını.
Terastan çıkınca kulede olmak istemiyordum bunun için hemen açmış olduğum portaldan kulenin sınırları dışında olan Heroes kütüphanesinin bulunduğu İki Kule arazisine geçtim. Orada biraz araştırma yapar hem sinirimi atarım hemde bu bulduğum kitap için sahip olduğu büyüyü bozacak büyü sözlerini ararım kitaplarda.
Geldiğim kütüphanede saatlerce kalmıştım hava kararıp gitme vaktim gelince bana lazım olacağını düşündüğüm birkaç kitabı buradaki kütüphaneden satın alıp öyle ayrılmıştım.
Kitapları odama bırakıp bir duş almış ardından siyah bir elbise üzerime giymiş ve saçlarımı kurutup ardından dağınık bir topuz yapmıştım. Düz taban bir sandalet giydikten sonra doğal bir makyaj yapıp ardından odayı terk etmiştim. Kapıdan çıkacağım anda Victoria 'nın kapının önünde tam kapıyı çalacağı an kapıyı açmamla beni görünce elini indirip kısaca beni süzüp konuşmaya başlamıştı.
"Ah gelmişsin. Odana geldim ama yoktun öncesinde. Nereye gittin?" diye sorunca kapıyı kapatıp sorusunu yanıtladım.
"Heroes kütüphanesine gitmiştim. Orada işimize yarayacak birkaç kitap bakmıştım bulunca da satın alıp hemen sonrasında buraya geldim." dedim sakin bir sesle. Ama hâlâ içimdeki Ahrar 'a yönelik olan öfke tazeydi. Ben tam bir aptalım kim bilir o şimdi kendisini odasına kapatmış çalışıyorken ben onu düşünüp kendimi üzüp duruyordum. Bir kere de ben vurdum duymaz olayım. Bakalım böyle dünya nasıl gözüküyor.
"Hım iyi yapmış." diyince Victoria hemen bakışlarımı önümden çekip ona baktım. "Olmazsa yemekten sonra beraber kitapları inceleyelim ne dersin?" diyince olur dedim kısaca.
"Hadi o zaman gidelim bizimkiler bizi merdivenlerin olduğu yerde bekliyor. Onlar söylenmeye kalkmadan orada olalım." diyerek Victoria hızla yürümemi isteyince hemen adımlarım hızlandı ve zemin katta odamın olduğu koridorun sonuna doğru adımladım.
"Senin neyin var? Moralin bozuk gibi?" diye sorunca bilmeden de olsa yüzümü astığımı fark ettim.
"Düzelir." dedim sadece Victoria 'ya . Anlayışla karşıladı ve daha fazla soru sormadı bu konuyla ilgili.
Merdivenlerin oraya gelir gelmez Dennis bizi görünce hemen oturduğu basmaktan kalktı.
"Hadi kızlar ağaç olduk burada sizi beklemekten!" diye söylenen Dennis' e anında Victoria cevap verdi.
"Ne güzel odunken canlı değildin şimdi ağaç olduğun için kök saldın. Bak sayemizde canlı bir varlık oldun. Teşekkür et söylenme!" diye alayla konuşunca Dennis bu söylediği şeyi duymazlıktan gelince Victoria hemen ona diş çıkardı.
"Çocuk." diyen Dehri 'ye Victoria hemen cevap verdi.
" Eh senin kadar yaşlı değilim. Bağışlayın beni Veliaht hazretleri. "dedi son cümlesindeki sahte bir üzüntüyle. Bu haline ben ve Dennis güldük.
" Kızım iki de bir yaşıma atıf yapıp duruyorsun gözümden kaçmadı değil. "dedi bu durumundan dolayı rahatsızlığını dile getiren Dehri.
" Ne yani yalan mı? Yaşlı değil misin? "dedi Victoria tek kaşını kaldırıp, cevap ver dercesine Dehri 'ye bakmaya başladı.
" Yaşlılık değil o! Bir kere ben yetişkin bir bireyim Victoria hanım! Hem sanki sen çok mu küçüksün ? Bildiğim kadarıyla yaşın 150' ydi. Eh bende 200 olduğuma göre pek aramızda bir fark yok gibi," diye takıldı ona, aynı Victoria gibi. Anında dediklerine bozulan Victoria hızla yürüyüp Dehri 'nin yanından geçerken ona sertçe omuz attı.
Dehri anında ağrıyan omzunu tutup Victoria' nın arkasından söylendi.
" İşine gelmeyince nasılda şiddete başvuruyor! Hem sanki o aynısını bana yapmadı. Bu kızları anlamıyorum?" diyen Dehri hâlâ Victoria 'nın çarpıp gittiği omzunu tutup, arkasından konuşup dururken, ben onun bu haline sadece gülüp geçtim.
Bildiğin yaşlarına rağmen çocuk gibi atışıp duruyordu. Hemen Victoria' nın arkasından ilerledim. Victoria 'ya yetişirken diğerleride bizi arkadan takip ediyordu. Dehri birkaç adım da yanıma gelip benimle aynı anda yürümeye başladı.
"Bak görüyor musun savunup durduğun sevgili dostunun gerçek yüzünü?" diye Victoria' yı sinir etmeye kaldığı yerden devam edince derin bir nefes verdim.
"Hadi ama uzatmayın konuyu." dedim devam etmesini istemediğimi açık ederek.
Uyarımdan sonra hepsi susmuş ve birlikte yemekhaneye doğru ilerlemiştik.
Yemekhanenin olduğu kısma geldiğimiz de yanıma olan Victoria 'nın dokunuşuyla bakışlarımı görmemi istediği yöne çevirdim. Ahrar, Serra ve yanındaki bir adamın yemekhanenin kapısının karşısındaki tarafta karşılık ayakta konuştuklarını gördüm. Onlar hâlâ bizleri fark etmemişti.
Bakışlarımı yarım saat önce tartışmış olduğum adama çevirdim. Ahrar karşısında olan adamın varlığına dayanamıyor gibi bir hali vardı. Hatta adam ona bir şey derken ifadesizce bakıyor herhangi bir şekilde konuşma gereği bile duymuyordu. Serra ise ikisinin arasında köprü kuran bağı temsil ediyor gibiydi. Gördüğüm kadarıyla Ahrar 'ın bana sırtı dönük adamın varlığına sadece Serra'nın hatrı için katlanıyor olmalı.
Hafifçe sola doğru yönelip ilerlemeye devam ettim. Tam o sırada Ahrar' ın lacivert bakışları önünde duran adamdan bizim olduğumuz tarafa kaydı. Bakışları bizimkileri görünce fazla bakışları onlarda oyalanmadan beni aradı. Bakışlarımız kesişince benim aksime onun bakışlarında ifade hatasını anlamışa benziyordu.
Daha fazla ona bakmadım ve bakışlarımı ondan çekip önüme çevirdim. Daha çok bakar uzaktan uzaktan. Şimdiden bile ruhundaki o sıkıntıyı hissediyorum. Ve en çok da bana yönelik olan hüznü ve özlemini ama hayır hemen onu affedememişken değilim. Ve buna izin vermesini sağlamayacağım.
Onlara son kez kısaca baktıktan sonra Victoria 'yla beraber önlerinden geçip yemekhanenin açık kapısına ilerleyip yemekhanenin içerisine doğru ilerledik. En önde ben ve Victoria vardık. Tam kapıdan içeri gireceğim anda biri şaşkınlıkla konuştuğunda adım atmayı bıraktım. Çünkü biri ismimi zikretti. Anında yüz ifadem kasıldı ve arkama döndüm. Victoria 'da hemen benim gibi arkaya doğru döndü.
" Sen? "diye bir ses duyunca merakla gözlerim konuşan kişiyi aradı. Konuşan kişiye bakınca daha neler başıma gelecek diye düşündüm. Arkama bakmaz olaydım keşke. Bu adamın burada ne işi var? Şaşıran ifadem anında değişti ve karşımda duran adama hoşnutsuzca baktım.
Olduğu yerde bana doğru ilerleyecekken ona atmış olduğum sert bakışlarımı görünce adım atmakta kararsız kaldı ve olduğu yerde durup bu yaşadığı olayın gerçek olup olmadığını sorguladı. Aslında bende sorguladım. Mesela Serra'nın gereksiz kardeşiyle daha önceden tanışmam nasıl bir tesadüf? Gerçekten burada olduğumu anlayınca yüzünde yine o rahatsız edici gülümsemesi belirdi.
"Seni burada göreceğimi hiç tahmin etmemiştim." dedi yarı şaşkınlıkla yarı mutlulukla. Ah ne güzel ben ona nazaran çok keyifsizdim oysaki. Günüm daha ne kadar zehir olabilir deneyine tabii olmuştum. "Beni hatırlıyorsun değil mi?" diye merakla sorunca bakışlarım onlara çevrilmesi de Ahrar ve Serra bu olayı anlamaya çalışıyordu.
"Sen kimsin?" diye sorunca Dehri ona. Kendini tanıtmaya başladı.
"Ben Dıraner Gehlom. Serra'nın ikiz kardeşiyim." diyince hepsi o an onun kim olduğunu anladı. "Buraya kardeşimi ziyarete geldim." dedi bakışları Dehri 'den çekilip hemen bana çevrildiğinde ben bakışlarımı ondan çekip yanımda duran Victoria' a baktım.
"Bu o dediğin adam mı?" diyince Victoria evet dedim.
"Kardeşi ayrı sinir bozucu. Annesi ayrı tahammülsüzlük simgesi. İkizi ayrı yapışkan. Benim bu Gehlom ailesinden nedir çektiğim." diye sızlandığımda Victoria 'ın bakışlarını bana bakan adama çevirdi.
"Ah ben demiştim demeyi sevmiyorum ama sana en son ne dedim? Bu adamla bir daha karşılaşmak gibi bir. ihtimalin olabilir. Ve oldu da adam neredeyse mutluluktan ölecek gibi." dediğinde kendime acıdım. İnsan kendine acır mıydı?
Bakışlarımı ona çevirdim. Bana öyle bir bakıyordu ki hâlâ varlığıma inanmadığını görebiliyordum. Sonra Serra 'ya baktım. Bana nefretle bakıyordu. Erkek kardeşi bana ilgi göstermesi onun ban yönelik olan nefretini gözler önüne sermişti. Ahrar' a bakmasam bile öfkelendiğini biliyorum. Hatta eğer kızacağımı bilmese çekip karşıma geçip bana hesap soracaktı. Nereden bu adamı tanıyorsun?diye soracaktı sinirle. Dikkatim karşımda konuşan kişiyle odağını yitirdi.
"Sanırım Moritanya kulesinin Prensesi Emira olmalısın. O gün ismini söylemedin ama bugün öğrenmiş oldum." dedi sonunda ismimi öğrenmiş olmanın mutluluğuyla.
"Siz nereden tanışıyorsunuz?" diye sorunca Serra hemen kardeşi ona baktı. Ahrar 'ın sormak istediği soruyu sorması Ahrar' ın merakını gidermişti.
"Lepil göletinde Emira 'yla tanıştım." dediğinde hemen onu düzelttim. "Prenses Emira." diyince Serra' dan bakışlarını Dıraner çekip bana baktı.
"Peki Prenses Emira 'yla Lepil göletinde tanıştım. Bana ismini söylemedi ne kadar ısrar etsem de . Hatta oradan çekip gitmişti hemen ama şimdi burada karşılaştık." dediğinde Dıraner uyarımı dikkate alıp Emira demeyi bırakıp , dişlerimin arasından karşılaşmaz olaydık dediğimde beni duyan Dehri olduğu yerde gülünce bakışlarımı ona çevirir çevirmez anında susup ifadesini eski haline çevirdi.
" Hım kardeşim hiç seninle tanıştığını söylememişti." dedi Serra bu durumun ne kadar onu rahatsız ettiğini bakışlarına yansıtırken.
"Pek bahsedecek bir şey de değildi. Malum rahatsız olduğum bir andı. Serra 'cım ir dahakine kardeşine insanları rahatsız edici faaliyetlerde bulunmaması için uyar bence." diye onu uyarınca Serra başın kardeşine çevirdi ve ne demek istediğimi anlamaya çalıştı.
" Neden ne oldu ki? "diye sordu Ahrar uzun sessizliğini bozup. Ona bakmadan cevap verdim.
" Sizde genetik olmalı. "dedim bu özelliklerinin beni rahatsız ettiğini dile getirirken ." Kişilerin kişisel alanlarını hiçe saymanız. Ve hiç bir hatada bulunduğunuzu kabullenmeyip rahatça karşıma geçip konuşabilmeniz hayret ettiğim bir özelliğiniz. "dedim bu durum beni sinir ettiği kadar hayretlere düşürdüğünü belirtirken.
" Amacım kötü değildi. "diyince Dıraner hemen cevap verdim.
" O günde söyledim sana her şey bu cümleyle başlıyor. İyi ya da kötü beni rahatsız etmişti. Özür dilemen gereken yerde üste çıkmanı karakterine veriyorum. Sizde genetik olmalı bu. "diye sertçe lafımı esirgemeden söyledim. Kırıldı mı? Hayır. Utandı mı? Hayır. Sadece Bu kadar buna yükselmemi ve bunu sorun etmeme takıldı.
" Kardeşim adına özür dilerim. "diye Serra'nın sesini duyunca sesindeki tınıdan bunu öylesine söylediğini ve sadece konunun kapanmasını istediğinden bu sözleri söylediğinde, ona gözlerimi dikip baktım.
" Hah birde bu samimiyetsiz özür dileyişleriniz de yok mu? "dedim ve daha fazla burada durmak istemediğim için Victoria 'ya gidelim işareti yapınca hemen bana uydu ve harekete geçeceği anda Dıraner konuşunca durmak zorunda kaldı.
" Bu kadar rahatsız ettiğimi bilmiyordum. Affınıza sığınıyorum. Lütfen affedin yaptığım hatayı." dediğinde Dıraner tek kaşımı kaldırıp ona baktım. İçten dilediği özrü nedense şaşırttı beni.
Tam tekrar Dıraner konuşacağı anda Süreyya hanım ve Turul bey bizim olduğunuz tarafa gelince sustu. Süreyya hanım yanımıza geldiğinde Dıraner hoş geldin demiş ve yemekhaneye geçmemizi işaret edince hep beraber aynı anda Süreyya hanımın arkasında yemekhaneye geçtik. Bizi karmaşık bir akşam yemeği bekliyordu.
Ahrar yanımdan geçince hemen bakışlarımı ona çevirdim. İfadesiz bir şekilde beni inceliyordu. Ne düşünüyordu kim bilir? İfadesine yansımadığı için anlamıyordum da.
Hepimiz masadaki yerlerimize geçince uzun vadeli bir sessizlik içerisinde birbirimize bakmaya başladık.
Şimdiden gecenin sonunu ön görebiliyorum.
|
0% |