@kumsallardagezen12
|
『 İntikam tohumlarının doğurduğu yalan gözyaşları..』
Bu yaşadığım her şey geçiciydi. Kalıcı olan şey bende yaratıkları izlerdi. Ve bu izler silinmemek üzere bedenime, zihnime ve ruhuma kazınmıştı. Tenim onların çizikleri ve kesikleriyle şekillenmiş, izlerini derinlere kazımışlardı. He çizik başka bir acının simgesi, her kesik başka bir ağlamanın sancısıydı.
Tenim eski görünümünü tamamen yitirmiş ve yeni görünümüyle var olmuştu. Yaşadıklarımın geçici olduğunu biliyorum. Bir süre sonra beni terk edeceklerini bildiğim gibi. Çünkü hiçbir şey uzun müddet seninle beraber olmaz. Seninle belli bir yola kadar devam eder. O yolun sonunda sana refakat etmeyi bırakır. Ve tek başına ilerlemeye başlarsın. Sende sonsuz varlığını koruyacak izlerinle.
Her izim bir anı. Her darbe bir yıkım. Her acı bir ağlayış. Her ölüm bir başlangıç. Her son yeni bir sayfa.
Tek olduğumu sanmıştım bu hayatta her daim ama hayır değilmişim. Zihnimdeki gürültülere sebebiyet düşüncelere sahiptim. Beni yalnız olmadığıma inandıran. Beni bir ortamdan soyutlayan güce sahiptiler. Her düşünce başka bir evrendi. Ve o evren beni uzun soluklu bir yolculuğa sürüklüyordu. Düşüncelerim belki de her ne kadar onları reddetmeye çalışsamda beni terk etmeyecek tek şeydi.
Düşünceler beni bazen olduğum kişiden, olduğumu düşündüğüm andan alıp, koparacak bir hakimiyete sahipti. Benim üzerimde benim ruhumda. Sonsuz hakimiyete sahip olup hayatıma yön veriyordu. Adımlarımı, kararlarımı, yaşantımı, günlerimi nasıl ve ne şekilde yaşayacağımı onlar belirliyordu. Bense onlara sadece ayak uydurmaya çalışıyorum.
Zihnimin içi en büyük uçurum. Sonu ölüme çıkan... Sonu huzura çıkan.. Sadece verilecek bir karar her şeyi ya bitiren olacaktır ya da başlatacak. Sadece doğru seçimi yapmak lazım. Doğru karar vermek ve ileriye yön verecek adımı atacak olmam lazım. Çünkü hayatın sundukları bu şekilde ya doğru yola saparak güzel yaşantı içerisinde yaşam süren olacaksın ya da yanlış yolda ilerleyip hayatını alt üst edeceksin. Zor bir seçim gibi dursada aslında tüm hayatımız bu kararlarla şekilleniyor.
Bazı hisler vardı öldüren, bazı hisler vardı yaşatan. Bazı kararlar vardı yok eden, bazı kararlar vardı yaşam veren. Bazı ihanetler vardı yok eden, bazı ihanetler vardı güçlendiren. Bazı ölümler vardı dönüşü olmayan, bazı ölümler vardı başlangıcı başlatan. Bazı acılar vardı seni kuvvetlendiren, bazı acılar vardı seni güçsüz bırakan.
Hayat "- bazı-" ile başlayan cümleleri içinde barındıran ve onlarla seni yönlendiren duygularla doluydu her şey aslında sana uygulanan darbeyi karşılamanla şekilleniyordu. Acıyı göğüslersen, güçlü olmak için çabalarsan, yaşamın biraz daha uzun sürer. Ama göğüslemezsen, darbelere yenik düşersen, yıkımın saniyeler sonra başlar.
Ve hiçbir şekilde hayata tutunmazsın. Her şey böyle aslında sana yansıtılan bir ışık gibi, ya o ışığı engelleyip önüne bakarsın ya da o ışığı engellemeyerek olduğun yerde durmaya devam edersin. Alacağın darbelere evet demiş olursun böylelikle. Çünkü bu kararı sen vermiş oldun, en başında itibaren. Hayat adil olmayan bir hile ve sen o hileyi fark edip, kendi yörüngene yönelip, hayatı alt etmelisin. Yoksa o hile içerisinde çok yıkıma maruz kalırsın.
Hayatımı bazı kelimelere dökmek ağır geliyor artık. Çünkü sayfalarım doldu. Mürekkebim tükendi. Yazacak anım kalmadı, alınacak nefesim tükendi. Ölüm bana kucak açtı. Ruhum intihar etti. Bedenim çürüdü. Zihnim düşüncelerime yenildi. Hayatım sonlandı, hislerim yok oldu. Toprak soğuduğu gibi soğuttu. Zaman akmaz oldu. Güneş doğmadı, gece sonlanamadı.
Yıldızlar sonsuz kadar gökyüzünde asılı kaldı. Ölüm şarkısı sonsuza kadar çalındı. Ve göz yaşları kurudu bir daha akmamak üzere. Kara bir zifiri içerisinde herkes yaşamlarının sonlanmasını bekledi. Ağlamak yasak hale geldi. Karşı koymak yersiz oldu. Güç bitti güçsüzlük galip oldu. Her şey karanlığa yenildi. Ruhlar, bedenler, düşünceler, sevgiler, hisler, anılar zamanlar, acılar, kaçışlar, yok oluşlar...
Zihnimdeki ceset mezarlığına bakmalılar. Çünkü sevdiklerimin sonları hep ölüm oluyor ve zihnimdeki mezara gömülüyorlar. Her katmanda her kapının arkasında onlardan izler ve kalıntılar var. Hayatımda onların hepsi ölümle baş başa bırakılıyor, benim yaşamımda var olduklarından. Aslında onların sonunu bir nevi ben getiriyordum. Hiçbir şey yapmadan. Sadece hayatlarında bulunduğum için. Ve bu kendime olan nefretimin daha fazla büyümesi, zihnime daha fazla yayılmasına sebep oluyordu.
Beni hep inandığım insanlar mahvetti. Beni hep inanmak istemediğim şeyler hayata döndürdü. İnançlarım çoğu zaman bir yıkımı ardından getirdi. İnanmadıklarım hayata tutunmak için bana nedenler sundu. Ben aslında iyiyle yaşama tutunmadım. Kötülüğün gölgesinde hayatımı sürdürdüm. Ve bu kötülüğü bile isteye kabul ettim. Çünkü bazen sadece tutunacak bir dal ararsın ve bulduğunu hemen kabullenirsin. Benim yaptığım da buydu. Tutunmak için bir sebep bulmak. Buldum da. Kabullendim de. Onun gölgesinde hayatım devam etti de .
Yalnız kalabileceğimi düşündüğüm yere gelmiştim. Her zaman geldiğim o koca yaşlı ağacın olduğu araziye. Burası sakin ve sessizdi.
Sadece sırtımı yasladım ağaç ve ben vardık. Burası benim mabedimdi. Gelip dinlendiğim, soluklandığım, huzur bulduğum ve düşündüğüm bir yerdi. Burası tamamen bana aitti. Saatlerce burada durabilirdim. Burada bulunmak iyi hissettiriyordu. Tarsis Kralı'nın yanından ayrılır ayrılmaz buraya hemen gelmiştim.
Biliyorum ki bu gece kuleden ayrılmayacaktı. Zaten kuleye dönünce Mera 'yla konuşmak isiyordum. Ve bizimkilerle. Çünkü onlara bir açıklama borçlu olduğumu biliyorum. Sadece şimdilik biraz ortamın sakin olmasını bekliyorum sonra zaten onlara açıklama yapacağım. Çünkü önümüzdeki günler sıkıntılı ve zor bir süreç olacak o ana kadar bulabildiğim her anın tadını çıkarmak istiyorum.
Amacım doğru bir şekilde sonuçlandı. Esila 'yla olan bağı yok ettim. Artık rüyalarıma sızmayacak ve ben özgürlüğün tadını çıkaracağım. Ama hâlâ Esila' nın bir şekilde benimle iletişime geçeceğini düşünüyorum. Nasıl olacak bilmiyorum ama olacak. Çünkü canımı sıkmayı istiyor. Beni önce psikolojik olarak sonra da fiziksel olarak çökertmek onun en büyük isteği. Elimden geldiğince ona istediğini vermeyeceğim. Çünkü onun kazanması demek, herkesin sonunun gelmesi demek.
Her daim Esila birden çok ima yapıp duruyor. Ve bu imasının altında yatan gerçek sebebi merak ediyorum. Çünkü çok emin konuşuyor. Ve bunun dayandığı sebebi merak ediyorum. Neydi onun bu dayanağı? Neyden bu kadar emindi?
Dakikalar geçti ve ben düşüncelerin o kara deliğinde kaybolup gittim. Bakışlarım etrafa çevrilince, havanın biraz sonra kararacağını fark edince, olduğum yerde ayaklandım. Ve açmış olduğum portaldan kuleye geçmiş ve kimseye görünmeden bizimkilerin olduğu yere doğru gitmiştim. Şimdi hepsi ben kulede olmadığım için rahat konuşacakları bir yere gitmiş olmalı. Orasıda dersliklerin olduğu kattı. Bu saatte kimse oraya gelemeyeceği için orayı tercih etmiş olmalılar.
2.kata çıkınca hemen onların enerjisini hissettiğim sınıfa doğru ilerledim. Konuşma seslerini duyuyordum. Ama çok kısık sesle konuşuyordular. Kimseye varlıklarını belli etmemek için. Sınıfın kapısının önüne gelince kapıyı hemen açarak içeri girdim. İçeri girince ortalarına almış oldukları gaz lambasının etrafında durduklarını gördüm. Kapının önünde durunca hepsinin bakışları bana doğru döndü.
"Emira!" dedi Victoria olduğu yerden bana bakarak. Diğerleri de oldukları yerden ayaklanıp bana doğru ilerlediler.
"İyi misin?" diye sordu o an Dennis beni izlerken. Endişeli bakışlarının ardından.
"İyiyim." dedim çünkü iyiydim. Uzun bir zaman sonra.
Diğerleride verdiğim cevap karşısında susmakla yetindi. Dehri hemen sağ tarafımda durmuştu. Sessizce beni izliyordu. Tam karşımda duran Victoria hâlâ gözlerime bakıyor ve gerçekten verdiğim cevabı sorguluyordu.
"Hadi ama iyiyim daha kötü olduğum anlarda oldu millet. Hadi geçelim şöyle de sizin merakınızı gidereyim." diyerek masayı gösterdim ve oraya tekrar yönelmelerini sağladım. Masaya ilk geçen Victoria olmuştu ve yanındaki yeri işaret ederek oraya oturmamı sağladı.
Hepimiz masanın etrafına oturduktan sonra hepsi sessiz kalarak ilk başta beni incelemişlerdi. Gerçekten rol yapıp yapmadığımı anlamaya çalışmışlardı.
İki kolumu masaya yasladım ve sorularını sormaları için onlara süre tanıdım.
"Ne zamandır baş ağrıların vardı?" dedi ilk soruyu Victoria sorarken. Düşündüm sorduğu şeyi. İlk anlarda başım ağrımıyordu sonradan baş ağrısı yavaşça kendisini belli etmeye başlamıştı. Ve sonradan aklıma üşüşen bilgiler onun sebebini bulmama yardımcı olmuştu.
" İlk zamanlar ağrımıyordu. Sonradan nüksetti baş ağrıları. Sonra dayanılmaz hale geldi ama dayandım. Dayanabildiğim kadarıyla." diyerek sorusuna cevap verince Victoria anladım dedi başını aşağı yukarı sallayarak.
"Peki —" dedi Dehri eli çenesini kaşırken, düşünceli bir hali vardı. Gözleri uzaklara dalmış ve olan biteni düşünür bir hali vardı. "O bayıldığın gün bu baş ağrısı yüzünden mi bayılmıştın?" diye sorunca bunu beklemediğim için yavaşça nefesimi verdim. Nasıl açıklamam lazımdı ki? Anında etrafa koruma kalkanını aktif hale getirip sorusuna yanıt vermeye hazırlandım.
"Aslında o başka bir şey içindi. Bunu da yakında öğreneceksiniz ama şimdilik değil. Sadece şunu bilin ki o bayılma bana bazı şeyleri gösterdi. Bir öngörüydü o an yaşadığım şey. Onun için bayıldım. Yoğun bir şekilde beni etkilediği için vücudumun direncini yitirdim. Ve bayıldım. Ne gördüğümü sormayın ama kötü bir şey olmadığımı bilin. "diyince hepsine baktım ve dediklerimi duyduklarında hafif şaşırdılar ve anlamaya çalışarak ne gördüğümü bulmak istediler ama tam bir noktada buluşmadılar.
" Peki Esila" nın amacı neydi? Bence bu büyüyü yapması sadece kolye için değildi. Bir başka sebep daha olmalı? "diye ardı ardına sorularını sorunca Enfal ona bakışlarımı çevirdim. Bakışları benim üzerimdeydi ve vereceğim cevabı merakla duymak istiyordu.
" Evet sadece kolye değildi. Birde eski gücünü eski yaşantısını istiyordu. Yani bedenini. Onu geri getirmek istiyordu. Başka şeylerde vardır ama tam olarak bilmiyorum." dedim benimde merak ettiğim bir noktayı dile getirince Enfal. Çünkü sadece bunlar değildi. O kolye ona başka yollar için anahtar görevi olacaktı. Ama ne için?
" Peki şimdi ne olacak? "diyince Nehar başımı ona doğru çevirdim. Herhangi bir fikrim yoktu. Her şey olacağına varacaktı. Çünkü şimdilik Esila 'nın bir sonraki adımı neydi kimse bilemezdi.
" Şimdilik bekleyip göreceğiz çünkü Esila' nın ne yapacağı bilinmez. Ondan gelecek bir adım sonrasında bizde bir adım atacağız. Yani onu çokta tanımıyorum ve neler yapacağı hakkında kesin bir şey söylemek doğru olmaz. Sadece yapacaklarının sonuçları her daim bizim zararımza olacağını söyleyebilirim. "dedim ve sol elimi çeneme yaslayıp bakışlarımı gaz lambasına indirdim. Mavi harelerim gaz lambasının aydınlattığı noktalara çevrildi. Sınıf artık tamam karanlığa gömülmüştü. Aydınlık olan taraf sadece bizim olduğumuz taraftı.
" Yakın zamanda bizi zor süreçler bekliyor desene." diyen Dehri 'ye bakamadım ama dediklerinde haklıydı. Çünkü Esila istediği olana kadar tüm sınırları zorlayacak kadar gözü karaydı.
"Tarsis Kralı bu gece burada kalacak gibi." diyince Victoria bakışlarımı dalmış olduğum yerden çekerek ona çevirdim. Ah onu ziyaret etmem lazımdı. Keza Mera'yıda.
"Mera nasıl?" dedim hâlâ Victoria 'ya bakarken. Sorumu duyunca hemen omuz silkti.
"Nasıl olsun ki? İyi aslında pek bir şey hatırlamıyor ki. Uzun zamandır Esila, onun zihninde hüküm sürmüş. Kim bilir ona neler yaptırmıştır? Ama iyi olacak diyebilirim sana." diyince Victoria usulca bakışlarımı ondan çektim ve iç geçirdim. İyi olmasını istiyorum.
" Hâlâ neden aramızda ki? O yok olmuştu diye biliyorum? "diyen Kavi 'ye yorgunca gülümsedim. Bunu bende çok düşünmüştüm. Neden hâlâ aramızda? Ve daha nice sorular....
" Bir şekilde kendini korumuş olmalı. Nasıl diyeceksen orasını bende bilmiyorum? "dedi Victoria sesindeki tahammülsüzlüğün varlığıyla. Kaşlarını çatmıştı. Ve onun hâlâ gerçekten var olduğunu kendinde ispat etmeye çalışıyordu. Uzun bir zamandır yok olduğuna inanmıştı o ve diğerleri. Şimdi pat diye karşılarına çıkınca tüm inançları yok olmuş, korkuları geri gelmişti.
"Her ne kadar güçlü olduğunu sansada değil. Yanılıyor. Kolye bende ve artık ona ait değil. Yani biz güçlü olan tarafız. Ve hepimiz ona olması gerektiğini düşündüğümüz şeyi yapacağız. Onu yok edeceğiz. Sadece bir ruhtan ibaret. Güç kazanmasına izin vermeyeceğiz. Ve onu hep birlikte yok edeceğiz. Her şeye rağmen o yok olacak. Sonunda ne olacaksa. "dedim bir yemeni zikreder gibi. Hepsi o an söylediklerime odaklandı.
" Bu işte beraberiz. "dedi yalnız olmayacağımı bildiren bir tınıyla. " Her adımı beraber atacağız. "dediğinde bu konuda gözünü karartmış olduğunu o an gördüm gözlerinde. " Dersen herkesten ayrı hareket edeceğiz ona da varım biliyorsun. Sonumun geleceğini bilsem bile geriye dönüş yapmayacağım. Eğer onun yok olmasını sağlayacaksa bu adım asla geri adım atacak değilim. Çok kayıplar verdik. Daha fazlasının olmasına müsaade etmeyeceğim. "dedi gözünü kararttığını saklamaya ihtiyaç duymadan.
" Bunu başaracağız. Nasıl olacak bilmiyorum ama biz kazanacağız. Kaybetmeyeceğiz. Buna mani olacak her şeyi ortadan kaldıracak kadar hedefimizden sapmayacağız. "dedim etrafımda olan dostlarıma bakarak. Bakışlarım çok şeyi anlatıyordu. Yara almak pahasına belki de ölmeyi göze almak pahasına bu savaşı biz kazanmalıydık. Kayıplar verecektik ama bu son kayıplar olacaktı. Bir daha Esila 'nın varlığı kimseyi korkutmayacaktı.
"Artık geç oldu gidip biraz dinlenin. Bugün herkes için zor bir gündü." dedim ve olduğum yerde ayaklanıp gaz lambasının tahta sapını elimle kavradım. Bakışlarımda yatan itiraz istemeyen ifadeye karşı bir şey diyemediler ve oldukları yerden kalkarak, benle beraber sınıfın kapısına doğru ilerlediler. Sınıftan ayrıldıktan sonra herkes odasının olduğu kata gidebilmek için merdivenlere yöneldi. Onlar üst kata çıkarken bende zemin kata indim. Çünkü konuşmam gereken biri vardı.
Tarsis kralı hâlâ toplantı odasındaydı. Onun yanından ayrıldıktan sonra kuleye geri dönmüş olsada sadece bütün gün toplantı odasında zaman geçirmişti.
Zemin kata ulaşınca adımlarım hızlandı ve koridorda hızlı adımlarla ilerleyip, toplantı odasının bulunduğu koridora saptım. Odamın önünden geçerken bakışlarımı kısaca kapıma çevirdim. Artık geceleri huzursuz bir uyku uyumayacağım. Umarım bu yaptığım şey benim açımdan iyidir. Olduğum yerden hareket ederek adımlarını sağ tarafımda olan kapıya doğru yönlendirdim.
Son adımlarımı atıp kapının önüne gelince sessizce kapıyı çaldım ve içeri girdim. İçeri girip ardımdan kapıyı kapatırken Tarsis Kralı'nı tam pencere önünde dikilirken buldum. Dalgındı. Hatta içeri girdiğimi bile fark etmemişti. Ardımdan kapıyı kapatıp onun olduğu tarafa doğru adımladım. Elimde duran gaz lambasını hemen yanından geçtiğim masaya bırakarak, ilerlemeye devam ettim.
"Seni dinliyorum Prenses." diyince Tarsis Kralı o anda başından beri geldiğimi biliyor olduğunu fark ettim. Ben bakışları beni bulamayınca, dalgın olduğunu düşünsem de aslında zaten çoktan içeride olduğumu biliyordu.
Birkaç adım atarak bende onun gibi pencere önünde dikilmeye başladım.
"Gitmemişsiniz?" diye soru sorarken buldum kedimi. Soruma cevap vermedi ve sessizce konuşmama devam etmemi bekledi.
"Öğlen yaptığım şey için özür dilerim. Sadece herkes üzerime üzerime gelmeye başlayınca daraldım. Bende biliyorum sizinde bir şeyler öğrenip Esila 'yı durdurmak istediğinizi ama herhangi bir şey bilmiyorum ki. Esila aptal bir kadın değil ki! Bir ima yapsa dahi tamamen açık olmaz. Gösterdiği veya söylemek istediği şeyler çok karmaşık. Ve bunu çözmek o kadar kolay değil. "dedim ve daha önce söylediği şeyler aklıma gelince şimdi bile ne demek istediğini anlamadım.
Sinirle gülümsedim. Çok kurnazdı. Ve oyunu kuralına göre değil, kendi kurduğu düzene göre oynuyordu. Ve kurmuş olduğu düzeneği haber verse dahi anlamak o kadar kolay değildi. Onu hafife almıyorum asla. Sadece benim de yapacağım şeylerin onun canını sıkacağını bilmesini istiyorum. Çünkü her attığı adıma karşılık, ben ona binlerce adım atarak, onu çıkamaz sokaklarda tek ve çaresiz bırakmak istiyorum.
Bunun için ondan bir hamle ya da işaret gelmeli. O işaret gelene kadar durmak zorundayım.
Çünkü yaptığı düzeneğe göre hareket etmem benim açımdan daha kazançlı olacaktır.
"Tehlike yaklaşmak üzere." diyince Tarsis Kralı uzun bir sessizliğin ardından, hemen önümde duran bakışlarımı ona doğru çevirdim ve ne demek istediğini kavramaya çalıştım. Bunun bir benzerini fısıltılar aracılığıyla da duymuştum.
"Neyden bahsediyorsunuz?" diyince Tarsis Kralı yine soruma cevap vermedi ve olduğu yerden yavaşça hareket ederek bana doğru döndü.
"Bekliyor ve o bekleyişinin sebebini de biliyorum artık. Sadece amacını bilsem yeterli Prenses. Senden bunu istiyorum eğer amacını bu günlerde öğrenirsen bana söyle ve ondan önce ben hamle yapayım. Yoksa herkes için büyük bir tehlike kapıda demektir." dedi ve son kez bana kısaca baktıktan sonra, yanımdan geçip giderken, ben olduğum yerde demek istediği şeyi anlamaya çalıştım . Yine gizemli konuşmalar başlamıştı!
Sinirle bir soluk alıp bende olduğum yerde harekete geçip odama doğru yol aldım. Güzel bir uyku çekmek niyetiyle tabii!
Odama gelir gelmez üzerimi değiştirmiş ve hemen yatağa geçip uyumuştum. Zihnimdeki gürültüler çıkaran düşüncelerimle susturmak zor olsada bunu başarmıştım. Derin bir uyku çektiğimi sabaha karşı uyanınca fark etmiştim. Güneşin doğmasına az bir süre kala uyanmıştım. Uyanınca yataktan kalkıp banyoya geçmiştim.
Banyodan çıktıktan sonra giysi odasında üzerime gri renge sahip bir dizlerime kadar uzanan elbise giymiştim. Elbise tülden oluşan balon kollara sahipti. Kol kısmı bir tık dirseğimin altında bitiyordu. Elbisenin etek kısmı belimden dizlerime kadar kabarık olarak aşağı iniyordu. Elbisenin göğüs bölümü dantel işlemeliydi, etek kısmı likralı kumaştı. Elbise altında rahat edeceğimi düşündüğüm burnu kapalı siyah kısa topuklu ayakkabımı giymiştim.
Aynanın karşısına geçip saçlarımı taramış, ardından saçlarımı at kuyruğu yapmıştım. Küçük siyah elmas taşlı küpelerimi takıp, aynada kendimi kısaca süzmüştüm. Aynanın önünde ayrıldıktan sonra yatak odama geçmiştim. Odamı hızla toparlayıp, yanıma bir okuma kitabı alarak odadan dışarı çıkmıştım.
Odadan çıkınca adımlarımı çoktan kuleye gelmiş olduğunu düşündüğüm ve mutfakta olacağını tahmin ettiğim kişinin olduğu yere doğru yönlendirmiştim.
Mera 'nın olduğu yere.
Dün gece onunla konuşma fırsatı yakalamasamda bugün onunla konuşmak istiyordum. Koridorda sessizce ilerleyip, mutfağa çıkan koridora sapmıştım. Sonunda koridorun sonunda mutfak kapısı göründüğü anda, adımlarımı hızlandırıp kapıya doğru ilerledim.
Kapının önüne gelince hemen kapıyı açarak içeride olan hengame içerisinde Mera 'yı aramaya başladım. Gözlerim mutfak içerisinde kahvaltı için hazırlık yapan kızlar arasında gezinip durdu . Sonunda Mera' yı bulunca tam solunda olduğum kapıyı sertçe tıklattım. Çünkü hiçbiri geldiğimi fark etmemişti. Hepsi yapmış oldukları işlere yoğunlaşmış haldeydi. Kapıyı sertçe tıklattığım anda tüm bakışlar bana doğru çevrildi.
"Kolay gelsin kızlar. Müsaadeniz olursa Mera 'yla konuşmak istiyorum. Onu kısa süreliğine aranızdan alacağım." diyerek benim tarafımdan oluşan sessizliği yok ettim.
Hepsi aynı anda ne demek efendim diyerek herhangi bir sorun oluşmayacağını dile getirdiler. Mera' ysa olduğu yerde yapmakta olduğu işi bırakarak bana doğru ilerlemeye başladı. Kısaca etrafında olan arkadaşlarına bakındı ve sonra elinde duran bezi yanında geçtiği masaya bırakıp bana doğru ilerlemeye devam etti. Karşıma gelince bir adım geri çekildim ve geçmesi için ona yer verdim.
Mera yanımdan geçip giderek koridorda ilerledi. Hemen mutfak kapısını kapatarak onun ardından gitmeye başladım.
Yanına yaklaştığım anda derin bir nefes alarak konuştum.
"Nasılsın Mera?" dedim ilk olarak. Bakışları önüne çevrilmişti. Ve sadece önüne bakarken sorumu yanıtladı.
"İyiyim." dediğinde kısaca sesindeki kaygıyla. Ona şaşırarak baktım. Neden kaygı duyuyordu?
"Bak Mera—"dedim ve kolunu tutarak yürümesine engel oldum." Eğer benim yüzümden başına bunun geldiğini düşünüyorsan özür dilerim. Benim kontrolümde olan bir şey değildi. Hatta bunu öğrendiğim anda çok şaşırdım ama yapacağım bir şey yoktu. Sadece elimden geldiğince en az zararı almanı istedim." dediğim sırada tam konuşacağı an onu susturup konuşamaya devam ettim.
" Biliyorum seni anlamaya çalışıyorum da. Benim yüzümden başına bu geldi. Hatta kırılmana ve kızmana hak veriyorum da. Ama sana bunu söyleyemezdim. Hatta bunu bitirmek için en az sancılı bir çözüm aradım ama bulamadım." dedim onun kahverengi harelerine bakarken. Sessizce beni dinliyordu." Hatta bunu yapmayı epeydir erteliyorum ama son noktaya kadar geldim ve artık dayanamadım onun için bu büyüyü bozdum. Daha fazla dayanamazdım. "dedim ve ne tepki verecek diye beklemeye koyuldum.
" Emira —"dedi ne diyeceğini bilemeyen bir sesle. Kaşlarını çattı ve ne yapması gerektiğini bilemeyen bir edayla bana doğru yaklaştı." özür dileyecek son insansın. Hatalı değildin. Hiçbir zaman. Asla bunu düşünmedim. Benim yüzümden aylarca o acıya maruz kalmışsın. Asıl ben özür dilerim. Keşke en başından bu büyüyü bozsaydın ve bu kadar acıyı yaşamasaydın. Ben büyünün sonuçlarını öğrenince, bunca ay benim yüzümden acı çektiğini bilmek beni çok üzdü. Benim yüzümden başına ne gelmiş! Çok özür dilerim buna sebebiyet verdiğim için. Lütfen affet beni. "dediğinde ona gülümseyerek baktım.
Bu kadar masum olmamalı. Bunun için mi bakışlarını benden kaçırıp durmuştu. Onun hatası olduğunu mu düşünüyordu? Değildi ama. Aslında ikimizde bu oyunda masum olanlardık. Sağ elimi omzuna yerleştirdim.
" Sakın bunun için kendini suçlama sakın! Çünkü senin hatan değil bu. Ve bilemezdin ki onun seni aracı yapacağını. Ben bile çok sonradan öğrendim. Yani ikimizde hatalı değiliz. Seni kırmak asla istemem. Büyü sırasında olabildiğince az canının yanması için uğraş verdim. Çünkü masumsun bu olayda herhangi bir zarar almanı istemem. "dedim artık bunun için kendisini suçlamasını bırakmasını açıkça belli ederek.
" Peki. İyi olmana çok sevindim. Ben artık işimin başına döneyim. "diyince tamam dedim ve Mera yanımdan ayrılıp mutfağa doğru giderken bende elimde tuttuğum kitapla beraber arka bahçeye gitmek için harekete geçtim.
Önümde duran arka bahçeye çıkan kapıdan dışarı çıktığım gibi biraz ileride uçurumun dibinde duran salıncağa doğru ilerledim.
Uykum kaçmıştı. Bende bu saati kitap okuyarak değerlendirmek istemiştim.
Salıncağa yerleştiğim gibi salıncağın iplerine yaslandım. Elimde tuttuğum kitabın kapağını açarak, kaldığım yerden okumaya devam ettim. Okuduğum kitap bit macera kitabıydı. Bir arkadaş gurubun başından geçen olayı anlatıyordu. Bu kitap bir yerden tanıdık geliyordu. Bizimkilerle yaşadığım olaylara benzer şeyler yaşıyordu kitapta bulunan karakterler. Kitabı okurken ara sıra bakışlarım etrafa çevriliyor ve hala tam olarak aydınlığa kavuşmaya gökyüzünü inceliyordum.
Koyu lacivert renge misafirlik yapan gökyüzünde gri bulutlar bulunuyordu. Güneş Moritanya topraklarının dışında olan dağının arkasında bulunuyordu. Güneş doğar doğmaz dağın etrafında olan bulutlar güneş ışığıyla renklerine kavuşacaktı. Çoğu zaman güneşin doğmasını izlerdim. Ve bazen bulutların güneş ışığı etrafında kavuştuğu renklere hayranlıkla bakar. Onları her görüşümde mest olurdum.
Doğa bin bir güzelliğe sahipti. Bu güzellikler insana muazzam bir seyir keyfi yaşatıyordu. Yarım saat kadar daha kitap okuduktan sonra olduğum yerden kalkarak kuleye girdim. Kuleye geçtiğimde rotamı terasa çevirdim. Kahvaltıya kadar orada bizimkilerin aşağı inmesini bekleyeceğim. Şu an hepsi muhakkak uyuyordur. Onlar uyuyana kadar kimseyle bir diyalog kurmak istemiyorum. Zaten yeterince bu konu hakkında kendimi rahatsız hissediyorum. Süreyya hanım dün üzerime gelmemişse bile yakı yakın bir zamanda kesinlikle baş başa bir konuşma aramızda geçecektir.
Ve bu konuşma daha çok kendini haklı çıkaracak bir konuşma olacaktı. Benimde yargılanacağım bir konuşma. Artık alıştığım için yadırgamıyordum. Sadece uyarılarını dinliyor sonrada yoluma bakıyorum. Sadece Turul beyin dün sessiz kalmadı dikkatimden kaçmamıştı. Ne düşünmüştü acaba bu olayla ilgili? Ya da neden beni herhangi bir şekilde eşleştirmemişti?
Çok mu şaşırmıştı? Yoksa bunun geleceğini çoktan biliyor muydu? Bazen olayların neden bu kadar karmaşık olduğunu anlamıyorum? Kolay olmasını beklemiyorum ama bu kadar karmaşık olması hiç adil değildi. Hayat zorlamaktan asla kaçınmıyordu. Gittikçe üzerime geliyor ve her fırsatta darbelerini vurmaktan kaçınmıyordu.
Terastan kulenin ön tarafında olan metrelerce uzakta olan ormana bakışlarımı çevirdim. Bu ormana geçtikten sonra kurak bir araziden Sonra diğer kasabalara çıkan yollar ve patikalar bulunuyordu. Moritanya toprakları eyaletlerden oluşuyordu. Birden fazla küçük kasabalara ve küçük muhafazakar topraklara sahipti.
Bildiğim tüm topraklar arasında en güçlü topraklar arasında yer alıyordu. Güçlü ve durdurulamaz olmasının yanında Morte kolyesine ve onun sahibine sahipti. Onu güçlü kılan en büyük özelliği buydu. Bunun sayesinde daha güvenilir bir toprak olma özelliği vardı. Herkes koşulsuz bir şekilde onlara katılıyor ve Moritanya toprakları arasında yer almak istiyordular.
Her zaman böyle olmamış mıydı? Güçsüz olan topraklar her daim güçlü, onlara güven veren topraklara sığınmıştı. Şimdi de böyleydi.
"Burada ne arıyorsun Emira?" diyen Süreyya hanımın sesini duyduğum anda düşüncelerimin zifiri kuyusundan kurutulmamı sağlarken, bakışlarımı ona çevirdim.
Arkamdaki varlığı hareket ederken üzerine oturmuş olduğum koltuğun arkasından dolanarak onu göreceğim bir alana geçmişti. Süreyya hanım tam yanıma olan koltuğun boş kısmına geçip bakışlarını bana çevirmişti.
"Erkencisin uyumadın mı? Yine mi uykunda rahatsız edildin?" diye peş peşe sorularını sorunca bu tavrına karşılık sadece bakmakla yetindim.
Bir anda uykularım önem mi kazanmıştı?
"Hayır uykumu yeterince aldım. Erken uyandığım için terasa geldim. Asıl siz neden bu saatte ayaktasınız? Sizin uyanmanız için daha çok erken." dedim neden şu an ayakta olduğunu sorgularken.
"Uyumadım." dedi bakışları uzağa kayarken.
"Nasıl hissediyorsunuz? Onun var olduğunu bilmeniz size ne hissettirdi?"dedim sormak için can attığım soruları sorarken.
" Korku. Çünkü onun yok olduğunu bildiğim için içim az da olsa rahattı ama şimdi değil. Onun yok olmasını istemem çok mu acımasızca olur? "dedi son cümlesini zikrettiği anda Süreyya hanımın bakışları bana kayarken. O anda göğsü derince bir şişti. Nefes almak onun için zor olmalı artık. Çünkü kardeşinin katili yaşıyor. Bu çok kötü olmalı.
Sende bu duyguya hakim değil misin Emira? Seninde kardeşin öldürülmedi mi senin yüzünden?
"Biliyor musunuz size her baktığımda kendi yansımama bakıyor gibiyim." diyince Süreyya hanım bu dediğimi duyunca neden böyle düşündüğümü merak etti.
"Neden bana benzediğini düşünüyorsun? Benzerliğimiz yok ki?" dedi dediklerime bir anlam yüklemeye çabalarken.
"Çünkü ikimizde kardeşimizi yitirdik. Bende kardeşimi kaybettim. Ama benimki benim yüzümden oldu." dedim nefes almayı unuttuğum bir anda. Soluklarım ciğerlerimi o an tahriş etti.
Aldığım nefesi kendime haram saydım. Çünkü nefes almaya hakkım yoktu. Süreyya hanımın beni yadırgamasını hatta gözlerinde bana yönelik bir kınama beklerken bunları görmedim.
Gördüğüm şey acımın yansıması oldu.
"Canın çok yandı mı?" diyince acıyla gülümsedim. Yanmak az kaldırdı. Canım söküldü benden.
"Hak ettiğimi düşmüştüm ve bunu umursamadım. Çünkü bu acıyı çekmek bana bir cezaydı. Onu koruyamadım. En çokta benim etrafımdan gelebilecek bir zarardan." dedim sesimdeki titremeyle.
Hayır Emira hayır. Ağlama bunun için kendine söz verdin. Bir daha ağlamak yok. Çünkü sen tüm gözyaşlarını o gece o buz gibi fabrikada tükettin.
Anılar bazen acımasızlığını gösterince, bunun öldürmekten bir farkı olmadığını anlıyordum o anlarda.
"Anlatmak ister misin?" diyerek bunu öğrenmek istediğini belirtince Süreyya hanım ona acının sonsuza kadar yer edindiği bakışlarımla baktım.
"Belki başka bir zaman. Ama şunu bilin insan sevdiği kişinin ölümüne şahit olunca bunu atlaması zor oluyor. Sizin için mutluyum evet belki kardeşiniz öldü ama onun ölüm anında onunla değildiniz. Çünkü elinizden bir şey gelmeyince, yaşadığınız çaresizlik ve kendinize olan nefretin hiçbir açıklaması olmuyor. Ve kabullenmek zorunda kalıyorsunuz. "dedim sesimdeki titremeyi son anda durdurup, sulanan bakışlarımı uzağa çevirirken.
Birden Süreyya hanımın eli elimin üzerine yerleşince bakışlarım istemeden de olsa ona çevrildi.
" Yaşadıklarını tahmin edemem. Ben sadece onun ölüm haberini aldım. Onu görmedim bir daha. Ama sanırım 7 senin gözlerinin önünde belki de kollarının arasında son analarını yaşamış olmalı. Elinden bir şey gelmemiş olsa dahi, bunun için kendini suçlama ve kendinden nefret etme bunu kendine yapma. İkimizde olanları değiştiremeyiz ki. "dedi daha fazla artık olanlar için kendimi suçlamanın bir manası olmadığını söylerken.
Derin bir nefes aldım ve onu kendime hapsettim.
Gözlerim yanıyordu. Burnum sızlıyordu. Onun kokusunu arıyorum her yerde her an. Onun varlığını görmek istiyorum. Varlığının etrafımda sonsuza kadar kalmasını istiyorum. Ne kadar onu defalarca kez çizmiş olsamda yüzünü unutuyorum. Bu acı veriyor. Kokusunu unutmak istemiyorum. Yüzünü unutmak istemiyorum. Ben ona dair hiçbir şeyi değil unutmak zihnime kazımak istiyorum. Artık sesi kulağımda çınlamıyor. Kahkahalarını duymuyorum.
Başımı iki yana salladım. Kendimi suçlamam sonsuza kadar devam edecekti. Benim yüzümden öldü. Ve benden bunu unutmam istenmemeli.
"Canım öyle yanıyor ki—dedim ve dudaklarımın arasında kaçak bir nefes kaçtı." onun kollarım arasında can verdiğini hiçbir zaman gözlerimin önünden geçip gitmiyor. Uykularım hep eksik hep kısa sürer. Sebebi bir süreden sonra o anları baştan yaşamam ve onu sonsuz defa görmem. Aslında ben o günden sonra bir daha rahat bir uyku çekemedim zaten. Sadece gördüklerim başka bir şekil aldı. "dedim uzun zamandır içimde saklı tuttuğum şeyleri birine söylerken.
" Dediklerinde haklısın aslında bende kendini görmen normal. "dedi ve elimin üzerinde olan elini çekerek başını önüne çevirdi. Ve yerde duran bir yaprağı izlemeye başladı." Ben senin gibi kardeşimin ölümünü değilde, onun bana seslenip beni yanına çağırdığı rüyaları görüyorum. Ne yaparsam yapayım onu bulamıyorum ve rüya sonlanıyor. Canım her defasında bin kere delik deşik oluyor ama sadece acıyı çekmek dışında herhangi bir şey yapmıyorum. "dedi sona doğru ona olan özlemi sesine yansırken.
" Canımız sonsuza kadar yanacak değil mi? "dedim bu soruyu sorarken. Cevabı biliyorum ama yine de sormak geçmişti içimde. Belki de başka bir cevap alırım umuduyla ama alamadım. Süreyya hanım sessiz kalarak beni onayladı.
" Biz sonsuza kadar onları özleyeceğiz. Ama onlara kavuşacağız da. Ben o günler için hâlâ hayatıma devam ediyorum ve kardeşime verdiğim ama tutmakta zorlandığım sözle." dedim ve avucum içerisinde görünmez cümleler yazarken. Başı özür dilerim ile başlayan ve sonu beni affet ile biten cümleleri yazıp durdum defalarca kez.
Bunu yazmaktan asla geri durmayacağım bir kararlılık içerisinde. Çünkü bunu yapacağım. Çünkü bunu yapınca belki de dün affetmişse bugün affeder diye düşündüm için. Ya da yarın affedeceğini düşündüğüm için her an bunu yaprak ondan defalarca kez özür dileyerek beni affetmesi için çabalayıp duruyordum olduğum yerde.
Bugün değilse de bir gün affeder umuduyla. O umuda tutunarak. Çünkü ben bu umutla hayatıma devam ettim. Bu ölümdü beni onlarca kez ölümden çekip alan. Çünkü hayatımı yaşayacağım sözünü verdim. Ben sadece yaşadım. Acı dolu bir yaşamı tercih ederek.
Kendimi bu şekilde cezalandırıp, verdiğim sözü bu şekilde tutmaya çabalarken. Çünkü mutluluğun benim için yasak olduğunu ve bana mutluluğun haram olduğunu hep düşündüm.
Yanımda olan Süreyya hanıma son kez baktım ve izin isteyerek onun yanından ayrıldım. Daha fazla durursam verdiğim sözü çiğneyerek ağlamaya başlayacağım. Terastan çıktıktan sonra aşağı inen merdivenlere yöneldim. Kahvaltı saati yaklaşmıştı. Bizimkiler şimdi uyanmış olmalılar. Basamaklardan inmeyi bitirdikten sonra yemekhaneye doğru ilerledim. Kahvaltı ettikten sonra belki bizimkilerle beraber bir şeyler yapardık.
Yemekhaneye gelmiş ve yerime oturarak bizimkilerin buraya gelmesini bekliyorum. Daha herkes tam olarak aşağı inmemişti.
Dakikalar sonra herkes geldiğinde kahvaltı etmeye başlamıştık. Nedense bu sabah masada herhangi bir ses yoktu. Herkes sessizce kahvaltısını ediyordu. Yanımda duran Victoria 'ya kısaca baktığımda ona baktığımı anladığında anında hemen bakışları bana çevrildi. Hemen zihin bağından konuştum.
"Kahvaltı ettikten sonra bir şeyler yapalım mı?" diye sorunca bakışları anında düşüncelisin bir hal aldı.
"Çok isterim ama Asper Krallığına gitmem lazım. Yapmam gereken işler var. Dönüşte yaparız." diyince anında peki dedim. Her ne kadar şu an istesem de onu zorlayamam. Anılar depreştiği için kafamı dağıtacak şeyler yapmalıyım. Yoksa düşünüp duracağım bütün gün. Ve kahrımdan kendimi tüketeceğim.
Kahvaltı ettikten sonra herkes kendi işlerinin başına dönmüştü. Varisler ve Dennis dersleri olduğu için hemen 2.kata çıkmıştı. Bende kulede yapacak bir şey bulamayınca kulenin dışında olan ormana gitmiştim. Bugün canım o kadar sıkıntılıydı ki yapacak hiçbir yoktu. Zaten olsa da yapasım gelmezdi de.
Ormana gelince her zaman gittiğim ağaca gitmedim ve ormanda yürüyüş yapmaya başladım. Düşüncelerin eşlik ettiği anlarda sadece ormanda yürüdüm.
"Canın çok sıkkın duruyor Prenses?" diyen bir ses duyunca anında bakışlarımı arkama çevirdim.
Arkama baktığımda biraz uzağında Ahrar 'ı gördüm. Derste olduğunu düşünüyordum. Olduğum yerde dururken onun bana doğru gelmesini izledim. Her zaman ki gibi yine siyahlar içerisindeydi.
Bana uzak olduğu için lacivert harelerini net olarak göremiyordum. Ahrar acelesiz adımlara bana ilerlerken bende onu inceldim. Dinç duruyordu. Sanırım güzel bir uyku çekmiş olmalıydı. Son zamanlara nazaran. Onu baştan aşağı inceldim.
Her zaman yaptığı gibi siyah gömleğinin ilk iki düğmesini açık bırakmıştı. Bakışlarımı yüzüne çevirdiğim anda hafif uzamış sakalları dikkatimi çekti. Nadiren sakalları bu boya kadar uzardı. Hep onu sakalsız olarak görürdüm. Şimdi öyle değildi. Artık son zamanlarda sanki çok önemli bir şey varmışta onunla ilgilenirken kendinden ödün veriyordu.
Kurallarını yıkıyordu ne uğuruna olduğunu bilmiyordum.
Uzun kirpikleri her kırpışında lacivert harelerini muhafaza ediyor ve saniyelik bir süreyle onlarla arama engel oluyordu. Ahrar uzun boyluydu. Yanıma her gelişinde yavaşça boynumu yükselterek onunla konuşurdum.
Son birkaç adımını atarak yanıma ulaşıp bana tepeden bakınca herhangi bir ifade takınmadan ona baktım.
Kemikli yüzüne bakınca hafifçe kaşlarını çattığını gördüm. Farkında bile değildi aslında. Bazen kaşlarını çatarak beni inceliyordu. Ne düşünüyordu o anlarda bilmiyorum? Şu an olduğu gibi yine bilmiyorum ve zihninde geçen düşünceleri duymak isterdim. Ama Ahrar son zamanlarda zihnini koruma altında tutuyordu. Bunu ne için yaptığını almaya çalışsamda birden çok sebebi olduğunu düşündüğüm için sadece sorgulamakla yetiniyordum.
"Sorumu yanıtlamadın?" diye sorunca bakışlarım etrafta dolaşıp durdu. Ne demeliydim ki?
"Her zamanki sebepler diyebilirim." demeyi tercih ettim. Sözlerimi duyunca sadece başını usulca salladı aşağı yukarı.
"Sen neden buradasın ki? Dersin yok mu bu saatte?" diyince daha fazla içimde tutamadığım merakımla. Ahrar sorumu duyduktan sonra iki elini ceplerine sokup başını yavaşça yana yatırdı ve beni inceledi.
Lacivert hareleri bir şey görmek istercesine baktı. "Dersim yoktu. Odama giderken pencereden senin dışarı çıktığını görünce arkandan geldim. Burada ne yapıyorsun ki?" diyince burada olmamın sebebini merak ederek. Genelde çiçek arazisinde hep olduğunu bildiği için buraya gelmem onu şaşırtmıştı.
Vereceğim cevabı beklerken sakince olduğu yerde dururken. Omzumun önüne düşen saçımın telini geriye doğru iterken o sırada konuştum.
"Ara sıra buraya gelirim. Victoria kulede değil. Diğerleri de derste olduğu için kulede durmak istemedim ve buraya geldim." dedim ve olduğum yerde hareket ederek ona arkama dönüp ilerlemeye devam ettim. Ben ilerlerken Ahrar olduğu yerde durmayarak beni takip etmişti.
" Dün olanlar hakkında konuşmak istemediğini görebiliyorum. "dedi içinde olduğum duygu durumundan. Doğru tespit. Artık açıklama yapmaktan sıkıldım çünkü. Hatta sabah bunun için Süreyya hanımın beni azarlayacağını düşünmüştüm. Ama sonuçlar benim beklediğim gibi geçmedi. Daha çok kendi acılarımızdan konuştuk.
İki kadının en büyük acısı. Ve bunun yıllarca bizi esir aldığını.
"Evet çünkü yeterince bunun sorgulamasını çektim artık istemiyorum. Zaten her şeyi gördü herkes. Daha neyi merak ediyorlar ki? Esila yok olmadı sadece yıllardır kimseye söylemeden gizlendi ve bende onu açığa çıkardım. Planı ne bilmiyorum ama bunun için herkes bir şey yapmalı çünkü herkes tehlikede. "diyerek yavaşça ilerlemiş ve ormanın kutularına doğru yol almıştım.
" Peki sen tehlikede misin? "diye sorunca Ahrar alacağı cevabın hayır olmasını isteyen bir istekle.
Tehlikede miyim? Olabilir ya da olmayadabilir.
" Bilmiyorum. "dedim ve Ahrar 'a yandan bir bakış attım. Yanımda benimle aynı adımlarla ilerliyordu. Cevabımı duyunca ne dercesine baktı. Çünkü daha çok hayır dememi bekliyor gibiydi.
" Kolye sende Emira. Ondan onlarca kat daha güçlüsün. "diyince dediklerinde haklı olduğunu biliyorum ama unuttuğu bir şey vardı.
" Peki sen şunun farkında mısın bilmiyorum ama Esila yaptığı onca şeye rağmen hâlâ hayatta tutabildi ruhunu. Bu da onu güçlü göstermez mi? Düşünsene cezalandırıldı ama hâlâ herkesin karşısına çıkabilecek güce sahip. Bu onu hafife almamanız için bir sebep değil mi? "dedim birde bu yandan bakması için.
Çünkü ben onu hafife almıyorum. Sadece onu psikolojik olarak çökertmek istiyorum. Sonrasında onu yok etmeyi. Karşımda güçsüz bir düşman yok. İsmini duyanın tedirginlik yaşadığı biri vardı. Onu küçümsemek yapacağım en aptalca şey olabilirdi. Ve ben bile bile lades demem. Çünkü sonuçlarının ne olacağını tahmin edebiliyorum. Esila her şeye rağmen hâlâ güçlü ama ne kadar? Onu bilmem ve bu gücü yok etmem lazım. İşte onun içinde ondan gelecek herhangi bir ipucuna ya da bir hatayı bilmek istiyorum. Ona göre bende kendi yolumu çizeceğim.
"Sence neyden güç alıyor?" diyince Ahrar olduğum yerde durup başımı ona çevirdim.
"Sence bunu bilsem burada durur muydum? Anında onu yok ederdim." dedim büyük bir kararlılıkla. Çünkü bunun için can atıyorum.
"Alacağın risklere rağmen mi?" dedi Ahrar, vereceğim cevabı duymanın onda yaratacağını bildiğim etkiye rağmen cevap vermekten kaçınmadım.
"Ucunda ölüm olmasını bile göze alırım Ahrar." dedim ne kadar bu konuda kararlı olduğumu saklama gereği duymadan. Ben zaten başından itibaren sonuçlanacağını bildiğim her şeyi düşünmüştüm. Ve buna rağmen geriye çekilmemiştim.
"Çünkü her ne kadar saçma gelecek olsa da onunla bilinmeyen bir hesabım var. Onu öğrendikten sonra yapacaklarım sınırı aşarak, ikimizede zarar verebilir ama bunu umursamıyorum. Çünkü canımı yakmışsa ölüm bile beni durdurmaz." diyerek yapacağım veya yapabileceğim şeyi saklama gereği duymadım. Açıkça ona sonuçlarına şeklinin beni durdurmaya gücünün yetmeyeceğini bildirdim. Çünkü bu konuda gözümü karartmıştım.
" Sözlerin tehlikeli Emira ama etrafında olanlar değil senin için tehlikeli. Ve sevdiklerine rağmen sonunda ölüm olduğunu bildiğin bir adım atacağını söylüyorsun. Peki bunun sevdiklerin için ne anlam ifade ettiğini biliyor musun? Hiç tereddüt etmeyeceğin belli sesinden. Peki arkanda beni ve sevdiğin herkesi bırakmanın bizlere vereceği acıyı biliyor musun? "dedi Ahrar ve bana doğru adım attı. Elleri belimi buldu ve bana doğru başını eğerek gözlerime bakarken devam etti sözlerine." Beni arkanda bıraktığın anda yaşayacağım hissi biliyor musun? Önce kendini bana alıştırdın ve şimdi gidebileceğini söylüyorsun. "başını hayır anlamında iki yana salladı.
" Bu senin için bile büyük bir bencillik. Sen bencil değilsin Emira. "dedi Ahrar. Sonra sağ avcu yanağıma yaslandı.
Sıcak avcu yanağıma dokunduğu anda olduğum yerde titredim. Ahrar 'ın derin bir nefes aldığını o an duyumsadım. Kokumu soluyordu. Yavaşça alnını, alnıma yasladı ve lacivert harelerine daha yakından bakmamı sağladı.
"Ölüm kolay olanı sevgilim. Zor olan hayatta yaşamaya çalışman. Zor olan her şeye rağmen ben yaşayacağım diyebilmen. Ve senden bunu istiyorum. Hayatta kalmak için çabalayıp dur. Çünkü hayat acımasız Emira. İnsanlar gibi. Ve sen güçlü olmayı bilmezsen kimse sen güçlü ol diye uğraşmaz. "dedi gizemli bir tınıyla. Sesindeki acı neyin nesiydi? Lacivert harelere bakınca beni dalgın dalgın izlediğini fark ettim. Sanki bu son anımızmış gibi. Son kez bana bu kadar yakın olacakmış gibi.
" Bana söz ver Emira."dedi bu sözü vermemi canı gönülden isterken. Sanki bu sözü verdiğim anda içi rahatlayacak gibiydi." Seni hiçbir darbe yenemesin. Kimse sende derin izler bırakmasın. Kimse seni senden daha fazla üzemesin. Ve kimseye boyun eğme sevgilim. "dediğinde hâlâ yanağımda duran eliyle. Dediklerini duyunca neden bu kadar istekle bu sözü vermemi istediğini bilemedim. Ama ona istediğini verdim.
" Sana söz veriyorum kimse ama kimse bende derin acılar açamayacak. Açtığı anda bile onu onaracak ve hayatıma bakacağım." dedim ve kısa bir iç geçirdim. Bu sözleri söylediğim anda içimde peyda olan o hisse anlam vermedim. Neden bir anda bu konu gündeme gelmişti ki? Ahrar neden bu sözü vermem konusunda bu kadar ısrar ediyordu.
" Sözünü unutma hiçbir an. "diye uyarınca peki dedim. Ahrar sonrasında elini yanağımdan çekip birkaç adım geriye doğru çekildi. Bense bu yaşadığım anın ne sebeple gerçekleştiğini bir türlü anlayamadan ona ayak uydurdum.
" Unutmadan söylemek istiyorum. Sana daha önce bahsettiğim bir yer vardı ya. İşte seni oraya götüreceğim. Yarın sabah orada olacağız." dedi ve arkasına dönüp gitmeden önce son kez bana baktı. "Benden haber bekle." dediği anda ben bir şey diyemeden arkasına dönüp gitti. Ahrar giderken bende ona baktım. Neden bu kadar tuhaf davranıyordu? Ve neydi onun canını sıkan?
Bir konu hakkında kararsız olduğu belli. Ve bunu söylemek ve söylememek arasında gidip geliyordu. Bende onun söyleyeceği ana kadar beklemek zorundayım çünkü istesem bile kendi istemedikçe bana herhangi bir şey söylemeyeceğini biliyorum. Onu çok iyi tanıyorum.
Ahrar benden bir şey saklıyordu. Hissediyorum. Ve bunun ne olduğunu bilmek istesem de bir yanım korkuyorda. Ve bu korku bana çok uzak bir korku. Daha önce hiç tatmadığım ama yakinen bildiğim bir korku.
Hâlâ olduğumu yerdeydim ormandan dışarı çıkmamıştım. Hatta o kadar ilerlemiştim ki ormanda yolu bilmeyen bir kişi dönüş yolunu çok zor bulabilirdi. Neyse ki nereden geldiğimi iyi biliyorum. Artık ilerlediğim yollarda ağaçlar daha da sıklaşmış ve ben zar zor ağaç dalllarının altından geçe geçe ilerliyordum.
Önümde duran koca yaşlı meşe ağacının yerlere kadar uzanan dallarının arsından herhangi bir çizik almamak için büyük çaba sarf ettim. Burası vahşi bir ormandı. İnsanlar bu tarafa pek gelmediği için ağaç dallları kendi kendine tüm alanları kaplamış ve yerlerde bile ağaç dalları filizlenmişti. Bazı ağaç dallarının ölü dalları tenime zarar vermemesi için elimden geldiğince dikkatle ilerliyordum. Tam bu ormanın sonunda kulenin yakınında olan uçurumun başı vardı. Aslında amacım oraya gitmekti.
Tam önümde duran birbirine girmiş iki dalın arasında yan bir şekilde geçerek yoluma devam ettim. Yerlerde çok önceden kurumuş olan ölü ağaç dalları, yaprakları ve ismini bilmediğim birden çok envai türden mantarlar vardı. Eminim ki bu mantarlar ölümcül zehre sahipti. Acaba birkaç tane toplayıp Serra ve Turul beyin yemeğine mi koysam.
Bu düşünceme sadece başımı sallayarak gülümsedim. İyice beni çileden çıkardı bu ikisi. Ama son birkaç gündür Serra 'yı ortalıkta görmüyorum ve bunu pek sevdiğim söylenemez. Son zamanlarda hep odasında vakit geçirmeye başlamıştı. Bunun bir sebebi olmalı.
Sonunda artık ormanı aştıktan sonra önümde duran yola doğru ilerledim. Uçurumun giriş kısmı. Yani biraz tehlikeli duruyor girişi. Çünkü giriş kısmı etrafında olan koca ağaçlarla çevrelendiği için içerisi karanlık duruyordu.
Sonrasında da aynı bu şekilde uçurumun kenarları ağaçlarla kapalı olması, ağaçların uzun boyları ve yaprakları güneş ışınlarının içeri girmesini engelliyordu. Bir cesaret içeriye girmek için adım attım. Yavaşça uçurumun giriş kısmına doğru ilerledim ve yavaşça içeriye doğru yürüdüm. Bu sırada da önümü görebilmek adına kolyenin sağladığı güçle bir meşale olmasını sağladım. Sağ avucumda tuttuğum ve yanan meşaleyle yavaşça içeriye doğru ilerledim.
İçeri girince önüme doğru meşaleyi tuttum ve içerisinde olanlara bakmak istedim. Şuan her iki tarafımda kayalıklar arasında yetişen yabani otlar ve ağaçlar vardı. Önümdeki taşlarla kaplı olan yolda ilerlemeye devam ederken, zeminde olan taşların ayağımda duran ayakkabı için pek uygun olmadığını anlayınca hemen büyü yardımıyla ayağımdaki topuklu ayakkabı kendisini düz taban bir ayakkabıya bırakmıştı. Topuklu ayakkabı kısa topuk olduğu için ormanda ilerlerken zorlanmamıştım ama şimdi öyle değildi.
Yer yer zeminde topuklu ayakkabı batıp durduğu için bunun benim için zor olacağını anlamış ve bununla yola devam edemeyeceğimi anlamıştım. Sonunda biraz daha ilerlerken uçurumun dibinde biraz yukarıda bir kayalığa inşa edilmiş bir kulübe gördüm.
Meşaleyi biraz kaldırıp ateşin ışığıyla onu daha net görmeyi sağladım. Bunun benzerini kara ormanda görmüştüm. Her kim yaptıysa kesinlikle bu ikisi ona aitti çünkü aynı işlik vardı.
Acaba burası Esila ve yasak aşkının evi miydi? Kaçamak yaptıkları bir alan. Eğer o kara ormanda bulunan kulübe o yasak aşkın sahibine aitse bu kulübede ona ait olmalı. Acaba bu kulübenin varlığından birileri haberdar mıdır? İçerisine girmek istesem de çok tahrip olduğu için bunu yapmak istemedim çünkü pekte benim açımdan sağlıklı olmayacak. Ben en iyisi burayı terk edip ilerlemeye devam edeyim. Hem zaten onlarca yıl sonra içerisinde herhangi bir şey bulamam. Biri kesinlikle burayı ziyaret etmiş olabilir de.
Önüme doğru tam döneceğim anda birden kulübenin kapısı yavaşça açıldı. Anında korkarak geriye doğru kaçtım.
Rüzgardan açılmıştır bence diyerek kendimi avuturken birden kapı önce eski haline geri döndü. Kapandı ve sanki hiç açılmamış gibi göründü.
Sanırım halüsinasyon görüyorum. Zihnim bana oyunlar oynamayı hep sevmiştir. En iyisi yoluma bakmak. Tekrar elimde tuttuğum meşaleyi önüme tutup yola devam edeceğim anda kapı öyle bir sesle açılıp kapandı ki. Korkudan tekrar olduğum yerde geriye doğru sıçradım. Ve hızlanan nefeslerim arasından kulübeye baktım.
Sanrım birileri oraya gitmemi istiyordu. Ve bende buna kayıtsız kalmayacaktım. Her ne kadar korku beni ele geçirsede oraya gitmeyi kafama koymuştum. Her gün böyle gezintilere çıksam daha neler neler görürüm kim bilir? Her tarafta anormal şeyler var bu kulenin. Bir tarafı da normal olsa şaşırırım. Elimde duran meşaleyle kayalığın üzerinde duran kulübeye doğru ilerledim. Çıkarken biraz zorlanacağım ama halledeceğimi düşünüyorum.
Zaten kayanın tam önünde bir merdiven bulunuyordu kolayca çıkabilmek için. Oradan destek alarak çıkacaktım. Muhtemelen biraz eski ve güvenilir olmasa da merdiveni kullanmak zorundayım.
Elimde duran meşaleyle merdivene doğru ilerledim. Merdivenin önüne gelince yavaşça iki elimi merdivenin yanına yerleştirdim. Sonra yavaşça yukarı doğru bedenimi çekerek merdivene tırmanmaya başladım. Çıkarken zorlansamda sonunda merdiveni çıkmış ve kayanın üzerinde çıkmayı başarmıştım.
Kulübe şu an tam karşımda duruyordu. Yavaşça aşağı baktığımda herhangi bir kaymadan ötürü eğer yere düşersem kesinlikle bir yerimi kırarım. Çünkü şuan üç insan uzunluğunda bir yerde bulunuyordum. Derin bir nefes dudaklarım arasından kaçarken önümde duran az önce açılıp duran kapıya baktım. Ahşap kapı şu an kapalı duruyordu. Ve sapasağlam olduğunu fark ettim. Herhangi bir tahrip olmamıştı.
Garip. Hemen elimde hâlâ yanmaktan olan meşaleyle kapıya doğru ilerledim. Etraf az da olsa aşağıya nazaran biraz daha aydınlıktı. Tam çaprazımda olan ağacın kırılmış olan dalından ötürü içeriye güneş ışığı vuruyordu. Ama içeriyi aydınlatmak için yerli değildi. Sadece loş bir ortam sağlıyordu. Şuan üzeri çimenlerle kaplı olan kayanın üzerinde bulunuyorum. Zemin sert ve engebeliydi.
Kulübenin dışına kısaca göz attığım esnada iki pencereninde iki çapraz olan tahtalarla kapatıldığını gördüm. Hayret yağmalayıp hatta yıkmaları gerekirken sadece dışarıdan birinin girmemesi için önlem alınması beni düşüncelere itti. Birkaç adımda kapıya varıp, kapıyı öne doğru ittim. Kapıyı açtıktan sonra meşaleyi öne tutarak içeriyi aydınlatmasını sağladım. Kimse yoktu.
Yavaşça içeriye doğru adımladım. İçeriye girince burasının küçük bir kulübe olduğunu anladım. Etrafımda dönerken meşaleyi önüme tutarak içeriye göz attım. İçeride tek kişilik bir yatak, küçük bir masa ve tam pencere önünde duran tabakaları gördüm. İçerisi epey bir tozluydu. Uzun süre kimse buraya gelmemişti. Kısaca biraz daha bakındıktan sonra herhangi bir tehlike olmadığını fark ettim.
Belki de rüzgar kapının açılmasını sağlamıştı. Arkama dönüp kulübeden çıkacağım an birden önümdeki kapı hızla kapınca anında neye uğradığımı şaşırdım ve geriye doğru sıçrarken bacağımı sertçe sandalyeye çarptım.
Ne oluyordu? Etrafımda herhangi bir varlığa ait enerji hissetmeye çalıştım ama alamadım.
"Hadi ama bu kadar çabuk mu gideceksin Emira?" diyen fısıltı sesi duyunca aldığım nefesi usulca verdim. Ama hâlâ diken üzerinde bekliyordum. Bu konuşan fısıltı Esila 'ya aitti. Nasıl başarmıştı tekrar benimle iletişim kurmayı? Olduğum yerde dikilirken başımı dik tutup omuzlarımı dikleştirdim.
" Araya biraz zaman girseydi Esila?" dedim iğnelercesine. Ne ara yeni bir iletişim şekli bulmuştu bu lanet olasıca kadın! Ama artık yansıma değildi. Sadece sesi vardı. Demek ki güzel bir iş çıkarmış olmalıydım.
"Ama olmaz ki —" diyen fısıltısı sanki o an etrafımda dolandı. Sanki şu an onun varlığının etrafımda gezdiği hissine kapıldım. "araya zaman girerse seni çok özlerim." dedi sahteden üzgün tutmaya çalıştığı sesiyle tamamladı cümlelerini.
"Yine ne istiyorsun acaba? Beni buraya neden getirmiş olabilirsin? Aşk yuvanı mı göstermek istedin?" diyince onun o tiz kakasını etrafımda duyduğum anda gözlerimi kısarak kulaklarıma ağrı veren bu sesin sonlanmasını bekledim.
"Ah Emira burasının aşk yuvam olduğunu nasıl bildin? Hım güzel bir tahmin. Eee sence nasıl?" diyince pişkin pişkin sanki beni göreceğini biliyor gibi o an gözlerimi devirdim. Nasılda yüzsüzce bundan gurur duyarak bana burasının aşk yuvası olduğunu söylerdi!
" Biliyor musun iğrenç birisin. Aron 'u hiç hak etmedin! " dedim sesime yansıyan öfkeyi saklamadan. "Birde yaptığın şey çok doğruymuş gibi övünüyorsun! Utanılacak bir şey yaptın bilmem farkında mısın?" dedim sona doğru sesimi yükselttiğimde kısa bir süre sessiz kaldığını fark ettim.
"Konuşmayacak mısın? Peki ben konuşayım o halde. İlk an onu gerçekten sevdin mi sevmedin mi bilmiyorum. Ama sana güvenen ve sana kolyesinin gücünü sunan bir adamı öldürmek ve ondan kolyeyi almaya çalışmak aciz olduğunu gösterir. O sana aşıktı Esila! Seni hayatı yapmıştı!"dedim hiddetle. O anlar zihnime üşüşünce sinirimi zapt edemedim ve olduğum yerde bir adım öne çıktım." Ama sen ona ihanet ettin. O da yetmedi onu öldürdün! Neden hala değmeyecek biri için! Kimse Aron kadar seni sevemezdi kimse! "dedim acı dolu bir sesle. Hâlâ Aron 'un o yatakta can verdiği an gözümün önüne gitmiyordu.
" Sen hiçbir şey bilmiyorsun? "dedi Eslia sesi güç bela çıkarken.
" Neyi bilmiyorum söyle öyleyse?"dedim öfkeyle çıkışarak. Sinirden ellerim saçlarımın arasından geçirdim." Onu öldürdün mü? Ölürdün! Ona ihanet ettin mi? Ettin. "dedim daha fazla kin kusarak. " Sen acımasız bir yaratıksın! Kendi hayatını mahvettin! Ne uğuruna bir adam uğuruna! Söyle yaptıkların için mutlu musun? Seni anlamak bile istemiyorum biliyor musun çünkü yaptıkların senin suçun. Senin aptallığın. Aron bunları hak etmedi hiçbir zaman! Sakın kendini haklı çıkaracak cümleler sarf etme! Sen onu sevmediğini söyleseydin anlayış gösterirdi. Senin gözünü hırs bürümüş ve kör etmiş. Sen kimseyi sevemezsin kimseyi! Sadece güç istedin. Eminim başarmış olsaydın o her şeyi karşına aldığın adamdan da sonradan kolayca vazgeçerdin ileride! "dedim ve olduğum yerde öfkeyle oradan oraya gelip gittim.
" Ben hayatımı yaşamak istedim ve onun için mücadele ettim. "dediğinde sinirden kahkaha attım.
" Ne hayatı lanet kadın! Sana sahip olamayacağın bir hayatı zaten sundu ya Aron! Neyin kafasını yaşıyorsun sen? Sevmiyor olmanı anlayabilirim. Birini sevebilme ihtimalini de anlayabilirim ama onu yasak aşkınla birlikte öldürme planını işte onu asla anlayamıyorum. Sen şu an olduğun durumda olmayı çoktan hak ettin. Ve şu an yaptığın hatalar yüzünden aldığın cezayı kabullenmemen ise senin sorunun. Şunu unutma Esila sen kaybettin ve artık çabalamayı bırak! Kendi hayatın için onlarca insanı yok ettin. Ve hiç gram pişmanlık duymadan yeniden bunu yapmak için uğraş veriyorsun ama unutma ki buna izin vermeyeceğim. "dedim tehdit ederek. Ne kadar anladı bilmiyorum ama ondaki bu yüzsüzlük bunları anlamasına engel olurdu her daim.
" Ben her şeyi göze alarak bir adım attım Emira ve hâlâ tam olarak hayatımı almış değilim. Alana kadar durmayacağım. Durdurmak isteyen olursa onu yok etmekten gocunmam." dediğinde sinirden hızlı nefesler alıp verdim.
"Bilmez miyim senin yok etme takıntını! Ama şunu unutma Esila'cık ben kazanmana asla izin vermeyeceğim. Bunun uğuruna alacağım her darbeye rağmen." dediklerimde gizli bir yemin gizliydi. Çünkü gözümü çoktan kararmıştım. Ve ne pahasına olursa olsun onu durduracağım.
" Emira kazanan ben olacağım. Her an bunu acısını yaşayacaksın.Çünkü kaybedeceksin. Şimdilik görüşürüz. "dedi ifadesiz bir sesle sonra bir daha onun sesini duymadım.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Esila gittikten sonra bende daha fazla o kulübede kalmamış ve kuleye dönmüştüm. Kuleye döndüğümde Varisler ve Dennis çoktan dersleri bittiği için kasabaya gittiğini öğrencince yine tep başıma kaldığımı anlayınca kendimi odama kapatmıştım. Zaten yapacak bir şey olmadığı için en doğru kararı vermiştim.
Saatlerce odamda çizimler yapmış, kitap okumuş ve kendimi akşama kadar oyalamak için bin bir şeylerle ilgilenmiştim.
Güneş batmış ve karanlık etrafa yayıldığı anda akşam yemeği için kıyafetlerimi değiştirmiş ve yemekhaneye inmiştim. Yemekhaneye gidince bizimkilerin hâlâ gelmediğini gördüğüm anda düşen yüz ifademle sessizce masaya oturmuş ve yemeğimi sessizce yemiştim. Hayret ediyorum hâlâ neden kuleye dönmedikleri için. Victoria 'da dönmemişti. Onlar olmayınca sıkıldığımı yeni yeni fark etmiştim. Sessiz geçen akşam yemeğinden sonra tekrar odama kendimi kapatmıştım.
Zaten bu akşam Süreyya hanım ve Turul beyde biraz gariplik vardı. Her zamanki gibi değillerdi. Çok dalgındılar. Ve her an bakışlarım onlara kaydığında masadaki herhangi bir noktaya dalıp gittiklerini görmüştüm. Doğru dürüst yemek bile yememişlerdi. Sebebini merak etmesem dahi bir şekilde açıklama yapmayacakları için sadece izlemekle yetinmiştim.
Ahrar bu gece yemeğe inmemişti. Serra zaten günlerdir yoktu. Son günlerde kulede çok garip şeyler oluyordu. Herkes var olan düzene uymuyordu. Zaten Süreyya hanımda bunu pek önemsediği söylenemez. Esila meselesini öğrendikten sonra tüm ilgisi oraya kaymıştı. Sadece onunla ilgili olan şeylere yoğunlaşmış ve artık bitti bitecek olan gelenek onun yörüngesinden çıkmış bulunmaktaydı.
Her şey Esila 'nın varlığını öğrenmekle tepe taklak olmuştu. Onlara hak vermek de lazım. Turul bey oğlunun katilinin hâlâ hayatta olduğunu öğrenmişti. Süreyya hanımsa kardeşinin katilinin hayatta olup, onun yok olmadığını öğrenince sarsılmıştı.
Elimde duran kitabı kapatarak, baş ucumda duran komodinin üzerine bırakıp yavaşça yatağa uzandım. Başımı yastığa koyup, sola doğru döndüm. Gözlerimi kapatarak baş ucumda duran gaz lambasını söndürdüm. Oda karanlığa gömülürken bende uyumak için zihnimi boşalttım.
Zihnim bana oyunlar oynamayı hep sevmiştir şimdi olduğu gibi. Eski bir anın içerisindeyim. Ve o anı benim en kötü acımın izlerini taşıyordu.
O günü sabahı benim için acı dolu olmuştu. Evden ayrılmış, okula doğru yol almıştım. Yeni gelmiş olduğum okula her ne kadar yabancılık çeksemde alışmak için kendimi zorluyordum.
Okula gelmiş ve okuldaki bugün olan 3 dersime girmiştim. Her şey normal seyrinde gelişmişti. Taki okuldan çıkıncaya kadar. Uzun zamandır rahatsız edildiğim ve bıkmadan usanmadan peşimde dolanan bir adam vardı. En yakın arkadaşımın kuzeni.
Bir doğum günü partisinde bana olan rahatsız edici bakışlarını yakalamıştım sonrasında he tan ondan mesajlar almış, çiçekler yollamıştı. Ona defalarca kez hislerine karşılık vermeyeceğimi söylesem dahi beni dinlememiş ve çoğu kez beni rahatsız edici faaliyetlerde bulunmuştu. Taciz etmeleri durmamıştı. Bu artık benim gözümde hastalık seviyesine yükselmişti. Yanımda herhangi bir adam dahi görse ertesi gün o adamın yüzü gözü dağılmış halde görmüştüm. İlk başta ondan bilmesem de sonradan onun parmağı olduğunu öğrenmiştim.
Sonra birden ne olduysa artık etrafımda dolanmayı bırakmıştı. Buna sevinmiştim. Çünkü her an tetikte olmak can sıkıcı bir hal almıştı. Sonra okul mezuniyetinden bir gün önce onu tekrar görüştüm. Karşıma çıktığında onu farklı görmüştüm. Eskisi gibi değildi. Eskisinden daha beterdi.
Çünkü hastalığı olduğunu daha önce duymuştum. Normal bir hastalık olarak düşünmüştüm ama hayır o paranoyaktı. Bir şizofren hastası olduğunu öğrenmiştim. Kendi kendine kuruntulara girmişti o gece karşıma çıkınca. Beni sıkıştırmış ve saçma sapan ithamlarda bulunmuştu. O an ne denli hasta olduğunu anlamıştım. Çünkü söyledikleri akla sığmaz şeylerden ibaretti.
Benim onu terk ettiğimi söyleyip durmuştu. Hatta onu aldattığım ve onu yüz üstü bırakıp gittiğim hakkında saçma sapan şeyler bahsetmişti. Bende olduğum yerde ona hayretler içerisinde bakmış ve ne denli tehlikeli biri olacağını anlamıştım. O an ondan korkmuştum. O an beni kaçıracağını bile düşünmüştüm. Ama düşündüğüm gibi olmamıştı. Arkasında duran iki serseri tipli adam gelip onu yanımdan alıp gitmişlerdi.
O an olduğum yerde çöküp, yaşadığım korkuyu atlatmayı çalışmıştım.
O an evime nasıl gittiğimi bilmiyordum. Eve gidince kendimi odama kapatmıştım.
Rüya olduğunu biliyordum ama bu rüyadan nasıl çıkacağımı bilmiyordum.
Aradaki geçişler o kadar hızlıydı ki bir anında diğer anıya hızla geçip gidiyordum.
Şimdiyse mezuniyet törenimin olduğu anıdaydım. Mezun olduktan sonra gece olan kutlamaya katılmıştım. Her ne kadar gitmek istemesem de arkadaşlarımın ısrarıyla o geceye gitmiştim. He şey olması gerektiği gibi ilerliyordu ta ki o mesajı alana kadar.
'Bana yaptığın şeyin bir bedeli olacaktı. Ve o bedeli sevgili küçük kardeşin ödeyecek.'
Mesajı okuduğum anda bedenim buz kesmiş olduğum yerde ayakta zor durmuştum. Ben daha mesajda yasan dehşeti anlamaya çalışırken yeni bir mesaj daha gelmişti. Bu sefer ki bir fotoğraftı.
Kardeşimin fotoğrafıydı.
Elleri ayakları bağlı bir şekilde sandalyeye oturmuş haldeydi. O daha 6 yaşında küçük bir çocuktu. Ondan ne istiyordu.
Etrafımda olan müzik sustu ve gözlerim karardı. He şey olduğu yerde hareket etmeye başladı. Bense o an sadece ağlamaya başladım. Çaresizdim. O kadar çaresizdim ki o an ne yapacağımı bilemedim. Sonra yavaşça düştüğüm dehşeti atlattım ve olduğum yerde hareket ederek bulunduğum mekandan dışarı çıkıp onu aradım.
İlkinde açmadı. Çıldırdım. Krize girdim. Bağırdım çağırdım. İsyan ettim. Çünkü benim yüzümden kardeşime bir şey olsaydı kendimi hiçbir zaman affetmezdim.
Ama aramaya devam ettim. Israrla açana kadar ama açmadı. Ve o açmayınca ben olduğum yerde kahroluyordum. Korkuyordum çünkü kardeşimin ne halde olduğunu bilmiyordum.
Ellerim arasında duran telefonla birlikte olduğum zemine çöktüm. Saniyeler geçti ben hala olduğum yerde durmuştum. Gözyaşlarım akmayı hiç bırakmadı. Her ağlayışımda gözyaşlarıma yenileri eklendi. Olduğum yerde sadece bekledim. Elimden gelen bir şey olmadı.
Çıldıracak gibiydim. Ona bir şey olma ihtimali beni çıldırtmaya başlamıştı. Ben kahrolası korkularımı yenileyen düşüncelerle beklerken birden telefonuma bir mesaj geldi.
'Biraz ileride çalışmakta olan beyaz aramaya bin!'
Mesajda yazanları okuduğum anda hızla başımı kaldırıp karşımda olan arabalara bakmaya başladım. Her araba dikkatle bakındım ama onlardan hiçbiri çalışır vaziyette değildi. Tam tekrar baştan incelemeye başlayacağım anda biraz ileride sinyalleri yanıp sönen arabayı görünce hemen oturduğum yerde hızla kalkıp oraya koşar adımlarla ilerledim.
Arabaya yaklaştığım anda tedirginlikle arabanın kapısını açmak için kola uzandım. Derin bir nefes alıp kapıyı açarak arabaya bindim. Arabaya bindiğim esnada şoför koltuğunda bir kadın olduğunu fark ettim.
Sessizliğimi her ne kasar korumak istesem dahi ona sorduğum hiçbir soruya cevap vermedi. Sadece arabayı sürmeye devam etti.
Yarım saat sonra araba yavaşlayınca o an anladım geldiğimizi. Geldiğimiz yer terk edilmiş bir fabrikaydı. Hemen kapı koluna uzandım ve kapıyı açıp koşar adımlarla eski fabrikaya ilerledim. Fabrikanın kapısının önüne geldiğim anda kapının açık olmasından faydalanarak içeri girdim. İçeri girince etrafın karanlık olması adım atmama engel oldu. Tam kapının giriş kısmında durdum ve yüksek sesle kardeşimin ismini zikrettim.
Sesim boş fabrikada yankı yapıp bana ulaştırdığında içinde bulunduğum karanlık bir anda yok oldu ve tam karşımda onu gördüm ve tam önünde duran küçük kardeşimin korku dolu bakışlarını. Tam bir adım öne atılacakken hareket etmemi durdurdu.
"Hişt güzelim sakın bir adım atayım deme yoksa —" dedi ve kardeşimin boğazına yaslı olan bıçağı yavaşça bastırdı. Anında bir adım geriye doğru çekildim.
"Bak Tibet senin benimle sorunun var. Kardeşinle değil. Ben bak tam karşında duruyorum." dedim ve o an kardeşimi incelediğim anda birden bakışlarım istemsizce yukarı doğru çıktı. Tam onların olduğu yerin yukarısında bir düzenek bulunuyordu.
Geniş demir parmaklıklara sahip bir kafes vardı. Ve bu kafes yukarıda sabit tutulmuş haldeydi. Amacı neydi? Bir anda kardeşim abla diyince anında bakışlarımı ona çevirdim.
"Korkma Kaan ben buradayım. Seni kurtaracağım." diyince bu dediklerimi Tibet duyduğu anda sesli bir şekilde güldü.
"Kurtarmak mı? Bence çok erken bir karar vermişsin güzelim." dediği sırada ona bağırıp çağırmamak için kendimi zor tutum. Huyuna gitmeli ve kardeşimi herhangi bir tehlikeye atmamalıydım.
"O daha çocuk. Ona zarar verme." diyince hiddetle olduğu yerde bağırdı.
"Bu benim umurumda bile değil! Sen beni aldatmadan önce düşünecektin bunları!" dediğinde aklımı kaçıracaktım. Kendi kendine senaryo kurup onu yaşıyordu.
"Ben seni aldatmadım! Bunu nereden çıkartıyorsun?" dedim sesimi öfkeden saklarken.
"Bana yalanlar zırvalayıp durma! Beni o adamla aldattın!" diyince olduğu yerde bağırıp çağırmaya devam ederken.
"Ne adamı ne aldatmasından bahsediyorsun?" diyerek bir adım öne doğru ilerleyeceğim anda başını iki yana salladı ve bıçağı gösterdi çenesinin ucuyla.
Saçımı sertçe çekiştirip durdum çaresiz kalınca. Öyle bir şeye inandırmış ki kendini olmayan bir şeyi gerçek sanıyor,
" Bak Tibet—"dedim ve ellerimi açarak kendimi gösterdim." Senin sorunun benimle neden ikimiz bunu halletmiyoruz? "diyerek ne yapacağını izlemeye başladım. Bakışları önünde duran ve sessizce ağlayan kardeşime çevrildi. Bir an bakışlarında kısa süreliğine de olsa bir yumuşama yakaladım ama sanki sonra ona birileri bir şeyler demiş gibi anında bakışları eski haline döndü.
"Hayır artık bu mesele ikimizi ilgilendirmiyor. Sen bana yaptığın ihanetin bedelini ödeyeceksin." dedi ve hastalıklı bir şekilde güldü. Onun bu gülüşü kardeşimi daha da korktup ağlamasını şiddetlenmesine sebebiyet verdi. Olduğu yerde kıpırdamadan durmuştu. Boğazına yaslı olan bıçağın onu ne kadar korktuğunu görebiliyordum.
" Bak o daha çocuk. Ona zarar vermek sana hiçbir şey kazandırmaz ki." diyince bu açıdan bakmasını sağlayarak.
"Sen hâlâ farkında değilsin? Burada olması senin canını daha iyi yakmam için ve sen onunla bir meselem olmadığını mı söylüyorsun? Yaptıklarının bedelini ödeyeceksin!" dediğinde kendini kaybetmiş gibiydi artık. Gözleri kararmış bana öyle bir nefretle bakıyordu ki. O nefret bir insan bedenine girse beni şu an şurada anında öldürecekti.
" Sen doğru düzgün düşünemiyorsun. Lanet adam onun hiçbir suçu yok! Anladın mı? Onu bırak ve hesabını benle gör!" diye hiddetle bağırıp artık buna son vermesi gerektiğini açıkça dile getirdim.
"Onu bırakmamı mı istiyorsun?" diyince anında evet anlamında başımı salladım. Ve olduğum yerden yavaşça harekete geçtim.
"Pekala onu bırakacağım." dediğinde anında sevinçle kardeşime doğru gideceğim anda yavaşça onun bıçağı onun boynundan çektiğini görünce içim rahatladı. Tam sevinecekken birden o an Tibet birden bana doğru ilerleyen kardeşimi kendine doğru sertçe çekip elinde tuttuğu bıçağı onun boyuna doğru bastırdı. Tam ona durması gerektiğini söyleyeceğim anda Tibet avucunda olan bıçağı kardeşimin boynuna yaslı haldeyken hızla çekip bana gülümseyerek baktı.
Ben kardeşime doğru koşacağım an Tibet geriye doğru adımlayarak kardeşimin yanından uzaklaştı. Bense boğazı kesilmiş kardeşime doğru koştum ve hemen o düşmeden onu kollarımla tuttum.
"Kaan ablacım —" dedim ama devam edemedim sözlerime. O an nefesim beni konuşturmadı. Kollarım arasında duran kardeşimin boğazına sağ elimi götürüp sertçe kesik olan yere avcumu bastırdım.
Çok kanıyordu. O kadar hızlı kanıyordu ki kardeşimin nefes almasını engelliyordu. Sol elimle onu bedenime yasladım.
"Tamam korkma —" dedim ama en çok ben korkmuyordum. Onu kaybetmekten. Kesik kesik aldığım nefesler arasından ona sesleniyordum. Boğazı çok kanıyordu hala ne kadar sertçe bastırsam da kanamayı durduramıyordum. "Bak seni hastahaneye götüreceğim tamam mı? Sık dişini." dedim ve sol koluma onu kaldırmaya çalıştım. Dizlerimden destek alıp tam doğrulacağım an gürültülere bir şeyin aşağı inme sesini duyunca korkudan çığlık attım.
Çığlığım boş fabrikada yankılandı. Çünkü hızla yere doğru inmişti kafes. Ben daha yerden doğrulamadan. Ağlamalarım şiddetli bir hale geldi.
" Hadi ama bu kadar kısa sürede gideceğini mi sandın?" dediğinde Tibet 'in uzaktan bize doğru gelen adım seslerini duyduğumda.
Hâlâ olduğum yerde bir avcumla kardeşimin boğazına baskı yaparken diğer avcumla onu kendime doğru bastırarak ona çevirdim bakışlarımı.
" Tibet yapma lütfen onu hastahaneye götürmem lazım." dedim ona yalvararak. Ama benim bu halim onu sadece mutlu etti.
Bakışlarımı etrafımda olan kafese çevirdim. Kafes bizi kapana kıstırmıştı.
Yavaşça olduğum yerden kafese doğru ilerledim. Kafesin yanın gidince kardeşime dikkat ederek kafesi sol parmaklarımla kavradım ve onu kaldırmaya çabaladım ama başaramadım. Defalarca kez denedim. Yılmadım bu seferde sağ elimi kardeşimin boğazından çekip bu seferde sağ elimle kafesi kaldırmaya çalıştım ama başaramadım. Göz yaşlarım izinsiz akarken önümü net görmemi engelliyordu. Çok çaresizdim.
Bu kafesi kaldıramazdım. Çok ağırdı. Bakışlarımı karşımda benim çaresizliğimden keyif alan pisliğe çevirdim.
"Bırak gideyim. O —ölüyor görmüyor musun?" dedim zorlukla çıkan sesimle. Sanki ben konuşmuyormuşum gibi sadece beni keyifle izliyordu.
Yenildim. Çünkü onun bakışları her şeyi haberdar etti.
Sırtımı parmaklıklara yasladım ve bana bakan kardeşimin gözlerine baktım.
" Özür dilerim. "dedim boşta olan sol elimi ağzıma götürüp sımsıkı etimi dişlekren. Hâlâ sımsıkı bir şekilde sağ elimi onun boynuna yaslamıştım. Her yer kan içerisindeydi.
Onun kanı içerisinde onu hayatta tutmaya çalışıyordum. Gözleri yavaşça kapandığı anda korkuyla sol elimi onun yanağına yasladım.
"Kapatma —" dedim nefes almayarak. "kapatma gözlerini. Bana bak lütfen." dediğimi duyunca gözlerini açarak yavaşça dudaklarını kıpırdatarak konuşunca anında başımı eğip sol kulağımı ona doğru yaklaştırdım.
"Üşüyorum." diyebilidiği anda yaşadığım o çaresizlik hüngür hüngür ağlamamı sağladı. Ve yavaşça onu kendime doğru çekip onu ısıtmaya başladım.
"Sen üşüme lütfen üşüme." dedim ve ona sımsıkı sarıldım yavaşça sol elimle onun sol elini tuttum. Eli soğuktu. Çok soğuk hemde. Kayıp gidiyordu benden.
Ve benim elimde bir şey gelmiyordu. Öylece olduğum yerde kapana kısılmış bir şekilde onun benden kayıp gitmesini izliyor buna seyirci kalıyordum. Elimi hâlâ kan akmakta olan boğazına bastırırken dişlerimi dudaklarıma geçirip, ağlamamı durdurmaya çalıştım. Akan gözyaşlarımı kolumun tersiyle sildikten sonra bakışlarımı kardeşime çevirdim.
"Affet beni çünkü ben kendimi hiç affetmeyeceğim. Benim yüzümden bu haldesin." dedim bakışlarımı ondan çekip bir noktaya çevirip bakarken. Utanıyorum ona bakarken bu çaresizlik içerisinde onu kurtaramayışım canımı sıkıyor. Yüzüne bakamıyorum çünkü şu an kanı çekilmiş yüzüyle bana bakıyordu. Gözlerinde olan o acının izlerini görmek beni dehşete düşürüyordu.
Elimin yaslı olduğu yerde hâlâ nabzını hissetmek bana direnç veriyordu. Nabzı yavaştı ama yine de hâlâ hayattaydı. Kalbi atıyordu.
Yavaşça sol elimi yanağına yasladım. Ve titreyen dudaklarımı alnına yasladım ve uzun bir öpücük bıraktım. Dudaklarımı yasladığım yerde çektim ve yüzümü onu görecek şekilde ona bakarken, sol elim onun göğsüne yasladım ve kalp atışlarını hissetmeye başladım.
"Ne demiştik sarılmak yok sarılırsak kaybederiz ." diyerek onun dudaklarına küçük bir tebessüm oluşmasını sağladım. Bu aramızda küçük gizli bir diyalogtu.
Kalp atışlarını artık zor hissetmeye başladığımda acıyla dolup taştım. Etrafımı görmüyordum artık. O pislik adam etrafımda dolaşıp duruyordu. Bir şeyler diyordu ama duymuyor onu yok sayıyordum. Arttık sona yaklaşmıştım. Artık onu kaybedecek ve son saatleri yaşayıp diri diri ölecektim. Kaan 'ın yavaşça gözleri kapandığında ona gözlerini açıp bana bakmasını söyledim. Yavaşça salladım. Ama olmadı. Beni dinlemedi. Sol elimin altında artık kalp atışlarını hissetmiyordum. Artık nabzı atmıyordu.
Ölmüştü. Onu sonsuza kadar kaybetmiştim. Çığlık çığlığa ağlamaya başladım. Yüksek sesle kabullenmedim.
Öldüğünü yok saydım. Ağladım. Acıdım. Kanadım. Kül oldum. İçimde öyle bir şey koptu ki kaybettim o kopan şeyi. Kaan 'ı kendime çekip olduğum yerde beni krize sokacak bir ağlama ile onu uğurladım.
Saatler sonra....
Kaan' ın soğuk bedeni bedenime yaslamış öylece boşluğa bakıyorum. Gitmişti. Beni bu pis dünyaya terk edip gitmişti. Ne kadar zaman geçti? Ne kadar burada öylece bekledim bilmiyorum. Onun varlığını hissetmek için olduğum yerde kıpırdamadan durmuş öylece ona sarılı vaziyetteydim. Karanlığın o an beni ele geçirdiğini hissetmiştim. Bakışlarımı bir an tam karşımda oturan pisliğe çevirip ona baktığım anda sanki onun arkasında biri vardı. Bir gölge. Ve o göle onun bedeninden ayrılıyordu. Başımı iki yana salladım. Aklım bana oyun oynuyor olmalı.
Saatlerce burada durmuştum. Oysa Tibet konuşmuş beni de konuşturmak için uğraş vermiş ama sanki her şeyimle beraber sesimi yitirmiş gibi bakışlarımı hiç yerden çekmeden, öylece durmaya devam etmiştim. Ruhumu kaybetmiştim ben burada. Onu kardeşimle beraber uğurlamış ve benden geriye hiçbir şey bırakmamıştım.
Sonra ne oldu nasıl bu cehennemden çıktım bilmiyordum. Nerede olduğumu fark ettiğim iki an vardı. Biri morga girdiğim an diğeri mezarlık. Gerisi boşluk gerisi yok silinmişti zihnimden.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Bir kasırgada yaşama tutunduğumu ve orada hayat sürdüğümü düşünüyorum. Bu kasırga bende büyük yaralar açtı. Kapanmayacak yaralar. Bu yara geçmişti.
O geçmişe ait yaranın büyük izi vardı. Kanayan, kapanmayan bir yara. İyileşmemek için uğraş veren, acımı kanatmak için kendini daima hatırlatan bir acı. Bir başkaldırı. Yaşadığım anıların pençeleri beni tutsak halde tutuyor ve bir kağıt kesiğinin bıraktığı o küçük sızıyla, kendi varlığını belli ediyordu. Bir su sesi gibi zihnimde her saniye damlayan fısıltılar, beni yok olmaya istiyordu. Ziyan olan hayatımı kendi yörüngesinden çıkarmak istiyorum. Bir yeni yaşamda hayatta kalmasını her şeyi unutmasını istiyorum.
Dün kendini acılarıyla açığa çıkarmayı severdi. Dün sizinle oyun oynamayı çok severdi. Sizi her anın yolculuğunda gezdirip sizi küçük bir seyahat yapmanıza müsaade ederdi. Ta ki bunun karşılığını almaya gelene kadar. Bir bedende var olan her şeyi yok etmek geçmişin en büyük zaferi. Sizler o zaferde kullanılan bir basamaktan ibaretsiniz.
Dün yarını inşa ederken çoğu şeyin hıncını gelecekte çıkarır. Sizi geçmişin yarım kalan anılarıyla baş başa bırakarak o anı devam ettirmenizi ister. Gelecek sadece dünün izleriyle şekillenir. Ve bu şekilleniş bazı tuzakları içerisinde barındırır. Her tuzak sizi küçük korkularla sınar. Zihniniz küçük oyunların bir parçası olur ve aklınız karışarak var olduğunuz zamanı yitirirsiniz. Her gün bunu yaşayabilirsiniz. Ya da bir kere yaşar onu her gün yaşamış sayarsınız.
Hayatın bir sokağına sapmış gibiyim. Ve o sokak hiçte iyi bir şekilde sonuçlanacak olaylara gebe değil. Orada geceler çığlıkları bastırıyor. Orada gündüzler gözyaşlarını kurutuyor. O sokağın sapağı bir ölümün yasının hüznü ile dolu. Zihnim bu sokakları ezbere biliyor. O sokaklarda cinayetler işlendi. Katiller kaçtı. Kurbanlar ölüme terk edildi. Çürüdüler bir mezara bile ait olmadan. Bir uğrayanı bile olmadan. Sessizlik bir silüet oldu ve yavaşça tüm zihinlere sızdı. Sinsi sinsi kendini açığa çıkarmadan her planını insanlara aşıladı.
Duygusuzluğu aşıladı. Kimse birbirini sevmesin diye.
Acımasızlığı aşıladı. Kimse birbirine yardım etmesin diye.
Ölümün suç olmadığını aşıladı. Cinayetler çoğalsın diye.
Ve kötülük bir bedene yerleşip tüm dünyaya yavaşça ve sonsuza kadar kalıcı olacak şekilde yayıldı.
Rüya mıydı gördüğüm yoksa gerçeğe mi uyanmıştım bilmiyorum. Kardeşimin ölümünü sanki o anı tekrar yaşıyormuş gibi görmem tüm acılarımın tekrar beni bulmasını sağladı. Zihnimin tekrardan hissiz bir şekle bürünmesini sağladı.
Uyandığımda hâlâ geceydi. Zifiri karanlık bir gece. Sessiz ama ürkütücü. Boş bir arazi ama ruhları içerisinde barındıran bir arazinin içerisinde pencerenin önünde durmuş öylece dışarıyı seyrediyorum. Dışarısı o kadar karanlık ki ay bile şu an dışarısını aydınlatmaya gücü yetmiyor. Aynı benim anılarımın içerisinde olan zifiri boşluğu aydınlığa kavuşturamadığım gibi.
Çünkü o karanlık bir ölümün sürüklenişinden sonra aydınlığı kendinden uzaklaştırdı. Bir daha gelmemesi üzerine. O zifiri boşluk kardeşinle olan anıları içerisinde bulunduruyor.
Ve ben onun anılarının acılarımı yok etmemesini istediğim için onu bir karanlık mahsende alıkoyuyorum. Herkes belki de acılara sahiptir. Peki sizin yüzünüzden ölen bir kişinin acısını içinizde barındırıyor musunuz? O vicdan azabının çektirdiği işkence içerisinde kıvrılıp duruyor ve kimseye belli etmemeye çalışıyor musunuz? Ben bunları yapıyorum.
Ondan ölmeden önce sözler aldım. Ama zihnim onları unuttu. Sadece ölmemek için çabalayıp durmamı istedi. Anımsıyorum aslında.
'Ben ölüyorum değil mi abla?'demişti. O an ona bunun cevabını verememişken birden söylediği cümle beni yerle bir etmişti.' Sen benim için yaşa ama. 'demişti. Nasıl ama acıyla mı? Mutlulukla mı? Bunu söylememişti. Ama onun son söylediğini yerine getirmiştim.
Yaşıyorum ama acıyla. Yaşıyorum ama vicdan azabıyla. Yaşıyorum ama kahırla. Yaşıyorum ama nefes almanın zor olduğu günlerle.
Yaşamaya tutunuyorum sırf o istediği için.
Çünkü başka elimde bir şey gelmiyor. Çünkü kendi isteğimle hayata tutunmadım.
Gece boyunca çok düşünmüştüm. Her şeyi aslında. Kaçırdığım kısımları, yakalayamadım noktaları, atladığım her ipucunu. Ve sonunda her şey benim buraya gelişimle başlayıp, ona göre şekillendiğini fark etmiştim. Belki de merkez bendim. Ve benim gelişim bende önce ve bende sonra olan her şeyi değiştirmiş olabilirdi. Ve bu değişiklik çok canlar yakmak pahasına gerçek olmuştu.
Ben odamda öylece durmuşken birden Ahrar 'ın hediye ettiği kitabın sayfası kendi kendine açılınca bakışlarım oraya kaymıştı. Pencerenin önünde çekilmiş ve oraya doğru ilerlemiştim. Ben kitabın yanına yaklaştığım anda boş sayfada aniden bir yazı belirtmişti.
"Bugününü bana ayır mısın sevgili Prenses? Seni götürmek istediğim bir yer var."
Boş sayfada yazılanları okuduktan sonra dudaklarıma içten bir tebessüm kondu ve fısıltıyla evet dediğimde boş sayfada benim sözüm yer aldı ve mesaj sahibine ulaştı.
"O halde seni tam Moritanya sınırlarında yıkık dökük olan kuyunun dibinde bekliyorum."
Boş sayfada Ahrar 'ın yeni cümlesi yer aldığında yavaşça cümleyi okuyup ardından cevabımı verdim.
"Peki geliyorum."
Cümlemi söyledikten sonra kısa sürede hazırlanıp kuleden çıkmak için hazırlanmıştım. Odadaki işim bittikten sonra açmış olduğum portaldan Ahrar' ın dediği yere geçiş yapmıştım. Portalın sonu istediğim alana çıktıktan sonra yavaşça denilen yerde yavaşça ilerlemeye başladım. Ahrar biraz ileride kuyunun üzerine oturmuş etrafa bakıyordu. Sırtı bana dönük olduğu için beni görmemişti hâlâ. Ne kadar sessizce ilerlemeye çalışsamda başarılı olmadığım için ayak seslerimi işitince Ahrar yavaşça omzunun arkasından bana baktı.
Lacivert hareler beni gördüğü anda yavaşça sevgi kırıntılarıyla sarmalandı. Ahrar oturmuş olduğu yerden yavaşça ayağa kalkıp acelesiz adımlarla bana doğru geldi.
Bende şaşkınlıkla Ahrar 'ı izliyorum çünkü ilk defa siyah renk dışında bir renk içerisinde onu görüyorum. Kahverengi pantolon üzerine bembeyaz bir gömlek giymişti. Gömleğin her zamanki gibi ilk iki düğmesi açıktı. Giymiş olduğu keten beyaz gömlek onun üzerinde bol bir duruşu vardı. Bakışlarım saçlarına değince saçları esen rüzgardan hafifçe dağılmış haldeydi. Yavaşça dağılan saçlarını gelişi güzel arkaya doğru parmakları yardımıyla düzeltirken son birkaç adımından sonra tam karışma geçti.
O an nefes almak bile benim için zaman kaybıydı. Şu an Ahrar bambaşka bir görünümle karşımda duruyordu. Saçları çok uzamıştı. İlk kez onu bu kadar uzun sakallı görüyorum. Kirli sakalları ona farklı bir aoura katıyordu. Şu an karşımda duran her zamanki eğitimci Ahrar değilde sıradan bir Ahrar gibiydi. Bu hali aşırı sempatikti. Bakışlarımı ondan zor çekerek etrafıma çevirdim .
"Eee bütün gün burada mı duracağız?" diyerek bana doğru bir adım attığı sırada ona tepkisiz kaldım. Yavaşça eli belime yerleşti ve yüzüne yavaşça gülümseme yayıldı.
"Hayır." dedi ve yavaşça belimde duran eli beni kendine doğru çekti ve ben daha konuşmamdan Ahrar bir anda olduğumuzu yerden başka bir yere geçmemizi sağladı. Ben geldiğimiz yeri incelerken Ahrar 'ın başını eğip beni inceleyip durduğunu fark eritme ama bu hoşuma gittiği için sadece etrafıma bakmayı sürdürdüm.
"Burası neresi?" diyerek nerede olduğumuzu açıklamasını bekledim. Ahrar tam da o sırada sol elini omzumun üzerinde duran saçlarıma götürdü. Saçlarımı parmaklarına doladı ve bakışlarını oraya çevirdi.
"Burası yaşadığım yer." dediğinde hafifçe şaşkınlık yaşadım. Bakışlarım aniden etrafa baktığında olduğumuz arazide iki evin olduğunu ve etrafında ise sadece ayçiçeği tarlası olduğunu gördüm. Evin etrafı çiftlerle kaplıydı. Tam solumda duran evin arkasında kocaman bir ağaç vardı. Bu ağacın dalları solumda duran evin üzerine doğru uzanıyor ve o eve gölgelik sağlıyordu. Diğer evin etrafında herhangi bir ağaç yoktu.
Ben merakla etrafı izlemeye devam ederken birden ileride boşu boş dolaşan iki at görünce hemen Ahrar 'ın önümde duran geniş gövdesinden onları görmeye çalıştım. Bakışlarım hâlâ atların üzerindeyken tebessüm ederek konuştum. "Onlar senin atların mı?" diye sorunca Ahrar hiç bakışlarını benden çekemedi ve soruma cevap verdi.
"Seni ve benim." dediğinde aniden bakışlarım ona kaydı ve o an lacivert harelerinde yaz sıcaklığını andıran bir ifade yakaladım. Mutluydu. İlk kez bunu açıkça hareleri belli etmekten çekinmiyordu. Ben onu izlerken zaten o bakışlar beni uzun zamandır gözlemliyordu.
" Hangisi benim peki? Bu bir hediye mi?" diye sorularımı sorarken Ahrar bu halime güleceği an gülümsemesini durdurdu son anda ve yavaşça arkasına döndü.
"Beyaz olan at senin. Siyah olan da benim." dediği anda hemen heyecanıyla olduğum yerde kıpırdandım.
"Onların yanına gidelim mi?" diyince Ahrar başını bana çevirdi yarım açıyla ve soruma evet dedi.
Hemen Ahrar 'ın elini tutarak aceleci adamlar atarak ilerlemeye başladım. Ahrar avucunda olan elimi sımsıkı parmaklarının arasında geçirdi ve benimle beraber atlara doğru ilerledi.
Sonunda biraz ileride olan atların yanına ulaştığımız anda beyaz ata sevgiyle baktım
Çok güzel duruyordu. Yavaşça Ahrar 'ın elini bırakıp ona doğru yavaşça ve tehlikeli olmadığımı belli eden adımlarla ilerledim. Birkaç saniyelik atın bakışları bana çevrildi ama sonra yavaşça olduğu yerde önünde duran samanı yemeye devam etti. Ona doğru yaklaşınca yavaşça yere eğik olan başına avucumu yasladım. Ben atı severken Ahrar bir anda arkamda belirdi ve sağ elini karnıma yaslayıp benim gibi oda sol eliyle atı sevmeye başladı.
"Atlara olan tutkun ne zamandır var?" dedi çenesini sol omzuma yaslayıp cevap vermemi beklerken. Ben cevap vermeye hazırlanırken bir anda Ahrar sırtımı göğsüne yasladı ve mesafeyi sıfıra indirdi. Temas bağımlısı olduğunu zamanla anlamıştım. Her daim yanımda olduğunda illa ya elimi tutmak istiyordu ya da elleri belimde yer alıyordu.
"Bilmiyorum ama atları seviyorum." dediğim sırada Ahrar yavaşça benden uzaklaştı ve üstünde eğeri üzerinde olan ata binmemi söyledi. Dediğini ikiletmedim ve atı ürkütmeden yavaşça atın binmek için ona yaklaştım.
Sol ayağımı üzengiye takıp, yavaşça dikkat ederek atın hareket etmesine izin vermeden, vücudumu yukarı doğru çektim. Hemen ardından da sağ bacağımı eğerin üstünden diğer tarafa atıp , eğerin üzerine oturdum. Ben ata bindiğim sırada Ahrar 'ın çoktan binip benim yerleşmemi beklediğini fark edince yavaşça atın dizginlerini tutarak yavaşça olduğumuz yerden hareket etmemizi sağladım.
Olduğumuz yerden yavaşça yukarı kesime doğru Ahrar' la ilerlemeye başladık.
Ben etrafa bakarken Ahrar 'ın çoğunlukla bakışlarının bende olduğunu hissediyorum. Burayı sevmem nedense onu mutlu etmişti. Ahrar kolay kolay her şeye sevinen biri değildi ama buna çok sevinmişti.
Dakikalarca arazide oradan oraya dört nala gidip geldik. Hatta bir ara atlarla kendi aramızda yarış bile yaptık. Yarışın sonunda kazanan ben oldum. Ama Ahrar 'ın bilerek yenildiğini biliyorum. Kazanırken yaşadığım mutluluğu ve attığım kahkahaları dinlemek Ahrar için zaten bir ödül olmuştu. Beni bu kadar dikkatle incelemesi bazen yaşadığım heyecandan elimi nereye koymam gerektiği konusunda şaşırmamı sağlatıyordu.
Atlar üzerindeki gezimiz bittikten sonra Ahrar beni yaşadığı eve doğru yönlendirmişti. Ahrar 'ın küçükken yaşadığı ev sanki hiç yıllar geçmemiş gibi herhangi bir yıkık döküklüğü yoktu. İçinde bulunduğum geniş bir ev değildi. Tam kapının önündeki iki basamaklı merdiveni çıktıktan sonra Ahrar kapıyı açıp içeri girmemi bekledi. Yavaşça bakışlarımı önüme çevirdim ve açılan kapıdan içeri girdim.
Evin içerisine girdiğim anda beni küçük bir koridor karşıladı. Bu koridorda odalara çıkan 3 kapı bulunuyordu. Koridor dar ve uzun olduğu için herhangi bir eşya yoktu. İçerisinde olduğum ev tek katlıydı. İlk yakınımda olan kapıya doğru ilerledim. Odanın kapısına vardığım anda kapalı olan kapıyı açıp içeriye doğru adımladım. Açtığım kapı küçük bir salonun kapısıydı. Salon ne dar ne de genişti. Üç insanın rahatça içerisinde oturacağı bir alandı. Salonda iki eski iki kişilik bir koltuk bulunuyordu.
Bu iki koltuğun tam ortasında bir masa vardı. Masanın üzerinde üç adet ciltli kitap bulunuyordu. Bakışlarımı duvarlara çevirdiğim anda duvara asılı sadece kitapları yerleştirmek için bir tahta parçası asılıydı. Odada duvarın köşesinde bir şömine bulunuyordu. Ve tam şöminenin dibinde hâlâ varlığını koruyan kırılmış odunlar bulunuyordu.
Pencerelere baktığım anda pencerenin iki yanında duran keten kumaş olan iki pencere boyunda olan perde bulunuyordu. Salonun içerisinde tek bir pencere vardı.
"Burası genellikle zamanımın çoğunu geçirdiğim yerdi." dedi Ahrar sessizliği bozarak. Yanımdan geçip içeriye geçti. Bense kapı pervazına yaslandım ve ona baktım. Sağ elini tam pencerenin önünde duran koltuğu gösterdi. "Burada çoğunlukla kitap okur, oyun oynar ve bazen burada uyurdum." diyince Ahrar bir an onu küçük halini canlandırdım zihnimde. Acaba nasıldı küçüklüğü?
Küçükken o müptelası olduğum lacivert hareleri daha mı ışıltılıydı? Ve daha mı sevgi dolu?
"Kaç yaşına kadar buradaydın?" diyince Ahrar bakışlarını bana çevirmeden sorumu cevapladı.
"Sanırım on yaşıma kadar burada yaşadım sonra teyzemlere taşındım." dediğinde sormak istedim annesinin nerede olduğunu. Ama hiç bahsetmediği için bunu dillendirme gereği duyamadım hiçbir an. Eğer söylemiyorsa demektir ki bahsetmek istemiyor. Onu yersiz yere üzmek veya eski anılarına dalıp gitmesini sağlamak istemiyorum. Belki de bu ona iyi gelmeyecek.
"Hım küçüklükten beri sen, Serra ve Dıraner aynı yerde büyüdünüz." diyince evet anlamında başını salladı.
"Dıraner beni pek sevmez ama hep beraber aynı ortamda bulunduğumuz için sadece katlanmak zorunda kalıyor bana." diyince neden onu sevmediğini merak ettim. "Dıraner 'in sevmemesini merak ediyor olmalısın. Babası benim yüzümden öldü. Benim varlığım onun ölmesini sağladı." dediğinde bir şey diyemedim. Ne diyeceğimi bilemiyordum çünkü.
"Ama Serra'nın sana olan sevgisini görmezden gelmemek lazım!" diyerek konuyu başka bir yöne çektiğimde ne yaptığımı anladı. Cümlemdeki imayı anladığında başını başka yöne çevirdi. Gülüyor muydu o?
"Birlikte büyüdük buda bana bağlı olmasını sağladı. Onu bir kız kardeş gibi görüyorum." diyince hemen onun sözlerine cevap verdim.
"O değil ama!" diye açıkça onun ilgisini belli ettim.
"Takma kafana konuşulacak konu bile değil." dedi ve bana doğru ilerledi. Yanıma gelip beni diğer odalara doğru yönlendirmişti.
Salondan sonra Ahrar beni mutfağa götürmüş ve oradaki küçük anılarını anlatmıştı. Yaptığı küçük yaramazlıkları ve bazı kazalara sebebiyet verdiğini. Mutfaktan çıktıktan sonra Ahrar beni kendi odasına götürmüştü. Ahrar 'ın odasının içerisinde bir kapı vardı. Ona bu kapıyı sorduğumda oraya girmemi söyleyince onun ricasını kırmamış ve sadece Ahrar' ın odasını gezmiş ve bu odadaki her şeyi en ince ayrıntısına kadar incelemiştim.
Ahrar 'ın odasında sağ tarafta ön bahçeye bakan pencerenin tam yanında onun küçük yaşlarda kullandığı yatağı vardı. Küçükken bile siyah rengi sevdiğini yatak örtüsünü görünce anlamıştım. Yastığı ve yatak örtüsü simsiyah bir örtüden ibaretti. Yatağının tam karşısında duvarın dibinde küçük bir sandık vardı. Ona sandığı sorduğum anda orada küçükken kullandığı oyuncakları olduğunu söylemişti. Sandığı açıp baktığımda tahtadan yapılmış bir araba, bir tren ve birden çok bir çocuğun oynayabileceği oyuncak vardı.
Odanın tam ortasında küçük bir kahverengi halı bulunuyordu. Halı düz sade bir halıydı. Herhangi bir motif yoktu.
Ahrar 'ın tam yatağının dininde ağzı açık olan bir tahta kutu ve o kutunun içerisinde kitaplar bulunuyordu. Kutuya doğru gittiğimde elime herhangi bir kitap alıp içerisine bir göz attığımda bilmediğim bir dilde yazılmış olduğunu görünce kitabı eski yerine koyup Ahrar 'a bakışlarımı çevirdim.
"Buraya sık sık gelir misin?" diye sorunca hayır anlamında kaşlarını kalırdı.
"Neden?" diyince Ahrar tek omzunu yasladığı duvardan ayrılıp bana doğru adımladı.
"Bilmiyorum ama en son geldiğim yılı bile hatırlamıyorum. O kadar çok oldu. Seni buraya getirmek istedim. Bana ait bir yeri görmeni istedim. Ben her ne kadar senin ait olduğun yere gelemesemde senin gelmeni istedim ve buradasın." diyince olduğu yerde kolları belime sarılırken. Bense hemen onun sarılışına kayıtsız kalamadım ve boynuna kollarımı doladım.
" Beni geçmişine ait bir yere getirmen benim için çok değerli."dedim ve sağ elimin parmaklarıyla Ahrar 'ın ensesinde küçük görünmez şekiller çizmeye başladım. Ahrar her ne kadar dikkatini söylediklerime verse de ensesinde gezip duran parmaklarımın etkisinde bazen dikkati dağılıyordu. Huylanıyor muydu acaba? Derin bir nefes alıp devam ettim konuşmaya.
" Ama keşke küçüklük resmin olsaydı ve bu koyu lacivert gözlü adamın küçüklüğünü görebilseydim." diyince Ahrar kollarını daha da sıkılaştırdı ve yok dercesine başın sallayıp yavaşça dudaklarıma doğru eğilip beni öpmeye başladı.
Derin öpücüğüne hemen karşılık verdim. Ve yavaşça öpüşü aceleci bir hal aldı.
Sonrası benliğimizin birbirini kucaklamasıyla devam etti. Ruhumu kendine kattı.
Buraya gelmemden sonra saatler geçmişti. Ahrar 'la beraber evin dışına çıkmış ve yere bir örtü sermiştik. Evin ters istikametinde bir ağacın altında Ahrar' ın daha önce buraya getirdiği yiyeceklerle güzelce bir piknik yapmıştık. Kahvaltı yaptıktan sonra da hâlâ ağacın altında oturmaya devam etmiştik.
Ahrar sırtını ağaca yaslamış bir şekilde bacaklarını uzatıp beni de göğsüne doğru çekip, sırtımı göğsüne yaslamamı sağlamıştı. Ahrar iki elini karnımda birleştirmişken bende bacaklarımı üst üste atarak rahatça uzanmıştım. Bakışlarım etrafta gezinip dururken, sağ elimi Ahrar 'ın sağ elinin üzerine yerleştirmiştim. Parmak uçlarım Ahrar' ın avcunun tersinde usulca geziniyordu.
"Dakikalardır konuşmuyor olman beni tedirgin ediyor." diyince Ahrar bu sözlerini işitince sessizliğimin sebebi şu an olduğumuz anın keyfini yaşadığım için.
"Sana bir şey söylemek istiyorum." diyince Ahrar ses tonunda olan çekingenlikle. Bir şey demek istiyordu ama söyleyip söylememek arasında gidip geliyor gibiydi. Hatta bir an yaşadığı sıkıntıyla göğsü daraldı. Birkaç saniye nefes alamadığını hissettirmişti bana.
Ona dönmeden konuştum." Seni dinliyorum." dedim konuşması için onu teşvik ederken.
"Her şeyi—"dedi ve birkaç saniye cümlenin devamını getirmeden soluklandı. Sonra aldığı nefesle göğsü şişerken devam etti cümlesine.
" Her şeyi geride bırakıp benimle gelir misin? "dediğinde tam olarak neyden bahsettiğini anlamak için kendime zaman tanıdım.
Her şeyi derken tam olarak hangi her şeyden bahsediyordu? Ben sessizce dediklerini idrak ederken Ahrar devam etti konuşmaya.
" Uzaklaşalım buralardan. "dedi usulca. Sesindeki gizlenmiş sırlar kendini açığa dökemedi. Neyden dolayı uzaklaşmak istiyordu ki?
" Her şeyden kastın ne? "diyebildim sonunda. O anda bakışlarımı ayaklarıma çevirmiş söyleyeceği şeyin ne olduğunu bekledim. Ama o an cevap vermedi.
Sorum aramızda olan sessizliği yok edince Ahrar yavaşça olduğu yerde kıpırdayınca yaslandığım yerden sırtımı çekip bedenimi ona doğru çevirdim. Bedenim ona dönerken lacivert harelerindeki o karmaşayı gördüm. Orada bir kaos vardı. Orada kendi içerisinde yaşadığı çelişki vardı.
"Soruma cevap verecek misin?" diye üzerine gidince Ahrar bakışlarını benden kaçırdı. Ama sorumu o anda yanıtladı.
" Her şeyden kastım şu anı geride bırakarak benimle gelmen. Kolyen de buna dahil." diyince o an söylediklerini duyunca konuşamadım. Benden istediği büyük bir şeydi. Çünkü kolyeyi bırakmak demek bir daha evime dönememek demek. Ve her şeyi şu an geride bırakmak demek benim yaşadığımı onca ayı yok saymam demek.
Benim sessizce bakışlarımı yere çevirdiğimi görünce Ahrar 'ın elleri omuzlarıma yerleşti.
"Buradan gidelim Emira. Her şeyi geride bırakıp, kendi hayatımızı baştan başlatalım." dedi ve susup beni incelemeye başladı. Sesindeki bunu kabul etmemi isteyen o yoğun istek beni üzdü. Çünkü bende istediği büyük bir şeydi. Çok zor bir şeydi. Bunu benden bu kadar kolay istemesi beni düşüncelere itmişti. Çünkü buraya alıştığımı ona söylemiştim. Ve her şeyi bir anda arkamda bırakıp gitmek hiçte kolay bir şey olmazdı benim için.
Hiçbir şey diyemedim ve o an Ahrar 'ın yanından ayrılıp biraz tek kalacağım bir yere doğru ilerledim. Hiçbir şey demeden onu geride bırakmak onu kırmış olabilir. Ama vereceğim cevap onu daha fazla kıracaktı. Çünkü ben onunla kaçamak bir hayat değilde, herkesin bizi bildiği, rahat edeceğimiz bir hayatı düşlemiştim. Benden istedikleri büyük bir fedakarlıktı. Ve ben bunu yapamazdım.
Ahrar 'ın yanından ayrılıp biraz evden uzak olan bir yere gitmiştim. Şu an olduğum yer eski bir yıkık okuldu. Burada eskiden öğrenciler eğitim görüyordu. Sınıfta büyü için olan malzemeler bulunuyordu. Hepsi ne kadar eski de olsa bu sınıflarda belki de Ahrar gibi yetenekli bir büyücü yetişmiş olmalıydı.
Şu an Ahrar neredeydi bilmiyorum ama ona herhangi bir şey demeden yanından gitmiş olmam belki de onu kırmış olabilirdi. Yaptığım şey yanlış olsa da o an istediği şeyi duymam beni düşüncelere itmişti. Benden neden bunu istemişti ki? Kolyenin varlığından çok mu rahatsız oluyordu? Ya da belki de o kolyenin getireceği sorunlardan ötürü mü kolyeyi çıkartmamı istiyordu? Ya da—hayır hayır yanlış düşünüyorum. Bu olamaz. Olması beni yıkar geçerdi.
Biraz ileride olan öğretmen masasına geçip oturdum. İki kolumu masaya yasladığım sırada yavaşça başımı eğip, yanağımı kollarımın üzerine yaslayarak, gözlerimi karşımda olan duvara diktim. Düşüşeler yaşadığım zihnimde düşünceler bana bir şeyler fısıldayıp duruyordu.
Bazı acı dolu gerçekler zihnime üşüşüp, beni bir noktaya ulaştırıyordu. Bu nokta biraz ağır acılar verecek bir yerdi.
Adım seslerini işitince bakışlarım titredi ama herhangi bir şekilde olduğum yerden doğrulup ona bakmadım. Ahrar içeriye girdi ve adım sesleri yanıma doğru ilerledi. Tam karşıma geçince adımları durdu ve öylece sessizce bekledi. Beni izlediğini biliyorum ama bakışlarım onu bulmak istemedi.
"Çok sessizsin. "dedi anlamaya çalışır gibi bu halimi. Ama anlayamazdı. O ve herkes beni anlayamazdı ben izin vermezsem. Dediklerinin bende yaratacağı kasırgayı tahmin etmemiş gibiydi. Edemezdi çünkü geride sevdiklerini bırakıp gidecek o değildi bendim.
" Benim sessizliğim herkese."dedim kısık sesle. Biliyorum beni duymuştu. Tam o sırada içimden şunları söyledim. ' Ama sana değil. ' Sana hiçbir zaman olmadı ama sen bunu anlayamadın. Ya da anlamak istemekten kaçtın. Acı verdi bu bana. Çünkü bana seçimler sunarak bir hayat yaşamamızı istiyordu ama bu olamazdı.
Ben böyle bir şey istemiyordum ki. Sen Ahrar... sen varlığınla etrafıma sarmalanmış sessizliği yok edip, attın. Etrafım artık senin sesinle sarmalandı. Ama keşke bende senin bu ruhsuzluğunu silip atabilseydim. Ama bu sanki hiç gerçekleşmeyecek bir düşü düşlemekti. Ve bu düş gerçekleştiği an çok şey yıkılacaktı. İlk başta ben. Ahrar ne kadar bana kendini açmak için uğraşsa da en derine inmiyordu. Sadece bilmem gerekeni söylüyor ve onlarla yetinmemi istiyordu benden.
Karşımdaki bedeni harekete geçti ve geldiği yerden geri gitti o yolu. Çünkü biliyordu benden yapamayacağım bir şeyi istediğini.
Ondan sonra bende burada çok fazla durmadım ve sınıftan çıkıp eve doğru gittim. Eve vardığımda Ahrar 'ın beni beklediğini görünce ona doğru yavaş adımlarla ilerledim. Yanına gittiğimde onu bıraktığımdan farklı olarak gördüm. İçerisine düşmüş olduğu cephe savaşında can vermekte olan bir askerden farkı olduğunu gördüm.
Ben yanına doğru gelince, hiç konuşmadan ona doğru gelmemi bekledi. Tam karşısına doğru geldiğimde Ahrar gitmemiz gerekiyor diyerek burayı terk etmemizi sağladı. Geldiğimiz şekilde geri döndüğümüzde kuyunun dibinde durmuşken Ahrar 'ın herhangi bir şey demediğini gördüğüm anda hemen açmış olduğum portaldan odama geçiş yapmıştım. Demek ki Ahrar olanları sindirene kadar aramızda bir mesafe olacak gibiydi. Ne yapalım ki?
─⊹⊱☆⊰⊹─
Odama geldiğimde hava çoktan kararmıştı. Ben yemekhaneye gitmek için hazırlanacakken çalışanlardan Arşin odamın kapısını çalıp, Süreyya hanımın beni toplantı odasına çağırdığını söyleyince yemekhaneye gitmeyip rotamı toplantı odasına doğru yönlendirmiştim. Üzerimi bile değiştirmeden merakla toplantı odasına doğru ilerlemiştim.
Toplantı odasının kapısının önüne geldiğimde derin bir nefes alıp, yüzüme ifadesizliğimi takınıp, parmağımla kapıyı tıklattım. İçeriden girin sesini duyunca kapıyı öne doğru yavaşça itip içeriye doğru adımladım. İçeri girince içerisinin kalabalık olduğunu fark edince, önemli bir mevzu olduğunu anladım. Yüzler asılmış, düşünceli halleri bana kötü düşüncelere kapılmamı sağlamıştı.
Toplantı odasında olanlar Turul bey, Süreyya hanım, Ahlas bey, Arın hoca, Lord Rauf, Loya hanım, Victoria ve birkaç tanımadığım kişi bulunuyordu. Yavaşça kapının önünden harekete geçip Victoria 'nın yanında boş olan sandalyeye oturmak için harekete geçtim.
Sandalyeye oturunca bakışları bana dönük olan Victoria' yla bakıştık. Gergindi. Öyle ki şu an konu her neyse o şey onun tedirginlik yaşamasını sağlamıştı. Bakışlarımdaki sorgulamayla birlikte, Victoria'ya bakmaya devam ettim ama Turul bey konuşunca ister istemez bakışlarım ona kaydı.
Sıkıntılı bir şekilde oturduğu yerde masa bulunanlar üzerinde bakışları gezindi. Daha çok nereden başlamak gerektiği konusunda kararsızlık yaşıyor gibiydi. Onu ilk kez böyle görüyorum. Uykusuz olduğunu kan çanağına dönmüş gözleriyle anlamıştım. Ten rengi yorgun olduğunu belli edercesine beyaz kesilmişti. Bakışları önüne döndüğü sırada yanındaki Süreyya hanıma kısa bir süre çevrildi. Sanki ondan destek almak istercesine ona çevrilmiş, ondan güç aldıktan sonra konuşma gücünü kendinde bulmuş gibiydi.
"Sizi buraya çağırmamın sebebi önemli bir konu hakkında müzakere yapmamız ve sizi bilgilendirmek içindir." dedi ve sıkıntıyla eli çenesine gitti ve sakallarını sıvazladı. Turul bey konuşmayınca ortamsa kısık mırıltılar duyuldu. Hepsi neden burada olduğunu merak ediyordu.
Turul beyin yüz kaslarının o an gerildiğini fark ettim.. Onu bu duruma sokan nedeni nedense çok merak ettim. Sonunda asıl demek istediği konuya değindi anda o an olduğu yerde Süreyya hanımın yavaşça kıpırdadığını gördüm.
"Kanlı Dolunay gecesi yaklaşıyor." der demez Turul bey şu an burada olan herkes suspus oldu. Ve duyduklarını idrak etmek için sessizlik içerisinde düşündüler söyleneni. Benimde onlardan bir farkım yoktu. Dün Esila bunun imasını hiç yapmamıştı. Neden acaba? Genelde hep imalar yaparak benimle konuşup duruyordu ama şimdi onu yapmamıştı.
"Kanlı Dolunay Gecesine kadar alabildiğimiz tüm önlemleri almak istiyoruz." dedi Süreyya hanım konuşmayı devralıp. "Ve bu konuda sizlerin de bize yardım etmenizi istiyoruz." diyince Süreyya hanım masadakilerin onaylayıcı mırıltıları duyuldu masada. Süreyya hanımın bakışlarına yerleşmiş olan korkunun aynısını masadakilerin gözlerinde de görmüştüm.
"Tabii elimden geldiğince o gecenin bizler için sorun teşkil etmeden bitmesi için uğraş vereceğim vereceğiz." diyince Lord Rauf, anında Süreyya hanım ona minnetle baktı.
Burada bulunan tanımadığım iki kişi arasında gizlice konuşunca fısıltıları masada duyulunca sessiz kaldılar hemen.
Turul beyin dalgınlığını çekip atan Loya hanımın konuşması oldu.
"Bu seferde Kanlı Dolunay Gecesinde hangi evrende biri öldürülecek acaba? Geçen seferinde Karanlık Ruhlar bir çocuğu öldürmüşlerdi. Kendi iadeleriyle mi yoksa o öldürme emrini Esila mı verdi hiçbir zaman anlamadık. " diyince ne öldürmesi olduğunu anlamadım? Birileri mi ölmüştü başka evrende.
" Bunu nasıl biliyorsunuz ki? "dedim tam Turul bey konuşacağı anda. Loya hanım hemen bana doğru baktı. Uzun süredir sessizce burada beklediğim için bir an benimde burada olduğumu unutmuş olmalı ki hafif bir şaşkınlık yaşadı.
"Bunu herkes biliyor." dedi ve nasıl bildiğine değinmedi. Ama kurcalamaya devam ettim.
"Sorum gayet açıktı." diye ikazda bulununca Loya hanım bu çıkışımı beklemediğinden ötürü olduğu yerde hafif bir bocalama yaşadı. Ama sorunumu eşi Lord Rauf yanıtladı.
"Kanlı Dolunay Gecesinin sonunda—"dedi ve sustu. O an olanlar aklına üşümüş gibi olanların gözlerinin önünde canlanmasını sağladı." Bir çığlık sesi koptu. Bu çığlık bir ölümün ardından duyulan çığlıktı. Bir kadın sesiydi. Ve o kadar acı doluydu ki... Bunun bir kayıp için olduğunu anladık o gece. Bu ses tüm topraklarda duyuldu. Ve o an bunun sebebi özgür kalan karanlık ruhlar sayesinde olduğunu anladık. Sonrasında o öldürülen çocuğun ruhuna ait olan mezarın Karanlık Ruhlar tarafından öldürülmüş mezarlıkta kendi kendine yer edindi.. Çoğu Karanlık Ruhlar tarafından öldürülen ruhlar kendi kendilerine orada yerlerini alırlar. "dediğinde fısıltılar beni ele geçirdi.
Olabilir mi?
" Git ve gör orayı! "
" Bu mezarlık şu an hâlâ varlığını koruyor mu? Ve bir ismi var mıydı çocuğun mezar taşında? "dediğim anda Loya hanım evet dedi. İçimde yavaşça peyda olan şüphe küfesi ciğerlerime ağırlık verdi. O an bir şeyler zihnimden gelip geçti.
" Karanlık Ruhlar için zaman kavramı yoktu değil mi? "dedim zar zor çıkan sesimle. Acı sesimde yer edinmek istedi ama izin vermedim. Vermezdim. Daha emin değildim.
" Evet. "diye yanıtladı beni Süreyya hanım. Ve bakışlarım anında ona kaydı.
" Her evrende Karanlık Ruhlar istedikleri anda olabilirler de. "diye tamamladım cümlemi. Başını salladığı anda acı o an beni yıkıp geçti.
" Bunu neden sordun? "diyince Arın hoca sadece merak dedim. Ama değildi. Merak değil şüpheydi. Nefesimi kesecek, en acı dolu anları yaşatacak bir şüphe.
" Sizler Karanlık Dolunay gecesi için bir çözüm bulun. Bende size yardım edeceğim. Ve elimizden geldiğince onu alt edip yok edeceğiz. "dedim bana ağırlık veren acıyı, düşünceyi yok sayarak. Sabret kanıt yok elimizde. Dur Emira görmeden emin olamayız! Süreyya hanımdan izin istedim ve toplantı odasını terk ettim. Ve kolyemden beni o mezarlığa götürmesini istedim.
Toplantı odasından çıkar çıkmaz kapının önünde kolyenin beni istediğim yere götürmesini istedim. Derin bir nefes aldım. Sesler sustu. Koridorda gelen gidenlerin varlığı silindi. Etraf karardı. Düşünceler teker teker uyandı. Hepsi aynı şeyi söylüyordu.
" Senin varlığın bir lanet." diye bağırıp duruyor hiddetle nefreti kusuyordular.
"Lanetinle etrafında olan her şeyi yok edip duruyorsun." diyordu yazıklar olsun derecesiyle. "Yok olması gereken sendin asıl." diyordu fısıltılar. Suçlu olduğumu çekinmeden söylüyordular.
Saliseler hızla aktı. Ve ben o anda kuleden uzaklaştım. Gözlerimi acıyla yummuştum geçiş anında ama şimdi istediğim yere geldiğimi hissedince korkuyla gözlerimi açtım.
Bir bağlantısı olmasın diye dualar ederken, önümde duran küçük dar yola baktım. Etraf sislerle çevrelenmişti. Her yer pustu. Sis önümü bile görmemi engelliyordu. Uzaktan kanat çırpma sesi duyuyordum. Ama bakışlarım biraz sonra yürüyecek olduğum yola sabitlenmişti.
Sisler arasından biraz ileride demir çitleri fark ettim. Mezarlığa gelmiştim. Mezarlık o kadar genişti ki.... Şu an Moritanya kulesinin genişliği kadardı. Üzerinde olduğum zemin ıslak ve çamurluydu. Sanki yeni yağmur dinmiş gibiydi hava. Etrafta kokladığım ama ne olduğunu bilmediğim bir koku vardı. Yanık bir kül kokusunu soluyor gibiydim. Yavaşça adım atarak ilerlemeye başladım.
Her adım atışımda zihnim "Kaç ! Ve arkana bakma!" diyordu. Kalp atışlarım her saniye daha fazla hızlanıyor, göreceğim şeyin bende yaratacak olduğu duygunun bilinmezliği konusunda korku yaşıyorum.
Yolda ilerlerken ayaklarımın çamura batmasını umursamadım ve ileriye doğru ilerlemeye devam ettim. Mezarlığın yakınında herhangi bir şey yoktu. Sanki bir kaya parçasının üzerinde mezarlık vardı ve sağı - solu, önü - arkası uçurumdu. Buraya terk edilip gidilmişti ruhlar. Bu mezarlığın içerisinde sonsuz yaşamı tatsınlar diye.
Sonunda mezarlığın girişine geldiğim anda bakışlarımı sağa sola çevirip korka korka mezar taşında yazılı olan isimleri okumaya başladım.
Buradaki mezar taşları beyaz değil, simsiyahtı. Sanki günahların kefaretini burada ödemiş gibiydiler. Olduğum yerde birkaç saniye durup dikkatle isimleri okumaya başladım. Mezarlığın ilk girişinde mezar taşları aralıklı ve sırasıyla dizilmişti. Mezar taşlarında yazan isimleri okurken şu an zorlanmıyordum. Sağımda ve solumda olan mezar taşında olan isimleri okumayı bitirdikten sonra ilerlemeye devam ettim.
Tek ses vardı ;korkarak attığım adımlar, kesik kesik aldığım ve bana artık acı vermeye başlayan nefes alış verişlerim.
İlerledim... ilerledim... Mezarlığın sonuna doğru yol kat ettim. Her ismi okudum ve her isimden sonra derin bir nefes aldım. Düşündüğüm isim olmadığı için. Birden sertçe bir rüzgar esmeye başlayınca aniden ufak bir titreme bedenimi ele geçirdi. Rüzgarı umursamadan adım atıp ileriye doğru gideceğim anda bedenimin hizasında birkaç metre ileride küçük bir çıkıntıda olan mezar taşı dikkatimi çekti ve orada yazılı olan ismi okudum.
"Kaan Altan"
Tenim buz kesti. Hislerim donup kaldı. Kan akışım dondu. Kalp atışlarımın sesi sadece göğüs kafesi boşluğumda değil tüm mezarlıkta yankılandı. Burnum sızladı. Gözyaşlarım öylece gözlerimden yavaşça süzüldü. Zihnimde bir uğultu meydana geldi. Sesler vardı karmakarışık. Baş ağrıtan cinsten.
Ağlamak yasaktı ama bugün o sözü çiğneyip attım. Yanaklarımda olan ıslaklık kurumadan, akan gözyaşlarımla tekrar tekrar ıslanıp duruyordu. Tenimdeki tek sıcaklık akan gözyaşı damlasının bıraktığı yoldu. Sarsak adımlarla ilerleyip mezar taşına doğru ilerledim.
"Hayır —dedim ama nefesim kesildi. Konuşamadım. Devam edemedim cümleme. " Bu—bu gerçek değil ki! Zihnim bana oyun oynuyor. "diyebildiğim anda sona yaklaşmışken birden dizlerimin bağı koptu ve o anda yere düştüm.
Birileri sanki bir şey diyordu. Birileri sanki gerçeği gör diyordu.
Avuçlarım sertçe zemine çarparken dudaklarımdan acıyla bir ah çıktı. Öyle bir acıyla söyledim ki dilim pelesenk oldu. Bedenim olduğu yerde kitlendi. Acıyı bile o an bedenim hissedemez oldu. Sol avcumun sert bir cisme battığını hissettim. Orada bir ıslaklık olduğunu ama umursamadan bakışlarımı olduğum yerden yukarıya doğru çevirdim ve öylece mezar taşına baktım. Sonra kendimi kaybettiğim o noktaya geldim.
Öyle bir çığlık attım ki o çığlık yeri göğü inletti.
Ağlayışım öyle bir hale geldi ki önümü göremedim gözyaşlarım yüzünden. Sinir krizine girdiğimi sonradan fark ettim. Ağlıyor bir yandan avuçlarımı sertçe yere vurup duruyordum. Başımı göğe kaldırdığımı ve hemen sonrasında yüksek sesle olanları inkar etmeye başladığımı hatırlıyorum. Gökyüzü bile acı içerisindeydi. Benim gibi gökyüzüde ağlıyordu. Sisler sadece etrafımda değil şu an zihnimin, kalbimin, ruhumun ve bedenimin içerisindeydi.
Nefes almak o andan sonra işkence haline geldi. Yaşadığım acının beni o an öldürecek olduğunu sandım. Bu acıyı ikinci kez tatmıştım. Ben iki kere kardeşimi kaybettiğimi fark etmiştim. Olduğum yerden zorda olsa kalkmış ve onun mezarına doğru ilerlemiştim.
Mezar taşını yanına gelince yere çöküp oturarak yazıya bakmıştım. Belki de yanlış okumuş olabilir ihtimaliyle. Ama değildi. İsmi burada yazılıyordu. Ve onu hissediyorum. Ruhunu hissediyorum. Bu acıtıyor. Etimi lime edip beni işkenceler içerisinde bırakıyordu. Bu kadar acıyı göğüslemek bana daha büyük bir acıyı beraberinde getiriyordu. Mezar taşına bakınca o anda kaşlarım çatıldı. Tam işte o anda her şey yavaşça zihnime sızdı.
Esila 'nın sözleri....
"Korktun mu Emira? Ama korkman için daha hiçbir şey yapmamıştım ki. Daha bunlar ne ki sırada senin canını almam var. Sıra sende. Önce o sonra sen.. Senden de kurtulacağım ondan kurtulduğum gibi . Bekle. Seni ilk ölümle baş başa bıraktım şimdi ise seni ölüm melodisi çalarken o uçuruma atacağım. Beni karşına almak neymiş göreceksin. "demişti gizliden gizliye ama ben anlamamıştım. Kafa yormamıştım.
"... Hala ders almadın mı? Kaybettiğin varlıktan sonra bile mi? "diyerek açıkça aslında söylemişti. Kaybettiğin varlık. Ama ben onu zihnimde var olup bu bilgiye eriştiğini düşünmüştüm. Ama bunun sebebi oymuş.
" Hah bu arada kaybetmeyi sevmem dedin de en büyük kaybının sebebi benken mi! Güldürme beni Emira " yine açıkça ima etmiş ama ben bir aptal gibi görmezden gelmiştim. En büyük kaybının sebebi oydu. En başından beri belli ediyordu sözleriyle.
"Ruh kapanı ne işe yarar biliyor musun? "diye sormuştu bir keresinde ." Bildiğini biliyorum ama ben sana bilmediğin bir yönünü anlatacağım Ruh kapanının. Sadece bildiğin gibi bir işlevi yok bu kapan içinde olan ruhun başka bir bedenle olan iletişimini sağlar hatta onları av olarak kullanır ve onlardan bu sayede güç alır. Ve uzun bir müddette hayatta tutar. Ona güç verir." Burada bahsettiği Ruh kapanında olan kişi kardeşimin ruhuydu.
" Peki ne kadar güçlü ki bu ruh hala sana bir enerji veriyor? Bu kadar uzun süre dayanması imkansız çünkü. "diye sormuştum bir keresinde yine rüyalarda buluşurken onunla.
" Çünkü içinde olan ruhun çok yakını çok ama çok güçlü bir aoura veriyor. Onun sayesinde şu an bu şekilde bir görünüşe sahibim". dediğinde aslında benden bahsediyordu.
Güç aldığı şey bir bakıma bendim. Onu her daim hatırlıyor ve onu canlı tutuyordum. Ve şu an karşımda duran mezarlıkta ona güç aşılıyordum. Çünkü o unutulanlar arasında değildi. Diğerleri unutulup gitmiş ve herhangi bir bağı kalmamıştı yaşayanlarla ama ben kardeşimi her düşündüğümde onun ruhu benimle hiç buluyor ve Esila bundan faydalanıyordu.
Her şey gözlerimin önündeydi. Ben bir kör gibi görememişim her şeyi!
Sonra birden Dehliz 'in dediklerini hatırladım.
“.... Ve Emira bizler hafife alınmayacak tehlikeli yaratıklarız. Belki ben daha önceden insan olduğum için daha uzlaşmacı bir ruh olabilirim ve tehlikesiz. Ama diğer ruhlar öyle değil. Onlar her yerde var. Bu dediğimi unutma çünkü sonra dan bu sana lazım olacak. Sen bu dediklerimle bazı şeyleri açığa çıkaracaksın. Karanlık Ruhlar her zaman diliminde varlar. Bugünde, yarında ve dünde. Onlar için bir zaman dilimi yok. İstedikleri evrene istedikleri ana gidip gelebilirler. Ve onlar sadece emir kulu. Ona istediğini verdiğinde senin hizmetine girer. Tarafsız yaratıklardır. Sadece onlara beslenmeleri için koşul sun. Senin istediğin her şeyi yerine getireceklerdir. Karanlık Ruhlar çok güçlü bir tür ve bu türü alt etmek çok zor."
Başımı mezar taşına yasladım ve hayatın kendi planı içerisinde yaşadığım acıyı çekmeye başladım. Artık verilen sözü çiğnemiştim. Ağlıyorum artık. Tüm bariyerleri yıkıp geçmiştim. Bugün benim için bir miladın başlangıcı olacaktı.
Yapılanı unutmayacağım, unutturmayacağım. Canımı yakanların nefesini keseceğim. Akan her kanın hesabını soracağım. Buraya gelmem aslında biçilmiş bir hayatı devam ettirmem.
Kader beni buraya sürükledi. Gelip her şeyi bitireyim diye. O ana döndüğüm anda Tibet 'in arkasında gördüğüm gölgenin şimdi farkına varmıştım. Onun bedeninde bir Karanlık Ruh bulunuyordu. Bir emir uğuruna kardeşimin ölümüne sebebiyet vermişti o Karanlık Ruh.
Esila kendi yolunu açmak için ona engel olacak kişiyi kaldırmak istemişti. O kişi bendim. Esila cezalandırılmadan önce ikinci ihtimalin olma olasılığı yüzünden kardeşimin öldürmesine sebep olmuştu. Amacı beni öldürmekti ama Karanlık Ruh, beni öldürecekken kardeşimin ölümünü sağlamıştı. Belki de bu yolun beni ölüme iteceği ihtimaliyle bunu yapmıştı Karanlık Ruh.
Her şey çok açıktı artık. Esila her olasılığı yıllarca düşünmüştü. Ve yaşayacağı en küçük hatada bile kendi çıkarını sağlayacak önlemler alıp, kendisine fayda sağlayacak bir şekilde planını yürütmüştü. Bunun için Karanlık Ruhlar'ın serbest kalmasını sağlamıştı. Bu sayede gelecek olan kolyenin sahibini ortadan kaldırmak istemişti ama onun yerine Karanlık Ruh başka bir şekilde ölüme sebep olmuştu. Her türlü Esila 'nın kârına olmuştu.
Yıllarca güçlü olabilmek için ruhları kapana kıstırmıştı Ruh kapanında. Böylece ruhunun silik halde olmasının devam etmesine sebebiyet vermişti.
Çok kurnaz bir planla kendisini güvenceye almıştı. Ama ona yaptıklarının bedelini ödeteceğim. Canımı yakmanın bir bedeli olacak. Kardeşimin ölümünün sebebinin bir bedeli olmalı.
O acımadan bunlara sebep olduysa bende acımadan onu bitireceğim. Tek başıma ve acı dolu çığlıkları eşliğinde. Bu sefer bağıran o olacak. Bu sefer üzülen, kaybeden o olacak. Bu kardeşime verdiğim bir söz olacak bu sefer onu tutacağım. Ağlamış ve sözümü çiğnemiştim fakat bu verdiğim söz için canımı bile ortaya koyabilirim. Sadece onu yok etmeye uğraşacağım. Onun yok olduğunu görmeden bana huzur yok, olmayacakta.
Ruhumun yok olmasını sağladığı gibi onu işkenceler içersinde bıraktığı gibi bende onu acılar içerisinde son günlerini yaşamasını sağlayacağım. Tüm planlarını devre dışı bırakıp, onu kıskıvrak bir şekilde pençelerim arasında can vermesini sağlayacağım. Esila şu ana kadar görmediği bir Emira 'yla karşı karşıya olacak.
Bundan sonrasında hedefime ulaşana kadar uyumak bana yasak. Mutlu olmak bana yasak. Hayatının huzurunu yaşamak yasak.
Taki o gün gelip Esila' yı yıkıp geçeceğim güne kadar. Sonrasında gelişecek olaylar sonrasında hayatıma yön vereceğim.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Mezarlıktan sabaha doğru ancak ayrılabilmiştim. Hiç yerimden kıpırdamadan öylece mezar taşına başımı yaslayıp, uzun uzadıya kardeşimin varlığını hissetmiştim. Bazen konuşma cesareti bulunca ondan özürler dilemiş ve ona olanları anlatmıştım. Geçmişte yaptığımız şeyleri dile getirmiş ve onları her hatırladığımda boğazımda küçük acı veren bir yumru oluşmuştu.
Gerçeği öğrenmek beni eski halime döndürüp, yine o ruhsuzluğu takınmamı sağlamıştı. Yine donuk gözlerle etrafa bakan Emira olmuştum. Kalbim tüm hislerinden ayrılmış, sadece kan pompalama görevinde bulunmuştu. O eski sessizliğim yeniden geri gelmişti. Ben yine o ölüden bir farklı olmayan kişi olmuştum.
Bekleyişim vardı. Bu bekleyiş bir intikamın başlangıcını başlatacak bekleyişti. Her şey bir Kanlı Dolunay Gecesinde olmuşsa o gece de bitmesi için uğraşacaktım. O geceyi herkes için bir kez daha unutulmaz hale getirecektim.
Esila belki o gece kendisinin kurtuluş gecesi olduğu fikrinde olmalı ama hayır o gece onun yenilgisinin olacağı gece. Bana karşı olan yenilgisi. Çünkü tüm kuralları yıkıp geçti. Benim bile. Ve ben tüm acımın içimde olan o bekleyişini açığa çıkaracağım o gece. Ben çok çığlıklar attım. Sıra onda. Ben çok acı çektim. Sıra onda. Ben iki kere yenilgiye uğradım.
Sıra onda. Ona büyük unutulmaz bir yenilgi yaşatacağım. Yaptıklarının sonuçları onu yakıp geçecek ve o acı içersinde kıvranırken, ben bakışlarımdaki zaferle onun kaybedişini büyük bir keyifle izliyor olacağım.
Şimdi banyoda küvetin içerisinde olan sıcak suyun içerisinde, buz kesilmiş bedenimin ısınmasını sağlıyordum. Tenim bir ölü bedeninin soğukluğunu taşıyordu. Bembeyaz kesilmiş tenim sıcak suyun altında yavaşça ısınıyor, eski haline geri dönüyordu. Ama bakışlarım ve hislerim için bir çözümüm yoktu. Şu an bomboş bakan bakışlarım eskisi gibi canlı değildi. Gördükleri onun için anlamsız geliyor. Hislerim çok kuytu köşelerde saklanıp duygusuzluğumu ön plana çıkarıyordu.
Yavaşça ısınan bedenimi, buz kesmiş ellerim yardımıyla küvetten çıkardım. Küvetten çıkınca üzerime havluyu geçirip giysi odasına doğru ilerledim. Artık renkler de anlamını yitirmişti. Ölüm acısı yıkmıştı tüm insani yönümü. Yeniden siyah renk tek tercihim olmuştu.
Siyah bir pantolon ve onun üzerine siyah saten kumaş gömlek almış üzerime giymiştim. Düz taban spor ayakkabımı da giydikten sonra saçlarımı kurulmak için makyaj aynasının önüne geçip kuru bir bez yardımıyla saçlarımı kurulamaya başlamıştım.
Aynadaki yansımaya gözüm takılınca oradaki yıkık dökük olan kadının parçalarını gördüm. Yabacı gelmedi bana bu kadın. Çünkü bu kadına aşınaydım yıllar öncesinde. Şimdi tekrar geri dönmüştü sadece. Gözlerim uykusuzluk belirtirsinden dolayı kan çanağı haline gelmişti. Üst göz kapaklarım şişmiş, küçülmüş ve ağrıyordu. Ama umurumda değildi. Rengim bembeyaz kesilmişti. Yorgunluk kendini açığa çıkarmıştı. Aynı acının çıkardığı gibi.
Saçlarım artık sadece hafif nemli olana kadar havlu yardımıyla kurutmuş sonra dağınık bir topuz yapmıştım. Yüzüm normal halinden çok farklı duruyordu. Yüzme sadece krem sürmüş sonra olduğum yerden kalkarak, yatak odasına doğru ilerlemiştim.
İştahım yoktu ama sırf dikkat çekmemek için yemekhaneye gitmem lazımdı. Odamdan çıktığımda kapıyı tam arkamdan kapatacağım an karşıdan olduğum tarafa doğru gelen Serra ve Ahrar 'ı gördüm. İfadesiz bakışlarım onların üzerinde pek oyalanmadan önüme çevrildi ve yavaş adımlarla yemekhaneye doğru ilerledim.
Ama kısa bir an ikisinin de bu halimi görünce şaşırdığını bakışlarında görmüştüm. Çünkü acı benim üzerimde olan etkisini açıkça ifade ediyordu. Bakan her kişi bu durumumu sorgulayacaktı ama ben sessiz kalacak ve onları böylece susturacaktım.
Yemekhanenin olduğu kısma geldiğim anda kapıyı usulca açtım. Bakışlarım kimseye değmeden oturduğum yere doğru ilerledim. Sandalyeye oturunca boş bakışlarla önümde duran boş tabağı izlemeye başladım. Birkaç dakikaya içersinde herkes yemekhanede yerlerini almıştı. Ortamdaki kısık fısıltılar konuşmalar kulağıma ulaşıyor ama ben öylece dalıp gidiyordum.
Yanımda olan Victoria bu sessizliğimin sebebini bilmediği için bazen bakışlarının kararsızca bana çevrildiğini hissediyorum. Konuşmak istiyor ama bulunduğum duygu hali onun cesaretini kırıyordu. Ama en çok onun bakışlarını üzerimde hissediyorum.
Ahrar 'ın.
Şu an olduğum duygu durumunu merak edip duruyor. Bahse girerim ki bir açık yakalayıp, benimle iletişime geçmek için can attığını.
Kahvaltı saati sona erdikten sonra bende olduğum yerden kalkarak arka bahçeye doğru ilerledim. Victoria ve diğerlerinin beni takip ettiğini fark edince hiçbir şey yapmadım ve ilerlemeye devam ettim. Arka bahçeye çıkınca salıncağın olduğu kısma kadar ilerledim. Onlarda beni arkamdan takip ettiler. Ben salıncağa oturunca, hepsi etrafımda dizilip sessizce yanımda beklemeye başlayınca, onların varlığını yok sayarak, kendi düşünce dünyama dalıp gittim.
"Emira —" diye çekinceli bir şekilde ismimi Victoria zikrettiğinde bakışlarım kısıldı. Bakışlarım onu bulmadan konuşmasını bekledim. "Bugün durgunsun? Uykusuzda duruyorsun? Sabah erkenden Asper krallığından dönerken senin odana uğramıştım ama odanda değildin? Dün de gelmemişsin kuleye?" diyince Victoria dünkü varlığımın olmayışını ve nerede olduğumu sorgularken, sorusuna yanıt vermek istemedim.
Yorgunum ve zihnim biraz sessizliğe ihtiyacı var. Ben sessizce öylece salıncak üzerinde otururken, Victoria sorusuna cevap vermeyeceğimi anlayınca olduğu yerde hafifçe kıpırdadığını gördüm. Diğerleriyle beraber şu an olduğum hali anlamaya çalışıyor olmalıydı.
"Emira —" dedi ve Dehri tam karşıma geçip yavaşça dizlerinin önüne çöküp benimle aynı boya gelince, bakışlarımın onunla kesişmesini sağladı. Hissiszce ona bakıp konuşasına devam etmesini bekledim.
"Bir şey olduğunu biliyoruz. Dün bütün gün kulede değildin ve şu an ki halin bizi endişelendiriyor. Anlatmak istersen biz hep buradayız. Görmemek için kör olmak lazım. Acı çektiğini görüyorum ve bu acı bana tanıdık geliyor. Anlatmak istersen ben buradayım seni dinlemek için. "diyince sol elimin üzerine avuçlarını yerleştirdiği sırada.
Bakışlarım ondayken şu sözler döküldü dudaklarımdan." Nefes almak için çabalıyorum."dedim ve bakışlarımı ondan çektikten sonra uçuruma doğru baktım." Ama nefes almak acı veriyor. Acısı geçene kadar bekleyeceğim. "diyerek kendimin iyileşmesini beklediğimi açıkça belli ettiğimde Dehri yavaşça dizlerinin üzerinden doğrulup diğerlerine beni yalnız bırakmaları konusunda bir bakış atınca yalnız kalmak istediğimi anladılar.
Victoria ve diğerleri yanımdan gittikten sonra salıncakta öylece bekledim. Çünkü şu an elimde geleni buydu. Bekleyip zaman kollamak. Yavaşça eden rüzgardan dolayı uçuşan saçlarımın yüzüm gelmesi ve bazen görüş alanımı bile kapatmasına herhangi bir tepki vermeden öylece durdum.
Ruhum kapanmamış yarası deşindiğinden dolayı şu an o yara kanamaya kaldığı yerden devam etmişti. Susturup durduğum ve zihnimde herhangi bir yere kapattığım, acı veren düşünceler şu an tekrar zihnimdeki yerlerini almıştı.
Ve şu an aynı şeyi yaşıyor, aynı duyguların kıyısında yürüyerek, hayatın aynı noktasında bulunuyordum. Değişen şeyler olmamıştı sadece zaman geçmiş ve ben bu geçen zaman içerisinde, onları kısa süreliğine kapatmış sonradan tekrar acılarımın üstüne açarak tekrar beni ele geçirmelerini izin vermiştim.
Aldığım darbeler beni bırakmamak üzere bedenime kazınmıştı. Şu an ne uykusuzluktan ağrıyan gözlerimi kapatmak istiyordum ne de üşüyen bedenimi örtmek. Tüm hislerimi yok etmek ve hissiz bir insan olmak istiyorum şu an. Yavaşça oturduğum yerden kalkıp yavaş adımlarla yürüyerek kuleden dışarıya çıkmak istedim.
Bahçenin yarısına geldiğim anda biraz ileride olan askerlerin konuşma seslerini sustuğunu duydum. Bakışlarımı onları bulmadan karşımda olan kapıya doğru ilerlerken kapalı olan kapıyı benim için açtıklarını duydum. Hafifçe bakışlarım yukarı çıkınca sessizce beni izlediklerini gördüm. Ben onlara bakınca bir anda ikisi de anında başka yöne bakmaya başladılar. Açık olan kapıdan çıktıktan sonra önümdeki patika yolunda yavaşça aşağı doğru ilerlemeye başladım.
Önüme çevrilmiş bakışlarım eşliğinde yavaşça ilerledim. Nereye gitmek istediğim bile bilmeden. Önümde iki yol ayrımı çıkınca hemen adımlarım usulca durdu. Sağ taraf tam Kara Orman 'ın önünde duran kayaya çıkarken, sol taraf çiçek arazisine çıkıyordu. Sağ tarafta gitmeyi tercih ederek oraya yöneldi adımlarım. Yavaşça önümdeki taşlı olan yoldan ilerlerken birden bir anda bakışlarım istemsiz olarak çiçek bahçesine çevrildi. Birkaç gün öncesine kadar orada otururken bu halde olacağımı hiç düşünmezdim. İç çekerek bakışlarım önüme döndü ve kalan yolu yürümeye devam ettim.
Sonunda gitmek istediğim kayanın olduğu yere gelince yavaşça kayanın arka kısmına doğru ilerledim.
Kayanın yanından dolanarak arka tarafına geçince yerde olan daha önce bırakmış olduğum küçük tahta parçasına oturdum ve sırtımı kayanın soğuk, sivri yüzeyine yasladım.
Harelerim hızlıca biraz ileride olan Kara Ormana çevrildi ve yavaşça orayı inceledim. Oraya girmem şimdilik yasaktı. Ama sonsuza kadar böyle sürecek değil ya! Başımı geriye atarak taşa yasladım ensemi.
Ben nefretle kata ormanı incelerken birden birinin varlığını hissettim. Gelen oydu.
Dehliz...
"Nasıl olduğumu sormayacak mısın?" dedim alaylı bir sesle. Bakışlarımı tam karşımda olan bir noktaya dikmiş ona bakmazken konuşmaya devam etmiştim.
"Sormana gerek yok pekte. He şey gözler önünde değil mi? Yıkılmış ve acının onu ele geçirmiş olduğu biriyim. Acınası duruyor muyum?" dedim acı içerisinde bir gülümseme dudaklarıma yerleşirken. Sesimi o an titremesine mani olamamıştım. Az önceye kadar uykusuzluktan ağrıyan gözlerim şimdi acıdan ağrıyordu. Burnumun ucu sızlıyor, ağlamamak için kendimi sıkıp duruyordum. Dudaklarım dişlerimin arasına kıstırıp, sertçe ısırdım.
Avuçlarım hızla kapandı ve kendimi kasarak öfkenin beni ele geçirmemesi için uğraş verdim.
"Her şeyi—" dedim ve dudaklarımdan kaçak bir nefes salındı dışarıya. "En başından beri biliyordun aslında." dedim yeni yeni olanları bir yapboz parçasını yerleştirir gibi yerleştirmiş ve resme bakabilmişken olanları anlamıştım. "Ben bilmiyordum sadece." dedim hayretler içerisindeyken." Aptal gibi resmi tam göremedim. İmalarını ciddiye almadım. Her şey çok açıktı keza . "diyerek bu sefer ona bakabilmişken onu bana bakmadığını o an gördüm. Benim az önceki halim gibi o da Kara Orman'a bakıyor haldeydi.
" Söyleyemezdim. "diyince bana bakmadan, anlıyorum dercesine başımı aşağı yukarı salladım. Ya da anlamıyordum.
" Aslında çoğu şeyi biliyor olmalısınız değil mi? "diye sorunca sadece sessiz kaldı. Ve ben o an yarın neler olacağını en küçük ayrıntısına kadar bildiğini anladım." Sadece senden bir şey isteyeceğim tek bir şey. "dediğimde başını bana doğru çevirdi. Öylece bana baktı. Sanki ne isteyeceğimi görür gibiydi.
" Peki iste cevabını vereceğim. "dediğinde sadece ifadesiz bir yüz ifadesini takınmış bir halde ona baktım.
" Sadece kaç gün sonra olacağını söyle ve bende hazırladığımı yapayım. "diyerek ısrarla öğrenmek istediğimi açıkça belli ettiğimde Dehliz olduğu yerden kalkarak bana yukarıdan bakmaya başladı.
Söylemeyeceğini düşündüğüm için bakışlarımı ondan çekip karşıma çevirince birkaç saniye sonra onun gerçek sesinden şu cümleyi duydum.
"Üç gece sonra Kanlı Dolunay Gecesi var." dediğinde herhangi bir şey söylemedim. O da söylemedi ve yanımdan ayrılıp gitti.
Üç gece boyunca bana soluk almak yasaktı. Onun soluğunu kesene kadar. Bu üç geceyi onun sonunu getirmek için iyi değerlendirecektim.
Zaman bizleri usta bir yönetmen gibi rollerimizi sunacak oyunda oynatmayı iyi biliyor. Rolleri önceden vermeyip, son anda bizden usta bir rol oynamamızı istiyor. Bizlerse en iyi şekilde bu oyunu oynamak için canla başla çalışıyoruz.
Dehliz söyleyeceği şeyi söyleyip gittikten sonra saatler bil geçmeden oturduğum yerden kalkarak kuleye geri dönmüştüm. Kimseyi görmek istemiyorum bu üç gece içerisinde. Kimseye herhangi bir diyalog dahi kurmak istemiyorum. Yapmam gereken şeyi biliyorum. Onun için de bunun için her lehime gelişecek bilgiyi öğrenmeli ve bunu kullanmalıyım. Çünkü yapacağım en ufak şey benim aleyhime olur. Esila o gece hüsran yaşamalı ve onca süren bekleyişini boşa çıkarmalıyım.
İlk durağım Yasaklı Kütüphane olmuştu. Raflarda duran her kitaba bakmış içinde benim işime yarayacak her bilgiyi not almıştım. Bu üç gecede Esila'nın herhangi bir şekilde benimle iletişime geçmesini engellemek adına etrafımda koruma kalkanı oluşturmuştum.
Sonra yapamam gereken şeyleri not etmiştim. Basit bir plandı aslında. Saldırı. Savunma olmayacak, kendini savunmasına izin vermeyeceğim bir savunma. Esila yeterince bana zarar vermişti buna bir daha izin vermeyecektim.
Onu etkisiz hale getirecek güçlü büyülere baktım. Çünkü şu an bir bedene sahip olmadığı için belki de de çoğu şey onda etkili olmayacaktır. Bunu riske atmamak için sadece ruh formatında olanlar için yapılan büyülere bakmıştım.
Yasaklı Kütüphane'de geceye doğru ancak istediğim bilgilere erişmiştim. Bunları not ettikten sonra hiç ara bile verme gereği duymadan daha önce bulduğum o kişisel kütüphaneye doğru yola çıkmıştım. Ön bahçeden kulenin dışına çıkmış kulenin etrafından dolanarak kütüphaneye ulaşmıştım. Kütüphaneye gelince hemen işe koyulmuş benim için önemli olan o dakikaları boşa harcamamıştım. Her kitaba bakmıştım. Her kitapta planım için bana yardımcı olacak büyüleri not defterime yazmış, diğer kitaplara bakmaya devam etmiştim.
1. Gece
İlk günümü en iyi şekilde değerlendirmiş ve kullanacağım büyüleri ve onların sözlerini ezberlemiş ve bazen boş bir alanda denemeler yapmıştım. Bazıları çok zor olduğu için beni epey uğraştırmıştı ama çok pratik yaparak bu konudaki eksikliğimi gidermiştim.
Kulede o gün içerisinde pek kendimi göstermemiştim. Zaten onların da amacı Kanlı Dolunay Gecesi'ne karşı bir önlem alıp olabildiğince Esila 'dan gelebilecek zararları devre dışı bırakmaktı.
Bu yüzden pek varlığımın olmamasını onların dikkatini çekmemişti. Bu sayede sıkıntısız bir şekilde her an her yere giderek Kanlı Dolunay Gecesi için hazırlıklarıma devam etmiştim.
Moritanya topraklarında olan her kütüphaneye ziyaret ederek bulabildiğim her kitapta yazan bilgilerle planımın ilk aşamasını halletmiştim.
Bazen gittiğim yerlerde kılık değiştirip açık vermemek için çabalamıştım. Çünkü şu an şu sıralarda herkesin dikkat ettiği kişi bendim. Şu an herkes beni kule sanıyorken, ben kolyemin gücüyle kendimi çoğaltmış ve şu an benim rahatça gezebilmemi sağlayan çözümü devreye sokmuştum.
Herkes beni yorgun kendi halinde kulede bulunuyor sanırken, ben çoktan kuleden ayrılarak, başka yerlerde planlar kurup, onun düzeneği için uğraşıyordum.
3 aşamada Esila 'yı yok edecek bir plan düşünmüştüm. İlk aşama bitmişti. Sırada ikinci aşamadaydı.
2.Gece
İlk gece bitmişti. Ve ben epey bir yol kat etmiştim. Sırada yapacağım şey için bir koruma kalkanı oluşturmaktı. Şu ana kadar oluşturduğum kalkan genelde bireysel yapılan güçlü kalkandı. Ben yapacağım kalkanla herhangi bir şekilde Moritanya topraklarına zarar gelmesini önlemek istiyorum. Çünkü o kapışma anında kendimi kaybederken birilerine zarar vermekten kaçınmak istiyorum. Kullanacağım kalkanla bunun önüne geçmiş olacağım.. Ve bu sayede sadece zarar alacak kişi ben ve Esila olacağız. Diğerleri değil.
Şu an Narah krallığına gelmiştim. Narah kralıyla konuşmuş ve buraya gelişimi kimsenin bilmemesini rica etmiştim. Ve bu ricamı kırmamış ve onların kütüphanesini kullanmam konusunda herhangi bir sıkıntı çıkarmamışlardı. Burada en güçlü kalkanı oluşturacağım kitap bulunuyordu. Narah Krallığı en güçlü kalkanlara sahip olmakla bilinirlerdi. Ve bende oluşturmak istediğim kalkanı burada bulunan kitaptan yararlanarak bulacaktım.
Narah kralı artık bu kitapta bulunan kalkanları oluşturulamadığını söylemişti. Sebebi kalkan için sunulacak güçlü nesnelerin tükenmiş olduğuydu. Ama ben güçlü bir nesne biliyorum. Ve bu bana büyük bir katkı sağlayacak.
Saatler sonra oluşturacağım kalkanı bulmuştum. Bu kalkan en büyük güçle kurulan bir kalkandı. Bu kalkan için iki kalp lazımdı ve ben o iki kalbi bulmuştum. Aslında sembolük bir kalpti bu. Benim sembolük kalp için bulduğum şeyse Esila ve onun yasak aşkının aralarında olan semboldü.
Biri o büyücünün Esila için ürettiği çiçekti bir diğeri onların aşk yuvasıydı. İkisini de kullanarak bu kalkanı oluşturacaktım. Kitapta bulduğum iki kalkan büyüsünü not aldıktan sonra Narah krallığından ayrılmıştım.
3.Gece
Son gecede son aşama için işe koyulmuştum. Bugün Esila 'ya derin acılar yaşatacağım büyü için başka bir krallığa gelmiştim. Bedensel ve Ruhsal Acılar büyük kitabı için Üç Tepe krallığına gelmiştim.
Burada sadece büyü için otlar, bitkiler, tohumlar vardı. Yapacağım büyü için burada birkaç tohum almış ardından da kurtulmuş bir Biral bitkisini alarak burayı terk etmiştim.
Bu büyü için aldığım bitki ve tohumu aldıktan sonra başlamıştım yapacağım büyü için denemelere. Yanımda birden çok getirdiğim için herhangi bir hatada tekrar baştan başlayıp devam etmeye.
Saatler sonra istediğim büyüyü eksiksiz bir şekilde yaptıktan sonra bu büyüyü kolyemin aşina olmasını sağlamıştım. Artık tam anlamıyla hazırdım yarın için .
─⊹⊱☆⊰⊹─
Kanlı Dolunay Gecesi Sabahı Moritanya Kulesi
Geçmiş ney ise gelecek ise oydu. Dün ruhum nasıl acı içerisinde can çekişiyorsa şu an da aynı acıyı çekiyordu. Hayat aslında zamanın bir noktasında ömrümü durdurmuş sonra tekrardan başlatmış gibiydi. Bugün benim son üç gün boyunca canla başla mücadele ederek bu geceyi unutulmaz bir gece yapmak için uğraştığım geceydi. Esila 'nın ise yıllardır beklediği, umutlarla bu gece eski hayatına kavuşmak istediği geceydi.
İki kişi bir gecede tüm kozlarını paylaşacaktı. İkimizde acımasızca karşı rakibe saldıracaktık. İkimizde birbirimizden nefret ediyorduk. İkimizde bu gecenin sonunda hayatlarımıza kaldığımız yerden devam etmek istiyorduk. Ben şu anın, o eskiden olan yaşantısına.
İkimizde sabırsızdık. İkimizde tüm riskleri göze almıştık. Gözlerimizi karartmış ve hedefimiz için mücadele verecektik. Ben tüm sınırları zorlayacakken, Esila tüm var olan gücüyle saldıracaktı. Kimin kazanacağı gün sonunda belli olacaktı.
Sabah her zamanki güne nazaran farklı uyanmıştım. Aslında belki de bunu sebebi bu gecenin sonunda bazı şeylerin artık sona ereceğini hissetmemdi. Odamdan çıkmadan önce her zaman ki gibi simsiyah giyinmiştim. Ortalıkta gezip durmuş, her şey normal seyrinde ilerlemişti. Eski Emira geri gelmişti. Ya da hep yaptığım gibi çok iyi bir rol sergilemiştim etrafıma.
Kahvaltıya inmiş gün sonuna kadar bizimkilerle zaman geçirmiştim. Sanki bugün benim için son günmüş gibi keyfini çıkarmıştım. Hepsi aslında bendeki bu farklılığı hiç tereddütsüz fark etmiştiler. Herhangi bir şey dememiş neden bu halde olduğumu hiçbiri sorgulamamıştı. Onların yanından ayrıldıktan sonra yüzümdeki ifadesizlik hemen yerini almış ve kulenin arka tarafına doğru ilerlemiştim.
Buraya ilk geldiğimde Ahlas bey ve Süreyya hanımı izlediğim ağacın olduğu yere gitmiş ve ağaca tırmanmaya başlamıştım. Ağacın beni taşıyacağını düşündüğüm en son noktaya kadar tırmanmış ve ağacın dalının üzerine oturup, sırtımı ağacın gövdesine sırtımı yaslamıştım. Ve tam karşımda olan Kara Orman'a bakışlarımı dikerek öylece ormanı izlemeye başlamıştım.
Hava güneşli ve etraf sıcacıktı. Sanki akşam olacak soğuk çarpışmanın farkındaymış gibi sabah bunun telafisini yapıyordu hava. Yavaşça bakışlarım önümdeki ağacın dalında olan küçük yaprağa kaydı. Parmaklarım usulca oraya doğru uzandı ve yavaşça yaprağın yüzeyinde parmak uçlarım gezindi.
Bulunduğum ağaç bir meşe ağacıydı. Çok yaşlı bir ağaç olması bir yana kulenin en yakınında olan tek ağaçtı. Diğerleri kuleden epeyce bir uzakta bulunuyordu. Ben olduğum yerde kendi sessizliğimin gezegeninde zaman geçirirken birden biraz ileride kasaba çıkan kapının açıldığını duydum. Anında hemen olduğum yerde dışarıya çıkan kişiye baktım. Ağaç tam kulenin arka kısmında olduğu için ne kadar yüksekte olsamda kulenin arka bahçesini göremiyordum.
Gelen kişinin olduğum yerde ilk ayakları görüldü sonra bedeni dışarıya çıkınca gelen kişinin kim olduğunu o saniyede anladım. Ahrar 'dı dışarıya çıkan kişi.
Peki şu an dışarıda ne işi vardı? Ve kimi arıyordu? Beni mi yoksa başka bir sebepten ötürü mü buradaydı? Ben kendi iç sesimle mücadele ederken Ahrar olduğu yerde adımladı ve birkaç adım atıp, bulunduğum ağacı geçerek, ileriye doğru baktı durduğu yerde.
Neyi arıyordu? Adımları durmuş ve gözlerini etrafında gezdirdiğini gördüm. Aradığı şey neyse görmemiş olmalı ki arkasına dönüp, tam kuleye doğru gideceği anda birden adım atmayı hemen kesti, başını yavaşça yukarı çevirdi.
Anında bakışlarımız kesişti.
"Orada ne arıyorsun?" dedi ve yavaşça olduğu yerden harekete geçti ve üzerinde durduğum ağacın yakınına doğru ilerledi. Sorusuna cevap vermedim. Bu sessizliğimin onu çıldırttığını o an yüz ifadesinden anladım. Bazen ifadelerini saklamıyordu ne kadar istesede.
" Konuşmayacak mısın?"diyince yavaşça başımı sağ tarafıma çevirdim. Ve kulenin düz taşlardan oluşmuş duvarını izlemeye başladım. " Şu an eskisi gibi davrandığını bilmeni isterim. O kaçık kadın geri gelmiş gibi. "dediğinde bu halime tahammül edemediğini söylediğinde ona bakmadım.
Ne kadar sesindeki duyguyu bastırmak istese de başaramadı. Aslında sanki onun eski hali geri gelmişti. Yine o kırıcı, kaba ve katı kalpli Ahrar kendini belli etmişti. Ya da saklamaya artık niyeti yoktu belki de. Artık sıkılmış olmalıydı. Neyden peki? işte bilemediğim nokta buydu
"Son günlerde çok farklı bir Emira olduğunu söylemek istiyorum." dedi sesindeki uyarıcı tınıyla. Ne hakkında bir uyarı yapıyordu? "Ne olduğunu söyleyecek misin? En son ki konuşmadan ötürü mü?" diyince gülmek istedim. Eski konuşmamız mı? Daha çok kendi bencilliğinin ön planda olduğu konuşmadan mı bahsediyordu? Hiç benim açımdan baktı mı acaba? Yani hiç dedi mi ondan istediğim şey çok büyük ve zor bir karar? Bence dememiştir!
" En son ki konuşmadan sonra çok şey yaşadım ve dediklerinizi unuttum Ahrar hoca. Neden diye soracak olursanız cevap vereyim. İstediğiniz şey neydi farkında mısınız? Ve ne sonuçları olacağını biliyor musunuz benim açımdan. Hayır. Sadece kendi istediklerinizi dile getirdiniz. Benimkileri değil bunun için size olumlu bir cevap vereceğimi düşünmeniz hata olurdu. Cevabımı duymak ister misiniz? Hayır. Sorunuzun cevabı işte bayım! "dedim ve bakışlarımı onu bulunca yüzünde bir hayal kırıklığı gördüm. Peki bu ne içindi? İstediği olmadığı için mi yoksa hiç tereddüt etmeden cevap verdiğim için mi?
Son üç gün boyunca hiç beni merak etmemişti. Sanki ona verilen bir rol vardı. Ve o rolün üzerine çıkamaz gibi bir hali vardı. Hiç gelip nasıl olduğumu sormadı. Aynı şimdi olmadığı gibi. Onun yerine ne yaptı gelip beni yargıladı.
Hiç ne halde olduğumu sorgulamaya gerek duymadan. Acı çektiğimi nasıl anlamazdı? Ben bir kere baktığımda onun her duygu durumunu anlarken. Mesela şu an o kadar kızmış bir haldeydi ki. Sinirini zapt etmeye çalışıyordu. Hatta kendini sakin tutmak için çabalıyor oluşunu bile şu an görebiliyorum. Ama o hiç beni görmedi. Görmek istemedi ya da.
Ahrar son üç gün içersinde eski haline dönmüş gibiydi. Sanki bir anda ikimizde başladığımız yerdeydik ama ben sadece ona onun tavrıyla karşılık veriyordum. Çünkü beni bu bakışlarıyla incelemesi kalbimi kırıyordu. Yargılayıcı ve burada durmak istemeyişi canımı yakıyordu.
Lacivert hareleri buz soğuğunu andıran bir ifadeyle beni şu an ağaç tepesinde inceliyor ve şu an yaptığım şeyi saçma bulup, eleştiren bir şekilde bakması beni parçalara ayırıp yok ediyordu.
Ahrar tam ağacın dibinde durmuşken ona bakarken başka birini görmek yaşadığımız şeyleri gerçek olup olmadığını bana sorgulatıyordu.
"Başak bir şey söylemeyeceksen yalnız kalmak istiyorum." diyerek gitmesi gerektiğini çekinmeden ima ettim.
Ahrar 'sa bu sözlerimi işittikten sonra başını aşağı yukarı salladı. Sonra son kez lacivert hareleri bana baktı. Ama bu sefer bakışlarındaki donukluk çatlayarak parçalara ayrılmış gibiydi. Her parçada başka bir duygunun emaresi belirdi. Hayal kırıklığı, pişmanlık, acı, keder...
Duygularını bu sefer saklamadan hepsini aynı anda gözler önüne sermişti. Bu sefer birden çok duyguyu yaşayan ve onu yansıtan Ahrar karşımda duruyordu. Ben ona hâlâ ağacın tepesinden bakarken, o olduğu yerde yavaşça hareketlendi ve arkasına dönüp geldiği yolu geri gitmeye başladı.
Yine en başına dönmüştük. Sanki bir kısır döngü içerisinde gibiydik. Bir anda birbirimizi kırdığımızda daha fazla canımızı yakmak için uğraş veriyorduk. Kimse geri adım atmaya çalışmıyordu. Ve kimse hatasını kabullenmiyordu. En çokta Ahrar. Çünkü şu an biliyorum ki iç sesi beni suçluyor, kibirli olduğumu düşünüyordu. Hatalı olduğumu kabullenmediğimi, uzlaşmaya varmadığımı vb.
Hiç dönüpte aynaya bakıp ben nerede hata yapıyorum demiyordu. O kadar mı öz eleştiriden uzaktı? Kendinde hiç hata bulmaya çabalamıyordu.
Başımı yavaşça iki yana salladım. Ne diye kendimi üzecek şeyler düşünüyorum ki! Ne yapsam yapayım Ahrar hep hatayı bende arayacak. Bende sadece bunu izleyip duracağım. Bizim ilişkimiz sağlıklı bir ilişki hiç olmadı. Bunu hiç derinden hissetmedim. Hep bir eksiklik vardı. Ve hep olacaktı. Ahrar o eksikliği kapatmak için uğraş vermiyordu ki!
Hava kararana kadar kendimi oyalayıp durmuştum dışarıda. Sonunda hava kararınca planımın ilk aşamasını devreye sokmak için kuleye doğru ilerlemiştim. Arka bahçeden içeriye girdiğimde akşam yemeği için herkesin toplandığını görmüştüm. Kimse Kanlı Dolunay Gecesi'nin bugün olduğunu bilmiyordu. Ta ki ay gökyüzünde çıkana kadar herkes bugünü normal bir gece sanıyordu. Kulede olan herkes çoktan yemekhaneye gelmişti bile.
Yavaşça yemekhane kapısından içeri girince ışıltılı gözlerimle etrafa kısaca baktım. Çok zaman geçmişti burada olmamdan ve burada çoğu şeyi göğüslememden bu yana. Ben içeri girince o an ilk göz göze geldiğim kişi Turul bey oldu. Yorgun gözüküyordu. Hâlâ bulamadıkları bir çözüm onu yorgun düşürmüştü.
Benimle göz göze geldiği anda bakışlarımda gördüğü o ışıltı onun olduğu yerde kaşlarının çatılmasını sağladı. Çünkü düne kadar bir ruh gibi etrafta gezip dururken, şimdi sanki düne kadar o halde olan kişi ben değilmişim gibi olmam onu dikkatini fazlasıyla çekmişti. Ve kısa sürede kendimi toparlamamın sebebini merak etiğini o harelerde görmüştüm. Başımı ondan yana çevirip diğer tarafa çevirdiğim anda Ahrar 'ın bakışlarını yakaladığım anda ona kısaca baktığımda bendeki garipliğin yarattığı şaşkınlığı salise salisesine kadar izledim.
Sonunda adımlarım masaya ulaşınca yavaşça sandalyemi kendime doğru çektim. Ve sol taraftan geçip sandalyeye oturdum.
Dehliz' den Kanlı Dolunay gökyüzüne çıkmadan bana saliseler öncesinde haber vermesini istemiştim. Çünkü oluşturmam gereken bir kalkan vardı ve onu önceden aktif hale getirip hızla kuleyi terk etmem gerekiyordu. Yerime oturduğum sırada çoktan servislerin başladığını görünce sırtımı geriye doğru yasladım. Ben yeterince toktum. Yemek yemeyi düşünmüyordum.
Herkes yemeklerini yerken Süreyya hanımın birden bakışları beni buldu. Neden yemek yemediğimi sorgulayan ifadesini görünce, omuzlarımı silkerek, yemeyeceğimi gösterdim. Üzerine düşmedi ve yemeğini yemeye devam etti. Birkaç dakika sonra keyifli bir şekilde etrafı izleyip durdum. Karnımda küçük kıpırtılar vardı. Kelebekler usulca karnımın içerisinde gezinirken, yaşadığım o anın gerçek olacağını bildiğim için ayrı bir keyifliydim.
Bakışlarımı kısa süreliğine kendi yansımama çevirdiğimde, daha önce Esila tarafından kırılmış aynada kendimi izledim. Karşımda olan kadının gözlerinde canlılık vardı. Sanki dünyaya geliş nedenini yeni anlamış gibi bir hali vardı. Ve sanki her şey onun için yeni başlıyor gibiydi.
"Daha önce senin bakışlarında bu duyguyu hiç görmemiştim." diyen Süreyya hanımın sesini duyunca bakışlarımı aynadaki yansımamdan çekerek ona çevirdim. Ah dikkatinden kaçmamıştım sanırım.
"Sadece çok güzel bir gündü benim için ve öyle de devam edecek." dediğimde neden bunu dediğimi sorguladı Süreyya hanım. Çünkü biliyordum ki birilerinden beni izleyip gün içerisinde ne yaptığımın raporunu alıyordu. Bütün gün ağacın tepesinde olmamın bana ne gibi güzel bir şey yaşattığını merak ediyor olmalı. Çok geçmeden anlayacaktı o ve diğerleri. Sözlerim masadakilerin çoğunun dikkatini çekti ve hiçbiri bir anlam veremedi. Bende pek takmadım onları ve kendi kendime zamanın gelmesini bekledim.
Birkaç dakika sonra yanımda bir hareketlilik hissetmiştim. Bana doğru eğilen Victoria 'nın yansımasını karşımda duran aynada görünce hemen ona doğru başımı çevirdim.
"İyi misin Emira? Hiç iyi gözükmüyorsun " dedi Victoria neden bu kadar keyifli olduğumu ve sanki hayatımda hiçbir sorun yokmuş gibi davrandığımı anlamaya çalışarak. Bakışları beni gerçekten görmek istercesine bakıyordu. En derin duygularıma erişmek ve onların altında yatan gerçeği bilmek istercesine. Ona yavaşça gülümsedim. Bu gülümsemem onun yüz ifadesinde bir tedirginlik yaratmasına sebep oldu.
Yavaşça ona doğru eğildim ve bir sır verir gibi konuştum.
" İnan bana hiç bu kadar iyi olmamıştım." dedim sesimdeki keyifli tınıyla ona bakarken. Bakışları titredi ve yavaşça tuttuğu nefesi verip daha fazla sorgulamadan bakışları önüne çevrildi. Bir anda zihnimde duyduğum belirti harekete geçmemi istedi benden.
" Zaman geldi birkaç dakika sonra Kanlı Dolunay çıkacak."
Dehliz istediğim bilgiyi bana verdiğinde mutlulukla olduğum yerde kıpırdandım. Ve yavaşça yerimden kalkıp masadakilerin etrafında uzun zamandır üzerinde çalıştığım kalkanı oluşturdum.
Yavaşça kapıya doğru ilerlerken arkamdan fısıltılar duydum. Zaman yaklaştıkça içimde bastırdığım öfke gün yüzüne çıkınca, o an kolyenin uzun zamandır bastırıp durduğu güç dışarıya çıktı.
İlk kez kolye benim isteğimle simsiyah renge döndü. Ardından da saçlarım. Yemekhane kapısına varınca hemen kapıyı açıp arkama döndüm. O an herkesin bakışları içeride yankılanan sesle bana döndü.
"Saçları simsiyah hale geldi." dedi yemekhaneden biri.
Sadece saçlarım mı? Kolyenin rengi gözlerim bile simsiyah renge dönüştü. Yavaşça küçük tehlikeli bir gülümsemeyle onlara baktım
"Şimdiden vereceğim rahatsızlıktan ötürü özür dilerim." dedim bakışlarım en çok Süreyya hanımın üzerinde gezinirken.
"Emira neler oluyor? Nereye gidiyorsun Emira? " diyince Victoria anında kısa süreliğine herkesin büyü güçlerini kullanmasını engelledim. Bunun için dördüzlere minnettarım. Onların varlığı bu gücü kolyeye sunmuştu. O an herkes şaşkınlıkla bana bakarken bende son sözlerimi söyledim.
" Cehennemin kapılarını aralamaya."diye cevap verdim dişlerimin arasından." Misafirimi fazla bekletmek istemiyorum. Esila 'yla bir randevumuz var. Ve evet tahmin ettiğiniz gibi bu gece Kanlı Dolunay Gecesi. " dedim ve hızla yemekhaneyi terk ettim.
Ne konuşanları umursadım o an ne de öleceğimi söyleyen sözleri çünkü zaten ölmeye gidiyordum. Şu an herkes arkamdan gelmeye çalışıyor olmalı ama işim bitmeden asla büyü bozulmayacak. Ben amacıma ulaşmadan kimse kuleden dışarı çıkmayacak. Arka bahçeye çıktıktan sonra hemen biraz ileride olan kapının açılmasını sağladım. Önceden askerleri göndermiştim. Kimse herhangi bir zarar görmesin diye.
Kule içerisinde ve kule dışarısında kalkanı aktif hale getirdikten sonra hemen koşar adımlarla Kara Orman'a doğru ilerledim. O an vücuduma öfke hakim olurken onu sakin bir şekilde kontrol altında tutmaya çalıştım. Çünkü önceliğim Esila 'yı etkisiz hale getirmekti.
Sonunda Kara Orman' ın tam önüne geldiğimde yavaşça ormana girmek için bir adım attım ama etrafında olan kalkan bana mani oldu. Tekrar denediğimde yine aynı şey olunca, içimde dışarıya salınmak isteyen öfkeye mani olamadım ve öfkeyle sağ elimi sertçe yumruk yapıp, önümde duran kalkana sağ elimle yumruk attım. O an kolyenin karanlık tarafının tüm varlığımı ele geçirdiğini hissettim. O karanlığı kontrol etmek çok zordu. Zihnime sızdığını hissetim o an. Ve fısıltıların etrafımda dolaşıp durduğunu.
Bir anda Kara Ormanı koruyan kalkan sertçe parçalara ayrıldı ve büyük bir patlama gibi olduğu yerde etrafa dağıldı. Kalkanı kırarken artık olmayan kalkandan kalan boşluğa baktığımda şunları söyledim.
"Bu şey mi beni durduracak.. Zannetmiyorum." dedim içimde büyüyüp dışarıya taşan öfkeyle Ve kendi kalkanımı Kara Orman'ın etrafında oluşturdum.
"Şimdi de onlar şu kalkanı geçmeye çalışsın. Bakalım geçebilirler mi ki?" dedim ve Kanlı Dolunay çıkmadan ormana ayak bastım.
Ve o andan sonra hiçbir şeyin geriye dönüşü olmayacağını hissettim.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Kara Orman'ın giriş kısmından yavaşça ilerlemeye başladım. Etraf çok karanlık olunca hemen büyüyle etrafın aydınlatmasını sağladım. Toplam 10 ateş topu oluşturdum. Ve her ateş topu başka bir yerde yerini alarak Kara Orman'ı aydınlattı. Tam ormanın ortasına gelince yavaşça etrafımda sağa sola doğru döndüm.
"Esila!" dedim yüksek sesle bağırıp onu çağırdım. Sesim o anda tüm ormanda yayıldı. Sanki defalarca kez onun ismini çağırmışım gibiydi.
"Çık ortaya seni lanet olası!" dedim ve keskin sesimin etrafta yankılanmasını sağladım. Geleceğini biliyordum. Çünkü bu onun son çıkış kapısıydı.
"İşte buradayım bak istediğin gibi bir Kanlı Dolunay Gecesi, senin gücünün benim de sonum olacağı gece demiştin." dedim sesimdeki ruhsuzlukla birlikte. Herhangi bir hareketlilik yoktu. Onun varlığını hissetmiyordum. "Kanıtla bakalım şimdi kimin son gecesi olduğunu!" dedim meydan okuyan sesimle. Birkaç dakika boyunca öylece olduğum yerde bekledim. Ben öylece beklerken birden ormanda adım sesleri duydum. Ve bu adım seslerinin kime ait olduğunu o anda anladım.
Siyah ve beyaz kalanlara aitti bu adımlar.
Esila onların yanıma ulaşmasını sağlamıştı. Beni tehdit olarak mı görüyordular? Kaslanlar sonunda onları görebileceğim bir yere geldiği anda bu sefer onlardan bir yana tehdit hissetmedim. Hatta ikisi oldukları yerde bana baktıktan sonra yavaşça geldikleri yerden geri gitmeye başladılar.
Hissetmiştiler. Biraz sonra olacak tehlikeyi.
Onların zarar görmesini istemezdim. Onlar gittikten sonra bakışlarımın etrafta onu aramasını sağladım.
"Esilacık... Esilacık... Esilacık..." dedim ve kısa bir iç geçirdim. Bekletecek gibiydi beni. Ya da hâlâ kendi planını devreye sokmamıştı. Çünkü Kara Orman'ın etrafında iki kalkan vardı. Biri tüm olacak tehlikeli şeyleri dışarıya yansıtmaması içindi. Biride Esila 'yı savunmasız bırakması içindi. Güçlerini kullanmamasını sağlamak içindi.
"Saklambaç oynamıyoruz burada! Ortaya çık Esila!" dedim ve olduğum yerde etrafıma bakarken tam karşımda duran ağacın tam arkasında onu görünce mutlulukla gülümsedim.
"Sobelendin. Ah buradasın. Beni çok beklettin." dedim ve daha o olduğu yerde bana karşı bir hamle yapamadan direk kendi 2.planımı devreye soktum.
Ruh sarmaşığı
Bu sarmaşık bir ruhun bile gücünü emecek kadar güçlüydü. Bu sarmaşığı bulmak benim için çok zor olmuştu. Anında sarmaşığı onu kıskıvrak ele geçirmesini sağladım. Ruh sarmaşığı anında hemen Esila 'nın etrafını sarmaladı ve hiç kıpırdayamaz hale gelecek kadar onun etrafında güçlü bir şekilde kendi varlığını onun ruhu etrafında oluşturdu.
Esila şu an bir silk ruh formatında bulunuyordu. Son yaptığım şeyden sonra onu epey güçsüz bırakmıştım.
"Ne yapıyorsun bana?" diye hiddetle olduğu yerde çırpındı. Ama bu çırpınması boşunaydı çünkü bu sarmaşık çok kuvvetliydi. Ancak güçlü bir ruh onu etkisiz hale getirirdi. O an Eslia 'nın bakışlarına korkunun yerleşip onu kıskıvrak sarmaladığını görür gibi oldum. Yavaşça parmaklarımı oynatıp onun arkasında duran ağaca yaslanmasını sağladım. O sırada Esila olduğu yerde çırpınmaya devam ediyordu. Boşuna kendini yoruyordu sadece bu yaptığıyla.
"Kes şunu," diye çığlık attığında onun bu haline sesli bir şekilde güldüm
"Şişştt sakin ol Esila daha yeni cehennem kapılarını açtım." dedim ölüm tınısıyla konuşup sesimin etrafta yankı yapmasını sağlarken . "Daha içeri giriş yapmadın." dedim yavaşça başımı iki yana esefle sallarken. "Daha saf acıyı en derininde hissetmedin "dedim ve ona doğru ilerledim.
Sarmaşığın bir diğer özelliği kapana kıstırdığı kişinin tüm enerjisini yavaşça kendine çekmesiydi. Pataklarım yardımıyla Esila 'nın yaslı olduğu yerde tam boyumun hizasına gelmesini sağladım.
" Bunu yapmayı bırak. "dediğinde Esila' nın hissiz bir nefes çıktı dudaklarından. Ah başlamıştı sanırım gücünün sömürülmesi. Seyir keyfi güzel bir an yaşıyordum. Yavaşça ona doğru eğildim ve bakışlarımı ona diktim.
" Aylarca sen beni küçümsedin. Bana türlü türlü oyunlar sergiledin. Bak şimdi kim kiminle oyun oynuyor?" dedim ve o an canını yakacak bir şey yaptım. Keskin uzun tırnaklarım onun yanağında gezdirmeye başladım. Ama derisine sertçe bastırarak.
Etrafında olan sarmaşığa bağlı olan görmüyordu onu hareketsiz bırakan ve ruhunda kalan son enerjiyi sömüren onlardı. Sonuçta o Ruh Sarmaşığıydı. Bir bitki onun ruhlarını değil, o bitkiye bağlı olan ruh onun enerjisini sömürüyordu.
"Eslia...Esila ... Bağırabilirsin istersen bak. "dedim fısıldar gibi. Başımı yana eğip bir sır verir ehemmiyetiyle konuştum." Hatta istersen ağlaya da bilirsin. "dedim üzerine basarak. " Ama bundan sonra artık benim azabımdan istesen de istemesende kaçamazsın. "dedim bir yeminle. Ve bu yemin gerçekleştirilen son yeminim olacaktı. Bu yemin benim kendime önceden vermiş olduğum ilk ve son yeminimdi.
" Kolyeyi alacağını düşündün değil mi bu gece? Ama ben bu gece için ne güzel planlar yaptım biliyor musun? " dediğim sırada benden duydukları afallamasını sağladı ve gözleri irice açıldı. Nefes alışları o an hızlandı.
"Bak mesela şu an seni kıskıvrak sarmalayarak, seni hareketsiz bırakan şey Ruh Sarmaşığı." dedim ona olduğu durumu anlaması için.
"Her şeyi adım adım görüp yaşayacaksın nasılsa. Ben ipucu vererek olayın heyecanını bozmayayım değil mi?" dedim ve yanağında olan tırnağımı çekip yavaşça ondan uzaklaşıp arkama dönüp ilerlemeye devam edeceğim anda onun sesini duydum.
"Demek öğrenmişsin gerçekleri. Nasıldı? Çok canın yandı mı? " diye alaycı bir tonda konuştuğunda arkamı dönüp ona hemen baktım. O an nefret bir varlık olsaydı onun boğazına sarılıp onu boğazlardı.
"Evet yaktı hemde çok. Nasıl bir şey olduğunu bilmeyeceksin hiçbir zaman. Çünkü sen hiç sevdiğini kaybetmedin. Esila bunun benzerini sen yaşayacaksın. Ama kimse için değil kendin için o acıyı yaşayacaksın!" dedim sesimdeki acıyı saklarken. Buradan beni vurup açık arayacak ve savunmasız kalacağımı düşünmüştü. Hata yapmamı bekliyor ama ben zaten o üç gece içerisinde bugünü defalarca kez zihnimde kurup durdum.
" Sana bir şey söyleyeceğim iznin var mı? "dedim keyifli bir halde konuşurken. Esila sadece sustu çünkü ani ruh değişimim onun kaşlarını çatmasına sebep oldu. Birkaç adım ona bakarken geriye doğru attım.
" Yapacaklarımın sınırı olmadı onu kısıtlayan bendim Esila. Şimdi o kısıtlamayı kaldırıyor ve seni sınırsız yapacaklarımın dünyasıyla karşı karşıya bırakıyorum." diyince ne yapacağımı bilmediği için o an olduğu yerinde kıpırdamaya hatta ona sımsıkı tutunmuş olan sarmaşıktan tekrar tekrar kurtulmaya çalıştı ama başaramadı.
" Esila —"dedim lafımı keserken, o an gözlerimi ona dikerek yaşadığı güçsüzlüğü mağlubiyeti izledim ve bunu zihnime kazıdım.
" Kara Orman'ın sessizliği senin çığlıklarınla son bulacak. Bu geceyi sen de dahil herkes için unutulmaz hale getireceğim. " dedim sesimdeki tehlikeli tınıyla, o an zihnimden ölüm senaryoları gelip geçti.
O an tüm ormanın sessizliği içerisinde zihnimde bin bir fısıltı ölümü arzuluyor, kan akıtılmasını istiyordum. Yaşadıklarım zihnimin en ücra köşelerinden yavaşça açığa çıktı. Kolyenin gücü yavaşça bedenime akın etmeye başladı. Sanki yüksek voltajlı elektriği vücudum kendisine çeker gibi kolyenin tüm güçlerini kendine çekip hapsediyordu. O an etrafımda bir ışık huzmesi yayılmaya başladı. Sanki o an ben güneştim ve tüm karanlığı o an ben aydınlatıyordum. Kata orman pasparlak bir ışıkla aydınlanırken, bakışlarımı olduğu yerde bana bakan ve artık gerçek anlamda korkamaya başlayan Esila 'ya çevrildi.
O harelerde kendimi görüyordum. Yavaşça olduğum yerden yukarı doğru yükselmeye başladım. Benimle birlikte Esila' da olduğu yerden yavaşça yukarı doğru yükseldi. İkimizde yukarı doğru yükselirken 3 .planı devreye soktum. Acımak yoktu. Ölüm korkutmuyordu.
Kim derdi ki aylar öncesinde okuduğun bir büyü şu an senin amacına ulaşman için yardımcı olacak. Karanlık Sırlar kitabında yasaklı bir büyüyü bugün bu gece bu Kara Orman'da faaliyete sokacaktım. Ve Esila yaptıklarının bedelini misliyle ödeyecekti.
"Ne yapıyorsun? Durdur her ne yapıyorsan şu an !" dedi Eslia olduğu yerden aşağı doğru bakarken. Sesindeki korku sözleriyle bana emir verirken gözler önündeydi.
"Sana her defasında neler demiştim bu konu hakkında hatırlıyor musun? Yoksa ben hatırlatayım mı sana o sözlerimi ve cümlelerimi ? Çünkü defalarca kez söylemiştim ve sen anlamamak için uğraşıp durmuştun!
" Bir keresinde şöyle demiştim ;' Peki... Öğrendiğim gün sana yapabileceğim şeyi hiç düşünmüyor musun? Eğer öğreneceğim şey bana çok büyük bir acı verecekse işte o an o acımla ne yapacağımı inan kestirmezsin. Bence gardını al çünkü saldırı sırası bende ve ben küçük oynamam bunu bil Esila! Direk saldırıya geçer ve ruhuna oynarım. Ve emin ol ki bir taraf büyük bir yara alır. Ben kaçınmam. Yara alacağımı bile bile acıya yürürüm. Yok eden olurum. Yok olmaktan da asla tereddüt etmem. Çünkü kazanacağım şey kaybedeceğime değmiş olur. Canını yakarken canımdan vazgeçmek zor olmaz. Ölümün için ölüme gözümü dahi kırpmadan adım atarım. 'demiştim hatırladın mı?
"Peki şunu hatırladın mı? " yani kolye bende kalacak çünkü ait olduğu yer benim yanım ve Esila ben paylaşmayı sevemediğim gibi kaybetmeyi de pek sevmiyorum maalesef. Yani o hayali dünyandan çabuk sıyrıl!"
" Başka bir cümlemi de eklemek isterim. ' Ah biliyor musun ben senin yaptığını yapmam. Neden mi? Defalarca kez sonsuz acısı olamayacak ve hissedilmesi kısa bir acıyla sonlanacak olan acıyla seni cezalandırmak bana göre değil. Ben bir kere yapacağım ama yaptığım o şey binlerce acıya eş değer olacak ve sonsuza dek hissedeceksin. O zamana kadar sen devam et, sıra bana gelince sen istesen de bir şey yapamayacaksın. '
Ve bir başka cümlem daha.... ' Ne tesadüf ki bende senin onca gereksiz uğraşlarının boşa gittiğini fark edeceğin günü görmek istiyorum. Benzer isteklerimiz var ama ne yazık ki benim ki gerçek olacak senin için bunu diyemeyeceğim. Üzüldüm desem yalan söylemiş olurum. Bilakis o gün benim en mutlu günüm olacak. ' demiştim anımsadın mı? "
"Şimdi hatırladın mı o eski günlerimizi? Sana ne demiştim ve ne oldu şimdi gör bak!" dedim ve olduğum yerde kolyenin tüm güçlerine hükmederek , gözlerimi usulca kapatarak tüm güçlerimi parmak uçlarıma doğru topladım. İki elimi yavaşça birbirinin hizasında tutarak, öldürücü darbe için güç topu oluşturmaya başladım. Güç topu yavaşça büyümeye başlarken, gözlerim usulca kapandı.
Esila o anlarda bağırarak buna bir son vermemi istiyordu. Hatta bir ara 'Kendini mi öldüreceksin lanet olası!' diye bağırdı anda onu kaale almayıp işime devam ettim..
Sonunda güç topunu oluşturduktan sonra bir saniye bile düşünmedim ve o güç topunu Esila 'ya hızla savurdum. Top saniyeler içerisinde Eslia' ya doğru hızla giderken yüksek sesle konuştum.
"Elveda cehennemin kapıları açık seni bekliyor." demiş ve içimden şunları eklemiştim. 'Ve tabi beni de..."
Dedikten hemen sonra yüksek sesli bir patlama etkisi oldu ve Kara Orman birkaç saniye gündüz ışığı altında aydınlanır gibi aydınlandı. Güç topu Esila' ya çarptıktan sonra olduğum yerden sertçe arkaya doğru savruldum.
Yaşadığım herhangi bir acıyı asla hissetmedim. Tek temennim ise ben ve Esila dışında kimsenin zarar görmeyişi. Gözlerimi yoğun ışığı olduğu anda kapatmadan önce tam ileride, Eslia'ın çarptığı kayanın hemen altında gördüğüm o küçücük parıltıya dikkatim kaydı. Bu başka bir şeye aitti. Benim yapmış olduğum güç topunun yarattığı ışık ve ya yansıma değildi.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Gözlerimi araladığımda yoğun bir ağrı hissettim tam kaburgalarımda. Sertçe yere düşmüş olmalıydım. Bu da kaburga ağrılarımın sebebiydi. Olduğum yerden kalkarken bakışlarımı karşımda olan kayaya çevirdiğimde orada Esila 'yı göremedim. Ölmüş müydü acaba? Yavaşça direklerimden destek alarak, boylu boyunca uzandığım yerden doğruldum.
Ayağa kalkabildiğim esnada kulaklarıma sesler ulaşıp durdu. Kara Orman' ın dışından birileri bana sesleniyordu. Ah şimdi hatırladım! En son patlama gerçekleşmeden önce kulenin içerisinde yaptığım kalkanı ve onların güçlerini kullanmalarına engel olacak büyüyü bozmuştum. Şimdi bunca sese ve olaya anında buraya gelmiş olmalılar.
Victoria ve diğerleri ismimi zikrediyordu. Olduğum yerden harekete geçerek Kara Orman'ın çıkışına doğru ilerledim.
Birkaç dakika sonra ormanın sınırlarına ulaşınca karşımda olan kalabalığı gördüm. Ah kaburgamın ağrısı yüzünden doğru düzgün yürüyemiyorum bile! Yavaşça ilerlerken sonunda Kara Orman'ın dışına çıktığım anda biraz geride olan Victoria bana doğru koşarak geldi ve kollarıyla hemen bana sarıldı.
"Çok korktum —dedi sesinin titrediğini o an fark edince içim burkuldu." Hele o patlama sesini duyduktan sonra sana bir şey oldu sandım. "diyen Victoria 'ya cevap vermeden yavaşça kendimi geriye doğru çektim. Çünkü çok sıkı sarılıyordu ve bu ağrının şiddetlenmesini sağlıyordu.
" İyiyim bir şeyim yok. "diye umursamaz bir sesle konuşunca tam Victoria konuşacakken, Süreyya hanım bir adım atarak karşıma geçti.
" Emira ne yaptın sen? "dedi azarlayan bir sesle. Ama ne kadar saklamaya çalışırsa çalışsın sesindeki endişe yerli yerindeydi." Neden kalkanı kırdın Emira? Ne yapıyorsun sen? Amacın ne? Neden bunları yaptın çabuk söyle? "diye peş peşe sorularını sorduğunda o an kulak zarımın ağrıdığını hissettim. Hâlâ patlamanın etkisi üzerimdeki varlığını koruyordu. Yüzümün kasılmasına izin vermeden Süreyya hanıma umursamaz bakışlarımı diktim.
" Kırdım ve yeni bir kalkan oluşturdum. Buna yetkim yok mu? Var değil mi? Moritanya' ın prensesi değil miyim buna yetkim fazlasıyla var. Her şeye var ama siz engel oluyorsunuz! Ben sizin kuklanız değilim ve hiçbir zamanda olmadım! Beni daha fazla kandırmanıza izin vermeyeceğim. Tüm gerçekleri öğrendim. Kendi başıma. Ve onu yok ettim. Ya da kalıcı hasarlar bıraktım onda. " dediğim sırada anında bir adım öne çıktı Turul bey.
" Bunu tek başına nasıl yaparsın! Bizi o yemekhanede kapana kıstırıp buraya gelerek neyi amaçladın? "diye sert bir dille beni azarlayan Turul beye sakince bakarken sözlerine karşılık verdim.
" Bunu tek başıma çok rahat bir şekilde yaptım. Amacım sizleri korumaktı. Görüyorum ki gayet iyisiniz. "diye son cümlemi alaylı bir şekilde dile getirince, Turul bey küpelere bindi olduğu yerde.
" Ne yaptığının farkında mısın? "diyince Süreyya hanım, hemen ona döndü bakışlarım. Yavaşça olduğum yerde hareket etmeden önce gözlerimi ona dikerek sorusunu yanıtladım.
" Evet dedim fazlasıyla farkındayım. Şu an ne yapıyorsam her şeyin farkındayım. Sonucunun getireceği veya doğuracağı her şeyi biliyor, tahmin ediyorum. Yani benim için endişe etmeyin. Ben gayet iyiyim gördüğünüz üzere." dedim ve Süreyya hanımın yanından çekip giderken arkamdan birilerinin geldiğini fark ettim. Ama şu an kimseyle konuşacak halim yoktu. Biraz dinlenmek istiyorum.
Ölmeyi beklerken yine hayatta olmamı da anlamıyorum!
─⊹⊱☆⊰⊹─
Ben kuleye doğru ilerlerken Victoria ve diğerleri sessizce beni arkamdan takip ediyordu. Kulenin arka tarafından içeriye girdiğim anda koridorun kalabalıklığı dikkatimi çekti. Ben koridordan içeri girer girmez, birden koridorda onlar sesini kısıp benim koridorda ilerlememi izlediler. Çoğu şaşkınlıkla hâlâ hayatta kalmama şaşırıyor, bazıları kendi aralarında fısıldaşıyordu.
Ama hepsini duyuyordum.
" Kadın lanetli dememiş miydim!" diyen olmuştu yanında geçip gittiğim birileri bunu söylerken. Bir diğeri başka bir şey söylemişti.
"Kendi lanetini etrafında olanlara bulaştırıyor." demişti bir diğeri.
"Nasıl ölmemiş o patlama içinde?"
"Savaşta çıkmış gibi."
Ah işte bu son cümleyi söyleyen doğru noktaya bastı. Üstüm başım toz toprak içerisindeydi. Patlama o anda ben ve Esila arasında büyük bir çukurun oluşmasını sağlamıştı. Ve o çukurun içerisinde de bu halde olmamı.
Sonunda önümde duran koridordan kendi odama geçeceğim anda tam merdivenlerden aşağı inen kişi dikkatimi çekti.
Serra ve Ahrar.
Basamaklardan inerken birden beni görmeleriyle oldukları yerde durmuş ve bana şaşkınlıkla bakışlardı.
Ahrar 'ın geldiğini sanırken , onu burada bulmuştum. Yaşadıklarıma bu kadar kayıtsız kalışını fark edince bakışlarımda bir hayal kırıklığı oluştu. Ona bu hayal kırıklığı içerisinde bakarken, hızla onların önünde geçip odama doğru ilerlemiştim.
Lacivert harelerde hiçbir duyguyu görmemem beni o ormanda yaşadığım şeylerden daha çok yaralamış,daha çok acı vermişti. Odama geçince kapıyı arkamdan sertçe kapatıp hemen banyoya girdim. Biliyorum ki Varisler ve Dennis bana mahremiyet sağlayacaktı. Ama Victoria değil.
Ben yıkanmak için banyoya geçince onun kapıyı açıp odama girdiğini anladım.
Dakikalar sonra duşumu almış ve üzerimi giyinmiş bir halde yatak odama geçince Victoria 'yı yatağımın önünde otururken gördüm. Tembel adımlarla yatağıma doğru ilerledim. Duştan sonra üzerime bir siyah elbise giymiş, saçlarımı bile kurutmadan odama geçmiştim. Victoria geldiğimi görünce olduğu yerden kalkıp bana doğru ilerledi.
Birkaç adımda karşıma geçince beni baştan aşağıya inceledi. Herhangi bir sorun olup olmadığını anlamak için.
"İyiyim gerçekten."dediğimde içini rahatlatmak için, peki anlamında başını salladı.
" Çok korktum biliyor musun? Öyle çekip gittin ve ben bir şey bile yapamadım. Şu lanet kolyenin oluşturduğu kalkan ve o güçlerimiz devre dışı bırakan büyü yüzünden. "dedi. O an o anların izlerini harelerinde görürken, ne kadar endişelendiğini gördüm ama yapacağım en iyi şey onları uzak tutmaktı. Sesindeki kırıklığı göremezden gelemedim ve ona sarıldım aniden.
" Sadece tek başıma hesaplaşmak istediğim için bunları yaptım. Biliyordum çünkü beni yalnız bırakmayacağını. Ama bal görüyorsun iyiyim." dedim ve başımı geriye çekip gözlerine bakarken. Ağlamıştı. Ve gözleri kıpkırmızıydı. Sesindeki o titreme kısa süre önce ağlamayı bıraktığını gösteriyordu.
" Bir şey olduğunu sandım ve o an öldüm Emira. "dediğinde sesindeki dehşetle. Varlığımı hissetmesi için kollarımı sırtından çekmedim.
" İyiyim ve buradayım. "diyince evet dedi usulca.
" Sana olanları anlatacağım. Ama şimdi değil. Yorgunum ve uyumak istiyorum. 4 gündür hiç uyumadım biliyor musun. "diyince anlayışla dediklerimi kabul edip tam odadan çıkmak için harekete geçeceği anda, odaya paldır küldür giren Süreyya hanımı görünce olduğu yerde durdu.
Süreyya hanım kapıyı sertçe açarak içeriye girdi ve ateş saçan bakışlarını bana çevirdi.
" Öyle arkanı dönüp girmezsin Emira! Hiçbir şey olmamış gibi hele hiç davranamazsın!" dediğinde daha da kızışan öfkesini görmezden gelerek sakince konuştum.
"Esila karşınızda olsaydı ona ne yapardınız?" dedim sakin bir şekilde bu soruyu sorup cevap vermesini beklerken. Sakin kalıp soru sormamı değilde ona diklenmemi beklediği için hafif bir şaşkınlık yaşadı.
"Yıllardır istediğim şeyi." diyince katı bir sesle ona gülümsedim. Neden güldüğümü sorgularken anında cevap verdim.
"Peki ben bunu yapıyorum diye neden azar işitiyorum!" diye aksi bir sesle konuştum. "O Karanlık Ruhlar mezarlığında olan çocuk kim biliyor musunuz?" diyince o an bakışları titredi. Ve yavaşça bir aydınlanma yaşadı.
"Evet kardeşim. Ve bunu yaptığım için pişman değilim. Ve kimseden özür filan dilemeyi düşünmüyorum. Kimseye zarar gelmedi! Kimseye! Herkesi korudum. Bunun için daha fazla sorgulanmak istemiyorum. Yorgunum ve uyumak istiyorum. İzninizle tabii." dedim ve arkamı Süreyya hanıma dönüp tam yatağıma doğru geçeceğim sırada tekrar konuştuğunu duydum.
"Sen bu kalenin prensesisin! Kafana eseni yapamazsın! Bize haber vermeliydin yaptığın planlardan dolayı !" dedi hiç anlayış göstermeden Süreyya hanım. Anında öfkeyle ona doğru döndüm.
"Hayır ben ne insanlığımla nede bu düşüncelerimle bu kalenin bir yöneticisi(temsilcisi) olamam. Ve size haber versem ne olacaktı! Beni durduracağınızı mı sanıyorsunuz? Zannetmiyorum. "dedim sözlerimdeki gerçeklerle. Çünkü ben bu yolda çoktan gözlerimi karartmış, ona göre her şeyi düşünmüştüm.
" Sana yardımcı olurdum. Kimse olmasa bile. Çünkü seni en iyi burada anlayacak kişi bendim. "dediğimde ona tim ifademi silerek baktım.
" Anladığınızı söylüyorsunuz ama yine de size haber vermemi istiyorsunuz. Teke tek hesaplaştım onunla. Ve onu bir anda kıskıvrak etkisiz hale getirdim. Siz yanımda olsaydınız ya da bilseydiniz buna engel olurdunuz. Neden mi? Çünkü Ruh sarmaşığıyla onu etkisiz hale getirdim. Ve Karanlık Sırlar kitabında olan yasaklı büyüyü kullandım. "dediğimde gözlerinde bilindik ifadeyi gördüm." Evet Lorinas büyüsü. Tehlikeli olduğunu bildiğiniz için bunu yapmamı engellediniz. Siz ve diğer herkes ama bunu göze alamazdım. Bir kere bu yola çıktım ve canım pahasına bu yoldan dönmemek için uğraştım. "dedim hiçbir detayı atlatmadan.
Victoria 'nın, Emira diyişini duydum ama devam edemedi. Ona bakmadan konuştum.
" Şimdi beni yalnız bırakın uyumak istiyorum. "dedim keskin bir sesle ve yatağıma doğru ilerledim. İkisi bir müddet olduğu yerde dikildi ama sonra odamı terk ettiler.
Beni o zifiri karanlıkta tek bırakarak...
|
0% |