Yeni Üyelik
40.
Bölüm

40-Gerçeğin Acı Döngüsü

@kumsallardagezen12

『 Hançerin keskin ucu ikimizin en kıymetli anılarında izini bırakmıştı... 』

 

 

Derler ki ölüm bir acıyla başlarmış.

 

Derler ki ruh bir ihanetle öldürülürmüş.

 

Derler ki kalp acıya yenik düşerek, yok olurmuş.

 

Derler ki ihanet sonsuza kadar izlerini ruhun derinliklerinde saklarmış.

 

Derler ki acının çığlıkları yeryüzünden asla silinmezmiş.

 

Derler ki ölüm bir kere ihanet bin kere öldürürmüş.

 

Ve derlermiş ki sevgi arkasından bir gün mutlaka ihaneti getirirmiş.

 

Yarını hayal etmeyi bırakın . Dünü hayal etmeyi bırakın . Bugünü hayal edin. Yarını yönetmek kimsenin değil. Dünü değiştirmek kimsenin elinde değil. Ama bugünü yönetmek sizin elinizde. Bugünü değiştirmek için bir şansınız var ama dünü ve yarını değiştiremezsiniz.

 

Her şey yaşadığınız zaman diliminde bir değişikliği kabul edebilir. Diğer türlüsü sadece keşkelerle biten cümleleri sıralayıp durur. Şu anı yaşamayı bilmeliyiz. Şu anı bizim için güzelleştirmeyi bilmeliyiz. Onun için mücadele etmeliyiz.

 

Burası avcıların değil avların diyarı. Bu diyar sadece öldürmeye çalışır. Yaşatmaya değil.

 

Bu diyar katleder. Neyi mi? Her şeyi ; ruhları, duyguları, hayalleri, hayatları, yarınları....

 

Bu diyar acının merkezi . Acının insanı ölüme sürüklediği bir gücü aşılayan diyar.

 

Bu diyar hayal kırıklığının baş sembolü. Bu diyar her mutluluğu kişinin kursağında bırakan yıkımlara sahip.

 

Bu diyar sessizliğin merkezi . Sessizlik ölümleri ört bas edecek güce sahip. Sessizlik her şeyi susturacak güce sahip.

 

Bu diyar ihanetin simgesi. Bu diyar geri dönüşün olmadığının kanıtı.

 

Bu diyar kaçışların sebep olduğu savaşların merkezi. Bu diyar kasırgaların her şeyi yıkıp geçtiği merkez.

 

Ölüm her şeyi, ruh hisleri yok eder. Ölüm, yaşamı bitirir. Ruh, inancı bitirir .

 

Ölüm, sonlandırır. Ruh; süründürür, sürdürür.

 

Ölüm, unutturur. Ruh, hatırlatır. Ölüm, bir sis bulutu içerisinde seni yeryüzünden siler. Ruh, gölgeler arasında ilerleyip yeryüzünde devam etmeni sağlar. Ölümü arzulasan bile.

Ölümün pençesi keskin ve sancılı.

Ruhun tırmalaması acısızdır ama izler bırakır.

 

Ölüm, susturur. Ruh, çığlıklar attırır. Ölümün yasını tutarsın ama ruhun yası olmaz. O sonsuz ölümüm pençesinde sıkışıp kalmıştır. Ruh sadece tükeneceği günü bekler. O gün geldiğinde sessizce gözlerini yumar.

 

Rüzgarın keskin uğultusu zihnimde olan her şeyi devirdi. Düşünceler birbirine girdi. Düşünceler tüm gerçekliğini yitirdi. Fısıltılar sustu. Zihnim bir kasırgada tüm acılarını kaybetti. Bir tek şey kaldı. Bir acı.. Bu acı her şeyi yok edecek, ezip geçecek bir acıydı. Ve bu acı geçmişi hatırlatacak güce bile sahipti. Bu acıyı hiç bilmek istemezdim ama hayat benim için bu acılarla beni sınayacak bir plan yapmıştı. Ve bana sadece yaşamak ve hissetmek kalmıştı.

 

İnsanların verdiği zararı kimse kimseye veremezdi. İnsanların söylediği söz kadar kimse başka bir şey tarafından bu kadar kırılmaz ve hayal kırıklığına uğramazdı. İnsanların verdiği zararlar çok şeyin sonunu getirirdi. Çok şeyi yok eder, darmaduman hale getirirdi. İnsanlar amaçsızca hayatlarını uçurumun dibine doğru yönlendirirdi. Ve o uçurumdan aşağı gözü kapalı atlardılar. Ölüme kavuşmak için. Acıdan kaçmak için.

 

İnsanlar bazen sadece görüntüden ibarettir. Nadir insanların ruhu vardır. Nadir insanlar hassas kalbe sahiptir. Kırmaktan korkar. Üzmekten kaçınırdı. Ama ruhu olmayanlar onlar incitmekten zevk alırdı. Her şeyi kendi istekleri doğrultusunda olmasını isterdi.

 

Ve her şeyi kendileri için sonlandırır, yol ederdi. Onların dünyasında naif bir ruha sahip kişinin yeri yoktu. Onların dünyası apayrı bir yere sahipti. Ve onlar gibi olanlara ait kişiler bulunmalıydı. Ölümler olmasın diye. Ruhlar incinmesin diye. Her şey kendi düzenine göre ilerlemeliydi. Her şey olması gerektiği gibi devam etmeli, değişikliklere yer verilmemeliydi. Yoksa her şey tepetaklak hale gelecekti.

 

Kaybettim kendimi. Herkeste ; sonsuza dek. Kaybettim kendimi iç dünyamda. Kendimi tanımayacak kadar.

 

Kaybettim hayallerimi. Hayata karşı olan yaşama arzumu.Yaşamak için zihnimde kurduğum güzel hayallerimi. Mutluluğa erişecek adımlarımı. Verdiği onca çabayı kaybettim.

 

Kaybettim ruhumu. Bedenim hissizliğe gömüldü. Saf karanlık gölgeleri arasında nefes almaya çalıştım. Çünkü tüm renklerimi yitirmiştim. Çünkü ruhum çoktan benden kopup girmişti. Benden en değerli şey alınmıştı.

 

Kaybettim mutluluğu. Yaşamın tadını yitirdim. Gülüşlerim silindi. İfadesizlik kazındı yüzüme. Durgunluk beni hapsetti kahkahalarımın sesleri sustu. Sessizlik kendine esir etti.

 

Kaybettim hislerimi. Tüm ışığı bedenimden söküp aldım ve karanlığı ruhuma ağırladım. Onunla yaşama tutunmaya çalıştım. Başarılı olmadım ama devam etti bir süre sonra yaşam benim için. Yalpalayarak devam ede ede.

 

Günler geçti gitti Kanlı Dolunay gecesinden sonra. Bense o günden sonra aynı şeyleri yapıp durdum. Hep aynı güne sıkışmış gibiydim.

 

Süreyya hanımla en son konuştuktan sonra odamda uymuş ve soluksuz bir uyku çekmiştim. Sabahında gözlerimi açtığım anda kulede olan sessizliği garipsemiştim. Belki de o gecenin sessizliği devam etmişti kim bilir ki? Uyandıktan sonra banyoya geçmiş ve kısa bir duş aldıktan sonra kurulanıp sonrasında giysi odasına geçmiştim. Benim için artık bu günden sonrası dinginlikti.

 

İsteğim gerçekleşmişti. Esila 'ya unutulmaz bir gece yaşatmış ve onu geri plana atarak büyük zararlar vermiştim ona. Öldüğünü düşünmüyorum sadece yaralı. Yarası iyileşir iyileşmez karşıma çıkacağını biliyorum. Ama o şunu bilmiyor ; onun karşısına amansız bir anda öyle büyük bir darbeyle karşısına çıkacağım ki neye uğradığını bilemeyecek. Ama onun içinde benim bir plan yapmam lazım. Onun kendisine gelmesinden önce büyük bir hamleyle onu sonsuza dek yok etmeliydim.

 

Ama bunun için benimde zamana ihtiyacım vardı. Üzerime siyah bir tulum giymiştim. Artık renkli elbiselere veda etmiştim. Ne zaman kadar? Bilmiyordum. Saçlarımı ense hizasında at kuyruğu yapmış ve yüzüme herhangi bir şey sürmeden, giysi odasından dışarı çıkmıştım. Ayağımda olan kısa topuklu ayakkabının küçük tıkırtıları her adımımda koridorda yankılanıp durdu.

 

Şu an bulunduğum sessiz, uzun ve geniş koridorda gözlerim yavaşça gezindi. Koridor o kadar sessizdi ki bir an sadece kulede benim bulunduğumu sandım. Yemekhaneye bugün gitmeyecektim. Biraz kendime zaman tanımalıydım. Biraz durulmalı ve yaşamı hissetmeliydim. Sonra günlerdir yaptığım gibi kardeşimi ziyaret edecektim.

 

Çünkü onun varlığını orada hissettiğim günden beri oradan ayrılmak benim için çok zor oluyordu. Orada bulunmak bana iyi geliyordu. Onun duyacağını bilmesemde oraya gidip orada saatlerce konuşup duruyordum. Kulenin kasvetli hali beni ne kadar karanlık düşüncelere itip dursada onu görmezden geliyorum. Yavaşça merdivenlerin olduğu kısma geldiğim anda adımlarım durdu. Ve yavaşça bakışlarımı dün gece Ahrar' ın bulunduğu kısma çevirdim.

 

Kara ormandan çıktıktan sonra Ahrar 'ın bana yönelik olan bakışları o kadar soğuktu ki. O basmakta durup bana öylesine yabancıya bakar gibi bakmıştı. Lacivert harelerinde herhangi bir tanıdık duyguya rastlamış değildim. Sadece o soğuk ifadelere bakmış ve o an yaşadığım onca acıya rağmen bir yenisiyle o gece tekrar karşı karşıya kalmıştım. Belki de o gece beni en çok üzen şeyde Ahrar 'ın o ifadesizliğiydi. Hiçbir endişe izleri görmemiştim. Bir merak bile yoktu bana karşı o lacivert harelerde.

 

Derin bir nefes aldım ve olduğum yerde harekete geçip, ilerlemeye devam ettim. O gecenin sabahı böyle bitmişti. Kırgın bir Emira günü yalnız tamamlamıştı. Kuleden çıkmış ve çiçek arazisine gitmiştim. Hep yalnız kalacağım yerlerde bulunmuştum. O geceden sonra tam tamına 5 gün boyunca kimse benimle yüz yüze gelmemiş ve beni gören herkes hemen bakışlarını kaçırıp başka yöne gitmişti. Bense sessizce olanları kabullenip kendi halimde takılmıştım.

 

Beş gün boyunca yemeklerimi tek başıma yemiştim. Beş gün boyunca tek başıma günleri gece yapmış, geceyi sabah etmiştim. Kimse yanıma gelmemişti. Nedenini merak etmiştim. Victoria 'yı o geceden sonra hiç görmemiştim. Enerjisini bile hissetmemiştim. Kulede olamadığını anlamıştım.

 

Ama neden değildi? Neden yanıma gelmemişti? Yoksa herkes beni hayatından çıkarmak mı istemişti? Çok soru sorup durmuştum kendime. Hiçbirine tam bir cevap vermişte değilim. Yalnız olmak beni daha karanlık düşüncelere, daha karanlık anlara itip durmuştu. Kanlı Dolunay Gecesi'nden sonra Kara Orman'ın sınırlarına adım atmamıştım. Gitmek gelmemişti içimden. Hep çiçek arazisinde uzaktan uzağa izlemiş ve yıkık cesaretimle öylece bakıp durmuştum.

 

Ben bu son beş gün içerisinde büyük bir gürültünün içerisinde kendimi bulacağımı sanarken sadece kuru bir sessizliğin içerisinde terk edilip gitmiştim. Süreyya hanımın varlığını hissetmiştim. Ama uzağımda, kendi odasında. Turul bey o gece hemen kuleyi terk etmişti.

 

Bunu aralarında konuşan çalışanlardan duymuştum. Onlar beni fark eder etmez, anında kaçışarak yanımdan uzaklaşıp gitmişti. Bense oradan yavaş adımlarla uzaklaşıp kendimi Yezra' nın mezarlığında bulmuştum. Saatlerce orada durmuş ve havanın kararmasını beklemiş, hava kararınca odama geçip yatıp uyumuştum. İçimden bu beş gün boyunca hiçbir şey yapmak gelmemişti. Uyumak bile can sıkıcı bir hale gelmişti.

 

Kulenin bu kasvetli hali daha fazla sürmemişti. Çünkü kuleye Kiran ve Tarsis Kralı gelmişti. Onların gelişiyle kulede yeni bir hareketlilik başlamıştı. Bense sadece kendimi kulenin en üst katında olan boş odaya tıkıp, sessizce orada durmuştum. Gece olana kadar oradan bir adım bile hareket etmeden, olduğum yerde saatlerce durmuştum. Bir heykel gibi. Sonrasında uyuşan bedenime inat olduğum yerden ayağa kalkıp sessiz olarak kendimi kimseye göstermeden kuytu köşelerde çalışanlar için var olan gizli geçitlerden aşağı inmiştim.

 

Zemin kata geldiğim anda tam arkamda duran mutfağa bir bakış atmışım. Çalışan kızlar gecenin bitiminde kalan işleri hallediyordular. Bakışlarımı önüme çevirdim ve yavaşça ilerlemeye devam ettim. Sağa saparak odama çıkan koridora ulaşırken, sessiz bir şekilde kimseye görünmeden acele adımlarla odama doğru yol aldım. Sonunda odamın olduğu koridorun başına geldiğimde, tam odamın kapısının önünde bir bedenin dikildiğini fark ettim. Adımlarım yavaşladı ama adım seslerim ona ulaştığı anda, arkasını dönüp bana baktı.

 

Tarsis Kralı birkaç adım uzağımda durmuş bana bakarken, ben durmayıp yavaşça ona doğru ilerledim. Son adımlarımı atıp karşısına geçince beni baştan aşağıya incelediğini fark ettim.

 

"İyi görünüyorsun?" dedi sakin bir sesle Tarsis Kralı. O da biliyordu ki iyi olmaktan uzak olduğumu. Sadece konuşmak için bir konu açmıştı. İfadesiz bakışlarımı görünce göz bebekleri titreşip durdu. Çekiniyor muydu? Sanki en ufak bir hatada yıkılacak olmamdan korkuyor gibiydi.

 

"Biraz bahçede konuşalım mı?" diyince Tarsis Kralı, söylediklerine herhangi bir tepki vermedim. Tarsis Kralı sağ elini sol tarafıma duran koridorun sonunda olan ön bahçeye çıkan kapıya doğru gösterince, bakışları kısa süreliğine gösterdiği yöne çevrildi.

 

Ön bahçeye çıkan kapı açıktı. Oradan mı gelmişti? Bakışlarım kapıdan çekip ona çevirince, sessizliğim ne cevap vereceğim konusunda ona ikilem yaşatmıştı. Hiçbir şey demeden yavaşça sola doğru döndüğüm gibi karşımda olan koridorun sonunda bulunan kapıya doğru çevirdim. Yavaşça ilerlemeye başlarken, Tarsis Kralı 'da hemen yanımdaki yerini aldı ve benim adımlarıma ayak uydurup, yanımda ilerlemeye başladı.

 

Sonunda ön bahçeye çıkan kapının önüne gelince ilk dışarı çıkan ben oldum. Benim arkamdan Tarsis kralı' da dışarı çıkıp tekrar yanımda ilerlemeye devam etti.

 

"Olanları biliyorum." diyerek başladı cümlesine. "Ama senden duymak istedim her şeyi. Tabii söylemek istersen." diye anlayışıma sığınacağını belirtince, sadece derin bir nefes alıp, yürümeye devam ettim.

 

"Neyi bilmek istiyorsunuz?" dedim sessizliğimi bozmayı başararak. Benim sorumu duyunca Tarsis Kralı hemen cevap verdi.

 

"Sen neyi anlatmak istersen ben onu dinlemeye hazırım." dediğinde Tarsis Kralı herhangi bir şekilde beni sıkmadan, benim kendi isteğimle olanları anlatmamı isteyen bir istekle.

 

Avuçlarım yavaşça parmaklarımın izlerini hissetti. Avuçlarım benden istemsizce kapandığı anda, biraz ileride duran çardağa doğru ilerledim. Çardağın yanına ulaşınca, yavaşça sırtımı çardağın direklerinden birine yasladım. Tarsis Kralı hâlâ olduğu yerde dikilip dururken, bakışlarımı gökyüzüne çevirdim.

 

Belki de bu şekilde anlatmak benim için daha kolay olabilirdi. Ben gökyüzüne bakarken onun yanıma geldiğini hissetemiştim. Ama bakışlarımı gökyüzünden çekemedim.

 

"Karmaşık bir olay aslında anlatacağım şey. Ama sizin anlayacağınızı umuyorum." dedim ve kendimi cesaretlendirerek başladım anlatmaya. "Aslında her şey bir planın ikinci aşamasıyla başladı. Planın kime ait olduğunu bildiğinizi umuyorum." dedim ve Tarsis Kralına neden bunları yaptığımın ilk sebebini bizzat anlatmaya çalıştım. "Esila cezalandırılmadan önce Karanlık Ruhlar'a bir görev vermiş. O görev beni öldürme görevi. Ama Karanlık Ruhlar, beni öldürmek yerine en değer verdiğim kişiyi öldürmüş. Kardeşimi." dedim ve kısa bir süre soluklandım.

 

"Bunu nasıl öğrendin?" diye sorunca sorusuna sessiz kalarak cevabımı verdim. Tarsis Kralı cevap vermeyeceğimi anlayınca üstelemedi sorusunu.

 

"Öğrenmek acı verdi. Çok hemde. Sonra onun daha önce yaptığı imaları hatırladım ve sonuca ulaştım. Amacının ne olduğunu fark ettim. Sonrasında atağa geçtim ve onu yaptığı şeyden dolayı büyük bir zarar verdim. Kara Orman'da yaptıklarının bedelini ödedi." dedim özetin özeti anlatarak. Çünkü detaya inmek demek benim acıyı açığa çıkarmam demekti. Ve ben bunu istemiyorum.

 

Her ne kadar görmezden gelmeye çalışsamda zihnimin ücra köşelerinde yaşadığım acının hâlâ bir açığımı kolladığını biliyorum. Ve bulduğu anda saldırıya geçeceğini de.

 

"Senin için zor olmuş olmalı. Acı vermiş olmalı. Ama geriye çekilmeyip, bir savaşçı gibi saldırıya geçmişsin." dedi Tarsis Kralı yaptığım şeyin benim açımdan doğru olduğunu bildiren sesiyle. Evet çünkü bunu yapmak istemişimdir. Esila 'nın canımı yaktığı gibi canının yanmasını ve onu acılar içinde bırakmak istemiştim.

 

" Siz neden buradasınız? "dedim uzun bir sessizliğin hemen peşinden sonra. Sesim merak içermiyordu. Sadece sormak için sorulan bir soruydu, benim sorduğum soru.

 

" Olanları öğrendikten sonra kuleye gelecektim aslında ama Süreyya hanım ortamın pek uygun olduğunu söylemeyince Kiran 'ı ikna ettim. Ve birkaç gün sana müddet tanıdı. Sonrasında daha fazla onu durduramadım ve Kiran ısrar edince bu sabah buraya geldik. Seni görmek için odana geldi sanırım odada değilmişsin. Sonra aradığı halde bulamadı. Geç saatte uyumaya gitti. Sabahın erken saatlerinde tekrar senin için gelecektir. Senin için endişeliydi. Seni görmesine izin vermeni istiyorum . "dediğinde Tarsis Kralı, o anda Kiran 'ın endişeli yüzü zihnimde canlandı ve onun varlığını hissetmek ve onu görmek bana iyi gelecekti.

 

Onun onca yolu beni görmek için geldiğini bildiğim halde ona bu kötülüğü yapmayacağım. Başımı sola çevirip Tarsis Kralı' na baktım.

"Öğlenden önce çiçek arazisinde bulunsun. Orada olacağım onun için." dedim ifadesiz bir sesle. Yavaşça olduğum yerden ayrılmadan önce Tarsis Kralı' na kısa bir bakış atarak yanından çekip gittim. Ama kuleye değil.

 

Kulede bulunmak istemiyorum. Tek istediğim burayı kısa sürede terk etmek ve zihnimi toparlamak. Gideceğim yerler kısıtlı ve sınırlıydı. Ve bende o an gitmek istediğim yere doğru harekete geçtim. Gideceğim yer daha önce gitmediğim ama bana iyi geleceğini sanacağım bir yerdi.

 

Kulenin ön bahçesinde açmış olduğum portaldan istediğim alana geçiş yapmıştım. Geldiğim yer ise uzun zamandır gelmek istediğim bir yerdi.

 

Burası neresi miydi? Yezra 'nın eviydi. Hep günlüğünde okuduğum ve zihnimde canlandırdığım eve nihayet gelebilmiştim.

 

Ev hâlâ ayakta duruyordu. Eski olmasına rağmen herhangi bir yıkık döküklüğü yoktu. Yavaşça önümde duran verandaya doğru ilerledim. Verandanın ilk üç basamağını çıkarak kapının önüne geldim. Amacım evi gezmek değildi. Amacım Yezra 'nın odasına gitmek ve orada bulunmaktı.

 

Verandaya geldiğim anda hemen önümde duran kapıyı açmaya çalıştım. Ama başarılı olamadım. Kapı kilitliydi. Anında bildiği bir büyüyü söyleyip, kilitli kapıyı açtım. Kapı yavaşça geriye doğru açılırken bende içeriye doğru ilerledim. Evin içerisi havasız ve küflüydü. Uzun zaman olmasına rağmen hâlâ eski görünümünü koruması garipsediğim bir şeydi. Daha fazla olduğum yerde durmayıp hemen içeriye girer girmez, daha önce öngörülüyle gördüğüm alanları es geçerek, görmek istediğim alana doğru ilerledi.

 

Yezra'nın ilk zamanlar odası çatı katındaydı. Sonraysa bodrum katı onun odası olmuştu. Çatı katını es geçerek bodrum katına ilerledim. Evin giriş kısmında bodrum katına inen merdivenlerden aşığı inerken aşağısının zifiri karanlık olduğunu fark edince anında içerisini aydınlattım.

 

Yezra 'nın bodrum katında bulunan odasına geldiğimde içerideki havasızlıktan nefes almak benim için zor oldu. İçeride tozdan birkaç kere hapşırmak zorunda kalmıştım. Burası yıllardır böyle toz içinde kalması beni şaşırtmıştı. Kimse burayı satın alıp, burada yaşamayı düşünmemiş miydi?

 

Merdivenin son basamağında durup içeriye baktım. Bakışlarımı ilk karşımda duran pencereye çevirdim.

Bodrum katının içerisinde bulunan küçük pencereden içeriye çok az ay ışığı vuruyordu. Tam pencerenin önündeyse küçük tek kişilik bir yatak bulunuyordu.

 

Bakışlarımı bu sefer yatağa çevirdiğim esnada yatağın üzerinde kalın bir örtü, örtünün hemen üstüne ise küçük yastıklar dizilmişti. Bakışlarımı sola doğru çevirdiğimde bodrumun sonunda duvara asılı duran raflar dikkatimi çekti. Bu rafların üzerinde çok sayıda okuma kitapları bulunuyordu. Yezra bu küçük odada kendi yaşamını inşa etmişti. Kitap okuması onu kendi iç dünyasından çıkarıp aldığındandı belki kitaplara olan tutkusu.

 

Yalnızlığı okuduğu kitaplarla ve buradaki zamanıyla geçip gitmişti. Bodrumda küçük bir çalışma masası bulunuyordu. Burada sık sık ders çalışıyor olmalıydı ya da işiyle ilgili uğraşları olmuş olabilirdi.

 

Burada çok günleri geçmişti. Ve bu günlerde neler yaptığını az çok tahmin ediyorum. Yavaşça olduğum basmaktan aşağı indim ve solumda duran raflara doğru ilerledim. Son adımlarımı atıp, rafın önüne geldiğim sırada karşımda kırık rafın üzerinde olan kalın kahverengi ciltli kitap dikkatimi çekti. Kırık rafa dikkat ederek yavaşça kitabı elime aldım. Kitabın dış yüzeyini inceldiğim sırada herhangi bir yazı göremedim kitabın üzerinde. Yavaşça kitabı açıp içerisine göz attığımda içinin boş olduğunu gördüm.

 

Acaba bir not defteri görevi için mi rafında bulunuyordu? Belki de kullanmaya zamanı olmamıştı. Yavaşça kitabı aldığım yere bıraktım ve yanında duran diğer kitabı almaya yeltenirken, birden az önce bıraktığım kitap olduğu yerden sertçe zemine düştü. Bunu beklemediğim için olduğum yerden iki adım geriye doğru çekildim.

 

Yavaşça bedenimi eğip kitaba bakmaya çalıştım. Neden düşmüştü? Bunu normal bir düşmeye yormayacak kadar çok şey yaşamıştım. Yavaşça bir dizimi bükerek yerdeki kitaba uzandığım gibi onu yerden alıp doğruldum. Sol elime yasladığım kitabın sayfalarını çevirmeye başladım. Ama herhangi bir şey bulamayınca belki de düşündüğüm şey olmayabilirdi. Kitabın kapağını kapatacağım an boş sayfada bir yazı belirdi.

 

"Geçmişi kurcalamak peşinden acıları sürükler."

 

Kitabı boş sayfasında yazan yazıya anlam veremedim. Kim tarafından yazılmıştı? Ve bu kişi ya da kişiler geçmişi kurcaladığımı mı düşünüyordu?

 

"Burada bulunmak senin için bir şey değiştirmeyecek."

 

Tekrar bir yazı belirdiği anda buradan uzaklaşmam gerektiğini bizzat açıkça istediğini anladım. Peki bunu beden kim istiyordu?

 

Bakışlarımı kitabın artık boş olan sayfasından çekerek etrafıma baktım. Kimse yok gibiydi. Ve kimseyi görmüyor, onun varlığını belirten herhangi bir işaret göremiyordum. Enerjisini bile hissetmemiştim.

 

Ben düşüncelere dalıp gitmişken birden yeniden boş sayfada bir yazı belirdi.

 

"Aradığın şey burada değil. Zihnini kurcala ve asıl olman gereken yerde ol. Çok uzak değil yakınlarda yaşadığın bir gerçeklik."

 

Boş sayfada yazılanları okuduğum esnada aklıma dediği şey gelmedi. Gerçeklikten kastı neydi ki? Yavaşça elimde duran kitabın kapağını kapattım ve onu hemen yerine koyup bodrum katını terk ettim. Yezra 'nın daha fazla evinde durmayarak kuleye gelmiştim. Kuleye geldiğim sırada hava çoktan aydınlanmıştı. Kuledeki hareketlik çoktan başlamış, çalışanlar kahvaltı hazırlığına ve temizliğe başlamıştı bile.

 

Herkesi es geçerek kimseye görünmeden yukarı kata doğru çıkmaya başladım. Merdivenlerden çıkarken 5.katta olan boğuk konuşmalar ilerlememi durdurdu. Üzerinde durduğum basamağında üzerinden hiç kıpırdamadan durup, konuşmaları duymaya çalıştım. Tarsis Kralı ve Süreyya hanımdı konuşan.

 

Daha yakından duymak için birkaç basmak daha yukarı çıktım. Şansım vardı ki Süreyya hanımın odasının olduğu taraftan ses geliyordu ve oda koridorun sonunda bulunuyordu. Birkaç basamak daha çıkıp kendimi gizleyerek konuşmaları dinledim.

 

"Dediğim gibi her şey değil mi?" diyince Süreyya hanım neyden bahsettiğini anlamadım. Ara sıra etrafıma bakarak birinin gelip gelmediğine bakınıyordum.

 

"Evet her şeyi anlattığında sizden duyduklarımı dile getirdi. Herhangi bir açık yoktu dediklerinde . Olanları söylemişti." diyen Tarsis Kralı'nı duyunca konunun ben olduğumu anladım. İkisine gözükmeden sessiz olmaya dikkat ederek, sol tarafa doğru geçip üst kata çıkan merdivene yönelip kaldığım yerden devam ettim basamakları çıkmayı.

 

Ben bir üst kata geçerken Tarsis Kralı'nın şu sözlerini duymuştum.

 

"Yasta gibiydi onu gördüğümde . Ve hissizdi. Tüm duyguları sanki ondan alınmıştı. Tek bir şey hariç o da acıydı. Ondan alınmayan tek şey oydu . Gözlerinde acının gölgeleri vardı. O gölgeler göz bebeklerinin çatlaklarından sızmış ve kendini açığa çıkarmıştı. Büyük bir boşluğa sıkışıp kalmış. Ve uzun süre orada kalacak gibi görünüyor "demişti düşünceli sesiyle.

 

Son basamağı çıktıktan sonra artık onların sesini duymamaya başlamıştım. Kulenin son katına ulaştıktan sonra her zaman bulunduğum odaya geçmiştim.

 

Ama zihnimde o cümle takılıp kalmıştı.

 

" Gözlerinde acının gölgeleri vardı. O gölgeler göz bebeklerinin çatlaklarından sızmış ve kendini açığa çıkarmıştı."

 

Çok mu yansıtıyordum yaşadığım acıyı dışarıya? Bunu saklamak için bir şey mi yapmalıydım?

 

Ya da hiçbir şeyi umursamam mı lazımdı?

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷.......... ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Güneş doğana kadar düşünüp durmuştum. Birçok atladığım noktaya ulaşmak istemiş ve ulaştıklarım konusunda herhangi bir hata veya gözden kaçırmış olduğum bir şey bulmuş değildim. Acaba tam olarak neyi atlamıştım?

 

Yakın bir zamanda olandan bahsetmişti. Kanlı Dolunay Gecesi mi acaba? Ama o an her şeyi tamamen olması gereken şekilde yapmıştım. Bir hata yaptığımı ya da gözden kaçırmış olduğum bir şey oluğunu zannetmiyorum. Bir de şimdi gizemli kimliğin bana söylemiş olduğu şeyin ne olduğunu anlamam lazımdı.

 

Kahvaltı zamanı gelmiş ve geçmişti. Çoktan herkes yapması gereken işin başına dönmüş olmalıydı. Bense bu sıkıcı yalnızlık içerisinde öylece bekliyorum. Victoria 'nın şimdi yanımda olmasını isterdim. Ama yoktu nereye gittiğini de bilmiyorum tam olarak. Asper krallığında mıydı yoksa cezalandırılmam için Victoria kuleden mi uzaklaştırılmıştı?

 

Her ikisi de bir ihtimaldi. Ve bu ihtimaller canımı sıkıyordu. Daha fazla bu boş odada durmak istemediğime karar verince hemen oturmuş olduğum yerden kalkarak odanın kapısına doğru ilerledim. Kapıyı açar açmaz birden karşımda bizimkileri görmüştüm. Bunu beklemediğim için irkildim ve geriye doğru bedenimi ittim. Hepsi tam karşımda duruyordu. Şaşkınlıktan hafif gözlerim irileşmiş, yaşadığım şeyi anlamaya çalıştım. Burada mıydılar? Yoksa ben gerçekten hayal mi görüyorum gündüz vaktinde?

 

Hepsi sessizce beni izliyor, ne tepki vereceğimi bekliyorlardı. Eşim yarı açık kapıda durmuşken, bir adım daha geriye çekildim ve onların içeriye girmesini bekledim. Benden aldıkları mesajla anında hepsi yavaşça içeriye doğru adım attılar. Onlar içeriye girdiği anda bende yavaşça kapıyı kapatıp onlara döndürdüm bedenimi.

 

Bizimkileri içeri aldıktan sonra boş olan odada hemen oturmaları için 6 sandalyeyi büyü yardımıyla odada bulunmasını sağladım.

 

Sessizce sandalyeye oturduklarında ben hemen pencereye doğru ilerledim. Pencere camına sırtımı yaslayıp bana dönük olan dostlarıma baktım. Hepsi suskun ve meraklı bakışlarla beni izliyordu. Bazen onlara baktığım esnada bakışlarını benden çektikleri olmuştu. Onları ürkütüyor muydum? Sanmıyorum ama onların bu sessizliğini sevmemiştim.

 

Victoria, beni izlerken farkında olmadan parmakları sertçe kollarına bastırıp duruyordu.

 

"Bir şey demeyecek misin?" diye gözlerine bakarken konuşunca, Victoria anında transtan çıkmış gibi anında olduğu yerde hafifçe kıpırdadı. Ne diyeceğini bilememiş bir ifadeyle bakınca onun bu tatlı kararsızlığı tebessüm etmemi sağladı. Ona tebessümle baktığımı görünce şaşırdı. Yavaşça dudakları aralandı, sonra usulca nefes alıp verirken, iyice arkama yaslandım.

 

"Sessiz olmanızı beklemiyordum." dedim ve yaptığım durum tespitine göre ben konuşmadan onlar pek konuşacak gibi değildiler. "Aklınızda sormak istediğiniz sorular olmalı. O halde sizin adınıza hem sorup hem cevap vereyim." dedim gözlerimi kısıp en çok sormalarını beklediğim şeyi cevapladım.

 

Kollarımı göğsümde kavuşturdum. "İyi miyim? Sanırım iyi olmaya çabalıyorum." dedim sesli bir nefes verirken. Olduğum yerde yavaşça sağa sola sallandım. Ayaklarımı sertçe zemine yaslamış bizimkilere baktım. "Bu beş gün yoktunuz? Beni yalnız bırakmak için olduğunu düşünüyorum." dedim teyit etmek istercesine ilk bakıştığım Dennis 'e bakarken. Anında bakışlarımız buluşunca hemen usulca evet anlamında başını salladı.

 

"Hım..." dedim ve yavaşça sol elimle burnumu küçük bir parmak hareketiyle kaşıdım. "Peki şimdi ne yaptığımı merak ediyor olmalısınız? " diyerek onlardan dediğimi onaylamalarını beklerken, Dehri 'nin yanıtı gecikmedi.

 

"İyi olduğunu gösteriyor olabilirsin dışarıdan." dedi Dehri, belki de bu halimin bir yansıma olduğunu dile getirirken. "Ama ne yaptığını merak ediyoruz. Hepimiz o gece neler yaşandığını içten içe merak edip, sana sormak konusunda tereddüt ediyoruz. Çünkü eğer anlatırken söyleyeceklerin seni kıracaksa , biz bilmemeyi tercih ederiz. Bizim yüzümüzden hatırlayıp üzülmeni istemiyoruz. "diyerek anlayışla yaklaşınca onun bu tutumu beni mutlu etti.

 

Her ne kadar mutlu olmuşsam da dışarıdan ifadesiz duruyordum. Kavislenen kaşlarımı usulca eski haline döndürdüm.

 

" Aslında bakarsanız ben çoktan olanları içimde hallettim bu sonradan açığa çıktı." dedim ve artık anlatmanın zamanı gelmişti. "Bildiğiniz gibi bundan yıllar öncesinde Esila 'nın sebebiyet vermiş olduğu bir şey oldu Kanlı Dolunay Gecesi' de. Ve o gecenin sonunda bir çocuk öldü. Bunu duymuş olmalısınız. O çocuk benim kardeşim Kaan 'dı." dedim ifadesizliğimi devam ettirmek için kendimi zorlarken. Sesimi olabildiğince ruhsuz tutarak, acı çektiğimi yansıtmak istemiyordum." O gece Esila bir sonraki kolyenin yeni sahibinin öldürülmesini istemişti. Tabii bunu yapacak tek bir varlık vardı. Karanlık Ruhlar. Başardılarda. Bunu aslında bende daha önceleri bilmiyordum." diyerek o anda bunu nasıl ve ne zaman öğrendiğimi, ve öğrenince neler yaşadığımı hatırladım.

 

Acımıştı. O an bir elin boğazıma yapıştığını ve nefes almamı engellediğini hissetmiştim.

 

Acıtmıştı. Bedenim yaşadığı acıdan dolayı öyle bir acıya maruz kalmıştı ki... Bu acının o an hiç dinmeyeceğini sanmıştım.

 

Kanatmıştı. Bedenim görünmez darbeler almış ve oluk oluk kan akmıştı bedenimde. Akan her kanda boğulup kalmıştım.

 

"Peki ne zaman öğrendin?" diyince Kavi, daldığım andan sıyrıldım. Bakışlarım ona kaydı dalıp gittiğim zeminden.

 

"Mera 'yla olan bağı bozduktan sonra. Toplantı odasında öğrendim. Kanlı Dolunay Gecesi yaklaşıyor demişti Turul bey. Sonra o geceden sonra Karanlık Ruhlar mezarlığında bir çocuğun mezarı belirmiş. Bunu söylediği anda Loya hanım, o andan sonra Esila' nın hep yaptığı ama anlam vermediğim imaları aklıma geldi. Hep ima etmişti. Ama ben anlamış değildim. Sonradan yaptığı imaların kardeşimle alakalı olduğunu anladım.

 

Ve sonunda her şeyi kavrayınca —"dedim ve cümlemi yarım bırakıp olduğum yerde sırtımı dikleştirip hepsine teker teker baktım. Hepsi soluklarını tutmuş dediklerimi dinliyor ve yarım kalan cümlemi tamamlamamı bekliyordular.".... Sonra karar verdim onu yok etmek için her şeyi yapacağıma. Bunun için üç günüm vardı. Kanlı Dolunay Gecesi'nden üç gün önce her şeyi öğrenmiştim. Ve bu son üç günümde kafamda tasarladığım planı devreye soktum. Her şeyi eksiksiz olarak araştırdım. Birçok kez başka yerlere gittim. Her bilgiye ulaşmak istedim. Ulaştığımda planı 3 aşamda böldüm. Ve her aşama benim için diğer aşamaya atılan temeli sağladı. Sonunda istediğim her şeyi yaptıktan sonra gecenin başlamasını beklemekti. "dedim ve soluksuz konuştuğum için nefes nefese kalmıştım. Derin bir nefes alıp tam devam edeceğim an Dennis konuştu.

 

" Sonra gece başladı ve sen güçlerimizi kullanmamızı engelleyecek bir kalkan oluşturdun. Aslında niyetin bizi korumaktı. Öyle de oldu değil mi?" dedi onaylamamı beklercesine ama ben sessiz kaldım ve hiç kıpırdamadım. "Çünkü avcılar krallığı çarpışmanın çok büyük bir ses yarattığını söyledi. Ama biz hiç etkilenmemiştik. Senin yaptığın önlemlerle. Yani ölüme giderken bile tek düşündüğün vereceğin zararı önlemekti." dedi Dennis son cümleyi söyledikten sonra alaylı bir gülüş yerleşti dudaklarına.

 

" Birde kolyeyi hak etmediğin söylentileri var. Hepsi yanılıyor. "diyince Dennis tüm söylenenleri deli saçması olduğunu dile getirirken. Onun benim haksız olmadığımı ve yaptığım şeyin farkında olmasını bilmek bana iyi geldi.

 

" Teşekkür ederim yanımda olduğunuz için. Ve beni anladığınız için. Hayatlarımızın birleştiği noktayı seviyorum. Bizleri bir araya getirdi." dediğimde onların varlığın benim için ne kadar önemli olduğunu söylerken.

 

"Bizde memnunuz Prenses. Eğer dostumuz olmasaydın bu bizler için tehlikeli olurdu. Senin nefretini göze alamam. Malum o ürkütücü zekan korkutmuyor değil." diye takılırken bana Dehri, onun dediklerini duyan diğerleri bu cümlesine güldüler.

 

Ben mi? Ben ona küçük bir ışıltılı bakışla bakıp, keyfimi yerine getirmek için yaptığı uğraşı küçük bir gülümsemeyle karşılık verdim.

 

" Tamam bu kadar yeteri her şeyi öğrendik. Şimdi hep beraber aşağı inip yemek yiyelim ben açım." dediğinde Enfal oturduğu yerden kalkıp hepimizi kapıya doğru yönlendirmek için yaptığı işareti yok saymadık ve aynı anda kapıya doğru ilerledik.

 

Kapıya yaklaşmışken Dehri önden gidip kapıyı bizler için açıp dışarı çıkmamızı bekledi. Hepimiz çıktıktan sonra beraber merdivenlere doğru yöneldik. Yavaşça merdivenlerden inerken Dennis ve Enfal bizleri güldürmek için yaptıkları şebeklikleri hem izledik hem güldük. İkiside keyifli keyifli atışırken, ben ve Victoria yan yana basamakları iniyor ve onların bu hallerine kahkahalar atıyorduk. Uzun zaman sonra gülmek ve bu kadar mutlu olmayı beklemiyordum.

 

Bizimkilerle beraber yemekhaneye inince güzel bir öğle yemeği yemiş ardından hemen sonra çiçek arazisine gitmiştik. Hepimiz yere serili örtünün üzerine oturmuş, bu güzel havanın tadını çıkarıyorduk.

 

" Kiran 'ın burada olduğunu biliyor musun?" diye sorunca Kavi, onun sesini duyunca omzumun gerisinden ona baktım. Usulca evet anlamında başımı salladım.

 

"Dün gece Tarsis Kralı odamın kapısına gelmişti her şeyi öğrenmek için. O sırada Kiran' ın beni görmek istediğini söyledi. Kiran 'la bu öğleden önce konuşacaktım fakat nedense geldiğimde onları kulede bulamadım. Neden gittiklerini bilmiyorum ama önemli olmalı ki apar topar gitmişler. Sonra Kiran' ı ziyaret edeceğim. "diye açıklama yapıp, tekrar başımı önüme çevirdim.

 

" Kuledekilerin sana yönelik olan tavırları seni rahatsız ediyor mu? "dediğinde Nehar beklemediğim bir soru sormuştu. Tam olarak rahatsızlık değildi. Sadece benden neden bu kadar bir lanet biriymişim gibi konuşmaları ve bana yönelik olan bakışlarını görmek üzmekten çok şaşırtıyor. Onlara yönelik herhangi bir zarar vermediğim halde bu takındıkları davranışlarını anlamıyorum.

 

"Şaşırıyorum sadece gördüğüm anda sonrada bakışlarımı çekip oradan uzaklaşıp, terk ediyorum orayı. Benden rahatsız oldukları belli. Bunu görüyorum onun için pek göz önünde durmuyor, olabildiğince kendi başım takılıyorum."dedim ellerimi dizlerime yaslayıp, bakışlarımı yerde duran kuru yaprağa çevirirken.

 

" Boş ver onları sen yakında hepsi anlar ve bu davranışlarını terk ederler. "diyerek kafama takmamamı söyleyince karşımda duran Kavi, sadece kuru bir sesle peki dedim. Zaten uğraşacak halim yoktu. Beni rahatsız etmedikleri müddetçe istediklerini düşünmekte özgürler. Onların düşünceleri beni etkilemez buna izin vermem.

 

Birkaç saat daha çiçek arazisinde konuşurken sonrasında bizimkiler kuleye dönmek isteyince ben biraz daha dışarıda kalacağımı söyleyip, onların bensiz gitmesini sağlamıştım. Onlar gittikten sonra içinde olduğum çiçek arazisinden çıkıp Kara Orman'ın önünde duran kayaya doğru ilerledim. Kayanın arka tarafına geçip sırtımı kayaya yasladım. Bacaklarımı uzatmış hit halde önümde duran sık ağaçların arkasından ormanı izlemeye başladım.

 

O geceye kadar sadece ormanı izlemekle yetinirdim. Şimdiyse ormanı değil izlemek istediğim anda ormana giriş yapabilirim. Ve benden başkası ormana girmez. Ben izin verdiğim müddetçe. Evet hâlâ yapmış olduğum kalkan aktif halde. Ve ben bu kalkanı kaldırana kadar benden başkası içeriye adım atamayacak. Keza şimdilik ben bile giremiyorum. Nedense oraya adım atmakta kararsızlık yaşıyorum. Nedenini bilmediğim bir his "girme," diyor. "İçeriye adım atma ve uzak dur!" diyor. Her ne kadar girmek istesem bile şu anlık oraya girmek konusunda tedirginlik yaşıyorum.

 

Sesli bir nefes verip, başımı arkamda duran sert kayaya yasladım. Sağ dizimi büküp göğsüme doğru dizimi çektim. Çenemi sağ dizime yasladım ve Kara Orman'ın derinliklerinde mavi harelerimi gezdirdim. Acaba siyah ve beyaz kaslan orada mıydı? Yoksa her şey zihnimin bir oyunu muydu? Sanki onlar hiç yokmuş gibiydi. Ve bu varlıkları sadece ben görüyormuş gibi hissediyorum. Ve bu varlıklar en çaresiz anlarda karşıma çıkıyor gibiydi.

 

Yavaşça dizime yaslı olan çenemi kaldırıp başımı geriye attım. Ensemi girintili çıkıntılı olan kayanın yüzeyine yasladım. Kayanın soğuk yüzeyi tenime değince hafif bir ürperdim.

Gözlerim sonrasında bu ürpermeye eşlik etti ve gözlerim usulca kapandı. Uykum vardı sanki. O an bastıran uyku gözlerime çöktü. Yavaşça başım omzuma doğru düşerken zihnim bulanık bir camın arkasına çekildi. Ve o bulanık cam beni dış dünyaya kör etti. Zihnim uyuştu. Düşüncelerim kaçıştı. Bedenim yenik düştü.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷.......... ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Ölümün uykusu içerisinde koca günleri devirdim. Kör gerçeklere bir bir gözlerimi kapattım. Buradaki uyumu hiçe sayıp kendi kurallarımı aktif hale getirdim. Ruhuma dolanan karanlık beni büsbütün esir aldı. Hislerime bir yıkım gibi çöktü. Çöl nefesi usulca tenimi gıdıkladı, her şeyin farkına varayım diye.

 

Her cesetleri ruhuma ağırladım. Orada saklansınlar diye. Orada kaybolup bana karışsınlar diye. Ruhum koca bir sürgündeydi. Ve o sürgün onun en büyük intiharlarını, imtihanlarını başlattı. Her adım onu yaktı geçti. Her adım onu kül etti. Dağıtıp durdu etrafa. Ben buradaki kayıp bir misafirdim. Ve kayıp olmam ruhumun, bedenime ulaşamamasını sağladı. Onu kaybetti. Zihinlerde, düşüncelerde, hayallerde, hislerde...

 

Gerçeğin yazgısı ben buraya gelince başladı. Yazgı beni gerçeklere uyandırdı. Ona karşı mücadele ettirdi. Siper alıp, savaş alanında çarpışmamı sağladı. Tüm sırlar portrelerdeki yerlerini alıp, oraya çizili olan farkları keşfetmemi bekledi. Keşf edince hemen oradaki yanlışı düzeltmem beklendi.

 

Birçok iç hesaplaşmalarla kendi gerçeğimi buldum. Peşinden gittim. Yara ala ala. Düşe düşe... Kırıla kırıla...ama pes etmedim. Sadece gerçeğin bana sunulmasını bekledim. Ve başardımda.

 

Tüm gizli silüetler zihnimde belirdi, kendini göstermeden. Ve sakladıkları her şeyi kulaklarıma bir bir fısıltdadılar. Canım yansa bile görmezden geldiler. Ölüm bir sihir gibi etrafımı kuşattı. Beni çepeçevre sardı. Beni kendisiyle bir bütün hale getirdi. Ve beni yavaşça tüketti. Saniyeler benden akıp gitsin diye.

 

Soğuk bakışlarımla herkesi izledim. Tanıdım. Keşfettim. Farkına vardım her şeyin. Her ayrıntısına kadar. Ve onları bir bulmaca gibi çözdüm. Gizemlerini açığa çıkardım. Benden saklanan her şey bana geri ulaştı. Çünkü onlar bana ve hayatıma aitti. Çığlık seslerimle günleri devirdim. Açığa çıksın istedim acılarımın. Herkes bilsin istedim. Neler yaşadığımı, neler hissettiğimi. Bildiler mi? Sanmıyorum. Buna rağmen devam ettim kendimi ifade etmeye. Taki gerçekten bir gün beni anlayacaklarını umut ede ede.

 

Karanlık şafaklarda kendi acılarımı sakladım. Bana zararı dokunmasın diye. Yeni yaralar açmasın diye. Ve eskileri iyileşsin diyerek.

 

Buradaki her haller tüm ezberlerimi bozup geçti. Bendeki durumları değiştirerek kendi istediklerini inşa ettiler. Ve bende bu düzene ayak uydurdum.

 

Günyüzü görmediğim bu yaşamımda sadece ölümün beni ele geçirmesi için bekleyip durdum. Geleceğini biliyordum. Çünkü ölüm hep kişiyi bulur nerede olursa olsun. Ben sadece günahsız bir ruhtum beni günahlarla dolu bir yaşama çekip, orada yaşamamı istediler. Zorladılar. Her yalanı görmemi, duymamı ve yaşamamı istediler benden.

 

Bense hayatımın ayna arkasından onları izledim. Bana ulaşamadılar ama bende derin izler bıraktılar. O izler tenimin en derinliklerine kazındı. Ve o izler ben oldu günler geçip gittikçe. Sonrasında tenimi tırmalayan bir fısıltı haline geldi o izler. Aklım bulandı. Zihnim bana gerçekleri kör etti. Yalanlar yaşamım oldu. Doğrular hayallerim.

 

Bu yaşadığım her şey hayatımda bana büyük kararlar aldırdı. "İlerle!" dedi. "Arkana bakmadan ilerle!" diye diye ilerlememi sağladı. Ve ben o emre uydum. Hayatın sürüklediği yoldan sapmadan ilerleyerek hayatımı yaşadım.

 

Hayatımın her noktasında çoğu eksik cümlelerim oldu. Hiçbiri tamamıyla bütün hale gelemedi. Onları devam ettiremedim. Yarım kaldılar. Yarına kaldılar. Unutuldu gittiler zihnimden sonrasında.

 

Kısıtlı zamanlarım oldu doğru kararlar verirken. Onları hayatımda gerçekleştirirken. Ve onları hissettirirken. Ama ona rağmen her daim o kararları gerçekleştirdim. Bu benim küçük mutluluklarımdı.

 

Ruhumun nefesinde soluklarım kesildi. Ruhum ölüme bir adım kala her şeyi baştan balaşdı. En çokta acılarını tekrardan yaşamaya.

 

Siyah alevlerin sarmış olduğu hayatımda bedenim, küllerini tüm evrenin dört bir yanına savurmuştu. Her yerde bende bir parça bulunmuş, her yer benim izlerimle sarmalanmıştı. Tüm koparılmış anıların eksik yanlarında yerimi almıştım. Benimle birlikte tüm hayatlar küle dönmüş, benim acımı yaşamışlardı.

 

His kesikleriyle dolup taşmıştım. Bunun için hislerimi kesip atmıştım çok önceleri , yok edip onlardan kurtulmak için. Onların verdiği hayal kırıklığının izlerini silmek için. Hislerim yarattığı her iz, benim anılarım haline gelmişti. Ve bu anılar beni sevgi durağında çaresiz bekleyişlerin kucağına bırakıp, terk etmişti.

 

Zihnim koca bir boşluktu. Ve bu boşlukta islerin sardığı zihin bağlarıyla tüm geçmiş, islerin gölgesi altında yok olup, hiçe bürünmüştü. İsler yaşayışlarıma tutunup, onları koca bir uçurumun dibinde yeniden bir dayanağı olmasını sağlamıştı. Aslında bu isler benim zihin bağlarımı ipten çekip almıştı. Ben bunu bilemeden onların varlığını yok saymak için uğraşmıştım.

 

Yandım ; her acının ateşi içerisinde.

 

Yadırgadım; bu alevler içerisinde ölmeyişime.

 

Sorguladım ; hayatta kalmışlığımın sebebini.

 

Unuttum; yapılan her hatanın bedelini.

 

Benimsedim; tüm yaralarımı.

 

Vazgeçtim ; hayatın görünmez ipliklerinden beni hayatta tutmaması için.

 

Sildim ; geçmişe saklı ruhların çığlıklarını duymamak için zihnimden.

 

Kaybettim ; ışığı sönük zihnimde bana yönelik sevgi sözcüklerini ebediyen. Karanlığa gömülüp gidişini izledim gözyaşlarımla. Benden koparılmış bağının yasını tuttuğum sırada.

 

Yaralar aldım ; yaşamın kırık aynasından bana sunulan derin kesiklerle. İzler kazındı tüm tenime. Kanlar akıp durdu tüm bedenimde. Ve ruhum silindi tüm hissiyatlı ağlayışlarla.

 

Feryatlar koptu ; Kan bağlarından bana yenik düşen, acının seslerinin tınısında. Koptu tüm feryatların serzenişi cam kubbede. Yitirildi tüm güçlü duruşlar bu feryatlarla. Ve kader çarkları dönmeyi bıraktı bu çıkışlı hayatın basamaklarında.

 

Ben bu hayatta tökezleyen ruh ve incinen bir kalbe sahiptim. Her adımım kalıcı izleri bedenime misafir etti. Her ihanet incitti kalbimin varlığını. Her çığlık peşin hükümler sundu hayatıma seçimler yapmam için.

 

Mekanik düşüncelerle yaşamımı devam ettirmek istedim. Kırılmamak adına. Acımamak üzere. Verilen kararlardan pişman olmamak adına.

 

Hazin hayal kırıklığının çığlığı tüm evreni büyük bir zelzele ile karşı karşıya bıraktı. Bu kırıklık öldürdü. Bu hazin sonlandırdı yaşamı. Bu çığlık öldürdü varlığı. Sırf gerçeğin acı döngüsü evrendeki varlıkları yok etmemesi adına tüm acıları göğüslemeye razı geldim. Belki de acıya alışık olmamdan dolayı. Belki de tek bildiğim yok bu olmasından dolayı.

 

Aniden olduğum yerde başımın hafif kaymasıyla gözlerimi araladım. Etrafıma bakınca kayanın dibinde uyuya kaldığımı fark ettim. Gözlerime çöken uykuya yenik düşmemiş olmalıyım ki, uyuya kalmışım uzandığım yerde. Uyuşan bedenimi kıpırdatarak oturduğum yerden yavaşça kalkmaya başladığımda sırada birden Karanlık Orman 'da küçük bir parıltı gözüme çarptı.

 

Belki cam ve benzeri bir şeydir diye düşünerek bakışlarımı önüme çevirdim.

 

Ayağa kalkıp sırtımı tam ormana döneceğim an aynı parıltı daha parlak bir şekilde yüzüme çarpınca, gözlerimi kapattım. Bu parlaklıkta neyin nesiydi? İçimden bir ses pek iyi bir şey olamayacağını söylesede, o sesi maalesef göz ardı ettim. Bakışlarımı etrafa çevirdiğim sırada birileri var mı diye bakındım. Kimseye rastlamadığım sırada bedenimi harekete geçirdim ve Kara Orman'ın girişine doğru ilerledim. Kara Orman'a ayak basmadan son kez baktıktan sonra birileri beni fark etmeden hızla ormana giriş yaptım.

 

Kalkandan geçerken sanki sıvı bir şeyin içerisine girmiş gibi hissettim. Bu sadece benim için gerekli bir şeydi diğerlerine kalkan katı bir cisim haline geliyordu. Bu kalkan bana görünmez bir duvarken onlara bir barikattı. İçeriye girince yavaşça etrafa gün ışıkları altına baktım. Orman sessiz ve sakindi. Yerdeki ağaç yaprağı dikkatimi çekti, eğilip yerden aldığım sırada ağaç yaprağının bembeyaz olduğunu fark ettim. Ağacın dalında bulunurken simsiyah, ağacın dalından düşerken bembeyaz hale dönüşüyordu yaprak.

 

Elimdeki yaprağı usulca bırakıp yere düşmesini sağladım. Bakışlarımı ağaçlara çevirdiğim anda sık ağaçların olduğu kısmın karanlık olduğunu gördüm. Ağaçlar sık olduğu ve karşı karşıya oldukları için ağaç yaprakları güneşi ışınlarının ormana ulaşmasını engelliyordu. Ormanın en net ışık aldığı taraf, ormanın ortasında bulunan ağaçsız alandı. Ve bu alan geniş kocaman bir alandı. Sanki üzerinde bir şey varmışta ağaç ve ağacın dallar oraya erişim sağlamıyor gibiydi.

 

Ama görünüşte çorak bir arazi görünümüne sahipti. Etrafı ağaçlarla dolu olan çorak bir alan. Zaten gece vakit buraya gelip burada durup Esila 'nın ortaya çıkmasını işaret etmiş ve hemen ağacın dibinde duran kayaya onu fırlatmıştım. Sonrası uyandığım anda o yoktu. Ama gözlerimi kapatmadan önce o kayanın dibinde küçük bir parıltı görmüştüm.

 

Acaba o parıltı az önce gözüme vuran parıltı mıydı? Olabilirdi aslında. Yavaşça olduğum yerden harekete geçip o kayanın olduğu tarafa doğru ilerledim. Kanlı Dolunay Gecesi olanların hâlâ izleri bulunuyordu yerde. O çorak alanda on beş santimlik bir çukur oluşmuştu. Çarpışma esnasında oluşmuştu ve hâlâ da duruyordu.

 

O çukurdan bakışlarımı çekip çaprazımda duran alana doğru ilerledim. İlerlediğim esnada Ruh Sarmaşığıyla etkisiz hale getirmiş olduğum Esila 'nın yaslı olduğu ağaca baktım. Ağaç kurumuştu. Sanrım büyük patlama onu yok etme aşamasına getirmişti. Ağacın bazı dalları kırılmış ve bazı dallarıysa yere düşmüş vaziyetteydi. Tüm yaprakları ağacın dibine düşmüş bembeyaz hale gelmişti. Sonunda kayanın olduğu kısma ulaşınca, gördüğüm o parıltı nereden geliyor diye iyice kayayı izlemeye başladım. Hatta kayanın yanına gelip yakından baktım halde bir şey bulamadım.

 

Yavaşça kayanın dibine çöküp kayanın altına bakmaya başladım. Ne kadar göz gezdirsemde bir şey bulamamıştım. Bence yanlış görmüş olmalıydım. Olduğum yerden doğrulup arkamı dönüp ormanı terk etmek için tam adım atacağım an bir şey duydum. Bir nesnenin zemine düşerken çıkardığı sesi duydum. Ama bu normal bir zemin değildi.

 

Bu zemin sanki bir gümüş yüzeye atılan bir taşın çıkardığı sese benziyordu. Yavaşça tekrar kayaya baktım ve bu sefer sağ tarafına geçip yere oturduğum gibi boynumda duran kolyeyi parmaklarım arasına kıstırıp, kolyenin ışık yaymasını sağladığım. Işığı yaydığı anda kayanın etrafında ışığı gezdirdim ve ışığın yansıması sağlayacak o şeyi aramaya koyuldum. Kayaya tuttuğum ışık hiçbir şekilde yansımadı.

 

Sağına soluna üstüne tutup durdum ama fayda vermedi. Sonunda bezmiş bir şekilde kayanın alt kısmına tuttuğum anda ışığın bir şekilde yansıdığını fark ettim. Bunu gördüğüm anda hemen etrafıma görünmezlik kalkanı oluşturdum. Belki de bulacağım şey önemli bir şeydi. Ve ben bunu benim dışımda kimse görsün istemedim.

 

Oluşturduğum kalkandan sonra hemen önümde duran kayayı nasıl geriye iteceğimi düşünüp durdum. Sonunda bildiğim bir büyü sözünü söyleyip kayayı olduğu yerden kalkmasını sağladım. Kaya söylediğim büyü sözlerinin hemen ardından yavaşça olduğu yerde kıpırdayıp, yavaşça arkaya doğru itilmeye başladı. Kaya geriye doğru çekildiği sırada tam kayanın altında parlak küçük bir nokta gördüm. Yavaşça o noktaya eğilip parmak uçlarımla o kısma dokundum.

 

Dokunduğum şey soğuk ve pürüzsüz bir şeydi. Yavaşça bu şeye yaklaşıp, elimle yüzeyine dokunup, üzerinde olan tozları süpürmeye başladım. Tozlar üzerinden gittikçe ben yerin üzerinde bir şey gördüm.

 

Zeminin üzerinde bir gümüşten tabela bulunuyordu. Ve bu gümüş tabela üzerinde bir yazı vardı. Ama bildiğim bir dile ait değildi. Hatta buradaki hiçbir dile ait olduğunu düşünmüyorum. Çünkü burada sembolle yazıldı olan bir cümle kazılı haldeydi. Peki bu ne anlama geliyor?

 

Şu anlık yapacağım bir şey yoktu. Hemen kolye yardımıyla bir kağıt bir kalem elime aldım. Kağıdı yazının üzerine yasladım ve kalemle kağıdı boyamaya başladım. Her boyayışım sırasında sembolle yazılı olan cümle kağıda aktarılıyordu. Sonunda tüm cümle kağıda geçince yavaşça kağıdı hemen ikiye katlayıp kolyemdeki küçük büyülü kısma sakladım. Sonrasında ise kayayı eski yerine geri getirip hemen olduğum yerden kalkıp burayı terk ettim. Buradan çıktığımı kimse görmesin diye odama portaldan geçiş yaptım.

 

⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘

 

Kara Orman'dan çıkıp odama geçtikten sonra hemen kısa bir duş almış sonrasında üzerimi değiştirip odamdan dışarı çıkmıştım. Bu akşam maalesef ki herkes beni görmek zorunda kalacaktı. Çünkü akşam yemeğine bende gelecektim. Uzun zamandır gitmediğim için kesinlikle gelişim onları huzursuz edecek ama alışmak zorundalar. Yemekhanenin kapısının önüne geldim anda bizimkilerin tam yemekhane kapısında durduğunu gördüm.

 

"Neden içeri girmediniz?" diye merakla sorunca duvara sırtını yaslamış Enfal bakışlarını bana dikip konuştu. O konuşurken diğerleri burada olmamdan memnun olan bakışlarla bakıyordu bana.

 

"Senin gelmeni bekliyorduk. Biraz daha gelmeseydin biz seni almaya geliyorduk. Tam zamanında burada olmanı es geçemeyeceğim." dedi ve yavaşça duvarın önünden hareket edip kapıya kadar ilerledi. "Açım ve daha fazla oyalanmak istemiyorum." diyerek açıkça olduğumuz yerden harekete geçmemizi istedi Enfal uyarıcı bir sesle.

 

Enfal kapıyı açıp içeri girdiğinde bizde onu arkasından takip ederek içeri girdik. Yanımda olan Victoria 'nın konuşmasıyla bakışlarım ona çevrilmesede dikkatim ona kaydı.

 

"Sakın gerilme veya bakışlarını önüne çekme. Sen hiçbir yanlış yapmadın. Olması gerekeni sağladın." diyerek kendimi kasmamam hakkında uyarıda bulununca, ona uyarak bakışlarımı etrafımda olanlara çevirdim. Ben aralarında kimle bakışmaya başlasam baktığım kişi, saniyeler içinde bakışlarını benden çekip, önünde duran tabağa bakıyordu.

 

Çok saçma sanki bakışlarım onları taşa çevirecekte benden tehlikeli bir maddeymişim gibi davranıyorlar. Bunları anlamıyorum! Saçma sapan şeylere ihtimal verip duruyordular!

 

Son birkaç adım atıp, masanın yanına gelince hızlı davranıp yerime oturdum. Çalışanların bile ben gelince yaşadığı tedirginlik hat safhadaydı. Neyseki servis yapılan çoğu yiyecek yanımdaki kendi kendime servis yapabilirim. Yiyebileceğim yemeklerin olduğu tabakaları alıp kendi tabağıma yerleştirmeye başladım.

 

Benim gibi Victoria 'da kendi tabağına servis yaparken masadaki sessizlik dikkatimi dağıtmadı değil. Çünkü masada bulunan kişilerin bakışları altında yemek yemek biraz germişti beni. Birden çok çift bakışları üzerime çevrili olduğunu bilmek hareketlerimi kısıtlıyordu. Bir şey yapacağım anda iki kere düşünmemi sağlıyordu.

 

Sonunda başka şeylere dikkatimi vererek öyle yemeğimi yemeye başladım.

 

Masadakiler ben gelince sessizce yemeklerini yemeye başlamıştı. Benden bu kadar rahatsız olduklarını açıkça bildirmeleri ne de hoş bir davranış! Sanki ben onlara ölüp bitiyorum! Neyse yakında zaten gelenek bitiyor kendi ülkeme gidiyorum. Ne çok mutlu olacaklardır gidişime! Ben gelene kadar mutlu olmaya devam etsinler. Geldiğim andan sonra onlar için hazin günleri başlayacak ne de olsa.

 

Yemek boyunca sessizce yemekler yenmiş, çalışanlar masayı alel acele bir şekilde toplamış ve hemen işlerinin başına dönmüştü. Bazen bakışlarımı Süreyya hanımın olduğu tarafa çevirdiğim anda onun beni izlediğini fark ediyordum. Ama ne zaman göz göze gelecek olursak anında bakışları benden başka bir yöne kayıp duruyordu. Demek ki hâlâ tam olarak iç münakaşası bitmiş değildi. O gittikten sonra benimle rahat bir iletişim kuracaktı.

 

Sonunda yemekhaneden ayrılmıştım. Onca bakışın altında çok bile durmuştum. Bizimkiler üst katta olan enstrüman odasına gitmek isteyince, oraya doğru merdivenlerden çıkmış ve sonunda enstrüman odasına ulaşmıştık.

 

Kapıyı açıp içeri girmemizi bekleyen Kavi 'nin yanından geçip içeri girmiştik.

 

Hepimiz ayrı yerler dağılmışken ben pencere önündeki yerimi almış ve onları izlemeye başlamıştım. Bizimkiler müzik aletleriyle ilgilenirken onlara merak ettiğim bir noktada soru sormuştum.

 

"Buradaki her dile aşina mısınız?" diye sorunca hepsi bir anda sorumu duyunca, uğraşıp durdukları şeyleri bırakıp bana bakmışlardı.

 

"Her dilden kastın ne?" diyerek neyi öğrenmek istediğim sorgulayan Dennis 'e detaya inmeden bir cevap vermeye çalıştım.

 

"Aslında bu sabah Yezra' nın odasında bir şey gördüm. Ve ne olduğunu anlayamadım." dedim istemeye istemeye yalana başvurarak. Hepsi sessiz kalıp cümlemi tamamlamamı beklediler.

 

"Bir kağıtta sembollerle yazılmış küçük bir not buldum. Ne yapsamda onu okuyamadım." diyince birkaç saniye hepsi beni izledi. Acaba şüphelendiler mi?

 

"Bu Esila 'yla ilgili mi?" diye sorunca Victoria ona kaşlarımı çattım.

 

"Hayır tabi ki!" diye cevap verince kesin bir sesle anında yüzündeki o sorgu ifadesi yok oldu. Esila sadece onu bulmamı sağlamıştı. Onunla ilgili bir şey olmadığını düşünüyorum. Yani umarım değildir de bir süre onun yüzünü görmek istemiyorum. Diğerleri de ikna olmuştu. Bunu bakışlarında ve uğraştıkları işe dönmeleriyle anladım.

 

"O yazı çok önceki atalarımıza ait bir dil. Bu dili onlar kullanıyordu. Bununla çoğu antlaşmalar yapılmıştır. Belki de Yezra 'nın evinde bulduğun o not onlardan kalma. Zaten Yezra' nın soyu onlara dayanıyor. O dil çok zor bir dil. Bu dili okuyan nadir insanlar vardır. Hatta bunun alfabe kitabı bulunuyordu. Nereden bulacağını bilmiyorum ama o belki yardımcı olur. Ama pek umutlanma yıllar içinde o alfabe değişkenlik gösterdi. Yani atalarımız o dili eski halinden soyutladı neredeyse. "diyince Kavi ona kuru bir sesle anladım dedim.

 

O notu Yezra 'nın evinde bulmadım ama belki o kitabı orada bulabilirdim. Ama neden oradayken aradığın şey burada değil demişti? Belki de kitap orada değil yoksa neden bu konuda bir uyarı yapılmıştı ki?

 

" O zaman o kitabı bulmam için bana kim yardımcı olur ki?" diye sorunca hepsi sorumla birlikte kısaca düşünmeye başladılar.

 

"Renas hoca tabii ki!" diyince Victoria anında olduğum yerde kasıldım. Onun isminin geçeceğini bile düşünmemiştim.

 

"Emin misin?" diye teyit edince evet anlamında başını salladı Victoria.

 

"Aslında bakarsa doğru o çoğu kitaptan haberdar. Hatta belki sana o notu bile çevirir." diyince Dehri anında öne doğru atıldım.

 

"Gerek yok sadece kitabın yerini söylese yeterli. Hem benim aradığımı bilmemeli. Son olaylardan sonra herkesin dikkati benim üzerimde. Benim adıma Victoria sen kitabı istesene." diyerek Victoria 'ya çevirdim bakışlarımı.

Olduğu yerde eliyle kendisini gösterince elbette sen dedim ona.

 

" Tamam şimdi mi gidelim yoksa yarın uygun bir vakitte? "diyince daha fazla geciktirmek istemediğim için şimdi gitmek istediğimi söyleyince, Victoria olduğu yerden kalkarak benimle birlikte kapıya doğru ilerledi. Diğerleri ise birazdan odalarına çekileceğini söyledikten sonra enstrüman odasından çıkıp, Ahrar 'ın çalışma odasının olduğu kata doğru indik.

 

"Kitabı nerede olduğunu ne nedenle soracağım ki?" diye sorunca Victoria, o an benim aklıma bir fikir geldi.

 

"Neden bu kitabı Asper krallığı adına nerede olduğunu sormuyorsun? Hem daha inandırıcı olur. Ben senin yanında isteksiz bir şekilde durup sessiz olursam belki gerçekten buna inanır. Ve kitabın yerini söyler. Tabii biliyorsa. Bilmezse bu sefer gideceğim birkaç yer var. Oradakilere sorarım. "dedim bende aklıma gelen kişileri düşünürken. Çünkü belki onlar yerini biliyordur.

 

Ahrar 'ın çalışma odasının olduğu kata geldiğimizde koridorda ilerleyerek onun odasına doğru ilerledik. Biz odaya yaklaşırken odadaki konuşmalar daha doğrusu tartışma dikkatimizi çekti. Victoria' yla aynı anda birbirimize baktık.

 

"Ne oluyor?" diyerek Victoria sessiz adımlarla kapıya doğru yaklaşıp, tartışmayı dinlemeye başladı.

 

Bense o anda olduğum yerde durarak odada olan konuşmalara kulak kesildim. Serra ve Ahrar daha önce tanık olduğum bir tartışmaya içerisindeydi.

 

" Yeter anlamıyor musun yeter!" diye bağırdığını duyunca, Serra 'nın odadaki yüksek sesli yakarışını kaşlarım çatıldı. Neye itiraz ediyordu? Kendisini ilk kez böyle kaybettiğine tanık oluyorum. "Senden istediğim şeyi yapmanı istiyorum ama sen beni oyalayıp duruyorsun Renas! Ve sabrım tükeniyor anlıyor musun! Daha fazla bu olayın arkasında durmayacağım! Ve sen başarmayacaksan bırak ben yapayım! Gördüğüm üzere kendi çizginin dışına çıkıyor ve yolunda şaşıyor gibisin. "dediğinde son cümlesindeki alaylı sesiyle Ahrar 'ı uyardığı esnada yavaşça bir adım atarak, kapıya doğru ilerledim.

 

" Serra —"dedi Ahrar kısık ama tahammülsüzlük akan sesiyle Serra' ya seslenirken." Bana emir mi veriyorsun! "dedi tehlikeli bir tınıyla konuşurken. Onun bu sesle konuştuğunu ilk kez duyuyordum." Öyleyse tehlikeli bir suda çırpınıyor olmalısın ki bunun benim açımdan ne denli rahatsız edici olduğunu bil! "dediğinde son iki cümlesindeki aksi dolu sesiyle katiyen bu emire sinir olduğunu yansıtırken, olduğu yerde bir ileri gittiğini hissettim. Kesik kesik aldığı nefesleri sakin olmak için çabaladığının belirtisiydi. Konu neydi ki bu kadar ikisi de cinnet geçirecek seviyeye gelmişti?

 

"Sana emir veriyor gibi miyim sence ? Hayır! Sadece yapacaksan yap şu lanet işi! Hah olmayacaksa ben kendi bildiğim yoldan bu işi bitireyim. Diğer türlü sonuçların ne olacağını umursamayacağım sevgili kuzenim." diye çatallı sesiyle konuştu Serra. Öyle sinirle olduğu yerde gidip duruyordu ki bira an yerin aşındığını sandım. Adımlarıyla yeri dövüyor gibiydi. Ve tüm öfkesini bu şekilde çıkarmaya çalışıyordu.

 

" Sakin ol yoksa her şeyi mahvedeceksin anladın mı! "diye zapt etmeye çalıştığı sesiyle konuşan Ahrar 'ı duymamla, olduğum yerden harekete geçip, kapının dibine ulaştım.

 

Victoria' yla yan yana durup içerideki sese odaklandım. Ama saniyeler boyunca içeriden ses gelmeyince anında kapıyı sertçe vurup, içeri çağrılmamı beklemeden kapıyı açıp içeri girdim. Ben içeri girip onlara bakarken ikisi de olduğu yerde buz kesen yüz ifadesiyle bana baktılar.

 

"Rahatsız etmiyoruz umarım." dedim onları izlerken. Serra tam birkaç adım önümde durmuştu. Ben içeri girince adım atmayı bırakmış ve bana bakmıştı. O an soluğunu tuttuğunu görür gibi oldum.

 

Bu kadar şaşıracak ne vardı ki? Bakışlarım Serra 'dan Ahrar' a kaydığı anda onun masaya iki elini yaslayıp, başını eğdiğini görmüştüm ilk anda. Ben içeriye girer girmez başını kaldırınca, beni görmesiyle yüzü aniden kasılmış ve duruşunu bozmadan bana bakmıştı. Lacivert harelerindeki o korku da neyin nesiydi? Benim ani gelişim mi onu korkutmuştu? Yoksa başka bir şeyden ötürü müydü?

 

"Bir—" dedi ama Serra ilk an devam edemedi kendini topladıktan sonra cümlesini devam ettirdi. "...bir şey mi isteyecektiniz?" diye tamamlayınca ben konuşmadan ona baktım. Benim yerime o an onları merakını gideren ve Serra 'nın sorusunu cevaplayan Victoria oldu.

 

"Hayır sadece Renas hocaya bir şey sormak için geldik. Daha doğrusu ben soracaktım. İzin verirsen tabii." diyerek açıkça Serra' nın gitmesini isterken Victoria, hemen onun cümlesinden sonra Serra rahat bir nefes verip bakışlarını Ahrar 'a çevirdi.

 

Ahrar' a kısa bir süre baktıktan sonra olduğu yerden harekete geçip odayı terk etmeye hazırlandı. Yanımdan geçerken bana olan bakışını yakaladım.

 

Nefret.. Bu değildi.

Korku... Onun ilk kez bana bu bakışlarla baktığını gördüm. Ve bu kafamın karışmasını sağladı.

 

Serra odayı terk ettikten sonra birkaç adım arkamda olan Victoria öne çıktı. O sırada bense hiç Ahrar 'a bakmadan odada gözlerimi gezdirdim.

 

"Evet hanımlar sizi dinliyorum." diyince Ahrar düz sesiyle, bir an bakışlarım tam onu bulacakken son anda kendimi tuttum. Ustaca nasılda az önceki halinden sıyrılıp şu anki haline bürünmüştü. Büyük yetenek doğrusu!

 

Yanımdan geçip benim birkaç adım önüme geçen Victoria 'ya baktım.

 

" Bir konu hakkında görüşünüzü almak istiyorum. Asper krallığında bit belgeye rastladık. Ama bu belge hiçbirimizin bildiği bir dil değil. Sembolle yazılı belge ve kime gittiysem bana bu dili bilmediğini ve okuyacak kimse de olmadığını söyledi. Siz acaba bana bu konuda yardımcı olabilir misiniz? Çünkü bunu ben başarırsam mevkim bir tık daha yükselecekte. "diye ustaca Victoria olanları atınca, Ahrar 'ın şüphe etmeden bu konu üzerine düşmemesini sağladı.

 

Ahrar duyduklarından sonra tek kaşı yukarı kavislendi. İki eli beline gitti ve bakışları dalgın dalgın masanın yüzeyine çevrildi. Lacivert hareleri düşünceli halini yansıtırken onu kısa sürede inceledim. Bu beş gün içerisinde onu görmemiştim.

 

Yorgun değildi. Ama düşünceli bir hali vardı. Bunu neden mi anlamıştım. Hiç kestiremediği sakallarından ve uzatmış olduğu saçlarından. O kadar bir şeylerle meşgul olmuş ki kendisinin öğretmenlik için olan imajını terk etmiş. Nadiren saçları uzardı.

 

Çoğu zaman uzamasına izin vermezdi ve hep aynı boyutta olması için sık sık kestirirdi. Ama şimdi şu an dış görünüşü onun umurunda değildi. Peki neden? Neden bu kadar yılmış bir halde bulunuyordu? Sebebini çok merak etmiştim. Her zaman giyip durduğu kıyafetler içerisinde bulunuyordu. Siyah gömlek ve siyah pantolon.

 

Ama bu sefer gömleğin ilk düğmesi tek açıktı. Genelde ilk iki düğme hep açık olurdu. Bu sefer değildi. Beş gündür hep yaptığım şeyi yapmıyorum. Onu geceleri izlemiyorum. Kaç kere irademi aşıp gece onu izlemeye gidecektim ki son anda kendimi dizginlemeye gücüm yetmişti.

 

Ben düşünürken birden onun bariton erkeksi sesi odada duyuldu.

 

"O dili bilen kişi çok nadir. O kişileri öyle kolay kolay bulamazsınız. Ama bir kişi var ve Prenses onu çok yakından tanıyor." diyince Ahrar, son cümlesini imalı bir şekilde zikrederken.

 

"Kim peki?" diyince Victoria anında lacivert hareler beni bulup cevabı vermeye hazırlandı.

 

"Kral Hermes."

 

"Tarsis Kralı."

 

Dedik aynı anda aynı kişiyi zikrederken. Victoria o anda başını bana doğru çevirip bana baktı. Bense lacivert harelere bakmıştım.

 

"Sizi daha fazla rahatsız etmeyelim. Hadi Victoria biz çıkalım. Tarsis Krallığına gidelim bir an önce." dedim ve arkama dönüp karşımda olan kapıya ilerleyecekken, Ahrar 'ın şaşkın sesini duyduk.

 

"Bu saatte mi gideceksiniz ?" diye sorunca ona bakmadan ilerlemeye başladım. Kapıyı açıp dışarı çıkmadan önce Ahrar' a baktım.

 

"Tabii ki bu saatte gideceğiz . Tarsis Kralı geç yatar. Şu an çalışma odasında olmalı hemen gider bu konu hakkında konuşuruz . Olmazsa Victoria için bir gece orada bile kalabiliriz." dedim ve açmış olduğum kapıdan dışarı çıkıp ardımdan Victoria' nın gelmesini beklemeden ilerledim.

 

Sonunda Victoria yanıma ulaşınca ikimizde yan yana aşağı inmeye başladık.

 

" Emira neden öyle konuştun ki? "diyince Victoria 'ya güldüm.

 

" Neden mi? Çünkü Ahrar hoca, Tarsis Kralı olan husumetimi başka bir şeye yoruyor ve bende o imasına karşılık vereyim dedim. Hata mı ettim?"diyince Victoria dediğimi anladığı için hayır dedi.

 

Victoria beraber merdivenlerden aşağı inmiştim. Her ne kadar Victoria 'da benimle gelmek istese de, ben tek başıma gitmek istediğimi söyleyince daha fazla ısrar etmemişti gelmek için. Victoria kendi odasına geçerken bende açmış olduğum portaldan Tarsis Krallığına gelmiştim.

 

Açmış olduğum portal beni balo salonuna getirmişti. Olduğum yere garipseyerek bakmıştım. Neden burada bulunuyordum ki? Etrafımda yavaşça döndüğüm anda bu balo salonunun kullanılmadığını fark ettim. İçerisi beyaz örtülerle kapalıydı. Tam çaprazımda duran piyano bembeyaz örtüyle örtünüp, pencerenin dibine doğru götürülmüştü. Birkaç enstrümanda aynı piyano gibi beyaz örtü altına duruyordu.

 

Üzerinde durduğum simsiyah zemine bakışlarımı çevirdim. Zemin mat seramik taşlarla dizayn edilmiş, balo salonunun iki koca karşı karşıya olan devasa pencereleri gri perdeler ile örtünüp kapatılmıştı. Dışarıyı göremiyordum gri büyük perdelerden dolayı.

 

Şu an balo salonu sadece kapının iki yanında duran ışıklandırmayla aydınlığa kavuşuyordu. Tam tavana asılı olan siyah taşlı avize balo salonunu aydınlığa kavuşturmuyordu.

 

Uzun zamandır buraya kimse uğramış değildi. Ama yakın zamanda burada güzel bir düğün olacaktı. Hemde çok güzel bir gece bitimine sebep olacaktı.

 

Adımlarımı balo salonunun kapısına doğru yönlendirdim. Kapının önüne gelince yavaşça kapıyı açtım. Tam dışarı çıkmak için adım atıp ardımdan kapıyı kapatacağım esnada birden karşımda olan koridorda bir kapının açılma sesini duydum. Bakışlarımı oraya çevirdiğim anda Kral Hermes 'in odasından çıkarken gördüm. Hayret ben onu çalışma odasında bekliyordum. Merdivenlerden oraya inecekken karşı koridorda olan odasından çıkacağını hiç tahmin etmemiştim.

 

Kral Hermes beni görünce kapatmak üzere olduğu kapıyı kapatamadan şaşkına uğramış bakışları altında bana baktı. Usulca kapıyı kapattığını ve bana doğru adımladığını görünce, bende olduğum yerde durup, bana doğru ilerlemesini bekledim. Karşı koridordan bana doğru gelmesini beklerken bakışlarımı kısa bir süre onu inceledi.

 

Üzerine yeşil bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Uykudan mı uyanmıştı bilmiyorum ama saçlarının dağınıklığı dikkatimi çekti. Her ne kadar elleriyle ensesine doğru saçlarını götürmek için uğraş verse de pek başarılı olmamıştı. Uyku mahmurluğu üzerinde vardı ya da ben buna yormuştum. Adımları ne kadar hızlı olsada bazen bedeninin yalpaladığını fark etmiştim. Kesin yeni uyanmış ve kendini hızla odanın dışına atmıştı. Acaba kabus mu görmüştü de bu kadar ifadesiz duruyordu? Bakışları bende pek oyalanmadan yere çevriliyor, bana doğru son adımlarını atarken yorgunluğunu saklamaya çalışıyordu.

 

Kral Hermes 'i ilk defa bu kader dağılmış bir halde görüyorum. Ve bu beni şaşırtıyordu.

 

Tam karşıma geldiği anda kırmızı damarları açıkça kendini belli eden kahverengi gözleri üsten bana baktıktan sonra konuşmam için bana kısa bir süre tanıdı. Nefes alış verişleri düzensizdi. Bu da ilk tahminimi doğruluyordu. Kabus görüp kendini nefes almak için odasından dışarı atmıştı ama beni görünce hızla kendini toparlanmış ve bana doğru gelmişti.

 

"Rahatsız etmiyorum umarım. Eğer uygun değilseniz sonrada gelebilirim." diyince hayır anlamında başını salladı.

 

"Peki o halde size bir şey söylemek istiyorum. Sembolik bir dile ait bir kitabın nerede olduğunu ya da okumayı biliyor musunuz? Çünkü bir cümleyi çevirmek istiyorum." dediğim sırada dediğimi duyunca kollarını göğsünde kavuşturması bir oldu. Yavaşça yüz ifadesine merakın yerleşip, yer edindiğini gördüm." Bu çok önceleri atalarınızın konuştuğu bir dilmiş. Ben bir not buldum da onu çevirmek istiyorum. Benim için önemli olduğunu düşünüyorum. Ne olduğunu sormayı çünkü cevap vermeyeceğim. Sizden ricam sadece yardımcı olmanız. Ortaya bir şart sunmadan." diyerek ondan benden neden bunu öğrenmek istediğimi öğrenmesi için sorulara ya da herhangi bir şart öne sürmesini istemediğimi önceden bildirdim.

 

" Bu dili okumayı biliyorum. Ve evet bu dilin öğretimi için bir kitap var. Notu bana okutmayacağını biliyorum. Kitabı nereden bulacağını biliyorum ama oraya ulaşacağından emin de değilim." dediğinde hangi yeri kast ettiğini anlamadım.

 

"Uzak bir yer mi?" dediğimde hayır anlamında başını salladı. Hatta bu soruma güldü alaycı bir ifadeyle. Bu gülüşüne kaş çattığım esnada yavaşça alaylı gülümsemesi silindi dudaklarından.

 

"Orası Kara Orman'ın yakınlarında olan o adamın kütüphanesinde. Hangi adam olduğunu anladın mı?" diye hafızamı yoklamaya çalıştığı anda, bir ışık patlaması yaşandı zihnimde.

 

Aylar öncesinde o kütüphanede bir kitap görmüştüm ama içinde olan biteni anlayamadım için kitabı aldığım yere hızla koymuş ve başka bir şeye yönelmiştim.

 

" Kitap sarı renkte mi? Ve içerisinde tuhaf tuhaf çizimler var." dediğim sırada şaşkınlıkla bana baka kaldı.

 

"Sen orayı buldun mu?" diyince Tarsis Kralı anlamayarak, ona evet dercesine başımı salladım.

 

"Çok öncesinden o yeri buldum. Epeyce içerisini araştırdım da bana yarayacak az bilgi verdim. Zaten çoğu şeyi anlamamıştım. Aynı o kitap gibi. Hatta orada Esila 'için üretmiş olduğu çiçeklerin tohumu bile vardı. Onları çok beğendiğim için alıp bana ait bir araziye diktim. Şu an o arazi o çiçeklerle kaplı. "diyerek rahatça konuşunca o an karşımda duran Tarsis Kralı' nın gerildiğini fark ettim.

 

" O çiçekleri Moritanya kulesinden ne kadar uzaklıkta diktin? "dediği sırada anında gözlerimde kuşku yer edindi.

 

" Çok uzakta... Kilometrelerce hatta. Bu Esila' için faydalı mı? "dedim. Eğer o çiçeklerin varlığı eğer ona fayda veriyorsa o araziyi yakar geçerim.

 

" Uzakta olması senin açından iyi olmuş. O çiçek Eslia için bir güç temsili gücünde. Moritanya toprakları dışında olması bizim yararımıza. Ama sana tavsiyem o çiçekleri yok etmeye bak." dediğinde herhangi bir zarar vermeden o çiçeklerin yok olmasını isteyen bir sesle konuşunca Tarsis Kralı anında peki anlamında başımı salladım.

 

" O çiçekler eğer Esila 'yla bir bağlantısı varsa onu en iyi yere göreceğim. Acı çekmesini sağlamak için ve orası —" cümlemi devam ettireceğim an ikimiz aynı anda aynı yerin ismini söyledik.

 

"Araf... " dedi kesin bir sesle Tarsis Kralı.

 

"Araf.." dedim bunu yapmak için can atan bir sesle.

 

"Yakında o çiçek arazisi tamamen orada olacak. Ve bir daha o çiçeğin herhangi bir tohumuna bile kimse rastlamayacak. Birkaç saat sonra tamamen o çiçek arazisi yeryüzünü terk etmiş olur." dedim ve gözlerime yerleşmiş olan o can yakma arzusuyla olduğum yerde dikilmeye devam ettim.

 

" Dikkatli ol Prenses zarar vereceksin diye zarar alan olma. "diye uyarınca Tarsis Kralı bu uyarısı beni güldürdü.

 

" Emin olun ki bu saatten sonra alacağım herhangi bir zararla ilgilenmiyorum. Sadece bana verilen zararın bedelini ödetmeyi arzuluyorum. Ve bunu yaparken acele etmiyor, yavaşça bunun karşılığını ödetiyorum. Çünkü en iyi bu şekilde sonuçlanıyorda." diyerek alacağım herhangi bir zararın benim açımdan bir sorun teşkil etmediğini bildirdim.

 

" Yine de temkinli olmak zorundasın. "dediğinde katı sesiyle ona sadece bakmakla yetindim." O kitabı alınca içerisinde olan alfabeyi hemen göremezsin büyü sözlerini bilmen ve onu söylemen lazım. Sana büyü sözlerini söyleyeceğim sonrasında kitap elindeyken büyü sözlerini okuyarak, o saklı olan alfabeyi ortaya çıkarırsın." dediğinde bana yardımcı olacağını ve bunun için elinden geleni yapacağını hissettirirken ona minnetle baktım.

 

" Büyü sözleri şöyle—"dedi ve kısa bir süre solukandıktan sonra büyü sözlerini okumaya başladı.".... Secreta revelentur. Ipse abscondit qui abscondit. Fiat quod voluit offerri. Veritas seipsam patefaciat. Litterae se aperiant. Sit sententias invenire significatione permanere..

"... Gizler açığa çıksın. Gizlenen kendini feda etsin. İstenen şey sunulsun. Gerçek kendini gözler önüne sersin. Harfler kendini göstersin. Cümleler anlam bulmaya devam etsin..."

 

" Teşekkür ederim yardımınız için. "demiş ve tam arkamı dönüp gideceğim an onun şu sözlerini duymuştum.

 

"Soylu ataların yeryüzünde olan ruhunu koruyan şey o kitap, ruhun ölümünü devam ettiren, ona güçlerini sunan ve onu yaşatan kitap bu onu oradan al ve sakla. Senin için yararlı olacaktır." demişti Tarsis Kralı. Ona bakmadan ilerlemeye devam ettim.

 

Artık ne yapacağımı biliyorum. Artık ne zaman olacağını tahmin ediyorum. Birazdan o kitabı bulup büyü sözlerini söyleyecek sonrasında o cümleyi okuyup ne anlama geldiğini öğrenecektim. Tarsis Krallığından sonra o kişisel kütüphaneye gelmiştim.

 

Portaldan kütüphaneye geçiş yapar yapmaz olduğum yerde arkamı dönüp çaprazımda olan rafa doğru ilerledim. O sarı işlemli kitap tam üç raf üstümde duruyordu. Köşede duran merdivene doğru ilerledim. Merdiveni iki elimle kavradım ve hemen onu o rafın önüne doğru getirdiğim gibi yavaşça merdivene tırmanmaya başladım.

 

Sonunda istediğim rafa ulaşınca o kitabı tutmak için can atan ve yoğun istekli olan parmaklarımla sarı ciltli kitabı alıp yavaşça tekrar merdiveni inmeye başladım. Merdiveni indikten sonra burada bulunan çalışma masasına doğru aceleci adımlarla ilerleyip sandalyeye oturur oturmaz anında kitabı önüme koyup Tarsis Kralı'nın söylememi istediği büyü sözlerini okumaya başladım.

 

"Secreta revelentur. Ipse abscondit qui abscondit. Fiat quod voluit offerri. Veritas seipsam patefaciat. Litterae se aperiant. Sit sententias invenire significatione permanere"

 

Büyü sözlerini okumayı bitirinceye kadar bakışlarımı kitaptan çekmemiştim. Sözleri okumayı bitirince anında sağ elimi kitabın deri cildine götürüp kitabın kapağını açtım. İlk üç sayfası önceleri bomboştu. Ama şimdi üzerinde semboller ve onların ne anlama geldiğini açıklayan sözler vardı. Heyecanla dolup taştım ve kolyemde muhafaza edilen o kağıdı açığa çıkartıp, elime bir kalem aldım.

 

Her sembolü inceledim. Ve altında duran anlamı yazmaya başladım.

 

Simgeleri incelemeye başladığım sırada ilk gözüme çarpan sembol ve altında yatan kelimeye baktım. İlk cümlenin sembolleri şuydu ;bir kapı vardı ve bu kapının yanında bir bıçak bulunuyordu ve bıçağın yanındaysa bir yuvarlak vardı içi siyah olan . Ve kapı aralık bir şekilde duruyordu. Bu o karanlık şeyle bir bağı olduğunu gösteriyordu. Her sembolün altında olan kelimeye ve onun anlamına baktığımda ne anlama geldiğini net bir şekilde gördüm.

 

"Açılsın karanlık ihanetinin simgesi."

 

Sembolün anlamı buydu. Aralık duran kapı açıktı ve bu onun açılmasına anlam teşkil ediyordu ve o bıçak ise bir yaranın belirtisiydi bu yara bir ihanetti. İhanetin simgesini işaret ediyordu buradaki bıçak ve o içi karalanmış olan karanlığı temsil ediyordu . Hemen masada duran divit uçlu kalemi alıp sembolün altına bu cümleyi yazmaya başladım. Sonra diğer cümleye geçtim.

 

Burada bir bitki vardı ve bu bitki toprak içerisinde çizilmişti. Bunu dağılmış toprak parçalarından anlamıştım ve sonra bir hüzünlü insan resmi vardı. O insan ağlıyordu. Her sembolün altında olan anlamına baktıktan sonra cümleyi okuyabilmiştim.

 

"Kazınsın acılar toprağa."

 

O bitki aslında toprağa gömülü halde olması acının toprağa kazınmasını simgeliyordu. Onun için hüzünlü bir insan çizilmişti.

 

Bir sonraki cümleye baktığım esnada ilk sembolde sadece insan bedenine benzeyen bir çizim gördüm. Yanında duran diğer sembol az önceki gibi hüzünlü insan yüzüydü. Onun hemen yanındaki sembolse bir ağız resmiydi. Ve diğeri bir harita resmi vardı. Ve son olarak uçuşan bir kuş resmi bulunuyordu. Her sembolün anlamını okuduğum sırada şu cümle ortaya çıktı:

 

" Ruhlar size söylüyorum serbest bırakın acılarınızı dünyanın her köşesine."

 

Yani o uçan kuş, serbest uçtuğu için bu kelimeni anlamı serbest olmayı ifade ediyordu. O insana benzeyen şey aslında ruhu temsil eden sembolün ta kendisiydi. Ağız ise konuşmayı temsil ediyordu. Harita resmi, dünyayı simgeliyordu. Dünya'nın her köşesine atıf yapıyordu. İlk üç cümleyi bitirmiş ve bu sözün ne anlatmaya çalıştığını pek anlamamıştım. Okumaya ve anlamaya devam ettim.

 

Bir sonraki sembolde yine bir bıçak bulunuyordu. Bu bıçak, ihaneti temsil ediyordu baktığımda anında hemen anlamını yazdım sembol altına. Sonra diğer sembole baktığımda orada bir ayak vardı. Bunun anlamına baktığım esnada bunun izleri temsil ettiğini anladım. Sonraki sembole baktığımda bir kafese hapsedilmiş kuş vardı.

 

Bunun anlamı ise mahkum olmayı temsil ediyordu baktığımda anlamına. Diğer sembole baktığım sırada mezar resmi vardı. Bunu görünce yavaşça kaşlarımı çattım ve merakla anlamına baktığımda bunun yeni bir yaşama işaret olduğunu anladım. Sonraki semboldeyse şu vardı. Az önceki insan bedeni ama herhangi bir yüz ifadesi olmayan bir beden vardı.

 

Bu zaten ruhu temsil ediyordu. Sonraki sembolde bir kişi boynundan asılı bir şekilde çizilmişti. Bunun anlamına baktığım sırada bunun ölümü temsil ettiğini okudum. Bir diğerine geçtiğim anda yine bıçak resmi vardı. Sonrasında bir düğüm vardı. Bu düğümün anlamı beraberlik anlamı sunuyordu. Sonunda semboller bitince çıkan anlamı okudum. Ve şunlar yazılıydı;

 

" İhanetin izleri yeniden ortaya çıksın ve ölüme mahkum edilen ruh ihanetiyle beraber hayat bulsun."

 

Cümleyi okuduktan sonra derin bir nefes alıp, başımı eğmemden ötürü ağrıyan boynumu iki yana doğru yavaşça döndürdüm. Sonrasında tekrar devam ettim sembollerin anlamına ulaşmaya.

 

İlk sembolde şu vardı ; yine boynu asılı olan insan resmi . Bu zaten ölümü temsil ettiğini ilk sembol cümlelerini anlamaya çalışırken bulmuştum. Ondan sonra gelen cümleye baktığımda bu sembol bir müzik notası olduğunu görünce, ne anlama geldiğine baktım. Ve onun anlamının melodi olduğunu gördüm.

 

Aslında az çok tahmin edilesi bir şeydi. Sonraki sembolde şu vardı; yine bir harita resmi, onun zaten dünyayı temsil ettiğini görmüştüm az önce. Ondan sonraki sembol bir şelale resmiydi. Bu şelale resmine baktığımda bunun anlamı şuydu ; tekrardı. Bundan kastı acaba devamlı akan suyu ve bunun tekrar edip durması mıydı acaba? Sonra bir çan sembolü gördüğüm anda hemen bunun ne anlama geldiğine bakındım. Ve o an sayfada ne anlama geldiğini hemen okudum. Anlamı şuydu ; yankılanmaydı. Sonunda tüm anlamı birleştirip ortaya çıkan cümleyi okuduğumda, katılaşmış olduğum cümle bu oldu;

 

"Ve Ölümün Melodisi dünyada tekrar yankılansın."

 

Ölümün Melodisi bu kelimeyi daha önce Yezra 'nın günlüğüne karaladığı o iki cümleden anımsıyorum. Bir bağlantısı mı vardı acaba? Burada olan şeyler aslında zaten bağlantılı bir halde bulunuyordu. Bunu bulmak ve anlamak biraz uğraştırıcıydı.

 

Sıkıntılı bir nefes alıp devam etmeye çalıştım. Hava çoktan kararmış ve artık gece etrafa çökmüştü. Masada yanmakta olan gaz lambasına kısa bir bakış atıp, önüme döndüm. O sırada esnerken elim ağzıma gitti. Ağzımı örterken bastıran uykumu geri plana atmaya çabaladım. Bu cümleyi açığa kavuşturmadan bana uyku uyumak haramdı.

 

Bir diğer cümleyi temsil eden sembole geçtiğimde, ilk sembolün tekrar hüzünlü insan sembolü olduğunu gördüm hemen anlamını kağıda geçirdim. Bir diğer işarete bakınca bunun bir enstrüman olduğunu anladım. Zaten anlamını bende tahmin ettim. Anlamı müzik ve çalmak anlamına geliyordu . Bir diğer sembolse kalpti. Kalp sembolünün anlamına baktığımda onun , sonsuz sevgi anlamında olduğunu gördüm. Hım demek ki hisleri kalp sembolü ile ifade ediyordular.

 

Ben daha ince ayrıntılı sembolle ifade ettiğini düşünmüştüm. Diğer sembolde tekrar enstrüman aleti vardı. Bu enstrümanın hemen yanına bir çizgi vardı. Hemen alfabedeki anlamına baktığımda yanında çizgi bulunan enstrüman; çalıyor anlamına geliyordu. Ve diğer sembol yüz ifadesi olmayan bir insandı. Bu ruhu temsil ediyordu. Hemen Ruh sembolünün yanında olan işaretse göğüs kafesiydi.

 

Bunun ne anlama geldiğine bakındığımda beden olarak okunduğunu anladım. Ruh ve beden demek... Sondaki işaret bir yuvarlak sembolün içerisinde olan karmaşık yazılı bir işareti temsil ediyordu. Bunu alfabeki semboller arasında aradığım anda hemen ne anlama geldiğini öğrendim. Mühür anlamına geliyordu. Tamamını okumaya başladığım anda cümle şu şekildeydi;

 

"Acıların müziği sonsuza kadar çalsın. Ruhum bedenime mühürlüdür."

 

Okumuş olduğum cümlenin etkisinde kalmıştım. Gerçekten altına önemli bir anlamın yattığına kesin emindim ve ne olduğunu çok merak etmiştim.

 

Uyku beni zorla kendi topraklarına çekmek için çok uğraş verirken ona direndim. Ve uykuma rağmen gözlerimi açık tutmak için kendimi zorladım sonrasında kaldığım yerden devam ettim cümleyi çözmeye.

 

Yuvarlak sembolün içerisinde olan karmaşık yazılı bir işareti vardı yine. Bunu zaten daha önceki sembol cümlesi içerisinde alfabede ne anlama geldiğini öğrenmiştim . Mühür anlamına geliyordu bu sembol. Diğer sembolün ne anlama geldiğini alfabeye bakma gereği duymadan bildiğim için anında sembolün altına anlamını yazdım . Ayak sembolü bulunuyordu buda zaten iz anlamına geliyordu.

 

Diğer sembole baktığımda orada şu işaret vardı ; yağmur damlası. Onun alfabedeki yerini bulup altında yatan anlama baktığımda oradaki anlamını okudum. Silmekti, yağmur damlasını anlamı. Aslında çok manidar bir işareti seçmişlerdi .Yağmur her izi silerdi yeryüzüne düşünce. Çünkü tüm izler ona karışıp yok olurdu. Diğer işarete gözüm kaydığı anda bana tanıdık gelen sembole baktım.

 

İfadesiz insan yüzü vardı ve bu diğer cümlelerde onun ruhu temsil ettiğini bizzat öğrenmiştim. Hemen sembolün altında olan boşluğa ne anlama geldiğini yazıp diğer sembole baktım. Bu sembol kalp işareti vardı ve burada bu sembol sonsuz anlamına geliyordu. Bu sembole baktığım anda iki beden vardı yan yana.

 

Birinde bir insan çizimi varken diğeri onun gölgesi konumunda gibi duruyordu. Bu simgeyi ilk iki sayfada bulamayınca son sayfaya bakmış ve sonunda onun geldiği anlamı bulmuştum. Bu sembol ölümsüz olmak anlamına geliyor ve bu anlamda çoğu zaman kullanıyordu. Tüm sembolün altında yattığı anlamı çözünce sesli bir şeklide sözü okudum.

 

"Bu mührün izi silinsin, ruh sonsuza kadar ölümsüz olsun." diyordu bu cümle. Birkaç kere zihnimde yankılandı durdu bu cümle. Ne için bu cümle söylenmiş olabilirdi ki?

 

Ne kadar düşünsem düşüneyim bulamayacağımı anlayınca bir diğer cümleye geçtim. Bundan sonra tek bir cümle kalmıştı ondan sonra tamamen baştan sonra cümleyi okuyup ne kast ettiğini anlamaya çabalayacaktım.

 

Burada iç sembol duruyordu. İlki bir nokta işaretiydi. Bunu sayfanın içerisinde duran alfabede aramaya çalıştım ve sonunda bulduğumda ne anlama geldiğini öğrenmiş oldum. Bu anlamına geliyormuş nokta. Diğer sembole baktığım anda şimşek işaretini görmüştüm. Ve onunda alfabede yazan anlamına bakacak olduğumda onun lanet anlamında zikredildiğimi okudum.

 

Şimşek çaktığı zaman insan ürker ve onun olduğu yerden kaçınmak isterdi. Bundan dolayı mı lanet anlamını vermişlerdi. Çünkü insanlar laneti sevmez ve onun olduğu yerde uzak durup, laneti getirenlerden ve getirmiş kişiden uzak durmaya çalışırdı. Diğer sembole baktığımda yan yana duran iki kıvrık halde bulunan bir işaret gördüm.

 

Onun benzerini sayfada bulmaya çalışırken aynısını renkli bir şeklide olan çizimine rastladım. Bu iki kıvrık halde bulunan şey aslında bir arada olmayan iki ipi simgeliyordu. Ve bunun anlamı çözülmekti. Cümleyi toparlayıp tam bir anlam oluşturduğum anda şu cümle ortaya çıktı ;

 

"Bu lanet çözülsün."

 

Cümleyi okuyunca tam olarak ne lanetini kast ettiğini anlamadım ve neyin lanetini çözmek gerektiğini düşünüp durdum. Ama bunun Kara Orman 'la olan herhangi bir bağlantısı olup olmadığını düşününce, orada bir lanet mi oluşmuştu. Aron' un ölümü diyeceğim ama bu lanetin varlığıyla olmadı ki. Aron kurban gitti. Of çok karışıktı bu cümleler. Altında yattığı anlamı bilmek ayrı bir sıkıntı yaratıyordu.

 

Nefes alarak en son cümleye odaklandım. Zaten bundan sonra hepsi bir cümle içerisinde okuyup, temiz kağıda geçirip okumaya çalışacağım. Yani anlayabilirsem de!

 

İlk sembole baktığımda orada bir köstekli saat ve o köstekli saatin ortasında olan iki adet çark görmüştüm. Bu ne anlama geliyor diye baktığım sırada, alfabede bunun kader çarkları anlamını taşıdığını öğrendim. Hemen sembolün altına bu anlamı yazdığım gibi diğer sembole odaklandım. Bu semboldeyse şelale işareti vardı. Bunu ne anlama geldiğini bildiğim için alfabede bulmaya gerek duymadan hemen anlamını yazdım.

 

Şelale, tekrar anlamına geliyordu. Ve diğer bir sembole geçince karşımda bir kum saati gördüm. Kum saatinin ne anlama geldiğine baktığımda onun başa sarmak anlamında kullandığını fark ettim. Ve hemen altına anlamını yazdım. Sonrasında kağıdın üzerine geçirmiş olduğum simge gökyüzüne aitti. Orada bir ay ve güneş bulunuyordu. Ve bu iki şekli bir çizgiyle kendi sınırlarına ayrılmışlardı.

 

Gökyüzünün, alfabede olan anlamına baktığımda onun;kaldığı yerden anlamı taşındığı öğrenip, gereken yere bunu yazdım. Son işarete baktığım anda onun bir zamana işaret eden büyük ve küçük bir bireyin çizimini gördüm. Bunun devam etmek anlamına geldiğini alfabeye bakınca gördüm. Tüm inanlar bu döngü içerisinde hayatını devam ettirirdi. Onun için bu sembol düşünülmüştü.

Ve son cümleyi anlamı bir hale getirdikten sonra cümle açığa çıktı. Cümlede şunlar yazıyordu ;

 

"Kader Çarkları tekrardan başa sarıp, kaldığı yerden devam etsin. "

 

Sanki bir olayın başı ve sonunu anlatan bir cümleyi çevirmiş gibi hissettim o anda.

 

Ve bu cümleyi açığa kavuşturduğum anda her şey yerli yerine yerleşecek gibiydi. Ve ben bu olayı çözecektim. Boş bir kağıt bulup tüm cümleyi geçirmeye başladım. Tüm cümleyi geçirirken olduklarım beni dehşet bir şaşkınlığın kollarına bıraktı.

 

"Açılsın karanlık ihanetinin simgesi. Kazınsın acılar toprağa. Ruhlar size söylüyorum serbest bırakın acılarınızı dünyanın her köşesine. İhanetin izleri yeniden ortaya çıksın ve ölüme mahkum edilen ruh ihanetiyle beraber hayat bulsun. Ve Ölümün Melodisi dünyada tekrar yankılansın. Acıların müziği sonsuza kadar çalsın. Ruhum bedenime mühürlüdür. Bu mührün izi silinsin ruh sonsuza kadar ölümsüz olsun. Bu lanet çözülsün. Kader Çarkları tekrardan başa sarıp kaldığı yerden devam etsin. "

 

Tüm cümleyi okumayı bitirdiğim anda aklıma üşüşen düşünceler bir ipliksi gibi zihnimin tüm uçlarını kuşattı. Ve bu ipliksi düşünceler bir şeyi fısıldadı. Bu ne bir yerdi ne bir cümle ne bir işaret. Bu bir isimdi.

 

Ama üç farklı isim.

 

Aron...

 

Morte Kolyesi...

 

Esila...

 

Bu üç isim arasında dönen bir olaydı. Ve benim bu olayı açığa kavuşturmak için bir kişiye ihtiyacım vardı. O kişi Dehliz 'di.

 

Bana yardım etmesini umuyorum. Ve bu umduğum gerçek olur umarım.

 

Elimdeki sayfayı alıp olduğum yerden doğrulup önümde duran kitabı eski yerine koymak için ayağa kalkar kalkmaz hemen aldığım rafa doğru ilerledim. Rafın önüne gelince büyüyle kitabı yerine koyup, kitabı görünmez büyüyle gizledim. Ben dışındaki hiç kimse kitaba bir daha ulaşamazdı. Kitabı yerine koyar koymaz anında olduğum yeri terk ettim.

 

Kuleye varınca odama doğru geçip, artık uykudan mustarip olan gözlerime büyük bir rahatlık sağladım. Üzerimi değiştirdiğim gibi hemen yatağa geçip yatmıştım.

 

Gözlerimi kapattığım gibi direk uykuya dalmıştım saniyeler içinde.

Sabah gözlerimi açar açmaz bu konuya açıklık getirmek için uğraşacaktım.

 

⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘

 

Güne gözlerimi açar açmaz tam yanı başımda bir çiçek görmüştüm. Yatağın sol tarafında kapıya dönük uzanırken, diğer yastık üzerinde duran çiçek dikkatimi çekmişti. Hemen çiçeğe uzanıp ellerimin arasına alırken üzerinde duran notu görmemle meraklı bakışlarla notun üzerinde duran cümleyi okudum.

 

"Uzun zamandır seninle konuşmak için vakit arıyordum. Ama bulamıyordum. Sana söyleyecek çok şeyim var. Ama bu yaşadığın son olaylar ve aramızda olan gerilim bizi iki kutba ayırdı. Bunun için kısa bir süre seninle herhangi bir şekilde bir araya gelemedim. Hatalıyım. Bunun farkındayım. Ve yaptığım şeyler adına pişmanım. Eğer benimle konuşmak istersen en son bir araya geldiğimiz yerdeyim. "

 

Notta yazanı okumayı bitirince aklıma tek bir kelime geldi. Kuyu...

 

En son oradan sonra bir araya gelmedik. Ve beni orada bekliyordu. Güne uyanırken Ahrar 'dan böyle bir mesaj geleceğini hiç düşünmemiştim. Bilmiyorum yıpranmış ilişkimiz nasıl ayağa kalkacaktı? Ve nasıl birbirimize zarar vermemeyi öğrenecektik?

 

Bunlar aklımda olan cevapsız sorulardı. Daha fazla düşünüp Ahrar' ı bekletmek istemedim. Belki de ikimizde bu uzaklıktan sonra ne yapıp yapmayacağımızı öğrenmiş olamayız. En çokta Ahrar tabii. Çünkü en çok bu ilişkiye zarar veren oydu. Bakışlarım elimde duran çiçeğe çevrildi. Bu çiçek buraya nasıl gelmiş olmalıydı?

 

Hâlâ nasıl bu çiçeği buraya gönderdiğini düşünürken, hızla olduğum yerden kalkıp yatak odasından banyoya gitmek için harekete geçtim. Banyoda kısa sürede duş aldım.

 

Saçlarımı hızla kurulayıp, üzerime siyah bir gömlek ve siyah bir ispanyol paça pantolon giyer giymez , alel acele saçımı at kuyruğu yaptım. Sonrasında yüzüme bir nemlendirici sürüp düz taban spor ayakkabımı giyer giymez, giysi odasında bulunurken açmış olduğum portaldan Moritanya topraklarının sınırında olan kuyuya geçiş yaptım.

 

Ben portaldan geçiş yapınca anında olduğum yeri izlerken tam karşımda olan Ahrar 'a baktım. Tam karşımda kuyunun üstüne oturmuş haldeydi. Yan profilinden onu görüyordum. Bakışları yerde ve düşünceliydi. Öyle ki hâlâ geldiğimi bile fark etmemişti.

 

Dün geceki kıyafeti üzerinde duruyordu hâlâ. Belki de uyumamıştı . Gömleği kırış kırıştı. Ahrar her daim dış görünüşüne önem veren biriydi. Ama bu son zamanlardaki hali ondan çok uzaktı. Başka bir Ahrar vardı sanki karşımda. Yorulmuş, yılmış ve yıkık bir Ahrar. Ve ben bu hale gelmesinin sebebini merak ediyorum. Neydi onu bu duygu durumuna iten şey?

 

Ben miydim? Yoksa yaptığı hataların yansıması mı onu bu hale getirip duruyordu? Ben olduğum yerde durmuş onu izlerken birden Ahrar bakışlarını yerden çekip etrafa çevirdiği anda beni fark edince olduğu yerde hafifçe kıpırdayıp durdu. Gelmemi beklemiyor bir hali vardı? O kadar mı umutsuzdu?

 

Lacivert hareleri beni görünce ışıltıyla parlayıp durdu. Yavaşça oturduğu kuyunun kenarından kalkarak benim olduğum tarafa doğru ilerledi. O bana doğru ilerlerken bende onun o aşık olduğum lacivert harelerini seyre daldım. O bakışlarda tanık olduğum çok duygu izleri vardı. Ama iki tanesi bana çok uzaktı. O duygular ne miydi? O duygular pişmanlık ve umutsuzluktu. En çok ağır basan duygu ise pişmanlıktı.

 

"Emira —" dedi ve sustu. Sanki diyecek bir şeyi yok gibiydi. Sonra cesaret edip konuşmaya devam etti. "Gelmeni beklemiyordum. Ama gelişin beni çok mutlu etti." diye bu cümleleri söylerken ben sadece ifadesizce onu izlemeye devam ettim. Ahrar son adımlarını atıp tam karşıma gelince her ne kadar bunu yaparken kararsız olsada ellerini yavaşça yukarı kaldırıp, belimin iki yanına yerleştirdi.

 

" Seni dinliyorum. "dedim ona gözlerimi kesiştirip, cümlemi kısa keserken . Her ne kadar teması bedenimi titretsede bunu görmezden gelmeyi tercih ettim. Ahrar 'sa cümlemi duymazlıktan gelerek lacivert harelerindeki yeni açığa çıkan özlemle yüzümü izledi.

 

" Kokun —"dedi derin bir iç çekerek." Uzun zamandır aradığım şeyin o olduğunu yeni anladım. Kokuna bağımlı hale geldiğimi bilmiyordum. "dedi ve burnunu saçlarıma yaslayıp, derince kokumu soludu.

 

" Ahrar —"dedim ve benim için ne kadar zor olduğunu bildiğim halde iki elimi göğsüne yaslayıp yavaşça onu ittim." Buraya bana sarılman için gelmedim. Konuşmak istedin ve bende bu isteğini geri çevirmedim. Şimdi ne diyeceksen de sonra gitmem lazım. "diye olağan bir şeyden konuşur gibi konuştum. Ahrar bu tavrımı görünce yüzündeki o değişim dikkatimi çekti.

 

Hayal kırıklığı...

 

Yaşadığı tam olarak buydu. Ama ben bunu defalarca kez onun tarafından yaşamıştım. Ve hâlâ da yaşıyorum. O bana bunu sonsuza kadar yaşatacak gibiydi.

 

"Ben sadece hatalı olduğumu biliyorum. Ama buna engel olamıyorum. Seni istemsizce kırıp dökmek inan bana acı veriyor ama o an bunu durdurmaya çalışsam da başarılı olamıyorum. Anla beni Emira varlığını incitmek isteğim dışında gerçekleşiyor." dediğinde onu anlamamı umarak.

 

Ama Ahrar onu böyle kabullenmemi istiyordu. Değişmesini değil sadece duygularını kontrol etmesini istiyorum ondan ama bana bunu yapacağına dair bir işaret bile yakmıyordu.

 

İşte bu beni kırıp, parçalara ayırıyordu. Belki de bunun için çabalayacağına dair bir cümle bile kursa affederdim onu ama kurmadı. Bekledim ama kurmadı. Kurmayacakta.

 

"Her şeyi bir kenara bırakıp, ilişkimizi onarmaya başlamak istiyorum." dediğinde bu istediği için ona yardımcı olmam için benden bir adım beklerken, ben sadece ona bakmaya devam ettim. "İyileşmek ve açık olan yaralarımızı bir daha kanamamak üzere iyileştirip biz olmak istiyorum. Kimsenin gölgesinin üzerimize düşmesini istemiyorum. Buna —" dedi ve bakışları gözlerimden kolyeme indi. "Kolyeni de dahil etmek istiyorum." dediğinde alaylı bir gülümsemeyle ona bakakaldım.

 

Yine aynı şeyi yapıyor, yine benden bir şeyler yapmamı vazgeçmemi bekliyordu. "Ben ve senin olacağın bir hayatı yaşamak istiyorum. Emira lütfen bunu bizim için yap. O kolyeyi hayatından çıkar." dedi yalvarırcasına, sesindeki o ihtiyaca cevap veremezdim. Bunu benden isteyemez. Bu benim için zor bir şey. Ahrar 'ın tam elleri yüzüme ulaşmak üzereyken anında tekrar ondan uzaklaştım. Ben geriye doğru giderken Ahrar yaptığım şeyi görünce kaşlarını çattı.

 

"Hayır yapamam." dedim sesimdeki taviz vermeyen bir ifadeyle. Bunu duyduğunda kaşları çatıldı ve gerçekten bu verdiğim cevabı doğru duyup duymadığını kavramaya çalıştı. İfadelerindeki o hüznü görmezden gelmek istedim. Ahrar 'ın sol eli ensesine uzandı ve sertçe ensesini sıvazladı. Sakin olmak için çabaladığını görünce bu halini hayal kırıklığı eşliğinde izledim. Yine katlanamıyordu yapamadığım fedakarlığa karşı.

 

"Kolyenin varlığını benim varlığıma mı tercih ediyorsun? Benden daha önemli öyle mi?" dedi Ahrar yazıklar olsun dercesine bakarken. Bu bakışlarını hak etmiyorum. Çünkü buna hakkı yok. Beni bazı şeyler için kısıtlamasına, seçimler yapmamı istemesine hakkı yok!

 

Ahrar tam yanımdan çekip gidecekken anında kolunu sertçe tutup gitmesine engel oldum.

 

"Tercih etmek mi?" dedim bağırarak. Artık içimde tutup, bir şeyleri anlamasını beklemek istemiyorum. "Ne tercihi Ahrar! Senin istediğin benim geçmişimi hiç olmamış gibi arkamda bırakıp seninle gelmemi istemen!" elimi kolundan çekerek birkaç adım geriye doğru çekildim.

 

"Benden ne istediğinin farkında mısın sen? Ailemi, sevdiklerimi ve diğer her şeyi bırakmamı istiyorsun! Bunu yapamam anlamıyor musun yapamam! Bu kolyeyi çıkardığım anda ben kendi dünyama dönemem bunu sende biliyorsun! Hadi bunu yaptım ve seninle geldim diyelim. Her geçen gün aileme, sevdiklerime ve kendi dünyam olan hasretim beni yavaşça öldürecek. Ölmek bile bunun yanında hiç olacak. Yavaşça ölmemi mi istiyorsun? "dedim ona doğru adımlarken. Karşısına geçip sertçe omuzlarından arkaya doğru onu ittim.

 

" Sen benden ne istediğinin farkında değilsin! "dedim ve bir kere daha onu ittim göğsünden geriye doğru." Bunu yapmamı sadece sen istiyorsun diye kendi hayatımı mahvedemem. Onları geride bırakıp, seninle bir hayata başlayamam. Yapamam! "dedim ve bedenime nükseden sinirin hakimiyeti altında ona gözlerimi diktim." Bu yaptığın bencillik. Sadece kendini düşünüyorsun. Benim açımdan bak birde olaya tamam mı! "dedim hızla inip kalkan göğsümle. Kesik kesik aldığım nefesler canımı yakıyor artık. Kendimi kaybetmiş bir halde ona bağırmış çağırmıştım.

 

" Anlamıyorum. "dedi fısıltıyla. O an gözlerime bir pişmanlık çöktü. Aslında beni hiçbir zaman anlamamıştı. Hiçbir zaman ne düşündüğüm onun umurunda olmamıştı. Her daim sadece onun istediği gibi olsun istemişti her şeyin.

 

" Anlamaya çalışmıyorsun da ondan. Bunun için artık daha fazla kendimi yormayacağım. İstediğini düşün, istediğini yap!" dedim çıldırmış bir halde ona bakarken. "Ben artık bu ilişki için kendimi yıpratmayacağım. Bir daha beni bir şeyler için seçim yapmak zorunda bırakmana izin vermeyeceğim." dedim uzun bir şekilde soluklanarak.

 

"Vazgeçiyorsun bizden öyle mi?" diyince hayır dercesine başımı iki yana salladım. "Bizden vazgeçmem için çabalıyorsun Ahrar. Ve çok güzel başarıyorsun da bunu. Artık ben bu ilişkiyi devam ettirmek için çabalamayacağım. Sen artık gerçek anlamda yaptığın şeyin farkına varıncaya kadar, ben sana bir yabancı gibi uzak olacağım. Ama biliyorum ki sen yine düşüncelerinde beni suçlu bulacaksın. Kendini haklı çıkaracaksın bu düşüncelerinde. Bense haksız olan olacağım. "dedim sesimin ıstırapla yanıp tutuşmasını saklamaya çalışırken. Bakışlarımda bir kaybın izleri yatıyordu. Ve bu kaybediş iyi gelemeyecek kadar büyük bir şeydi. Bunun izleri uzun süre üzerimde, zihnimde varlığını koruyacaktı.

 

"Peki sen demen gereken her şeyi söyledin. Bende istediğim her şeyi sana açıkça dile getirdim. Belki de ikimizde kendi isteklerimiz olsun diye ısrar ediyoruz. Ve bir noktada buluşmuyoruz. Ve bu bizi birbirimizden uzak tutuyor." dediğinde Ahrar sadece ona baka kaldım.

 

İstekler mi? Bu benim istediğim bir şey değildi. Hayatımı tepetaklak edecek bir şeyi benden istiyordu. Ve ben ondan bunu istememesini dillendirirken bu benim istediğim şey mi oluyordu. Bu doğru değildi. Hayatımın mahvolmaması için çabalayıp duruyordum. Benden herhangi bir şey değil hayatımı istiyordu. Kolayca kabul edeceğimi sanması ne acı! Ahrar bakışlarını yere indirmiş bir şekilde yerdeki taşı ayağının ucuyla hareket ettirip benden bir şeyler duymayı beklerken, ben hâlâ nasıl bu noktaya geldiğimizi merak ediyorum?

 

"Neden bu yolu tercih ediyorsun? Neden şu an olanı değil de istediğin şeyin olması konusunda bu kadar ısrarcı oluyorsun anlamıyorum? Benim hayatım konusunda bu kadar inat etmeni anlamıyorum! Kolye sana herhangi bir zarar vermedi," dediğimde hızla olduğu yerden adım atarak karşıma geçti ve sertçe elleriyle kollarımı tutup beni kendine doğru çekti.

 

" Verecek ama bunu hissediyordum ve bunun önüne geçmek istiyorum. Anladın mı şimdi neden bu kadar ısrar ettiğimi! "diye yüzüme doğru öfkeyle bağırıp çağırırken, ne sıktığı kolumun acısı umurumda oldu ne de bu ani öfkesi.

 

" Anlamıyorum tamam mı! Çünkü benim hayatım bu kolye yüzünden mahvolmuşken bile ben hâlâ bu kolyenin varlığına tutunuyorum. Neden mi çünkü sormam gereken bir hesap var! Ve sen bunu bir kenara bırak mı diyorsun bana! Ucunda ölüm bile olsa ben yolumdan şaşmayacağım! Bunu bir aklının bir kenarına yaz Ahrar! Bu kolyeyi bırakmayacağım. Gücü için değil benden aldığı şeyin hesabını sormam gerektiği için. Ve beni aileme götürecek şey olduğu için. Bunu çıkarsam senin güçlerin beni ailemle bir araya getirir mi söyle! "dedim kısa bir süre soluklanıp cevap vermesini beklerken ama cevap vermeden sadece gözlerime bakışını izledim.

 

" Bende öyle düşünüyorum getirmez. O halde nasıl benim gözüm kapalı buna evet diyeceğimi beklersin! Ben hayatımı değiştirmeyeceğim! Sen ya beni bu şekilde kabul edersin ya da sonsuza kadar yollarımız ayrılır Ahrar seçimini yap! Sadece bir gün sana sadece bir gün mühret veriyorum. İyice düşün ve bana cevabını ver. O zamana kadar hoşça kal. "dedim ve parmakları arasında duran kollarımı geri giderek kurtarırken, onun lacivert harelerinde olan o savaşı izledim. Sözlerimin neye sebep olacağını biliyor. Bu son olması demek. Bir araya bir daha gelmeyeceğimiz demek.

 

Ben çekip giderken Ahrar 'ın o anda gözlerine çöken o karanlığı izlemek, beni onun yanından uzaklaşmam konusunda epeyce yardımcı oldu. Çünkü hiçbir şey diyemedi. Hiçbir şekilde bu seçimi yapmayacağını dillendirmedi. Sadece dediğim şeylere, sunduğum şeye razı geldi. Aslında Ahrar çok öncesinde içinde başlamış olan o ikilemi benim sunmamla rahata erdi. Bu içindeki o savaşa bir suskunluk getirdi. Buna ya cesaret edemedi ya da bunu bana bıraktığı için benden bir atak bekledi. İstediği oldu ama benim sunduğum tercih onun içinde olan suskunluğun sessizliğini kesip attı.

 

Arkama dönüp ilerlemeye başladım. Birkaç adım önümde açmış olduğum portala giderken kati suretle Ahrar 'a bakmadan ilerlemeye devam ettim. İçimdeki fırtınalar ruhumun uzaklara sürüklenmesini sağlarken , kalbim buna dayanmak için çok zor duruyordu. Çünkü bir fısıltı şunu söylüyordu;

 

"Bittiğinde sende geriye neler kalacak? Hırpalanacaksın! Kanayacak ve kül olacaksın zamanla. Onun varlığını arayıp duracaksın. Herkeste her yerde. Ama bulamayacaksın. Bunu göze alıyor musun?"

 

Bilmiyorum alır mıydım? Ya da dayanmak için bu acıyı ört bas mı ederdim? Oluruna bırakacağım. Çünkü Ahrar bana artık zarar vermeyecek. Eğer bitecek olursa buna dayanmaya çalışırım. Dayanmazsam bile buna alışırım. Çünkü defalarca kırılmaktansa defalarca acı çekmektense bunu bir kere yaşayıp uzun süre sonra alışmaya çalışmak benim için daha iyi olacak. Olması için uğraş vereceğim. Başka bir şey gelmez çünkü elimden.

 

Odama geçiş yaptıktan sonra hemen odamın kapısını açıp dışarı çıkmıştım. Nereye gideceğimi biliyorum. Ne yapacağımı da. Kara Orman'da o taşın üzerine kazılı olan şeyin yanına gidip Dehliz 'i çağırıp ondan o taşın ne işe yaradığını öğreneceğim. Biliyorum ki bu büyü sözleri başka bir şey içindi. Ve o taşın altında bir şey vardı ve bunu açığa çıkarmak istiyorum. Ama bunun için bir desteğe ihtiyacım var.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷.......... ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Arka bahçeye çıkan kapıya yöneldiğim gibi hızlı adımlarla kuleden dışarı çıkmak için acele ettim. Ben koridordan geçerken çoğu çalışan beni görür görmez anında olduğu yerden geriye doğru çekilip, geçmem için bana yol veriyordu. Sonunda kuleden dışarıya çıkınca bahçede yürümeye başladım.

 

Bahçede birkaç çalışan vardı. Bahçede bulunan çiçeklerle ilgilenip, onların bakımını yapıyordu. Beni gördükleri anda işlerine kısa bir süre ara vermişlerdi. Sanki ölmüşümde mezarımdan çıkmışım gibi davranmalarına sadece kaşlarımı çatıyordum. Alt tarafı Kanlı Dolunay Gecesi bir olayı bitirmiştim.

 

Esila 'yla bir hesabım vardı. O hesabı görmüş ve eski yaşantıma geri dönmüştüm. Bu kadar abartılacak bir şey yoktu. Her görüldüğüm yerde böyle bir tepki almaya devam etmek sadece sinirlerimi bozuyordu. Daha ne kadar dayanabilirim bilmiyordum. Ya da daha ne kadar bu işi devam ettirmelerine müsaade ederdim desem daha doğru olur.

 

Sonunda kulenin bahçesinden Kara Orman'a ulaşmak için olan kapıya varınca kapının önüne geldiğim gibi kapıyı açıp dışarı çıktım. Önümde duran geniş patika yoluna doğru ilerledim. İlerlerken ara sıra etrafı kolaçan ediyordum. İki de bir Kara Orman 'a gittiğimi görseler anında bunu Süreyya hanıma yetiştirirlerdi. Aslında çoğu zaman portaldan geçiyordum. Ama bugün bunu tercih etmemiştim.

 

Önümdeki taşlı patikada yürümeye devam ederek etrafıma bakıp Dehliz' i arıyorum. Uzun zamandır ortalıkta yoktu. Hatta yanıma Kanlı Dolunay Gecesi 'den sonra hiç gelmemişti. Nedenini merak etmiştim ama o yanıma gelmeden bunu öğrenmezdim. Ne kadar baksamda onu yanımda ya da etrafımda görmemiştim. Sıkıntılı bir nefes dudaklarımdan çıktıktan sonra bakışlarım önüme çevrildi. Belki Kara Orman'ın sınırlarına ulaştıktan sonra onu çağırırsam gelirdi. Yani bunu denemekte bir zarar görmüyorum.

 

Sonunda adımlarım beni Kara Orman' a ulaştırınca hiç beklemeden ayak bastım ormana. Her zaman olduğu gibi sessiz ve kimsesizdi orman. Tek bir canlıya ait ses seda yoktu. Hatta o gece karşıma çıkan o iki kaslan bile ortalıkta görünmüyordu.

 

Her adım atışımda yerde bulunan beyaz kurumuş ağaç yaprakları hışırdıyor ve sesleri adım seslerime, nefesime karışıyordu. Orman o kadar sessizdi ki nefes alış verişimi duyuyordum. Bu biraz ürkütücü duruyor değil mi? Yavaşça sağa saparak gitmek istediğim yere doğru adımlarımı yönlendirdim. Bakalım bu sefer ne olacaktı? Orada yazılan yazı aslında o taşın sakladığı şeyi açığa çıkaracaktı ama ondan önce o taşın oradan kalkması gerek. Bunu nasıl yapacağım ise meçhul.

 

Birkaç metre uzağımda o kayayı görünce heyecan içerisinde o kayaya doğru ilerledim. Bir hediyeye kavuşacak kişinin heyecanı taşıyordum. Sanki o bilemediğim şeye ulaşmak beni muazzam bir haberin içerisine atacak gibiydi.

 

Aslında buna ihtiyacım vardı. Son zamanlarda yaşadığım her şey çok derin izler bırakıyordu ruhumda. Bir yenisi daha birkaç dakika önce gerçekleşti.

 

Ahrar...

 

Yaşattığı o kadar duygu vardı ki...

Acı... Her kırdığında beni ruhum sancılı bir nöbet geçiriyordu.

 

Hüzün... Söylediği her cümle beni üzüyordu. Çünkü son anlarda sadece beni üzecek cümleleri sarf etmişti.

 

Endişe... Öne sürdüğü sözler ona karşı endişe etmemi sağlıyordu. Çünkü sanki her şey çoktan bitecek hissi veriyordu. Ve ben bu hissi tadınca yara alıyorum. Bir pençe boğazıma sarılıp beni nefessiz bırakıyordu. Hemen sonrasında o pençe boğazıma sarılı haldeyken, birden sertçe olduğum yerden fırlatıp duruyordu. Her ikisi de büyük darbe bırakıyordu.

 

Kaybetme korkusu... Aslında buna aşina olsam da Ahrar 'ın varlığını arayacağımı biliyorum. Onun lacivert gözlerine bakmak için can atacağımı. Sesini duymak için delireceğimi biliyorum. Ama bunu göze almak her ne kadar zor olsa da bu olacaksa eğer sadece kabulleneceğim.

 

Yalnızlık... Onun gidişi beni sevgisizlik kumsalında tek bırakacak ve ben öylece onun gidişini izleyip, olduğum yerde kanayarak kül bulutlarına dönüşeceğim. Renksiz ;bir siyahın içerisinde kendi rengimi inşa edeceğim.

 

Değersiz ;bir hayatın içerisinde kendimi bir köşede yaşama tutunmak için zorlayacak hale geleceğim.

 

Dalgın dalgın düşünürken sonunda kayanın karşısına gelmiştim. Yavaşça kayanın etrafında dolaşarak o yerde duran gümüş tabelaya doğru ilerledim. Büyü sözlerini söyleyip kayanın yerinden hareket etmesini sağladım. Kaya yavaşça yerinden ayrıldığı anda, o tabela ortaya çıkmaya başlıyordu. Sonunda kaya tabelanın üstünden uzaklaştıktan sonra dizlerimi büküp, yere oturdum. Parmaklarım usulca o tabelanın üzerinde gezip durdu.

 

Bu tabela eminim ki bir şeyin üzerinde duruyordu. Ama ben bunu nasıl açığa çıkaracaktım? İşin en zor kısmı buydu! Yerde bağdaş kurup bildiğim her kilitli şeyleri açan büyüleri başladım sesli bir şekilde söylemeye.

 

Ben söyledikçe tabela olduğu yerde kıpırdamadı, o kıpırdamadıkça ben olduğum yerde cinnet geçirmeye adım adım yaklaştım. Sanki her şey evrenle anlamışta, ben olduğum yerde sinir krizi geçireyim diye elinden geleni yapıyordu. Sonra da ben öfke krizi geçirince suçlu oluyorum! Sinirle parmaklarımı sıkıp tekrar başka bir büyü sözü söylemeye başladım.

 

Büyü sözlerini söyledim. Ama olmadı!

Başka bir büyü sözünü söylemeye başladım. Ama bu sefer yine olmadı!

 

"Lanet şey ne olacak! Hem kolayca açığa çıkmayacaksan ne diye ortaya çıkıp kendini gösteriyorsun ki?" dedim olduğum yerde sinirle söylenirken.

 

"İlk defa cansız bir nesne ile kavga eden birini görüyorum." diye şaşkın bir ses duyunca arkama baktım.

 

Arkamı döndüğüm anda birkaç metre uzağımda yaptığım şeyi sorgulayan Dehliz 'i gördüm. Anında utançla olduğum yerden kalkıp Dehliz' e baktım. O anda bakışlarım bir yerde duran gümüş tabelada bir de Dehliz 'de gidip geldi. Ah dışarıdan nasıl duruyordum kim bilir? Bir dahakine daha dikkatli olup içimden konuşmayı tercih edeceğim. Tabii başarırsam!

 

"Şey ben aslında öyle bir şey yap—" dedim cümlemi yarım keserek çünkü saçmalıyordum. Ve daha fazla devam etmenin beni daha dibe batıracağını biliyordum. Susmak yararıma olacaktı.

 

"Utanmanı istemiyorum." dedi Dehliz olduğum durumun beni getirdiği hali görünce. Sonrasında olduğu yerden harekete geçip bana birkaç adım atarak, bakışlarını yerde duran üzerinde büyü sözleri bulunan gümüş tabelasına çevirdi . "Açmaya mı çalışıyorsun?" diyince ilk an neyi kast ettiğini anlamadım sonrasında bakışları yerde uzun süre durunca neyi kast ettiğinin farkına vardım. Konuşmadım sadece evet anlamında başımı salladım.

 

"Yardım edecek misin peki açmam konusunda ?" diye sorduğumda ilk an Dehliz durduğu yerde sessiz kaldı. Etmeyecek miydi? Etmesini çok isterdim. Diğer türlü epeyce uğraşacak gibiydim. Peki o halde birkaç kitap kurcalamam lazımdı. Nereden başlasam acaba? Ya da hangi krallıktan desem daha doğru olur. Epey yorucu olacak benim için ama değeceğini düşünüyorum.

 

Bakışlarım Dehliz 'e döndüğü anda birden onun tam birkaç adım karşımda olduğunu fark edince, onu fark etmediğim için bir an onu görünce korkmuş ve geriye doğru çekmiştim kendimi. Bu hareketimi görünce bir adım kendini geriye çekti.

 

"Korkutmak istemedim. Sadece büyü sözlerini sana vermek için yanına geldim. Büyü sözünü verip gideceğim. Gerisi senin yapacağın bir şey. Bundan sonra bu işte tek başınasın. Ama sana söylemem gereken önemli bir şey var . Bunu bilmen lazım. Senin yararına bir şey. Esila şu an başka bir şey için atağa geçti o şeyse burada yerin altında bulunuyor. "dediğinde bakışları yere çevrilince o sırada bakışlarım onu takip edip yere çevrildi. Yerin altında ne vardı ki ? Bir şey olduğunu biliyorum ama ne olduğunu bilmiyordum. Ve tam olarak yerin altında olan şey Esila 'ya nasıl bir yarar sağlayacak? Kaşlarım çatıldı bu anlamsız olay karşısında.

 

" Yerin altında olan şey ne ki Esila bunun peşinde ? "dediğimde hâlâ bu şeyin ne olduğunu kavramaya çalışırken zihnimde. Tam o sırada Dehliz bembeyaz gözlerini bana dikti. Ve saniyeler içinde sorduğum sorunun cevabını bana verdi.

 

" Moritanya Kalesi."dediğinde ne dercesine baktım. Moritanya Kalesi arkamızda durmuyor mu? Benim şaşkın yüzümü inerken yaşadığım ikileme son vermek için tekrar konuştu ve cümlesine devam etti. " Gerçek Moritanya Kalesi şu an bu Kara Orman'ın altında bulunuyor. Yıllar önce o geceden sonra yerin altında bulunuyor. Bir amaç için orada. Ve senin bu amacı gerçekleştirmen lazım. Ve kaleyi nasıl yerin altından yüzeye çıkaracağını sana söyleyeceğim. "dediğinde Dehliz sadece bir soru zihnimde yankılandı. Ve o soru tüm parçaları aslında tamamlayacak soruydu.

 

" Esila neyi istiyor ki? Yerin altında olan Moritanya Kalesi'nde ne var? "dedim buz kesmiş sesimle birlikte, ona dikmiş olduğum bakışlarım altından bakarken. Neydi onun her şeyi riske atmasını sağlayacak şey? Benden kolyeyi alıp neyi gerçekleştirmek istiyor bu yerin altında bulunan şeyle? Sorularım bir dağ gibi yükselirken aramızda olan sessizlik can sıkıcı bir hal aldı . Dehliz ilk an susmuş ve bana cevap vermemişti. Ama sonra bana istediğimi verdi.

 

" Aron 'un bedeni. "dediğinde Dehliz o anda yüksek bir çınlama sesinin zihnimde yayıldığını hissettim. Esila' nın, Aron' dan alamadığı kolye. Uğruna canını bile riske attığı kolye. Şu an Aron 'la beraber kalenin içinde mi bulunuyordu? Ve Aron' un boynunda dururken. Bunun için miydi onca uğraşı ve benimle olan mücadelesi? Aslında her şey bir diğer basamağa çıkmak için bir adımı simgeliyordu.

 

" Kolyeyi Esila 'nın neden almak istediğini biliyorsun. "diyince Dehliz evet anlamında başımı salladım. Çok hemde. Bunun için neler yaptığını, neler yapacağını bile biliyorum. Ve bunu sesli bir şekilde dile getirdim.

 

" Benim boynumda duran kolyeyi alacaktı sonra bu kolyeyi Aron 'un boynunda duran kolyeyi almak için kullanacaktı. İstediği şeye ulaşmak için benim kolyem bir basamaktı. Onunla her ne kadar bağlantısı yoksa da Aron' un kolyesini almakta çok büyük bir yardımı olacaktı. Ve ben buna şimdilik engel oldum. Kara Orman'a adım atamıyor, yapmış olduğum portaldan dolayı ve bunun için çabalıyor olmalı . Ama başaramaz ki çünkü asla buraya gelemez buna yetkisi yok. Bu yetki bana ait. "dedim her şey bir iğne ipliği gibi çözerken. Ve bunu bilmenin artık geçmişte olan her şeyi açığa çıkararak, tüm çözülmemiş problemleri açığa kavuşturduğunu biliyorum. Ve artık cevapsız sorularım cevabını aldı. Ben düşüncelerimi dile getirdiğimde aramızda olan sessizliği Dehliz bozdu.

 

" Evet her şey dediğin gibi. Ve bu yerde duran gümüş tabelası senin giriş biletin. Sana büyü sözünü verdiğim gibi gideceğim. Ve sen yerin altında duran Moritanya Kalesi'nde, Aron 'un bedeninin olduğu yeri bulmalısın. Zamanın kısıtlı. Neden mi Esila boş durmuyor ondan önce bul. Aron 'un bedenini bul ve o yerden onu kurtarıp kolyeyi al. Ama şuna dikkat et Aron sen onu kurtardığında uyuyor olmayacak. Canlı olacak ve onu ikna edip kolyeyi ondan almaya bakmalısın. Esila senden önce almadan. Çünkü vermek istemeyebilir. Bunun için çabalaman gerekebilir. "diyerek Dehliz yapmam gereken her şeyi söylerken ben sadece susmuş dediği şeyleri düşünüyordum . Ama düşünürken ben şuna takılmıştım neden Aron' dan kolyeyi alıyorum ki? Eğer canlı olacaksa onu oradan alıp çıkabilirim birlikte.

 

Hem buna Süreyya hanım çok sevinir. Ondan kolyeyi almam gerekmez ki böylece. Ama Dehliz bunu istiyorsa bir şey olmalı benim bilmediğim bir şey hemde.

 

" Neden ondan kolyeyi alıyorum? Sonuçta canlı olacak ve bu iyi bir şey değil mi?" diye sorduğumda Dehliz 'e, olduğu yerde dikilirken hayır dercesine başını salladı. Kaşlarım bu cevapla daha çok çatıldı.

 

"Eğer Aron 'dan kolyeyi alamazsan boynunda duran kolyeyi o senden alıp Esila' ya verme ihtimali var. Neden mi? Her şeyi hatırlamayabilir ve bu büyük sıkıntılar doğurur sana." dediğinde o an her şey yeni yeni dank etmişti. Bu ihtimal olursa Esila 'nın ekmeğine yağ sürmüş olurum ve bunu asla istemem asla!

 

"Ama ben ondan kolyeyi nasıl kolayca alabilirim ki? Vermez ve onun isteği olmadan bunu yapamam." dedim ne yapacağımı bilmeyerek. Çaresiz ve kafası karışık bir halde duruyordum Dehliz' in karşısında. O ise çok sakin bir şekilde benimle konuşup yapamam gereken her şeyi teker teker söyleyip duruyordu.

 

"Buna senin bir çözüm bulman lazım. İyi düşün ve o kolyeye Esila ulaşamadan almaya bak Aron 'dan." dediğinde Dehliz, ben olduğum durumun dehşeti içerisindeyken birden avucumun içerisinde bir şey belirdi.

 

Bir kağıttı bu.

 

"Büyü sözleri burada yazılıyor. Oku ve zaman kaybetmeden bul Aron' un bedenini. Diğer her şeye vakıfsın zaten." diyerek hemen yanımdan uzaklaşıp ortadan kaybolmuştu. Ve ben öylece olduğum yerde durmuş bir avucumda duran kağıda birde yerde duran gümüş tabelaya bakıyordum.

 

Ben şimdi ne yapacağım ki? İçimde yeşeren o endişe nefesimi kesiyordu ve bu beni ürkütüyordu. Bir bilinmezliğe adım atıyorum sonu nereye varacağını bilmeden. Nasıl bir sorunun beni bulacağını tahmin edemeden.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

        

Loading...
0%