Yeni Üyelik
37.
Bölüm

37-Tökezleyen Ruh ve İncinen Kalp

@kumsallardagezen12

 

『 Yılan zehri misali damarlarımda akıyordu sevgisi ve yayılırken benden izin dahi istemiyordu.. 』

 

 

Eskiyoruz. Yavaşça ve acıya acıya.

 

Kaybediyoruz. Kendimize ve tüm dünyaya karşı.

 

Değişiyoruz. Herkesin gözünde.

 

Tükeniyoruz. Hislerde ve anılarda.

 

Kayboluyoruz. Bütün zihinlerden.

 

Ve ölüyoruz. İzlerimizin yavaşça silinmesiyle.

 

Günleri deviriyoruz.

 

Bir önceki güne göre daha yaşlı.

Bir önceki güne göre daha hissiz.

Bir önceki güne göre daha ruhsuz.

Bir önceki güne göre daha inançsızız.

Çünkü dünyaya olan inancımızı yitiriyoruz. Yaşamı eskisi gibi kabullenmiyor. Ölüme adım atacak kararlar alıyoruz. Bir önceki güne nazaran daha mutsuz. Bir önceki güne nazaran daha acımasız oluyoruz.

 

Bir önceki güne göre değişiyor, kendimizi kaybediyoruz. Bir önceki güne göre bir ölümün zanlısı oluyor. Bir önceki güne nazaran cesetler biriktirip duruyoruz. Zihinlerde , yaşamalarda...

 

Bir önceki gün geri gelmiyor.

Bir önceki hisler kayboluyor.

Bir önceki mutluluk sadece anı oluyor.

Her şey aslında anında varlığını koruyabilir. Sonrası yok sonrası anılar. Bir öncesi... Yaşamın bize sunduğu imkanları olduğu anda olduğu zamanda kullanabiliriz. Çünkü her şey o ana bağlı o ana takılı halde. Düşünceler o anda var olur, faaliyete dökülmezse unuttukların arasında yerini alır. Her şey aslında çok açık. Farkına varıp uygulamana bağlı.

 

Varlığım yaşam arz etti. Varlığım yaşamı başlattı. Bekleyen bekleneni yaşattı. Beklenen ruhunu bahşetti.

Ruh kördüğüm bir halde bedene hapsedildi. Beden, ruhu acısına rağmen affetti. Zamanlar gelip geçti.

Ölümler ve yaşamalar kendilerini yenilerine devretti.

 

Sessizlik yeni zihinlerde var oldu. Zihinler yeni kurbanlar buldu. İki kelime bir hayatı mahvetti. Verilen sözler hükümsüz oldu. Gidişler geride gözyaşlarına sebep oldu. Gelecek geçmişe mağlup oldu. Ve hayat affetmek ve affetmemek arasında dönüp durdu.

 

Gerçekler sevgiye galip oldu.

 

Ben bu yaşamda zihnime karşı bir savaş açtım. Her şeyi bir nedene bağlayabilmek için. Her şeyi bir sonuçla bitirmeyi ve onu çözüme kavuşturmak için. Ve affedilişlere duvar olabilmek için. Oldum mu? Bunu hayatımın sonunda anlamış olacağım. Çünkü hâlâ izlerim taze ve kanamaya devam ediyor. Kesin bir şey söylemek istemiyorum.

Zaman bende açtığı yararları ya kanatacak ya da iyileştirecek.

 

Aslında bedenimin içerisinde olan ruhum beni hep terk edecek gibiydi. Ben sadece onun biraz daha hapsetmek için çabalayıp duruyordum. Ve yanımda olsun diye onu türlü türlü nedenlerle oyalayıp duruyordum. Benden o da gitmesin diye bu uğraşlarım. Nereye kadar süreceğini kestiremeyeceğim bir uğraşla.

 

Zaman onardığı gibi dağıtırda.

Unutturduğu gibi hatırlatır da. Sildiği gibi geri getirir izlerini de. Zaman değişimle seni yeniden inşa ederde. Zaman öldürür zaman yeniden yaşatır. Zaman acıtır sonra onarır. Zaman yok eder bir daha geri getirmemek üzerine.

 

İşte zaman çift yönlü bir şey. Diğer tarafta canlandıran diğer tarafta yok eden bir özelliğe sahiptir.

 

Her şey onu kararına bağlı şekilde ilerler. Seni o yönlendirir. Sana o hayatının seçimlerini sunar ve bir karar almanı sağlar. Evet veya hayırdır vereceğin cevap her daim. Sense her daim evet seçeneğini seçer gün sonunda keşkelerle günü tamamlarsın.

 

Benim çoğu yaptığım şeyler gibi.

 

Süreyya hanımın gelişi bizleri uzun bir sessizliğe itmişti. Masadakiler sessizce yemeğini yerken ben üzerimde olan iki çift gözler sebebiyle rahat rahat yemek yiyemiyordum.

 

Biri Ahrar diğeri Dıraner.

 

Zaten bizimkilerde yaşadığım rahatsızlıktan nedense keyif alıyordu. Victoria hariç.

 

"Bakın Prenses 'e de güzel bir talibi var. Bence bunu değerlendir derim. Malum Serra' yla gayet çok iyi anlaşıyorsunuz. Yabancılık çekmezsin." diyen zihin bağında Dehri 'ye buradan elimde tuttuğum çatalı fırlatmamak için kendimi zor tutuyorum. Nasıl da keyif alıyor ya? Bir gün gerçekten elimde kalacak bu!

 

" Dehri biraz daha konuşmaya devam edersen buradakiler de şahit olsun. Kendimi yakmaktan çekinmem seni de yanımda yakarım. Çifte düğün yaparız. Bil bakalım Serra 'nın eşi kim?" diye yapacağım şeyi söyler söylemez anında içtiği su boğazına kaçtığı için sertçe öksürmeye başladı. Dehri öksürük krizine girince diğerleri ona kısaca bir baktı. Ama Dehri iyiyim dercesine başını sallayınca herkes yemeğini yemeye devam etti.

 

" Kızım sen kaçık mısın? Neden ben Serra 'yla evleniyorum ki? Sen çok istiyorsan sen evlen Dıraner' le ve Serra ile birlikte mutlu mesut yaşayın! " dediğinde bu çıkışına ani bir cevapla karşılık verdim.

 

"Aaa ama Dehri 'cim sensiz olmaz. İlla seninde benim yanımda mutlu olman lazım. Bir daha aynı şekilde bir espri yaparsan dediğim şeyi faaliyete geçiririm. Ve inan ki çok ciddiyim. Eğer işin ucunda senin acı çekmen olacaksa seve seve kendimi de yakarım. İşte bende böyle muazzam bir arkadaşım. Değerimi bil canım değerimi! "dediğimde Dehri bana korkarak baktı. Sanırım şu an yaşadığım sinir boşalması, biraz uçuk davranmamı sağladığı için onu ürkütmüş olabilirim ama hak etti.

Uyarımdan sonra sessizce yemeğini yedi. Bakışlarını bana hiç değdirmemeye özen göstererek.

 

Sessizliğin bozulmasını sağlayan Turul beyin, Dıraner 'e sorduğu soruydu.

 

Anında Serra ve Ahrar' ın arasında oturan Dıraner sonunda bakışlarını benden çekti ve Turul beye baktı. Rahat bir nefes aldım.

 

"Bende Victoria değilsem Turul bey bunun sana karşı bir hissi olduğunu anladığı için sırf sana gıcıklık olsun diye burada kısa bir süre daha kalmasını sağlar." diyerek Turul beyin belki de zihninde geçen düşünceyi dile getirdiğinde sıkıntılı bir nefes aldım. Olabilirdi de. Çünkü Turul bey olayı anladığından beri nedense pek keyifli. Ve bu sinirlerimi bozuyor. Malum beni sinir edecek bir şey bulduğundan kaçırmak istemedi.

 

"Dıraner, Moritanya kulesini nasıl buldun?" diye soru sorup alacağı cevabı bekleyen Turul beye diktim bakışlarımı. Yaşlı bunak ne olacak! Buldu beni sinir edecek şeyi sonunda kadar kullanacak. Ama bilmiyor ki o bir kere sinir eder ben onu bin kere. Kız kardeşi aracılığıyla yaptığım şeyin intikamını alıyor kendince. Misillemeye bak arkadaş! Anlamıyorum neden kuleden biraz uzaklaşıp bana iyilik yapmıyor? Bu hem onun yararına olur hemde benim!

 

"Çok güzel bir kule efendim. Çok fazla..." diye son cümlesini bana bakarak farklı bir tınıda söyleyince bunu duyar duymaz yerin dibine girmek istedim. Açık açık rahatsız ediliyorum. Ve kimse de mani olmuyor!

 

"Sen neden geleneğe katılmadın?" diye bu sefer Ahlas bey soru sorunca Dıraner ona doğru başını çevirdi. Her ne kadar bakışlarım önümde olsada karşı tarafta olduğu için hal ve hareketlerini görebiliyorum istemeyerek.

 

"Katılım sağlıyordum. Bu seferlik bir sorun dolayısıyla olmadı. Ama şimdi katılmadığım için hafif bir pişmanlık çektim." diyerek cevap vermesiyle anında ölmek istedim. Adama bak ya hiç çekinmeden pat pat söylüyor her şeyi.

 

Onun cümlesini işiten Dennis konuşunca bakışlarımı ona çevirdim.

 

" Şimdi izin versen adam evlenme teklifi edecek. İşin bu sefer zor gibi Prenses. "dediğinde yüz ifadesinde bu halimden zevk aldığını belli eden ifadeyi görür görmez ona sinirle baktım.

 

Hah bir de arkadaş olacaklar! Düşmandan farkları yok arkadaş? Keyif alıyorlar bu çaresiz halimden. Yeter ki ellerine benimle uğraşacak bir koz geçsin değmeyin keyiflerine o zaman.

 

"Ben eğleniyor mu gibi duruyorum? Ya da dediklerinize gülüyor muyum beyler? Bence sizde eğlenmeyin ve gülmeyin yoksa sonuçları sizin için iyi olmazsa uyarmadı demeyin sonra!"diye açıkça göz dağı verdim.

 

Peki etki etti mi? Tabii ki hayır, Hiç bu fırsatı tepeler mi? Acaba Turul beyinde dahil olduğu bir yere bunları gönderip mahsur mu bıraksam? Bir anda tüm dertlerim sona erer. Bunu bir ara düşüneceğim, şimdiden not edeyim bir yerlere.

 

"Sorun yok daha önümüzde çok gelenek olacak." diyince Turul bey üzerime oynamaya devam ederken, bunun onun son geleneği olsun düşüncesinde olmam çok mu kötü olurdu? Bence değil. Yeteri kadar yaşamış yaşayacağı kadar gerisini diğer alemde yaşarsa herkes için iyi olur. Hem bir bakmışsınız Turul bey artık yok. Kim bilir nereye gitmiş olur? Kulede rahatlamış olur o zaman. En çokta ben.

 

"Bir dahakine asla kaçırmamak için uğraş vereceğim." diye cevap veren Dıraner 'i uzaya göndermek ve bir daha geri gelmemesini sağlamak istedim. Kız kardeşi ayrı itici erkek kardeşi ayrı yapışkan. İkisi de rahatsızlık konusunda sınırları aşıyor. Bir gün gerçekten eylemlerimi faaliyete geçirmemi sağlayacak bu ikisi biraz daha aynı ortamda kalmaya devam edersem. Zaten belli Dıraner burada daha kalacak gibi en iyisi şimdiden ufaktan ufaktan kaçayım. Victoria zihin bağından gideceğimi söylerken, benimle beraber geleceğini söyleyip aynı anda masadan kalkarak yemekhaneyi terk ettik.

 

Süreyya hanımın rahatsız olduğumu anlamıştı ve bunun için herhangi bir sorun etmeden gitmeme mani olmamıştı. Ama babası Turul bey için aynı şeyi söylemeyeceğim. Ben masadan kalkarken o gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Nasıl da keyif alıyor çaresizliğimden. Gitmeden önce ona gözlerimi dikmiş ve hoşnutsuzca ona bakarak yemekhaneden Victoria 'yla beraber ayrılmıştık.

 

Yemekhanenin ardından Victoria acilen Asper krallığından çağrıldığı için yanımdan ayrılmak zorunda kalmıştı. Victoria gittikten sonra bende biraz kendi başıma kalmak adına beni kimsenin bulamayacağı yere gittim. Hava karardığı içinde beni kimse çiçek arazisinde görmeyecekti.

 

Kuleden çıkınca adımlarım beni çiçek arazisine doğru yönlendirdi. Araziye giden patikada yürürken etraf sakindi. Hava yavaştan yavaştan esiyor. Serin hava ürpermemi sağlıyordu. Önümdeki patikayı aştıktan sonra çiçek arazisine varmıştım. Araziden içeri girince hoş kokulu çiçekler arasından ilerlemeye başladım.

 

Ellerimi çiçeklere dokundurup onları hissetmeye çalıştım. Yumuşak yaprakların yüzeyine parmaklarım değip geçiyordu. Ay ışığı çiçek arazisine loş bir ışıkla aydınlanmasını sağlıyor, önümde olan çiçekleri seçebilmemi sağlıyordu.

 

Biraz daha ilerleyip arazinin orta kısmına doğru ilerledim. Bu kısımda çiçekler daha seyrekleştiği için rahatça aralarından geçebiliyor, boş kısımlarında oturabilmemi sağlıyordu. Sonunda ulaşmak istediğim yere gelince adımlarım yavaşladı. Dikkat ederek yere yavaşça çöktüm. Yere otururken yavaşça etrafa göz atıp, kendimi çiçekler arasında gizledim. Sırtımı yavaşça eğip boylu boyunca yere uzandım.

 

Arazinin içerisinde uzanırken sonradan buradaki küçük ateş böceklerinin usulca etrafta uçtuğunu ve yaydığı ışığı izlemeye başladım. Her uçuşlarında yanından geçtikleri çiçekleri aydınlatıyor ve onların hangi çiçek olduğunu anlamamı sağlıyordular.

 

Sonunda belki de kısa bir süre zarfında olsa da huzurun ruhuma sızmasını sağlayacak ortamı bulmuştum. Gözlerim gökyüzüne çevrildiği anda parlak yıldızları izlemeye başladım. Şehrin ışıkları yoktu ve onlar olduğu gibi gözler önünde duruyordular. Ve bu manzara huzurlu bir gecenin sabaha doğmasına sebebiyet verecekti benim için.

 

Karanlık gökyüzünde asılı beyaz yıldızlar, benim karanlık zihnimdeki anılardı. Aynı şu anki yıldızların hali gibi bir. Karanlığa ışık oluyor onları güzel gösteriyordu. Anılarım da zihnimde bir ışığın temsilcisiydi. Harabe zihnimdeki paslı düşüncelere anılarım aydınlık oluyordu.

 

Yalnız olmak yanlış değildi. İyi geliyordu. Alışıyorsun zamanla buna. Kabulleniyor onun hayatına sızmasına engel teşkil etmiyorsun. Bakışlarım yıldızlardan uzaklaşıp önümde duran çiçeklere çevirdim. Onları net göremiyordum. Sadece gölgeden ibaretti bazıları.

 

Gölge aslında yaşamımızda her yerde bulunuyordu. Zihinlerde... Hayatlarda... Hislerde... Ölümlerde...

 

Gölgelerin hakim olduğu bir dünyada vardık. Korkularımızın başında ve onların bizdeki izleriydi. Gündüzleri saklanan geceleri ortaya çıkartıp bizi ürkütendi.

 

Aniden sert bir rüzgar esince tüm çiçekler rüzgarın etkisiyle sağa sola uçuşu verdi. Kokular birbirine karıştı dururdu. Rüzgar tıkırtılara sebep oldu. Ve benim bu karanlıkta zihnimde ürkütücü bir düşüncenin filizlenmesine sebep haline geldi.

 

En son bu havada Esila zihnimde bir yanılsama yaratmıştı. O iki dev kaslan. Siyah ve beyaz kaslanlar.

Acaba onlar gerçekten var mıydı? Yoksa onlarda Esila 'nın bir zihin oyunundan biri miydi? Ama peki buraya ilk geldiğim anda ben onları o zaman görmüştüm. O an çok gerçekti. Ya da belki de zihnim bana oyun oynamış olabilir.

 

İlk an kara ormana adım atmıştım. O zaman içeriye girebilmiştim. Şu an giremiyorum Süreyya hanımın engeli yüzünden. Peki o engeli kaldırabilir miyim? Çünkü şimdi çok istiyorum kara ormanı ziyaret etmek. İlk gün şaşkın, korkmuş ve buraya yabancı olduğum için hemen birini görmek adına ormanda oyalanmadım. Ve o iki kaslanın kavgası daha çabuk oradan çıkmamı sağladı. Diğer türlü şimdi olsa bucak bucak kara ormanı gezmek ve oradaki gizemi çözmek isterdim.

 

Ama şimdi en büyük merakımın arasında o kara ormanı karış karış gezmek vardı. Uzandığım yerden usulca doğrulduğum gibi kulenin arka tarafından evlerine doğru giden çalışanları izledim. Herkes kendi haline konuşa konuşa geri dönüyordu evlerine. Artık kuledekilere kendi odalarına çoktan çekilmiş olmalı. Erkenden güne başladıkları için çok geç saate kadar kalmadan odalarına gidiyordular. Sadece önemli günlerde geç yatıyor ama diğer günse o gün dinlenmek adına herhangi bir şekilde dersler olmuyordu. Bir nevi kule herkese o gün tatil veriyordu.

 

Olduğum yerden kalkarak bende kuleye doğru ilerledim. Şimdiden bazı odaların ışıkları çoktan söndürülmüştü. Burada daha fazla durmadan bende uyumak için odama gitsem iyi olurdu. Kim bilir yine beni neler bekliyordu?

 

Arka bahçeden içeri girdikten sonra kulenin ön bahçesinde bulunan ana kapıdan içeri girip karşımda koridorun sonunda olan odama doğru ilerledim. Ama kapıdan içeri girince Ahrar' ın odasına çıkan koridorda bakışlarımı gezdirdim. Ama koridor sessiz ve karanlıktı. Aynı ruhumun şu an ki olduğu durum gibi. Bakışlarımı önüme çevirdim. Eh bana herhangi bir seçenek kalmadığına göre odama gitme zamanı çoktan gelip geçmişti.

 

Odamın kapısının önüne gelip kapıyı açıp içeri girip ardımdan kapıyı kapatıp banyoya doğru ilerledim. Banyodaki işlerimi bitirip, üzerimi değiştirdiğim gibi hemen yatağıma geçip cenin pozisyonunda uykunun beni sarmalamasını bekledim.

 

Çünkü artık her ne kadar görmezden gelsem de başımdaki her geçen gün kendini belli eden baş ağrısından nefret ediyorum. Beni yorgun düşürüyor ve ben artık güne baş ağrısıyla uyanmaktan dolayı her şeye olan tahammülümü zamanla yitiriyorum. Bu sızlayan ve sürekli beni tüketen baş ağrısının çaresine bakacağım. Çünkü ne uyanıkken huzurluyum ne de uyurken. Zihnimde bana karşı olan ayaklanma beni yorgun düşürüyor. Gözlerim artık uykusuzluktan sızladığı için bilincim yavaş yavaş kapanmaya başladı.

 

Soluksuz bir uyku uyumayı özledim.

 

İs kokusu alıyorum. Kıvılcım sesleri işitiyordu kulaklarım. Tenim sıcaklığı hissediyor, boncuk boncuk terliyordum. Yüzüme yansıyan ışığın yansımasını hissediyorum. Yine nereye gelmiştim? Ve yine neyle karşı karşıyaydım? Yavaşça gözlerime komut vererek onları usulca açarak etrafıma bakındım. Bir zemine sırt üstü uzanmıştım.

 

Kollarımı hareket ettirerek kalkmaya çalıştım ama başarısız oldum. Çünkü kollarımı hareket ettiremedim. Sebebini merak edip kafamı sola çevirdiğim anda kollarımın bir iple her iki yana bağlı olduğunu gördüm. Bu seferde ayaklarımı hareket ettirmeye çalıştım bunda da başarısız oldum çünkü ayaklarım da ellerim gibi bağlı haldeydi. Hemen olduğum yerde kıpırdayıp iplerden kurtulmaya çalıştım.

 

Ama başarılı olamadım. Nerede olduğuma bakmaya çalıştım kafamı sağa çevirip etrafa bakınırken. Ve bir şey fark ettim. Bir piyano üzerine uzanmış bağlı halde duruyordum. Ve diğer fark ettiğim şey ise piyanonun etrafı bir ateş çemberi ile yanıyor halde olmasıydı.

 

"Neredeyim?" diye bağırarak konuştum. Yine Esila mı bunu sağlamıştı?

 

"Neredeyim?" diye tekrar bu sefer önceki sesime nazaran daha yüksek sesle konuşup olduğum yerde sertçe çırpınmaya başlamıştım.

 

"Olman gereken yerdesin kolyenin sahibi."

 

Önce bu erkek mi yoksa kadına mı ait olduğunu bilmediğim sesi zihnimdeki çınlamasını duydum hemen sonrasında etrafımda bu sesin yankısını duydum.

 

"Ne istiyorsunuz benden." diye sorunca ilk an bir cevap alamadım. Ve o anda etrafımda olan ateş çemberi git gide bana doğru yaklaştığını fark ettim. Eğer buradan kurtulmazsam cayır cayır yanacaktım. Bileklerimi hareket ettirip ipten kurtarmaya çalışsamda sadece bileklerime izler ve acı bırakıyordum. Sızlandığını hissediyorum. Ama bu bir rüya? Çok gerçekçi bir rüya. Bunu nasıl başarıyorlar? Sanki şu an gerçekmiş gibi. Ve ben şu an etrafımda olan biteni çok rahat hissediyorum. Bu şaşırıp kaldığım diğer noktalardan biri.

 

"Şimdi zamanı değil..." diye cevap verdikten sonra etrafımda bir varlığın gezip durduğunu hissettim. Ama onu görmüyordum. Kimdi? Nasıl bir şeye benziyordu acaba?

 

"Bana kim olduğunu söyleyecek misin? Etrafımda gezip duruyorsun ama kendini bana göstermiyorsun." diye uzandığım yerde hala çırpınmaya devam ederken konuştum.

 

"Sezgilerin güçlü kolyenin sahibi." diyince kim olduğunu bilmediğim ve görmediğim varlık, gözlerimi kapatıp nefes aldım. Git gide ortam sıcak olduğu için artık temiz oksijeni bile solumak zor hale geliyordu.

 

Her şeyi anladım da bu piyano ne amaçla buradaydı anlamış değilim?

 

" Bak her ne amaçla beni buraya getirdin bilmiyorum ama artık beni geldiğim yere geri mi götürsen?" diye sorunca birden anlımda bir ağrı baş gösterince olduğum yerde ensemi sertçe piyanonun sert ahşap yüzeyine sertçe bastırıp çığlık attım. Ağrı o kadar şiddetliydi ki zihnim bulanıyor, uzuvlarımı bile hareket ettiremiyorum. Sanki bedenimin hakimiyeti benden alınmış gibiydi.

 

Dişlerimi sımsıkı sıkmaya başladım ve acının benden uzaklaşmasını bekledim. Ve yavaşça ağrı şiddetini azaltmaya başladı.

 

"Zihnin kontrol altında. Bundan kısa sürede kurtul." diye tam kulağımın dibinde duyduğum fısıltıyla o an anlamıştım. Bu acıyı çektiren bu varlıktı.

 

Kontrol altında... Esila 'nın Üç Zihin Büyüsünden mi bahsediyordu?

 

"Canımı yakarak neyi elde etmeyi amaçlıyorsun? Ve kontrol derken?" dedim bilmezden gelmeyi tercih ederek.

 

"Prenses farkında olupta bilmezden gelmeni görmezden geleceğim. Sadece denileni yap!" diye emir verircesine konuşunca başka paşam ne istersiniz diye konuşmaktan son anda vazgeçtim.

 

"Sen demesen bile o kontrol zaten yakında yok olacak." dedim. Ama artık çırpınmayı bıraktım ve rahat bir şekilde uzandığım yerde uzanarak onun bir şeyler demesini bekledim. Hem bunu acı çektirmeden de isteyebilirdi!

 

"Kendin için en doğru kararı yapmış olursun o halde. Burayı unutma prenses yakında tekrar bir araya geleceğiz." diyince anlamdım? Tekrar mı rüya aracılığıyla bir araya gelecektik?

 

"Amacını söylemeyecek misin?" diye ruhsuz bir sesle konuştum.

 

İlk an onun tam ayaklarım dibinde durup bana baktığını hissettim. Varlığını tam orada hissettim. Sonra hafifçe kıpırdadığını gördüm. Ardından da birden ellerim ve ayaklarımın bağlı olmasını sağlayan iplerin varlığının yok olduğunu hissedince kollarımı çekip ağrıyan bileklerimi ovalayarak uzandığım yerden doğrulup tam karşıma doğru baktım. Orada duruyordu.

 

Sonra ateş çemberi söndü ve üzerinde durduğum piyanodan bir melodi çalmaya başladı. Neden bunu yaptığını anlamadım? Bakışlarımı kendi kendine hareket eden piyano tuşlarından çekip ona çevirdim.

 

"Tam karşımda olduğun halde bana kendini neden göstermediğini anlamıyorum?" dedim onu görmesem de bakışlarımı karşıya dikmiş bakarken.

 

"Bakmak isteyeceğin biri değilim." dediğinde anlam veremedim ne demek istediğine.

 

"Neden çok mu çirkinsin yoksa korkutucu musun?" dedim sebebini anlamaya çalışarak.

 

"Hayır sadece yokum." dedi bir kayıt cihazından duyulan ses gibi. Bir tınıya sahip olmayan. Bir sesi dahi olmayan bir konuşma. Sesi vardı ama normal bir ses değildi onun ki . "Beni böyle tanımla Prenses ; yok eden , varı tüketen..." diyince neden bu cümleyi kurduğunu kavrayamadım. Ve o an içerisinde birden olduğu yerden soyutlandığımı hissettim.

 

Gerisi koca bir uçurum...

 

Uyanmak son zamanlarda en çok yaptığım faaliyet. Uyumaksa çok az yaptığım faaliyet.

 

Uyanır uyanmaz hemen banyoya gitmiş ve küvetin içerisine girip kendimi düşüncelerle dolu suya düşürmüştüm. Su iyi geliyordu her şeye rağmen. Ağlarken gelen o küçük gözyaşlarından nefret ederim keza buna rağmen suyun içerisine girip orada zaman geçirmek iyi hissettiren diğer şeylerden biriydi. Yavaşça suyun yüzeyinden derine çektim bedenimi. Suyun içerisine girer girmez gözlerim karanlıkla örtündü. Düşüncelerim yavaş yavaş kendini açığa çıkardı. Benden yetki almaya gerek duymadan. Hiçbir zaman duymamıştı. Duymayacakta.

 

Sızıntılarla dolu bir yaşama sahiptim. Her yerden bir patlak veren, eskimiş bir kova gibiydi zihnim. Ne alırsa alsın yerinde birikmesine izin verilmeden yok olan bir su damlacığı gibiydi aldığım bilgiler. Önüme bin bir şey çıkıyor ben daha ne, ne işe bağlantılı kavramını yapmadan elimden uçup gidiyordu. Hata bende mi yoksa etrafında olan kişilerde mi? Muamma... Devrile devrile günleri devirdim. Elde ne var deseniz çok az şey?

 

Neler mi? Aron 'un kolyenin ikinci sahibi olduğunu öğrendim. Yezra' nın ölümünü. Çiçeği bulup onu kötü amaçla kullanarak hayatının aşkını sonsuz bir yaşamla baş başa bıraktığını. Lord Yelit 'in hâlâ Loya hanıma devam eden aşkı. Rauf n

Bey ve Lord Yelit' in arkadaşlığının bitme sebebini.

 

Esila 'nın zihnimdeki varlığını dayanağını. Dehliz' in yanımda oluşunu. Esila 'nın Aron' ı aldattığını. Bunu Tarsis kralının bildiğini. Ama söylemek konusundaki kararsızlığını.

 

Öğrendiğim şeyler belli başlı şeyler ama öğrenemediğim ve öğrenmek istediklerim ise şunlar ;

 

Aron nasıl, nerede öldü? Esila nasıl bir anda bedeni ve ruhu bir şekilde kopukluk yaşadı? Evet konu ihaneti uğruna yaptığı tehlikeli bir amaç, onu biliyorum ama varlığı tamamen nasıl yok edilmekten kurtuldu? Çünkü kolyenin gücüne rağmen hâlâ ruhunun yaşamını nasıl sonlandırmaktan kurtardı?

 

Ve neden hâlâ bir atağa geçmedi ve geri planda? Çünkü bir şey var onu bana karşı durduran? Neydi onu şimdilik durduran şey? Ne onun beklemesini sağlıyordu? Bana karşı bir şey yapmasını engellemek için neden hâlâ bekliyor anlamıyorum? Bir nedeni olmalı? Bir zamanı mı var acaba? Yoksa bir şeylerin açığa çıkmasını mı bekliyordu?

 

Esila, o gizemli yasak aşkı kimle yaşadı? Ve hâlâ onunla bir şeyler olacağını düşünüyor mu? O u ziyaret ediyor mu? Bana yaptığı gibi...

 

Bir nedenle hâlâ eskisi kadar olmasa da güçleri var. Onu nasıl korumayı başardı? Çünkü kolyenin güçleri dışında ona ait olan güçleri olmalı. Ya da çaldığını söylediği ruhların güçleri mi demeliyim? Belki o ruhların güçleri dayanak oluyor ve hâlâ onca zamana kadar hiçbir şey olamamış gibi dimdik ayakta olduğunu göstermek istiyor olabilir. Ve neden kimse onun hiç yok olmadığını düşünmüyor? Sadece kendini bana mı gösterdi 100 yıl sonra? Bunu bilemiyorum da!

 

Peki şimdi Esila ne yapmayı düşünüyor acaba? Hedefi kolyeyi almak ama nasıl? Nasıl bu kadar emin kendinden? Neye dayanarak bu kadar emin konuşabiliyor? Çok soru var zihnimde ve hepsi de cevapsız maalesef.

 

Ahrar 'ın ruhunun nasıl alındığını da merak ediyorum? Ve neden bu kadar ikilemde olduğunu bana karşı? Bir an çok yakın bir an çok uzak oluyor? Ve bu hali bana zarar veriyor haberi yok. Çünkü bocalıyorum. Kim gerçek? Bir an bana buz gibi soğuk olan adam mı? Yoksa lacivert harelerindeki o sıcacık bakışlı adam mı? Karar veremiyor, boşluğa düşüyorum.

 

Ve bu bana binlerce soru sordurtuyordu.

 

Hangi bakışları gerçek?

Hangi davranışı yansıma?

Hangi sözü gerçek düşünceleri?

Hangi tavrı samimi?

 

Bu sorular zihnimi işgal ederek, beni yıpratıyor. Ve ben geriye çekilip, olanları kavrayıp, ona göre davranmaya çabalıyorum.

 

Ve bu bize zarar veriyor. Güvensizlik temellerini yavaşça aramızda kurmaya başlıyor. Bu benim için büyük bir yıkım. Çünkü ona olan güvenimi ve sevgimi yitirsem ne hale geleceğimi düşünmek bile istemiyorum. Ve Ahrar buna sebep olmamalı! Yoksa onu tamamen hayatımdan çıkartırım. Ve bunu yapmak her ne kadar zor olsa da yaparım. Bazen sizi yok edecek unsuru hayatınızdan çıkarmak sizin yaşamınız için en doğru karar olur. Kangren olmaya sebep olacak kolu kesmek gibi düşünebilirsiniz.

 

Benim yapacağım şey bu olur. Evet acıyacak, kanayacak ve kanatacak ama zamanla üzerine yeni yaşamlar kurulu olacak. Eski çorak toprak yeni bir yaşama tanık olacak. Bazen acıya maruz kalacak olduğunu bilsende o adımı atmak lazım. Sadece senin için değil belki de karşındaki içinde bu geçerli. Çünkü affetmek bazen kolay olmaz ama terk etmek bu acıtsada daha az sancılı olur affetmeye göre.

 

Affetmek demek o hatanın tekrardan yapılmasını sağlamak ve tekrar aynı şeyleri baştan yaşamak demek.

 

Terk etmek ise her şeyi geride bırakarak o geçmişe bir perde çekip önüne bakarak hayatını devam ettirmek. Zor, sancılı ve umutsuz olacağına rağmen bunu tercih etmek.

 

Bunun için her şeyin sırlardan arınarak gün yüzüne çıkmasını sağlayacağım. Nasıl ocak bilmiyorum ama eninde sonunda bunun olacağını ve bunu başaracağımı biliyorum.

 

Yavaşça suyun yüzeyine bedenimi çıkardıktan sonra baş ucumda duran bornozu alıp yavaşça sudan çıkıp, üzerime geçirdim. Saçlarımı hafifçe sıkarak fazla sudan arındırdığım gibi banyoyu terk edip giysi odama geçtim. Daha önce ayırdığım kıyafetlerimi giyip saçlarımı kurulamaya başladım. Saçlarını kuruladıktan sonra taramaya başladım omzumun her iki yanına doğru. Tarama işlemini bitirdikten sonra aynadaki yansımama baktım.

 

Karşımda yorgun bir kadın vardı. Duygularının onu terk edip gittiği bir kadın. Hissizliği tadan ve onu tüm varlığıyla hisseden bir kadın. Acının izlerini barındıran ve onu özümseyen bir kadın. Karanlığı ruhuna ağırlayacak kadar onu benimseyen bir kadın.

 

Yitik ama ayakta durmaya devam etmek için çabalayıp duran bir kadın.. Gözyaşlarını içine akıtan. Ağlamamak için kendine söz vermiş bit kadın. Ve o sözü tutabilmek için kendine etten bir duvar ören, her şeye tepkisiz kalarak hislerini içinde yaşamaya devam eden bir kadın.

 

O kadın bendim. Ağlamak bana yasaktı.

 

Hislerimi kontrol etmek zorundaydım.

Acıyı göğüslemek zorundaydım.

Karanlığı içimden söküp atamasam bile, onunla baş etmek için uğraş vermek zorundaydım. Ve her darbeye rağmen ayakta kalmayı başararak , bana sunulan bu hayatı sonuna kadar en iyi şekilde yaşamam lazım. Çünkü bir ömre sahip insanoğlu, başka bir alternatif yok. En iyisi olmazsa bile olması için çabalayacağım. Amaçlarımı ve hayallerimi gerçekleştirmek istiyorum. Sadece yaşamak ve bütün zamanlarımı güzel bir şekilde sonlandırmak istiyorum.

 

Hayat bana neleri sunarsa, onu en iyiye çevirmek için mücadeleler vermekten kaçınmayacağım.

 

Aynadaki yansımama son kez baktıktan sonra ayağa kalkıp odamı terk ettim. Daha güneş doğmamıştı. Yapacağım bir şey olmadığından kendimi oyalamak istedim arka bahçede olan salıncakta. Koridorda yavaş ve sessizce ilerleyip arka bahçeye çıkan çift kanatlı kapıya ulaştım. Kapı kapalı olduğu için yavaşça kapıyı açıp dışarı çıktım.

 

Dışarı çıkınca adımlarım beni kendi kendine salıncağın olduğu yere götürdü. Salıncağın yanına yaklaşınca önüm uçuruma arkam kuleye dönük olacak şekilde oturdum. İki elim salıncağın iplerine kuvvetlice tutundu.

 

Oturduktan sonra yavaşça ayaklarımdan yardım alarak sallanmaya başladım. Salıncak ileri geri gitmeye başladığı esnada bakışlarım hala karanlık olan havaya çevrildi.

 

Güneş daha doğmamıştı. Ve günün başlamasına daha çok vardı. Biraz burada durup geri giderdim sonra içeriye. Zaten içimde tarifi olmaz bir his vardı. O rüyadaki kimdi bilmiyorum. Ama bana hissettirdikleri ruhuma iyi gelmiyor; derin yaralar açıyordu tenimde. Huzursuz hissediyorum ve sanki etrafım onun varlığıyla kuşatılmış halde gibiydi.

 

"Uyumamışsın?" diyen sesi duyar duymaz anında korkuyla arkama baktım. Arkamda konuşan kişi Ahrar 'dı.

 

Burada ne arıyordu ve ben hissetmeden nasıl yanımda bitivermişti? Birkaç adım atarak yanıma doğru geldi. Bakışları bende gezinip duruyordu. Neden geldi ki? En son ki konuşmamızdan sonra bir daha yanıma bile yaklaşmaz sanıyordum.

 

"Konuşmayacak mısın benimle?" diyince yine yanıtsız bıraktım sorusunu, bakışlarım ondan uzağa çevrildi.

 

"Peki öyle olsun bakalım." dedi ve ben tam olduğum yerden kalkıp gideceğim anda olduğum ortam boyut değiştirdiğini fark edince bakışlarımı Ahrar 'a diktim.

 

"Amacın ne?" diye sinirle konuşunca bakışları, bakışlarımı yakaladı. Şu an bizim kulenin arkasında olan göletin olduğu yerde bulunuyorduk.

 

"Benimle konuşmandı ve başardım da." dedi Ahrar bunu başarmış olmanın sevinciyle.

 

Ama boşuna mutlu oldu çünkü bilmiyor ki daha birkaç gün önce yaptığı bu büyüyü öğrenip, nasıl bozacağımı bildiğimi. Anında ellerimi arkamda birleştirip onun lacivert harelerine oyunbozan bir ifadeyle baktım. Ve bir fısıltıyla hemen olduğumuz ortamdan az önceki arka bahçeye geçiş yaptık. Ahrar bu yaptığımı kavradığı anda kaşları çatıldı.

 

"Birkaç kitap karıştırmakla yaptığın o küçük basit büyüyü öğrendim. İyi yapmışım değil mi?" diye bak gördün mü dercesine baktım. Her zaman o sinir edecek değil ya biraz da ben edeyim. Nasıl bir şeymiş görsün beyefendi!

 

"Ödevini iyi araştırmışsın Prenses ama karşında ki o ben oluyorum beni basite alma. "der demez Ahrar, birden olduğumuzu alan soyutlandığında, o büyüye başvurduğunu anladım. Soyut ortamı aktif hala getiren bir büyü. Muvela Sloh büyüsü...

 

Burası evren değildi. Burası zamanın mekanın olmadığı alandı. Ve Ahrar bu büyüye başvurduğu anda elim kolum bağlı hale geldi. Bu halim tabii ki beyefendinin işine geldiği için gevşek gevşek sırıttı.

 

Arkamdan birleştirdiği ellerimi çözdüm ve her iki yanda yumruk haline geldi.

 

Bir de gülmüyor mu 32 diş? Her ne kadar ona kırgın olsam da gülümsemesine nedense takılı kaldım. Vicdansız kalbim bir onda yelkenleri indiriyordu. Susup, açığa çıkan ifademi görünce anında gülümsemesi soldu. Bir adım bana doğru geldi. Ellerime çekinerek uzanmaya çalışınca ellerimi geriye çektim. Bu halim onun tüm cesaretini söndürdü.

 

"Kızgın mısın hâlâ?" diyince Ahrar, sesli bir nefes verdim. Kızgın mıyım? Hayır daha çok kırgınım ve hissizim. Çünkü bu ilişkinin ilerisini göremiyorum. Bu daha çok hissiz olmama sebep oluyor. Ahrar 'ın ani ruh değişimleri beni şimdiden yıpratıyorsa, başka herhangi bir konuda nasıl bir hale gelirim bilmiyorum. Ve bu beni karamsar düşüncelere itip duruyor.

 

"Hissizim daha çok. Neden diye soracaksın? Hemen cevap vereyim. Ani çıkışlarına, bazen anlam vermediğim ifadelerine, aniden beni acımasızca eleştirmene hissiz kalıyorum. Çünkü o an neden böyle yaptığına anlam veremiyorum ve bu beni bir uçurumdan aşağı atılmamla aynı hissi doğruyor. "diyince Ahrar 'ın lacivert harelerinde bir duygu belirdi.

 

Kaybetme korkusu..

 

Bana karşı bu bakışlarındaki ifade beni nedense etkilemesi gerekirken, sadece ona bakmakla yetindim. Hiçbir şey demedim. Hiçbir şey diyemedi o an.

 

" Bu şekilde düşündüğünü bilmiyordum." dedi çatallı sesiyle. Hareleri etrafta dolaştı durdu. Sanki bir çözüm arayışına girdi o anda. Sanki bulunca aramızda olan bu şey son bulacak gibi düşünüyordu.

 

Ama hayır böyle düşünmesi yanlış! Önce kendi inanmalı bize. Sonra bana inanmalı ve bir daha bu davranışları sergilememesi gerekiyor. Sonra ilişkimizi onarmak için adımlar atacağız. Çünkü Ahrar bazen bana karşı takındığı bu tavrı devam ettirirse yavaşça yıpranıp ve tükeneceğiz. Ve bu bize zarar vermekten öteye gidemez.

 

Bakışları harelerimde oyalandı durdu.

 

"Şimdi ne olacak?" dedi korkarak dile getirdiği bu cümleyle bana bakıp dururken.

 

"İyileşmek için adım atmalısın. Bir daha olmayacak gibi sözlerin hükmünün bende geçerli olmayacağını biliyor olmalısın. Zaten sende fark ettin ve anladın artık neyden dolayı aramıza mesafe açıp durduğunu. Sen adımlarını doğru atmaya başlayacağın an, biz ilişkimizi gözden geçirerek yeniden başlayacağız. O zamana kadar benden herhangi bir adım bekleme. Çünkü sen burada hatalı olansın. Ben değil. "dedim ve birkaç adım geriye doğru çekildim.

 

Bu adım buradan gitmek istiyorum için bir mesajdı. Onu anladığı anda birden eski ortama geri döndük.

 

" İyileşecek ve iyileştireceğim. Önce kendimi sonra seni ardından ilişkimizi. "diyince Ahrar hiçbir şekilde konuşmadan onu dinlemiştim.

 

Son kez Ahrar 'a bakıp yanından geçmek için adım attım. Zor olsa da yanından geçerek kuleye doğru ilerledim. Her ne kadar bu konuşma ikimizi de yıpratsada ileri için gerekli bir konuşmaydı.

 

Odama gelince yatağa kendimi atıp öylece tavanı izlemeye başladım. O an soluduğum hissinde sanki tanıdık bir kaybetme anısı canlandı o an zihnimde. Sanki Ahrar ikinci kez bir şeyi kaybetmiş gibiydi. Ve bu onda büyük yaralar bırakmıştı. Onun için söylediklerimi duyar duymaz o kaybetme korkusunu yaşamıştı.

 

Hayatında önem verdiği şeyler az olmalıydı ve arasında olanı yani beni de kaybetme korkusuyla burun buruna gelmesi onun için hiçte iyi olmamıştı.

 

Çatlaklardan kopup duran ufak parçalar gibi kalbim şu an parçalarını kaybediyordu. Ve bu parçalar bir araya gelse dahi eskisi gibi olmayacaktı. Ahrar 'la her tartışmada her kavgamızda birbirimizde izler bırakacak, kendimizi parçalara ayırıp duracaktık.

 

Çünkü sevgi buydu. Her daim mutlu olamazsın. Yeri gelecek kırılacak, kıracak ama günün sonunda bir araya gelecektin yine. Ben ve Ahrar' da günün sonunda bir araya gelecektik ama kayıplarımız olacaktı. Ve bu kayıplar bizi birbirimize daha sımsıkı bağlayacaktı.

 

Hayat aslında buydu. Onca şeye rağmen bir araya gelmekten uzaklaşmamak. Ve bir araya gelince birbirimizin değerini daha iyi anlamaktı. Biz Ahrar 'la daha ilişkimizin başında sayıldığımız için küçük bir darbe bile bizi çok büyük etkiliyordu. Ama zamanla ilişkimiz rayına oturacağından herhangi bir darbe asla bize zarar vermeyecek konumda olacaktı. Bunun geleceği günü sabırsızlıkla bekliyor olacaktım.

 

O zamana kadar kendime ve Ahrar 'a zaman tanıyıp, eksikliklerimizi ve kusurlarımızın farkına varmamız gerekiyor. Yoksa gerçek anlamda biz, biz olamayız. Bunu başaramayız. Her şey aslında bir adım sonrası için hazırlıktı. Ve bu hazırlık her şeyden daha anlamlıydı benim nazarımda.

 

Ahrar benim için hayatın iyi yönünü temsil ediyordu. Her daim.

 

Gün doğduğu gibi kendimi Victoria 'nın odasına giderken bulmuştum. Odanın kapısının önüne gelince hafifçe kapıyı tıklattığımda ses gelmeyince, kapıyı yavaşça açıp içeri girdim. İçeri girince Victoria' yı makyaj aynasının önünde saçlarını tararken görmüştüm. Beni aynadaki yansımada görünce uykulu sesiyle günaydın demişti.

 

Victoria 'ya doğru ilerledim. Hemen çaprazında duran pencerenin önüne geçip Victoria' ya baktım.

 

"Birileri de uyumamış?"diyince yavaşça kafasını salladı. Elinde tuttuğu tarağı makyaj masasına bırakıp bana doğru döndü.

 

Çok yorgun gözüküyordu. Sağ elini çenesinin altına koyup bana bakarken konuştu.

 

" Sabaha doğru geldim ve ne yaptıysam uykum olmasına rağmen uyuyamadım. Ve şu an ölüden farkım yok. Bıraksalar şuraya bayılıp kalırım." dedi esnediği anda. Bazı kelimeleri yutmuş olsa da ben anlamıştım. Sol elinin tersiyle ağzını kapatarak hâlâ esnemeye esnemeye devam ederken gözleri hafifçe kısılmıştı. Göz kapakları usulca açılıp usulca kapanıyordu.

 

" Sende uymamışsın ama bana göre daha dinç duruyorsun." dediğinde alıştım demekten son anda vazgeçtim.

 

"Yansıtmamaya çalışıyorum." diyince anladım derecesine başını salladı ve olduğu yerden kalkıp bana doğru döndü.

 

"Hadi yemekhaneye gitmeden önce terasa gidelim. Temiz hava çarpıntı yapar belki uykumuz açılır." diyince mavi harelerim usulca ona çevrildi. Gözlerine bakıp olur diyerek onu takip ettim.

 

Victoria yanımda ilerleyerek kapıya ulaşıp kapıyı açtı. Önden çıkmamı bekledi. Çıkınca hemen arkamdan gelip aynı adımlarla üst kata doğru ilerledik.

 

" Uykum yüzünden sersem gibiyim. Algılarım hâlâ uyuyup duruyor bana tezat." diyince bu dediğine yorgunca tebessümle karşılık verdim. Benimde ondan farkım yoktu.

 

Terasa çıkınca adımlarımızı teras korkuluklarına doğru yönlendirdik. Korkulukların önüne gelince ellerimi soğuk zemine dayayıp destek aldım.

Korkulukların mermer yüzeyine oturup ayaklarımı boşluğa bıraktım.

 

"Hadi sende gel. Manzarayı izleriz ayılana kadar." diyince Victoria sessizce komutuma uydu ve benim gibi oda mermer yüzeye oturup ayaklarını sarkıttı boşluğa doğru.

 

"Hava hâlâ serin. Yaz her ne kadar gelmiş olsa da geceleri serin oluyor ara sıra." diyince bakışları kulenin dışında olan yerlerde gezinirken.

 

"Evet sabahın erken saatlerinde dışarıya çıkmıştım. Hava hâlâ esiyordu." dedim sabahki olay hâlâ etkisini göstermeye devam ederken.

 

"Her uyumayışında kendini kulenin dışarısına atıyorsun. Çok mu boğucu oluyor geceleri senin için?"diyince sıkıntılı bir nefes kaçtı dudaklarımın arasından. Omuzlarım usulca çöktü. Uzaklara dalıp gittim o an . Boğucu olması bir yana artık uyku uyumak bile istemiyorum. Gördüklerim geceleri yatağa gerginlikle girmemi sağlıyordu. Ve bu ne kadar daha devam edecekti onu kestiremiyordum.

 

"Huzursuz uykular beni kuleden uzaklaştırıyor. Bende hava almak için odadan dışarı çıkıyorum." dedim ve dengemi koruyarak sağ ayağımı baldırımın arasına yerleştirdim.

 

"Aslında —" Victoria tam konuşacağı anda terasın kapısının açılmasıyla cümlesi yarım kaldı. Tam arka tarafımda olması sebebiyle dönüp kim geldi bakamadım bile. Ama sesleri ben ve Victoria 'ya ulaştı.

 

Serra ve kardeşiydi gelenler. Bize ulaşan seslerinden tanımıştım.

 

"Kahvaltı etmeden önce burada konuşalım." demiş Serra ama sonrasında konuşmayı bırakmıştı. Bizim burada olduğumuzu fark eder etmez.

 

Victoria' nın duyacağı şekilde kısık sesle konuştum. "Gidelim buradan." diyince Victoria 'da benim gibi olduğu yerden arkaya doğru döndüğü gibi mermer yüzeyine üstünden kalkıp terasın kapısının olduğu tarafa doğru ilerledi.

 

Bakışlarımı Serra' ya çevirdiğim esnada hemen olduğu yerde durmuş ben ve Victoria 'ya baktığını gördüm. Bakışları her zamanki gibi nefret doluydu. Bunu saklamadan belli etmesi başka bir konuydu. Hiç onlar yokmuş gibi davranmayı tercih ettim. Bu tabii ki Serra'nın işine geldi de.

 

Yanından geçip giderken bakışlarındaki ifadede yok olmamı isteyen bir istek yatıyordu. Sebepsiz yere benden nereye edişini anlamayacak anlamaya çalışmayacağım artık. Yanında duran kardeş Dıraner 'se sessizce ben ve Victoria' a bakmakla yetinmişti. Dün gece uyarı dolu bir konuşmanın içerisinde kalmış olmalı ki benimle konuşmamıştı. Ah bunun için bile teşekkür edebilirim Serra 'ya.

 

Terasın kapısını açıp tam dışarı çıkacağım an Ahrar' la burun buruna gelince iki adım geri gittim. Lacivert harelere baktığımda eskisi gibi ruhsuz bir ifadeyle karşılaştım. Hatta dünkü üzerinde duran kıyafetlerle karşımda duruyordu. Üzerinde olan siyah gömleği kırış kırıştı. Gömleğin kollarını dirseğine kadar sıvamış, gömleğin ilk iki düğmesini açık bırakmıştı.

 

Bunalmış ve yorgun haliyle karşımda duruyordu. Bakışlarım birbirine girmiş saçlarına çevrildi. Dağınık duran saçları sabahı zor ettiğini gösteriyordu. Ya sabaha kadar dışarıda beklemişti ya da yaptığımız konuşmanın sebeplerinden kaçmak için kendini çalışmaya vermişti. Ve bu onun bu halde olmasının sebebi olmuştu.

 

Bu ifadesiz bir hali canımı sıksada açık vermemek için sola doğru yönelip yanından geçtim. Hiçbir şey demeyecek yanından gidişim tabii dikkatinden kaçmadı. Ama böyle olması gerekiyordu. Victoria 'da hemen arkamdan bana yetiştiği gibi aşağı inen merdivenlere yöneldik.

 

"Serra'nın sana olan bakışlarını gördün mü? Nasılda nefret içeriyordu." diyince omuz silktim.

 

"Boş ver nasıl baktıysa bakmış." dedim ve kısa bir süre basamakları inerken bakışlarımı ona çevirdim. "Gece uzun bir konuşma olmuş olmalı ki Dıraner benimle hiç konuşma çabasına girmedi bile. Serra ilk kez bir işe yaradı. İyi ki bende nefret ediyorda kardeşini benden uzak tutuyor. Onun birde kardeşiyle muhatap olmak istemiyorum." dedim ve bakışlarımı önüme çevirdiğim anda zemin kata geldiğimizi fark ettim.

 

Zemin kata geldiğimiz gibi adımlarımı yemekhaneye doğru yönelttik.

 

"Zaten dün gece kardeşinin, seni tanıdığını fark edince Serra neye uğradığını anlayamadı. Şoka girdiğinden o an konuşamadı bile. Şoktan çıkar çıkmaz da anında o mühim soruyu sordu. 'Siz tanışıyor musunuz?' demesinin ve cevabı almasıyla ardından yüz ifadesinin yaşadığı değişim beni benden aldı. O an gülmekten kendimi son anda dururdum. "dedi o olayı hatırlarken ki yüz ifadesine yansıyan mutlulukla.

 

" Bende onun kadar şaşkındım. Onun Serra'nın kardeşi olabileceğini hiç düşünmedim. Aklıma bile gelmezdi. "dedim ve önüne geldiğim yemekhane kapısını açıp içeri girerken kapıyı açık bırakıp, Victoria 'nın girmesini bekledim. Yanıma ulaşınca birlikte hâlâ boş olan yemekhanede ilerlemeye başladık. Masa daha yeni yeni hazırlanıyordu.

 

" Erken gelmişiz. "diyince Victoria evet diyerek karşılık verdim.

 

" Biraz da biz onları karşılayalım olmaz mı? Hep son gelen bizdik. Bu sefer bir değişiklik olsun. "dedim ve yerime doğru ilerledim. Yerime geçince Victoria 'ya da solumda duran yerine geçti.

 

" Mera ortalıkta gözükmüyor? "diyince Victoria hemen bakışlarımı yemekhanede gezdirdikten sonra olmayışından emin olmuştum.

 

" Belki izinlidir. "dedim aklıma ilk gelen sebebi söylerken.

 

" Bilmiyorum ama olabilir. Son zamanlarda pek ortalıkta görünmüyor. Bir ara yanına gidip soralım. Belki de bir sıkıntısı var olmaz mı? "diye olabilecek bir sorunu dile getirince Victoria, onun içerisinde olduğu bu sorunu en kısa zamanda ortadan kaldıracağımı söylemek istedim ama susmayı tercih ettim. Mera var olan sıkıntısını kısa sürede atlatacak ve eski haline geri dönüş yapacaktı.

 

Keza bende öyle. Huzurlu olacağım günleri iple çekiyorum.

 

Bunun bir an gelmesini de dört gözle bekliyorum.

 

Günler sonra....

 

Çok uzun bir zamanın içerisinde tutsak hissettiğim anlar olmuştu. Bu anlarda her zaman kendime şunları hatırlattım; zaman seni parmaklıklar ardında bırakmış olabilir ama özgürlüğün hâlâ senin elinde. Hayatını yaşa bu parmaklıklar arkasında. Dünyanı buraya taşı.

 

Bu sayede belki de her şeye rağmen bir şeyden güç alma özelliğim var. Ruhumun kasırgalardan kurtulması zaman aldı. Ruhumun tekrar hayata dönmesi zaman aldı. Günler önce Dıraner kuleden ayrılıp gitmişti. Ve giderken tekrar buraya geleceğini bildirmişti bana bir mektup yazıp giderken. Unuttuğu bir şey var geri geldiğinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. O buraya geldiğinde başka birini görecekti. Beni...

 

Dıraner gittikten sonra Serra birkaç gün ortalıkta gözükmemişti. Kardeş hasretine yormuştu herkes. Ama ben değil. Serra başka bir şey için günlerce odasından dışarıya bir adım bile atmamıştı. Hatta yemeklerini bile odasına ediyor. Ahrar dışında herhangi bir ziyaretçi kabul etmiyordu. Amacı neydi? Önümde açık olan pencereden şimdi ona bakıyordum.

 

Dün gece yemekhaneye gelmişti ama ne şans ki ben o gün kulede değildim. Gelişimle onun odasından dışarı çıktığı haberini almıştım. Bu sabah ise sanki hiçbir şey olmamış gibi Süreyya hanımla ön bahçede çay keyfi yapıyorlardı. Yakında art niyeti ortaya çıkardı.

 

Günler geçmişti...

 

Ahrar defalarca kez benden özür dilemiş. Bana hediye ettiği kitapta birçok iyi geceler ve günaydınlar mesajları bırakmıştı. Okusam dahi ona geri dönmemiştim. Kendini affettirmek için çok çabalamıştı. Hatta bazen odamın penceresinin önünde her gün farklı farklı çiçekler bırakıyordu.

 

Doğrusunu söylemek gerekirse bu hoşuma gidiyordu. Her yeni güne güzel bir hediyeyle başlamak çok iyi hissettiriyordu. Son zamanlarda uykum sanki hiçbir etkiye sahip olmamış gibi huzurluydu ve soluksuz uykular çekiyordum. Nedenini merak etsemde uğraşsam bile bulamayacağımı bildiğim için sadece keyfini çıkartıyorum.

 

Birkaç gün önce güzel bir haberle güne uyanmıştım. Kiran, babasıyla konuştuğunu ve artık herhangi bir sorun çıkartmadan, onu destekleyeceğini söylemişti. Bu Kiran 'ın Mera' yla olan ilişkileri için bir adım atmasını sağlayacaktı.

 

Kiran birkaç gün içerisinde Mera 'ya evlilik teklifi edecekti. Birkaç gün önce Kiran babasının iznini alarak Mera' yı, Tarsis krallığına götürmüştü. Ve orada Tarsis kralıyla beraber üçü yemek yemişti. Bu olaya benim kadar Victoria, Varisler ve Dennis 'te çok sevinmişti. Çünkü hepimiz onların mutluluğunu istiyoruz. Zaten Kiran evlilik teklifi için ona hazırlıklar konusunda yardımcı olmamızı istiyordu. Ben ve Victoria seve seve kabul etmiş ve Kiran' ın aklında olan ortamı hazırlamak için onun haber vermesini bekliyorduk.

 

Zamanını haber verdiğinde hemen hazırlıklara başlayacaktık. Şimdilik Kiran her şey hazır demişti sadece babasından annesinin yüzüğünü isteyecek eğer vermezse Mera için tasarlanmış olan yüzükle evlenme teklifi edecekti. Yüzükte karar kılındığı anda hazırlıklar son sürat başlayacak ve güzel bir evlilik teklifinin nadide seyircileri olacaktık.

 

Pencereden bakışlarımı çekip arkaya doğru adımladım. Şu an boş bir dersliğin sınıfında bulunuyordum. Sessiz bir yer bulmak adına buraya gelmiştim. Kısa bir süre burada oturmuş, yapmam gereken araştırmaları yaptıktan sonra hava almak için pencereye gidince Süreyya hanımı ve Serra 'yı görmüştüm.

 

Şimdi ise buradan ayrılma vaktim gelmişti. Bugün dersler olmadığı için tüm öğrenciler kasabaya inmişlerdi. Buna Varisler ve Dennis' te dahildi. Victoria 'ysa bir işi olduğunu söyleyip kuleden gitmişti. Tek başıma kaldığım için kendimi tek kalacağım bir yere getirmiştim. Gündüz vakti kimse herhangi bir sınıfın dersliğe gelecek değil ben hariç.

 

Yavaş adımlarla kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açıp dışarı çıktım. Arkamdan kapıyı kapatıp boş koridorda ilerlemeye başladım. Bakışlarım dalgın dalgın önümde olan yoldayken bir adım sesi duyunca anında oraya çevrildi başım.

 

2.katta bulunan dersliklerin olduğu koridorun sonunda bir insan bedeni görünce kaşlarımı çatarak oraya doğru ilerledim. Temkinli adımlarımla gideceğim yere varınca her katta bulunan terasa çıkan kapıdan dışarı çıkan Ahrar 'ı gördüm. O beni fark etmemişti. Yanına gidip gitmemek konusunda kararsız kaldığım için sıkıntılı bir nefes aldım.

 

Kendimi cesaretlendirdim. Hem tesadüfen orada karşılaşmış gibi yaparım. Sonra gidecek gibi yapar onu benimle konuşmasını sağlarım. Her ne kadar ona kırgın olsamda onu özlemediğimi söyleyemem. Bu adama bağımlı olmuştum. Onu her ne kadar bu geçen günlerde görmezden gelsem de her gece onu uyurken ziyaret ederek özlememi gideriyordum.

 

Ama son iki gündür odasına gelmediğini öğrenmiştim. Ve bu onu görmediğim ikinci gündü. Bu fırsatı kaçırmak istemediğim için teras kapısını açıp dışarı çıktım. Teras kapısını kapatıp ilerleyeceğim anda bir fısıltı duydum.

 

"Sessiz sırlar yavaşça ortaya çıkacak. Kulak ver. Farkına var."

 

Sesi duyunca bakışlarımı etrafta gezdirdim. Belki de birinin varlığını görürüm diye. Ahrar ben kapıyı açınca hemen olduğum tarafa bakmıştı. Başını çevirdiğinde beni görünce olduğu yerde bedenini tamamen bana çevirmişti. Ama şu an duyduğum fısıltı beni başka bir amaca itip gitmişti. Ahrar onu gördüğüm için adım atmadığımı düşünmüş olmalı ki bu davranışım onun bakışlarında bir hayal kırıklığı yaşamasına sebep oldu.

 

Tam ona doğru adım atacağım yeni bir fısıltı daha duydum.

 

"Yanlış adım, yanlış karar. Geri dön! Kendine geri dön!"

 

Ne anlatmak isteğinden en ufak bir fikrim dahi yoktu. Ve bu olduğum yerde bir mum gibi alev almamı kendimle beraber her şeyi yok etmemi sağladı. Bir adım geriye çekildim. Bu hareketimi gören Ahrar olduğu yerde bana doğru ilerlerken lacivert hareleriyle beni baştan aşağıya inceledi. O harelerde en çok özleme rastladım.

 

Beni ele geçiren bakışları adım atmamı engellediği gibi konuşmama da engel olmuştu. Karşıma geçince o an zaman dondu. Ve ikimizde birbirimizi izledik. Gerçeğe kısa, bize uzun gelen bir süreyle. Yorgundu. Uykusuz olduğu için hafif göz torbaları ortaya çıkmıştı. Ve sakallarını traş etmediği için sakalları biraz uzamış, ona başka bir Ahrar 'a çevirmişti. Başka bir kimliğe ait olan Ahrar' a. Sonunda birbirimizi izlemeyi bıraktığımız anda konuşan o olmuştu.

 

"Beni gördüğün için gitmene gerek yok. Ben de zaten gidiyorum." diyip Ahrar sesine yansıyan yorgun tınıyla bana baktı son kez. Bir adım bekliyordu benden. Onu durdurmaya çalışmamı. Ya da bir şey dememi. Sessizce ona bakmamla peki dercesine kafasını salladı. Ve harekete geçti.

 

Tam yanımdan geçeceği an elim hızla sol kolunu tuttu. Bu hareketim Ahrar 'ın kaşlarını çatarak bana bakmasını sağladı. Birkaç adım geriye gelip tekrar karşıma geçti.

 

"İyi görünmüyorsun. Kendini uykusuz bırakman ne kadar doğru?" diye çocuğunu azarlayan bir anne ifadesiyle konuşunca başını hafifçe eğip bakışlarımızın birbirine değmesini sağladı.

 

"Kokun... Onu soluyorum sanki her an ama gözlerimi açtığımda yoksun." dedi bunun onu kızdırdığını belli ederek. Geceleri yanına geliyordum. Ve kokumu soluyordu. Uyanınca yanında olmuyordum. Ve bu Ahrar 'ın kokumu solduğunu hissettirmişti. Ama onun gerçek olmadığını anladım bakışlarına bakarak.

 

" Ve kadın beni kendine esirin ettiğini yeni yeni fark ediyorum." Elleri çekinerek omzuma yerleşti. Herhangi bir şey yapmadan ona bakınca bundan cesaret aldı. Ve bir adım atarak bana doğru yaklaştı. "Aslında sen bana ders verdiğini düşünüyor olmalısın ama hayır sen beni mahkum ettin. Kendinden sürgün ederek. Kokunu solumama engel olarak. Gökyüzünü andıran harelerinden mahkum ederek, beni kendinden sürgün ettirerek karanlığa sürgün ettin." dedi ve sağ eli omzumdan belime doğru yavaşça hareket etti. Kokusunu her an soluyordum ama bu yeterli olmuyordu sanki. Ona bakarken şu an ellerim sızlıyordu. Ona dokunmak ve sarılmak istiyorum ama bunu yapmaktan kendimi nedense alıkoyuyorum.

 

Sonunda Ahrar 'ın sağ eli belime giderken, bu sefer de sol eli boynuma doğru hareket etti. Bir adım atarak daha fazla bana yaklaştı. Sessiz kalışım onun bir adım atarak, bana bir adımla dahada yakın olmasını sağladı. Hareketsiz oluşum ve bir şey demeden onun hareketlerini izliyor oluşum, onun bana karşı uzak olmak için koyduğum engellerin önünü açmasına sebep oldu. Tam bir adım atacağı an zihnime komut verdim ve etrafta bizi koruyacak kalkanı aktif hale getirip birilerinin bizi görmesini engelledim.

 

Sonra Ahrar bana sarılamadan ben ona sımsıkı sarıldım. Daha fazla bekleyemedim. İki elimi sırtına yaslayıp, başımı boynuna gömdüm ve kokusunu soluklarım arasından ciğerlerime sundum. Bu hareketimi beklemediği için ilk an kasılmıştı. Ama sonra Ahrar 'da sımsıkı bana sarıldı ve beni kendine çekerek içine gömercesine benim gibi hasret giderdi.

 

Sağ elimi ensesine götürüp hafifçe boynunu okşadım. Tenini hissettim. Kokusunu soludum. Ahrar boynunu eğip yüzünü saçlarıma yasladı ve benim yaptığım gibi oda kokumu soludu.

 

Ilık nefesi tenimin karıncalanmasına sebep oldu. Belimde duran eli sımsıkı sardı beni, kendine doğru. Sonra parmakları belimde harekete geçti ve tenimde izler bırakırcasına orada görünmez şeyler yazmaya başladı.

 

"Özlem hiç bu kadar ağır olmamıştı. Hayatımda çok az şeye özlem duydum. Ve hiçbiri bu kadar yaralayıcı olmadı." dedi ve boynumu dudaklarını değdirdi. Uzun hasret dolu bir buse kondurdu. Sonra başını yasladığı yerden çekti. Bende onun gibi başımı geriye çekip ona baktım.

 

" Benimle beraber kendini de cezalandırdın. Gözlerine sevgi dolu hisler doğdu. Kadın beni kendinden bir daha uzak tutma." dedi bunu sözünü vereceğime tutunarak. Konuşamadım. Sesim titredi. İçimin titreyip, kendini kaybettiği gibi. Sadece evet anlamında başımı sallayarak tamam dedim. Bu hareketimi görünce hemen başını eğip alnıma özlem ve sevgiyle dolu bir buse kondurdu. Dudakları orada uzun bir süre oyalandı. Sanki bu anın daha uzun sürmesi için kendini oyalıyordu. Belki de o da benim gibi bunun bir rüya olduğunu düşünüyordu. Ve bitmesin diyerek zamanı oyalıyordu kendince.

 

Ama değildi ki. O beni bende onu hissetmiştim. Ellerimi Ahrar 'ın sırtından çekip yüzüne doğru götürdüm.

 

Sakalları avuçlarıma izler bırakıp durdu . Sanki Ahrar' ın izlerini bende bırakarak onu unutmamamı, her an onu ve izlerini ruhumda, zihnimde ve tenimde hissetmemi istemişti. Yavaşça sağ avucuma yanağını okşadım. Ve alnımı çenesine yasladım.

 

"Zordu—"dedim derin bir iç çekerek. Dudaklarım titredi. Sesim ağlamaklı çıktı. Şu an tüm duyguları aynı anda yaşadım. Önce hüzün sonra mutluluk şimdi huzuru. Ve daha niceleri. Sağ elim Ahrar 'ın çenesinden yavaşça aşağı doğru indi. Yanağından boynuna, boynundan kalbine doğru elim yol aldı. Ve kalbinin üzerine gelince durdu. Her akşam sağ elimin durup tenimle atışını hissettiği atışları şimdi rahatlıkla hissediyordum.

 

Atıyordu... Hayattaydı... Yanımdaydı...

 

Alnım Ahrar 'ın çenesinden çekip hasret kaldığım lacivert hareleriyle kesiştirdim. Sağ elim hâlâ atan kalbinin üzerinde duruyorken dudaklarımı aralayıp konuştum.

 

"Gözlerini özledim. Onlara uzun uzun bakmayı çok özledim. " dedim özlemin hükmü altında olan sesimle.

 

Ahrar bu cümleme gülümsedi.

 

İki yana kıvrılan dudaklarına takılı kaldı bakışlarım. Sonra hâlâ tebessümü yerinde dururken gözleri yüzüme çevrildi. Ahrar her daim her ifademi görmek adına hiçbir mimiklerimi kaçırmamak için dikkatle beni inceliyordu.

 

"Benim kadar olamaz." dedi huzuru ağırlayan sesiyle. Hâlâ belimde duran eli ara sıra varlığını belli ediyordu. Ahrar sanki bu an bir rüyaymış gibi düşündüğü için gerçekliğini anlamak için ara sıra varlığımı tenime dokunarak kanıtlıyordu.

 

"Bir daha birbirimizi bu kadar uzak kalacak kadar üzmeyelim olur mu?" diyince Ahrar 'ın aniden ifadesi kasıldı ve sertçe yutkundu. Bu halini görünce hemen ifadeleriyle onu ört bas etti.

 

"Asla—"dedi ve beni kendine sertçe çekip sarılırken aynı cümleyi tekrarlayıp durdu.

 

" Asla bunu yapamayacağım. Asla... "

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

Ahrar 'la terasta aramızda olan mesafeleri silip attıktan sonra yanından ayrılmıştım. Çünkü Serra'nın koridorda olan varlığını hissedince hemen Ahrar' ın yanağına küçük bir buse kondurup odama geçiş yapmıştım portal açarak. Ben gittikten sonra yapmış olduğum kalkan ortadan kalkmıştı .

 

İlişkimizin açık kalan yaralarını iyileştirdikten sonra her şeyin bizim için daha güzel olmasını sağlayacaktık.

 

Odamdan çıkmış ve kuleye geri dönen bizimkilerin yanına gitmiştim. Şu an savunma eğitimi verilen yerde oturmuştuk.

 

"Kasaba da bir yer buldum. Bence bir ara gidilelim." diyince Dennis 'e hepimiz onaylamayan bir ifadeyle baktık.

 

"Geçen sefer yaşadığımızı şey yüzünden hâlâ kasabadakiler bize tepkiliydi. Bir şey alacağım an satıcı hemen onun satıldığını söyleyip, oradan uzaklaşmamı sağladı. Bence biz kasabadaki kötü itibarımız unutulana kadar bir daha kasabaya inmeyelim. Kendi sağlığımız için. "diyerek kasabada önceki zamanlarda yapmış olduğumuz olayı dillendiren Dehri 'ye hak verdik.

 

Victoria' da bir kere kasabaya indiğinde bizim geçen seferki olaydan dolayı orda hoş karşılanmadığını, bunun için başka topraklarda olan kasabaya gittiğini söylemişti.

 

"Dehri haklı. Her ne kadar biz o olayda suçlu olmasak bile, kasaba halkı bizi suçlu buluyor. Onun için elinizden geldiğince kasabaya inmeyin. İhtiyaçlarınızı başka yerden karşılayın." diyerek kısa vadeli olsa bile kasabadan uzak durmamız gerektiğini belirttim. Hepsi sessiz kabul ettiler.

 

" Eee hâlâ Kiran 'dan haber yok mu? "diye soran Enfal' e hayır bakışlarıyla karşılık verdim.

 

" Babası her ne kadar evliliklerine onay verse de çekiniyor yüzüğü istemek konusunda. Yani Kiran, babası izin vermese anlayışla karşılar. Çünkü annesinin eşyalarının babası için değerli olduğunu söylemişti bir ara. Ve vermemesi olağan bir şey." diyince anında hepsi bu dediğimi duyunca bir şey demediler.

 

" Her ne kadar katı biri olsa da Kral Tarsis ölen eşine ve ondan kalanlara çok değer veriyor. Bunun için onu suçlamak hata olur. "dedi Kavi.

 

Sırtımı arenanın iskeleti olan tahtaya yasladım. Bu sırada Nehar kasabadan almış olduğu yeni küçük bıçağıyla sağ elinde tuttuğu tahta parçasını biçerken aklıma bir şey geldi.

 

" Neden kulenin arkasında olan gölette Kiran 'ın evlilik teklifini yapması için hazırlanıyoruz. Gece vaktinde Kiran yaparsa çok güzel bir ışıklandırmayla onlara unutulmaz bir anı hazırlamış oluruz. Kiran kulenin arkasında olan çiçek arazisinde olmasını istedi. Ama bence Kiran ve Mera' yı taşıyacak aparatı göletin üstüne yerleştiririz. Orada Kiran eder teklifi. Ne dersiniz? Sonra da çiçek arazisinde küçük bir kutlama yemeği hazırlarız. "diyince önerdiğim fikir hepsinin hoşuna gitti.

 

" Ben ve Kavi hazırlarız göletin üzerine yerleştireceğimiz aparatı. Ben güçlerimle onları yüzeyde durmasını sağlarım. "dedi Enfal işi üstlenerek. Peki derecesine başımı salladım.

 

" O halde ışıklandırma bende. "dedi Dehri.

 

" Süslemeler ve Mera 'nın hazırlığı işi bende. "diyerek Victoria onlar gibi hazırlıklara katıldı.

 

" Ben müzik işini halledeceğim. Tanıdığım iyi bir müzikal grubu buraya davet edeceğim. "diyince Nehar anında ona gülümsedim. Hepsi yapabileceği şeyle hazırlıklara ortak olmuştu.

 

" O halde ben ve Dennis ise çiçek arazisinde yemeği organize ederiz. "dedim ve Dennis 'in de hazırlıklara katılmasını sağladım.

 

" İş bölümü bittiğine göre bugünden itibaren başlıyoruz o zaman hazırlıklara. Güzel bir evlilik teklifi konsepti bizi bekliyor. "dedim neşeyle. Hepimiz bu işin heyecanıyla dolup taştık.

 

Kiran ve Mera' nın mutlulukları için her şeyi eksiksiz yapacaktık.

 

Şimdiden bunun heyecanı bizi ele geçirmişti.

 

Kuleye geldikten sonra akşam yemeğini yemiş ve hemen ardından odama geçmiştim. Odama gelip bir duş aldıktan sonra üzerimi giyip, yarım kalan araştırmalarıma devam etmiştim.

 

Uzun bir süre daha çalıştıktan sonra her şeyi toparlayıp, yerine koyup ardından yatağa geçmiştim. Birden basan uykuya daha fazla direnmeyerek gözlerimi kapatmıştım.

 

Uyurken bedenimin üşüdüğünü hissetmiştim ama o an uykunun esamesi nedeniyle onu görmezden gelip, uykunun sıcak kollarından ayrılmamıştım.

 

Bir patikada olduğumu fark edince yine rüyanın beni ele geçirdiğini anladım. Uzun bir aradan sonra tekrar beni ele geçirmişti. Bulunduğum yol karanlık ve taşlı bir yoldu. Biraz ileride bir ışığa rastlayınca ona doğru ilerledim. Yolda birkaç kez dengemi yitirip, tam yere düşüp bileğimi incitecekken, son anda dengemi bulup yola devam etmiştim. Sonunda ışığın geldiği yere ulaşınca bir evden geldiğini anladım.

 

Evi incelemeye başladığımda bu evin eski harabe bir ev olduğunu fark ettim. Asıl anlamadığım nokta bu ışık yine görmüş olduğum o farklı farklı renklere ait olan taşlardan mı kaynaklanıyordu? Peki bu taşların ne gibi bir işlevi vardı ki her daim rüyamda karşıma çıkıyordu? Birkaç kez gördüğüm taşlarla ilgili bilgiler edinmeye kalksamda tam bir sonuç alamamıştım.

 

Çok yüzeysel bilgileri içermekten öteye gitmemişti kitaplar. Zaten bilgim olmadığı için kitaplar hakkında herhangi bir sonuca varamıyordumda. Ve sadece her daim karşıma çıkıp göstermeye çalıştığı şeye odaklanıp, bir sonuç bulmaya çalışmakla yetiniyordum.

 

Eve doğru adımladım ve kapının karşısına geçip yavaşça incelemeye başladım evi. Camlar açıktı. Kapının yarısı kırık olduğu için koridorda olan merdivenlerden yansıyan ışığı görebiliyorum. Önümde duran iki basamaklı merdivene baktım. Pek güvenilir gibi durmuyordu. Ve çoğu kırık olan merdiven korkuluğu ayrı bir ümitsizliğe yol açıyordu. Etraf her ne kadar karanlık olsa da evin içerisinden yansıyan ışık evi ve evin dışını aydınlığa ulaştırıyordu.

 

Önümde olan basamağın kırık tarafına dikkat ederek basamağa çıkıp bir diğer basamağa da basarak kapıya ulaştım. Kapının kolunun olduğu kısım kırk olduğu için hemen kapıya avcumu yaslayıp kapıyı ileriye doğru itmeye başladım. Açıldığı anda gürültü çıkaran kapının sesini kulaklarım işitince, bakışlarım aniden önümde duran dar koridorda gezinip durdu.

 

İçerisi bomboştu. İçeriye girip yavaşça ilerlemeye devam ettim. Her adımda ayağımın altında olan ahşap zeminden gıcırtı sesleri duyulmaya başladım. Bakışlarımı yanımda olan kapısı açık olan odaya çevirdim. İçerisi loş bir ışıkla aydınlığa kavuşmuştu. Odada herhangi bir eşya yoktu. Bakışlarımı önüme çevirdim.

 

Ve biraz ileride olan merdivenlere doğru ilerlemeye devam ettim. Sonunda merdivene yaklaşınca önümde olan ilk basamağa basarak yavaşça yukarıya doğru çıkmaya başladım. Korkulukların yüzeyinde elim usulca benimle beraber ilerledi. Ahşap korkuluk eski ve dayanıksızdı. Hafif bir baskıda anında olduğu yerde sallanıp duruyordu.

 

Son birkaç basamağı da çıkınca ulaşmak istediğim yere gelmiştim. Tam karşımda duran odanın kapısının kapalı olmasına rağmen, alttan ışık vurmasıyla aradığım şeyi bulduğumu anladım. Kapıya doğru ilerledim. Bu katta bulunan diğer kapılar hepsi açık ve odaların içi bomboştu. Kapının önüne gelince hemen kapının kolunu tutup açtım. Açar açmaz daha önce yaşadığım yoğun ışıkla karşı karşıya kaldım. Sağ kolumun dirseğiyle yüzümü örtüp, ışığa alışmaya başladım.

 

Yavaşça ışığa alışınca gözlerim hemen dirseğimi yüzümden çekip, içeriye doğru adımladım. Odanın ortasında bulunan masanın üzerinde bir açık kitabın önünde duruyordu kırmızı taş. Yansıttığı ışık beyaz olmasına rağmen taşın rengi kırmızıydı. Şaşırdığım bir nokta ise o masanın üzerinde duran kitabın bendeki kitapla aynı olması. Bu bir işaretti. Ve bana bir şeyleri göstermeye çalışıyordu.

 

Hemen olduğum yerden kitap ve kırmızı taşa doğru ilerledim. Ben kitaba doğru ilerleyince birden kitap hemen kapandı. Bir anda kitap sertçe kapanınca olduğum yerde kısık bir çığlık attım. Soluklarım hızlandı. Kitaptan bakışlarımı çekip kırmızı taşa çevirdim. Ve kırmızı taşa yaklaştığım gibi onu ellerimin arasına alıp yakından bakmaya başladım. Yansıttığı ışığı yüzüme vuruyordu. Avcumun içerisinde kaybolan taşı incelerken birden bulunduğum katta bir çarpma sesi gelince olduğum yerde hızla arkama dönüp baktım. Elimde olan taş olan avucumdan düşüp yerde yuvarlanmaya başladı. Kapının olduğu tarafa doğru yuvarlandı ve sonra durdu.

 

Kırmızı taşın ışığı yeri aydınlatınca o an zeminde olan izler dikkatimi çekti. İki kişiye ait olan izler bulunuyordu yerde.

 

Korkuyla nefes almayı bıraktım. Biri ben buraya girerken tam arkamda benimle beraber içeriye girmişti. Hatta adım izleri şu an bulunduğum yere kadar beni takip etmişti.

 

Benim şu an arkamda mıydı? O an korkudan bedenim kasıldı. Arkama dönüp bakmak için birkaç kere kendimi zorladım. Ama bedenim kas kastı kesilmiş gibi herhangi bir şekilde kıpırdamadan duruyordu. Belki de arkama bile bakmadan burayı terk etmeliydim. En doğrusu buydu.

 

Zar zor kendimi harekete geçirip ileriye doğru koşmaya başladım. Tam kapıya ulaşınca kapı birden kapandı sertçe. Olduğum yerde kapanan kapıya baktım. Ben o an ne yapacağım diye düşünürken arkamdan adım sesleri duydum. Bana doğru gelen adım sesleri. Başka seçeneğim yoktu. Arkama yavaşça dönmeye başladım. Arkama dönünce birden korkudan çığlık attım. Bu öyle sıradan bir çığlık değildi. Korkunun ruhumu sömürdüğünü hissettim.

 

Karşımda beklediğim her şey olabilirdi. Bir canavar, bir ruh ,bir adam, bir kadın.

 

Ama beklediğim şeyler arasında ben yoktum. Evet ben. Karşımda olan kişi bendim. Ama ruhuna karanlık karışan ben. Gözlerini dikmiş bana nefretle bakıyordu. Benim aksime onun saçları simsiyahtı. Uzun yere kadar uzanan siyah saçlı bir ben. Üzerindeyse simsiyah bir elbise vardı. Bakışlarımı bendeki gibi olan kolyeye çevirdim. Onun kolyesini taşı simsiyah renkteydi. Her şeyiyle simsiyah bir ben.

 

"Korkunun kokusunu soluyorum Emira." dedi tehlikeli bir melodiyle. Bakışlarında yatan o şeytani ifade ve gülümseme tüylerimi diken diken etti. Sanki ben şu an onun için bir avmışımda her hareketimi gözünü dahi kırpmadan izliyordu. En ufak bir hareketimde üzerime saldıracak gibi duruyordu.

 

"Benden korkuyor musun? Ben senim Emira. Kendinden nasıl korkarsın prenses." dedi son cümlesinden sonra yüksek tiz bir kahkaha attı.

 

"Bu ben değilim! Sen her neysen bilmiyorum ama sen, ben değilsin!" dedim itiraz ederek.

 

Kabullenemiyordum. Kabullenmeyecektim de.

 

Çünkü bu hale gelmem için bir neden yoktu.

 

Bu tavrıma karşı cık cık diyerek karşılık verdi. Ve başını hafif bir açıyla omzuna doğru eğdi. O an bir şey yapacağını düşündüm. Ama yapmadı. Sadece olduğu yerde durup bana baktı. Farklı görünüyordu. Acıyı özümsemiş gibi. Her şeyini kaybetmiş gibi. Ama ona rağmen hayatta olmak için bir dayanak arayan biri gibi.

 

Ve bu dayanaksa elinde kalan son şey ;acı...

 

Acı onunla bir bağ kurmuştu. Acıyla bütün olmuş. Onun gölgesinde yaşamını devam ettirmişti.

 

Gerçekten bu benim ilerki hayatımdaki halim miydi? Yoksa sadece korkunç bir rüya mıydı? Peki neden gözlerinin ardından bir hayal kırıklığı vardı ve onu saklamaya çalışıyordu bu maskeyi takarak. Bu gerçek olabilir mi? Bu hale gelebilir miyim?

 

"Hadi ama sana bir şey yapacak değilim! Zaten istesem de yapmam. Sen benim masum yanımı temsil ediyorsun. Ama şimdilik. Çok yakında Emira neden bunu dediğimi anlayacaksın o zamana kadar hoşça kal..." demişti beni baştan aşağıya incelerken. Ama o bakışlarda sadece şunu gördüm. Eskiye duyulan büyük bir özlem. Eski halini yani şu anki halimde olmak istiyordu.

 

Rüya dağılıp beni kendinden soyutladı.

 

Bir gerçeğin geçmişe dayanarak bağ kurması. Rüya bunu temsil ediyordu. Rüya en başından beri beni bazı şeyler hakkında uyarıp duruyordu. Ama ben bir sebepten ötürü hâlâ ne denilmek isteniyor anlamıyorum. Ve ipuçlarını kaçırıp duruyordum her seferinde tekrar tekrar.

 

Sabahın erken saatlerinde kalkmıştım. Aslında uyuyordum ama Victoria Kiran 'dan haber aldığını ve hazırlıklara başlamamız gerektiğini söyleyince uykumdan çabucak sıyrılıp, kendimi banyoya atıp, bir duş alır almaz üzerime içinde rahat edeceğim bir kıyafet giydikten sonra hemen odadan çıkmıştım. Odadan çıkınca bizimkilerle kulenin arka bahçesinde buluşmuş ve kolları sıvayarak Kiran ve Mera için hazırlıklara başlamıştık.

 

Ben ve Dennis çiçek arazisine gidip önce yemek yenilecek alanı belirlemiş ve oraya herkesin daha doğrusu davetli olanların rahatça yerleşebileceği büyüklükte ve genişlikte bir masa kurmuştuk. Masa yerini aldıktan sonra da masanın süslemeleriyle ilgilenmiştik. Mera 'nın en sevdiği renk pembe olduğu için masa örtüsü, peçeteler, çiçek ve diğer aperatifler pembe renkte seçilmiş ve masada ki yerlerini almıştı.

 

Çatal ve bıçaklar ve diğer süsler rüzgar ve diğer her şeyden etkilenmesin diye küçük bir büyü ile masa ve çevresi koruma altına alınmıştı. Hatta masanın etrafında herkesin arkasında duran direklere asılı meşaleler yerleştirilmiş, direkler sarmaşıklarla çevrelenmişti. Daha sonra bir platform masanın tam karşısına yerleştirmiştik. Müzikal için orada müzisyenler gösterimini yapacaktı.

 

Ardından akşam yenilecek yemek için mutfağa gidip kızlarla beraber yemekleri hazırlamaya başlamıştık. Mera Victoria 'yla beraber hazırlanmaya çıkmıştı.

 

Onlar hazırlana kadar ve Kiran buraya gelene kadar bizler üzerimize düşeni yapmak için elimizden geldiğince hızlı olmaya çalışıyorduk. Hiçbir sorun olmadan bu yapılacak evlilik teklifi için tüm hazırlıklar bitmiş olmalıydı.

 

4 saatin ardından her şey tamamen hazır olduğunda bizlerde hazırlanmak için kulede olan odalarımıza geçmiştik. Kiran ve Tarsis kralı yakında gelmiş olurlardı kuleye. Onlar gelmeden bizler hazır olup onları karşılamaya gitmeliydik. Odama geçince geceden seçmiş olduğum dik yaka şifon lacivert elbiseyi üzerime geçirmiştim.

 

Dizlerimin iki tık altına kadar uzanan etek kısmına sahipti. Sade düz bir elbiseydi. Sadece etek kısmının uçları fırfır detayına sahipti. Elbiseyi giydikten hemen sonra saçlarımı topuz yaprak ense hizasında toplamıştım. Pastel tonlarında makyajımı yaptıktan sonra kısa topuğu olan siyah bir burnu açık topuklu ayakkabı giydikten sonra odadan çıkmıştım. Odadan çıkınca hemen Victoria ve Mera 'nın yanına doğru yol almıştım. Victoria odasında Mera' yı hazırlayacaktı.

 

Merdivenlerden Victoria 'nın odasının olduğu kata gelince hemen kapıyı açıp içeri girdim. Bakışlarım odada bulunan Victoria ve Mera' yı bulununca çok alıcı göründüklerini fark ettim. Victoria mor bir elbise giymişti. V yaka mor elbisesi dizlerinin bir tık altında bitiyordu. Elbisenin balon kolları bilek kısmına kadar gelip orada sonlanıyordu. Saçlarını Victoria at kuyruğu yapmıştı.

 

Meraya baktığımda onun pembe bir elbise giydiğini gördüm. Straplez yakası vardı elbisenin üstü tüllerle örtünmüştü. Mera 'nın giydiği elbisenin kol modeli balon kolluydu. Etek kısmı belinden aşağı kabarık bir şekilde aşağı bileklerine kadar iniyordu. Tül elbisenin içerisinde çok hoş görünüyordu. Saçlarına pembe çiçeklerden oluşan bir taç takmıştı. Pembe ve tonlarında makyajını yapmıştı.

 

Onların olduğu tarafa ilerledim.

 

"İkiniz de çok güzel olmuşsunuz." dedim ve bakışlarımı Mera 'ya çevirdim. "Kiran tekrar aşık olacak sana." dediğimde mutlulukla güldü. "Hazır olduğuna göre hadi aşağı inelim. Dennis Kiran' ın geldiğini söyledi. Aslında sana sürpriz yapmak istiyorduk ama böyle daha iyi olur diye düşünüp haberdar olmanı istedik. Kesinlikle zaten Kiran önceden etmişte olsa siz yalnızken, bu şekilde olması daha iyi. Bizde mutluluğunuza tanıklık edeceğiz. "dedim ve Mera 'ya doğru ilerledim. Yanına gelince ona sımsıkı sarıldım.

 

" Hadi o zaman daha fazla bekletmeden aşağı inelim. "diyince Victoria hemen Mera' dan ayrıldım.

 

Victoria ve Mera aşağı inerken bende odada küçük bir şey alacağımı söyleyip onların yanından ayrıldım. Odaya tekrar geldiğim de Mera ve Kiran 'a hediye edeceğim onlara ait çizimi alıp odadan dışarı çıktım. Kapıyı açıp dışarı çıktığımda koridorda ön kapıdan dışarıya çıkmakta olan Ahrar' ı gördüm. Tek başındaydı.

 

Adım sesleri duyunca bakışları olduğum tarafa kaydı. Ona doğru yavaş adımlarla ilerlerken, beni durduğu yerde hareketsiz kalıp incelediğini gördüm. Önce gözleri üzerimde duran lacivert kıyafete kaydı. Elbisenin renk konusunda lacivert seçimim onun hafifçe tebessüm etmesine sebep oldu. Sonra bakışları yüzüme çevrildi ve uzun süre orada oyalandı. Sonunda adımlarım ona yaklaştığında karşısına geçip kısaca onu inceldim. Her daim tercih ettiği renk içerisinde karşımda duruyordu. Siyah...

 

Siyah bir gömlek ve pantolon. Bakışlarımı yüzüne çevirdiğim anda hâlâ beni incelediğini fark ettim.

 

"Çok güzel görünüyorsun her daim olduğu gibi." dedi sakin sesiyle. Lacivert harelerindeki kendi yansımama baktım.

 

"Teşekkür ederim." demekle yetindim. Ve bir adım atıp ilerlerken onunda yanımda ilerlemesini sağladım. Burada durmamız dikkat çekebilirdi. Hem yan yana yürüyerek gelmemiz dikkat çeksede yolda karşılaştık diyebilirim soranlara.

 

"Lacivert tutkun olmuş." dediğinde neyi ima ettiğini anladım. Ve buna sessiz kalarak karşılık verdim. Ama Ahrar zaten biliyordu. Onun lacivert harelerine olan tutkumu.

 

"Elinde tuttuğun şey ne?" diye merakla sorunca hemen elimde olan paketlenmiş çizimi hafifçe salladım. O sırada çoktan kapıdan çıkmış ön bahçede kulenin dışına çıkan ana dış kapıya doğru ilerledik.

 

"Bir hediye Kiran ve Mera için. Onları çizdim." diyince başını salladı anladım dercesine. Bakışlarım onu bulunca ileriye baktığını gördüm.

 

Dalgın duruyordu.

 

"Hiç beni de çizdin mi?" diye sorunca hiç beklemediğim şeyi sormuştu. Onu çizmek mi? Onu defalarca çizdim. Her açıdan. Her an onun yüz ifadesini zihnime kazıldığı gibi sayfalara da aktarıldı.

 

Ahrar 'ın sorduğu soruya nasıl bir cevap vereceğimi o an bilemedim. Ne demeliydim ki? Seni her an vakit bulduğum anda kağıda yansıtıyorum mu demeliydim?

Yüzünü unutmamak adına zihnime sonrada kağıda mı geçirdim mi?

 

Bunların yerine şunu söyledim.

 

"Çizmemi ister miydin?" diyerek ne tepki verecek diye bekledim. Yan profilinden onu izliyordum. İlk başta sorumu sorduğumda sanki içsel olarak bunu isteyip istemediğini kendine sormuş bir hali vardı. Hafif kaşları çatık halde düşünmüştü dediklerimi. Sonra yavaşça ifadesi gevşedi ve bakışları önünden çekilip beni buldu.

 

"İsterdim." dedi kısaca. Lacivert harelerindeki bunu isteyen ifadesiyle söylediği tek kelime uyumuştu. Ahrar bakışlarını tekrar önüne çevirdiği anda yavaşça adımlarını hızlandırdı. İllerdeki asker bize kapıyı açınca Ahrar önden geçmemi işaret edince hemen dediğini yapıp kapıdan geçerken oda hemen arkadan beni takip etti.

 

Yan yana gölete doğru ilerledik.

 

"Dinlenmiş duruyorsun? Uykunu almışsın buna sevindim." dediğinde Ahrar aklıma gördüklerim sızdı. O rüyaya rağmen uyumaya devam etmiştim. Victoria gelemezse ne zaman uyanırdım kestiremiyorum.

 

"Evet." dedim ve artık gölet görününce biraz Ahrar 'dan uzak durarak yürümeyi devam ettim. Açmış olduğum mesafeye Ahrar hoşnutsuzca baktı ama herhangi bir şey demedi. Yanımda ilerledi. Sonunda evlilik teklifinin yapılacağı alana gelince Ahrar yanımdan ayrılıp biraz ileride duran Arın hocanın yanına doğru ilerledi. Ahrar yanımdan gidince bende Victoria'nın yanına gittim. Biraz ilerde göletin üstüne yerleştirilmiş platformda Kiran ve Mera bulunuyordu. En önde onları izleyen ben ve Victoria... Tam arkamızda Varisler ve Dennis bulunuyordu.

 

Süreyya hanım, Ahlas bey ve Tarsis Kralıysa tam platformun sol kısmında yer alıyordu.

 

Arın hoca ve Ahrar 'sa biraz daha uzakta bulunuyordu. Hayret Serra yoktu. Gelmemesi isabet olmuştu.

 

"Çok güzel duruyorlar." diyince Victoria ona başımı çevirdim.

 

"Çok hemde—"dedim ve biraz önce Kiran dizilerinin üstüne çöküp Mera' ya evlilik teklifi etmesini izledim. Mera çok heyecanlı ve çok mutluydu. İkisinin yaydığı enerjiyi soluduğum anda içime tarifi olmayan bir duygu sindi. Kiran diz çöküp elinde tuttuğu yüzüğü Mera 'ya doğru uzatıp evlenme teklifini yapınca Mera yüksek sesle evet dedi.

 

Hepimiz o anda onları alkışladık.

 

Bakışlarımı Tarsis Kralına çevirdim. İfadesiz dursada gözleri kendini açık ederek ele veriyordu ne hissettiğini. Mutluydu. Çünkü oğlunun mutlu olduğu ana tanıklık yapıyordu.

Ve birden müzik çalışınca hemen Victoria dans et etmelerini isterken yüksek sesle. Kiran hemen Victoria 'nın dediğini yapıp Mera ' yla dans etmeye başladı. Onlar dans ederken bizlerde onları izlemeye devam ettik.

 

Mera ve Kiran' ın dansları bittikten sonra platformdan aşağı inip yanımıza gelmişlerdi. Sırasıyla hepimiz onları tebrik etmiş ve sarılmıştık. Hediyemi verdiğim anda ikisi de çok mutlu olmuş ve teşekkür etmişti. Diğerleri de onları tebrik edip hediyelerini verince Kiran ve Mera yanımızdan ayrılmıştı.

 

Kiran babasının yanına gidince Tarsis kralı ona sıkıca sarılmış ve sonrasında Mera 'yla kısaca konuşmuştu. Eh bu bile küçük bir adım. Sarılmasını beklerdim ama herhangi bir şekilde Mera' yı kırmadan onunla konuşmuştu. Victoria hemen yanımda ayrılıp Kiran ve Mera 'yı çiçek arazisinde bulunan onlar için organize ettiğimiz alana doğru götürmüştü. Herkes gitmişken ben arkadan ilerliyordum. Ve arkada kalan Tarsis Kralını görünce ona doğru ilerledim.

 

Tarsis Kralı yanına geldiğimi görünce bana bakmıştı. Yanında ilerlerken herhangi bir şey demeyince bu sessizliği ben bozmuştum.

"Bence çok mutlu olacaklar." diyince bir şey demedi. Konuşmaya niyeti mi yoktu?

 

"Eşinize ait olan yüzüğü Kiran 'ın evlilik teklifi için Mera' ya vermesini kabul etmeniz çok hoş bir incelikti." diyince bu sefer sessiz kalmadı. Ah ne güzel!

 

"Her ne kadar bu benim için zor olsa da Kiran 'ı kırmak istemedim. Verdiğimde mutlu olmuştu." diyerek sıradan bir şeyden bahseder gibi konuşunca sadece yürümeye devam ettim.

 

"Bence buraya gelmem herkes için çok güzel bir şekilde sonuçlandı." diyince Tarsis kralının ifadesi kasıldı. Sanırım bunun devamında ne diyeceğimi düşündü.

 

"Sonuçta sizin Kiran 'a uygulandığınız koruma planlar değişikliğe uğradı. Ve son olarak birçok kişi bazı yaptığı hataların farkına vardı. Ve en önemlisi sizin insanlara yönelik olan ön yargılarınızı yok ettim.." diyince Tarsis Kralı bana bakışlarını çevirdi ve başını iki yana salladı.

 

" Ne dedim ki başınız esefle iki yana salladınız? Doğruları söyledim. "diyince Tarsis kralı hemen sözlerime karşılık verdi.

 

" Farkında olman için söylüyorum ki Prenses ilk zamanlardan beri genelde bazı kuralları yıkıp geçerek, kendi istediklerini ortaya koydun. Buna oğlum için koyduğum kuralları da dahil ediyorum. "diye sesindeki yaptığım o şeylerden hoşnut olmadığını açıkça belli eden tınıyla konuşunca adımlarımı hızlandırıp ona yetiştim.

 

"Bence bana kızmayı bırakın oğlunuza özgürlüğünü verdim. "diyince bana kaşlarını çatarak baktı ve alaylı bir gülümsemeyle başını iki yana tasvip etmeyen bir ifadeyle salladı.

 

Hatta kendimi övüp onu kınadığım için bu tavrımı saçma bulup yanımdan uzaklaştı. Arkasında kalırken adımlarımı hızlandırıp ona son anda yetiştim. Hızlı yürüdüğü için onun adımlarına uygun adımlar atarken kesik kesik nefes alıp veriyordum. Hemen önüne geçip geri geri ilerlemeye başlayınca adımları yavaşladı.

 

Ve ben ara sıra arkama bakıp tersten gittiğim yolda herhangi bir engel olup olmadığını kontrol ederken Tarsis Kralı bu davranışımı yanlış bulduğu için tam sola geçip ilerlemeye devam edecektiki tekrar önüne geçtim. Bezgince bir nefes çıktı dudakları arasından. Sanırım yüksek sesle konuşup bana çıkışmamak için kendini zorluyor olmalı.

 

" Hadi ama bana neden öyle bakıyorsunuz? Benim gibi uslu naif bir prensesi bu bakışlarınızla ürküttüğünüzü bilin. "diye masum tutmaya çalıştığım sesimle konuştuğumda bana bakışları çevrildi.

 

Ve söylediklerimin benimle örtüşmediğini açıkça ifade eden sözlerini söylemekten çekinmedi. Bazı zamanlarda çok kaba olduğunu biliyor mu? Ya da dur dur her daim kaba olduğunu düşünüyor mu demeliydim?

 

" Oğlumu benden kaçırdın! Bu hiç uslu bir Prenses 'e yakışan bir hareket değildi. Benden yaptığın şeyin doğru olduğunu söylememi mi bekliyordun o zamanlarda? "diye açıkça yaptığım şeyi yanlış olduğunu dile getirdi. Bense yaptığımda bir yanlış görmedim. Sonuçta Kiran 'ı hapsolduğu yerden kurtarıp onu gerçek hayatla karşı karşıya bıraktım.

 

Bir teşekkür etmesi gereken yerde dediği şeye bak ya! Sanki o çok doğru bir şey yapmışta benim yaptığım şey yanlış. Burada bir hatalı varsa ya odur. Ya da ikimizde hatalıyız. Diğer türlü ben tek hatalı olamam. Çünkü onun yaptığı yanlışı düzeltiyordum. Onun için Kiran 'ı kaçırdım. Ne kaçırması? Kurtardım demeliydim. Geri geri yürümeyi bırakıp sola doğru dönüp Tarsis Kralının yanıma ulaşmasını beklerken bir yandan da konuşmayalım devam ettim.

 

"İlk zamanlar hakkında söylenen her şey gerçekten doğru bunun farkında mısın?" diyince bu sefer kaşlarını çatıp sinirlenen ben oldum. Ne demek doğru? Daha düne kadar beni savunmadı mı bu adam Serra 'ya karşı? Bu adam tam bir dengesiz ya? Birde Kral, halkına acıyorum. Onun dengesiz halleriyle uğraşıp duruyorlar. Acaba Kiran ve Mera bizim kulede mi yaşasalar? Onların sağlığı açısından daha doğru bir karar olur. Yürümeyi bırakıp karşısına dikildim. Önüne geçince Tarsis Kralı hemen yürümeyi bırakıp birkaç adım geriye gidip bana baktı.

 

" Ben denilenin aksine ve gördüğünüz şeylere rağmen hiç öyle söylenen gibi bir prenses değilim. Hem oğlunuzu kaçırmadım onu tıktığınız mahsenden dışarı çıkardım." diye onu suçlayıcı bir şekilde konuştuğumda üste çıktığımı görünce bu halime sinirli bir şekilde güldü. Hiç onu takmayıp konuşamaya devam ettim." Yaptığım hiçbir şey yanlış değil. Yine olsa yine yaparım. Geriye dönüp baktığımda burada yaptığım şeylerle alakalı herhangi bir pişmanlığım onun için hiç yok. "diyerek yaptıklarımın arkasında durdum.

 

" Belli oluyor zaten söylemene gerek yok. "dedi Tarsis kralı ve sonrasında tekrar konumuza geri dönüş yaptı."Kiran 'ı benden habersiz bir yere götürdün! Bu hiç benim istediğim bir hareket değildi. Yani sana göre doğru olsa da bana göre yanlıştı. "diyince omuzlarım usulca düştü ve ona gerçek olmayan bir üzüntüyle baktım. Ama bu hareketime ikna olmayınca anında saçımı geriye yavaşça savurup takındığım ifadeden sıyrıldım. Ve bir sırrı açığa çıkaran tınıyla konuştum ona bakarak .

 

" Bilirsiniz isyanlar hep sessiz ve aniden yapılır. Size haber vereceğimi düşünmüş olmazsınız? Sonuçta amaç Kiran 'ı o kuleden dışarı çıkarmaktı. Size söyleseydim sanki izin verecek miydiniz? " dedim sorarcasına.

 

Hayır diyerek kafasını sallayınca bakın gördünüz mü neden bunu yaptığımı derecesine kaşlarımı iki yana kaldırdım. Bedenimi öne doğru döndürdüm ve onu geride bırakarak ilerlemeye başladım. Onunda arkamdan duyulan adım sesleri duyuldu. Tarsis Kralı arkamdan gelirken geriye kalan cümlemi sesli ve kendinden emin bir şekilde dile getirdim.

 

"Bu lügatıma ters. Ben bir şey yapacaksam bunu herkes en başında değil sonunda öğrenir ve ben çoktan eylemlerimi gerçekleştirmiş olurum. Size öğrenmek düşerken bana seyretmek düşer." diyince güçlü sesim ve keskin bakışlarımla önüme bakıp hızlı adımlarla ilerlemeye devam ettiğim sırada.

 

Adım sesleri yanıma gelip benimle aynı anda ilerleyince bakışlarım onu buldu. Tarsis Kralının susmuş ve bir şey diyemediğini fark ettiğimde onun bu haline kahkaha attım. Çünkü o da biliyor ne yaparsa yapsın her zaman sözlerimle onu alt edeceğimi. Eh huyum kurusun muhteşem olmak herkesin yapacağı bir şey değil ki.

 

" Şimdi bu konuyu kapatalım. Bugün oğlumun en güzel günü onu mahvetmek istemem. Mahvolmasına da izin vermem." dedi benim susmamı isteyen bir ikazla. Sanki ben çok istiyorum da! Neyse bu adamda bazen hiçbir şey olmamış gibi davranmıyor mu?

 

Buda benim sinirimi bozan tarafı.

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

Masaya geldiğimizde herkes kendine ayrılan yere geçmişti. Ahlas bey ve Süreyya hanım masanın ucundaki tek kişilik yerlerini aldıktan sonra bizlerde yerlerimize geçmiştik. Ben ve Victoria sol taraftaki sandalyeye geçmiştik. Süreyya hanımın hemen solunda yerimizi almıştık. Ben ve Victoria 'nın oturduğu tarafta Mera, Kiran, Enfal ve Dennis yer almıştı.

Süreyya hanımın sağ tarafındaki kısımda ise Tarsis Kralı, Arın hoca, Ahrar, Dehri, Kavi ve Nehar yer almıştı.

 

Herkes yerine geçtikten sonra masada bulunan yemekler yenmeye başlanmıştı. O sırada Ahlas beyin açmış olduğu konu hakkında masadakilerin katılmasıyla güzel bir ortam oluşmuştu. Elimde duran bardaktan bir yudum alacağım an başımda tarifsiz bir baş ağrısı baş gösterir göstermez, kimseye belli etmeden bu ağrının sebebini anlamaya çalıştım. Bakışlarım bir anda elimde duran varlığın yansımasına kaydı. Esila...

 

"Az kaldı... Açığa çıkacak... Geçmişin perdeleri aralanacak."

 

Diyen sesini duydum. Bu şekilde karşıma çıkmasını beklemiyordum. Elimde duran bardağı yerine bıraktım kimsesin dikkatini çekmeden. Bardağı bırakınca masaya sonra çatal bıçağı elime alarak yemeğimi yemeye çalıştım. Ama ağrıya başım normal hareket edişlerimi kısıtlıyordu.

 

"Beni özledin mi tatlı Emira ?" dediği şeye gözlerimi devrime ihtiyacıyla dolup taştım ama şu an ortam müsait değildi.

 

Kısaca masadakilere bakınca kendi hallerinde olduklarını gördüm. Bakışlarımı sadece bir kişiye çevirip kısaca ona baktım. Mera'ya...

Mutluydu. Kiran 'la ara sıra bakışıp duruyordu. Yüzünden gülücükler eksik olmuyordu. Onun adına mutluyum. Her zamanda olacağımda.

 

"Ah Emira neden beni görmezden geliyorsun? Kırılıyorum ama bak!" diye yalandan üzülmüş gibi yapınca daha fazla dayanamadım ve yanlışlıkla oldu süsü vererek bardağı devirdim. Bardak düşünce anında tüm bakışlar bana çevrildi. Yanımda duran Süreyya hanımın bakışları bana çevrildi anda dudaklarını aralayıp konuştu.

 

" Ah üzerine geldi mi?" diyince hayır anlamında başımı sallayarak devrilen bardağa baktım. Yine oradaydı. Derin bir nefes aldım.

 

"Kusura bakmayın tutacağım an parmaklarım arasından düşüp kaydı." dedim ve hâlâ varlığını koruyan Esila 'ya çevirdim bakışlarımı. Orada durmuş bana sırıtıyordu. Çünkü onu gördüğümü söylesem kimsenin bana inanmayacağını düşünüyordu. Ama benim amacım farklı ve o bunu bilmiyor. Süreyya hanım bir şey olmaz dercesine başını salladı.

 

Üzerimde olan bakışları hisseder hissetmez anında bana bakan bakışları yakaladım.

 

Tarsis Kralı bana bakıyordu. Anlamış mıydı bardağı bilerek düşürdüğümü? Ya da bir sorun olduğunu? Dikkatli bakınca sadece beni izliyordu. Anlamamıştı. Ama nedenini sorguluyordu. Bakışlarımı ondan çektim. Ve üzerimde olan diğer bakışlara çevirdiğim anda Ahrar 'ın kaşlarını çatıp bana baktığını o an fark ettim. Çünkü ne yaptığımı anlamıştı. Bardağı bilerek düşürdüğümü ve bunun sebebini anlamaya çalışıyordu.

 

Lacivert hareler bir neden aradı ama ifadem ona bu fırsatı vermedi ve bir ize rastlanmadığı için sadece sorgulamakla yetindi.

 

"Gergin olma hoşuna gidiyor." diyince Eslia daha fazla susmadım ve ona istediğini verdim.

 

"Yansıma olman hoşuma gidiyor yoksa diğer türlü seni nasıl sistem dışı bırakabilirdim ki." diyince alayla ifadesi kısıldı. Hatta olduğu yerde öfkeli bakışlarını bana çevirip, dudaklarını dişlerinin ararsın sıkıştırdı ve son anda bir şey demekten vazgeçti. Bence kendini sıkmayı bırakıp bana açık olmalı. İyiliği için diyorum.

 

Keyfim yerine geldiği için çatal ve bıçakla yemeğimden bir lokma alıp keyifle yemeye başladım. O sırada bakışlarım kısa süreliğine Ahrar 'ı bulduğunda yanında olan Arın hocayla konuştuğunu gördüm.

 

"Sessizsin?" diye sorunca yanı başımda olan Victoria bakışlarımı ona çevirdim.

 

"Farkında değilim." demekle yetindim. Bir şey diyemeden Dehri onu çağırınca bakışları benden uzaklaştı.

 

"Biliyor musun Emira en büyük arzumun senin hüsrana uğrayacak olan ifadeni görmek olduğunu?" diyince bende son kez masadakileri kontrol edip zihnimin içinden konuşmaya devam ettim.

 

"Ne tesadüf ki bende senin onca gereksiz uğraşlarının boşa gittiğini fark edeceğin günü görmek istiyorum. Benzer isteklerimiz var ama ne yazık ki benim ki gerçek olacak senin için bunu diyemeyeceğim. Üzüldüm desem yalan söylemiş olurum. Bilakis o gün benim en mutlu günüm olacak. "dedim onun daha fazla üzerine gidip hâlâ varlığını koruyan öfkesini kızıştırarak. Siniri ortaya çıktı ama elinden geldiğince onu geri plana atmaya çalıştı.

 

" En büyük acının yüzeye çıkıp nefesini kesecek gün kapının hemen arkasında. Seni bekliyor. Seni bekliyorum Emira. Yıkılışını sabırsızlıkla bekliyorum. Ve küllerimden yeniden doğacağım günü. O zamana kadar biraz daha bu hayatının tadını çıkar." dediğinde tam olarak ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum. Çünkü hep sanki beklediği güne atıf yapıp duruyordu. Bu gün hangi gündü?

 

" Fazla umutlanma ki yıkımı senin için büyük olmasın. Sana bir düşman tavsiyesi. Aklının bir ucuna kazı. Lazım olunca hatırlarsın." diyerek kendimden emin konuşunca bu halimi sadece tehlikeli bir gülüşle karşıladı.

 

"Öyle olsun ama o gün geldiğinde bakalım bu şekilde benimle konuşabilecek durumda olacak mısın? "diye bu rahatlığımın o zaman olmayacağını açıkça söyleyince, bakışlarımı hâlâ bardakta olan yansımasına kesiştirip son cümlemi zikrettim.

 

" Ben her zaman bu şekilde konuşurum. Peki o çok güvendiğin şeyin gerçek olamayacağını anlayınca aynı şekilde karşıma çıkabileceğini düşünüyor musun? Bence çıkamayacaksın. Çünkü seni bunu yapmaktan alıkoyacağım. Bekle Esila sende sana yapacağım onca şeyin gerçekten olacağını göreceğin günü bekle dur. Çünkü ben o günün çok yakında olduğunu hissediyorum. Ve bakalım kim dediğini gerçek kılacak sen mi? Ben mi? Bak işte ben şimdiden merakla yapmayacağın o hüznü görmek istiyorum. "diye onu açıkça olacaklar konusunda bilgilendirdim. Durdu ve bana baktı. Bakışlarında kısa bir tereddüt yaşadığını gördüm. Ama sonra onu usta bir oyuncu gibi sakladı.

 

Ve son cümlelerini söyleyip yanımda ayrıldı.

 

" Ben kazanacağım Emira çünkü bunun için her şeyimi ortaya koydum. Sense kaybedeceksin. Çünkü her şeye sahip değilsin." dediğinde acımasızca bu cümleleri dile getirirken.

 

"Keza çok şeye sahip oluşum senin bana yenilişinin sebebi. Çünkü kaybetmek nedir bilenlerdenim ve bunun bir daha tekrarı olmaması için her şeyi yapacak gözü kararlılığa sahibim. Yani pes etmek ve kolayca yıkılmak gibi bir özelliğim yok. Olmadı da. Yakında görüşürüz. "dedim ve ondan bakışlarımı çektim. Sonrasında zaten bir şey diyemedi çünkü kendimi zorlayarak aradaki bağa zarar verdim. Bağ kopsada etkilerini üzerimde göstermeye devam etti.

 

Esila gittiğinden sonra biraz daha çiçek arazisinde kalmıştık. Bol bol sohbet edildikten sonra gece hava biraz soğuduğu için Süreyya hanım içeri girmemiz gerektiğini söyleyince hepimiz kuleye geri dönmüştük. Her ne kadar belli etmemeye çalışsamda çoğunun dikkatinden kaçmamıştı bendeki hal. Her ne kadar belli etmemek için çabalasamda artık baş ağrısı o kadar şiddetlenmişti ki yüz ifademi sabit tutmakta zorlanmış ve belli etmiştim..

 

Süreyya hanım herkesi toplantı odasına yönlendirmişti. Burada da sohbete devam etmiştiler. Ben hariç. Pencerenin önüne gelmiş kendimi herkesten soyutlayarak Esila 'nın dediği şeyleri düşünüyordum. Ve bu ortamdan bir an önce çıkmayı çünkü burada bulunmak bana daha kötü hissettiriyordu.

 

Baş ağrımın sebebiyle sinir kotam dolup taşımıştı. Hiçbir şeye tahammül etmeyecek hale gelmiştim. Konuşma sesleri bile sanki baş ağrımın daha şiddetli ağrımasını sağlıyordu. Ve ben her an patlamamak için kendimi onlardan soyutlamak zorunda kalmıştım. Burayı terk etmek istiyorum ama çıkınca kesin bir şey olduğunu düşünecekler. Ve sorup durmalarını istemiyorum. Tarsis kralı zaten sebebini bildiği için bakışlarının üzerime çevrildiğini ara sıra hissediyorum. Konuşmak için uygun bir anı yakaladığını da.

 

Sabrım daha ne kadar dayanabilir gecenin sonunda öğreneceğim. Pencereden dışarı bakınca artık zifiri bir karanlıkla karşı karşıyaydım. Karanlık Moritanya topraklarını tamamen ele geçirmişti. Zihnimi ele geçirmeye çalıştığı gibi. Pencere önünde çekilip kapıya doğru ilerledim. Daha fazla baş ağrısından dayanacak gücüm yoktu. Kiran 'dan sonra bu yaptığım şey için özür dilerim. Affedeceğini de biliyorum. Ben hareket edip kapıya doğru ilerlerken konuşma sesleri sustu. Hepsi sessiz sedasız burayı neden terk ettiğimi görünce bakışları bana çevrildi.

 

Kimseye açıklama yapacak halim bile yoktu. Kapının önüne gelince hemen kapıyı açıp dışarı çıktım. Soğuk suyun altında biraz beklersem belki iyi gelirdi. Kapıdan çıkınca sola doğru döndüğüm gibi odamın kapısı ile bakıştım. Adımlarım sabırsızlıkla odama doğru giderken arkadan kapının açılma sesi geldi. Kimse lütfen beni yolumdan alıkoymasın. Şu an buz gibi suyun altına girmem lazımdı. Yoksa bu baş ağrısı dinecek gibi değildi. Şiddetinden ötürü etrafımı bile sabit görmüyordum.

Etraf ara sıra kayıp duruyordu. Kapının önüne gelince kapının kolunu açıp tam içeriye adım atacağım an biri kolumu tuttuğu gibi beni arkaya doğru çekti.

 

Hızla arkama dönünce Tarsis Kralıyla karşılaştım. Yapmış olduğu bu hareket canımı yakmıştı. Kolumu ondan sertçe çekip sinirle ona baktım.

 

"Ne yapıyorsunuz?" dedim kısık sesle ama öfkenin varlığını belli eden sesimle. Ona kızmamı umursamadı. Bir adım geriye çekildi.

 

"İyi görünmüyorsun?" dediğinde sinirden dişlerimi sıktım. Sinirliyim. Gitmesi gerek ona herhangi bir zarar vermek istemiyorum. Bu baş ağrısı artık beni kontrolü altında tuttuğu için kendimde dahil olmak üzere herkese zarar verme ihtimalim çok yüksek.

 

"Öyle mi? "dedim dişlerimin arasından." Ben hiç farkında değilim tüh siz demeseniz anlamayacaktım! "diye alaylı bir üslupla konuştuğum an hiçbir şekilde bu söylediklerim onda etki etmedi.

 

" Emira yardımcı olmak isterim. İzin verirsen?"dediğinde artık ani değişen ruh halim bana kafayı yedirecekti. Bir an sinirliyim bir an üzgünüm bir an öfkeden her yeri yıkıp geçecek gibiyim. Ve bu beni tüketiyor.

 

" İstemez! "diye çıkıştım sonra aniden öfke sanki benden çekilip alındı. Ruhum birden bire bir acıyla dolup taştı. Tarsis Kralı anında yüz ifademin değiştiğini görünce sadece daha ılımlı yaklaşmaya başladı.

 

" Bağ ağrın var değil mi? "ye sorunca evet dedim başımı yavaşça aşağı yukarı sallayıp.

 

" O halde izin ver baş ağrının geçmesini sağlayabileceğim bir şeyler yapayım. Olur mu? Acı çektiğini görüyorum yardımcı olmak isterim sende izin verirsen? "dediği anda olmaz diyerek arkaya doğru adım atıp açık kalan kapıdan içeri girdim geri geri.

 

" Siz geri dönün Kiran şimdi sizi yanında görmek ister. Zaten şimdi bana kırılmıştır. Yarın ondan özür dilerim. Ve lütfen herhangi bir şekilde benimle ilgili bir şey söylemeyin. Sizden rica ediyorum. Çünkü kimse bilmiyor sizden başka. Ben iyiyim." dedim buna hem onu hemde kendimi inandırmaya çalışarak." Siz gidin. Ben biradan iyi olurum. Bir duş alıp uyuyacağım. Çok uykum var. "dedim ama yalan hiç uykum yoktu. Olmazdı da. Sabaha kadar baş ağrısından uyumayacak ve yorgun düşecektim. Ama bunu bilmesine gerek yok aslında kimsenin bilmesine gerek yok. Benden başka.

 

Tarsis Kralı önüne koyduğum engeli aşamayacağını anlayınca kabullendi ve tamam diyerek yanımdan ayrıldı. O arkasını dönüp gittiğinde bende odanın kapısını kapattım ve şiddetli ağrıyan başıma iki elimi yasladım ve sertçe baskı uyguladım.

 

Dur artık! Dur.... Dur!

 

Artık gerçekten dayanamıyorum bir şeyleri parçalamak, yıkmak hatta yok etmek istiyorum. Ama engel oluyorum kendime. Dikkat çekmemek için. Kimseyi bu konuda haberdar etmemek için.

 

Dayanacağım gittiği yere kadar. Zaten en fazla ağrısından ötürü bayılıp kalırım. Hızla banyoya doğru ilerledim.

 

Banyoya geçtiğim gibi üzerimde olan kıyafetlerimi çıkarttım ve büyüyle küvetin buz gibi suyla dolmasını sağladım. Üzerimdekileri çıkarttıktan sonra küvete doğru ilerledim. Dikkat ederek sağ ayağımı suya soktum. Hemen ardından sol ayağımda suya girdikten sonra yavaşça buz gibi suyun içerisine doğru girmeye başladım.

 

Su tenime temas ettiği anda tüm ısımı tüketip tenimin dondurucu bir soğukla karşı karşıya kalmasını sağlıyordu. İşi elim küvetin yanlarında yerini aldığında yavaşça tenimin suya alışmasını bekledim. Hafif hafif titremeye başlasamda bunu umursamadım. Ve iki elimi yasladığım yerden destek aldığım gibi hızla tüm bedenimle beraber suyun dibine gömüldüm. Sonra ellerim de suyun altındaki yerini aldı. Başımı küvetin mermerine yasladım. Ve açık gözlerimle suyun dibinden yüzeyine baktım. Bulanık bir görüntüyle karşı karşıyaydım. Soğuk suyu altında artık bedenim kas katı kesilmişti.

 

Soğuk artık baş ağrımın hissedilmesini engelliyordu. Ellerimi küvetin içerisinde yavaşça kıpırdatarak küvetin iç kısmına yasladım suyun gel git yapmasından dolayı banyonun tavanı sanki olduğu yerde kıpırdayıp duruyordu. Dakikalarca kıpırdamadan durduğum için artık su hareket etmeyi bırakmıştı. Dingin suyun altında gözlerimi kapattım. Suya alışmıştım. Baş ağrısı benden uzaklaşmıştı.

 

Ve ben şu an iyi hissediyorum. Ne az önceye kadar olan sinirim yerli yerindeydi ne de o melankolik halim. Şu an özüme geri dönmüştüm. Düşüncelerim her zaman ki gibi karmaşıktı. Bir sarmaşık gibi zihnimin etrafında dönüp, kendi izlerini bırakarak, kendi yaşamalarını kurmuştu zihnimin içerisinde. Tüm zihnimdeki düşünceler bir sarmaşığın etrafında yaşamını sürdürüyordu.

 

Artık suyun altında kalmamdan ötürü bedenim büzüşmeye başlamıştı. Çıkmam için bana sinyal veriyordu. Yavaşça ellerimi yüzeye çıkartıp, küvetin her iki tarafına ellerimi yaslayıp kendimi küvetin içerisinden dışarı çıkarttım. Ve giysi odasına geçip üzerimi giyindim. Uyku bastırdığı için daha fazla dayanamadım ve yatağa geçip uyumaya başladım.

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

Soğuk bir kanlı dolunay gecesi.

Zifiri karanlık bir gece. Sessiz bir kule

Ama ayak izlerini belli eden ihanetin varlığı. Koşulsuz bir güven. Sonsuz bir sevgi. Yasak bir aşk. Yalan bir hayat. Sahte sevgi sözcükleri. İki maske. Sevgi ve nefret simgeli. Gücün yarattığı hırs. Yasak aşkın cesedi. Yasak aşkın yıkımı. Hırsın ölümü bildirişi. Her şey Aron 'un kolyeyi bulması ve kendini kolyenin ikinci sahibi olduğunu açıklamasıyla başladı.

 

Moritanya kulesinin gelecek Kralı Aron. Güce olan tutkusuyla biliniyordu yıllardır. Ama yolu Esila' yla karşılaşana dek. Esila Moritanya kulesinde bir şifacının tek kızıydı . Annesini yıllar öncesinden kaybetmişti. Hayatı babasının yaptığı şifa ilaçları için ormanda topladığı bitkilerle geçerken ormanda gördüğü adam onun hayatını değiştirmişti. Aron sadece ormanda ava çıkmıştı.

 

Nereden bilebilirdi ki hayatının aşkıyla karşı karşıya geleceğini . Aron ve Esila birbirlerini gördükleri o anda kalplerine sevgi emareleri yerleşmişti. İkisi de birbirlerinden haberdar değildi. Aron onun kuledeki şifacının kızı olduğunu bilmiyordu. Esila onun Moritanya topraklarının gelecekteki kralı olacağını. İkisi de birbirini tanımadan sevmeye başlamıştılar. Ara sıra ormanda görüşüp durmuşlardı. Her geçen günün ardından birbirlerine olan sevgileri artmış durmuştu.

 

Günler sonra Aron kolyeyi bulduktan sonra artık Moritanya topraklarının kralı olmuştu.

 

Birkaç ay boyunca ikisi hiç bir araya gelmemişti. Taki kulede bir rastlantıyla karşılaşacakları güne kadar. İşte o karşılaşma onların kimliğini açığa çıkarmıştı. Hiç kim olduklarından bahsetmeyen bu iki çift o gün kim olduklarını birbirlerine söylemişti. Sonra zaten aylar sonra güçlü bir sevgiye dönüşen bu aşkları evlilikle taçlanmıştı. Moritanya kralı ve kraliçesi.

 

İlk zamanlar Esila her genç kız gibiydi. İyi nazik bir kraliçeydi. Taki kulede kendisinin sıradan bir insan olup herhangi bir farklı özelliğinin olmadığını anlayana kadar. Çünkü o sıradan bir halktan biriydi. Büyü gücü yoktu. Ya da herhangi bir gücü. Ve bu onu içindeki hırsın filizlenmesini sağlamıştı. Güce olan tutkusu yavaşça büyümüş ve sevdiği adamın sahip olduğu kolyeyi arzulamasını sağlamıştı.

 

İlk zamanlarda bunu kimseye belli etmeden içinde yaşamıştı ama sonradan sahte bir rolle Aron 'un karşısında gelmişti. Askerleri parayla ikna ederken, kendine yalan bir kaçırma süsü vermiş gibi yapmıştı. Bu sayede kolyeyi almayı hedeflemişti. Esila güzel olduğu kadar zeki biriydi. Ve Aron' u iyi tanıdığı için onu nasıl yönlendirmeye çalışacağını iyi biliyordu. Kendini savunmasız ve güçsüz göstererek o kolyenin onun olmasını sağlamak istiyordu. Aslında her ne kadar amacına ulaşmasada yine de başarılı olmuştu.

 

Aron günlerce düşünmüştü. Hatta geceleri ona haram olmuşken birden bir şey aklına gelmişti.

 

O bir kraldı. Neden onun eşi olduğu gibi kolyenin de eşi olmuyordu? Bu fikir onun kendi kolyesini güçlerini ikiye bölmesini sağlamıştı. Kolyeden kendi güçlerinin eş benzeri bir kolyeyle ikiye bölünmesini istemişti. Ama tam istediği gibi olmamıştı. Kolye ikiye bölünürken karanlığı temsil ettiği yanı Aron 'da kalırken, aydınlığı temsil ettiği kısım yeni bir kolyeyle onun ellerinin arasında olmuştu. Kolye diğer yılan figürünü kendisinden ayırmıştı.

 

Siyah yılan figürlü kolye Aron' daydı.

Beyaz yılan figürlü kolye Esila 'da.

 

Böylece her ne kadar tüm güçlere sahip olmak istese de Esila amacına ulaşmıştı. Morte kolyesi onun olmuştu. Günlerce çalışmış ve o kolyenin güçlerine hükmetmek istemişti. İlk zamanlarda zorlanmıştı ama sonradan artık kolye onu kabullenmişti.

 

Ve Eslia yapacağı yıkımın ilk adımını atmıştı.

 

20 yıl sonra...

 

Aron 'a olan sevgisi azalmıştı. Kuleye gelen büyücüyle. Her ne kadar kendini alıkoymak istese de o büyücüye olan hislerine yenik düşmüştü. Ve Aron' un ona olan sonsuz sevgisi ve sadakatini çiğneyip geçmişti. Her şeyi o büyücü olmuştu.

 

Kulenin büyücüsü her ne kadar Kraliçesinin ona yönelik olan hislerini bilse de görmezden gelebildiği kadar gelmeye çalışmıştı ama sonradan o da Esila'ya yenik düşmüş ve yasak bir ilişki yaşamaya başlamıştılar. Büyücü Moritanya kulesinin etrafını Esila için yapmış olduğu çiçeklerle donatmıştı. Eşi benzeri görülmemiş bu çiçekler sadece Moritanya kulesinin sınırları dışında bulunuyordu.

 

Tam tamına 4 yıl süren bir yasak ilişki.

Çok şeyler yaşanmıştı. Çok sözler verilmişti. Ve Aron her ne kadar anlamaktan kaçınmaya çalışsada Esila 'nın artık eskisi gibi olmadığını içten içe anlıyordu. Sadece bunu düşünmekten ve dile getirmekten kaçınıyordu.

 

Yıllar geçiyor, hayatlar değişiyordu. Kararlar alınıyor, yaşamlar katlediliyordu. Ölümler oluyordu. Doğrular kendini yalana bırakıyordu. Esila artık aylardır hayalini kurduğu geleceği için yapmış olduğu planlara çok yakındı. O günü iple çekiyordu.

 

Bir kanlı dolunay gecesi.

İki ölüm.

İki yaşam.

İki son.

İki acı.

İki ruh.

 

Esila amacına ulaşmak için elinden geldiğince önlem almak için bulabildiği her çözümü değerlendiriyordu. Bunu kulenin büyücüsü ve yasak aşkı olan adamdan yardım alarak araştırıyordu.

Denildiği gibi hırsı onun sonu olacaktı.

 

Sonunda Esila aradığı bilgiye ulaşmıştı. Ve kanlı dolunay gecesine kadar yapması gerekeni yapacaktı. Aron'dan o kolyeyi alacaktı. Bu çok tehlikeli bir işti. Çünkü eğer Aron ona zarar vermeye kalkarsa ki Esila bunu düşünmüyordu.

 

Çünkü biliyordu içten içe ona zarar vermeyeceğini ama her koşulu değerlendirilmesi lazımdı. Ve ondan gelecek herhangi bir zararı önlemek istiyordu. Ve bunun için kendisini ve güçlerini koruma altına alması gerekiyordu. Bunun için bir çözüm aramıştı. Bulmuştu. Ama ne kadar işe yarar onu bilmiyordu. Ama alacağı riske değer. Sevdiği adam için ve kurdukları hayat için.

 

Her şey planladığı gibi olmalı. Adım adım planı devreye girmeli. Hiçbir hataya düşmeden. Ve bunun içinde hiç açık vermeden hayatına normalmiş gibi devam etmeli. Mutluymuş gibi.

 

Her hata bir gerçeği ortaya çıkarır.

Her hata yeni bir yaşamı başlatır.

 

... Kanlı Dolunay Gecesi ...

 

Gecenin karanlığa boğduğu duygular insandan koparıldı. Çanlar çaldı. Ortalık kana boğuldu. Karanlık Ruhlar gün yüzüne çıkarak tüm insanlığa acı çektirdi. Bunları yapan kişi kimdi biliyordu halk. Kraliçeleri.

 

Hırsı için onları ölüme bile götürecek Kraliçeleri.

 

Kanlı Dolunay sabahı her şey normal seviyesinde ilerliyordu. Sabah olunca Aron uyanmış ve yanında uyuyan sevdiği eşini kaşımak istemişti. Ama Eslia 'yı pencerenin önünde dururken görünce ayağa kalkıp ona doğru ilerledi.

 

"Erken uyanmışsın." diyince Aron uykunun izlerinin olduğu sesiyle. Esila' nın yanına doğru ilerledi. Aron, Esila 'ya arkasından sarılıp çenesini omzuna yaslayıp yüzünü Esila' nın saçlarına yasladı. "Bir şey mi oldu? Gergin duruyorsun. Bedenin kas katı." diyince Aron duydukları karşısında Esila kesik bir nefes aldı dudakları arasından.

 

Gergindi Esila. Çünkü korkuları vardı. İşler onun istediği gibi gitmezse diye. Ama iyi bir oyuncuydu Esila. Her zamanki gibi bir oyuncu gibi rolüne girmekte zorlanmadı. Yüzüne samimiyetsiz bir gülümseme yerleştirdi. Ve kolları arasında durduğu Aron 'a doğru döndü ve hiçbir şey yokmuşçasına ona baktı. Kollarını Aron' un boynuna doladı.

 

"Kötü bir rüya gördüm." diye kolay bir yalana sığındı. "Onun etkisi üzerimdeydi. Taki sen gelene kadar sevgilim. Sen geldiğinde her şey tamamen yok oldu." dedi karşısında duran Aron 'a bakarken. Esila inanıp inanmadığına baktığında, onun koşulsuz bir şekilde ikna olduğunu görünce tebessümle karşılık verdi. Aron' u kontrol etmek her zaman onun için çocuk oyuncağıydı ki. Aron yavaşça başını eğip Esila 'nın dudaklarına öpücük konduracağı esnada her zaman yaptığı bir bahane bulup onun öpücüğünden kurtuldu.

 

"Sevgilim geç oldu hadi hazırlanmamız lazım." dedi ve Aron' un kolları arasından çıkarak hızla giysi odasına doğru ilerledi.

 

"Bugün yapmam gereken işler var kahvaltı eder etmez hemen onlarla ilgilenmem lazım." dedikten sonra Esila hemen susmuştu. Aron 'sa arkasından bakmakla yetinmişti. Yüreği Esila' nın ondan uzak durmak için sırladığı bahanelere inanmasada bir şey diyememişti.

 

Aron olduğu yerden harekete geçip giysi odasına doğru ilerledi.

 

Aron ve Esila kahvaltıyı ettikten sonra Aron kendi işine dönerken Esila akşamki planı için hazırlıklara başladı zaman kaybetmeden.

 

Esila 'ın ilk durağı kulede bulunan şifacı odası oldu. Çünkü bilinci açıkken Aron' ı etkisiz hale getirmek onun için zor olacaktı. Önceden hazırlanmasını emretmiş olduğu iksiri aldıktan sonra onu saklayarak odasına doğru gitti. Akşam yemeğinde bunu Aron 'un yiyeceğine ya da içeceğine koyması lazımdı.

 

Odasına geldikten sonra iksiri gizli bir bölmeye koydu. Sonra da hemen kulede bulunan kütüphaneye doğru ilerledi. Oradaki gizli odada her şeyi yapacaktı. Kütüphaneye gelince kapıyı açıp içeri girdi. İçerde biri olmadığını görünce hemen kapının sol tarafında duran dolaba doğru gitti. Ve dolabın önüne gelince iki eliyle dolabı öne doğru itince yavaşça dolap geriye doğru gitti.

 

Arkasında beliren küçük kapıyı görünce hemen aceleyle kapıyı açıp içeri girdi. Esila kapıdan içeri girer girmez dolap eski haline geri döndü. Esila içinde olan küçük odada masanın üzerinde açık halde duran kitaplara bakındı kısaca. Her şeyi bu odada planlamıştı. Ve her şey bu gece son bulacaktı. Karanlık Sırlar kitabı bugün onun yardımcısı olacaktı.

 

Kanlı Dolunay 'a son saatler kala...

 

Akşam yemeği olmuştu Aron toplantı odasında bütün gün olan tüm işlerini halledip akşam yemeği için yemek salonuna inmişti. Bugün hiç Esila 'yı görmemişti bütün gün ve şu an bile yemek masasında tek başındaydı. Ablası ve babası küçük bir ziyaret için Marila Hera halasının yanına gitmiş.

 

Ve şu an yemek masasında ona eşlik edecek tek kişi sevgili eşiydi. Ama o ortalıkta gözükmüyordu. Çalışanlara Esila nerede diye sorunca çalışanlar birazdan yemeğe ineceğini söylemişti. Aron sorusunun cevabını aldıktan sonra Esila gelene kadar servisin yapılmamasını beklemişti.

 

Esila o anda son düzenlemelerle ilgileniyordu. Yatak odasında kıyafetini giydikten sonra Aron 'u öldürmek için kullanacağı bıçağı yastığının hemen altına yerleştirdi. Sonra son kez odada kendine baktıktan sonra odadan ayrıldı.

 

Esila odadan çıkarak merdivenlere yöneldi. Sonunda yemek salonuna gelince iki muhafız ona yemek salonunun kapısını açıp içeri girmesini sağladı. Esila içeriye girer girmez Aron olduğu yerden kalkıp ona doğru ilerledi. Aron, Eslia' nın yanına gelince sağ eli Esila 'nın beline yerleşti ve onu oturacağı masanın uç kısmına kadar yönlendirdi.

 

Masanın yanına yaklaşınca Aron hemen Esila' nın oturacağı sandalyeyi çekip Esila 'nın oturmasını bekledi. Eslia hemen sandalyenin önüne gelince Aron yavaşça sandalyeyi ona doğru itti. Esila yerine yerleştikten sonra Aron ufak bir öpücük kondurdu onun saçlarına. Sonra hemen yerine doğru geçti.

 

"Bugün işlerle ilgilendiğim için seni boşladım özür dilerim. Bir dahakine bu olmayacak. Önemli bir şey olmasaydı inan ki bütün gün toplantı odasında olmazdım." diyen Aron 'a Esila önemli değil dercesine başını salladı. Bilakis bütün gün yalnız olabildiği için mutluydu. Aron yemeğini yerken Esila onu izledi. Yemeğinde ve içeceğine derin bir uyku çekmesi için ilaç koymuştu. Aron yemeğini yerken Esila' nın bakışları dışarıya çevrildi.

 

Az kalmıştı. Kanlı Dolunay 'ın başlamasına çok az bir süre kalmıştı. Kolye onun olacaktı. Aşkını artık gizli gizli yaşamaktan kurtulacaktı ve ona ait olan kolyeyi alacaktı. Bakışları Aron' un boynunda duran kolyeyi buldu. Birkaç saat sonra o kolye onun boynunda olacaktı. Ve kolyenin tüm güçleri onun olacaktı.

 

"Hasta mısın?" diye sorunca Aron hemen dalgınlığından sıyrılıp ona baktı.

 

"Ah hayır sadece pek aç değilim. Sadece sana eşlik etmek için buradayım. Acıkırsam sonra çalışanlardan bir şeyler hazırlamasını isterim kendi adıma." dedi Aron 'un yüz ifadesini izlerken. Aron peki diyerek yemeğini yemeye devam etti.

 

Yemek anında Aron konuşmuş, sorular sormuştu. Esila ise sadece kısa cevaplar verip akşam yemeğinin sessiz geçmesini sağlamıştı. Yemek sırasında Esila her ne kadar belli etmemeye çalışsada tedirginlik içerisindeydi. Korkuları vardı. Bu korku sabahın erken saatlerinde onu ele geçirmişti.

 

Endişe içerisinde artık Kanlı Dolunay gecesinin başlamasını bekliyordu. Sanki ufak bir gecikme her şeyi mahvedecek gibi hissediyordu. Yemek faslı bittikten sonra Aron odaya çekilirken Esila küçük bir işi olduğunu söyleyip onunla odaya gitmemişti.

 

Esila tek kaldığı anda hemen kütüphaneye gidip öncelikle Karanlık Sırlar kitabında olan büyüyü okuyarak portalda saklı olan Karanlık Ruhların hapsolduğu yerden çıkmasını sağladı. Büyü sözlerini okuduğu anda olduğu yer yarılmış gibi bir ses çıktı gizli odada. Ondan sonra büyüyü tamamlandığında Karanlık Ruhlar özgür kalınca hemen olduğu yerden ayrılıp odasına doğru koşar adımlarla ilerledi.

 

Acele etmesi lazımdı. Kanlı Dolunay başladığı anda Aron 'u öldürmeli ve kolyeyi hemen o anda boynuna takmalıydı. Eğer yapamazsa bir dahaki Kanlı Dolunay olacağı güne kadar bu ıstırap dolu hayata katlanmak zorunda kalacaktı. Odanın olduğu kata gelir gelmez kapıya doğru ilerledi.

 

Kapının önüne gelince derin bir nefes alıp kapıyı açtı. Yavaşça ve sessizce içeriye adım attı. Odaya girdikten sonra ardından kapıyı kapattı. Ve yatakta üstünü bile çıkarmadan uyuyan Aron 'a doğru ilerledi.

 

"Sonunda." dedi içinden. Beklediği an gelip çattı. Tam karşısında Aron savunmasız bir şekilde uyuyordu. Yavaşça ona doğru ilerledi. Hatta ayağında duran ayakkabıyı usulca çıkartıp daha sessiz olmak istedi ona doğru ilerlerken. Aron' un yattığı tarafa ulaştı ve onu incelemeye başladı.

 

Derin bir uykuda gibiydi. Hatta düzenli alıp verdiği nefesleri bunun bir kanıtıydı. Buna sevindi ve yatağın etrafında ilerleyip kendi yattığı tarafa geldi. Elini yastığın altına yerleştirdi ve hemen soğuk pürüzsüz yüzeye parmak uçları dokundu. Sonra avcu hançerin sapına dokundu.

 

Parmakları yardımıyla hançeri kavradı ve yatağın üzerine çıktı. Olabildiğince sessiz ve temkinli hareket ediyordu. Yatağın ucuna çıkınca tam Aron 'un solunda durdu ve elinde tuttuğu hançeri iki eliyle kavradı ve kalbine saplayacak şekilde konumlandırdı hançeri. Ve nefesini tutup bakışlarını önce pencereden dışarıya çevirdi. Kanlı Dolunay yavaşça ortaya çıkıyordu.

 

Nefesi kesildi. Kalp atışı hızlandı ve son kez Aron 'a bakıp hızla hançeri onun kalbine sapladı. Hançer Aron' un kalbine saplanınca Aron o an yaşadığı yoğun acıyla daldığı uykundan uyandı.

 

İlk an uyku sersemliği yüzünden anlayamadı ama sonradan dank etti. Esila ona doğru eğilmiş bir şekilde bakıyordu. Ve acıyan yerin neresi olduğunu anladı o an. Kalbi acıyordu. Kalbi çok acıyordu. Sonra hançerin varlığını hissetmişti o anda. Ve Esila 'ne yapmaya çalıştığını. Onu öldürmek istemişti. Peki neden? Neden bunu yapmıştı? Ona herhangi bir zararı bile olmamıştı. Artık nabzı yavaşça atmaya başladı. Nefes almak onun için git gide zorlaştı.

 

Dudakları arasından tek bir cümle çıktı.

 

"Bunu neden yaptın?" diyebilmişti o an ağzından akan kanlar arasından. Ama Esila durmadı ve hançeri daha fazla bastırdı. Aron 'a baktığında Esila orada yatan ihanet acısını ve hüznü gördü. Aron o anda tüm hislerini yavaşça yitiriyordu. Son kez Esila' yı inceldi. Kıpkırmızı saçları yüzüne değiyordu. Onun sok kez kokusunu soludu. Onu son kez yüzünü inceldi.

 

Aron ölüyordu. Ölecekti. Esila bunun gerçeğini fark etti. Ama içinde kopup giden bir şey oldu. Anladı o Aron 'a olan sevgisinin kendisini saygıya bıraktığını ve artık oda yoktu Aron gibi.

Aron öksürmeye başladı.

 

Her öksürdüğünde kan kusuyordu. Esila ellerini hançerden çekip aldı ve birkaç adım geriye doğru çekildi. Hatta yaptığın yüzeyinden kalkıp yatağın etrafından uzaklaşıp pencereye doğru ilerledi. Bakışlarını artık ölü halde yatakta uzanan Aron'dan çekip arkasına dönüp gecenin karanlığında gökyüzünde olan Kanlı Dolunay'a baktı.

 

Olmuştu. Zafer onundu. Bunun bilincine varınca hemen Aron 'a doğru ilerleyip kolyeyi tam alacağı anda odada büyük bir çığlık koptu.

 

Bir kadın çığlığı. O kadar acıyla çığlık atıp duruyordu ki bu kulaklarına zarar veriyordu. Elleriyle kulaklarını korumak istediği için avuçlarını kulaklarına yasladı. Çığlık yüzünden olduğu yerden bile kıpırdayamadı. Çığlığın etkisi onu geriye doğru püskürttü ve Esila olduğu yerden sertçe duvara çarpıp yere düştü. Ağrıyan sırtıyla olduğu yerde kalkmaya çalışacakken bir şey gördü.

 

Dışarıdan Kanlı Dolunay 'ın içeriye vurduğu kırmızı ışıklarla aydınlığa kavuşan odada Aron' un başında duran biri vardı.

 

Acıyla olduğu yerde o kişiye baktı. Ama o sadece Aron 'a bakıp duruyordu.

 

"Sen kimsin?"diyebildiği anda o kadının bakışları sonra onu buldu.

 

Aron' dan bakışlarını çeken kadın yerde acı içerisinde kıvranan kadına baktı. İfadesizdi. Hatta beklediği bir şeyi görmüş olmanım eminliğiyle yerde yatan kadını inceliyordu.

 

" Büyük bir hata. "dediğinde karşısında duran kadın ilk kez konuşarak.

Eslia olduğu yerde duvara tutunarak kalkabilmişti. Ama sanki biri ona acı veriyordu ve o çektiği bu acıdan dolayı olduğu yerde ayakta bile durmakta zorlanıyordu. Bedeni büyük bir acıyla mücadele veriyordu.

 

"Onu ölürdün hemde ona ihanet ederek. Peki ne uğruna? Onu boyunda taşıdığı şu kolyenin güçlerine sahip olmak için öldürdün!" dedi bu sefer kadın nefretle bu cümleleri söylerken.

 

"Sen kimsin ve bana ne yapıyorsun?Benim kim olduğumu biliyor musun?" diye karşısında duran kadını tehdit etti ama bunu söylerken bile konuşmak ona işkence gibi geldi.

 

"Şimdilik hiçbir şey yapmadım." dedi soğuk sesiyle. "Kolyeyi alabileceğini düşünmekle hata ettin. Kolyenin sahibini öldürdün. Bunun bir cezası var. Ve sen o cezayı ödeyeceksin ruhunun alınmasıyla." diyince karşısında duran kadın, Esila tam itiraz edeceği anda birden yoğun bir acı dalga dalga bedenine sızdı. O kadar canı acımaya başladı ki konuşamadı bile. Ve o an bir şey fark etti. Kolye artık onun boynunda yer almıyordu.

 

" Bana—"dedi ama devam edemeden acıdan dolayı çığlık attı. Canı çok yanıyordu. Sanki eti lime lime oluyor bir şey ondan sökülerek alınıyordu." ne yapıyorsun? Ve kolyemi benden nasıl aldın? "dedi zar zor konuşarak.

 

" Bu kolye sana ait olmadı hiç zaman. Olamayacakta. Kolyeyi senden aldım. Aynı bedenini aldığım gibi. Senin cezan bu. Bedenin artık ölü. "dediğinde karşısında duran kadın hemen bakışları elini buldu ve görmek istediği şeyi görmedi. Çünkü silik bir el vardı karşısında.

 

" Bana ne yaptın? "diyerek korkuyla olduğu yerde acı çekmeye devam etti.

 

" Kolyenin sahibini öldürdün ve Karanlık Ruhları serbest bıraktın. Bunun için bedenin ve ruhun ayrıldı. Kolyenin sahibi senin yüzünden öldüğü için seninde bedenin öldü. Ve ruhun ebedi bir boşlukta sürgün edilecek. Sonsuza kadar hemde. Ve kolye yeni sahibini bulacağı güne kadar muhafaza edilecek. "dediğinde Esila o an korkuyla karşısında yüzünü bile görmediği kadına baktı.

 

" Peki Aron'a ne olacak? "diyebildiği anda çektiği acılar arasında.

 

" Ona bir şans daha verilecek ve yaşamak mı isteyecek yoksa ölmek mi? Seçim ona kalacak. "dedi ve kadın yatakta ölü halde olan adama doğru yaklaştı. Kalbine saplı bıçağı çekip aldı. Sonra birden Aron' un bedeni yok oldu ortadan.

 

Ama o anda kadın fark etmeden Esila yasak aşkı ile yapmış olduğu planı aktif hale getirdi. Kendini her şeye rağmen hazırlamıştı. O anda kendini güvenceye aldıktan sonra Aron 'u yok eden kadın ona baktı ve sonrasında birden bir büyü sözleri söyledi.

 

Ondan sonrası yok... Kolye yeni sahibine kadar muhafaza edilecekti.

 

O gecenin sonunda yaşananlar tüm insanlığa ders verdi. Yasak bir ilişki her şeyi mahvetti. Esila hem kendini hem de onu seven adamın sonu oldu. Kolyenin gücü iki yaşama maal oldu. Hırs insanın gözünü kör ederek onun sonu haline geldi.

 

Kral öldü. Kraliçe yok oldu. Gizemli kadından kimse haberdar olmadı. Kolyenin koruyucuları ortaya çıktı ve kolyeyi her şeye rağmen korumak için canlarını ortaya koydu.

 

Ve kolye o günden sonra lanetli bir isimle zikredildi. Ve tüm Moritanya krallığı bunun acısıyla dolup taştı. Yıllar boyunca yapılan bu ihanet tüm krallıklarda anlatıldı durdu. Ve herkes yeni kolyenin sahibini merakla ve korkuyla bekledi.

 

Aron 'un ölümü her şeyi yok etti. Yeni sınırlar belirlendi. Esila' nın arkasında bıraktığı soruları halletmeye çalıştı tüm krallıklar. Sırlar gömüldü zihinlere. Hayatlar onarılmaya çalışıldı. Yeni bir düzen kuruldu. Ve beklenen yüz yıl beklenmeye başladı. Kolye yeni sahibini bulana kadar her şey unutulmuş gibi davranıldı. Bazı hatalar affedilmedi. Ayrılıklar yaşandı. Bazı sevgiler yarım kaldı. Bir hırs bin acıya bedel oldu. Bir hırs bin yaşamı etkiledi onu yok etti.

 

Esila yeniden gelene kadar he şey olmamış gibi devam etti. Kolyenin yeni sahibinin geleceği güne kadar sorunsuz bir ortam sağlamaya çalıştılar. Ve o gün geldiğinde kolyenin yeni sahibini her şeye rağmen korumak için ellerinden geleni yapmak için söz verdiler.

 

Ve kolye 100 yıl sonra yeni sahibini buldu. Acıyı göğüslemiş yeni bir sahip. Her şeye rağmen kolyeyi gerçek anlamda olması gerektiği gibi koyacak kişiydi bu yeni sahip.

 

O da hatalar yapacaktı. O da kanayacaktı ama yapılan hataları tekrardan yapmamak için elinden geldiğince çaba sarf edecekti.

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

Loading...
0%