Yeni Üyelik
41.
Bölüm

41-Ölüm Düşü

@kumsallardagezen12

『 Nefesim soluklandı aldığım ihanet darbesinden sonra... 』

 

Hissetmeye ihtiyacım var.

Acıyı hissetmeye ihtiyacım var.

Yalanla gerçeği ayrıt etmeye ihtiyacım var. Ruhumun kabuk bağlamasına ihtiyacım var. İyileşmemek için umuda ihtiyacım var. Unutmak için zamana ihtiyacım var. Geçmişi unutmak için mutluluğa ihtiyacım var.

 

Aldığım darbelerin iyileşmesi için tedaviye ihtiyacım var. Ve her şeyin değişmesi için cesarete ihtiyacım var. Zihnimde is bağlamış bir acının, bedenimdeki izlerini söküp atmak için iradeye ihtiyacım var. Karanlığın bir gölge misali etrafımdaki varlığını yok etmek için kolyeme ihtiyacım var. Geçmişi değiştirmek ve geleceğe yön vermek için güce ihtiyacım var. Aslında her şeyi yapmak için kendime ihtiyacım var. Kendimi bulmaya ihtiyacım var.

 

Evrendeki tüm ruhlar görünmez bir iple birbirine bağlıdır aslında. Bu ip ruhları bir araya getirir, yaşamlarını bir kılar. Onların aynı duyguları paylaşmasını sağlar. Bu ipler onların yaşatılanlarında bir harita olur kendilerine. Ve yönlerini bulmasını sağlar. Hataların en aza inmesi için çabalar. Bir düşüncenin şekillenmesini sağlar. Bu düşünce bir hayalin varlığını simgeler.

 

Ruhların birbirine uzak olan iki mıknatıs olduğunu düşünmüştüm. Bu ruhlar birbirini bulana kadar arayışlarında engellere takılırlar. Ta ki her engel sonunda kendini düz bir yola çıkartana kadar. Ve sonrası bu iki mıknatıs birbirine yaklaştığı anda kuvvetli bir güçle birbirlerini kendilerine doğru çekerler. Ve sonunda her yaşamın getirdiği şeylere rağmen bir araya gelmeyi başarırlar. Sonun gölgesinde soluklanıp, hasret giderirler. Ölüm onları bulup birbirinden kısa süre ayırana kadar. Sonrası sonsuz bir beraberliği tadarlar.

 

Şimdi anımsadığım her yaşanmışlıklarımızdan sonra tek başıma ve üzgün ayrılacağım. Çünkü o artık yanımda değil, zihnimin en gizli yerlerinde saklı kalacak. Orada yaşamını devam ettirecek. Orada onu hatırlayacağım. Ve orada onu sevmeye devam edeceğim. Belki de hayatın bana sunduğu sevgi budur. Ondan ayrı ama ona bağlı bir hayat beni bekliyor. Ve ben bundan şikayetçi olmadan bu hayatı kabullenmek zorundayım. Her hatıramız unutulmayacak şekilde zihnimde varlığını koruyacak. Ve her hatıra benim için mutluluğun simgesi olacak.

 

İnsan darbe ala ala artık daha fazlası ona zarar vermiyor. Ya da alıştığı için onda herhangi bir etkisi olmuyor onca zamandan sonra. Darbelerin boyutu arttıkça beden ve ruh o darbelere karşı dayanıklılık değil, aşina olmaya başlıyor. Ve herhangi bir zararın gölgesi bedende hüküm sürmüyor. Beden o darbeyi sığınaklarına gömüyor. O sığınaklar neleri içerisinde yıllarca eskitiyor. Ve neleri sonsuz döngüsüne terk ediyor.

 

Çoğu şeyin bir izi vardır.

 

Acının izi vardır ; her yaşantıda.

Hüznün izi vardır; her tebessümde.

Gözyaşının izi vardır ; her mutlu anda. Çığlıkların izi vardır; her kahkahalarda. Fısıltının izi vardır ;tüm yüksek çağırışlarda. Ölümün izi vardır ; her yaşamda. Ruhun izi vardır; her ölü cesetlerde. İhanetin izi vardır ; her sevgi sözcüklerinde. İtikamın her izi vardır ; her özür dileyişlerde.

 

Aslında yaşam karmaşık bir döngüde her şeyin bir başka şeyde olan yansımasıdır aslında. Bizlerin bu yansıma içerisinde kendi hayatlarımızı sürdürme çabası içerisinde olmamız bu gerçeklere kör olmamızdır.

 

Aynı Ahrar 'ın gerçeklere susması gibi.

Ben ona her şeyi sunmuşken, onun verebildiği tek şey acı oldu bana. Sadece kendi isteklerini önüme sundu. Benim istediklerim, benim hayatım onun isteklerinin gerisinde durdu. Ve ben ne kadar çabalayıp dursamda, onu bu yanlıştan çekip alamadım. Başaramadım ya da o çabalamadığı için her uğraşım mahvoldu. Ahrar bana çoğu şeyin varlığını hissettirdi, duyguyu yaşattırdı. Ve bu yaşamımda en çok yaşattığı ve hissettirdiği derin bir sevginin gölgesinde yatan acı oldu. Kalp acısı. Ve bunun varlığını tatmamı sağladı.

 

Göğüs kafesi boşluğumda hayatımın en büyük yarası bulunuyordu. Kırık bir kalp ağrısı. Bu kırık kalp ağrısı hiç dinmeyen bir ağrı olarak tüm yaşamımda benimle beraber olacak. Acılarımı kabulleniyorum.

Hep yaptığım gibi. Onları yok saymıyorum. Onları görmezden gelip hayatıma devam edemiyorum. Onların varlığıyla yaşama tutunuyorum.

 

Belki de hava kararana kadar öylece durmuş, tam önümde duran yerde bulunan üzerinde yazılar kazılı olan tabelaya bakıyorum. Dehliz gittikten sonra öylece durmuş ve hiçbir şey yapmadan öylece bir avucumda duran büyü sözlerine bakmıştım, birde önümdeki bu tabelaya. Karşılaşacağım şeyin tam olarak ne olduğunu bilmediğim için tedirginlik yaşıyorum.

 

Çünkü her ne kadar bunun için onca uğraş vermişsem de şu an onun yakınımda olduğunu bilmek beni ürkütüyor. Ama yapmam gerektiğini de farkındayım. Bakışlarım ilk önce karanlığın himayesinde olan ormana çevirdim . Karanlık çökmüş ve orman tamamen karanlığa bürünmüştü. Ay ışığının loş bir ortam sağladığı ormanda sessizce yerde oturuyorum. Ve yapmam gereken şeyi geciktirmek için kendime bahaneler sunuyorum. Aslında yaptığım yanlış ve bu yanlışa bir dur demem lazım.

 

Ve bunu sağlayacağım da. Yavaşça avucumu açıp ikiye katlanmış olan küçük kağıdı parmaklarımla tutmaya başladım. Bakışlarım kağıdın üzerinde gezinirken kendimi cesaretlendirip, yavaşça kağıdı açmaya başladım. O sırada kolyeme fısıldadım ve yavaşça tam önümde küçük bir ışık topu oluşturdum. Işık yüzüme vururken o sırada kağıdı açmış ve üzerinde yazanları okumaya başladım.

 

"Saklı kapılar açılsın. Gizler ortaya çıksın. "

 

Büyü sözünü okumayı bitirdiğim sırada yavaşça bir ses duyuldu yerin altına. Hemen ışık topunu bir parmak hareketiyle yere doğru yaklaştırdım. Ve neler olduğuna bakınmaya başladım. Işık topu yeri aydınlatmaya çalışırken, gümüş tabelasının olduğu yerden yavaşça hareket ettiğini öğrendim. Ama en çok beni şaşırtan şey gümüş tabelasının üzerinde olan yazının yok olmasıydı.

 

Yavaşça tabelaya doğru eğilip altında bakmaya başladım. Tabela yavaşça sola doğru çekilirken bende altında olan şeye bakmaya başladım. Ve gördüklerimle nefes almayı bırakıp, yerin içinde olan şeye baktım. Tam şu an bu yerin derinliklerine inen bir merdiven basamakları bulunuyordu. Ve bu basamakları indiğimde nereye ulaşacağımı biliyorum Moritanya Kalesi'ne ulaşacaktım.

 

Yere yaslamış olduğum avuçlarımı yerden kaldırıp yavaşça bağdaş kurduğum yerden doğruldum. Ayağa kalktığım arada yerin altında olan tünel daha ürkütücü bir hale gelmişti. Bir cesaret basamakları inmeden önce etrafımı kolaçan edip, biri var mı diye bakındım. Ama benden başka kimse yoktu ortalıkta. Sonunda artık yapmam gereken şeyi yapmak için adım attım.

 

Ve yavaşça ilk basamağa basıp aşağı inmek için ilk adımı tereddütle attım. Elimde duran kağıdı kolyemde muhafaza ederken, ışık topunun önümde ilerleyip bana yolumu göstermesi sağladım. İçerisi çok karanlıktı. Öylesine bir karanlıktı ki bunun benzerini daha önce hiç görmemiştim. Daha önceden herhangi bir terk edilmiş yer veya eve ait bir karanlık değildi. Hiç ışığın girmeyeceği bir yerde bulunuyordum. Basamakları inerken olabildiğince dikkat ediyor, düşmemek için temkinli adımlar atıyordum.

 

Etrafımda dokunabilmek için bir duvar veya herhangi bir şey olmadığı için sadece ayaklarımdan destek alıyordum . Birkaç dakika sonra basamakları inmeyi bitirince önümde şu an bulunduğum Moritanya Kulesine ait olan kapının iki katı olan bir kapıya rastladım. Kapı o kader büyüktü ki onu nasıl açacağımı düşündüm durdum. Yavaşça önümdeki kapıya doğru ilerledim. Kapının önüne gelince tozlanmış kapıya kısa bir göz attım. Üzerinde yazılı olan yazıyı okumaya çalıştım. Parmaklarım yazının üstünde gezinirken tanıdık harflere rastladım. Çünkü üzerinde kocaman harflerle Moritanya Kalesi yazıyordu.

 

Kapının üzerinde olan parmaklarımı çekip yavaşça kapının yuvarlak çember şeklinde olan kapı koluna uzanıp yavaşça kapıyı içe doğru itmeye başladım. Kapıyı iterken zorlanacağımı düşünürken kapıya hafif bir güç uyguladığım anda kendi kendine geriye doğru açılmaya başladı. Kapı kendi kendine açılırken bende ışık topunun gösterdiği kadarıyla içeriye bakındım. İçerisi havasız ve kapkaranlıktı.

 

Bu ışık topunun yeterli gelmeyeceğini anlayınca yavaşça ışığı büyüttüm. Bir çember boyutunu aldığında, ışık topu etraf daha aydınlık oldu ve daha rahat bir şekilde önümü seçebildim. Yavaşça içeriye doğru bir adım attım. İçeriye girdiğim anda beni geniş bir yer karşıladı. Burası kalenin ana giriş alanıydı. Şu an olduğum yer uzun ve geniş bir yerdi. Bu alanın sonunda iki çift merdiven bulunuyor üst kata çıkan. Bir anda bir ışık patlaması oldu. Burası daha önce öngörüyle görmüş olduğum Esila ve Aron 'un evlendikleri alandı.

 

Burada evlenmişlerdi. Ve merdivenin dibinde duran o küçük alanda Ahrar vardı. Onun yanına gitmiştim. Öngörüde yukarı katta onları izlemiştim. Ve bu alan bu kadar büyük duruyor değildi. Adımlarım yavaş ve sessizdi. Şu an olduğum yere serili olan tozlanmış bir kırmızı halı bulunuyordu. Bu halı iki çift merdivene doğru ilerliyordu.

 

Ve çift merdivenlerden devam ediyordu yukarıya doğru. Adımlarımı yavaşça hızlandırıp yukarı çıkan merdivenlere doğru yönlendirdim. Amacım şu an hem kuleyi gezmek ve Aron 'u bulmaktı. Aron' u bulur bulmaz onu uyandırmayacağım. Öncelikle ondan onun canı yakmadan kolyeyi alacağım bir plan yapacağım. Amacım bulmak ve bu işi sorunsuz halletmeye çalışmak.

 

Merdivenlerden yukarı çıkarken bakışlarım her nesnede oyalanıyor, geçtiğim her duvara asılı tablolara bakıyordum. Üst kata çıkan geniş merdivenden yukarı doğru tırmanırken tam iki çift yukarı çıkan merdivenlerin ortasında duran devasa avizeye baktım.

 

Kocaman olan avize öylece asılı olduğu yerde duruyordu. Yıllar öncesine kadar burada kaç geceyi aydınlatmış, kaç geceye tanıklık etmişti. Buradaki çoğu nesne belki de bu toprağın altında diğer her şey gibi unutulmuştu.

 

Aynı hislerin ve anıların unutulduğu gibi. Bakışlarımı üzerinde durduğum basmağa çevirip, kaldığım yerden devam ettim basamakları çıkmaya. Güneş doğar doğmaz kuleye dönem lazım. Victoria 'nın hemen her şeyi öğrenmek için odama geleceğini biliyorum. Ve o gelmeden önce orada olursam bu büyü sözünün pek anlamlı olmadığını kanıtlamış olurum.

 

Şimdilik yine her şeyden haberi olmayacaktı. Bunun için üzülsem de belki de her şey için bu doğru bir durumdu onun açısından. Son birkaç basamağı da çıktıktan sonra sonunda ikinci kata ulaşmıştım. İkinci kata varınca önüme iki ayrı koridor çıktı. Bende tam iki koridorun başında durmuşken hangisine girmem gerekiyor diye düşündüm. Sonrası sağa koridora sapıp orada ilerlemeye başladım. Bu koridorda çoğu kapıyı açmış ve her şeyi teker teker incelemiştim.

 

İlk girdiğim oda bir yatak odasıydı. Bu oda aynı benim odam gibi bir yatak odası ve giysi odası bulunuyordu. Benim odamdan biraz daha küçüktü. İçerisinde gezinip dururken bu odanın bir adama ait olduğunu fark ettim. Ve giysi odasında bakındığımda bunun bir askere ait oda olduğunu fark ettim. Çok fazla asker üniforması bulunuyordu. Ve giysi odasının bir köşesinde özel tasarım kılıçlar mevcuttu.

 

Odada biraz daha gezinip durduktan sonra odadan çıkmıştım. Başka bir odaya tekrar geçtiğim sırada diğer odada aynı şeylere rastladım. Burası az önce bakmış olduğum odanın bir eşiydi. Sonrasında bu koridor bulunan tüm odaların yetenekli askerlere ayrılmış olduğunu fark ettim. Bu koridorda toplam 20 oda bulunuyordu ve bu odalar askerler için yapılmış ve ona ayrılmıştılar.

 

Bulunduğum koridordan çıkıp diğer koridora geçtiğim sırada bu koridorda bulunan odalarsa tek kişilik ve bir odadan oluşan yatak odasına sahipti. Odalara kısaca göz gezdirdikten sonra bu odaların eğitmenlere ait olduğunun fikrine vardım. Odada sadece bir yatak, bir giysi dolabı, bir çalışma masası ve son olarak bir kitaplık bulunuyordu. Bu koridorda bulunan oda sayısı 25 tane idi. Diğer koridorda bulunan odalara nazaran daha küçüklerdi. Ve sayısı daha fazlaydı.

 

Bu ikinci katı dolaşmayı bitirdikten sonra bir üst kata çıktığımda burada bir tek koridor bulunuyordu. Kulenin uzunluğu kadar olan koridorda sadece bizim kulede olan dersliklerin bulunduğunu gördüm. Belki de geleneğin denk geldiği dönemlerde bizim kuleye gelenler buraya da gelmiş olmalıydı. Kim bilir?

 

Ama tek farklı olan detayı her yerin tozlu, kimsesiz ve sessiz oluşuydu. Çünkü burada canlı varlığa ait bir iz bulunmuyordu. O kadar sessizdi ki bazen bu sessizliğin düşüncelerimi susturduğuna şahit oluyordum. Sadece görüyor ve hafızama kazıyordum gördüklerimi. Ve bunun verdiği his çok garipti.

 

Bu katı çıktıktan sonra diğer kata geçmiştim. Bu kata ulaştığım sırada bu katın kadınlar için ayrılmış bir kat olduğunu odalara girdiğim anda anladım. Çünkü odaların dizaynı, seçilen renkler ve içerisinde olan kıyafetler hemen bunu yansıtmıştı. Moritanya Kalesi yerin derinliklerine sızarken buradakiler can havliyle dışarı mı kaçışmışlardı? Onun için mi onlardan kalan eşyalar buradaydı? Olması ihtimaller arasında olan bir düşünceydi.

 

Bu koridorda bulunan 50 odaya teker teker girmiş buradaki her şeyi incelemiştim. Aron 'un bedeni bu katta değildi. Hatta bence kolay kolay bulamayacak olacağım bir yerdi bulunduğu yer ama ben buna bir işaret arıyorum. Nasıl bir işaret olduğunu bilmeden. Çünkü göz önünde olmayacaktır. Ama nerede olduğunu gezip her yeri bilmemle daha kolay tahmin edebileceğimi düşünüyorum.

 

Bu katta bulunan son odaları gezme işini bitirdikten sonra hemen merdivenlerden bir üst kata ulaşmış ve orada olan odaları gezmeye başlamıştım.

 

Üst kata ulaştığımda bu katta bir kütüphane bir yemekhaneye bir toplantı odası olduğunu gördüm. Diğer küçük odalarda dinlenme odası için ayrılmıştı. İlk durağım bu katta kütüphane olmuştu. Kütüphanenin kapısına ulaştığım anda çift kapılı demir kapıyı ileriye doğru itmeye çalışırken gücümü biraz zorlanmıştım.

 

Kapı yıllardır açılmadığı için olduğu yerde biraz paslandığını fark etmiştim. Yavaşça açılan kapının ardından içeriye doğru ilerledim. İçeriye girdiğim anda beni büyük bir dağılmış kitaplar yığını karşıladı. Olduğum yerde durmuş yere saçılmış olan kitaplara bakıyordum. Neden onca şey hiçbir şekilde yere devrilmemişken buradaki kitaplar raflardan yere düşmüş haldeydi? Bir sebebi kesinlikle vardı.

 

Bunu bulmam lazım. Yavaşça içeriye doğru ilerledim. Buradaki işim bittikten sonra buradan ayrılmam lazım çünkü 3 saate yakın buradayım ve kuleye dönmezsem bir sorun yaratacak. Gün içerisinde tekrar burayı ziyaret ederim. İçerisinde olduğum kütüphaneye bir çeki düzen vermem lazım. Eğer burada önemli bir şey varsa ve o alınmışsa onu bulmam lazım neredeyse.

 

Yavaşça parmaklarımı kıpırdatarak, yerde duran tüm kitapları yavaşça düştüğü yerden kaldırmaya başladım. Yere saçılmış tüm kitaplar şu an büyü gücüm sayesinde yavaşça yukarıda usulca hareket ediyordu. Yavaşça rafların olduğu kısma bakarak hangi kitap nereye ait olup olmadığına bakındım.

 

Bu iş birkaç dakikamı alacaktı. Ama ucunda bana yarar sağlayacak bir şey varsa bunu seve seve yaparım.

 

Sağımda duran rafa baktığımda üzerindeki yazıyı buraya geldiğim andan beri öğrendiğim kadarıyla okuyabildim. Bu raf genel olarak siyasi olayları ele alan raftı. Havada uçuşan tüm bu rafa ait kitapları yavaşça ait olduğu yere yerleştirmeye başladım.

 

He kitap usulca büyünün gücüne kapılıp kendi yerine geçiyordu. Geriye kalan kitaplarıysa ait oldukları yeri bulduğum anda onları oraya yerleştirip duyuyordum. Kütüphane büyük ve çok fazla kitaplığa sahip olduğu için raflara yere düşmüş olan kitapları yerleştirirken epey bir zaman harcamıştım. Tüm kitapları yerlerine yerleştirdikten sonra kitapları bu sefer incelemeye başlamıştım. Kütüphanenin ön tarafı en çok dağınıktı. Arka tarafında herhangi bir kitap yerinden bir santim bile oynamış değildi. Biri bu kale yer altına inmeden önce burada bir şey aramıştı. Ama ne aramıştı?

 

Aklıma gelen tek kişi vardı. Çünkü öyle bir anda can havliyle herkes kendini dışarı atmış olmalıydı. Bir kişi birini kurtarmak için buraya gelmiş olmalı. O da yasak aşkın diğer karakteri.

 

Ama burada ne aradığını anlamış değildim? Çünkü hiçbir şekilde bir kitap asla yerinden alınmış değildi. Hiçbir rafta herhangi bir boşluk yoktu. Tahminim başka bir yöndeydi. Burada bir şeyi bulmaya çalışmış olabilir ve bulamayınca o an gitmiş olabilir ya da bulduğu şey bu kitapların arkasında duruyordu ve onu bulana kadar tüm kitapları aşağı indirip, kitabı bulduğu gibi buradan çıkıp gitmişti.

 

Bu iki ihtimal arasında gidip geliyorum. Ve hangisi doğru tahmindi emin olamıyorum. Ve bu sinir ediyor. Daha fazla burada duramayacak olmamdan dolayı hemen buradan ayrılıp, zemin kata doğru ilerlemiştim. Yokluğum daha fazla dikkat çekmeden buradan gitmeliyim. Daha sonra müsait bir anda buraya tekrar geleceğim. O ana kadar sabretmeli ve amacımın gerçek olması için Aron 'u ikna edeceğim o ihtimali bulmalıyım.

 

Tekrar kuleye döndüğümde çoktan çalışanların kuleye geldiğini ve kahvaltı için hazırlıklara başladığını görmüştüm. İlk durağım odam olmuştu. Üzerimi değiştirip, Victoria ve diğerlerinin yanına gidecektim. Odamın kapısının önüne geldiğimde tam kapıyı açıp içeri girecektim ki, koridorun başında olan birinin varlığı gözüme ilişti. Daha dikkatli bakınca Ahrar 'ın koridorun sonunda olan pencereye yaslı olduğunu ve olduğum tarafa baktığını gördüm. Orada ne yapıyordu? Hâlâ dünden kalma kıyafetleri içerisinde duruyordu aynı benim gibi. Uzakta olduğu için ve güneş arkasında duran pencereden yansıdığı için onun yüzünü seçemiyordum.

 

Elim kapının kolunun üzerinde hareketsiz halde dururken başka bir ses duyunca bakışlarım Ahrar 'dan kayıp oraya döndü.

 

Victoria olduğum tarafa doğru geliyordu. Güne erken başlamıştı ya da hiç uyumamıştı. Victoria son adımlarını atıp yanıma ulaşınca yavaşça odamın kapısını açıp içeri girdim. Amacım dikkatini bana vermesi ve Ahrar' ı fark etmesini engellemekti. Umarım başarmış olurum. Ben odama geçip rotamı banyoya doğru yönlendirirken, Victoria çoktan odama girip arkasından kapıyı kapatmıştı.

 

"Ne oldu?" diyince Victoria ona bakmadan giysi odama doğru ilerledim ve giysi odasının giriş kısmında durarak ona baktım.

 

"Şimdilik hiçbir şey. Tam olarak istediğim şeye ulaşamadım." dedim yorgunluğun sesime yansımasıyla.

 

"Ne olduğunu anlatacak mısın peki?" dediğinde Victoria yavaşça ona bedenimi çevirdim. Ve sol omzumu giysi odasının kapısına yasladım. Victoria o sırada birkaç adım atıp tam odada bulunan yatağın köşesine ulaşmıştı. Merak içerisinde ona vereceğim cevabı bekliyordu.

 

" Anlatmasam daha sağlıklı olur. Çünkü bunu bilmen benim için iyi olmaz." dediğimde neden böyle dediğimi anlamadı. Normal çünkü tüm olan biteni bilmiyor ki.

 

"Ne açıdan iyi olmaz ki?" dedi kafa karışıklığı yaşarken. Bakışları bana çevrilmiş bir halde gözlerime bakarak sanki orada tüm gerçekliği tüm detaylarıyla bulma arayışı içerisindeydi.

 

"Şöyle ki bunu sana söylersem bunu istemediğim kişi öğrenmiş olur ve bu işime çomak sokmakla eş değer haline gelir. Sana bunu sonra anlatsam çok şey istemiş olur muyum?" dediğimde anlayışla bana hak vermesini beklerken.

 

"Tehlikeli mi?" diyince ne dercesine baktım ona. Yüz ifadem bu soruyu beklemediği için asılmış ve neyden bahsettiğini açıklamasını beklemiştim.

 

"Kalkıştığın iş tehlikeli mi?" diye sorusunu daha açıkça anlayacağım şekilde sorduğunda kısa bir süre buna nasıl bir cevap vermem gerektiğini bilemedim.

 

" Bakış açısına göre değişir. Yani —" dedim ve bu cümlemi içimden devam ettirdim. 'Kolyenin diğer sahibini uyandıracağım ve uyanınca bana yapabileceği şeyi merak etmiyor değilim. Ve asıl olay şu ki hiçbir şeyi hatırlamazsa o an ne yapabilirim bilmiyorum. Ve kolyeyi benden alıp Esila' ya verecek olursa bu Esila 'nın ekmeğine yağ sürmek olur. Kolayca amacını gerçekleştirmesi için yardımcı olmuş olurum. Yani baya baya kendi ayağıma sıkmış olurum. Yani tehlikeli kelimesi bunun yanında az kalmış olur.'

 

Dedim ama bunu sadece ben duydum. Ve tehlikeden ilk ben haberdar oldum.

 

"Evet yani derken devamı?" diye ısrar edip devamını söylememi istediğinde ona duymak istediği cevabı verdim. Gerçek olanı değil.

 

"Yani her şey kontrolüm altında olacak." dedim. Tabii bunu umuyorum. Tam tersi de olabilir ve bu başımı gövdemden ayrılması kadar acı verici olur. Eğer olurda Aron hatırlamazsa daha büyük bir felaketi tatmış olurlar. Sebep olansa ben olurum. En kötüsü kolyem olmadığı için buradan gidemeyeceğim gerçeğinin olması.

 

"Buna sevindim. Tamam ben seni daha fazla tutmayayım. Seni kahvaltı etmek için yemekhanede bekliyorum." diyip Victoria olduğu yerden harekete geçip odamdan çıkarken, ben onun arkasından ona baktım.

 

Ah keşke bende bu olaya sevinecek bir tarafını bulabilmeyi başarsam! Ama yok maalesef. Her iki türlü de ben zarar görmekten kaçınmıyor gibiyim! Victoria odadan çıkınca bende zaman kaybetmeden banyoya doğru ilerledim. Banyoya gelip üzerimde olan kıyafetleri çıkartıp kısa bir duş almaya başladım. Duşumu alır almaz hemen bornozu üzerime alıp, giysi odama doğru yol aldım.

 

Dolabın önüne gelince siyah renkte bir elbise aldım. Elbisenin etek uzunluğu dizlerimin üç santim aşağısında sonlanıyordu. Göğüs kısmı düz kesimdi. Kollarıysa yarım balon kola sahipti. Belime kadar inen elbisenin göğüs kısmı belimden aşağıya doğru kabarıktı.

 

Ayağıma bir siyah babet ayakkabı giydikten sonra önceden büyüyle kurutmuş olduğum saçlarımı her zaman ki gibi ense hizasında dağınık bir topuz olacak şekilde toplamıştım. Hafif birkaç perçem çıkararak alnımın her iki yanında serbest bırakmıştım. Kurumuş olan cildime kısa sürede krem sürüp nemlendirmiş, ve dudak parlatıcımı sürdükten sonra odadan çıkmıştım. Her ne kadar uykusuz olsam da kendimi dinç hissediyorum. Yemekhanenin olduğu koridora doğru giderken beni bekleyen Victoria' yı gördüm sırtı bana dönük bir şekilde omzunu duvara yaslı bir şekilde. Anında ismini zikredip bana bakmasını sağladım.

 

Victoria seslendiğim anda hızla arkasına dönüp benim olduğum tarafa baktı. Kısa süre beni incelediğini fark ettim. Olduğu yerde kıpırdamadan ona doğru yaklaşmamı bekledi. Son adımımı atıp karşısına geçince yavaşça sol tarafımdaki yerini alıp benimle beraber ilerledi.

 

"Artık siyah renkten başka bir renk giymiyorsun. Bu bir süreliğine mi böyle olacak yoksa sonsuza dek bu renkten vazgeçmeyecek misin?" diye sorduğunda o an bu sorusunu cidden düşündüm. Ve bu durumun ne kadar süreceğini hesapladım.

 

"İçimdeki suçluluk bitinceye kadar. "diyerek cevap verince Victoria söylediğim cümleye hemen cevap verdim.

 

" Uzun bir süre daha diyorsun. "diye olanı söylediğinde bir şey dememeyi tercih ettim. Sonrasında zaten yemekhaneye gelmiştik. İkimiz her zamanki gibi sessizce yemekhanede oturacağımız yerlere geçmiş ve sessizce kahvaltımızı etmiştik.

 

Kahvaltı boyunca birkaç kez Süreyya hanımın bana baktığını hatta bir şey söylemek için çabaladığını görmüştüm ama bu çabası istediğim şekilde sonuçlanmıştı. Söyleyeceği şeyleri yutmuş ve sessizce kahvesini yudumlamıştı. Sorun değildi. Bekleyecektim. Ta ki ondan gelecek hamleye kadar. Çünkü artık bir şeyler için uğraşmak için çabalayan taraf olmaktan sıkılmıştım. Artık bir şeylerin rayına oturmasını isteyen kim olursa olsun o adım atacak, öyle her şeyi tüm ayrıntısına kadar konuşacaktık.

 

Diğer türlü sadece benim yapacağım hiçbir şey bir şeyleri değiştirmeyecek sadece üstünü örtecekti. Ve ben bunu istemiyorum. İstemeyeceğim de hiçbir zaman.

 

Kahvaltı ettikten sonra daha fazla yemekhanede durmamış ve yeniden bir anı yakalayıp Moritanya Kalesi'ne geri dönmüştüm. Çünkü o kalede bulmam gereken biri vardı. Ve bulmak için epeyce çabalamam lazımdı. Yoksa Esila için zaman kazandıracak olacaktım. Ve bunu istemiyorum. Onun tekrar istediği şeylere ulaşmasına elimden geldiğince engel olmalıydım. Yoksa tüm düzen yeniden mahvolacaktı. Bu ben dahil diğer herkes için kaos olurdu. Ve bu kaosu sevecek tek kişi Esila 'dan başkası olmazdı.

 

Kütüphanenin bulunduğu kata tekrar geldikten sonra oradan ayrıldığım gibi yemekhaneye, toplantı odasına hatta oradan da küçük dinlenme odalarına bakınıp, durmuştum. Öyle ki odaları didik didik etmiş , herhangi bir farklılık aramıştım. Ama gözüme çarpan bir farklılık yoktu. Her şey çok fazla normal görünüyordu. Ya da ben öyle sanıyorum. Belki de ayrıntıları kaçırmış olabilirim de. Emin değilim.

 

Önümde duran ve bana aydınlık sağlayan ışık topuyla beraber her yere girip oradaki her şeyi istisnasız gözlemliyor ve aradığım şeye ulaştıracak olan şeyi bulmaya çalışıyorum.

 

Aradığım şeyi bulamayınca oradan direk bir üst kata çıkmıştım. Zamanın çoğunu alt katta harcamıştım. Toplantı odasında bulunan bazı belgeleri incelemeye dalınca zaman nasıl geçip gitmişti fark etmemiştim. Bu da zamanımın büyük çoğunluğu almış bulunmaktaydı.

 

Koridordan diğer kata ulaştığımda bu katta bulunan her duvarda tablolar olduğunu fark etmiştim. Kulede bulunan koridorda da buna benzeyen tablolar yer alıyordu. Bu tablo seçimlerinin nedense Süreyya hanıma ait olduğu hissine kapılıyordum. Ama bu sadece bir tahminden ibaretti. Bazı tablolarda doğaya ait çizimler varken bazıları insan portresiydi. Bazılarıysa savaş alanları tabloya yansıtılmıştı.

 

Tablolardan bakışlarımı çekip koridorun başında duran odaya doğru adımlarımı yönlendirdim. Kapıyı açıp içeri girdiğim sırada ilk karşılaştığım tam pencere önünde duran küçük bir masa ve onun sağında ve solunda duran tekli koltuktu. Krem çiçek desenli tekli koltuğun önünde duran iki adet kitap bulunuyordu; okuma kitapları.

 

Çaprazımda olan duvara asılı rafa baktığım sırada küçük bir ayrım yaşadım. Kitapların biri sol taraftan dizilmişken diğeri sağ tarafından dizilmeye başlamıştı. Burası bir çifte ait bir oda olmalı. Şu an bulunduğum odada başka odaya açılan başka bir kapı bulunuyordu.

 

Burası sanırım günlük aktivitelerini gerçekleştirdikleri oda olmalıydı. Kapının önüne hareket ederken arkamda kalan duvarın köşesinde birkaç saksı görmüştüm. Hislerim git gide bir kişide karar kılmaya başlıyordu. Sola dönüp odada bulunan diğer kapıya doğru ilerledim.

 

Sanırım burası Süreyya hanımın ve Ahlas beyin odası olmalıydı. Çünkü odanın tarzı çok Süreyya hanımın şu anki odasının dizaynı gibiydi.

 

Kapının önüne geldiğim gibi kapıyı açarak içeri girdim. İçeriye girer girmez aşina olduğum koku burnuma çalındı. Süreyya hanımın buraya ait olan çiçeklerin kokusundan oluşan parfümü. Tahminlerim doğru çıkmıştı. Burası Süreyya hanımın bu kalede bulunan odasıydı. Daha doğrusu Ahlas beyle olan odası. Yatak odasından geniş ahşap bir gardırop hemen onun karşı duvarında bir makyaj aynası ve masası bulunuyordu. Yatağın ucunda olan geniş beyaz markizin üzerinde katlı halde duran bir çifte ait olan gecelik bulunuyordu.

 

Odada kısa bir süre zaman geçirip, bir şey bulmayınca odayı terk etmiştim. Diğer durağım koridorda bulunan diğer odalar olmuştu.

 

Üç saatin ardından sonra uykusuzluktan kapanan gözlerime daha faza dayanamadığım için kaleyi terk edip odama geçmiştim. Ertesi gün yine kaleye gidip, bulmaya devam ederdim.

 

Gözlerimi güne açtığım anda pencereden içeriye vuran gün ışıklarının yerdeki yansımasına dalıp gittim. Yastığa iyice yanağımı yaslayıp, uykulu gözlerle öylece uzandığım yerde zihnimin uyanmasını bekledim. Göz kapaklarım hala tam alamadığı uykusu yüzünden kapanıp duruyor, bazen sızlayarak kendini böyle belli ediyordu. Saçlarımın varlığı yüzünden huylanan boynumu her ne kadar görmezden gelmeye çalışsamda başarılı olamadığım için yavaşça başımı yastıktan çekip sol elimle saçlarımı yastığın üzerinden alarak yatağa serpilmesini sağladım.

 

Tam o sırada yastığa başımı tekrar yaslayacakken baş ucunda Emira 'ya uzan bir zarf görünce hızla uzandığım yerden doğrulup komodinin üzerinde olan zarfa uzanıp, ellerimin arasında tuttuğum zarfı incelemeye çalıştım. Bu el yazısı tanıyorum. Ahrar' a aitti.

 

Bana mektup yazmıştı. Ama ne için? Hislerini dökmek için mi yoksa bir şeyin bittiğine dair mi? Onun cevabını alacağımı söylemiştim ama dün sabah her şey aklımdan çıktığı için ve şu an gündemde bazı farklılıklar olduğu için yanına gitmemiştim. Hatta her şeyi şu an hatırlamış olduğumu söylesem yalan olmazdı. Belki de ben gelemediğim için bunu mektupla söylemeyi doğru bulmuştu.

 

Titreşen bakışlarım eşliğinde zarfı açıp okumaya başladım. İçinde yazılanları okumak için bir acele ediyordum birde korkuyordum yüzleşecek olacağım gerçekle.

 

Bir rüzgarı savrulduğu gibi sana her an savruldum. Hayatım seninle gerçek bir yaşamın izlerini taşıdı. Hislerim donmuş bir buz parçasıyken sen onları o mavi harelerinle erittin. Emira sana olan sevgimi sözcüklere bile dökemem. Çünkü sınırsız sevgimi sınırlı sözcüklerle açıklamak tuhaf kaçar.

 

Bilmeni isterim ki seni kırmak beni paramparça ediyor. Ama bunu ne kadar durdurmaya çalışırsam çalışayım engel olamıyorum. Ve seni kırıp, o görmeden durmadığım mavi harelerinde büyük bir yıkım başlatıyorum. Ve o yıkım git gide büyüyerek sana zarar veriyor. Bana bir gün düşünme zamanı vermiştin. Sen gelmedin. Belki de gelemedin bilmiyorum. Ama ben o gün gece olana kadar düşünüp durdum. Sonucunda seni kaybetmek düşüncesi vardı ... Bu düşünce bile hayatımın büyük bir parçasının yok olması demek ve ben bunu istemiyorum. Yapmam seni görmeden bir güne bile başlamak zorken...

 

Bunu günlere, aylara hatta yıllara dökmek bir ıstırap. Ve ben ne bunu sana nede kendime yapabilirim. Ben senin varlığına böyle tutunup nefes alırken, o varlığın benden uzak durması beni nefessiz bırakır. Ve bu ölümle eş değer demek. Ben o boynunda duran kolyenin sana ve bize zarar vereceğini düşündüğüm zarardan dolayı onu bırakmanı istedim.

 

Sende onun olmaması durumunda ailen ve diğer sevdiklerinden ayrılacağını söyledin. O an gözlerine yansıyan acıyı gördüm. Orada kaybetme korkusu vardı. Her iki şekilde de kaybedecektin. Bunu biliyorum ama sadece seni korumak istedim. Bilmediğim tek şey bunun senin için zarar doğuracak bir karar olduğu. Artık bunun için sana herhangi bir seçenek sunmayacak, tercih yaptırmayacağım.

 

Sadece he şeyi sana bırakıyorum artık. Sen karar vereceksin. Ya bu ilişkinin temellerini sağlamlaştıracaksın ya da onu tamamen yok edeceksin. Vereceğin karara saygı duyacağım. Ama kalbim beni terk etmemeni istiyor. Değişecek olmama ve seni elimden geldiğince kırmamak için çabalayacağıma inanmanı istiyorum. Tabii inanacaksan ya da inanmayı seçeceksen... Seçimi sana bırakıyorum sevgilim, bizi yıkacak her şeyden koru; buna bende dahilim. Çünkü sana zarar verecek kişi ben bile olsam sakın buna izin verme ve bana engel ol.

 

Vereceğin kararı sabırsızlıkla bekliyorum. Seni bekliyorum. Bana gelişini görmek için can atıyorum. Bana gel sevgilim. Bizi karanlığın köhne ücralarında yalnız bırakma. Varlığıma renk veren varlığını hissetmek bana ne vaat ediyor bilemezsin. Gülüşünü görmenin verdiği mutluluğu tarif edemem. Gözlerimin değdiği her yerde seni görmeye ihtiyacı var. Seni tüm yaşamımda her anında izlerinin bana karışmasın ihtiyacım var.

 

İkimizin birbirimize ihtiyacı var. Ama en çok benim sana ihtiyacım var. Nefesine, kokuna, sesine varlığına ihtiyacım var. Beni sensiz ve sana ait olan şeylerden uzak tutma. Seni bekliyor olacağım şimdi ve sona dek. Sadece seni hep seni.

 

Ahrar 'ın mektubunu okuduktan sonra derin bir nefes aldığımı hatta o nefesin bana ne kadar iyi geldiğini şu an fark ettim. Mektubu göğsüme yasladım ve bizden vazgeçmediğini bilmenin bana tarifsiz bir mutluluğu bahşettiğini kavradım. Yavaşça mektubu ikiye katlayıp onu daha önce yazıldığı mektubun yanına koyup, yataktan kalktım. Yataktan çıktıktan sonra alel acele banyoya doğru ilerledim.

 

Hızla bir duş alıp dolaptan aldığım siyah gömlek ve siyah bir bluzu alıp giymeye başladım. Kıyafetleri giydikten sonra saçımı büyü yardımıyla kuruttum. Dolaptan aldığım siyah spor ayakkabımı da giydim.

 

Sonrasında hemen saçlarımı açık bırakıp, yüzüme nemlendirici krem sürdükten sonra dudak parlatıcısını dudağıma sürüp, odadan çıkmak için giysi odasından yatak odama geçtim. Odaya gelince hemen kapıya doğru ilerledim heyecanla. Uzun zaman sonra Ahrar' la eskisi gibi olmak için ne kadar sabırsız olduğumu fark ettim. Çünkü onu özlemiştim. Onunla eskisi gibi yakın olmayı lacivert harelerine uzun uzadıya bakmayı özlediğimi hissettim. Bu hisle yanıp kavruldum.

 

Koridora çıktığımda onun odasının olduğu kısma baktım. Enerjisini hissetmeye çalıştım. Ama odasında olmadığını anladığım anda direk merdivenlerin olduğu koridora doğru bedenimi çevirdim. Ve hızla oraya doğru ilerledim. Çalışma odasının olduğu katta bulunan koridora doğru gideceğim anda bir ses duydum ve bakışlarımı sesin geldiği tarafa çevirdim.

 

Bakışlarımı çevirdiğim yerde Ahrar 'ın karşı koridorda Serra' nın koluna yapışıp, sertçe kolunu tutup arkasından sürüklediğini görünce, olduğum yerde gördüğüm şeyin yaşattı şaşkınlıkla öylece durdum. İkisi de çok öfkeli duruyordu. Ama şaşırıp durduğum şey Ahrar 'ın Serra' ya olan tutumu oldu.

 

Yavaşça kolyenin gücünü kullanıp ruhumun bedenimden ayrılmasını sağladım. Bedenimden ayrılan ruhumla onların olduğu yere doğru giderken bedenimin odama geri dönmesini sağladım. Kolye şu an bedenimde bulunmuyordu. Ruhumla olan bağlantısı yüzünden şu an ruh formatında olan varlığımın yanındaydı. Hemen o koridora koşar adımlarla ilerledim. Ahrar Serra 'yı bu koridorun sonunda olan arka tarafa bakan terasa götürmüştü. Orası sessiz ve sakin bir yerdi.

 

Hemen arkalarından yetiştiğim anda cinnet geçirmek üzere olan Serra'nın sesini duydum. Her ne kadar sesini alçak tutmaya çalışsa da pek başarılı olamıyordu. Anında terasın kapısından geçerek onları daha net bir şekilde görmeyi sağladım. Serra birkaç adım öte de olduğu yerde sinirle bir adım bir geri giderken Ahrar olduğu yerde onu izliyordu.

 

"Daha ne kadar beni oyalamayı düşünüyorsun Renas!" dedi Serra hiddetle ve parmaklarını avuçlarına örtüp sinirle avuçlarını sıktı. Öyle ki kendini zor tutuyor gibiydi. Ahrar 'ın üzerine yürümemek için. Ahrar' sa olduğu yerde gerginlikle duruyor sadece Serra'nın sinirinin yatışmasını sabırsızlıkla bekliyordu.

 

"Susma bana bir şey söyle biz böyle anlaşmadık! İstediğim şekilde bu oyun devam etmiyor!" dediğinde oyundan kastını anlayamadım. Bir oyun için mi bu kadar sinirliydi? Ben Serra'nın dediğini anlamaya çalışırken o anda Ahrar sadece sıkıntılı bir nefes verip, sağ sertçe ensesini ovaladı.

 

" Sakin ol! Birileri duyabilir! "diye aksi bir sesle onu uyardığında, Serra hiç oralı olmadı. Hatta inadına daha da sesini yükseltmeye çalıştı.

 

" Hiçbir şey umurumda değil! Sen bana verdiğin sözü çiğniyorsun. Ve ben buna izin vermem. Renas ya çekil önümden bu işi artık olması gerektiği şekilde ben bitireyim ya da sadece bir gün içerisinde onu bana getir!" dediğinde Serra kesik kesik aldığı nefesleri arasında istediğini dile getirirken.

 

" Öyle kolay değil anlamıyor musun? Sen getir dedin diye ben hemen getirecek değilim! "diye ateş püskürürcesine konuşunca Ahrar, o anda artık her şeyin kontrolünü yitirdiğini anladım. Birkaç adım Serra 'ya doğru yaklaşıp, ona gözlerini dikti. Lacivert gözleri tüm öfkesini göz bebeklerinde toplamış ve bunu açıkça Serra' nın gözlerinin önüne seriyordu.

 

Konu neydi tam olarak anlamış değildim hâlâ. İkiside karşımda durmuşken, onları yan profillerinden izliyor, bu sinirlerinin sebebini öğrenmek için can atıyordum. Serra duyduklarından sonra sinirle saçlarını çekiştirip durdu. Sinirden durduğu yerde bedeni titreme krizine girmişti.

 

"Bana benim olanı getir Renas! Bunu yapmak mı istemiyorsun yoksa yapamıyor musun anlamıyorum ama sakın düşündüğüm şey yüzünden bana ihanet etme. Sonucu ağır olur. Ben o değilim ve bana ihanet edersen seni mahvederim. Anlıyor musun? Çünkü ben bunun uğruna her şeyimi kaybetmeyi göze aldım. Seni bile. "dediğinde Serra, nefes almayı o an bıraktım. Düşünceler istilasına uğradım. İhanet' ten ne kast ettiğini anlamaya çalıştım. Ama bunun ucunun ulaştığı yerler acının en büyüğünü yaşatıyordu.

 

" Mahvetmek mi? Bana zarar vereceğini mi düşünüyorsun? Serra —"dedi Ahrar ve cümlesine devam etmeden önce Serra 'ya bir adım atıp başını yavaşça eğerek ona alaylı gözlerle baktı." Ne denli tehlikeli olacağımı bilmiyormuş gibi konuşma. Sen bana zarar vermezsin. İstesen de istemesen de. Hem ben sana ait olmadım hiçbir zaman. Yani beni kaybedemezsin." diyip Serra' dan tam uzaklaşacakken birden Serra alayla güldü.

 

"Ah doğru seni kaybedecek kişi ben değilim. Emira. Zavallı bilmiyor ki aranızda olan ilişkinin çıkar amacıyla olduğunu." dediği sırada göğsüme sert bir darbe aldığımı hissettiğimi fark ettim.

 

O an kulaklarım bir patlamanın içerisinde kalmış gibi hiçbir sesi o an duymamaya başladı. Etrafımı görüyorum ama bir tepki vermeden sadece aldığım darbeyi hissetmeye çalışıyorum. Elim kalbimin üzerine yerleşti. Çünkü o an nerenin ağrıdığını anladım. Çünkü o an acıyan ve beni ölüm gibi bir gerçekle baş başa bırakan şeyin kalbim olduğunu anladım. Her şey yalan mıymış? He şey mi? Sözleri de mi ? Hisleri de mi ? Sarılışı peki? Ben düştüğüm çukurda can havliyle çırpınırken Serra 'nın sesini duymayı başardım o anda.

 

"Bak şimdi üzüldüm ona. Tüh öğrendiğinde ne kadar hüsrana uğrayacak. O anı görmek isterim sevgili kuzenim." dediğinde Serra az önceki öfkesi dinmiş bir halde ve sesine yansımış keyifli sesle. Öğrenmiştim... Ama Ahrar' ın bunu onaylayacak bir hareketini ve sözünü duymayı bekliyorum.

 

" Sus bağırıp duruma! "dediğinde Ahrar susmasını isteyen bir istekle ve çaresizlik içerisinde. Serra tamda o anda olduğu yerde kahkaha attı.

 

" Ne o yalan mı? Eninde sonunda öğrenecek ve sende bunu biliyorsun. Yoksa sevgili kuzenim ona aşık mı? "diye dudak büzerek konuşunca Serra olduğu yerden harekete geçip tam Ahrar' ın karşısına geçip hızla sağ eliyle onun çenesini kavradı. Ahrar onun bu hareketine tepkisiz kalmayı tercih etti." Aşık değilsin, olsaydın sessiz kalmaz dediklerimi inkar ederdin. "dedi Serra bunun olmasını dilercesine." Ama ona acıyor olmalısınız ki bunun duyulmasını istemiyorsun. Yoksa neden umurunda olsun Emira ki? "dediğinde elim kalbimden uzaklaştı ve dudaklarıma kapandı.

 

Sertçe ağzımı örtüp ağlama isteğimi bastırdım. Tüm gücüm bedenimden çekildi. Ayaklarımda derman kalmadı. Ve yavaşça geriye gidip arkamda duran duvara sırtımı yasladım. Ruh formatında olduğum için içinden geçecekken bunu büyüyle durdurdum. Yavaşça olduğum yerde bu yaşadığım anın gerçek olmaması için bunları yok saymak istedim. Ahrar sessizce olduğu yerde dururken bense öylece onun konuşmasını bekledim. Bana acıyor muydu? Peki daha bu sabah ondan aldığım mektupta okuduğum her şey yalan mıydı? Onlar hissiz bir adamın kaleminden mi dökülmüştü?

 

"Seni ilgilendirmez ona duyduğum acıma hissi." diye Ahrar sertçe konuşunca o an bir bıçağın yavaşça kalbime saplandığını hissettim. Bana acıyor muydu? Bana sadece acıyor muydu?

 

Ahrar çenesini Serra 'nın parmaklarından kurtarıp, geriye doğru çekilip Serra' ya hoşnutsuz bir bakış attı.

 

" Hım bunu duymak güzel. Yoksa kim yalandan aşık rolü yaptığı birine gerçekten aşık olur ki? Amacın kolyeyi ondan almaktı. Ve bu amacını gerçek kıl. Bana o kolyeyi getir Renas." dediğinde Serra, Ahrar isteksiz duran ifadesiyle başını salladı.

 

Bense o anda bir sapkının vücuduma saplandığını, oluk oluk bedenimden kan aktığını hissetmiştim. Duyduklarım mı canımı daha çok yakmıştı? Yoksa bana duyduğu şeyin acıma hissi olduğunu öğrenip bununla yüzleşemiyor olmam mı? Verecek cevabım yoktu buna?

 

İhanetinin verdiği acının eşi benzeri olmadığını öğrenmek bana bu hayatta sunulan başka bir dersti.

 

"Pek sevgili kuzenim bana o kolyeyi getir ve bu sefer başarılı ol. Bu sefer daha fazla ısrar et ve Emira 'nın boynunda bana ait olan kolyeyi bu sefer bana getirmeyi başar." Serra cümlesinde ısrarla kolyeyi getirmesini isterken Ahrar' dan , Ahrar sadece sessizce onu dinlemiş ve Serra'nın sözünü söyleyip buradan ayrılmasını beklemişti.

 

Serra yanımda duran kapıyı açıp dışarı çıkarken, benim bakışlarım ona çevrildi. Beni paramparça eden kişiye. Nefes almak bile şu an bana öyle bir acı veriyordu ki. Ben bana dönük bedenini izlerken olduğu yerde sinirden bedeninin kas katı kesildiğini gördüm. Avuçlarını örtmüş ve sımsıkı sıktığını gördüm. Kendini zapt etmeye çalışıyordu. Ama niye neden bu kadar öfkeli ki? Sonuçta bir anlaşma yapmışlardı. Ve ondan buna uyması istenilmişti. Ben ona hayal kırıklığı içerisinde bakarken birden Ahrar hızla bana doğru dönüp olduğu yerde harekete geçti. O da Serra gibi hızla geldiği gibi burayı terk etti.

 

⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘

 

Zaman durmuş, sesler susmuş, bakışlar durulmuştu. Hisler ölmüş ;toprağın cansız katmanlarında kendine yer edinerek yok olmaya terk edilmişti. Gözyaşları akmak için büyük bir direnç sarf etmişti. Çabalayıp kendini bırakmak istemişti ama direnerek ona müdahale etmiştim. Ne zamana kadar ya da nereye kadar sürecek bilmeden. Ne zaman acının izleri benden uzak duracaktı bilemeden. Daha ne kadar acıyla yüzleşecektim bilmeden.

 

İkisi gittikten sonra ben olduğum yerden hareket edecek gücü bulamadım. Gözlerim boşluğa takılı kalmış öylece dalıp gitmişim. Saniyeleri hatta dakikaları devirmiştim. Öylece bir hiç gibi olduğum yerde. Sonra oradan uzaklaşmadan bedenimin odamdan terasa getirtip, ruhumu bedenimle bir kılarak oturduğum yerden doğrulup, burayı terk etmiştim. Daha fazla durmak istememiştim.

 

Nereye gitmeliyim? Onu bile bilmiyorum. Ben hangi dünyaya aitim? Ya da ait olduğum bir yer var mı? Onu bile bilmiyorum. Ben aslında hiçbir şey bilmiyorum bu saatten sonra. Belki de en çaresiz olduğum anda hep son durağım olan yere gelmeyi tercih etmiştim. Ya da bir anda kolye beni buraya getirmişti.

 

Çünkü ne ara buraya geldiğimi fark bile edememiştim. Sadece gözlerim başka bir yöne kaydığı anda bana tanıdık gelen yer görmemle tüm algılarım oraya kitlenmişti kısa süreliğine. Sonraysa bir boşluğa yuvarlanıp gitmiştim. Her şeyi yok sayarak; zamanı, bulunduğum yeri, kendimi, hislerimi....

 

Olduğum yerde durmuş öylece acının vücuduma sızmasını, ruhumu ve zihnimi ele geçirmesini izliyorum. Müdahale edemiyorum çünkü her daim her koşulda yanımda olan tek şey ; acım... Onu içten içe benimsediğimi artık biliyorum. Sanki gidecek bir yerim yokmuş gibi hissediyorum. Onun varlığına sarılıp dururken buluyorum kendimi. Ve ondan başka bir şeyi hissedemiyorum. Canlı canlı sanki burada bıçaklar altında tenimin lime lime edildiğini hissediyor gibiyim. Ama sadece bunu hissedip bir tepki vermeden sonlanmasını bekliyorum.

 

Sanki buraya çok yabancı gibiyim. Sanki ben kendime ve diğer her şeye çok yabancı gibiyim. Belki de bunu fark edişim gerçeği öğrenmemle eş zamanlı olmuş olabilir. Ya da bildiğim halde bunu bilmezden gelmiş olabilirim de. Ne tuhaf her şey çok tuhaf.

 

Gözlerim sızlıyor, kalbim sıkışıyor ve bu çok çok acıtıyor. Bunu hak etmedim ki? Ben ona hiçbir şey yapmadım. Bana bunu yaşatması çok zalimce. Zalim... Nasıl yapabildi? Ben yapamazdım. Sevmediği halde nasıl öyle cümleler kurabildi? Kırdı ve yıktı beni bu cümlelerin sahte oluşu . Nasıl dayanacağım? Beni ihanetle nasıl sınadı? İçi nasıl el verdi? Her şey yalandı her şey...

 

Sarılışı ; içimi aydınlatan bana huzuru veren sarılışı...

 

Bakışları ; içimde bir sıcaklık hissi yaratan kendimi özel hissettiren bakışları...

 

Gülümseyişi ; beni gülümseten ve o gülüşe bağımlı kılan gülümsemesi sahteydi. Diğer her şey gibi.

 

Sözleri ; söylediği her cümle aslında sadece oyunun bir parçasıymış.

 

Başımı iki yana salladım. Ne aptalım ama! Anlayamadım! Ama çok sahiciydi hemde çok! Nasıl da gerçekçi gibiydi! En çokta bu kırıyor ya! Rolünü ustaca oynaması.

 

Benim sevgim yanlış insanı buldu. Yanlış insanı sevdi, onu hayat sandı. Benim gözlerim yanlış insana değdi. Benim sevgim yanlış kişiyi seçti. Kalbim yanlış kişiye vuruldu. Benim gülüşlerim yanlış kişiye güldü. Sözlerim yanlış kişiye söylendi. Ruhum yanlış kişiye bağlandı. Gözlerim yanlış kişinin yüzünü ezberledi. Onu seyre daldı. Onu hayat sandı. Ben yanlış yaptım. Yanlışı seçtim. Onun içerisinde bir hayal kurdum. Her şey bir yanılgıydı artık. Bir mazi, bir acıydı.

 

Çok acı versede belki de fark etmiştim. Ya da zihnimin oyunu sanmıştım.

 

Belki de zihnim biliyordu ihaneti ama kalbim bunu görmezden geliyordu. Konduramadığı için mi yoksa biraz daha o anı yaşayabilmek için mi bilmiyorum? Ama belki de bu görmezden gelişi ona en büyük acıyı sundu. En büyük acıyla sınadı. İçimde bu aptallığıma kızan bir yanım vardı. Birde sen bilemezdin diyen bir yanım. Ağlamak bile istemiyorum çünkü buna değmeyecek biri için akıtmak istemiyorum inci tanelerimi. Ama akın akın akmak için can atıyorlar. Sızlayan burnum bunun gelişini bildirip duruyordu.

 

Sonrasında gözlerim etrafı bulanık görmeye başladığında o anın geldiğini anladım. Ve o an hüngür hüngür ağlamaya başladım. Hıçkıra hıçkıra içimdeki acıyı boşaltmak için ağladım.

 

İçimde bana ne ağır geliyorsa ne canımı yakıyorsa, gözyaşlarımla boşaltırcasına ağladım. Başımı eğip üzerinde oturmuş olduğum çatlamış toprağa baktım. Avuçlarımı sertçe zemine bastırıp, tırnaklarımı toprağa sapladım. Kendimi cezalandırmak adına tırnaklarımı acıtırcasına toprağa bastırıp, parmak uçlarımın kanayacak kadar acımasını sağladım.

 

Kendimi kaybetmiş gibi ağlamaktan sarsılırken dilimden kopan o acılı feryat etrafımda yankılandı. O feryat öyle bir acıyla dile gelmişti ki, içim soğumadı ama etraf soğudu. Gündüz ışıkları bulutların arkasına gizlendi ve yavaşça bulutlar her yeri karanlığa gömdü. Ve yağmurun haberini veren şimşekler çakıp durdu.

 

Şimşeklere eşlik eden çığlıklarım öyle acılı öyle çaresizdi ki... Ne halde olduğumu bildiriyordu dışarıya. Ve sonrasında bardaktan boşaltırcasına yağmur yağmaya başladı. Bense ne ıslanmayı ne de üşümeyi umursadım. Aynı yerde öylece başım toprağa eğilirken yeri izledim. Islanan ve yavaşça çamur içerisinde kalan yeri izledim.

 

Benim için bir kasırgada parçalara ayırıp dururken, şu an şu toprak canlanıyordu yağmurun altında. Ben acıyıp yok olmaya başlarken, toprak canlanıyor ve hayat buluyordu. Ağladım içim sökülürcesine, çığlıklar attım kanarcasına. Zemini deldim parmak uçlarımla, yaşadığım bu acıyı unutursun diye. Ama sadece daha fazla acıyı hissetmeme yardım etti. O an yavaşça tırnaklarımı zeminden çekip aldım. Sonrasında yere cenin pozisyonunda uzanıp küçülerek, öylece yerde uzanmış bir şeklide ağlamaya devam eritme.

 

Yağmur yağarken ben yağmurun yerle buluşmasına baktım. Damlaların yavaşça su birikintisi haline dönüşmesini izledim. Yavaşça avcumu gökyüzüne doğru çevirdim. Çamurlu avcumu saniyeler içinde yağmurun altında temizlendi. Hatta kanayan parmak uçlarım bile temizlendi.

 

Acılı bir gülümsemeyle baktım tenime değen yağmur tanesine. Sonra bakışlarımı gökyüzüne çevirdim.

 

"Vücudumda olan tüm izleri, kirleri ve yaraları temizledin. Peki neden ruhumdaki acının izlerini de temizleniyorsun? Neden bana bu iyiliği yapmıyorsun ki!" diye yakındım yorgunca. Sesim çoktan kısılmış ve bedenim amansız bir titremeye kurban gitmişti. Üşüdüğümü biliyor hatta hissediyorum ama umursamadan olduğum yerde uzanmaya devam ediyordum.

 

Yağmur yağmaya devam etti uzun bir süre daha sonrasında yavaşça hızı azalmaya başladı. Yağmur dindiği anda yavaşça olduğum yerden kalkmak için çabaladım. İlk denemem başarısız oldu sonrasında yavaşça arkamda olan geniş gövdeli ağaca doğru yerde bedenimi süründürerek gittim. Ağaca sırtımı yasladım ve göğsüme çektiğim bacaklarıma kollarımı sarmaladım. Ipıslak olan kıyafetlerim içerisinde olduğum yerde yavaşça sallanmaya başladım.

 

Bir ileri, bir geri. Acıyı unut. Acıyı sustur. Acıyı bırakıp terk et. Ruhunu uyuştur. Hislerini öldür. Bakışlarını dondur. Sevgiyi sil at. Düşün... düşün. Geçmişi unuttur. Geleceği düşündür. Şu anı zihnine kazıyıp dur. Unutma. Unutturma... Hatıraların yasını tutturma. Yok et. Var et. Kendini yoktan terk et. Bir ileri bir geri. Herbir iz hiç yok olmamış gibi.. Karanlığı hislerine kazıma. Zihnindeki çığlığı bastırma. Bir ileri bir geri. Her şey silindi.

 

Aynı cümleyi defalarca kez tekrar edip durdum. Burada saatlerce aynı pozisyonda ve aynı ıslak kıyafetler içinde durarak sadece bekledim.

İçimden buradan ayrılmak ve o kuleye gitmek gelmedi. Çünkü onu görecek olmak bana artık acı verecekti ve ben onu görünce karşısına geçip olan biten için hesap soracaktım biliyorum ama bunun için önce şu yıkılmış halimden kurtulmam lazım. Ve bunun izlerini yansıtmayacak kadar güçlü olmam lazım.

 

'Kimseye güçsüz olduğunu yansıtma! Emira güçlü ol! Düşme! İlerle her daim! Kimsenin seni yıkmasına izin verme! "

 

Zihnimde yankılanan bu cümleyi duyunca anında olduğum yerden kalkıp, gözyaşlarımı avcumun tersiyle sildim. Sonrasında hiç gitmek istemediğim yere gitmek zorunda kaldım. Odama geldiğimde , banyoya geçtiğim gibi hemen sıcak suyun altında girdim. Ve soğuktan buz kesen bedenimi, suyun sıcaklığı altında ısınmasını sağladım. Ne kadar durduğumu bile bilmeden öylece durdum.

 

Küvetten çıktığımda küvetin kenarında duran havluyu alıp üzerime sardım. Yavaşça adımlarla banyodan çıkarken, giysi odasına geçtim. Dolabın kapağını açıp giyeceğim kıyafetleri çıkartıp, köşedeki tekli koltuğa geçtim. Kıyafetleri koltuğa bırakıp yavaşça giyinmeye başladım. Giyindikten sonra arkama dönüp makyaj aynasına doğru ilerledim. Aynanın önünde olan sandalyeye geçip oturdum. İki kolumu makyaj masasına yaslayıp aynadaki yansımama baktım.

 

Aynanın önünde durmuş kendime bakarken .Gözlerim aynadaki kızarmış gözlerimin yansımasında takılı kaldım. Alt göz kapaklarım kıpkırmızı ve şişkindi. Ağladığım her halimden belli oluyordu. Hele ki üst göz kapağım öyle şişmişti ki gözlerim küçülebildiği kadar küçülmüştü. Yüzümdeki renkler çekilmiş ve yüzüm bembeyaz kesilmişti.

 

Yavaşça bakışlarımı makyaj aynasının üzerinde duran tarağa değdiği anda sağ elimle tarağı alıp başladım saçlarımı taramaya. Yavaşça saçımı tararken, yaşadığım üzüntünün yüzüme yansımasını seyrettim o anda. Saçımı taradıktan sonra yavaşça saçımı kurutmaya başladım. Nemli hale gelene kadar kurutma işlemini devam ettirdim. Sonunda kurutma işlemi bittikten sonra saçımı toplama gereği duymadım. Gözümün kızarıklığını ve yüzümün bu bembeyaz halini kapatmak için makyaj yapmaya başladım. Sonunda yüzüm kendi eski halinden bir tık iyi hale geldiğinde, makyaj yapmayı bıraktım.

 

Yorgun halimi izlerken birden odamın kapısı açıldı. İçeriye gelen kişi birkaç adım attıktan sonra adım sesleri sustu. Sonra yavaşça olduğum yere doğru ilerledi. Başımı kapıya doğru çevirdim. Saniyeler sonra kapının önünde Victoria 'nın bedeni belirdi. İçeriye girdiğinde bakışları içeride dolaştı. Beni bulduğunda bakışları küçük bir kaş çattı. Beni bu halde beklemiyordu sanırım. Yavaşça bana doğru ilerledi. Karşıma geçtiğinde yavaşça dizlerinin önüne çöktü ve ellerini dizlerime yasladı.

 

"Neredeydin Emira?" dedi asıl sormak istediği soruyu sormadan. Gece çökmüştü ve ben sabahtan beri ortalıkta yoktum. Beni kulede aramış olmalıydı. Bulamayınca da endişe etmiş olmalıydı normal olarak. Sorusuna cevap verirken yavaşça acımı ört bas etmeye çabaladım.

 

" Ruhumu gömdüğüm yerdeydim." dedim acılı gülümsemeyle. Bu verdiğim cevabı duyunca şaşırdı ve olduğu yerde yavaşça kıpırdandı.

 

"Ne oldu anlatacak mısın?" dediğinde başımı evet anlamında aşağı yukarı salladım.

 

"İhanete uğradım." dedim sesli bir şekilde gülerken. Bu cevabımı duyduğunda anında ne dedi yüksek bir nidayla. Bakışları kısıldı ve ne ihaneti dercesine baktı. Canım yanıyor ve ben bu acımı biriyle paylaşmak istiyorum.

 

"Ona inanmıştım ben Victoria." dedim nefes alamadan. Tüm acılarımın o an saklandığı yerden dışarı çıktığını hissediyordum.

 

"Kime inandın Emira?" dediğinde boş ver dercesine başımı salladım. Çünkü onun ismini bile anmak istemiyorum artık. Gözlerime sicim eden gözyaşlarıma engel olamadım ve tekrar ağlamaya başladım. Victoria hemen hızla olduğu yerden yavaşça ayağa kalktı. Bana sarılırken yanağım karnına yaslandı.

 

"Ağlama —" dediğinde bu halimin onu ne kadar korktuğunu sesinden anlarken kendime engel olamadım. Ağlamam daha şiddetli bir hale dönüştü. Uzunca öyle ağladım Victoria bana sarılmış vaziyetteyken.

 

Sonrasında yavaşça kollarını benden çekti.

 

"Ne olduğunu tam olarak bilmiyorum ama bunu da atlatacaksın onu biliyorum. Sen çok güçlüsün. Kimsenin seni üzmesine izin verme. Bu senin için zor olacağını biliyorum ama atlatacaksın. Zamanla yavaşça acısı dinecek." dediğinde sadece burnumu çektim. Elimin tersiyle gözlerimi sildim. Az önce yaptığım makyajın dağıldığını gördüm aynadaki yansımama bakarken.

 

"İyi olmak için uğraşıyorum ama şimdi çok taze ve bu acı veriyor Victoria. Onun bana bunu yaptığına hâlâ inanamıyorum. Sanki bu bir rüya ve ben biraz sonra uyanacağım. " dedim bunun olmasının isteyen bir istekle.

 

"Bugün istersen ikimiz beraber buradan uzak bir yere gidelim ister misin?" dediğinde Victoria evet dedim hiç düşünmeden.

 

Çünkü hâlâ tam hazmedememiştim. Ve onu görecek olmam bana çok ağır bir acı vereceğini biliyorum. Ben evet dedikten sonra yüzümü peçeteyle temizledim ve Victoria anında gitmek istediği yeri bana söyleyince anında kolyeme oraya gitmemizi diledim. Sonrasında kuleden ayrılmıştık. Bu uzaklık kim bilir kısa da olsa bana iyi gelecekti. Victoria 'yla konuşmak içimdeki acının eskimesini sağlayacak ve ben onun tenimden silinmesi için saniyeleri sayacaktım. O bana yaptığı şey için pişman olmayacaktı belki de hiçbir zaman ama ben pişmanlığın dibini yaşayacağım ölene kadar.

 

Victoria 'nın bizi getirmek istediği yere geldiğimizde burasının Victoria' nın Asper krallığının yakınında olan evi olacağını tahmin etmemiştim. Çok tatlı güzel bir evi vardı. Geniş kocaman bir evdi şu an içerisinde bulunduğum ev. Evin içerisine girdiğim anda beni çeşitli tabloların duvara asılı olduğu bir hol karşılamıştı.

 

Holün tam ortasında yüksek ayaklara sahip bir masa ve onun üzerindeki vazoda beyaz orkideler vardı. Hemen çapraz duvarımda ahşap kahverengi bir portmanto bulunuyordu. Karşımdaysa yukarı çıkan merdivenlerin olduğunu gördüm. Holde şu an iki kapı tek vardı bir mutfak kapısıydı diğeri salon kapısıydı.

 

"İstersen önce sana evi gezdireyim ." diyince sessizce evet derecesine başımı aşağı yukarı salladım. Victoria sağ elini belime yerleştirdiği gibi beni önce salona doğru yönlendirmişti. Salonun kapısını önünde durduğumuz anda hemen içeriye göz attım merakla.

 

Salonun içerisi Victoria 'nın sevdiği renklerle dizayn edilmişti. Krem ve mavi renkleri.

 

İki çift kişilik koltuk vardı. Bu koltuklardan biri mavi renkken diğeri krem renkti. İki koltuğun kırnetleri siyah beyaz renkteydi. Kırnetlerin

üzerine siyah beyaz kare baskısı bulunuyordu. Hemen bu iki koltuğun önünde geniş bir orta sehpa bulunurken, tam mavi çift kişilik koltuğun arkasında üç raf duvara asılıydı. Rafların üzerinde okuma kitapları ve birkaç tane küçük saksı bulunuyordu.

 

Sol tarafımda kalan duvara asılı küçük çerçeveler dikkatimi çekti. Her çerçevede Victoria 'nın gezip durduğu yerlere ait fotoğrafları bulunuyordu.

 

Salondan sonra Victoria diğer kalan yerleri göstermeye başlamıştı. Her yeri gezmeyi bitirdiğimizde evini çok beğenmiştim. Evi dört artı birdi. Ve çok başka bir auorası vardı.

 

Victoria ikinci katta bulunan geniş ve ferah odasına geldiğimizde, odasını kendi zevkine göre dekore etmişti. Evi gezme işlemi bittikten sonra Victoria 'nın odasında pencere önünde duran koltuğa oturup öylece sessizce durmuştuk. Başım alnıma yaslı bir şekilde pencereden dışarıyı izliyordum.

 

"Ne olduğunu anlatmanı istiyorum ama eğer hazır değilsen bunun için bekleyeceğimi bilmeni isterim." dediğinde elime yaslamış olduğum başımı ona doğru çevirdim. Ve benim şu an olduğum durumdan çıkmam için istekli olan arkadaşıma baktım.

 

"İyi olmadığımı zaten görüyorsun. Birkaç gün bana ver daha ben sindiremedim ki olana bitene açıklık getireyim. Sonrasında her şeyi öğreneceksin." dedim dalgın bakışlarım koltuğun döşemesini incelerken.

 

"Kim olduğunu bilsem bile yeterli." dediğinde bunu bilse anında gidip, bu yaşadığım üzüntünün bedelini o kişiden hemen soracak edasıyla konuştu. Hiçbir şekilde aklına bile gelmemişti onun olabileceği düşüncesi. O kadar mı olması ihtimal olmayan bir şeydi? Bir araya gelmeyecek biriydik dışarıdan demek ki!

 

"Aklına gelen biri yok mu ?" dedim üzüntüyle Victoria 'nın herelerine bakarken. Bu sorumu duyunca bakışları benden uzaklaştı. Ve aklında olan ihtimalleri düşündü. Birkaç saniye onu inceledim. Sonunda bakışları beni bulduğu anda omuzları düştü.

 

"Emin değilim aklımda olanlardan. Gelen krallıklardan biri ama kim? Dersliklerde eğitim gören birkaç kişi aklıma geliyor ama emin olamıyorum. Belki de tanımadığım biri de olabilir. Zaten çoğu zaman dışarıda oluyorsun belki o zaman biriyle tanışmış olabilirsin? "diye soru sorarcasına konuştuğunda bakışlarım üzüntüyle pencereye çevrildi.

 

İhtimalleri arasında ismi bile yoktu.

 

" Hiçbiri değil. "dedim ifadesiz sesimle. Çünkü olmayacak birini kalbime davet etmiştim." Artık bu konuyu konuşmayalım. Ben iyi olunca zaten kim olduğunu bileceksin. O an duyduğun anda yüz ifadeni merak ediyorum şimdiden. "dedim ve bir daha konuşmasına izin vermeden sessizce dakikaları öldürdük.

 

Victoria 'nın odasından çıktıktan sonra benim yemek yemediğimi anlamış ve karnımı doyurmak için mutfağa inmişti. Sabah olmak üzereydi ve ben bir günden fazla ağzıma herhangi bir yiyecek değmemişti. Bende mutfağa geçtiğimde Victoria ocağın başında durmuş yemekle uğraşıyorken, bende hemen mutfakta bulunan mutfak masasına gidip oturdum.

 

Sessizce olduğum yerde durup öylece düşüncelerin bataklığına saplanmış zihnimi aydınlığa çıkaracak o mucizelerin beni ele geçirmesini bekledim. Uzun bir süre daha bu acıyla yaşayacağımı düşünüyorum. Ve bundan kurtulana kadar ne yapsam yapayım asla bunun dayattığı acıyı terk edemeyeceğim.

 

"İşte yemek hazır." diyen Victoria 'nın sesini duyunca dalgın bakışlarım onu buldu. Yapıtı yemeği tabağa koymuş ve bana doğru ilerliyordu. Tabağı önüme koyduğu anda önümdeki çok pişmiş ete baktım. Hiç aç değilim ama biliyorum ki Victoria yemeden beni rahat bırakacak değil.

 

Ben yemeğimi yerken Victoria o sırada karşımda olan sandalyeye oturup, sessizce benim yemeğimi yememi izledim. Sonunda yemeğimi bitirdiğimde, Victoria tüm eti yediğim ve karnımı doyurduğum için bana aferin bakışları atıp, tabağı önümden alıp mutfak tezgahına doğru ilerledi.

 

Mutfaktan çıktıktan sonra Victoria 'dan uyumak için bana bir oda göstermesini istedim. Yorgundum ve şu an uyuyup biraz da olsa uykunun kollarında bu yaşadıklarımı unutmak istiyordum. Çünkü artık her ne kadar geri plana atsamda düşüncelerim beni bir köşede kıstırıp, yaşadığım acıyı bana hatırlatmak istiyordu. Bense tüm olanları unutmak isterken.

 

Victoria bana üst kattaki odayı hazırlattığında, odaya geçip, bana verdiği geceliği giymeye başladım. Giyindikten sonra odada bulunan yatağa doğru ilerledim ve yatağa geçtikten sonra yastığa başımı koyup uyumak için bekledim.

 

Boynumdaki kolyeye elim gitti. He şey bunun içindi. Bu boynumda duran kolyeyi almak için. Ama olmadı. Peki şimdi ne yapacaktılar? Nasıl davranacaktım onlara karşı şimdi? İlk an onlara her şeyi bildiğimi belli etmemeyi düşünüyorum. Çünkü öncelikle amacım Moritanya Kalesi 'ne gitmek olacak ve Aron' u bulmak olacak. Uyandığımda kuleye döndüğüm anda hemen Kara Orman'a giriş yapıp, kaleyi tekrar ziyaret edeceğim. Ve Aron 'u bulup yapılması gerekeni yapacağım. Çünkü biliyorum ki en doğrusu bu olacaktır.

 

Gözlerimi kapatıp uyumaya çabaladım. Ne ara uyku beni buldu, ne ara ben uykuya yenik düşüp, derin bir uyku uyudum bilmiyorum. Uyandığım anda gözlerimi güneşli bir havaya açmıştım. Güneş ışınları bulunduğum odayı aydınlatırken, ben öylece yatakta uzanmış gözlerimi odanın zemininde gezdirip duruyordum.

 

Uyanmış ve yaşadığım o acı gerçeği hatırlamıştım. Ve aynı hisleri tekrar tekrar yaşamış ve bir kere daha kırılmıştım. Gözlerimi kapatıp sonsuza dek uyanamamak isterdim. Ama bu sadece bir istekti. Kalkıp hemen yapmam gereken şeyi yapmalıydım. Sonrasında belki de biraz dinlenmek ve buradan uzaklaşmak istiyordum. İyi gelecekti bana uzaklara gidip, burayı atlatmayı başarmak

 

Victoria 'nın evinden çıkmış ve kuleye gelmiştik. Victoria kuleye geçince bende hemen Kara Orman'a gitmiş ve kalede Aron' un bedenini aramaya başlamıştım. Saatlerce kalede Aron 'un bedenini ararken, her odaya bakmış ve her odada bir ize rastlamak için gözlerimi dört açmıştım.

 

Akşama doğru kuleye dönmüş ve kuleye geldiğimde beni kapıda Süreyya hanımın karşıladığını görünce, olduğum yerde şaşkınlıkla ona bakmıştım. Benimle konuşmak istediğini söyleyince onu kırmamış ve istediğini yaparak onun arkasından toplantı odasına girmiştim. Toplantı odasına geldiğimizde önümde olan Süreyya hanımın pencereye doğru ilerlediğini görünce arkasından onu takip ederek onun gibi pencere önünde durarak, konuşmasını beklemiştim.

 

"Son olaylardan sonra çok zaman geçti. Ben kaç kere konuşmak istedim seninle ama tam olarak uygun zamanı aradığım için de bugüne kadar bu gerçekleşmedi. Ama şimdi karşındayım. Ve sana yönelik olan davranışlarım adına özür dilerim." dedi içten bir sesle özrünü sunarken. Özür dilemesi gereken bir şey yoktu. Ben zaten o günün sabahında onun çoktan söylediği şeyleri unutmuştum.

 

" Özür dilemenize gerek yok. "dedim sadece bunu bilmesini isterken. Anında ellerime uzandı ve sağ elimi iki arasına alıp bana şefkatle baktı.

 

" Sadece o an böyle bir şey yaptığım için hem çok şaşkın hemde çok korkmuştum. Bu da sana karşı aşırı yükselmemi sağladı. Biliyorum ki kendince sebeplerinden ötürü bu işi tek başına üstlendin. Sadece sana zarar gelmesini istememiştim. Onun ne denli acımasız olduğunu biliyorum. Zarar görmenden korkmuştum. Senden çoğu şeyi saklamam bunun yüzündendi. "dedi yaptığı şeyin sebebini açıkça söyleyip onu anlamamı isterken. Kendi yönünden haklı olsa da benim de haklı olduğum bir gerçekti. Ben susarken Süreyya hanım konuşmaya devam etmişti.

 

" Sense onca şeye rağmen kendi bildiğini yapıp tüm gerçeklere ulaştın. Ve önünde duran her engeli devre dışı bıraktın. O ormanda ne olduğunu tam olarak bilemeyiz. Sadece şimdilik Esila varlığıyla bizi rahatsız etmeyecek. Nereye kadar bunu bilemeyiz ama sadece artık bir şey yapacaksan bana haber vermeni istiyorum. Tabi bunu benim isteğim için değil de sana yardımcı olabileceğimi düşündüğün için yapmanı isterim. "dediğinde benden bir yanıt beklercesine. Bense bakışlarımı ondan çekip pencereden dışarıya çevirdim. Ama buna anında pişman oldum.

 

Ön bahçede çardakta onu gördüm. Bakışlarımı titreşti ve ondan bakışlarımı çekmek için büyük bir uğraş verdim.

 

Süreyya hanıma baktığımda gözlerimde olan yıkımı saklamaya çalışırken konuştum.

 

"Eslia dediğiniz gibi büyük bir darbe aldığı için şu an ortaya çıkacak gücü yok. Ve yine asilik yaptığımı düşüneceksiniz ama bir şey yapacaksam kendim yaparım. Sadece zarar vermemek için birinden yardım alırım. Yapacağım her işte hep tek başına olmaya alışığım. Yine de yanımda olduğunuzu bilmek iyi geldi. "dedim gözlerimde olan büyük bir minnetle.

 

Sonrasında Süreyya hanımla kısa bir sohbet ettikten sonra o toplantı odasını terk ederken ben perde arkasından ona baktım.

 

Uzun uzadıya hemde. Arın hocayla çardakta oturmuş ve sohbet ediyordu. Her şey çok normalmiş gibi. Gözlerimi kısarak onu inceledim.

 

Kelimenin tam anlamıyla varlığı sahteydi . Onu uzun uzadıya seyretmemi sağlayan da buydu. Çünkü gerçek kimliğiyle değil olması gereken bir kimlikle karşıma çıkmıştı.

 

Bunu yeni yeni fark ediyordum. Ne yazık ki...Ne boşa geçen onca zaman... Tüm yanımda olduğu saniyeler boyunca rol yaparak karşıma çıkmış. Ve rolünü oynayıp yanımdan uzaklaşıp gitmişti. Gerçekten onun için zor olmuş olmalı o cümleleri kurması. Her anında bana acımış olmalı. Her anında yanımdan gittikten sonra alaylı bir gülümsemeyle beni kınamış olmalı. Yanımdayken dakikaları saymış olmalı bir an önce gitmek için.

 

Bu sahteliği onu gözlerimde ulaşılmaz yaptı. Farklı kıldı. Hayran bıraktı. Kendine bağladı ya. Tüh ki ne tüh! Nasılda körmüşüm ki hiç görememişim, o konuşmaya şahit olmazsam şu an bile aptal gibi onun aşkına inanacaktım. Ve bir şans daha verecektim ona devam etmek için. Benim ona inanmama, onun bana rol yapmasına. Ama gerçekler geçte olsa ortaya çıktı. Ve iyi ki şu an bu zamanda çıktı ki daha doğru bir karar almamı sağladı.

 

O varlığını hayatımda daha fazla sürdüremeyecek. Ama bunlar zaten hiç olmamıştı değil mi? O zaten hayatımda aslında yoktu. Ben var sandım. Bir yanılsamaydı baştan beri. Gülünecek haldeydim.

Arın hoca ve o çardaktan kalkınca hemen olduğum yerde açmış olduğum portaldan odama geçtim. Yeterince onu görerek yaptığım yanlışı hatırladım. Şimdiyse bunu unutup hayatıma bakmaktı.

 

Odama geldiğimde yatağımın üzerinde bir zarf gördüm. Yatağa yaklaştığımda zarfın üzerindeki el yazısını görünce tüm soluklarım ciğerlerime hapsoldu. Zarfı almak için olan merakımı yenik düşmemek için onu yırtmaya karar verdim.

 

Tam yırtacakken kalbim bir şey fısıldadı ve ona yenik düşüp zarfı açıp okudum.

 

Gelmedin. Oysaki gelmeni beklemiştim. Ya da belki de görmedin zarfı. Çünkü kuleye gelemediğini duydum. Eğer şu an okuyorsan her iki yazdığım notu bil ki seni bekliyorum. Ve gelip bana istediğim cevabı vermeni istiyorum.

 

Ne kadar da rahattı! Hiçbir şekilde amacından şaşmıyordu. Zarfı kapatıp anında daha önce koyduğum yere onu bırakıp giysi odasına geçtim.

 

Giysi odasına geçtikten sonra kıyafetlerimi değiştirip, Victoria 'yı bulmak için odamdan dışarı çıkmıştım. Tam kapının önünde hareket edeceğim an Serra' nın biraz ileride Ahrar 'ın odasından gelen sesini duydum. Hemen merakımla birlikte odama geri döndüğüm gibi hemen ruhumu özgür bırakıp, onların olduğu tarafa gittim. Ben Ahrar' ın odasını olduğu kata ulaşınca kapının kapanma sesini duydum. Hızlı adımlarla kapının önüne gelip içeriye girdim. Girdiğim anda Ahrar 'ın koltukta oturmuş bir vaziyette kitap okuduğunu gördüm. Serra' ysa odada bulunan yatağa doğru oturmuştu.

 

"Seni dinliyorum Serra." dediğinde Ahrar bezmiş bir şekilde. Ah şimdi ondan rahatsız mı oluyordu? Keza benim üzerimden yapılan plan için rahatsızlık duyuyor gibi de değildi! Ahrar elinde duran kitabı kapatıp, gözlerini Serra 'nın olduğu tarafa çevirdi.

 

"Böyle rahat rahat kitap okuyacağına Emira' yla konuşmak için bir şeyler yap!" ye çıkışınca Serra, onun bu tepkisine Ahrar sessizce bakmakla yetindi.

 

"Bu duyarsızlığın sinirimi bozuyor!" dedi bu cümleyi dişleri arasından söylerken. "İki gündür Emira kulede değil. Kara ormana gidip duruyor diyor herkes. Bir şey peşinde olabilir. Bunun önüne geçmek zorundasın . Ona Kara Orman'a gitmeyi yasakla!" dedi Serra bir çocuğa bir şeyi anlatmaya çalışır vaziyette. Ama karşısında olan Ahrar 'sa umursamazca ona bakıp, sessizce durdu. Sonra sıkıntılı bir nefes verdi.

 

"Beni dinlemez." dedi Ahrar bundan emin bir ifadeyle. Olduğum yerde durmuş benim, üzerimden yapılan konuşmayı dinliyorum. Ve bu iki bencil kuzen tüm sinirimi bozuyor.

 

"Öyleyse dinlemesini sağla." dedi. Serra itiraz istemem ifadesiyle. Ahrar sessizce başını salladı ve onu onayladı.

 

"Deneyeceğim." dedi ve kitabını açıp okumaya devam etmeden şunları söyledi . "Hem sende diyorsun kulede değil. Gelince konuşurum. Onunla başka türlü nasıl konuşacağımı sanıyorsun." diyip sustu. Sonrasında Serra olduğu yerden kalkıp odayı terk etti.

 

Neden zarftan bahsetmedi? Çoğu şeyi oradan söyleyip duruyor. Ve hiç olan şeyden bir haberi yok gibi Serra 'nın. Bilmiyor mu olanı biteni?

 

Neyse bundan bana ne ki? Daha fazla burada durmak istemediğim için hemen geldiğim gibi odayı terk ettim.

 

Hah birde bana Kara Orman' ı yasaklayacak! Başka ne isteyecek acaba? İyice çığırından çıktı bu ikisi! Ama ikisi de yaptığı şey için çok pişman olacaklardı. En çokta Serra. Ona bana söylediği o cümlenin bedelini soracaktım. Bakalım o zaman da böyle konuşabilecek miydi?

 

Sabah olmasına saatler kala arka bahçeye çıkmış ve salıncağa doğru ilerlemiştim. Salıncağa oturunca öylece sallanmadan boşluğu izlemiştim. Yezra 'nın şimdi ne hissettiğini daha iyi anlıyorum. İhanete uğradığını öğrenmesi tüm kontrolünü yitirmesine sebep olmuştu.

 

Benim şu anki durgunluğumun sebebi aslında çok belli onunla karşı karşıya tam olarak gelmediğim için olabilir. Bu ihtimal olursa o an ne yaparım bilmiyorum. Çünkü onca gün aptal yerine konmam bana çok büyük bir acı veriyor. Başımı yavaşça sol omzuma doğru eğip salıncağın ipine yasladım. Bakışlarım usulca kapandı. Öylece sessizce bekledim.

 

Buradan kaçmak isteyişimi tek bir nedenle erteliyorum. Aron 'u bulma nedeniyle. Sonrasında elimden geldiğince burayı daha erken terk edip gideceğim. Zaten geleneğin bile bitmesine şurada ne kaldı ki? Yakında herkes ait olduğu yere gidecekti. Buna bende dahil.

 

Anında olduğum yerde sıçramış ve gözlerimi açarak omzuma dokunan kişiye bakmıştım. Korkuyla hızlı nefesler alırken, karşımda bana mahcuplukla bakan kişiye nefretle bakmaya başladım. Ahrar birkaç adım gerimde durmuş, tepeden bana bakıp özür diledi beni korkuttuğu için. Bende sadece şu anın içerisinde olduğum için kendimden nefret ettim. Buraya gelmek yerine onun gelemeyeceğini düşündüğüm bir yere gitmeliydim.

 

Ahrar arkamdan dolaşıp karşıma geçip yere yavaşça dizlerini yaslayıp bana bakınca, salıncağın ipine asıldım ve var gücümle sıkmaya başladım.

 

"Korkutmak istememiştim." dediğinde Ahrar yalandan bunun için üzgün oluğunu yansıtan sesiyle, ona yalandan aşık numarası da yapmak istememiştin değil mi demek çok istemiştim.

 

Bakışlarım ona değmemek için o kadar mücadele veriyordu ki. Tam karşımda oluşu nedeniyle ya yere bakacaktım ya da ona. Bende yere bakmayı tercih ettim.

 

"Sessizsin." diye sorunca cevap vermedim. Sesine bile katlanamıyorum artık. Varlığı ayrı rahatsızlık verirken. "Yazdığım notu okudun mu?" dediğinde gülmek geldi o an içimden. Hâlâ notu mu düşünüyor? Ben burada yıkılmış bir şekilde dururken o hâlâ kendi amaçlarını düşünüyor! Bakışlarım nefretle yüzüne çevrildi. Karanlık olduğundan belki bu ifademi görmeyecek umurumda da değil zaten.

 

" Hayır." dedim sesimdeki duygusuzlukla. Yalan okudum ve sonra tanık olduğum şeyle büyük bir pusuya düştüm. "Okumadım. Fırsatım olmadı." dedim ama tahammülüm sınıra yaklaşmıştı. Artık daha fazla kendimi tutamayacağım ve ona nefretimi kusacağım. Sonrasında ne olacaksa umurumda olmayacak.

 

"Peki o halde ben burada şimdi söylemek —" daha cümlesini devam ettirmeden hızla salıncağı geri itip, ayağa kalktım. Ani hareketim hem onun konuşmasını kesmişti hemde olduğu yerden kalkmasını sağlamıştı.

 

"Yapmam gereken bir şey var." dedim uzatmadan susmasını isterken. Ahrar 'sa şu an olduğum halimi sorguluyorken, ben salıncağın etrafından uzaklaşıp tam kuleye doğru ilerleyecekken tekrar konuştu.

 

"Önemli işin ne? Kara Orman mı? Burada sana bir şey söyleyecektim. "dedi ve bana doğru adım atınca yavaşça elim yukarı kalktı ve onun durmasını sağladım. Ahrar onu durduran elime bakarken, bense başımı yana yatırıp onu inceledim. Ne kadar şaşkın duruyordu? Bu halimin sebebini merak etmesi büyük bir saçmalıktı! Sebebi kendisiydi ve bunu yakında öğrenecekti de.

 

"Önemli bir işim olduğunu söyledim." dedim sertçe kelimeleri telaffuz ederken. Bakışlarıma yerleşen o sinirin izleri, onun bu halini tuzla buz etti ve kafa karışıklığı içerisinde ona neden böyle davrandığımı anlamak için büyük uğraş verdi.

 

"Ben anlamıyorum bir şey mi oldu?" diye sorunca kollarımı göğsümde kavuşturdum.

 

"Bilmem sence bir şey mi oldu sen söyle?"diyerek sorusuna soruyla cevap verdim. Ahrar yavaşça bir adım öne çıkınca yavaşça aydınlanan havayla artık yüzünü netçe seçebildim. Kaşlarını çatmış, gözlerini kısarak bulunduğumuz duruma bir neden yüklemek için uğraşıyordu. Hah uğraşmasın zaten öğrenecek!

 

"Sorumu cevaplamadın?" diye direttiği anda tüm nefretim artık ortaya çıktı.

 

"Gerek duymadım cevaplamaya ondan! Bir sıkıntı mı yarattı?" diyerek sınırını zorlamaya devam ettim. O kimdi ki bana emir verecek!

 

"Peki cevap verecek gibi durmuyorsun. Sinirlisin neye olduğunu bilmiyorum ama düzeldiğinde tekrar konuşuruz." diye çok rahatça bir durumdan bahseder gibi bahsedince avuçlarımı sımsıkı örttüm. Gelip tırnaklarımla yüzünü parçalamak isteyen isteğimi zapt ettim ve Ahrar 'a son kez bakıp arkamı dönüp kulenin içerisine doğru ilerledim.

 

Sakin ol ve onu umursama!

 

İçeriye tam bir adım atacakken tekrar konuşmasını duydum.

 

"Kara Orman'a gitmeni istemiyorum. Oraya bir daha asla girme Emira. Bu bir rica değil uyarı." diyince bana emir verme yetkisinin olduğunu sanırken ona bakma gereği bile duymadan içeriye girdim.

 

İçeriye girdiğim anda onun eğlenen gülüşünü duyunca tüm sinirim alt üst oldu. Birde gülüyor mu pişkin pişkin! Ah eğleniyor olmalı bu oyununda!

 

Tüm sinirmle içimden içimden ona söylenirken.

 

⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘

 

Her şey bir gerçekle değişirdi. Bazı gerçekler çok ağır gelebilirdi insana. En çokta ihanet ve kandırılmak. Bakışlarım yürüdüğüm yoldayken zihnim benden bağımsız öylece savruluyordu. Bakışlarımı çok uzağımda olan Kara Orman'a çevirdim . Yapmalı mıydım? Yoksa burayı şimdi sonsuza kadar terk mi etmeliydim? Hissizdim .

 

Ama sanki bu hissizlik içinde bir acı dalgası ile karşı karşıyaydım. Adım atmayı bırakıp etrafımda yavaşça dönmeye başladım. Her şey aslında hiç olamamış gibiydi.

 

Belki de bu zihnimdeki rüyalardan biriydi ve ben bu rüyadan uyanmak zorunda kalmıştım. Bu bir rüyaysa o zamana uyanmam gerekiyordu. Ama hiçbir şey bu kadar hissedilmesi olağan değildi. Derin bir nefes alıp kara ormana doğru adım atmaya devam ettim.

 

Ahrar 'la en son konuşmamızdan sonra üç gün boyunca kalede Aron 'u aramıştım. Sonunda bulduğumda saatlerce öylece olduğum yerde dikilmiş sonrasında kendime bunu yapmam için zaman tanımıştım. Sabah olana kadar uymamış ve bunu yapmam gerekiyor mu diye düşünüp durmuştum. Sonrasında hava kararana kadar ancak karar verip bunun için harekete geçmiştim . Odamdan çıkıp Moritanya Kalesi 'ne doğru ilerlemiştim. Ama hâlâ emin değildim verdiğim karar için. Çünkü yaşadığım şey zihnimden silinmiyordu.

 

Her adımda ihanet konuşmaları kulağımda yankılanıp durdu. Arkamdan ismimi duymamla adım atmayı bıraktım ve bedenimi arkaya doğru çevirdim. Ahrar bana doğru geliyordu. Sakin adımlarla. Bakışlarında olan bu hissizlik şimdi anlam kazanmıştı. Aslında her şey o kadar apaçıktı ki görememek benim hatamdı ve bu hatamın bedelini ağır bir şekilde ödüyordum. Her şeyim sanıp hiçbir şeyim olmayan adam. Her şeyimken hiç olan. Bana doğru yürümeye devam ediyordu. Sonunda karşımda durunca başını yana yatırıp konuştu.

 

"Nereye gidiyorsun? Sana yasaklamadım mı Kara Orman'ı? Senin için tehlike arz ediyor. Bunu neden anlamıyorsun?" dedi sakin tutmaya çalıştığı sesiyle.

 

"Neden susuyorsun?" diye sormuştu. Bana doğru yaklaştı ve ellerini omuzlarıma koydu. Bakışlarını bana çevirip, şunları söyledi.

 

"Tuhaf davranıyorsun. Bir şey mi oldu?" diye sordu . Dudaklarımı aralayıp konuştum.

 

"Çok şey oldu. Ahrar. Çok şey... Ve bu çok şey beni kendime getirdi." dedim ve bedenimi bir adım geri giderek ondan uzaklaştırdım ve o anda omuzlarımda duran elleri aşağıya düştü, bu hareketimle kaşlarını çatıp konuştu.

 

"Sözlerinden bir şey anlamadım. Daha açık olur musun?" dedi Ahrar ve anında sesli bir nefes bıraktım.

 

Bu sefer de ona doğru bir adım attım. Ve yüzümü ona doğru yakınlaştırıp. Nefesim yüzünde sıcak bir meltem gibi esiyordu. Nefesimi nefesine katıp, derin bir soluk aldı. Bakışlarımı gözlerine çevirdim. Baktığım harelerde yalan olan bir ilgi vardı. Her şeyiyle yalan olan adam beni hiçliğe savurmuştu.

 

Derin bir soluğu ciğerlerime ağırladım ve yanağımı yanağına yaslayıp, sakallarının tenime son kez acı vermesine izin verdim. Dudaklarımı kulağının biraz uzağına konumlandırmıştım. Nefesimi seslice verip zihnimdeki düşüncelerimi serbest bıraktım.

 

"Neyim mi var diye soruyorsun ya... Benim hiçbir şeyim yok. Nedenini merak ediyor musun?" dedim ve yanağımı yaslandığım yanağından çekip, bedenimi tekrar ondan uzaklaştırdım. Başını salladı sorumun ardından. Dudaklarımı dişlerimin arasına kıstırıp, öfkemi kontrol etmeye çalıştım. Bu sefer bedenlerimiz arasında görülmeyecek bir mesafe vardı. Gözlerimi onun lacivert irisleriyle kesiştirdim.

 

" Her şeyi öğrendim. Meğerse Sen hiç yokmuşsun ki. Sahteymiş sözlerin, hislerin adam. Ve sen adam beni ihanetin en deriniyle karşı karşıya bıraktın. Bana her yalan söyleyişinizde görünmez bir bıçak sapladınız ve o bıçağı her sapladığınızda, aldığım sonsuz sancıları göğüsledim, kendime bile belli etmeden. Kim için sevgili kuzenin için. Ve ne için boynumda taşıdığım bu kolye için. Şunu merak ediyorum değdi mi? Bunca şeye değdi mi? Durmadan söylediğiniz yalanların sonu gelecek miydi ben gerçekleri eğer öğrenmeseydim?" dedim bir nefes alma ihtiyacıyla dolup taşarken.

 

" Ben demek ki Hissiz bir adam sevmişim. Ne yazık... Yazık sana biliyor musun? Çünkü sen yalnız olmayı tercih ettin. Sen benim nefretimi sevgime karşı tercih ettin. Şunu unutma adam. Sen yoksun artık her şey başa sardı. Sen kuleye gelen misafirsin. Artık sen bundan sonra Renas 'sın herkes için ve benim için. Ve ben bayım size güvenerek kendime en büyük ihaneti yaptım. "dedim acı dolu bir sesle . Ve aramıza kapanmayacak bir mesafe koyup diğer sorularımı sordum.

 

" Bana yaşattığınız acıyla elbet yaşar, bunu ders edinirim. Peki siz? Nasıl devam edeceksiniz? Benim gözümde olmuş olan ölümünüzü nasıl hayata döndüreceksiniz? " dedim ama sessiz kaldı. Bir şey demedi.

 

Bir diğer konuya değinmek istedim.

" Ama şunu merak ediyorum bu başından planladığın bir şey miydi? Beni seviyor gibi yapıp, kolyeyi bırakıp seninle buradan uzaklaşmamı istemen? "dedim gözlerimi kısıp anlamaya çalışırken, ona bakarken o an beden kolyeyi isterken söylediği sözleri hatırladım hatırlamak zor gelse de.

 

" Çünkü uzun uzun üzerine düşünülmüş bir plan gibi geldi bana da."dedim dudaklarımdaki silik tebessümle.

 

Acı dolu olan bir tebessüm. Sonsuza kadar sürecek bir buruk tebessüm... Bu tebessüm benden yitirilmeyecek. Sözlerimden sonra dudaklarını araladı, konuşmaya çalıştı ama sonra dudaklarını kapadı. Gözlerini benden çekip etrafta dolaştırdı. Bir süre bakışları etrafta dolanıp durdu. Sonra da yüzündeki şaşkınlıktan anında kurtulup , yüzüne sahte bir tebessüm yerleştirip konuştu.

 

" Gerçekleri öğrenmen uzun sürdü. Sanılanın aksine o kadar da zeki bir kadın değilsin. Aşk seni aptallaştırıyor. Benden sonra başka birine aşık olma yine kullanılırsın yoksa." dedi eğlenen bir sesle. Lacivert harelerindeki o duygusuz ifadede takılı kaldım bir süre. Çıkamadım o sahteliğin uçurumundan.

 

Duyduklarımı kaldırmam zaman alabilirdi. Ama ben tek Emira değilim. O beni daha tanımıyordu. Naif kırılgan bir Emira vardı ve ruhu bile olmayan Emira Altan vardı ve o şimdi Emira Altan 'la karşı karşıyaydı.

 

" Sahtesin her şeyinle. Sen hiçbir zaman bir şeye ait olamayacaksın bunu biliyorsun değil mi? Umarım bu oyununda eğlenmişsindir çünkü bundan sonra eğlenemeyeceksin de." dedikten sonra tiksinerek suratına baktım.

 

İlk defa yüzüne bakarken huzursuzluk duyuyordum. İlk defa ona bakarken kendimi zorluyordum ona bakmak için. Ben konuşurken o sadece beni dinliyordu. İfadesiz bakışları her cümlemden sonra sadece bana bakıp, söyleyeceklerimi bitmesi için zaman kolluyordu.

 

"Yolumun sana hiç çıkmamasını isterdim. Ama maalesef bu kısa hayatımda senle karşılaşıp, büyük bir tökezleme yaşamam gerekiyormuş." dedim sona doğru kısılan sesimle ve o son cümleyi söylerken acının tüm bedenimde olan hakimiyetini hissetmiştim . Bakışlarım dalıp gitti, mazinin vermiş olduğu acıya.

 

Hâlâ olanları idrak edemiyor, yaşadığım şeyin gerçek mi değil mi diye anlamaya çalışıyordum. Uzun bir süre öylece olanları baştan sona düşündüm.

 

"İntikam mı almayı düşünüyorsun yoksa benden?" dedi Ahrar sakin bir sesle.

 

Anında bakışlarım onu buldu. O an tanıdık ifadeye rastladım. Dudaklarından dökülenle bana olan bakışları farklıydı. Dili ayrı kırarken, gözleri bunu söndürmeye çalışıyordu. Lacivert harelerindeki o kaosu bir bir izledim. Kaosun onu nasıl parçalara ayırdığını izledim sakince. Ve nasıl kendisiyle içten içe cebelleştiğini izledim. Kendine kızıyor gibiydi bakışlarından görebildiğim kadarıyla.

 

Zihnim anında düşünceler istilasına uğradı. O gerçekten farkında değildi değil mi? Ama fark etse ne olurdu sanki? Ne değişecekti ki? Ne değişebilirdi bundan sonra?

 

"Sanmam malum değmeyecek bir insan için neden boşuna uğraşayım." dedim ve etrafımı gösterdim.

 

"Birkaç gün sonra bu topraklardan defolup gideceksiniz sen ve kuzenin. Ve en alıcı nokta ise hedefinize ulaşamamış olmanız. Bir ara kolyeyi alacağını düşündün. Bir an bu hedefe yaklaşmıştın ama maalesef kolyeyle olan bağım onu çıkartmama mani oldu. Sende farkındasın oradaydın zaten. Başarısız oldunuz. Ama ben olmayacağım." dedim ve arkama dönüp Kara Orman'a doğru ilerlemeye devam ettim. Peşimden gelemedi ve olduğu yerde durarak yanından gidişime şahit oldu. Arkamdan son kez söyledikleriyle adım atmayı bıraktım.

 

" O kolye gerçekten senin olmadı hiçbir zaman. O Serra 'ya ait olmalıydı . Kolyeyi boynuna ilk kez takacağın o gün seni bir lanetle öldürmeye çalıştım ama olmadı. Kolyeyi taktığın için kolye seni güçlü bir kalkanla korudu. Takmasaydın şimdi o kolye Serra’ nındı." dedi tüm öfkesiyle beraber. Sesindeki o nefret söylemi her ne kadar canımı yaksada duymazdan geldim bana yönelik söylediklerini.

 

Ben ise sanki o burada değilmiş gibi onun canımı yakan sözlerini sanki kulaklarım biraz önce işitmemiş gibi tüm duygularımı saklayarak, yürümeye devam ettim kaldığım yerden. Hâlâ kavrayabilmiş değildi. Kolyenin benle olan bağını.

 

Körü körüne Serra'nın dediklerine inanmıştı. Takıldığım tek nokta da buydu her konuda bilgisi olan Ahrar neden kolye hakkında bilmeyeni oynuyordu? Neden bu kolyenin bana ait olduğunu ve onu benden almak isteyenin Serra olduğunu anlamakta zorluk çekiyordu? Kaç kere kolye ile aramdaki bağla ilgili cümleler sarf etmişti. Hepsi yalan mıydı? Söyledikleri öylesine miydi?

 

Tam Kara Orman'a ayak basacağım an, Ahrar o an olduğu yerde bağırarak bana hitaben konuşmuştu.

 

"Sen o kolyeyi hak etmiyorsun. Sen sadece o kolyenin varlığıyla varsın. Ve öylede devam edecek." dedi Ahrar arkamdan yüksek sesle konuşurken. Onu duymazlıktan gelip Kara Orman'ın içerisine girdim ve girişinde olan büyük devasa kayanın olduğu yere kısa bir bakış attım, ardından kayaya doğru gidip, kayanın karşısında durduktan sonra gözlerimi kapattım ve kolyeme fısıldadım.

 

" Saklı kapılar açılsın. Gizler ortaya çıksın. " diye kısık bir sesle mıırıldandım ve yavaşça yerde olan taş yerinden oynadı ve Moritanya Kalesi'nin kapıları benim için açıldı.

Kaleye şimdilik böyle giriliyordu yer altında olduğu için. Yerin altında olduğundan dolayı yerin derinliklerine inmem gerekiyordu. Bu şekilde kulenin içerisine ulaşıyordum.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷.......... ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Yürüyorum neye yürüdüğüm bilmeden. Zihnim öğrendiğim gerçeklerin yıkımının ardından toparlanmak isterken, kalbim az önce duyduğu sözlerin yarattığı sızıyla baş başaydı. Kanıyorum. Bu öyle bir kanamak ki hiçbir şey bu kanamayı durduracak gibi değil. Ama yıkılmak bana göre değil. Hiçbir şey olmamış gibi devam edeceğim bedenen. Ama ruhumun üzerinde olan çatlakların zamanla daha fazla parçalanacağını biliyorum.

 

Moritanya Kalesi'nin kapısından içeri girdim. Artık her yeri avucumun içi gibi ezbere biliyordum. Günlerdir bu kulede Aron 'un lahit içerisinde olan bedenini arıyordum. Ve lahiti bulduğumda da planımı devreye sokmam gerekiyordu. Ama tüm planlarımı gerçekleştirmek için olan istediğimi bir yana bırakmıştım. Diğer her şeyi bıraktığım gibi ...

Şimdi ise tutsak ruhu serbest bırakmam gerekiyordu. Özgürlüğüne kavuşması için.

 

Kalenin geniş ana kısmında yavaşça ilerleyerek, gideceğim yere kadar düşüncelerimin ağırlığıyla devam ettim ulaşmak istediğim hedefime.

İhaneti öğrendiğimden bu yana artık hayatımı amaçsızca yaşıyordum. Yapacağım şeyden sonra Aron 'un tutsak ruhunu serbest bıraktığımda, başıma neler gelirdi bilmiyorum.

 

Ahrar 'ın ihanetinden ve biraz önceye kadar duyduklarımdan sonra bana ne olacağı hiç umurumda bile değildi bu saatten sonra. Acılar sahiden zihinde iz bırakırdı. Ben yaşadığım şeyi nasıl unutacaktım ki? Bu ihaneti nasıl zihnimden, kalbimden bedenimden söküp atacaktım? Bunu nasıl başaracaktım?

 

Dakikalar sonra günlerdir aradığım yerin olduğu yere ulaşmıştım. Buraya bakmak en son aklıma gelen bir şeydi ilk günlerde. Burası genelde mahsene inen en son kattan bir önceki kattı. Burası eskiden mahkumların cezalandırıldığı yerdi. Ve Aron bu kattaydı. Yani hiç olmaması gereken bir yerde onu bulmuştum.

 

Karanlık koridorda inen merdivenlerden aşağı inmek için son adımlarımı attım . Yavaşça dikkat ederek merdivenleri inmeye başladım. Etrafım karanlıktı ama duygularımın gömüldüğü karanlık kadar zifiri değildi. Duvardan bir elimle destek alarak inmek benim açımdan daha rahat olmuştu.

 

Avcumun iç yüzeyine değen çıkıntılı duvarın yüzeyine her temas ettiğimde sanki burada daha önce yaşanan her şeye tanıklık ediyor, hissediyordum. Hislerimi kilit altında tutmak isterdim. Düşüncelerimi yok etmek ve sonsuza kadar bu olanları unutmak isterdim. Ne kadar istesem de o cümleleri unutamıyorum. Ahrar 'ın o ruhsuz sesi unutturmuyor.

 

Her basamakları inişimde zihnimde yankılanan seslere beni bir kere daha öldürüyordu.

 

"Ah doğru seni kaybedecek kişi ben değilim. Emira. Zavallı bilmiyor ki aranızda olan ilişkinin çıkar amacıyla olduğunu." dediğinde Serra yaşadığım en büyük yenilgimdi bu hayatta. Kime mi? Ahrar 'a karşı.

 

Bakışlarım basamaklarda olsa bir o anın görüntüleri zihnimden çıkmıyordu. Sesler kulağımda çınlıyor ve acı çekmemi istiyordu.

 

"Bak şimdi üzüldüm ona. Tüh öğrendiğinde ne kadar hüsrana uğrayacak. O anı görmek isterim sevgili kuzenim."

 

Her şey bir oyun içindi ve bunu çok geç öğrenmiştim.

 

"Aşık değilsin, olsaydın sessiz kalmaz dediklerimi inkar ederdin.. "

 

Aşık değilsin cümlesinde takındığı sessizlik beni toz parçalarına ayırmıştı. Bir şey demesini beklemiştim ama o beklemediğim bir şeyi dile getirmişti.

 

"Seni ilgilendirmez ona duyduğum acıma hissi. "

 

Acıma hissi. Sadece bunu hissediyordu. Bana acımasını, nefretin tercih ederdim. Çünkü bu daha az canımı yakardı. Ve daha az kendimden nefret etmeme sebep olurdu. Ben bunu hak etmemiştim. Yaşattığı şeyin bende uyandırdığı acıyı, yarattığı enkazı nasıl yok edecektim. Ben onca yaşanan şeyleri nasıl unutmayı deneyeceğim ki. Buna gücüm olur muydu ki? Bu saatten sonra da olursa bile eski ben olmayacak kadar değişmiştim.

 

Merdiven basamaklarının bittiği yer küçük bir odanın içerisine doğru bitiyordu. Bu odada herhangi bir pencere veya içeri giren bir hava akımı yoktu. Oda tamamen zifiri karanlıktı.

 

Ve şu an bulunduğum bu karanlık oda bomboştu. İçinde hiçbir şey olmadığı için. Herkese göre boş olabilirdi ama bana göre ise ihanetin sanatı vardı bu odada. Burası gerçekten en büyük acılara tanıklık eden ve o acının hâlâ devam etmesini sağlayan odaydı.

 

Merdivenin son basamağından inip, odanın giriş kısmında durarak odada gözlerimi gezdirdim. Sonra yavaşça olduğum yerden harekete geçip

odanın ortasına doğru ilerledim. Ve olduğum yerden tekrar etrafıma baktım. Terkedilişin sonucu büyük bir yalnızlık olmamlıyıdı. Ya da yeniden aynı şeyleri hatırlamak bu kadar sancılı geçmemeliydi. Çünkü Aron bunu hak etmemişti. Kimse ihaneti hak etmezdi hiçbir zaman. Hiçbir an.

 

Gözlerimi kapayıp zihnimde canlanan sayfada yazan sözleri okumaya başladım. Sesim kısık ama öfke doluydu. Ruhum acıyla dolup taşmış halde olmasına rağmen, güçlü olmak için mücadele veriyordu. Kalbimi susturuyorum ; daha fazla acı çekmesine mani olmak için. Dudaklarımı yavaşça kıpırdatarak büyü sözlerini söyleyerek ilk aşamayı başlattım.

 

"Açılsın karanlık ihanetinin simgesi. Kazınsın acılar toprağa. Ruhlar size söylüyorum serbest bırakın acılarınızı dünyanın her köşesine. İhanetin izleri yeniden ortaya çıksın ve ölüme mahkum edilen ruh ihanetiyle beraber hayat bulsun. Ve Ölümün Melodisi dünyada tekrar yankılansın. Acıların müziği sonsuza kadar çalsın. Ruhum bedenime mühürlüdür. Bu mührün izi silinsin ruh sonsuza kadar ölümsüz olsun. Bu lanet çözülsün. Kader Çarkları tekrardan başa sarıp kaldığı yerden devam etsin. "

 

" Aperiantur tenebrae, signum proditionis vestrae; fodiatur dolor in terram. Spiritus, dico vobis, dimittite dolorem tuum in omnes plagas mundi. Proditionis vestigia apparent et anima morti damnata. Cum proditione sua reviviscat, Et melos Mortıs resonet in orbem, Musica dolorum semper ludat. Signata est anima mea corpori meo. Huius sigilli vestigium deleatur, anima aeterna sit immortalis. Solvitur ista maledictio. Fati rotae rewind et unde desinat pergat."

 

Sözleri okuyup bitirdikten sonra yavaşça büyüyle avucuma derin bir çizik attım. Yavaşça avcum akmaya, akan kanın avucumda birikmesini sağladım.

 

Yavaşça bulunduğum yerin merkezine doğru adımladım. Derin bir nefes aldım. Yapacaktım bunu. Yapmaktan başka bir şey gelmiyordu ki aklıma. Ve avucumdan akan kanımı odanın tam ortasındaki, yerdeki zeminin üzerinde olan kolyemin benzeri sembolünün üzerine akıttım. Elim hava asılı haldeyken avucumda akan kan yere küçük damlalarla damlıyordu.

 

Ritüel böyle başlıyordu. Avucumdan akan birkaç kanı sembolün üzerine damlatıp, öylece baktım sembole. Ve o an avucumdan akan kanın sembolün içerisine düşüp yavaşça olduğu kısımda , sembol çiziminin içerisinde yer aldı. Kanım sembolün içerisinde ilerleyerek onun boşluklarını doldurdu ve onun şeklini aldı. İlk işlem bitince beklemeye başladım. Saniyeler sonra o an yerin yavaşça sarıldığını hissettim. İşte başlıyordu.

 

Ve hemen sonrasında etrafta derin, boğuk ve büyük bir haykırış yankılandı. O anda ellerim kulaklarıma gitti. Kulaklarımı iki elimin yardımıyla kapatıp, sesin kulağıma zarar vermesini engelledim. Sonra sarsıntı şiddetini arttırdı. Bir zelzele ile olduğum yerde dengemi yitirdim. Şimdi her şey olması gerektiği gibi ilerleyecekti. Ben amacıma ulaşamasamda bir hayat kurtulacaktı.

 

Bir adım geriye gittim ve biraz ileride olan duvara tutunarak son anda yere düşmemi engelledim . Sembol simgesi bir halkanın içerisindeydi, halka yavaşça aşağı iniyordu . Lahit bu halkanın tam aşağısında bulunuyordu.

 

Halka artık her inşinde gördüğüm basamaklar, bana bir kere daha doğru şeyi yapıp yapmadığımı haykırıyorum. Yavaşça olduğum yerden halkanın olduğu yere doğru ilerledim. Bundan sonra olacakları umursamayacaktım. Önümde duran basamaklara kısaca bir baktım. İçerisi burasıdan daha fazla karanlık bir yer olarak duruyordu. Ama artık geriye dönüş yoktu. Derin bir nefes alıp, basamaklardan düşmemeye dikkat ederek aşağı inmeye başladım. Son basamağı inip, lahitin bulunduğu odaya baktım.

 

Oda karanlıktan arınmıştı. Nedenini biraz sonra içeriye doğan ay ışığı sayesinde anlamıştım. Tutsak olan ruhu serbest bıraktığım için gerçek Moritanya kalesi toprağın derinliklerinden gün yüzüne çıkmıştı. Artık Moritanya Kalesi toprakların altında gizlenmeyecekti.

 

Olduğum odayı inceledim. Oda uzun, geniş ve ferah bir yapıya sahipti. Bu odanın tam ortasında büyük altın sarısı renge sahip olan bir lahit vardı. Lahitin şu an tam karşısında bulunuyordum. Lahitten bakışlarımı çekip odaya çevirdiğim esnada odanın duvarlarında küçük yuvarlak delikler vardı. Ve bu küçük delikler içerisinde yanmakta olan mumlar yer alıyordu. Yaptığım şey çoğu şeyi değiştirmişti.

 

Artık kale sonsuz karanlıktan kurtulmuştu. Odanın tam karşımda olan duvarında olan küçük pencereden sızan ay ışığı odayı aydınlatıyor, loş bir ortam sağlıyordu. Burası apaydınlıktı. Bakışlarımı pencereden yansıyan ay ışığından çektim.

 

Yavaşça olduğum yerden harekete geçip lahite doğru ilerledim. Birkaç adımda lahitin yanına varmıştım. Lahitin yavaşça etrafında ilerleyip , baş kısmına doğru ilerledim. Tam lahitin bağ kısmına geldiğim esnada olduğum yerde durup, lahitin yüzeyine baktım. Lahitin yüzeyinde kolyemin sembolü bulunuyordu yine. Yavaşça elim boynuma gitti kolyemi boynumdan çıkarttığım . Kolyeyi, o sembol olan o simgeye yerleştirdim dikkat ederek.

 

Hemen sonrasında kolyeyi yavaşça yerleştiği yerde sağa doğru çevirdim. İki kere kolyeyi sağa doğru çevirdikten sonra lahit tık sesinden sonra açıldı . Ben açılan lahite bakarak, olanları idrak ederken, bir anda etrafımda büyük bir kasırga koptu. Sanki olduğum yer bir okyanus üzerindeymişte sağa sola doğru sallanıp durmuştum o anda. O anda ben de dahil lahit olduğumuz yerde yavaşça sarsılmaya başladık. O an benim için zor olsa da kolyemi olduğu yerden çıkartıp, boynuma geri takıp düşmemek için lahite tutundum.

 

Sarsıntı git gide artıyordu. Bu tedirginliğe kapılmamı sağladı.

 

Birden o an tedirginlikten dolayı lahitten elimi çekip, hızla lahitin etrafından uzaklaştım. Son kez lahite baktıktan sonra arkamda duran basamaklara doğru koşar adımlarla ilerledim. basamakların olduğu kısma gelince hızla basamakları çıkmaya başladım. Hızlı bir şekilde ilerliyor ve tam zamanında olmam gereken yerde bulunmak için fazlasıyla hızlı hareket ediyordum.

 

Nedeni ise Lahit içindeki Aron, 100 yıl önceki anını yani ölümünü ve öldürüldüğü yerde yaşadıklarını hatırlayacak. Ve bende kısa sürede oraya gidip, orada olmalıydım . Her şeyi kontrol altında tutarak olanlara müdahale etme gücünü elimde bulundurmalıydım. En alt kattan koşar adımlarla uzaklaşmış ve kalenin an girişine tekrar ulaşmıştım. Ama girişe gelince önüme çıkan merdivenlere ilerlemiştim. Basamakları ikişer ikişer çıkarak, kalan sürede orada olmak için tüm sınırları zorlamıştım.

 

Aron 'un olduğu oda tam 4. katta bulunuyordu. Nefes nefese kalmış bir halde 4. kata kadar basamakları çıkmayı başarmıştım. Sonunda odanın olduğu kata çıkmıştım. Önümde olan uzun koridorun sonunda Aron' un odası bulunuyordu. Hızımı kesmeden devam etmiştim koşmaya. Sonunda olayın olacağı odaya doğru ilerlemiş ve kapının önüne gelmiştim. Aron 'un olduğu kapıyı yavaşça açıp, içeri girdiğimde lahitten çıkan Aron' u odada bulmuştum.

 

Benden önce odaya ulaşmıştı büyü sayesinde. Yavaşça nefesimi tutup, içeri doğru adımladım. Aron öldüğü yataktan kalkıp biraz ileride olan çalışma masasına doğru gitmiş, iki avcunu masaya yaslamış ve başını eğerek öylece olduğu yerde dikiliyor halde görmüştüm.

 

Kapıyı ardımdan kapayıp, kısaca onu inceledim. Dalgın duruyordu. Ve bunun uygun bir an olduğunu düşünerek, ona hitaben konuştum.

 

"Her şey tamda başladığı yerde devam edecek sanırım." dediğimde aniden başını eğdiği yerden kaldırıp, yavaşça başını arkasına doğru döndürüp bana baktı. Ah sanırım varlığımı şu an yeni fark etmiş olmalıydı. Hâlâ olanları tam idrak etmiş değildi. Garipsiyordu. Normalde çünkü yıllardır uyuyor ve uyandığı anda hemen adapte olacağını düşünmek biraz saçma olurdu.

 

Olduğu yerde yavaşça harekete geçtim. Aron beni izlerken bende sanki hiçbir şey yokmuş gibi biraz ileride karşımda duran sandalyeye ilerleyip oturdum.

 

Oturduğum sandalye pencere önüne bulunuyordu. O an her şeyi unuttum kısa süreliğine. Tüm yaşanılan şeyleri. Tüm acıları. Tüm çığlıkları ve diğer her şeyi. Aron tam karşımda duruyordu. Ben hareket edince tekrar başını önüne çevirmişti. Oturmuş olduğum yerde rahatça saçlarımı omzumun gerisine doğru atıp hemen sonra ortamdaki sessizliği bozarak kısık sesle konuştum. Bakışlarımı ona çevirdiğim anda onun bakışlarındaki şaşkınlığı yok saydım. Kim olduğumu sorguluyordu. Birde üzerimde olan kıyafetlerin ona yabancı gelmesi onun için başka bir şaşkınlıktı.

 

" Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?Yaşadığın ihaneti nasıl o kadına ödetmeyi planlıyorsun?" diye sordum başımı yana eğip onu incelerken.

O ise ruhsuzca bana baktı. Sanırım neyi kast ettiğimi daha anlamış değildi. Neyse anlatırdık zaman kısıtlı olsada.

 

Ben olgun bir adam beklerken karşımda gördüğüm adam ben yaşlarındaydı. Uzun zamandır uyuyordu. Onun yaş aldığını düşünmüştüm. Ama öyle değildi. Onca öngörü içerisinde onu ilk kez bu kadar yakından görüyordum.

 

Uzun yapılı bir bedene sahipti. Kumral kahverengi saçları vardı. Başını eğmiş olmasından dolayı birkaç saç tutamı alnına serpilmişti. Kemikli yüzündeki kirli sakalları ve çattığı kaşlarıyla bana bakıyordu. Bakışları kim olduğumu ve neden burada olduğumu anlamaya çalışırken, onu izlemeye devam ettim. Dudakları hafif aralıklıydı ve her nefes alış verişinde soluğunu dudaklarından dışarı uğurluyordu.

 

Öfkeliydi bunu hızlı inip kalkan göğsünden anlıyordum. Parmak boğumları avcunu sertçe sıktığı için beyaz kesilmişti. Üzerinde siyah bir pantolon ve bembeyaz yaka kısmı üç düğmesi açık bir gömlek vardı.

 

Kalbinin olduğu kısma baktığımda herhangi bir kanın izine rastlamadım. Bakışlarımı gözlerine çevirdim ve siyah harelerinden bana bakan öfke dolu bakışlarına baktım, kirpiklerimi dahi kırpmadan . Yavaşça masaya yasladığı ellerini çekti. Aron olduğu yerden hareketlenerek, masanın etrafından dolanıp olduğum yere doğru adımladı ve bana bakarken şunları dedi.

 

"Sen de kimsin ve burada ne arıyorsun ? "diye sordu sesindeki buz gibi soğuklukla. Kavisli kaşlarının çatılışını izlerken, düzensiz nefeslerini duymazlıktan geldim. Sandalyeye iyice yaslanıp onu baştan aşağı baktıktan sonra sorusuna geri döndüm. Dudaklarımı aralayarak sorusunu cevapsız bırakmadım.

 

" İsmim Emira." dedim ve ilk merakını giderdim." Senden sonraki kolyenin ikinci sahibi. Ve boynunda duran kolyenin diğer eşini taşıyan kişiyim. " dedim sakin bir sesle. Her ne kadar sussamda bakışları eşliğinde öylece o an bakıp ne tepki verecek diye bekledim. Kolyem zaten boynumda olduğundan anında cümlemden sonra bakışlarını oraya indirdi .

 

Bakışları boynuma inince doğru söylediğimi fark etti ve neden kolye bende diye düşündü. O an şaşkınlık içeren bakışlarla bana bakarken, hareleri neler olduğunu sorgulayan bir ifadeyle bana baktı. Yavaşça olduğu yerde sarsıldığını gördüm. Büyük bir bocalama içerisinde olduğunu görmek beni üzmüştü.

 

" Neden kolyenin ikinci sahibi sen oldun ki? Kolye neden Esila 'dan alındı? "diye olduğu bocalama içerisinde bir soru yönetti. Yüzündeki acı çeken bakışlarla bana bakıyordu. Sanırım hâlâ nasıl öldürüldüğünü hatırlamamıştı. Nereden başlayacağımı o an bilemedim. Bana cevap vermemi bekleyen bir istekle bakınca daha fazla sessiz kalamadım.

 

" Sen yıllar önce sana yapılan ihanet olayını hatırlıyorsun değil mi?" diye konuştuğum anda neyden bahsettiğimi anlamaya çalıştığını fark ettim. Ona yardımcı olmak adına cümleme devam ettim. "Esila yasak aşkı için kolyeyi senden almak istedi. Tabi bu seni öldürmekle sonlanıyordu. Ama yaptığı şeyde başarılı olamadı ve kolye ondan alındı. Kanlı Dolunay Gecesi onun sonunu getirdi. Ve Esila'nın yaptığı şeyler için cezası şu oldu ; ruhunun sonsuza dek bedeninden sökülüp atılması. Ve anlayacağın sana yaptığı ihanet için büyük bir ceza aldı."dedim ve tek kaşımı kaldırıp hal ve hareketlerini izlemeye başladım.

 

Önce duyduklarını idrak edemedi, hatta yalan söylediğimi sanıp üzerime yürüyeceği an her ne olduysa olduğu yerde duruverdi, iki ellerini saçlarının arasından geçirip, arkasına dönüp önünde duran masaya doğru ilerledi. Sonra yavaşça iki elini masaya koyup, masaya doğru eğildi. Ve uzun bir süre öyle durdu. Yaşadıkları bir bir zihninde canlanıyor olmalıydı. Ve bu anda sessiz olmayı tercih ettim.

 

Bakışlarımı ondan çekip odada gezdirdim. Bulunduğumuz yer Aron ve Eslia'nın yatak odasıydı. Geniş, ferah ve büyük bir odaydı. Odanın içerisinde olan eşyalar siyah ve lacivert ağırlıklı renge sahipti. Lacivert.... Bu kelimeyi söylemek bile içimde bazı şeyleri öldürüyordu. Bakışlarımı başka bir yöne çektim.

 

Çaprazımda olan geniş pencerenin önünde küçük bir koltuk vardı. Ve o koltuğun önünde küçük bir zigon masa bulunuyordu. Sanırım bu köşe Esila 'ya aitti. Hemen kapının olduğu duvar tarafında ise yatak bulunuyordu. Yatağın üzerindeki yılan figürü olan bir objeden aşağı inen gri renkteki geniş bir tül yatağın ucuna doğru iniyordu. Yataktan başımı çevirip karşımda duran tabloya baktım. Bu tablonun üzerinde iki çiftin resmi bulunuyordu. Esila ve Aron 'un resmi duruyordu.

 

Dışarıdan çok aşık bir çift gibi görünüyordular ama Esila, Aron’ a aşık değildi . Ya da şimdi diyebiliriz. Onun Aron 'a olan şeyin bir hayranlık olduğunu düşünüyorum. Eslia, ona aşık değil hayran ve sevgi besliyordu. Ve o büyücüyü görünce her şeyin farkına varmış olmalıydı.

 

Aron ise ona her şeyiyle bağımlıydı. Ruhuyla seven adam ruhundan vurulup kalmıştı. Sevdiği kadın tarafından. Aynı benim ruhuma misafir ettiğim adamın bir katil olup, ruhumu katletmesi gibi. İkimizde gerçekleri fark edememiştik. Aron, ona yapılan planı fark edemeyip sonsuz bir uykuyla cezalandırılırken, bende bana yönelik olan ihaneti fark edemeyip, kendime en büyük cezayı vermiştim.

 

Hâlâ Aron bıraktığım yerde öylece duruyordu. Olaya el atmam gerektiğini bildiğim için sandalyeden doğruldum ve onun karşısında olacak şekilde konumumu aldım. Masanın ön kısmına doğru ilerledim. Olduğum kısım çalışma masasının Aron 'a ait olduğu kısımdı. Aron ise çalışma masasının sol ve sağ tarafında bulunan iki kişilik sandalyenin arasında duruyordu. Ve ellerimi onun gibi masaya yaslayıp, düşüncelerimi dile getirdim.

 

"Hâlâ neyi düşünüyorsun Aron ? Esila sana ihanet etti. Hemde kim için başka bir adam için. Peki sen şimdi ne yapacaksın ben bunu merak ediyorum?" dedim ama bizzat bir benzerin yaşamıştım. Fiziken öldürülmüş olmasamda ruhen büyük bir ölüm beni bulmuştu. İç çekerek cümleme devam ettim. "Çünkü ben ne yapacağımı bilmezdim senin yerinde olsaydım. "diyince bu söylediklerime hak verdim.

 

Çünkü ne yapacağımı bilmiyorum. Hiçbir şey yapmak gelmiyor içimden. Amacımı bile değiştirdim onun ihanetini öğrendikten sonra. Çünkü Aron 'u az da olsa anladım ve onu böyle bir ölümle ikinci kez burun buruna getirmek istemedim. Bunu yapan olmak istemedim. Onun canını yakmak istemedim. Aron sessiz kalmaya devam edince, ortamdaki sessizliği tekrar bozdum.

 

"Söyler misin onun seni öldürdüğü anı hatırlayınca ne hissettin? Acıttı mı yoksa kanattı mı? Aynı şeyi iki kez hissetmek ne yaşattı sana? Unutman kolay mı olacak yoksa unutamayıp bunla yaşamayı mı tercih edeceksin?"dedim ardı ardına sorularımı sorarken. Ve sonrasında sustum. Çünkü merak ettim ne diyecek diye. Bunun üstesinden gelecek mi diye. Çünkü ben bu ihanetle nasıl yaşayacağımı nasıl yola devam edeceğimi bilmiyorum.

 

Ve eğer bende bunun benzeri bir ihanet yaşamamış olsaydım, aramızda başka türlü bir konuşma geçecekti. İhaneti öğrendikten sonra ben artık her şeyi boş vermeyi tercih ettim. Unut! Unut diyip kendimi olanlardan uzaklaştırdım. Çünkü düşünmek acı veriyordu. Ve daha fazla acı çekmek bana derin izler bırakmaktan başka bir işe yaramıyordu. Kısa süreliğine olacağını biliyorum çünkü düşüncelerim beni kahretmeden unutmayı tercih etmeyecek.

 

Ve o an sorularımı es geçip, arkama döndüğüm gibi karşımdaki Esila 'ya ait olan koltuğa geçip oturdum. Karşımdaki manzara ikinci Moritanya kulesini gösteriyordu. Ben Aron' u tekrar yaşama kazandırdığım an Moritanya Kalesi tekrar yer altından çıkmıştı.

 

Kara Orman' da tüm ihtişamıyla bir siyah elmas gibi parlıyor olmalıydı . Bunu kalenin etrafında olan kulelerden anlamıştım. Pencerelerden kalenin ön kısmında olan iki uzun kulelere diktim bakışlarımı. Yerin altında bulunurken onların bu denli yüksek olduğunu fark etmemiştim. Bakışlarımı karşımda duran ve aylardır içinde yaşadığım günleri anımsatan kuleden çekmeden konuştum.

 

"Ne yapmayı düşünüyorsun? Esila hâlâ buralarda olabilir. " dedim . Bir cevap vermesini umarak. Ama sessiz kalmayı tercih etti. "Esila bende olan kolyeyi alıp, seni Karanlık Sırlar kitabıyla hayata döndürmeyi düşünüyordu ama unuttuğu bir şey vardı." dedim dudaklarıma yerleşen bir gülümsemeyle kuleyi izlerken.

 

"Kolye artık ondan bağımsızdı. Kolye benle bir bağ kurmuştu ve bu bağın yok olması biraz zordu ama bunu bilmiyordu ya da bildiği halde yine de bilmezlikten geliyordu. Seni lahitten kurtarmak istiyordu ve bu sayede eski yaşamına tekrar dönecekti ama istediği gibi olmadı. Ben her şeyi bozdum ve kendim seni tekrar hayata döndürmek istedim. Aslında benim amacım ilk anlarda başkaydı ama artık ondan da vazgeçtim. Bir amacı kalmadı bundan sonra benim için. "dedim ve göğüsüm o an bir iç çekişle şişti.

 

Cama yansıyan yüzümü inceldiğimde oradaki parçalara ayrılmış kadın dikkatimi çekti. Darbelere rağmen ayakta durmak için mücadele veren kadına acıyan gözlere baktım. Bakışlarımı camdan çektim. Başımı arkamda duran Aron 'a doğru çevirip konuştum. Sonra ardından tamamen bedenimi ona çevirdim.

 

" Sana yeni bir ömür bahşedildi. Tadını çıkar." dedim ve koltuktan kalkıp, camın önünden hareket geçtim. Masanın yanından uzaklaşıp, kapıya doğru yönlendirdim. Aron hâlâ sessizliğini korumaya devam ediyordu.

 

Peki bana bahşedilen bu acı dolu hayatta ben nasıl bir yaşam sürecektim? İkinci bir acı için hazır mıydım? Bilemiyordum. Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Biraz zamana ihtiyacım vardı her şeyi unutmak için. Hemde ıssız bir yerde kendi acılarımla baş başa kalacağım bir zamana ihtiyacım vardı.

 

Kapının önüne gelince son kez Aron 'a baktım. Olduğu yerde durmaya devam ediyordu. Başımı önüme çevirdim ve kapıyı açıp tam çıkacakken, arkamdan Aron' un sesini duydum.

 

" İhanete uğramış bir kadın." dedi bariton sesiyle. "Ruhu kanamış ve can çekişmekte." dedi durum analizi yapan bir sesle konuştuğu anda kaşlarım çatıldı. Ve ona doğru döndüm. "Bana sordun ya, o anı hatırlayınca ne hissettin diye? Ben ikinci kez aynı acıyı hissettim. Ve ikinci kez gerçek olduğuna inanamadım." dedi acının yer aldığı sesiyle.

 

Siyah hareleri acıyla harmanlanmış ve buğulu bir ifadeyle bana bakıyordu. Aron masadan ellerini çekip az önce olduğum yere doğru ilerledi ve pencerenden Kara Orman 'ın dışında olan kuleyi izledi. Ona yabancı gelen kuleye baktı ve değişen şeyleri gördü. Her şey ondan sonra çok değişmişti. Bunu belki de yeni fark ediyor olmalıydı.

 

Ben Aron' u izlerken birden sessizliği bölen sesi odada yankılandı. Olduğu yerde kıpırdamadan durmuşken söyledikleriyle beni dumura uğrattı.

 

" Orada değil mi seni bu acıya maruz kılan? Peki sen niye vaz geçtin planlarından Emira ? Neden buraya benim kolyemi alıp, kendi kolyenle birleştirip tüm güçleri bir kılmaya çalışmaktan vazgeçtin?" dedi Aron dedikleriyle olanları bana sorgulatırken.

 

Kaşlarım çatıldı ve söylediklerinin bende yarattığı o darbeyi karşılamaya çabaladım. Ben ne diyeceğimi bile bilemeden birden Aron bedenini bana doğru yavaşça döndürdü. Siyah hareleri yaptığım şeyi sonuçlarının farkında olup olmadığımı teyit ederken, ben derin bir nefes alıp ifadesiz tavrımı takındım.

 

" Şimdi sen ne yapacaksın peki Emira? Ben ne yapmam gerektiğini biliyorum sen biliyor musun?"diye sordu yapacağı şeye karar vermiş bir kararlılık içerisinde.

 

Siyah hareleri yıkımı kabullenmiş gibiydi. Bu ifadeye aşinaydım. Kısa bir süre sonra konuşacak gücü kendimde bulamadığımı anlayınca Aron 'a bakarken kafamı bilmiyorum derecesine sola sağa salladım . Bilmediğimi göstermek içindi yaptığım şey çünkü ani bir şekilde öğrenmiş ve hâlâ etkilerini üzerimden atamamıştım. Daha tam anlamıyla kabullenmiş bile değildim ki! Daha ne yapacağımı nasıl bir adım karar vereceğimi bilmiyordum.

 

Hemen o anda kapının önünde duran bedenimi çekip, Aron 'a doğru ilerledim küçük adımlarla. Zihnim bir kasırgaya kurban gitmişti. Gölgeler görüyordum bedenime izinsizce sızan. Beni ele geçiren ve yönlendiren bir acıyla beni sınıyorlardı. Bense kasırganın tam ortasında parçalanmış bir sandalın içerisinde kıyıya ulaşmak için çabalayan bir zavallının tekiydim. Ölümün beni bulacağını biliyorum ama umudu söküp atamıyorum kendimden. Benim için acınası bir hal değil mi?

 

Sınırları söküp attım. Bir yabancıya kendimi açtım. Belki de beni tanımadığı için belki de artık birine anlatma ihtiyacıyla dolup taştığım için... Sebepleri he şey olabilirdi.

 

" Ben ilk kez bu kadar güvendim ve ilk kez bu denli bir ihanetle karşılaştım. Benim için çok zor bir şey. Canım yanıyor ama bu beni öldürecek raddeye geldiği halde ben bunu bile hissedemiyorum. Hislerimi kaybetmiş gibiyim. Sanki ölüm beni bulmuş ama acı çektirerek ölümümü seyrediyor. Acı çekmem ona zevk veriyor gibi geliyor. "dedim ve sertçe yutkundum. Soluklarım boğazımı tırmaladı geçti.

 

Göğsüm derin bir acının soluğuyla hayata geri dönüş yapacak nefesi bana sundu. Ve bende bunu kabul ettim. Bakışlarımı Aron 'a çevirmeden söylemek istediklerimi söylemeye devam ettim. O anlarda kirpiklerim hızla kıpırdayıp duruyor, etrafımda olan her şeye hızla bakıp, gözlerimi başka yöne çekiyorum sonrasında. Belki de utanıyorum. Yaşadıklarımdan. Yaşatılanlardan. Kısa süren sessizliğimi tekrar sonlandırıp devam etim konuşmaya.

 

" Ruhum kırıldı Aron." dedim bunu söylerken sesimin titrediğini hissettim. Sesim çaresizliğini kolayca ele verdi. Gözlerim sızlamaya başladı. Ama hayır ağlamamak için kendimi zorlayacaktım.

 

"İlk kez —" dedim acıyla gülümseyerek ve başımı kendime kızarcasına iki yana salladım. Sonrasında cümlemi tamamladım. "... bir adama güvendim ama güvendiğim yerden de çok derin bir darbeyle kırıldım. Kalbime onu misafir ettim ama o sadece kalbimi bir haydut gibi yıkıp geçti. Amacı yıkıp geçmekti. Yaralı olan kalbimi iyileştirmek değil dağıtmaktı." diyerek acılarımın sesi oldum. Gözlerime siper olan yaşları geriye doğru çekip atmaya çalıştım ama çabalamakla yetindim. Çünkü onların gücü beni çökertti. Kalbim o an büyük bir amansız acıyla sızladı. Yavaşça elim benden istemsiz olarak kalbime ulaştı.

 

"Bu acıya nasıl dayanabilirim bilemiyorum?" dedim çünkü ne yapacağımı kestiremeyeceğim bir anda bulunuyordum. "... ama bununla yaşamayı öğreneceğim ya da öğrenmeye çalışacağım . O kuleden gidene kadar ben ona bakmayacağım, gözlerim ona asla değmeyecek, kulaklarım onun sesini duymayacak. Ve ruhum onun için canlanmayacak. Ve ayrıca kalbim onu her gördüğünde atmayı bırakacak . Onun tamamen hayatımdan, zihnimden ve ruhumdan çıkartacağım. Eski ben olmaya çalışacağım. Eski ruhsuz Emira. Duygusuz olduğum kişiliğe geri döneceğim ." dedim ve ağlamamak için dudaklarımı dişlerimin arasına kıstırdım. Düşündükçe daha fazla acıyorum. Daha fazla darbe alıp duruyordum. Unutmak benim için şu an bir lütuftu. Ama başaramıyordum ki! Başaramıyordum bu acı hâlâ tazeyken!

 

O an ağlamamı engellemeye çalıştım. Bunun için çabaladım dururdum ve sonunda başarısız oldum. Ve yenildim acılarıma. Gözyaşlarım bana inat daha çok yaşardı. Sonunda tüm yelkenlerim suya düşüp paramparça oldu.

 

Dudaklarımdan firar eden hıçkırıkla anında başımı eğdim, gözlerimden akan yaşın yere düşmesini izledim. Ağlamama şahit olurken Aron 'un bakışlarından bakışlarımı kaçırdım. Gözyaşlarım yere düşerken, zemin küçük damlalarla ıslanıyordu.

 

İlk kez bir başkasının yanında savunmasızca ağlıyordum. Hiç çekinmedim. Ve ne düşüneceğini umursamadan. O an ağlarken birden dışarıda yüksek şiddetli bir şimşek sesi duydum. Yağmur yağıyordu... Bakışlarım hâlâ yerdeki zemindeydi.

 

O anda biri ağlama sesimi duymasın diye kendimi gizlemedim. Sakınmadım bu andan sonra kimseden duygularımı. İlk kez ağlamayı bu kadar derinlerimde hissettim. Benim içim ağlıyordu. Dışarıda da sağanak bir yağmur yağıp duruyordu . Her şey olması gerektiği gibi ilerlemişti. Evren bunu istiyordu ve bende istenilene uyumuştum . Derin bir nefes alıp sesimi kontrol etmeye çalışarak konuştum. Bakışlarımı zeminden çekip hâlâ karşımda sessizce duran Aron 'a çevirdim.

 

"Ben ilk kez bu denli kendimi savunmasız hissediyorum neden biliyor musun? Çünkü ilk kez her şeyi ana bıraktım." dedim o anda omuzlarım yenilgiye düştü. İfadem acıyla kasıldı. Sesim ağlamamın izlerini taşırken konuşmama devam ettim. "Programsız plansız yaşamaya çalıştım bu duyguyu ama sahte bir duyguya alet olmadığımı bilemeden. Kanıyorum Aron çok fazla hemde ." dedim ve buğulu gözlerimi ona çevirdim yardım etmesi için. Bana sadece baktı. Ve acıma ortak oldu. Aynısını yaşamıştı hatta daha fazlasını.

 

" Esila seni öldürürken seni kanatacak sözler sarf etti mi? "dedim her ne kadar o ana tanık olsamda belki de söylemiş olabilirdi." Bu belki de seni öldürmesinden daha ağır gelmiş olmalıdır. Çünkü ben bunu yaşadım. Beni öldürmedi fiziksel olarak ama ruhsal olarak yaşayamıyorum onun sözlerinden sonra . Çünkü beni..." derin bir nefes alıp saçlarımın arasından ellerimi geçirip, kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Ama başarılı olamadım. Çünkü son noktaya ulaşmıştım.

 

" Beni kuzeni için kandırmış sırf bana ait olan bu kolyenin kuzenine ait olmasını sağlamak için. Kolyenin kuzenine ait olduğunu söyledi. Kuzeni onu o kadar iyi manipüle etmiş ki sanki kolye kuzenine sunulmuşken, kolyeyi ben ondan çalmışım. Bunu düşünüyor. Ben kolyeyi takmadan önce bu kolyeyi kuzeni alabilsin diye bir lanetle beni öldürmeye çalışmış . Bu lanetin gerçekleşmesini ben kolyeyi takarak önledim. Benim ruhumu öldürmeye çalışıp, kolyeyi Serra' ya vermeye çabalamış. "dedim ve gözlerimi ne ara kapattığımı bilmeden gözlerimi araladım. Ve şöyle devam ettim.

 

" Kuzeni o kolyeye sahip olsun diye beni yok etmeye çalışmış ve hâlâ da devam ediyor . Ben ise bana olan yaklaşımını başka şeye yordum ama o en başından kolyeyi benden almak istedi. Ve başarmak üzereyken buna mani oldum. Çünkü bana yaşattıkları için onun da acı çekmesini istiyorum ve bunu göreceğimde inanıyorum. Ve o anlarda bana olan nefretini kusarken, aklıma seninde dediğin planı devreye koymak geldi ve bende seni kitapta yazılanlarla hayata döndürdüm. Amacım başkaydı ama sonradan vazgeçtim. Çünkü sen yeni bir yaşamı hak ediyordun, benim gibi ihanet için kullanıldın ve sana bu yaşamı vermek istedim. Hayatını yaşa keza yaşayabilirsen tabii onca şeyden sonra ." dedim ve ona baktım. Bir şey demeden bana bakıyordu. Sözlerime herhangi bir şey demeden bekledi olduğu yerden. Sonra yavaşça harekete geçti. Bana doğru bir adım attı ve şöyle dedi.

 

" Yaşam benim için o gecede bitti. Ve ben yaşadığım bu ihanetle yaşamaya devam etmek istemiyorum. Ölüm düşüncesi daha iyi geliyor. Kolyeyi al benden çünkü güneş doğana kadar kolye benden benim rızamla alınırsa, ben güneş doğduğu an öleceğim; yeryüzünden silinip gideceğim. Yani anlayacağın Esila beni onun için tekrar canlandırmak istemiş. Bende olan kolyeyi alabilmek için . Çünkü onun tek önemli olan şey tekrar eski gücüne hakim olmak. Yani beni yine kandırıp, ikinci kez tekrar öldürmeyi düşünmüş. Sen olmasaydın ikinci kez onun tarafından tekrar öldürülecektim... "dedi Aron büyük bir ıstırapla. Aron yavaşça ellerini boynuna götürüp, kolyeyi boynundan çıkararak, bana doğru ilerledi.

 

Karşımda durarak bakışlarıyla benden izin istedi ve sessiz kalışımı evete yorup, kolyeyi yavaşça boynuma geçirdi. Şu an boynumda duran kolye tek bir renge sahipti. Siyah renge. Siyah bir yılan figürünün kolyenin taşını sarmalayıp durmuştu.

 

Siyah yılan figürlü kolye benim boynumda olan kolyeyle birleştiği anında etrafımızda yoğun bir ışık huzmesi yaşandı. Gözlerim bu ışık karşısında hemen kapandı. Sanki yıllardır ayrı kalan bir özlem şimdiden varlığını belli etmek için bunu bu şekilde belli ediyordu. Hasretleri dinmişti onca yıldan sonra iki kolyenin.

 

Kolyeler birleştiğinde bedenimde anlamdıramadığım bir yoğun enerji hissetmeye başladım. Sanki şu an kolyenin tüm gücüne hükmetmiş gibiydim.

 

Birkaç dakika sonra etraftaki ışık huzmesi azalmaya başladı. Bunu azalan parlaklığını azalmasından anlamıştım.

 

Ve usulca gözlerimi açıp karşımda olan Aron' a baktım. Bana gülümseyerek bakıyordu. Sanki şu an tüm yüklerinden arınmış gibiydi. Huzuru şimdi göğüslemiş bir hali vardı.

 

"Senin gibi özel bir kadınla tanıştığım için çok mutluyum. Keşke kırık kalplerimiz yanlış kişileri seçmeseydi." dedi hüzünlü sesiyle.

 

O an ortamda bir sessizlik hakim olduğu anda birden arkamızda ki pencereden görünen ışıkla güneşin doğuşunun başladığını anladık. Güneş yavaşça kendini açığa çıkartıyordu. Ve her geçip giden saniye Aron ölüme adım adım yaklaşıyordu. Aron bunu hissetemişti. Ölümün tekrar onu bulacağını hissetemişti ve bunu kabullenmişti. Aron o an da gözlerini yavaşça kapattı ve şunları son kez söyledi.

 

" Sakın ona karşı yenilme. Ona kim olduğunu göster ve acılarının yarınlarında olmadığı bir yaşam sür."dedi sesindeki şefkatle ve gözleri hâlâ kapalıyken öylece beklemeye devam etti. Dudaklarımı aralayıp konuştum.

 

" Senin gibi özel bir adamla tanıştığım için bende çok mutluyum. Mutlu ol Aron gittiğin yerde. "dedikten sonra yavaşça geriye doğru çekildi. Birkaç adım daha gittikten sonra olduğu yerde durup bana baktı. Karşımda duran Aron 'un bedeni önce yavaşça ateş almaya başladı. Tüm bedeni alevler içerisinde yanarken, o hâlâ gözleri kapalı olanların bitmesini bekliyordu. Alev aldıkça bakışlarında gördüğüm acının yoğunluğu beni kahretti.

 

Acıyı hissetmiyor muydu? Ya da sandığı kadar acı vermiyordu.

 

Alevler onun dört bir yanını sarmalamışken alevler Aron' u kanattı geçti, ardından yavaşça bedeni alevlerden görünmez hale geldi.

 

Bunu hak etmemişti. Ama sonu ikinci kez acıyı tadarak ölmekti son olmasını umarken . O yandıkça bedeni kül taneleri oldu. Bedeninden külleri düşmeye başladı yavaşça yere doğru . O an sertçe pencere camı açıldı ve içeriye pencereden esen sert rüzgar girdi. O sert eden rüzgar etrafa yayılıp Aron 'un küllerini etrafta uçuşturup küllerin yok olmasına sebep oldu.

 

Aron tamamen yok olup gitmişti. Hayatımızdan ve Moritanya topraklarından. Ben ise hâlâ yaşadığım bu olayı kavrayamadım. Ayaklarım geri geri gitmeye başladı. Bu sonu o asla hak etmemişti. Hemde hiç. Bakışlarım en son durduğu yere çevrilirken dudaklarımı aralayıp konuştum.

 

" Huzurla uyu Aron. Huzurla sonsuza dek..." dedim ve ellerimin yardımıyla akıp duran gözyaşlarımı silip, kapıya doğru bedenimi çevirdim. Yavaşça olduğum yerden harekete geçip olduğum yeri terk etmeye başladım.

 

Kalenin ana kısmına ulaşıp, bulunduğum Moritanya Kalesi'nden ayrılmaya başladım. Yakında burada çok şeyler olacaktı. Çok hemde...

 

⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘

 

Beni bu hayata sürgün eden insanlara kızgınım. Beni bu gerçeklerle baş başa bırakan insanlara kırgınım. Beni ihanetle sınayan adama bir hayli muhtacım. Sevgisizliğine rağmen onun varlığına muhtacım. Beni bu acımasız dünyada bir amaç için olan her şeye rağmen ayakta tutacak olan güce muhtacım.

 

Bu kolye, varlığının yanında getirdiği tüm gerçeklere sonsuz bir öfke besleyenim. Beni hayatımın en büyük sillesiyle karşı karşıya getirdi. Ve bu sille öyle kuvvetliydi ki izi tenime kazındı. Silinmemek üzere, sonsuz döngüde hatırlanmak üzerine.

 

Her şey bitmişti...Tüm amaçlarım gerçekleşmiş ve ben onları görmüştüm. Ama mutluluk vermesi lazımken vermiyordu. Hissizdim olanlara karşı. Boynumda taşıdığım bu kolyenin bana hiçbir getirisi yoktu aslında. Ya da ben bunu yok sayıyorum yaşadıklarımdan ötürü.

 

Kırgın mıyım kızgın mıyım? Bu soruyu defalarca kez kendime sordum.

Kırmak kolaydı aslında. Zor olan onarabilmekti kırdığını.. Kızgınlıksa sadece o anı içerisinde hükmünü geçirirdi. Sonrasında tamamen kendini kırgınlığa bırakırdı.

 

Umut... Ne tehlikeli bir kelime. İnsanı ya sevindirir ya da kaybeder. Hayatın güzel olmasına yönelik inancına. Umut sonsuz bir döngüde kendini onunla hayata bağlaman. Umuda tutunarak yaşamın sunduklarını kabullenmek için sabretmekti.

 

Umut ediyorum yaşadığım şeyleri unutup, hayatıma dönmeyi. Umutsuzluğa kapılmadan, umudun gölgeler arasında çıkarak beni güneş ışıklarına ulaştırmasını. Kim bilir bende umduğum hayatı artık yaşayacağım.

 

İhanet kelimesi zihni bir kere ele geçirdi mi, orayı ya işgal eder ya da yok eder. Zihnin enkazalarının izlerine rastlar insan o anlarda. Ve dağılan hayatın parçalarını seyreder. Benim zihnim enkaz molozlarının altında bir ele ihtiyacı var. Ve ben o el olmadan o molozlarının altından nasıl kalkacağımı düşünüyorum. Moritanya Kalesi 'nden çıkar çıkmaz bakışlarımı ormanın çıkışına çevirdim. Artık her şey bitmişti. Her şey. Tüm yapılan planlar, uğraşlar, yalanlar, kızgınlıklar ve daha nicesi. Hızla yürümeye başladım ormanın çıkışına doğru.

 

Kara Orman' dan çıkmış kuleye doğru ilerliyordum. Yağmur hala hızla yağmaya devam ediyordu. Yavaşça avcumu açıp yağmur damlasını avucuma düşmesini izledim. Yavaşça başımı gökyüzüne doğru kaldırdım. Yağmur taneleri usulca alnımdan çeneme doğru inerken usulca içimde peyda olan o anıların sesleri kulağıma ulaştı. Hesap zamanın geldiğini bildiriyordu.

 

Ne ıslanan kıyafetlerim umurumdaydı ne de titreyen bedenim. Bitmişti her şey ya da devam ediyordu kaldığı yerden. Bilmiyordum... Ama şu an yapmam gereken şeyi yapacaktım.

 

Ayaz soğuğunu andıran bakışlarımı, bana ihaneti yaşattıran kuleye çevirdim . Ne kadar da sessiz ve sakin duruyordu. Ama biraz sonra pek öyle olacak gibi değildi.

 

Alınması gereken bir hırsın intikamı vardı. Serra yaptıklarının bedelini ödeyecekti. Bakalım şimdi ne yapacaktı? Hızla kuleye doğru ilerlemeye devam ettim. Tüm sinirim, tüm öfkem bir bir açığa çıktı. Bu sefer gizli saklı olmayacaktı hesaplaşmam. Açıkça zarar vermekten gocunmadan yapacaktım.

 

Onun acı dolu çığlıklarının kulede çınlaması için her şeyi yapacak, bizzat bunu duymak bana zevk verecekti. Sonraysa diğer kişiyle hesaplaşacağım. İçimdeki tüm kızgınlığı, nefreti, acıyı ve kırgınlığı ona açıkça söyleyeceğim. Sebebi içimde ona dair herhangi bir hissin olmaması için. Onun bendeki tüm izlerini yok etmem için.

 

Sonsuza dek hemde.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷.......... ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Yazar anlatımından

 

Ahrar arkasını dönüp giden Emira 'nın arkasından her şeyin bittiğini öğrenip, olduğu yerde uzun bir süre dikilmeye devam etti.

 

Avuçlarını sımsıkı sıktı. Her şey bir anda ondan bağımsız olacak şekilde sona ermişti. Ve o sadece seyirci olmuştu. Şimdi ne olacaktı? Nasıl bir yaşam bekliyordu ikisini?

 

Şimdi olacakları nasıl kontrol edeceğini düşündü Ahrar. Edemezdi ki! Çünkü her şey olağan akışında ilerlemişti. Sonuçta bunu bir gün öğrenecekti. Ahrar böyle öğrenmesini istemezdi Emira 'nın. Bakışları yere çevrildi ve düşen omuzları ona eşlik etti. Ahrar son kez Kara Orman' a baktı. Bakışları usulca hislerin varlığının etkisi altına girdi. Ahrar sonunda arkasına döndüğü anda kuleye geri dönmek için adım attı.

 

Saniyeler sonrasında kuleye vardığında odasının olduğu koridora yöneldi. Adımları istemsiz olarak Emira 'nın odasının önüne geldiği anda bakışları kapıya çevrildi. Aklında birden çok soru oldu. Ama hepsi yanıtsız kaldı. Uzun bir süre. Kısılan bakışlarını kapıdan çekti ve yavaşça odasına doğru ilerledi. Yanından geçen birkaç kişi ona selam verdiği halde bunu umursamadı. Odasının olduğu koridorun başına ulaştığı anda o an ellerinin uyuştuğunu hissetti. Aldığı nefes ona dar geldi.

 

Ahrar odasına girdiği anda yavaşça okuma koltuğuna doğru ilerledi. Koltuğun önüne geldiği anda yavaşça bedenini koltuğa bıraktı. Bu anı defalarca kez düşünmüştü ama böyle olacağını hissetmemişti. Başını koltuğun tepesine yasladı ve hissiz tuttuğu bakışları kapıyı buldu. Saniyeler belki de dakikalar geçmişti.

 

Ahrar tüm olan biteni kavramaya çalışırken bir anda kapısı pat diye açılmıştı. İçeriye gelen Serra 'ydı. Ahrar kısa bir süre ona baktıktan sonra yavaşça bakışlarını eskisi gibi kapanan kapıya çevirdi.

 

"Ne oldu?" diye sordu Serra. Çünkü şu an karşısında duran Ahrar sanki çok kötü bir haber almış gibiydi. Onu ilk kez böyle görüyordu.

 

Ahrar yavaşça acele etmeden Serra 'ya çevirdi bakışlarını. Sonra göğsü kasvetle şişti. Parmakları koltuğun her iki yanına yerleşti ve sımsıkı olacak şekilde parmaklarını koltuğun kumaşına bastırdı.

 

" Öğrendi.." dedi Ahrar yıkılmış bir halde.

 

Bakışları bunu her ne kadar saklamak konusunda iyi olsa da sesi bunu yansıtıyordu . Peki bunun sebebi neydi? Emira onun amacını öğrendiği için mi yoksa sebebi farklı mıydı? Ahrar şu an ne hissettiğini anlamıyordu. Sanki göğsüne bir bıçak sağlanmıştı ve acı yavaşça onu sarmalıyordu. Sonsuzluğa ait olan bir zaman diliminde sonunda kuzeni konuşmuştu.

 

"Neyi?" diye sordu Serra kafası karışık bir halde ve Ahrar 'ın neden bu halde olduğunu merak ederek. Ahrar usulca dudaklarını araladı ve bir an önce Serra' nın her şeyi bilmesini ve odayı terk etmesini istedi.

 

" Emira ona oynadığımız oyunu öğrenmiş. Her şey bitti. He şey sonsuza kadar bitti." dedi Ahrar içinde yaşadığı büyük bir yıkımla bir zelzeleyle. Yavaşça bakışlarını Serra 'dan çekti ve boşluğa dikti tekrar.

 

Ama ona tezat Serra’nın içinde kasırgalar kopuyordu amacına ulaşmadığı için. Siniri gün yüzüne çıkmıştı. Çünkü istediğine ulaşmamıştı. Ve bu onun için ölüme adım atmak demekti. Başarısız mı olmuştu? Hayır hayır. Bu böyle bitemez diye düşündü durdu. Bunu sadece içinden değil sesli olarakta dile getirdi.

 

" Hayır—" dedi Serra gözlerine çöken yenilgiyi hazmedemeyen bir ifadeyle. "Böyle bitemez daha istediğim hiç bir şey gerçek olmadan olmaz."diye Serra kendi kendine söylendi, bir yıkımın eşiğindeyken ama Ahrar onu umursamadı bile. Hatta görmedi. Bir an önce Serra'nın odadan çıkıp kendi odasına ya da başka bir yere gitmesini istedi. İstediği de oldu. Serra kafayı yemiş bir halde olduğu yerden harekete geçti ve odadan dışarı çıkıp gitti.

 

Ahrar 'sa gözlerini kapatıp bu olanı zihninden çıkması için çaba sarf etti. Böyle mi olacaktı? Bunun böyle olacağını düşünmüyordu. Ama en çok nasıl öğrendiğini merak etmişti Ahrar. Öğrendiği anda yaşadığı hayal kırıklığını ve diğer her şeyi.

 

Ahrar o an bulunduğu o odada tüm Emira 'yla yaşadığı anları hatırladı. Sonrasındaysa yıkıldığını hissetti. İçinde tarifi olmayan bir boşluk oluştu o anda. Böyle hissedeceğini düşünmedi. Ama bir rahatlama da oldu. Artık zorunlulukla yalan söylemeyecekti. Yalan çıkmıştı hayatından. Sadece doğrular kalmıştı. Ama doğrular daha çok canını yakmıştı yalanlardan daha fazla.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷.......... ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Kuleye geldiğim ilk durağım Serra'nın odasının olduğu kattaydı. Kuleden içeri girdiğimde çalışanlar boynumda olan kolyeyi görünce önümden korkudan çekilerek bana yol verirken, bende zemin katta bulunan merdivenlere doğru ilerliyordum. Çünkü hepsi biliyordu ki eski Moritanya Kalesi benim sayemde gün yüzüne çıkmıştı. Ve kolyeye sahip olmuştum. Bu onların benden korkması için büyük bir erkendi.

 

Islak kıyafetlerim içerisinde dışarıdan nasıl görünüyorum bilmiyorum ama şu an bunu umursayacak durumda değilim.

 

Merdivenlerin önüne gelince hızla basamakları çıkmaya başladım. Sonunda Serra 'nın odasının olduğu kata varınca tüm bedenime yüklenen sinirle sol tarafa doğru dönüp, koridorun sonunda olan odasına doğru hızlı adımlarla ilerledim. Kapının önüne gelince hiç beklemeden kapıyı son sürat açıp içeri daldım. İçeri girince kararmış gözlerim onu aradı. Ve buldu da .

 

Hemen büyüyle arkamda duran kapıyı kapattım. Serra içeri girdiğimi gördüğü anda hemen uzandığı yerden doğrulup bana baktı. Yatağının üzerine uzanmış dinliyor muydu? Bakışları hemen yüzüme çevrildi. Kısa süre ifademi izleyince yavaşça soluğunu tuttuğunu fark ettim. Bakışlarını kaçırırken birden bir yere çevrildiği anda yüz bembeyaz kesildi. Bakışlarını takip ettiğimde kolyeme baktığını fark ettim.

 

Dudaklarıma alaylı bir gülümseme yer edindi.

 

"Nasıl duruyor? Büyüleyici değil mi?" dedim bir mucizeye sahip olmanın edasıyla. Gözlerimdeki parıltı aslında onun dumura uğramasının sonucuydu. Sesimin tonu onun kaşlarının hızla çatılmasına ve olduğu yerden kalkmasına sebep oldu. "Ah herkesin sahip olmak için can attığı kolye tamamen bana ait. Ah üzgün duruyorsun?" dedim dudak büzüp ona bakarken. "Ne oldu istediğin olmadı diye şimdi karşıma ağlayacak mısın?" diye bir adım atıp ona yaklaşırken. Bakışlarım artık bir pusun arkasına gizlenmişti. Ve o pus biraz sonra onun sonu olacak.

 

"Nasıl?" dedi Serra kekeleyerek. Bense omuzlarımı siktim. "Sahibine geri döndü uzun zaman sonra olamaz mı?" dedim bakışlarımı kısıp onun yaşadığı boşluğu izlerken. Kolyenin bende olması ayrı bir sorunken onun için şimdi diğeride bende olması onu tamam yıkıp geçmişti.

 

"Hayır hayal görüyorum." dedi kendi kendine ve yavaşça bakışları yere indi.

 

"Hayır görmüyorsun Serra. Kolye bende. Olması gereken yerde." dediğim anda birden olduğu yerden hızla bana doğru gelmeye başladı. Kılımı bile kıpırdatmadan tam bana ulaşacağı esnada büyüyle onu hızla solumda olan duvara doğru sertçe fırlattım. Serra olduğu yerden büyük bir ses çıkmasını sağlayacak şekilde duvara çarpıp yere düştü. Bedeni uğradığı acıdan dolayı Serra 'nın yüksek bir acı dolu çığlığı çıkarmasını sağlarken, olduğum yerden yavaşça ona doğru ilerledim.

 

"Tüh daha sert olması için uğraşmıştım. Ama olmadı. Canın mı yanıyor Serra ?" diyerek ismini nefretle zikrettim. Ona olan yalan ilgimle beraber ona doğru yaklaşıp hızla olduğu yerden kalkmasını sağladım.

 

"Sen —" dedi ama devamını getirmeden sertçe öksürdü. "Ne yaptığını sanıyorsun?" dedi acıyla konuşurken. Bende ona doğru adım attım ve yavaş adımlarımla karşısına geçince, sağ elimle çenesini kavradım ve başını sertçe duvara çarptım. Ellerini tam beni itmek üzere kullanacakken büyüyle iki yandan duvara sabitlenmesini sağladım.

 

"Şimdilik hiçbir şey. Ama sonrası için bir şey diyemem. Evet Serra neden böyle davrandığımı bilmek istiyor olmalısın. Hemen açıklayayım sana." diyerek yavaşça yüzümü yüzüne doğru eğdim. Gözlerine bakıp o cümleleri tekrar ettim. Sesli olarak ilk kez, zihnimde defalarca kez.

 

"Ah doğru seni kaybedecek kişi ben değilim. Emira. Zavallı bilmiyor ki aranızda olan ilişkinin çıkar amacıyla olduğunu." dediğinde Serra yaşadığım en büyük yenilgimdi bu duyduklarım hayatta. Kime mi? Ahrar 'a karşı. Bak bir diğer cümlende şuydu ; "Bak şimdi üzüldüm ona. Tüh öğrendiğinde ne kadar hüsrana uğrayacak. O anı görmek isterim sevgili kuzenim."

 

Ona kendi cümlesini hatırlattıktan sonra yavaşça uzaklaştım ondan ama hâlâ elim çenesini tutuyor vaziyetteydi.

 

"Bak Serra karşındayım. Ama hüsrana uğramış değilim. Daha çok seni mahvetmek için büyük bir istekle dolup taşmış bir vaziyetteyim desem daha doğru olur." dediğimde hâlâ sırtı acıyor olmalı ki yüzü acıdan kasıldı.

 

" Öğrendin demek, ben biz demeden anlamazsın sanıyordum. Ne acı verici olmuş senin için? Çok ağladın mı? Kalbin acıyla kasıldı mı?"diye her ne kadar bu cümleleri alaylı bir üslupla söylemeye çalışsada çektiği acı buna izin vermedi.

 

" Baktığın yönden böyle mi duruyorum? Asıl seni merak ettim. Ah seni zavallıcık! İstediğin emmelerine ulaşamadın da. Nasıldı kaybettiğini öğrenmek? Bunu bilmek isterim." dediğimde yalan bir merakla. Konuşması bile tüylerimi diken diken ediyordu. Varlığı baştan beri rahatsızlık verirken duyguları umurumda değildi!

 

" Senin yaşadığın kaybı asla yaşamadım. Sen daha kötü bir halde olmalısın. "diyerek beni yenebilecek olma düşüncesi içerisine girdi ama umursamadım.

 

" Sana bir şey söyleyeceğim Serra bunu zihnine kazı. Ben hep vazgeçilmezdim ama vazgeçendim. Ama sen hep vazgeçilendin ama vazgeçmeyendin aramızdaki fark bu işte Serra! "diyerek ona aramızda olan farkı bizzat keyifle dile getirdim.

 

" Kendini epey bir şey sanıyorsun! "dediğinde ona güldüm.

 

" Değil miyim? Sahip olmak için can attığın kolyeye sahibim . "dedim ve kulağına doğru eğilip onu kızdıracak diğer cümleyi söyledim." Yıllardır sevdiğin adam seni sevmiyor. Ama aylardır zevkle bana aşık numarası yaptı. Beni öptü. Bana çok güzel sözler söyledi. Beni küçükken yaşadığı yere götürdü. Ve daha niceleri. Hayal ettiğin her şeyi benle yaşadı. Kim bilir belki farkında olmadan bile bana gerçekten aşık olmuş olabilir. Sende bunu düşünmüyor musun? Zihninde bu düşünce dolanıp durmuyor mu? "dedim ve yavaşça geriye doğru çekilip, bakışlarımı ona çevirdim. Onun söylediklerimden sonra dağılmış halini zevkle izledim.

 

" Neyi kolyeye ne de ona asla sahip olmadın. Senin için acı olmalı. Ah zavallı Serra senin adına üzüldüm bak şimdi. Ben ikisinden birine sahibim. Belki diğerine de ama sen değilsin." dedim ona üzüldüğümü belli eden sahte bir sesle.

 

Çenesinden elimi çekince ateş saçan bakışları bir ölümü isteyen istekle bana baktı.

 

" Hayal dünyan baya genişmiş. Sen ona sahip değilsin. Seni sevmiyor! "dedi çıldırmasına az kalmış bir halde.

" Harcanıyorsun bu hayatta. Bu hayal dünyası sana fazla bile! "dedi olduğu yerde bana yaklaşmak için çabalarken. Büyü ona engel oluyor ve o çırpındıkça tüm gücünü yitiriyordu.

 

" Sen hiç merak etme Serra, benim de harcadığım insanlar oldu. Sıkıntı etme bunu kendine sen. "dedim ve yavaşça ondan uzaklaşıp odasını terk ettim.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷.......... ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Serra'nın odasından çıktıktan sonra kimseyle muhatap olmamak için kuleyi terk etmiştim. Kuleden çıkıp daha önce bizimkilerle geldiğim yere gelmiştim. Kendimi yorgun hissediyorum. Ve üzgün. Sanki bir okyanusun içerisinde birçok el tarafımdan dibe çekilen biri gibiydim. Gelenek bitene kadar kuleye dönmeyecektim.

 

Günler geçmişti. Ve altı gün boyunca buradan asla ayrılmamıştım. Sadece kendi içime kapanmış ve istediğim günün yaklaşması için günleri devirmiştim. Sonunda o gün geldiğinde olduğum yerden ayrılmıştım. Kuleye geri döndüğüm gibi kimseye bakmadan, ona ait olan çalışma odasının olduğu kata merdivenlerden çıkmıştım. Kata geldiğimde koridorda sessiz adımlarla ilerlemiştim.

Kapının önüne gelince derin bir nefes aldım. Bu nefese ihtiyacım olacaktı onun yanına olduğum dakikalar içinde. Hızla kapıyı çalmadan içeri girdim. Ve içeri girince hemen onun sesini duydum. Bana bakmadan konuşmuştu.

 

"Serra bana birkaç dakika ver. Son eşyalarım kaldı alıp aşağı ineceğim." dedi yorgun sandığım sesiyle.

 

"Ben Serra değilim. "diye bastırırcasına konuştum. Sesimi duydu bakışlarının bana değeceğini sandım. Yanıldım ama...

 

Onca olan şeye rağmen bu gamsız tavrı çıldırtıyordu beni. Başını uzun saniyeler sonra yine kaldırıp bana bakmadı ama bakmasını istedim bende olan yıkımı görmesini. Korkuyor muydu yoksa ? Beni dönüştürdüğü kişiden. Artık her iki tarafın da kolyesi bana aitti. Artık erişilmez bir güce sahiptim. Sessizlik aramızda peyda oldu uzun süre. Biliyorum ki kulenin en son olaylardan sonraki durumumu herkese yaydığını. Zaten Serra çoktan olanı ona söylemiş olmalı .

 

Hiçbir şekilde benim buradaki varlığımı kabullenemedi. Görmezden gelip, biraz uzağımda olan rafa ilerleyip ve orada kalan son kitaplarını alıp masasına doğru ilerledi. Elinde tuttuğu kitapları kutuya koyup, işine kaldığı yerden devam etti. Birkaç saniyenin içerisinde düşünüp durdum. Nerede hata yaptım? Ney bu hataya sebep oldu diye ama bulamadım. Derin bir nefes dudaklarımdan kaçışarak dışarıya salındı. Konuşmayacak. Onun aksine benim diyecek çok şeyim var.

 

"Şunu kabul edelim ki siz çok iyi bir oyuncusunuz ve oyununuzu çok iyi oynadınız hiç açık vermeden." dedim yaşadığım acıyı belli etmemeye çalışarak.

 

Ama sesimde acının izlerine rastlamamak imkansızdı. Ama o hâlâ kitaplarını topluyordu. Bakmıyordu bile. Kapının önünden çekilip, masasına doğru bir kaç adım attım. Merak ediyorum acaba bana yaptığı şeyden pişmanlık duydu mu diye? Ama ona bakınca duymadığını görebiliyorum. Cümlelerimi duyuyordu ama bir yanıt vermedi hiç. Sonra zar zor bir şekilde bakışlarını bana çevirdi. Bana bakmak bu kadar mı zordu onun için. Ben bile... ben bile ona bakabiliyorken.

 

"Sadece olması gerekeni yaptım." dedi acımasız yanını saklamayarak. Gözlerim kapanmak ve bir daha açılmamak üzere kapanmak istedi ama buna zar zor engel oldum. Kabullenmemişlikle başım aşağı doğru eğildi. Bakışlarım yerde gezinip durdu. Ama ne kadar çekip gitmek istesem de içimde biriken öfke ve kafa karışıklığı buna engel olmak istiyordu.

 

"Peki bu oyun ruhumu incitmek pahasına mı, bu kadar önem veriyordu sizin için?"dedim acının çığlıklarını içime hapsederek. Sadece sustu . Acı çekmem ona mutluluk veriyor muydu? Bu hali artık beni çıldırttı.

 

" Susmayın!" dedim yüksek sesle. Kendimi o an kaybettim. Bağırıp çağırmak istedim. Her yeri darmaduman etmek istedim ama bunun yerine konuşmaya devam ettim. Tabi o sırada kendimi sakinleştirmek için de büyük uğraş verip durdum.

 

"Yeterince sustunuz şimdi ise konuşma zamanı. Sorularımı cevaplayın ki bir daha sizi görürsem istemsizce aklıma takılan soruları size sormamak için karşınıza gelmeyeyim ve anında orayı terk edebileyim." dediklerim geri gitmesini engelledi. Ah neden gerildi ki. Daha bir şey yapmamıştım ki oysa!

 

" Kızgın olmanı anlıyorum ama sana verecek bir cevabım yok. Olması lazımdı ve olması için uğraş verdim. Olmadı ama... "dedi cümlesini tamamlamayıp. Başımı iki yana hayır dercesine salladım. Kimseden bu denli nefret etmedim etmeyecektim de. Sinirli bir nefes verdim. Öfke benden uzaklaşmamak için mücadeleler veriyordu.

 

" Bazen kendimi insanlara ifade edemediğim durumlar oldu ama size karşı bu olmadı ve artık siz onu da yok ettiniz üzerine basa basa. Değdi mi? Bunu şimdi cevaplamayın çünkü cevabını şimdi istemiyorum sonra çok sonra sadece cevabını kendinize verin." dedim ve lacivert harelerinde beliren o fırtınaya baktım.

 

O fırtına bir daha dinmemek üzere başlamıştı. Ve bir daha asla fırtına dinmeyecekti onda da değil mi? Susmaya devam etti. Zaten tek yaptığı buydu. Adam gibi bir açıklama yapmıyordu ki!

 

" Siz kendi yalnızlığınızda boğulup kalmışken, benim kalabalığımı yok etmek istiyorsunuz. Çok mu alıştınız yalnızlığınıza da ondan beni dışlandınız? "diyerek buna gerçekten cevap vermesini bekledim ama bakışlarını kaçırdı. Hah susuyor muydu? Hep yaptığı gibi... Sanırım ben konuştukça o susacak gibiydi.

 

" Kendi dünyanızda kaybolmuş ve çıkış yolunu bulamamışsınız." Ve hâlâ bunun farkına varmamıştı. Söylediklerimi sadece dinliyor, dinlemekle yetinmiyordu. İçinden acaba sorularıma cevap veriyor muydu? Susmadım onun gibi ve tüm zihnimde beliren o cümleleri gökyüzüne bıraktım.

 

" Hayatın en acı veren duygusunu yaşadım siz tarafınızdan ihanet. Ve bu bir yumru olarak boğazımda takılı kaldı, bir daha gitmemek üzere. Umarım bir gün mutluluğu içimizden biri bulur." dedim benden uzak tuttuğu lacivert harelerine bakarak.

 

Belki de benim ona son bakışmam olacaktı. Sonraysa ona asla bir daha bakmamak için gayret göstereceğim. Ondan üç adım uzaklaşıp bana çevrilmeyen lacivert harelerinde gözlerimi gezdirdim. Aynı duyguları misafir ediyordu. Mahcubiyet.

 

"Bazı insanlarda bazı şeyler eksiktir. Ruhu... kalbi ..duyguları .. "dedim ve ona bir yanlışın ta kendisi olduğunu anlatmak isteyen ifadeyle bakıp, başımı tasvip etmeyen bir şekilde iki yana salladım." Ama sizde bunların tümü eksik. Bu çok acı değil mi?"dedim bu yanını anlamasını umarak. Anladı mı bilmiyorum ama devam ettim içimi dökmeye, o da susmaya.

 

" Biliyor musun ben bu topraklardan tüm varlığımla nefret ettim. Çünkü benim yolumu sana çıkardığı için. Hiç çıkmamış olmasını isterdim.. "dedim en büyük pişmanlığımı dile getirmekte zorlanarak." Sen gerçeğin ne olduğunu öğrenince, uğuruna hiç düşünmeden feda ettiğin şeyin senin için ne denli önemli olduğunu sonradan öğreneceksin. Peki bunun bir çaresi olacak mı? Peki ben söyleyeyim Renas bey. "başımı iki yana salladım. " Hayır asla olmayacak." dedim . Anında benden uzak olan bakışları bana çevrildi. Ona Renas dediğim anda birden şaşkın şaşkın baktı bana. Bunu beklemiyordu. Ama artık o benim için yabancıdan ibaretti.

 

" Bu son olsun Renas olur mu?" dedim acıyla. "Son karşılamamız" dedim ilk karşılaşmamızı hatırlarken. "Son bakışmamız." dedim şu anı hafızama kazımak isterken. "Son gülüşüm" dedim gerçekleri öğrenmeden önce odasına giderken ki dudaklarıma yerleşen gülüşü hatırlarken. "Son inanışım." söz vermişken kendi kendime birine inanmamak için yıllar önce. "Son düşüm." mutluluk içinde kurduğum geleceğimizi hayal ederken ve onun pata küte devrilmesine şahit olurken. "Son sözüm." dedim bir daha sevmemeye yemin ederken onun gözlerine bakıp, bunu imzalı bir belge haline getirip, kalbimde muhafaza ederken.

 

Arkama dönüp gitmeye başladım. Bu gidiş birçok şeyin sonu olmuştu. Artık kendi topraklarına gidebilirdi. İstediği şeye ulaşamadı. Ve bunun acısını çekecekti. O çok şeyi kaybetti. Kapıyı açıp çalışma odasını terk edip, merdivenlerden en üst kata doğru çıkmaya başladım. Piyano tuşları beni çağırıyordu. Acım açığa çıkmak için can atıyordu. Bense bunu notalarla açığa dökeceğim.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷.......... ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

En üst kata ulaştığım anda yavaşça odaya girdim. Kapıyı ardımdan kapatıp, yavaşça piyanoya doğru ilerledim. Karşısına geçip oturduktan sonra başladım çalmaya. Gözlerim kapalı bir şekilde tüm yaşadığımız şeyleri bir hatırladım. Bir unutmak için çabalayıp durdum.

 

Bir şeyle başlıyor

Ne kadar uğraşırsan uğraş hiçbir önemi yok, neden bilmiyorum.

Aklında şunu tut

Bu şiiri(güfteyi) uygun zamanda açıklamak için yazdım(tasarladım)

 

Tek bildiğim zaman değerli bir şeydir

Sarkaç sallanırken onun uçup gitmesini seyret

Günün sonuna kadar zamanın geriye doğru sayımını izle

Saat hayatı uzaklaştırarak işliyor

Bu çok gerçekdışı

Dışarıdan aşağıya bakmadım

Zamanı pencerenin önünden geçip giderken seyret

 

Tutunamaya çalışırken

Ama zamanı sadece senin gitmeni izlemek için harcadığımı bile bilmiyordum

Her şeyi içimde tuttum ve uğraşmama rağmen

Her şey dağılıverdi

Böylesine fazla uğraşırsam bütün bunların bana ifade ettiği eninde sonunda sadece bir hatıradan ibaret olacak

 

Ve o kadar ileri gittim

Ama en sonunda hiçbir önemi bile kalmadı

Hepsini kaybetmek için düşmeliydim

Ama en sonunda hiçbir önemi kalmadı

Bir şey....

Ne kadar uğraştığının hiçbir önemi kalmıyor, neden bilmiyorum

Şunu bil ki(aklında tut ki) bu şiiri(güfteyi) kendime ne kadar çok uğraştığımı hatırlatmak için yazdım

 

Benle dalga geçip durmana rağmen, senin bir parçanmışım gibi hareket ediyordum

Kavga ettiğimiz zamanları hatırlıyorum da nasıl bu kadar ileri gitti şaşırıyorum

Hiçbir şey eskisi gibi değil artık

Beni artık tanıyamazsın bile

Beni yeniden tanıyacaksın sonra

Ama hepsi bana geri dönüyor

en sonunda

Her şeyi içimde tuttum ve uğraşmama rağmen

Her şey dağılıverdi

 

Böylesine fazla uğraşırsam bütün bunların bana ifade ettiği eninde sonunda sadece bir hatıradan ibaret olacak

Ve o kadar ileri gittim

Ama en sonunda hiçbir önemi bile kalmadı

Hepsini kaybetmek için düşmeliydim

Ama en sounda hiçbir önemi kalmadı

Sana güvenmiştim

Gidebileceğim yere kadar zorlamıştım

Ve bütün bunlar için bilmen gereken tek şey var

Sana güvenmiştim

Gidebileceğim yere kadar zorlamıştım

Ve bütün bunlar için bilmen gereken tek şey var

 

O kadar çok uğraştım

Ve o kadar ileri gittim

Ama en sonunda hiçbir önemi bile kalmadı

Hepsini kaybetmek için düşmeliydim

Ama en sonunda hiçbir önemi kalmadı

 

Piyano odasından çıktıktan sonra koridorda yavaşça ön bahçeye bakan pencereye doğru ilerledim. Pencerenin önüne geldiğimde yavaşça dışarıya baktım. Herkes çoktan dışarı çıkmıştı. Bakışlarım ön bahçede Süreyya hanımla vedalaşanlara çevrildi. Yavaşça kuleden ayrılıyorlardı. Birkaç dakika sonra Loya hanım ve Rauf 'da bahçeye çıktıklarında Süreyya hanımın olduğu yere doğru ilerlediler. Onlarda diğerleri gibi vedalaşınca biraz ileride olan onlar için beklemekte olan at arabasına doğru ilerlediler.

 

Ayrılık vakti çatıp gelmişti. Birkaç dakika sonra onlarda bahçeye inmişti. Ahrar ve Serra.

 

Serra çıktığı gibi hemen Süreyya hanımla vedalaşıp, at arabasına ilerlerken, Ahrar vedalaştıktan sonra arkasına dönüp kuleye bakmıştı. Yukarıdan onlara baktığım için beni görmezdi. Zaten onun bakışları kapının olduğu yere çevrildi. Onu uğurlayacağımı sanmıyor umarım. Belki bir umut aşağı inip diğerlerini uğurlayacağımı düşünüyor olmalı. Fakat ben çoktan hepsiyle daha doğrusu vedalaşmak istediğim kişilerle vedalaştım.

 

Varisler ve Dennis erkenden gittikleri için ben piyano odasında öylece sessizce dururken, yanıma gelmişlerdi. Onlardan ayrılmak benim için zor olsa da sık sık bir araya gelecektik zaten. Kısa sürecekti bizim ayrı kalmamız. Sonrasında hep bir araya gelmek için zaman ayıracaktık.

 

Yavaşça arkamı dönüp, gideceğim anda birden yerde önümde boş bir kağıt parçası gördüm. İlk an umursamadan yoluma devam edeceğim an, boş kağıt yavaşça olduğu yerden uçuşarak ileriye savruldu. Kaşlarımı çattım.

 

Pencere kapalıydı. Belki de hareket ettiğim için olabilir diyerek bir adım atıp, yoluma devam edecekken birden boş kağıtta bir şey yazılmaya başlayınca yavaşça ona doğru yaklaştım. Bakışlarım yerde duran kağıda çevrildi çünkü bir anda boş kağıdın üzerinde birden yazılar belirmeye başladı. Parmaklarımla kağıdı tutup kendime doğru yaklaştırıp, hemen üzerinde yazılanları okudum.

 

“Ölüme bu kadar yakın olan bir kadının, yaşama yakın olduğunu kanıtlamaya çalışması biraz saçma değil mi sencede? ”

                                                                                                                               Ahrar 

 

Kağıtta yazılanları okuduğumda sanki bunu şu an karşımda o söylemiş gibiydi. Karşımda durup, bana o alaylı sesiyle hitap ettiğini duymuş gibi o an zihnimde onun hayali sesi çınladı ve yankılandı . O anda ölüm tınısı etrafımı kuşattı.

 

Gerçekleri bu kadar küstahça dile getirmesi, onun gaddarlığını gösteriyordu. Söylediği söz benim etrafıma yavaşça sızan bir karanlıktı. Ve o, benim o karanlıkta yok olmamı istiyordu. Söylediklerine karşılık verip, vermemek arasında gidip geldim. Ve buna değmeyeceğini anlayınca kağıdı buruşturup, bir kenara fırlattım. Biraz sonra zaten kağıt kendi kendine yok olacaktı.

 

Gelenek için gelenler gittikten sonra kule sessizliğe bürünmüştü. Aşağı indiğimde Victoria 'yı odamın önünde beklerken buldum. Zamanı gelmişti gitme vaktinin. Victoria beni görünce hemen bana doğru ilerledi.

 

"Hadi gitme vakti geldi." diyince Victoria, peki anlamında başımı salladım. Sonrasında sırasıyla kuledeki herkesle vedalaşıp, kulenin ön bahçesine çıktık.

 

Aylardır buradaydım ve şimdi ayrılıp kendi ülkeme dönme vakti gelmişti. İçim biraz burktu ama bana uzaklık iyi gelecekti. İyileşecek ve gücümü geri kazanacaktım. Aldığım yaralar iyileşecekti. Bunun için çabalayacağım.

 

Victoria ön bahçede beklerken, yavaşça arkama baktım. Mera ve Süreyya hanım kapının önüne çıkmıştı. Bizi uğurlamak için kapının önünde bekliyorlardı. Victoria 'yla dış kapıya doğru ilerledik. Dakikalar sonra kulenin yakınından uzaklaşıp, kuleye son kez bakmak için arkama döndüm.

 

Günler ne çabuk geçmişti. Daha buraya geldiğim o günü hatırladığımda o kadar savunmasız, çaresiz ve kafa karışıklığı içerisindeydim ki... Şu an her şeyin bilincinde bir kişiydim.

 

Ve geri dönüşümde daha farklı birisi olarak gelecektim. Artık o eski bilinçsiz Emira değildim.

 

 

Loading...
0%