@kumsallardagezen12
|
『 Kanayan ruhun ıstırabı... 』 Silemediğim ne çok şey var hayatımda. Acılarım... Hayal kırıklıklarım... Üzüntülerim... Kalın bir defteri dolduran bu duygularımdan istemediklerimi silgimle silemedim. Kazınıp kaldılar hayat kitabımda. Ama geri dönüş yapıp baktığımda onlara en büyük darbelerin onlardan biri olduğunu anlıyorum. Sadece unutmayı seçersem bu yarınımda var olmaz ona bir gölge olmayacağı için hata yapmaktan korkmayacağım. Gölgeleri hayatımdan uzaklaştırmayı amaç bildim. Ve bu amaç fazlasıyla meşakkatliydi. Hayatımda yeri olmayan çok şey var. Ama bunlar benim iznim dahilinde olmadan hayatıma sızıp etrafımı kuşatıyor.. Ve ben sadece seyircisi oluyorum bu kuşatmanın. Korku etrafımı sarmışken ben sessiz kalarak hala ne yapmam gerekiyor onu düşünüyordum. Süreyya hanım konuşmasından sonra sessiz kalmıştı ben ise hala kararsızdım. Eninde sonunda zaten kapıyı açmasam zorla kapıyı açacağını düşünüyordum. Bazı şeyler zamanı beklerdi. Ben ise açmasam ya da açsam ne kaybederdim ki. Kapının kilidini açıp yavaşça açtım. Bedenimi kapıdan bir adım uzaklaştırdım. İlk bakış açıma Mera girmişti. Süreyya hanım onun bir adım gerisinde duruyordu. Ve Süreyya hanımın birkaç adım uzağındaki iki asker. Kapı tamamen açılmış ve hepsini net bir şekilde görebiliyordum. Kapıdan dışarı çıkıp Mera 'nın karşısında yerimi aldım. Üzgündü. İstemeye istemeye benim burada olduğumu söylediğini biliyordum. Ona kırgın değildim. Çünkü bana ihanet ettiğini düşünmüyordum. Bakışlarımı ona çevirdim ve dudaklarımı aralayıp konuştum. “Sorun yok üzme kendini.” dedim kısık sesle sadece onun duyabileceği ses tonuyla. Mera ‘nın yanından geçip Süreyya hanımın karşısında yerimi aldıktan sonra düşüncelerimi dile getirdim. “Şimdi ne olacak bunu öğrenebilir miyim Süreyya hanım ?” dedim kollarımı göğsümün önünde bağlayarak. Ellerini kollarıma yerleştirip konuştu. “Her şeyi anlatacağım anlatacaksın. Ve cevapsız kalan sorular cevaplanacak. Öncelikle kuleye geri dönelim. Odamda sen ve ben her şeyi konuşarak çözüme kavuşturacağız Emira.” dedikten sonra elleriyle yürümem için işaret verdi. Ona uyarak bedenimi komutlandırdım. Önümüzde duran askerler bize yol verip önümüzden çekildiler. Süreyya hanımla kuleye doğru yürürken arkamızdan sadece askerler tek geliyordu. Yürümeyi bıraktım ve başımı arkaya çevirdim ve Mera ‘ya baktım. Mera evinin önünde bize bakıyordu. Başımı önüme çevirerek yürümeye devam ettim. Süreyya hanım da bana eşlik etti. Bakalım ne olacaktı. Her basmak çıkışımda yaşadığım gerginlik ve korku beni soğuk soğuk terletiyordu. Avuçlarım şimdiden buz kesmişti. Sonunda merdivenleri çıkmayı bitirmiş ve çıktığımız onca kapı bulunan koridorda yürümeye devam ettik. Süreyya hanım benden birkaç adım öndeydi. Aniden sağa dönerek önünde durduğu kapıyı açtı. Kapıyı açıp bana doğru döndü. Ellerini omuzlarıma koyup geçmem için işaret verdi. Kapıdan içeriye doğru adımladım. Kocaman geniş ferah bir odaya girmiştim. Oda iki renge sahipti. Beyaz ve gri. Bu iki renkle oda dizayn edilmişti. Solumda kocaman bir yatak vardı karşımda ise geniş bir pencere pencerenin altında bir şömine ve şöminenin önünde iki sandalye vardı. Sağ tarafımda ise rafların üzerinde duran birçok kitap vardı. İncelememi bitirip arkamı dönüp Süreyya hanım ‘a baktım. Sessizce bana bakıyordu. Aniden adım atarak beni karşımızda duran sandalyelere doğru yönlendirdi. Sandalyeye doğru ilerledim ve oturdum. Süreyya hanım da karşımda duran sandalyeye oturdu. İşte şimdi her şeyi anlatma zamanıydı. ⚓⚓ Karşımda duran Süreyya hanıma kısa bir bakış atıp derin bir nefes aldıktan sonra dudaklarımı aralayıp konuştum. “Buraya ait değilim. Sizde anlamış olmalısınız. Nasıl desem burası benim dünyama göre fazla geçmiş . Çünkü etrafa baktığımda hepsi tarihi çağda olan şeyler. Giysiler, insanlar , evler,eşyalar...vb. Anlayacağınız ben hala yaşadığım şeyleri idrak edemiyorum.” diyip sustum. Anlatırken bile söylediklerime inanamıyordum. Bakışlarımı Süreyya hanımdan çekip ellerime sabitledim. “Kolyeyi bana ait olan bir dağ evinde buldum. Kapının önünde duruyordu. Alıp inceledim. Ve olanlar oldu. Etrafımda garip şeyler oluyordu ve ben ne yapmalıydım bilmiyorum. Sonra evin içerisine girdim zaman geçti ve biriyle karşılaştım. Bir ruh gibi diyebilirim. Kolyeyi boynuma takmamı istedi. İlk başta kabul etmedim ama etrafımda gerçekleşen bir olay sonucu takmak zorunda kaldım. Ve sonra kendimi burada buldum.” diyerek sözlerimi tamamladım. Ben susarken bu sefer konuşsan kişi Süreyya hanım ʼdı. “ Karşına çıkan kişi kolyenin koruyucusu Olan Eva. Sana kısa ama eksiksiz olarak şöyle anlatmalıyım. Kolyenin ilk sahibi kolyeyi kötü amaç için kullandığı için büyük bir lanetle lanetledi. Ve kolye tam olarak 100 yıldır sahibini bulana kadar kendini gizledi. Seni bulunca da ortaya çıktı. Yani sen onu hak eden kişisin. Bu yüzden kolyeyi boynundan çıkarma o şuan seninle bir bağ kurdu ve senin ruhun ona güç oluyor birde burası. Kendi dünyanda kolye fazla güçlü olamaz çünkü kolye gücünü bir bu bağlı olduğu topraklardan birde senden alıyor İlk sahibinden kolye alındıktan sonra kolye bu topraklar içerisinde 100 yıl boyunca gizlendi ki gücünden bir şey kaybetmemek için. Yani buradan fazla uzakta olman kolyenin gücünü söndürür. Dersen ki kolyeyi burada kalırsa ne olur bensiz? Kolye ile arandaki bağ zayıflar. Ve bu hiç iyi olmaz. Yani şöyle burda da bir müddet kalmak durumdasın kolye gücünü muhafaza edebilsin diye .” dedikten sonra ellerini ellerimin üzerine koydu. Ve sözlerine şöyle devam etti.“ Burada kalmak istemiyor olabilirsin ama şöyle düşün burası senin için bir kaçamak yerin olabilir. Burada faklı şeyler öğreneceksin. Eğitim alacaksın mesela. Kendi topraklarına asla dönemezsin demiyorum. İstediğin an kendi topraklarına dönersin. Sadece buraya da tam olarak 3 ay kalacak şekilde gelip gitmelisin. Ve şunu da eklemek isterim. Ben Moritanya kraliçesiyim sende prensesi yani benden sonra kraliçelik unvanı senin olacak bunu bilmeni isterim .”dedi. Söylediklerini bir müddet düşündüm. Kolyeyle olan bağımı. Burada kalmazsam kolyenin gücünü yitireceğini. Burada almam gereken eğitimi vs. Ama aklıma takılan tek şey ülkeme nasıl geri döneceğim olmuştu. “ Bakın Süreyya hanım anlattıklarınızı dinledim ve söylediklerinizden tek kavrayamadığım şey nasıl kendi ülkeme döneceğim. Bunu nasıl yapacağım ki? Çünkü ailem, arkadaşlarım, herkes şimdiden yokluğumu fark etmiştirler.” diyip ellerimi tutan ellerinden ellerimi çektim. Bu hareketim karşısında içten bir tebessüm ederek konuştu.” O senin yapabileceğin bir şey. Kolyene fısılda ve anında ülkende olabilirsin. Sanırım kütüphanede de bu şekilde çıkabilmiştin yanılmıyorsam. “ diye sordu ve sonra anında o anı hatırladım. Evet kolyeye fısıldadığımda kütüphaneden başka bir odaya gitmiştim. “Evet doğru bu şekilde oradan çıkabildim.” diyip sustum. Ardından Süreyya hanım konuştu. “Sözlerinden anladığım burada kalacağın mı? Eğitim alıp buranın prensesi olmayı kabul ediyorsun değil mi?” diye sordu. Gözlerimi mavi harelerinden çekip yüzünü incelemeye başladım. Yaşı kaçtı bilmiyorum ama muhteşem bir güzelliğe sahipti. Samimiyetine inanıyordum ya da inanmaktan başka çarem yoktu. Ama ne prenseslikte ne de kraliçelikte gözüm vardı. Sadece bana sunulan bu kolyeyi hak etmek istiyordum . Gözlerimi yüzünden çekip ellerime sabitledim. “Prenses ve kraliçelikle pek ilgilenmiyorum ama şu eğitim kısmı dikkatimi çekti . Bu arada hala alışmış değilim yaşadıklarıma. Buna kolye de dahil. Onu hala kabullenmiş de değilim. Çünkü şunu biliyorum ki güç arkasından büyük sorunlar da getirir ve ben bu sorunlara dayanabilecek miyim bilmiyorum. Pes etmek lügatimde yoktur ama bu konuda pes edeceksem beni zorlamayacaksınız. Kolyeyi boynumdan çıkartır ve kendi ülkeme dönerim. Buna karşı gelemezsiniz. Artık kolye 100 yıl sonra 3.sahibini bulmayı bekler.” diyip sandalyeye sırtımı yaslayıp Süreyya Hanım’ın diyeceklerini duymayı bekledim. “ Seni hiçbir şey için zorlamak istemiyorum sadece dene Emira. Rica ederim lütfen hemen pes etme ve her şey güzel olana kadar mücadele et.” dedi ve sözlerine şöyle devam etti. “Şimdi seni fazla yormak istemiyorum biraz yat dinlen odana yiyecek ve içecek bir şeyler gelecek sonra güzel bir uyku çek ve yarın yeni bir gün yarın bu olayı tekrar konuşuruz.” dedi ve sandalyeden doğruldu. Kapıya doğru yürüdü yavaşça. Bende hemen onu takip edip ardından ilerledim. Kapıyı açıp dışarı çıkmamı bekledi. “Odanı zaten biliyorsun. Eğer sana eşlik etmemi istersen ederim.” dedi ve benden bir yanıt bekledi. Bakışlarımı kapıya sabitledim. Tek başıma gidebilirim ve bu sayede iyice düşünme fırsatı bulurdum. Başımı gerek yok dercesine salladım iki yana. Bu hareketim sonrasında sadece şunu söyledi. “ İyi geceler o zaman sana. Dikkatli ol.” dedi. Kapıdan dışarı çıkıp yürürken arkamdan hala bana bakıyordu. Adımlarımı hızlandırıp merdivenlere doğru ilerlemeye başladım. Merdivenlerin olduğu yere gelince hızla basamakları inmeye başladım. Koridordan sola sapıp odaya doğru ilerlemeye devam ettim. Yorgundum ve aç, yemek yemeye gerçekten ihtiyacım vardı. Odamın kapısının önünde durduktan sonra anında arkamdan gelen adımlarla bedenimi arkaya çevirdim . Biraz ileride bana doğru gelen biri vardı. Elimde tepsiye bana doğru geliyordu. Süreyya hanımın kısa sürede yiyecekleri hazırlattırmasını beklemiyordum. Karşımdaki kadın elinde tuttuğu tepsiyi bana verip önümde eğildi. Bu hareketi karşısında kısa bir şaşkınlık geçirdim ama kısa sürede toparlanıp konuştum. “İsmin ne öğrenebilir miyim acaba?” dedim ve konuşmasını bekledim. Kadın 50 yaşlarındaydı görünüş olarak gerçek yaşına değinmek bile istemiyordum. Bakışlarımı ona sabitlerken benimle hiç göz teması dahi kurmuyordu. Bunun nedenini merak etmiştim. Hatta başı bile eğik şekilde duruyordu. Birkaç dakikanın ardından hemen kısık sesle konuşmaya başladı. “İsmim Sümbül hanım efendi. Süreyya hanımın en sadık hizmetkarıyım.” dedi ve sustu. Buradaki kişiler fazla itaatkardı. Derin bir nefes alıp konuştum. “Bak Sümbül hanım benim önümde lütfen bir daha eğilme. Hanım demende bir sakınca yok burada sanırım efendi, hanım gibi hitaplar fazlasıyla kullanılıyor buna bir şey diyemem ama bira daha benim önümde eğilme. Benden yaşça büyük birsin ve bu tür şeyler pek hoş karşılaşmam. Buna dikkat etmeni isterim. Şimdi bu yiyecekler için teşekkür ederim. Şimdi artık odaya girip dinlenmek istiyorum. İyi geceler size.” dedikten sonra elinde tepsiyi alıp önüme dönüp tepsiyi tek elimle tutup kapıyı sağ elimle açıp odaya girdim. Odaya girdiğimde elimdeki tepsiyle şöminenin olduğu tarafa gittim. Şöminenin önünde olan sandalyeye oturup tepside olan yemekleri yemeye başladım. Birkaç dakikanın ardından yemeği yemeyi bitirmiş tepsiyi önümdeki küçük masaya bırakıp yatağa doğru ilerledim. Ayağımda duran ayakkabıyı çıkartıp yatağa girip yastığa başımı koyup gözlerimi kapadım. Düşünmeyi erteledim aynı bazı şeyleri ertelediğim gibi. Hiçbir şey kesinleşmemişti ve ben bunlarla nasıl başa çıkacaktım bilemiyordum. Bazen bazı şeyleri akışına bırakmak düzeltmeye çalışmaktan daha kolaydır. Zorluklarla başa çıkmak insanı zora sokar... Bende tam da bu haldeydim. ⚓⚓ Etrafta yankılanan sesle olduğum yerden kalkıp o sesin nerden geldiğini bulmaya çalıştım. Ama etrafımda sadece ağaçlar vardı. Bir adım attığımda ses benden uzaklaşıyordu. Gözlerimi etrafta gezdirdiğimde karşımda küçük bir ışık huzmesi gördüm anında ona doğru koşmaya başladım. Ben koştukça oda bana doğru geliyordu. Ona tam yaklaşıp ellerimin arasına alacağım an arkamdan duyduğum sesle olduğum yerde duruverdim. Arkama dönmeye çalıştım ama bunu başaramadım. Bana engel olan bir şey vardı. “Cehennemine hoş geldin Emira. Sana acıların en büyüğünü yaşatacağım. Neden mi benim olana göz koyduğun için. Seni ateşler içerisinde kavuracağım ama kül olmayacaksın. Yanacaksın ama alevler seni yok etmeyecek. Yanlış yaptın ve bu yanlışın affı yok. Yakında tekrar görüşmek üzere Emira.” dedikten sonra arkamdaki varlığı yok olduğu arkama dönüp baktığımda kimseyi göremedim. Tam bir adım atacakken yer sarsıldı ve yer parçalanmaya başladı. Her toprak parçası içe doğru dökülürken gördüklerimle şoka girmiştim. Toprağın altında lavlar vardı ve bu lavların içerisinde birçok insan. Korka korka geriye gidecekken korkudan ayağım kaydı ve lavın içerisine düşecekken olduğum yerden sıçrayarak uyandım. Uyandığımda gün daha doğmamıştı. Ellerimi saçlarımın içinden geçirip omzumun gerisine doğru bıraktım. Üzerimde duran pikeyi kaldırıp ayaklarımı yataktan aşağıya bırakıp oturduğum yataktan doğrulup pencereye doğru ilerledim. Pencerenin önüne geldikten sonra karşımda duran manzaraya baktım. Biraz uzakta her şeyi siyah olan orman vardı. Bu orman neredeyse kulenin etrafını sarmalamıştı. Ormanın birkaç kilometre önünde Mera ‘nın yaşadığı kasaba vardı. Büyük bir araziye sahipti Moritanya toprakları. Ben dalgınca manzara bakarken odamın kapısı çalındı. Hemen arkama döndüm ve girmesi için izin verdim. Kapı açıldı ve içeriye giren kişi Mera’ ydı. Hemen ona doğru adımladım ve aklımdaki soruyu dile getirdim ama aynı anda konulmuştuk. "Özür dilerim ."dedi “Seni gördüğüme çok sevindim Mera.” dedim . “Bana kızgın olmadığına sevindim Emira. Ama şunu bil ki kötü bir niyetim yoktu. Süreyya Hanım senin buranın seçilmiş prensesi olduğunu söyleyince, o an anladım; Senin şu gelişinle havada olan değişikliğin nedeni olduğunu. Çünkü senden önce hava bize gelişini müjdeledi. Ne kadar sevindim bilemezsin. Her şey senin varlığını bas bas bağırıyordu. İyi ki geldin. Prenses Emira.” dedi ve kollarımdan ayrıldı. Ve sözlerine şöyle devam etti. “Artık sana Emira demem hata olur. Kusura bakma bir daha sana isminle seslenmem.”dedi. Bakışlarımı gözlerine çevirdim bana sevecen dolu gözleriyle bakıyordu . Bunu düşüneceğini biliyordum. Çünkü buradaki herkes asıl kimliğimi öğrense anında bana hanım ya da prenses Emira diye seslenmek zorunda olacaklardı. Derin bir nefes alıp konuştum. “ Şöyle yapalım. Herkesin içinde bana Emira hanım de ama biz bizeysek Emira demende bir sakınca görmüyorum. Ne dersin.” dedim ve yüz ifadesine bakındım. Kararsız bir haldeydi. Ellerimle ellerini tutup bakışlarımı onunla tekrar kesiştirdim. “Hadi uzun uzun düşünecek bir şey değil ki. Alt tarafı bana Emira diyeceksin. Sanki görende benim için canını vermeni istedim. Bu bu kadar sürede düşünülecek bir şey değil.” dedim ve sıcak bir tebessüm yüzümde belirdi. Tebessümüme karşılık oda gülümsedi ve başını salladı. “ Tamam o zaman Emria hanım.” dedi eğlenen bir sesle. Güldüm ve sen iflah olmazsın derecesinde başımı salladım. “ Eee şimdi ne yapacağım peki?” diye soru yönelttim. Anında cevabım gecikmedi. “ Tabii ki Süreyya hanımın senin için programladığı eğitime başlayacaksın bugünden itibaren. Hatta benimde senin yanından hiç ayrılamam gerektiğini söyledi. Ama önce Süreyya hanımın odasına gideceğiz sanırım sana söylemek istedikleri var.” dedi ve bir adım atarak önden gitmem için yol verdi. Derin bir nefes alıp yatağımın dibinde duran ayakkabıları giyecekken beni durdurdu Mera. “ Heyy? Ne yapıyorsun Emira?” diye sordu. Anında arkama dönüp konuştum. “ Ayakkabıları giyeceğim. Yalın ayak mı gezeyim Mera?” diye soru yönelttim. “ Tabi ki yalın ayak gezmeyeceksin giyinme odana git ve oradan bir şeyler giy. İstersen yıkanabilirsin.” dedi ve arkasına dönerek şöminenin önünde duran sandalyeye doğru ilerledi. Ve sandalyeye oturdu. “ Tamam yıkanmak iyi gelecek bana da senden merhem istesem olur mu. Çünkü ayak tabanlarım yara içinde.” dedim ve anında başını sallayıp oturduğu yerden kalkıp kapıya doğru yürüdü. Kapıyı açıp odadan hızla çıkmıştı. Bende hemen giyinme odasına gidip oradan rahat güzel elbise seçmeye çalıştım. Önceden gezdiğim için odadaki her şeye hakimdim. Kendime kıyafet seçtikten sonra giysi odasında bulunan banyoya girdim ama sıcak su bulamamıştım. Arkamdan duyulan sesle hemen arkama dönüp baktım. “Bana bırak ben sıcak suyu halleder seni çağırırım sen o arada kendine dolaptan havlu al gel Emira. ” dedikten sonra hemen arkamdan banyoya girdi ve suyu benim için ısıtmaya başladı. Banyonun içinde kazan ve rafta duran sabunlardan başka bir şey yoktu ha birde otrak vardı kazanın hemen yanında. “Suyu kazanla şöminenin içinde mi kaynatacaksın ona göre bende öğreneyim kendim yaparım bundan sonra Mera.” dedim ve sorumu yanıtlanmasını bekledim Mera tarafından. “Evet ama bunu yapmana gerek yok biz senin için hallederiz.” dedi ve kazanı daha önce göremediğim musluğun önünde doldurmaya başladı. Hayret bu yerde musluktan su gelir miydi ben kuyudan çekeceğini düşünmüştüm. “Aslında benim özel eşyalarımın alınması hatta odama benden başka kimsenin girmesinden pek haz etmiyorum. Yani bundan sonra odamı kendim temizler ve ihtiyaçlarımı kendim hallederim. Giysilerimi de kendi evimde yıkarım malum burada çamaşır makinesi yok. Tabi kendi ülkeme gidebilmeyi becerirsem. Burada çok yenilik yapmam gerekiyor. Ama sorun değil bununda altından kalkarım. Siz bana ben de size yeni şeyler öğreteceğim.” dedim ve banyonun girişinden ayrılıp karşımda duran dolapları karıştırıp içinde havlu aramaya başladım. Sonunda su ısınmış ve duşumu almıştım. Biraz bu konuda sıkıntı çeksemde sonradan alışmış ve rahat bir duştan sonra elbiselerimi giyip odama geçmiştim. Saçlarımı kurutmamıştım. Çünkü saçlarımı kurutmayı şu zaman kadar hiç sevmemiştim. Mera ʼyı omzunu kapıya yaslı halde bulmuştum. Beni görünce hemen duvardan uzaklaşıp yanıma gelmişti. “Saçlarınızı kurutmak için size el havlusu getireyim.” demiş ve tam yanımdan ayrılacağı an kolundan tutup onu durdurmuştum. “Saçlarımı kurutmayı sevmem bırak ıslak kalsın, kendileri kurur birkaç dakikaya zaten.” dedikten sonra başını sallayıp beni onaylamıştı ve sözlerime şöyle devam ettim. “Peki kahvaltı edecek miyim?” diye sormuştum. Hemen yüzünde tebessüm belirtmiş ve başını sallamıştı. “Kahvaltını Süreyya hanımla beraber yiyeceksin Emira” demişti aklıma gelenle merhem getirip getirmediğini sormuştum elinde tuttuğu merhemi elime bırakınca yatağa doğru gidip yatağın üstüne oturmuş merhemi ayak tabanlarıma sürmüştüm. İşim bittikten sonra merhemi komidinin üstüne bırakmıştım. Ve ardından Mera ‘ya doğru ilerlemiştim. Mera kapıyı açıp dışarı çıkmam için elleriyle geçmem için işaret vermişti. Başımı sallayıp bedenimi hareketlendirip kapıdan çıkmıştım. Bakalım bugün beni neler bekliyordu. Zorlu bir süreç beni beklediğine emindim. Kapıdan çıktıktan sonra koridorda ilerlemeye başladık. Sabah saatleri olduğu için şu anlık her yer tenhaydı. Bu benim için daha iyiydi . Çünkü aklımdaki fikirler için kimsenin beni daha tanımaması gerekiyordu. Hızla koridorda ilerleyip merdivenlerin olduğu tarafa doğru ilerlemeye başladık. Merdivenlerin başına geldiğimizde basamakları hızla çıkıp Süreyya hanımın odasına doğru ilerledik. Kapının önüne gelince Mera kapıyı çalıp içeri girmemiz için Süreyya hanımdan komut bekledik. Gir diyince hemen kapıyı Mera açtı ve içeri girmem için bir adım geriye çekildi. Hemen içeri girip karşımızda sandalyede oturan Süreyya hanıma doğru ilerledik. Karşısında yerimi aldıktan sonra yanındaki sandalyeye oturmadan karşısında ayakta durmayı tercih ettim . Söyleyeceği şeyleri merak ediyordum. Süreyya hanım baş hareketiyle Mera ʼnın dışarı çıkmasını istedi. Kafamı arkaya doğru çevirip Mera’ ya baktım anında kapıya ilerledi ve kapıyı açıp odayı terk etti. Odada Süreyya hanımla baş başa kalmıştık. Eliyle yanındaki sandalyeyi gösterdi. Derin bir nefes alıp sandalyeye ilerleyip oturdum. Ben sandalyeye oturunca anında konuşmuştu. “Evet nasılsın düne göre Emira?” diye sorunca anında sorusunu cevapladım. “Karmaşık.” diye yanıtladım sorusunu. Tek kaşını kaldırıp başını iki yana salladı. Ve ellerini birleştirip sırtını sandalyeye yasladı usulca. “Biliyorum zor ama eninde sonunda alışacaksın biliyorum. Çünkü senin için bu şey bilinmezlik ve bilinmezlik insanları ürkütür. Öncelikle bu bilinmezliğe alış sonrası kendisi gelecektir zaten.” dedi ve sözlerine şunu ekledi. “Şimdi öncelikle kahvaltı edelim sonra seninle konuşmak istediklerim var.” diyince kafamı usulca salladım. Ve Süreyya hanım dünkü Sümbül hanıma seslendi. Sümbül hanım içeri girince Süreyya hanımın önünde dizlerini kırpıp hafifçe eğildi. Şu saygı meselesi fazlasıyla önemliydi. “ Sümbül bizim için iki kişilik kahvaltı tepsisi hazırla ve bugün kim beni sorarsa odamda dinlediğimi söyle.” dedi ve Sümbül hanım tekrar saygılarını gösterip odadan ayrıldı. Anında kafamı Süreyya hanıma döndürüp konuştum. “Eğitim sürem bitene kadar kimse beni tanımasın istiyorum . Hatta varlığımı kimse görmesin istiyorum. Çünkü burada kaldığım sürece herkesi tek tek gözlemlemek istiyorum.” dedim ve ne cevap verecek diye onu dinlemeye koyuldum. “Benimde düşüncem bu yönde. Sana anlatmam gereken bir konu da bunla ilgili. Bilmeni isterim ki bu kule seneye tüm ırklara misafirperverlik yapacak. Her yıl bu misafirperverlik farklı farklı krallıklarda ve topraklarda olur. Biz bu sene de başka bir krallıkta olacağız ama seneye bizim krallığımızda gelenek olacağı için o zamana kadar eğitimini tamamlamak zorundasın. Şöyle diyeyim her ırktan bir kesimi yani soylu kişiler gelir ve buradaki öğretmenlerden ders alır. Bu bir gelenek gibi düşün herkesin ortak bir amaçla yaptığı bir gelenek detayları yakında öğreneceksin zaten.” dedi ve sözlerini bitirdi. Anında kapı çalındı ve Sümbül hanım içeri girip arkasında duran iki çalışanla bize doğru ilerlediler. Sanki onların geleceğini bildiği için susmuştu. Derin bir nefes alıp gelenlere baktım. İki çalışan asla kafasını kaldırmadan bize doğru ilerledi. Tam konuşacağım esnada Süreyya hanım beni gözleriyle susturdu. Anında tepkisiz kalıp onların tepsiyi masaya bırakıp gitmelerini izledim. Onlar çıktıktan sonra Süreyya hanım konuştu. “ Sesini dahi duymamalılar. Öncelik senin hayatın. Kendini koruyabilecek duruma gelene kadar biz seni her şeyden koruyacağız ama eğitimin bittikten sonra herkes seni öğrenecek ve sonrası senin elinde olan bir şey olacak. O zamana kadar temkinli olmalıyız.” dedi ve kahvaltı etmeye başladı. Ben ise aklımdaki karmakarışık sorularla baş başa kalmıştım. ⚓⚓ Kahvaltıdan sonra Süreyya hanımla ben odadan çıkmıştık. Nedense koridorda sanki planı bir şekilde hiç kimse yoktu. Belki de Süreyya hanım bunu sağlamışta olabilir de. Süreyya hanımın odasının bulunduğu katta bir odaya girmiştik. Bu odada gözlemlediğim kadarıyla savunma dersleri alacaktım. Duvarlarda savunma için kılıçlar, bıçaklar, kalkan vs birçok adını bilmediğim alet vardı. Ben ve Süreyya hanım odanın tam ortasında beklerken kapı çalınmış ve kapıdan içeriye iki kişi girmişti. Sanırım benim eğitimim için gelen eğitmenlerdi. Karşımıza geldiklerinde Süreyya hanım karşısında saygılarını sunmuşlardı. Süreyya hanım bana dönerek konuştu. “Karşındaki iki öğretmen sana savunma dersleri verecek ama basit savunma dersleri. Gerisini ise savunma dersinde ün salmış Arın hoca seni eğitecek bu eğitim şimdilik alacağın eğitime göre daha zor ama senin başaracağından eminim.” dedi ve beni karşımda duran öğretmenlerle tanıştırdı. " Sağında karşında duran kişi Kartal hoca sana burada olan savunma aletlerini anlatacak ve nasıl kullanacağını öğretecek. Solunda duran hoca ise Ertan hoca sana savunma dersleri verecek hoca. "dedi ve ardında bana dönerken tebessüm edip konuşmasına devam etti. "Ben şimdilik gidiyorum sen eğitimine şimdiden başlayacaksın. İlk gün seni fazla yormayacaklar merak etme. " dedi ve adımlarını kapıya doğru yönlendirdi. Süreyya hanım çıktıktan sonra karşımda duran hocalara kısa bir bakış attım. Umarım güzel bir gün olurdu benim için bugün. " Evet Emira hanım öncelikle size ufak savunma taktiklerini öğretmekten başlayacağım. Her gün günde 3 saat sizin için yeterli olacaktır. Benden sonra ise Kartal hocadan aletlerin ismini nasıl kullanacağını öğreneceksin." dedikten sonra Kartal hoca odadan çıkmıştı selamlarını ilettikten sonra. Ertan hocayla önce ısınma hareketleri yaptık. Daha önceden aldığım savunma derslerinin şimdiden faydasını görmüştüm. İki yıldır düzenli olarak karete, taekwondo , judo ve kuraş, kick boks dersleri almıştım. Ve bunların şimdi alacağım savunma derslerine daha hızlı öğrenebilmemi sağlayacağını biliyordum. Ertan hocayla iki saat boyunca bireysel olarak dövüşmüştük. Öncelikle bana nasıl yumruk atmam gerektiğini göstermişti onun ardından bedenimin alacağı duruşu göstermişti basit tekniklerden başlayarak . Ve yakın dövüşe bu teknikleri öğrendikten sonra başlamıştık. Bire bir sahada bunu göstermişti. Ona göre fazlasıyla çömezdim çünkü bu konuda fazlasıyla yetenekliydi. Attığı sıkı yumruklardan son anda kurtulmuştum. Ya da o buna izin vermişti. Bilemiyordum. Sonunda beni fazla zorlamadan dersi bugünlük bitirmiştik. “Merhaba Emira. Ben Kartal seninle günlük 1 saat boyunca ders yapacağız, buradaki aletlerin ismini ve nasıl kullanman gerektiğini bizzat benden öğreneceksin.” dedi . Ve ardından karşımda duran dolaba doğru ilerledi. Dolabı açıp içinden birkaç tane alet çıkardı. Ardından onları alıp bana doğru ilerledi. Yanımdan geçip arkamda duran masa bıraktı. Bende hemen oraya doğru gittim. “Evet şimdilik ok, hançer ve mızraktan başlayalım.” dedi ve şöyle devam etti. “ İlk olarak hedefi vurmadan ok atmaktan başlayacağız ardından hedefi hançerle ve mızrakla vurmaya başlayacaksın. Düzenli çalışmadan dolayı çabuk öğreneceksin tabi bol bol antrenman da yapmalısın her fırsatta. "dedi ve eline aldığı oku bana uzattı. Oku elime alınca Kartal hoca masanın olduğu yerden ayrılıp dolaba doğru ilerledi. Dolabın kapağını açıp içinden çıkardı. İçinden yuvarlak bir tahta çıkarmıştı. Aldığı tahtayı karşımda duran duvara astı. Ve sonra bana doğru gelip elimdeki oku alıp duvardaki hedefin karşısında olacak şekilde durdum. Yavaşça oku göz hizama kaldırdım. Derin bir nefes alıp verdim. Bir an olsun beklemedim karşımda duran tahtayı hedef aldım yayı hızla çektim ardından aldığım soluğumla beraber serbest bıraktım oku. Ok hızla ilerleyip tam on ikiden tahtaya saplanmıştı. Yanımda duran Kartal hocaya baktım. Ve yüzündeki tebessüme baktım. “Fazlasıyla yetenekli ve hızlı öğrenen bir öğrencisin. Güzel bir eğitimle istenilen güce erişeceksin.” dedi ve hemen ardından masa da duran hançeri gösterdi. İşte her şey şimdi başlıyordu aslında. Sonunda bugünkü olan antrenmanlarım bitmişti. Kartal hocayla vedalaştıktan sonra Mera beni kimseler beni görmesin diye gizli bir yerden odama doğru götürmüştü. Hala düğün için gelen misafirler buradaydı. İki gün içinde kuleden ayrılacaklardı. O güne kadar kimse beni görmemeliydi. Odama geldikten sonra öğle yemeğini yemiş ve ardından Süreyya hanım beni kütüphaneye yönlendirmişti onunla orada buluşacaktık. Çünkü kütüphaneye izin almadan kimseler giremezmiş bunu bana Mera söylemişti. Süreyya hanımı daha önce geldiğim 5.kattaki kütüphanede bekliyordum. Oturduğum sandalye sırtımı yaslayıp ellerimle masada ritim tutmaya başladım. Canım sıkılmıştı şimdiden ya da tedirgin olmuştum. Çünkü Süreyya hanımla konuşmam gereken önemli bir konu vardı. Kapı açılıp içeri Süreyya hanım ve daha önce yanında gördüğüm o adam girince yerimden doğrulup onların bana doğru gelmesini bekledim. Karşıma gelince o adam ve Süreyya hanım elleriyle tekrar yerine oturmamı işaret etti. Hemen yerime oturup onlarında karşımda yerlerini almalarını izledim. Ben hala karşımda duran adama bakarken Süreyya hanım konuştu. "Emira seni Ahlas’la tanıştırayım. Avcılar klanının kralı oluyor kendisi. Ve benim eski eşim. O benden sonra güvenebileceğin ikinci kişi. Sana yardım edecek benim gibi tabi seninde iznin olursa. " dedi ve ve düşünmem için bana süre tanıdı. "Size güveniyorum benim için sorun yok. Ahlas bey sizinle tanıştığıma çok memnun oldum. "dedim. “ Bende sizin gibi güzel bir kadınla tanıştığıma memnun oldum Prenses Emira.” dedi ve masada duran elime uzanarak elime küçük bir buse kondurdu. Bende tebessüm ederek karşılık verdim. Elimi Ahlas beyin avcundan alıp tekrar masanın üstüne bıraktım. Alımda takılan soruyu hemen sordum. "Peki ben ne zaman kendi ülkeme döneceğim? Ailem benim için çok endişe etmişlerdir. Onlarla konuşup sorun olmadığını anlatmalıyım." dedim ve Süreyya hanım ne diyecek diye bekledim korku içinde olumsuz bir cevap duymak istemiyordum. “ Tabi ki gidebilirsin. Hatta şimdi biz konuştuktan sonra ülkene dönüp onlarla konuş. Bir süre boyunca onlardan uzak kalacağını anlat. Yani yaşadığın şeyleri de anlatmak istersin belki ama inanırlar mı bilemem. Ama senden ricam burada bir müddet kalman daha sonraki aylarda kendi ülkende olabilirsin. "dedi ve sustu. " Tamam bugün gidip onlara kısa bir süre uzaklaşacağımı söyleyeceğim. '' dedim ve sözlerime şöyle devam ettim. " Peki burada herhangi bir süre içinde mi kalmalıyım yoksa belli bir süre aralığı var mı? "dedim kafa karışıklığı içerisinde. " Aslında biz senin şu geleneğin olduğu aylarda burada olmanı istiyoruz. Hem bu sayede sen daha farklı dersler görürsün hemde her klanı aynı anda tanıma fırsatını yakalarsın. Ne dersin?"dedi ve mavi harelerini bana sabitledi. Ellerimi saçlarımın içinden geçirip sorumu yönelttim. “Hangi aylar dan bahsediyorsunuz?” dedim merakla." Aslında 3 ay sonra bu geleneği uygulamak için ben, Ahlas ve buradaki bir kısım kuleden ayrılacağız tabi sen bu seferlik bizimle gelmeyeceksin ama işte o aylarda burada olmanı istiyorum her yıl. " Umarım senin için uygundur. "dedi. Derin bir nefes alıp gözlerimi mavi harelerine sabitledim." Benim ülkeme göre Ağustos, Eylül ve Ekim aylarından bahsediyorsunuz o zamanlarda burada olmam gerekiyor yani." dedim . Başını sallayarak onayladı. Kararsızdım. Bilemiyordum da ne yapacağımı. Ama kabullenmekten başka bir çarem de yoktu sanırım 7 ay boyunca ara sıra kendi ülkeme gidip gelmekte sorun olmazdı da ailem bunu nasıl karşılayacaktı orasını bilmiyordum. "Peki ayarlamaya çalışırım. Bu sorunu da hallettiğimize göre başka bir sorun ya da sorunuz var mı? "dedim. Ve anında Süreyya hanım konuştu. “ Aslında var senin 7 ay burada kalarak hiç kendi ülkene gitmemeni , eğitimini kısa sürede burada bitirmeni istiyorum. Neden diye sorarsan buraya alışıp ara sıra ülkene gidip gelirsen o alışma sürecinde kopukluk olur buda eğitimine yansır. Çünkü kısa sürede senin varlığını herkes öğrenecek o zamana kadar istenilen eğitimi almış olmalısın . Çünkü enerjini ne kadar daha koruyabilirsin bilmiyorum. Burdaki herkesin farklı enerjileri vardır ve bunları herke hisseder. Gizlemek ise bizlerin elindedir. Ama bir süre olur tamamıyla kimse enerjisini sonsuza kadar gizleyemez. İlk zamanda enerjini herkes hissetti ama ne olduysa birden enerjin gizlendi. Yani bu enerjini gizleyen her neyse o ortadan kalkmadan kendini koruyabilmeni istiyorum. Belki de kolyenin amacını ve gücünü bilmiyor olabilirsin onun için şimdi kolyenin gücünden sana bahsedeceğiz Ahlas’la. Çünkü kolyeni tanıman ve onu kullanabilmen gerekiyor çünkü bir tehlikeyle karşılaştığın an kendini bu sayede koruyabilesin düşmanlarına karşı. Zaten sonra seni tanıştırmak istediğim biri var ve o sana çok şey katacak.” dedi. Ardından sözlerine şöyle devam etti. Aklıma gelen soruyu hemen sordum. " Kitap kaybolmadı sadece kendini muhafaza etti. Çünkü artık kitabın yerini ben biliyorum bunun için den onu yerine koyunca o başka bir yere gizledi kendini taki sen kitabı isteyene kadar o saklandığı yerde durmaya devam edecek. Tabi ki sen ona bir sığınak bulana kadar. "dedi ve Süreyya hanımın söylediklerini zihnime kazıdım. Ben hala düşüne dururken Süreyya hanım sandalyeden doğrulup olduğum yere doğru gelmeye başladı. Adımlarını bana doğru attı ve karşıma gelince elini bana doğru uzatıp elini tutmamı bekledi. Elimi usulca kaldırıp avcuna yerleştirdim. Ve sandalyeden kalkıp onun beni yönlendirmesine izin verdim. Adımlarımızı pencerenin olduğu tarafa doğru attık. Ellerini arkamdan omzuma koyup şunları söyledi. "Kara ormanı gördün mü, bilmiyorum ama orası tehlikeli bir yer burda tıkılı kalamayacaksın eninde sonunda etrafı gezip keşfetmek isteyeceksin. Kara orman gündüzleri tehlikeli değildir ama geceleri oraya girmek çok tehlikeli. Onun için senden ricam oradan uzak dur. "dedi ve sustu. Süreyya hanım konuşmasını bitirdikten sonra Ahlas Beyin arkamızdan sesi duyuldu. “ Emira kolyenin başka bir özelliği de şu; kolyen farklı güçler barındırıyor. Hatta sende fark etmiş olmalısın ki renk değiştiriyor. Her renk farklı gücü temsil ediyor. Senin bu güçleri öğrenmeli ve bu güçleri kontrol etmeyi bilmelisin.” dedi . Arakamı dönüp ona baktım. Süreyya hanımda omuzlarımda duan ellerini çekmişti bu hareketimle. "Bunu nasıl öğreneceğim peki?" diye sordum merakla. " İşte burada devreye Zaman lordu giriyor." dedi Ahlas Bey. Ve Süreyya hanıma doğru ilerledi. Ve Süreyya hanımın beline elini yerleştirip onu kapıya doğru yönlendirdi. Süreyya hanım son kez konuştu. " Onunla tanıştıktan sonra ailenin yanına istediğin an gidebilirsin . Kolyene fısılda ve ülkene gitmeyi düşün orda anında olacaksın. Geri dönerken de bunu kolyene fısıldamayı unutma ve lütfen gecikme ." dedi Kapıdan çıkarken son sözlerini söyledi Ahlas Bey de. " Ve söylemek isterim kesinlikle ki çok iyi anlaşacaksınız Zaman lorduyla . "dedi manidar bir sesle. Onlar çıktıktan sonra bende pencereyi doğru bedenimi döndürüp kara ormanı izledim. Demek ki adı buydu zaten görünüşüne uygun bir isimdi. Ellerimi boynumda duran kolyeye dokundurdum. Avcuma alıp kolyenin üzerinde parmaklarımı usulca gezdirdim. Demek ki renginin sık sık değişmesi bu güç farklılığından dolayıydı. Bugün çok yoğun bir gündü benim için... Bazı şeyleri kavramıştım. Ve en çok dikkatimi çeken şey portala hapsolan şeydi. Neden bir katliam olmuştu ve bu katliamı başlatan ve yapanları merak etmiştim. Kolyemin sekizgen elmas yüzeyinde olan siyah yılan figürünü de merak etmiştim. Bunu sonra Süreyya hanıma soracaktım. Kolyemden elimi çekip pencerenin pervazına omzumu yaslayıp manzaraya baktım. Gözlerimi kasabaya çevirdim. Çok net göremezsem de bir çok kasabalının oradan oraya koşuşturup durmasını izledim. Bu topraklar bana yabancıydı ve ben buraya nasıl alışacaktım bilmiyordum ama umarım alışma sürecim çok sancılı olmazdı. Gözlerimi kapatıp zaman lordu gelene kadar düşüncelerimin sesine kulak verdim. Birçok soruya hala cevap bulamamıştım ve bazı şeyler eksik anlatılıyordu. Neden kara orman geceleri tehlikeliydi? Ve içindeki tehlikeli neydi acaba? Kolyenin ilk sahibi neden kolyeyi kötü amaç uğruna kullanmıştı? Bunlar ve diğer sorularım yanıtsızdı. Bunları da öğrenmek istiyordum. Ama bazı şeylerde zamana bırakılmalıydı. Zaman birçok karmaşık soruları, sorunları çözüme kavuşturdu. Zaman bana öğrenmek istediğim her şeyi eninde sonunda gösterecekti. Biraz beklemem gerekiyordu ve bende bunları sabırla bekleyecektim. Şimdiden ailemi ve arkadaşlarımı özlemiştim. Özlem ne büyük bir duyguydu. Bazı anlar bu duyguyu fark edemezdik taki onlardan uzak kalınca veya kaybedince. Bazı pişmanlıklarında dönüşü olmazdı. Ve bu büyük bir yıkımdı insanoğlu için. Bazı zamanlar geriye dönüp bakmak gerekirdi. Hatalardan ders çıkarmak gerekirdi. Ve ihanetleri unutmamak da gerekirdi. En önemlisi de acılarını unutmamak gerekirdi. Çünkü onlar bedenlerde, zihinlere ve ruhta büyük izler bırakırdı. Ve bu izler silinmez kazınıp kalırdı bedene, ruha ve zihne. Ve her o ize baktığınızda o güne döner o anı defalarca kez yaşamaya maruz kaldırdınız. Bir sarmal gibi o döngüye hapsolur kalırdık. Hayatımızın sonuna kadar iyileşmemeye mahkum edilirdik. Unutmak istensende bazı şeyler unutulamazdı. Bunu unutmaya çalışmak için çabalamak bazen işe yaramazdı. Olmazdı. Olduramazdık . İzler hayattaki en büyük hatıra ve anılardı. İster acı dolu olsun isterse huzurlu.... İz kalırdı, kazınırdı. Silmek ise unutulurdu. Zihnim boşlukta savrulurken arkamdan duyduğum sesle olduğum yerde sıçradım. “Orda durmaya devam mı edeceksin” demişti. Kalbim anın verdiği dehşetle güm güm atıyordu. Elimi kalbimin üzerine koyup derin bir soluk alıp bendime sızan korkuyu atmaya çalıştım. Dudaklarımdan firar eden soluğu serbest bıraktım ve yavaşça arkama döndüm. Karşımda yaşlı bir adam duruyordu demek ki Zaman lordu bu adamdı . Kendimi toplayıp bakışlarımı ona sabitleyerek konuştum. “Keşke geldiğinizi haber verseydiniz!” diye sert bir dille konuştum. Ben adamın normal bir şekilde kapıdan içeri gireceğini düşünürken adam bir hayalet misali sessizce arkamda bitivermişti. Daha şoku atlatamadığım için onu inceleme fırsatı bulamamıştım. Uzun beyaz sakallara sahip bir adamdı. Üzerinde uzun siyah bir pelerin ve pelerinin içinde saten mavi bir yerlere uzanan elbise vardı. Elbise giymesini biraz tuhaf karşılanmıştım. Elinde duran başında yılan figürü olan bir asa vardı. Asa yardımı ile ayakta duruyor gibiydi. Gözlerimi bu sefer yüzüne çevirdiğimde mavi harelerinin bakışı altındaydım. Oda benim onu incelediğim gibi beni inceliyordu. Başımı yana yatırıp konuştum. “Tanışmamız gerektiğini düşünüyorum sizce de öyle değil mi?” dedim ve cevap vermesini bekledim. Benim aksime o beni sanki hiç duymuyormuş gibi yaparak yanında duran sandalyeyi kendine doğru çekti ve ardından sandalyeye oturdu. Asasını da diğer sandalyeye yasladım. Ben ise yaşadığım bu duruma kayıtsız kalmayıp masaya doğru ilerledim ve karşısında olan sandalyeyi çekip oturdum. “Sağır mısınız?” dedim bağırarak. Soruma cevap olarak söylediği şeyle kızgınlığım öfkeye dönüştü. “Sabırsız bir prenses.” dedi ve elini hafifçe sağdan sola doğru havada sürükledi ve masada anında bir kitap belirdi. İrkilip anında sırtım sandalyeye yaslandı sertçe. Gördüklerimi daha sindiremeden benimde önümde anında bir kitap belirdi ve yanında da bir işlemeli metal bir hokka vardı ve hokkanın hemen uç kısmından biraz yukarısından yerleştirilmiş mavi bir tüy bulunuyordu ve hokka için küçük bir kutuda 3 divit uç vardı yazının ince kalın yazılmasını sağlamak için olmalıydı. Başımı kaldırıp bunların neden masada olduğunu soracakken benim soru soracağımı anlamış olmalı ki anında önündeki kitabı açarken konuşmuştu. “Kolyenin özelliklerini anlatırken not almanı istiyorum. Bu sayede unutsan da dönüp bakabileceksin.” dedi ve durduğu sayfadaki yazıları sesli bir şekilde okudu. “Morte kolyesi bir lanetin eseriyle oluşmuştur.” dedi ve bana bakıp önümde duran kitabı işaret etti gözleriyle. Anında kitabı açıp ilk sayfasını açıp yanımda duran hokkayı parmaklarımın arasına alıp yazma duruşunu aldım. İşe not almakla başlayacaktık sanırım. " Bu lanet büyük bir yıkımıda arkasından getirmiştir. Kolye ilk zamanlar şuan ki gücüne sahip değildi. Zamanla kolyeye yaklaşan bedenlerin güçlerini bir hırsız misali kendine hapsetti. İlk zamanlarda nasıl bir işleve sahip olduğu belli olmuyordu çünkü kolye o zamanlar sahipsizdi ve kendini gizleyerek o güçleri kendine hapsedilip güçleniyordu. "dedi ve kitaptan çektiği bakışlarını bana çevirdi. Aklıma takılan soruyu dile getirdim. " Peki kolye ilk zamanlar oluşumunda ve güçleri elde ederken nasıl oldu da kendini muhafaza etti? Güçlerini aldığı ya da çaldığı kişiler buna nasıl izin verdi?"dedim ve sorumu cevaplamasını bekledim. Bakışları harelerimle kesiştirdi. " Çünkü o anlarda o kolyeyi kötü ruhlar sahibine ulaşana kadar korumakla yükümlüydüler. Kolye karanlık ve aydınlığı barındırıyor. Kolye kötü ruha sahip olana karanlığı sunar iyi ruha sahip olana da aydınlığı. Yani kolye iki amaç doğrultusunda var oldu . " dedi ve bakışlarını benden çekip tekrar kitapta yazanlara çevirdi. Ve kaldığı yerden devam etmeden önce şunları söyledi . " Kolyenin tek hedefi bulunan tüm güçleri kendine hapsetmek ve bu olana kadar devam edecek. Belki sonuncu sahibi sen olabilirsin ya da başka sahipleri senden sonra da olabilir. Ama değişmeyen tek şey alacağı gücü muhafaza etmek olacaktır." dedi ve okumaya devam etti. " Kolyenin özellikleri şunlardır rengine göre ; Mor renge dönüştüğünde kolye zamanı kontrol edebiliyor ve saçlarında bunla beraber mora dönüşür tabiki de bunu sen yönetebilirsin. Yani kolyenin renginin hangi renk olmasını yani hangi gücü istersen anında o güce hükmedersin. Saçlarının dönüşümünü engellemek sana bağlı bunu istersen zihninde olur. Çünkü kolye şuan ruhunla, bedeninle ve de zihnine bir bağ kurduğu için bu kolayca olur Kaldığımız yerden devam edelim o zaman. Siyah renge dönüştüğünde ise karanlığın bir parçası olursun ve saçların siyah olur göz bebeklerinle beraber. Yani kötülük etrafını kuşatır ve sen ona hükmeder etrafını yakar yıkarsın. O güç tüm diğer güçlere göre daha güçlü. Etrafı karanlığa boğup insanları yönetebilirsin zihinlerini ele geçirerek. Kırmızı renge büründüğü an geleceği görme yetisine ulaşırsın. Sana tavsiyem bu gücü zihnin yardımıyla kontrol altına al ve gerekmedikçe geleceği görme çünkü bu hayatının akışını bozar. Turkuaz renge dönüştüğünde deniz altında nefes alabilir bir deniz kızı misali denizde yaşayabilirsin bile. Sarı renge büründüğü an kolye havayı kontrol edebiliyor ve senin duyguların havayı da etkiler. Yani ağlarsan gökyüzünde anında yağmur yağar ama bu bulunduğun yerde olur diğer türlü doğanın dengesi bozulur. " Bugünlük bu kadar yeter. Geri kalanı diğer derslerde. Daha bu güçleri kullanmanı öğreneceksin. Zor ve meşakkatli günler seni bekliyor. Sabırlı olmalısın Emira . Bu sayede istenilen özelliklere erişeceksin. Diğer dersimize kadar zihnimi fazla yorma. Aklına çoğu şey takıldı biliyorum ama önce sindir sonra zaten her şey rayına girecektir. " dedikten sonra anında olduğu yerden yok olmuştu. Ben ise öylece onun biraz önce olduğu yere bakıyordum. Duyduklarımı dediği gibi sindirmem gerekiyordu. O okurken aldığım notlara kısa bir göz gezdirdim ve sonra kitabı kapatıp yerimden doğrulup elime kitabı alıp kapıya doğru yönlendirdim adımlarımı. Ailemin yanına bugün gidecektim sözde ama o kadar yorgundum ki bunu yarına ertelemek durumundaydım. Kapıyı açıp odama doğru yürüdüm. Merdivenlerin oraya doğru giderken arkadan Mera ‘nın bana seslenmesiyle adımlarım durdu ve bedenimi ona doğru çevirdim. Hızlı adımlarla bana doğru geliyordu. Karşımda durunca elinde tuttuğu sepetle bana tebessüm ederek bakıyordu. "Derslerin bitti mi? Eğer bittiyse sen odana git ben sana öğle yemeğini getireyim. Acıkmış olmalısın " dedi. Evet aslında acıkmıştım ama zihnim ve bedenimi bugün yaşadıklarımdan ötürü yorgundu. Biraz uyumak ve dinlenmek istiyordum. “Evet açım ama önceliğim şimdi biraz uyku. Odama gidip duş aldıktan sonra uymayı düşünüyorum. Sonra belki uyandıktan sonra bir şeyler yerim olmaz mı?” dedim. Dediklerimden sonra başını sallayıp beni onayladı. Beraber yavaşça merdivenlerden inmeye başladık. Basamakları inerken bana bugün günümün nasıl geçtiğini sormuştu. Onları az ve öz anlatıp ayrılmıştık koridorun başında. O mutfağa doğru giderken bende kendi odama doğru gidiyordum. Mera bu sabah düğün için gelen misafirlerin kuleden ayrıldığını söylemişti. Kulede artık misafirler yoktu. Rahatça ortalıklarda dolanabilirdim artık. Yarın sabah derslerden bulduğum ilk fırsatta öncelikle ailemi göremeyen gidecektim ve sonra diğer bir fırsatta kuleyi yavaşça keşfetmek istiyordum ardından kasabayı ve sonra kulenin etrafını gezip her yeri avcunun içi gibi bilmek istiyordum. Odamın kapısının önüne geldiğimde kapıyı açıp içeriye girip kapıyı ardımdan kapadım. Elimde tuttuğum kitabı ve hokkayı baş ucumda duran komodinin üzerine bıraktım. Adımlarımı giysi odama doğru yönlendirdim. Giysi odasına girdiğimde dolaptan üzerime rahat bir gecelik ve bedenimi kurutmak için havlu alıp banyoya girdim. 15 dakika sonra banyodan çıkmış geceliği elime alıp üzerime geçirmiştim. Saçlarımı kurutmadan giysi odasından çıkıp odaya doğru adımladım. Yatağıma doğru ilerleyip üzerinde duran pikeyi kaldırıp içine girdiğimde başımı yastığa koyup pikeyi üzerime örttüm. Gözlerimi kapatıp kendimi uykunun kollarına bıraktım. Huzurlu bir uyku tüm yorgunluğumu alıp gidecekti. Boş olan küçük bir odanın içerisinde yerde kendimi bulmuştum. Buraya nasıl geldiğimi bilmiyordum. Yerden doğrulup etrafımda gözlerimi gezdirdim ama kapıyı bulamamıştım. Duvarlardan başka bir şey yoktu. Hemen dizlerimin üzerinden doğrulup etrafımda birkaç kere döndüm ama hala kapıyı bulamadım. Küçük bir odanın içinde duruyordum. Etrafım kapkaranlıktı ama kolyemden yansıyan loş ışık sayesinde ortamı az da olsa seçebiliyordum. Üzerimde yatmadan önce giydiğim gecelik vardı. Sanki yatarken başka bir yere ışınlanmıştım. Sanki her uyuduğumda bedenim başka bir yere istemsizce sürükleniyordu. Adım atıp ellerimle duvarları yoklamak istemiştim ama ne olduysa bir adım atışımla bana doğru duvar yaklaştı sanki duvarlar hareket etmişti. Ama yanıldığımı sanıp tekrar adım atınca bu defa da bana doğru duvarlar hareket etti. Adım atışımla bana yaklaşıyordu. 4 duvar sanki hareket mekanizması benim adımımla yerlerinden oynuyordu. Rüya da olduğunu biliyordum ama sanki rüya değil de bir gerçeğin içine hapsolmuş gibi hissediyordum. Endişe etmeye başladığım an arkamdan yine o ses duyuldu. Yine o tanıdık bir o kadar da tanımadığım kişinin nefret içeren sözleri etrafımda yankılandı. “Korkuyor musun prenses Emira?” dedi alay içeren kısık sesiyle “Susacak mısın?” deyip ellerini omuzlarıma koydu. Koyduğu an sivri tırnakları omzuma sertçe bastırıp acı çekmemi sağladı. Bedenime aldığım küçük ama derin acıyla dudaklarından küçük bir inleme firar edip ortamda küçük bir melodi oluşturdu. Buna sevindiğini belli edercesine küçük bir kıkırdama duyuldu ortamda. Acı çekmem onu mutlu ediyordu. Neden benim acı çekmem onu mutlu ediyordu bilmiyorum ama artık bu bilinmezlik beni yorduğu için tam kim olduğunu soracaktım ki anında başını bana doğru eğip soğuk nefesi ensemden tırmanıp kulağıma doğru sürüklendi. Dudaklarından verdiği her soğuk ürpertici nefesi yanağımda bir soğuk meltem oluşturuyordu. Nefes alışverişi hızlıydı. Ellerini omzumdan çekip bedenime doğru sürükledi yavaşça acıta acıta. Tırnaklarını öyle bir bastırıyordu ki canım yanıyordu ama ben bir şey yapamıyordum. Tepkisizce olacakları bekliyor ve hissediyordum. Tırnakları bel kavisime geldiğinde durdu ve şunları söyledi tehlike arz eden sesiyle. “Bu daha iyi günlerin Emira. Bundan sonrası cehennem ve bu cehennem ateşi seni yok edecek. Ben kim miyim merak ediyorsun değil mi? Ben oyum ve sen beni bulacaksın. Ve bulduğun gün sana cehennem hattını bahşedeceğim Emira. Artık benden kurtuluşun yok. Taki sen ölünceye kadar. Bu da yakın gibi ne dersin?”dedi ve anında yok oldu arkamdaki varlığı. Bedenimi arkaya çevirip onu aradım ama bulamadım. Ben onu ararken fark ettiğim gerçekle ne yapacağımı bilemedim. Duvarlar o gittikten sonra hızla bana doğru yaklaşmaya başlamıştı. Korkuyla ellerimi her iki yanıma doğru uzatıp beni sıkıştırmamasını sağlamaya çalıştım ama yavaş yavaş beni duvarlar aralarında sıkıştırmaya başlamıştı. Bedenim duvarların arasına sıkıştığı için ağrımaya başlarken ben çaresizce hareketsiz dururken aniden kolyemden etrafa yansıyan büyük bir ışık patlaması duvarları benden uzaklaştırmakla yetinmemiş paramparça edip beni karanlıktan aydınlığa kavuşturmuştu. Artık etrafım karanlık değildi... Ve ben artık korkmuyordum. Gözlerimi usulca açıp pencereden yansıyan gün ışığıyla aydınlanan odama izlemeye başladım. Bu kolye etrafımda var olduğundan beri birçok tuhaf şeyle karşı karşıya kalıyordum. Ve bu bitmeyecek gibiydi. Ben öylece gözlerimi dahi kırpmadan önümdeki pencereden dışardaki gökyüzüne bakarken kapım aniden açılmıştı. Başımı yastıktan kaldırıp içeriye giren kim diye bakmak için doğruldum. İçeriye giren Mera ‘ydı. Gülen yüzüyle bana bakıyordu. Elinde kahvaltı tepsisi vardı. Yatağa doğru yürümeye başladı. Yatağın benim olduğum tarafına gelip elinde tuttuğu tepsiyi baş ucumda duran komodinin üstüne bıraktı. “Günaydınlar Emira hanım.” deyip üzerimde duran pikeyi kaldırıp iki elimden tutup beni karşımda duran sandalyeye doğru sürükledi neredeyse. Ben sandalyeye oturduktan sonra o tepsiyi komodinin üstünden alıp önümde duran küçük masanın üstüne bıraktı. “ Güzel bir kahvaltı ettikten sonra bugünkü olan derslerine yetişmelisin. Geç kalman hiç hoş olmaz.” Deyip yatağımı düzeltmeye başladı. “Odamın temizliğiyle ilgilenebilirim Mera. Kendini yorma.” dedim . Ve onun yanına gidip elinde tutup sandalyeye doğru yürüyüp oturmasını sağladım. Tepsiyi bacaklarımın üstüne koyup ona baktım. “Kahvaltını ettin mi? Etmediysen beraber edebiliriz.” dedim. Anında yüzünde bir tebessüm belirmişti. “Bizler burada erkenden kahvaltımızı yapar erkenden kuleye geliriz. Anlayacağın karnımı çoktan doyurdum.” dedi ve benim kahvaltı etmemi bekledi. Aklımda ki soruları bu arada soruyordum. “Herkes yemekhanede mi kahvaltısını ediyor?” diye sordum. Anında cevap verdi. “Evet sabah erkenden herkes yemekhanede olur kahvaltı edildikten sonra işleri olan işlerini yapmaya, dersleri olan dersine gider. Yani anlayacağın gün erken başlar erken de biter. Kutlamalar yoksa.” dedi . Başımı anladım dercesine salladım. Kahvaltımı bitirdikten sonra tepsiyi Mera almış ve odadan çıkmıştı. Bende hemen giyinme odasına gidip üzerime mor bir elbise seçip giydikten sonra odadan kitabımı ve hokkamı alıp çıkmıştım. Eğitim dersleri için paçaları sıvamıştım. Ertan hocanın dersinden sonra Kartal hocanın dersi vardı. İkisi bittikten sonra dünkü ismini bilmediğim sevgili hocamla dersim vardı. Gün bitmeden bitecek gibi hissediyordum kendimi. Neyse ki en fazla yorgunluktan bayılıp kalırdım. |
0% |