@kumsallardagezen12
|
『Hayat acıları ve ihanetleri unutturmuyor sadece alıştırıyor... 』
Bakışlar, sözlerin yansımasıdır. Her duygunun varlığı orada saklıdır. Söylenmesini zor olan sözler, ifadelerle anlatılır. O ifadeler söylenecek olan her şeyi bir çırpıda yansıtır.
Bazı bakışlar çoğu şeyi anlatır. Neleri mi? Hissizliği anlatır ;yaşanan o travmayı... Yaşanmamış olan anıları yansıtır. Yaşanmış dehşeti saklar kuytu köşelerde.
Kaybı anlatır; o çaresiz anda elinden gelemeyen bir güçle her şeyi kabullendiğini saklamadan yansıtır. Ve o acıyı ölüme kadar koruyacak olma ihtimalini hissettirir.
Pişmanlığı anlatır ;Çığlığını saklayarak yaşadığı tüm o duyguyu sadece bakışlarında toplar. Sadece küçük bir bakışla olduğu duygu durumunu kolayca yansıtır. Kendini ifadelere dökmez, düşüncelerini susturur ve sadece bunu dış görünüşüyle ortaya koyarak olanı gösterir.
İhaneti anlatır ;Güvenin ondan alındığını, kuşku dolu bakışlarla insanları izleyip durduğunu yansıtır. Sözlerin aslında hiçbir şey ifade etmediğini kavrar. Bakışlarla her şeyi çözmeye, gerçeğe böyle ulaşamaya çabalar.
Bakışlarım belki de yaşadığım her şeyi sözlerimden ya da suskunluğumdan daha etkili anlatıp, etrafıma neler yaşadığımı bizzat söyler. Ve beni o karmaşık sözcüklerin varlığından kurtarır. Bazen susmak en büyük yenilgim olabilir ama bakışlarla anlatmak işte o en büyük gerçektir. Kimsenin kendini saklanmasına izin vermez ve kendisini ele vermesini sağlar.
İyi bir usta bakışlarını yönetebilir seviyedeyse işte bunu bilmek herkes için zor olur. O usta kim mi? Beni ihanetle sınayan ama ihanetin kurbanı olan kişi. O kişi... O adam işte. İsmini bile söylemek acının saklandığı topraklarından çıkmasını sağlayacak şey. Onun için söylemeyi tercih ediyorum. Susuyorum. Susturuyorum. Kalbimi... Düşüncelerimi...Hislerimi... Ve diğer nice şeyleri.
Herkesin bu hayattan bir beklentisi vardır. Bir aşk beklentisi. Bir huzur beklentisi. Bir aile beklentisi. Bir mucize beklentisi. Peki benim var mı? Belki de bu saatten sonra yok artık. Çünkü o beklenti çok büyük bir darbe aldı. Kayıplara karıştı. Unutuldu. Unutulmaya tercih edildi. Acı vermeyi bıraksın diye. Zihni ele geçiren o görünmez dizginlerin serbest bırakılması adına. Bir baskının kurbanı olmayıp, özgürce yaşamına kavuşması için.
Ve herkesin bu hayatta bir bekleyeni vardır. Eşi... Ailesi.. Dostları... Seveni... Peki bu benim için geçerli mi? Verecek doğru düzgün bir cevabım yok. Çünkü tüm sevdiklerimin varlığının arkasında saklanan gizemler var. Bana acıyı derin bir şekilde hissettiren gerçekler var. Bu gerçekleri saklayan sebepler var. Ve benim de kabullenmek durumunda olduğum nedenlerim var. Bir döngüye sıkışmış hissettiren bir düşünceyi aşılamaya çalışan kişiler var.
Hüzünlü gülüşler, hüzünlü anlarda saklıdır. Çığlıklar; acılarda saklıdır. Kahkahalar; mutlu anılarda saklıdır. Ağlamalar; vazgeçilen hayatlarda saklıdır. Bu izlerin bir sebebi bir sebebiyet vereni vardır. Bir gerçeğin açığa çıkma anında sunduğu duygulardır bu yaşananlar. Peki aşk o? O nerede saklıdır? O bir anın yaşattığı o uzun süre zarfında varlığını korumak için verilen çırpınışlarda saklıdır. Ve verilen sözlerde, hissettirilen duygularda saklıdır. Diğer türlüsü o bir yansımasıdır. Bunu yaşadım mı? Kısmen . Çünkü o her ne kadar oyun sansada belli ki bu oyun değildi.
İnsanlar birbirini tanıdıkça maskeleri düşüyor. Karşındakinin kim olduğunun farkına varıyorsun. Kişiliğini çözüyor onun yapacağı ve yapamayacağı her şeyi biliyor oluyorsun. Onun kişiliği hakkında bir düşünceye, bir tahmine sahip olabiliyorsun. Ve sakladığı her şeyi zamanla fark ederek, ona karşı hislerin değişiyor.
Başka bir kişiyle karşı karşıya olduğunu fark ediyorsun. Tanıdığını sandığın kişiyi aslında yeniden tanımaya başlıyorsun. Ve yeni bir düşünce oluşuyor zihninde, onun karakteri hakkında. İşte o an aslında anlıyorsun insanlar çift kişilikli olduğunu. Bir içe yansıttığı karakteri bir dışa yansıttığı karakteri olduğunu. Ve işte o an kendi savunma sistemini oluşturuyorsun dışa karşı. Neden mi? Onlardan gelecek bir tehlikeyi fark edip, kendini koruyabilmek için.
Zaman çok hızlı... O kadar ki fark edemiyorsun ne olduğunu. Bir anda kendini yarında, gelecekte, ilerki yaşamında buluyorsun. Nereden bilebilirdim ki bir başka dünyaya gideceğimi? Nereden bilebilirdim ki orada ne yaşamlarla karşı karşıya olacağımı. Nasıl bilebilirdim ki ihanete uğrayacağımı? Neden bilebilirdim ki kardeşimin ölümünün boynumda taşıyan kolyenin varlığını sunduğu güçle olacağını. Bilemezdim. Bilemedim de. Ve şu an neredeyim başlangıç noktasındayım. Geldiğim noktadayım. Kolyeyi bulduğum yerde.
Dağ evinde...
Moritanya topraklarını terk ettikten sonra ülkeme dönmüştüm. Ama nasıl bir dönüş. Gerçeklerin başka bir versiyonu ile yeniden tanışıp yaşadığım her şeyi sil baştan yaşamış gibiydim. Rüyalar.... Kabuslar...
Asla ama asla peşimi bırakmamıştı. Nedenini bilmiyorum ama orada yaşadığım her şeyi başka bir versiyonunu görerek geceleri uyandırılıyordum. Fısıltılar susmuyordu. "Kaç! " diyordu. "Saklan! Gelecek!" diye zihnime ve rüyalarıma fısıldayıp ,uzaklaşıyordu benden. Ülkeme döneli 6 ay olmuştu.
Ama ben hâlâ yaşadıklarımı sindirmiş değildim. Sindirecek gibi değilim. Unutup, geleceğe bakacak gibi hiç değildim. Zaman geçmiş ve ben yaşadığım onca şeyle beraber aynı döngüde yaşama tutunmak için çabalayıp duruyordum. Victoria 'yla beraber dönmüştük. Her ne kadar ona yansıtmamak için çabalayıp dursamda o da biliyordu. Hâlâ o enkazın izlerini taşıdığımı, hâlâ o izlerin bana acı çektirdiğini. Ve unutmak için çabalayıp dursamda başaramadığımı. Başarmayacağımıda.
Ama yine de devam ediyordum. Normal bir hayata sahip olduğumu sanarak. Uzak kaldığım aylar boyunca aksayan işlerim olmuştu. Onları halletmiştim. Yapmak isteyipte erteleyip durduğum her işimi yapmış kendimi tamamen işlere vermiştim. Öyle bir yoğunluk içerisinde devam etmeye çalışmıştım ki hayatıma kendimi düşüncelerime karşı korumak istemiştim böylelikle.
Çünkü ne zaman boş bir anım olsa hemen o anılar zihnime sızıp, bana acı çektirmek için çabalayıp duruyordu. Buna ancak böyle mani olmuştum. Ne kadar yaşadığım şeyleri unutmak konusunda başarılı olmak istesemde başarılı olmamıştım. Ancak geçiştirmek için mücadele vermiştim. Bu sonunda bana büyük bir bomba etkisiyle dönecek olmasını bildiğim halde bunu yapmaktan vazgeçmemiştim.
Ülkeme dönmüştüm. Ama nasıl bir dönüş! Daha çok büyük bir kayıplarla kaldığım yerden yaşama tutunmak için mücadele vermiştim. Hislerimi kaybetmiştim. Orada olan isteği, heyecanı ve umudu tamamen yitirmiştim. Sadece oradan geldiğimde elimde olan tek şey intikamdı.
Ama bu sıradan bir intikam değildi. Yarım kalan bir meselem vardı. Yarım bırakılan bir hayat vardı. Ve ben bunu sona erdirecektim. O... Ondan intikam almayacaktım. Onu hiç yokmuş gibi sayacak ve önüme bakacaktım. Benim meselemde yarım bırakılan hayatın intikamını alacağım kişi Eslia 'dan başkası değildi. Onu yaptıklarının bedelini tam olarak ödemeden rahat bırakacak değildim. Dönmeme az bir süre kalmıştı. Her şeyin kaldığı yerden devam etmesine sayılı günler kalmıştı. Amaçlarım, planlarım ve faaliyete girmesi gereken eylemlerim vardı. Bunları gerçekleştirmeden Esila 'yla olan meselem bitecek gibi değildi.
Bir yalan bir yıkımı nasıl başlatır? Kan dökerek ve can alarak mı? Ya da sessiz soğuk bir savaş başlatarak mı? Bence sadece bekleyerek. Yapılanların, bedelinin ödemesini bekleyerek. Çünkü yapılan her yanlışın mutlaka dönüşü olur. Ve ben bunu bekliyordum. Bana yapılan yanlışın bedelinin ödenmesini. Çektiğim acının dinmesini sağlayacak bir bedeli.
Her daim farkındaydım. Ruhsal acının, fiziksel acıdan üstün olduğunu. Fiziksel acının süresi sınırlıdır. Belli bir süreye kadar sürer ve sonra acısı yavaşça yok olur gider. İzi bile kalmaz çoğunlukla. Ruhsal acının süresi yoktur. Bir zaman dilimine bağlı değildir. İzi silinmez, izi görünmez. Sadece hissedersin o izi. Sonsuz bir acıyla kıvranıp durursun. Ne zaman dineceğini sabırsızlıkla beklersin ama dinmez. Seni öyle bir acıyla baş başa bırakır ki ölüm daha tatlı gelir.
Dağ evine geldiğim gibi ilk önce kısa bir temizlik yapmıştım. Temizlik bittikten sonra pencerenin karşısına geçip dışarıyı izlemeye başlamıştım. Daha önceleri yaşadığım o korkuyu anımsamıştım. Şimdi nasılda gülünç geliyor o anım. Korktuğum şeyin arkasında beni bekleyen bir yeni dünya olduğunu fark etmek.
Olduğun yerden yavaşça kıpırdayıp arkamda olan çift kişilik koltuğa doğru ilerledim. Koltuğa yerleşip önümde duran orta sehpa üzerinde olan boş sayfayı ellerimin arasına aldım. Victoria burada buluşmak için sözleşmiştik. Biraz erken gelip burada sakin kafayla çizim yapmak istemiştim. Zor olsa da başarmıştım. Zihnime firar etmek için çabalayan anıları ve düşünceleri geri püskürtmek benim için epeyce zordu.
Zihnimi oyalamak için çizime başvurmuştum.
Neyi çizeceğimi hiç düşünmedim. Ama çizmeye başladığım anda aslında neyin kağıtta yer alacağını fark ettim.
Aron....
Onun portresini çizmiştim. En son gördüğüm haliyle onu kağıda aktarmıştım. Yüzündeki o şaşkınlığı, bakışlarında yavaşça beliren o acıyı bire bir yansıtarak onu gözler önüne sermiştim.
Ne kadar kaçmak için uğraşsam da o dünyanın izleri hâlâ benimle beraberdi. Ve o izlerden kaçmak yanlış bir yola saparak karşımda duvara toslamaktan ibaretti. Çizim bittiği anda kağıdı alıp masada bulunan dosyanın içerisine koydum. Victoria sanırım geç gelecekti. Yavaşça koltuğun üstünde bedenimi kaydırarak cenin pozisyonunda koltuğa uzandım. Yavaşça zeminde seyre dalan bakışlarımın önü puslandı. Ve bir görüntü beni kendine çekti. Belki de birbiriyle bağlantılı birçok görüntü.
Sonrasında yavaşça o görüntülerin zihnime ağırlık yaparak, beni yorduğunu fark edene kadar çoktan zihnim uyku moduna geçmişti.
Bir fısıltı... Bir gerçeği açığa çıkaran, seni tüm gerçeğe çekerek, ayna arkasından kurtaran bir fısıltı. Olduğum anı fark ettiğimde bulunduğum yerin aylardır içinde yaşam mücadeleri verdiğim mekan olduğunu anladım. Moritanya Kulesi... Yavaşça ön bahçesinden içeriye doğru adımladım. Sessiz ve kimsesiz duruyordu gerçek varlığına karşı. Sanki içeride benden başkası yoktu. Yavaşça ilerlemeye devam ederken etrafıma dikkatle bakıp birinin varlığını görmek adına her yerde bakışlarım gezinip duruyordu. Ne kadar bakarsam bakayım sanki terk edilmişti kule. Sol tarafta olan koridorun olduğu tarafa baktığımda istemsiz olarak bir şey görmüştüm.
Pencere camları kırılmış haldeydi. Ve pencere önünde duran perdeler uçuşup duruyordu. Yavaşça olduğum yerden ilerleyip, odamın olduğu katta sağıma soluma bakarak yürüdüm. Toplantı odasının önünde geçerken içeriye kısaca göz atmıştım. Ve o an odanın darmaduman bir halde olduğunu fark ettim. Sebepsizce bakışlarım kısıldı.
Bu nasıl oldu? Neden kule bu halde duruyordu? Bir nedeni olmalıydı? Toplantı odasının önünde çekip gittim. Birkaç adım sonrasında odamın önüne vardığım anda odamın kapısını açarak, içeriye bakmak için bedenimi kapının arkasından çıkararak içeriye baktım. Ve birden bakışlarımın bomboş bir odayla karşılaşmasıyla şaşkınlıkla gözlerim irileşti. Odamda bulunan tüm eşyalar odadan kaldırılmıştı. Odanın girişinde durmuş, bir müddet gördüklerimi sindirmek için çabalıyordum.
Boş odada gezinen bakışlarımı çekip yavaşça geriye doğru gidip, odadan dışarı çıktım. Odadan çıktıktan sonra solumda duran koridora doğru bedenimi döndürüp önümde duran uzun koridora kısaca baktım. Boş ve terk edilmiş olmasından dolayı adım atışım bile yankı yaparak bana ulaşıyordu. İlerlemeye devam ederken hâlâ kafa karışıklığı içerisindeydim.
Kulede eşya olarak hiçbir şey yoktu. Yemekhanenin bulunduğu koridorda duvarlara asılı olan tablolar bile yerlerinde bulunmuyordu. Usulca yemekhaneye doğru ilerledim. Kulenin içerisinde kırık camlardan içeri giren rüzgar, ürkütücü bir ses yayarak içeride yankılanıyordu. Yemekhaneye ulaşmadan birden açık ama kapının sol kanadının ortasına olan delik dikkatimi çekti.
O geniş kocaman kapının sol kanadının ortasında olan delik ürkütücü duruyordu. Yavaşça kapının önüne vardığımda o deliğin olduğu kısma ilerledim. Daha yakından baktığımda bu yuvarlak deliğin sebebini fark ettim. Sebebi bir ateşti. Çünkü kapının sol tarafı demirden olduğu halde bir kızgın ateş onun orta kısmında demirin yavaşça eritmiş haldeydi. O ateş öyle güçlü olmalı ki bu kocaman geniş kapıda bu deliğe sebep olmuş.
Bu ateşin kaynağı dikkatimi çekmişti. Yavaşça kapının yanından uzaklaşıp, yemekhanenin içerisine doğru ilerledim. Burasıda odam gibi boşaltılmış halde duruyordu. Toplantı odası dağılmış haldeyken burası öyle değildi. Kısaca içerisinde eşya olmayan yemekhaneye baktığımda şu an gözüme ne kadar büyük geldiğini fark ettim. Birkaç dakika burada oyalandıktan sonra buradan ayrılıp üst kata çıkan merdivenlerin olduğu kısma geri döndüm. Üst katların durumunu merak etmiştim.
Merdivenlere ulaşır ulaşmaz hızla üst kata çıkmışken koridorun sağ ve sol tarafına bakıp boş olan ve kapısı açık olan derslikleri inceldim. Burada daha fazla durmadan bir üst kata çıkmıştım. Orasının da durumu aynı bu haldeydi. Merak ettiğim asıl şey Yasaklı Kütüphane' nin durumuydu. Nasıl bir halde olduğunu merak etmiştim. Yavaşça 5.kata kadar basamakları çıkmıştım. Sonunda kata ulaşınca hemen sağ tarafta dönüp kütüphanenin siyah kapısına doğru alel acele adımlarla yürümüştüm. Kapının önüne gelince kapının kolunu tutarak kapıyı açtım.
Kapıyı açınca içeride olan görüntüyle hareketsiz kaldım. İçerisinin boş olacağını düşünmüştüm. Veya dağınık olacağını ama asla içerisin kağıt külleriyle dolu olacağını düşünmemiştim. Tüm raflarda bulunan kitaplar raflarla birlikte yanmış durumdaydı. İçeriye adım atıp yanmış olan raflara ilerledim. Bazı kısımlar yanıktı bazılarıysa yandığı için o raftan eser yoktu.
Uzun yüksek olan o geniş raflar şimdi benim boyutumda bulunuyordu yandıkları için. Yavaşça yanmış kitaplara ve sayfalara baktığımda üzerinde yazılan yazıların karardığını ve artık okunmaz halde olduğunu görmek derin bir nefesi soluklarımda muhafaza etmemi sağladı. Burası çok kötü bir halde bulunuyordu.
Yavaşça bakışlarım gezinmeye devam ederken birden olduğum katta adım sesleri duyuldu. Yavaşça arkama dönüp aralık olsan kapıdan koridora baktım. Bir fısıltı o anda etrafımda duyuldu.
"Tehlike yakınında kaç!"
Duyduğum fısıltıyla endişem daha çok büyümüştü. Merakla bu duyduğum adım seslerinin kime ait olduğunu ve hemen onu görmek istediğimi fark ederek gözlerimi kırpmadan içeriye girecek kişiyi beklemiştim.
Adım sesleri keskin ama yavaştı. Öyle ki koridorda uzun bir yankı yapmasını sağlıyordu bu sesler.
"Kaç Emira!"
Birden duyduğum bu fısıltıyla bir anda gerildim. Yavaşça bir adım geriye çekildim. Hızlanan soluğumla içeriye adım atmasını beklemeye devam ettim. Kim için bu uyarıyı yapıyordu? Gelen kişi Esila 'mıydı? Neden bir anda bir korkunun pençeleri arasında kapana kısılmıştım? Beni bu denli korkutan kişi kimdi daha kendini göstermeden?
Ben soluk bile almadan o kişinin içeri girmesini beklerken bir anda karşıma çıkan bedenle arkaya doğru geriledim. Kapının önüne gelen kişi hiç beklemediğim kişiydi. Yüzündeki o keyifli tebessümle bana bakarken ben öylece onun burada olmasına anlam vermeye çalışmıştım. Olduğu yerde yavaşça birkaç adım öne doğru ilerledi. Sonra lacivert bakışları beni kıskıvrak yakaladı. Ahrar karşıma bana yabacı olduğum bakışlarla bakarken bense sessizce onun konuşmasını bekliyordum.
"Nasıl buldun kulenin yeni halini?" diyince Ahrar öylece kısa bir süre yerde yanmış halde olan kitaplara bakışlarım kaydı. Bunların sebebi o muydu. Tekrar ona bakarken olabildiğince duygusuz ifadeyle ona bakmaya çabaladım.
" Bunları yaparken ne uğruna yaptığını merak ettim. Ne gerek vardı ki?" dedim durgun bir sesle.
"Sadece yok etmek istedim. Burasını ve oldu da. Kolyeyi neden istediğimi şimdi fark etmiş olmalısın." diyince Ahrar tam ona kolyeye sahip olmadın ki diyeceğim an birden gözlerim boynuna kayınca oradaki nesne tüm algılarım yitirmeme sebep oldu. Elim hemen boynuma kaydığında orada kolyenin varlığına rastlamadım. Hemen endişenin izleri beni abluka altına aldığında, karşımda duran Ahrar 'ın bu yaşadığım şeyden keyif aldığını fark ettim.
"Kolyeyi mi arıyorsun Prenses? Onu kendi ellerine bana sen verdin. Şimdi onu boynunda araman tuhaf doğrusu." diyince ne dediğini anlamadım. Ben mi kolyeyi ona vermiştim? Hayır bu doğru değil,
"Kolyeyi benden nasıl aldın? Benim rızam olmadan ona sahip olmazsın!" diye sertçe konuştuğumda bu onda bir etki yaratmadı.
"Bana kendi ellerinle verdin." diyince Ahrar bunu kabul etmedim ve kolyeyi ondan almak için ona doğru adım attığımda birden Ahrar parmaklarını hareket ettirdi.
Olduğum yerden havalandığım gibi sertçe arkamda duran dolaplara çarparak yere sertçe düşmüştüm. Anında vücuduma sızan acıyla olduğum yerde kıvranırken birden başka bir acının bedenimde filizlendiğini fark ettim. Bakışlarım ona döndüğü anda Ahrar 'ın bir şeyler söylediğini gördüm. Yine aynı büyüyü mü yapıyordu bana?
Yaşadığım acı o kadar yoğundu ki gözlerimi bile açık tutmakta zorlanıyordum. Gözlerim yavaşça kapanırken büyük bir çığlığın etrafta yankılandığını duydum. Sonrasında bedenim hissizleşti. Sesler sustu. Ortam soyutlandı. Zihnim gerçeği fark etti.
Uyandığım anda havanın karardığını fark ettim. Yavaşça uzandığım yerden doğrulup salonda gözlerimi gezdirdim. Victoria hâlâ gelmemişti. Koltuktan kalkarak mutfağın olduğu kısma doğru ilerledim. Mutfağa vardığımda acıkan karnımı doyurmak için bir şeyler kendime hazırlamaya başladım.
Yemeğimi yemiş, dağılan mutfağı toplamıştım. Sonrasında yatak odama geçip kitap okumaya başlamıştım. Pencere önünde duran tekli koltuğa oturup kitap okurken, bakışlarım ara sıra pencereden dışarıyla kayıyordu.
Yarım saat boyunca odada oturmaya devam ederken birden kapının açılmasıyla başımı kapıya doğru çevirdim. Kapı açıldı ve yavaş adım sesleri duyuldu. Sonrasında adım sesleri bulunduğum odanın olduğu tarafa doğru ilerledi. Saniyeler sonra kapının önünde Victoria 'nın bedeni belirdi.
"Geciktin." diyince, Victoria' nın bakışlarına kısa süreliğine pişmanlık belirdi. Olduğu yerden hareket ederek yatağa doğru ilerledi. Yatağın ucuna oturdu.
"İşlerim uzadı." diyince bir şey diyemedim.
"Sen ne yaptın bugün onu anlat." diyince Victoria, omuz silktim.
"Her zamanki şeyler." dedim boş vermişlikle. Hayatımda bir farklılık yoktu ki zaten. İşten eve evden işe gidip geliyorum.
Victoria peki anlamında başını salladıktan sonra yanımdan ayrılıp duşa girdi. Victoria duşa girdiğinde bende mutfağa geçip ikimize kahve yapamaya başladım. O duştan çıkıncaya kadar kahveler hazır olurdu. Havalar serinlediği için şömineyi sık sık yakmam lazımdı. Şöminenin sol tarafında olan odunları şöminenin içerisine yerleştirmeye başladım. Yerleştirdikten sonra çakmak yardımıyla odunları tutuşturmaya başladım.
Sonunda odunlar alev almaya başlarken kahve kupalarını almak için mutfağa geçtim. Kupaları aldığım gibi şöminenin önüne geri geldiğim gibi yere daha önce bırakmış olduğum kırnetlerden birinin üzerine oturdum.
Elimde tuttuğum kupadan kahve içerken bakışlarım yanmakta olan odunlara çevrilmişti. Odunlardan gelen hışırtıların sesini duyarken, bakışlarım yana odun parçalarına dalmış ve düşüncelere kapılmıştım. Neden o rüyayı gördüğümü sorguluyordum? Kolyenin onda oluşunun sebebi bilinç altına olan korkularım mıydı? Yoksa erteleyip durduğum bir gerçeğin kendini böyle yansıtarak karşıma çıkması mıydı?
Hâlâ bir köşede karşıma çıkan bir nesne gibi, onun zihnimde varlığını korumasına anlam veremiyorum. Neden hâlâ onu tamamen hayatımdan çıkarmadım ki? Elim usulca kolyeye doğru gitti. Acaba yapmalı mıyım? Tamamen onu unutmak için o büyüyü yapıp, bir hiç gibi onu ve izlerini kendi varlığımdan çekip almalı mıydım? Kararsızlığım yüzünden derin bir iç çektim.
"Yine derin düşüncelere dalıp gitmişsin." diyen sesi duyduğum anda hemen bakışlarım Victoria 'yı buldu. Duş almış ve üzerine triko bir elbise giyip gelmişti. Saçları hafif nemli duruyordu. Zaten evin içerisi sıcak olduğu için hasta olma durumu ortadan kalkmıştı.
" Daldım öylesine. "diyerek geçiştirip, onu karşımdaki yere geçmesini izledim. Hâlâ sıcak olan kahve kupasına uzandı, yavaşça kahveyi yudumlarken bir şeyleri sezmek istercesine bana bakıyordu.
" İyi misin? Bunu öylesine sormuyorum. Gerçekten iyi misin? "dediğinde Victoria, ilk an sorusuna herhangi bir karşılık vermeden sorusunu düşünmeye başladım. İyi miyim? Hayır değilim. Ne kadar iyiyim diyerek her zaman bu ve benzeri sorularını geçiştirsemde sadece gizliyorum bulunduğum acıyı.
Hâlâ en derinliklerinde saklıyorum yaşadığım o ihanet anının verdiği hisleri. Unutmak istiyorum. Unuttum diye kendimi kandırıp duruyorum ama hayır unutmuş değilim. Unutmamıştım. Unutamayacaktım da. Çünkü öyle bir anda öyle bir beklenmedik zamanda öğrenmiştim ki ne yapsam o acıyı, o hayal kırıklığının verdiği duyguyu bedenimden silemezdim. İzleri bir kere bendeki savunma sistemini alt üst etmeyi başarmış ve topraklarıma sızarak, tüm varlığımı tahrip etmek için savaş açıp, beni yok edecek darbeleri uygulanmıştı.
"Olacağım." dedim ve kısa bir duraksama yaşadım. Sonra Victoria 'ya bakarken cümlemi tamamladım. "İyi olacağım. Bunun için çabalayıp duracağım. Uzun sürse bile." diyerek sessizliğime kaldığım yerden devam ettim. Bakışlarımı tekrar şöminenin içerisinde yanmaya devam eden odunlara çevirdim. Victoria elinde duran kupayı bıraktı yavaşça zemine.
"İyi olman için elimden geleni yapacağım. Her an yanında olacağım. "dedi Victoria olduğu yerde harekete geçip bana doğru yaklaşırken. Kupaya yaslı olan elimi tuttu ve elleri arasına aldı. Mavi hareleri bir benzeri olan mavi harelerime çevrildi." Bir gün sende mutlu olacaksın Emira. Ben bunu kalpten inanarak söylüyorum."dediğinde bu cümlesine alaylı bir gülümsemeyle karşılık verdim. Victoria bu söylediklerinin bende bir ironi olduğunu anlayamadı. Yavaşça dudaklarımı aralayıp konuştum.
" Ben bir gün bile mutlu olmayacağım Victoria. Bende bunu kalpten inanarak söylüyorum bak. Çünkü bana mutluluk yasak. Bana tek yasak olmayan bir şey var. O ne mi? Acı... Sadece bana yasak olmayan, kolayca ulaştığım tek şey. Bir anda hayatımda bitip veren. Sonsuz varlığını koruyan şey acı..." diyerek gerçek düşüncelerimi söyleyince, Victoria bu düşüncelerime sadece susarak cevap verdi.
Ne yapsa düşüncelerimi değiştiremeyeceğini anlamış olmalıydı bu düşüncelerimde olan kararlılığımı görünce . Yalan değildi ki gerçeği söylemiştim. Olan buydu ve bende kabullenmiş ve hayatımı böyle yaşamaya alıştırmıştım. Acılar hep vardı hayatımızda. Hep olacak ve nefesimizi kesip duracaktı. Bizlerde sadece olanlara dayanacak gücü arayacaktık.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Günler geçmişti. Anılar eskimişti. Hisler kaybolmuştu. Zaman bir su misali akarak bizi yaşam mücadelesinde yarışa tabii tutmuştu. Bizlerse her günümüzü kendimiz için anlamlı kılmak adına çabalayıp durmuştuk. Son günlere yaklaşmadan burada olan tüm işlerimi halletmek için canla başla çalışıyordum. Zihnimde boğuk sesler, ruhumda teni karıncalandıran izler, kalbimde küle dönmüş hislerle hayatıma devam mücadelesi veriyordum.
Bugün erkenden şirkete gelmiştim. Sabahtan beri odamdan dışarı çıkmadan son kalan işlerime vermiştim kendimi. Zaten bana kalsa ben gidene kadar ofisimden asla dışarı çıkmayacaktım ama Victoria şirkete gelip, beni odamdan çıkarmak mücadele verip duruyordu. O bu denli kendimi işe vermeme hep kızsada herhangi bir şekilde bundan vazgeçmeyeceğimi anlayınca gece olmadan gelip beni dışarıya çıkartıp, düzenlediği etkinliklere, planladığı programlara götürüp duruyordu.
Kapım hızla açıldığında bakışlarım pencereden yansıyan şehrin görüntüsünden ayrıldı. Kapı açıldığında içeriye giren kişi Victoria 'dan başkası değildi. Sessizce içeri girmesi ve hiçbir şey dememesi dikkatimden kaçmadı.
"Ne oldu? Neden bu kadar sessizsin? Bu halini yadırgamalı mıyım? "dedim donuk bir sesle, ruhsuz bir insanla eş değerdi bakışlarım. Zaten ben demesem bir şey birazdan kendisi açıklardı. Victoria kapının önünden ayrılıp bana doğru ilerledi. Kararsız olduğunu gördüğümde yavaşça bakışlarımı önüme çektim. Eh o konuşana kadar bende kalan işimi tamamlamaya bakmalıydım. Uzun bir süre olduğu yerde sessizce dikilmeye devam etmişti. Öyle ki bir an kendimi çalışmama kaptırınca onun burada olduğunu unutmuştum taki o konuşuncaya kadar.
"Sana bir şey söylemek istiyorum." dediğinde sesindeki tedirginlikle konuşunca Victoria. Bakışlarım onu bulmasada çekindiği için parmaklarıyla oynadığını tahmin ediyorum. Önümde duran ve tamamlamak için günlerimi vermiş olduğum çizim koleksiyonuma bakıp eksik olan kısımların son rötuşlerini tamamlıyordum. Victoria karşıma duran sandalyeye oturunca, onun için zor bir konu olduğunu anladım.
"Söyle." dedim sakince konuşmasını beklediğimi açıkça söylerken . O sırada da birkaç gündür doğru dürüst uyuyamadığım için sızlayan gözlerimi kapatıp açtım. Daha fazla uykuya direnecek olursam bir yerlere yığılıp kalıp uyurum muhtemelen. Bakışlarımı ona çevirdim.
"Aslında daha önce söylemek istedim —" dedi ve cümlesini tamamlamayarak gerginlikle olduğu yerde kıpırdanıp durdu.
Hatta karşımda biraz önce oturmuş olduğu sandalyeden doğrulup, yavaşça masanın etrafından dolanmaya başladı. Bu tavrını görünce önümde duran çizim dosyasının kapağını kapatıp, yavaşça geriye doğru yaslandım. Victoria 'nın bakışlarının bende olduğunu görüp, o bakışlarda yatan o kararsızlığın gerçek sebebini merak ettim.
"... fakat huzurunu bozmak istemedim. Biliyorum erkenden öğrenmeliydin ama bilmiyorum olan olmuştu ve ben kalan zamanını mahvetmek istemedim." diyince Victoria artık git gide neyden bahsettiğini, onu bu kadar geren şeyi ölesiye merak ettim.
"Uzatmadan söylersen bende tam olarak neyi anlatmak istediğini anlamış olacağım. Bu kadar gerilecek ne var?" dedim sertçe sorumu dile getirirken. Ne onu böyle zorluyordu? Duraksamadan söylemesi yararıma olurdu.
"O geldi." dediğinde Victoria, kimden bahsettiğini anlamadım. Gelen kimdi ki?
"Kim nereye geldi? Victoria parça parça anlatma ve direk konuya gir." dediğimde daha fazla konunun uzamasına tahammül edemediğimi söylediğim anda Victoria 'nın derin bir nefes alıp, gözlerini kapattığını görünce hoşuma gitmeyecek bir şey söyleyeceğini anladım. Bende nereye kadar kötü haberin bana ulaşmayacağını düşünüp duruyordum.
" Renas hoca kuleye geldi. "dediği anda yavaşça gözlerimi kapatıp, dediğini algılamaya çalıştım.
Tam tamına yedi aydır ismini duymaktan kaçındığım ismi duymak ve onu hatırlamak bana iyi gelmedi. Her ne kadar beni etkilemediğini belli etmeye çalışsamda yalandı. Öyle bir etkisi olmuştu ki kendimi aylar öncesi yaşadığım acıyı tekrar yaşarken bulmuştum. Yavaşça gözlerimi açıp birkaç santim uzağımda olan bardağa çevirdim.
" Neden geldiğini sormayacak mısın?" diye sorunca bakışlarımı dalmış olduğum su bardağından çekemedim.
"İlgilenmiyorum. Kısa ziyareti beni alakadar etmez." dedim üzüntümden dem vurmamaya çalışarak ama ne kadar başarılı olduğumu söyleyemem.
"Kısa süreliğine olan bir ziyaret değildi." diyince anında jet hızıyla bakışlarım onu bulduğunda ne demeye çalıştığını anlamaya çalıştım.
"Nasıl kısa bir ziyaret değildi?" dedim sesimin kuytularında gezinen endişeyle.
"Renas artık oradaki diğer eğitmenler gibi bir eğitmen." dediğinde olduğum yerde buz gibi bir suyun içerisine atıldığımı hissettim. Bakışlarımı çöken acının, ihanetin izleri önümü bulanıklaştırdı. Her şey net görüntüsünü yitirdi. "Senin gidişinden birkaç hafta sonra oraya gelip Süreyya hanımla konuşmuş. Ve Süreyya hanıma artık Moritanya Kulesi'nde eğitmenlik yapmak istediğini söylemiş. Süreyya hanım hemen kabul etmiş. Her ne kadar bunu beklemiyor olsa da. Bende geçen gidişimde öğrendim ve ne zamandır sana söylemek için uygun fırsatı arıyordum. "dediğinde her an patlayacak olan bir bombaya bakan bir edayla bana bakarken.
" Uygun fırsatı mı aradın! "dedim oturmuş olduğum yerde cinnet geçirip dururken." Victoria sen oraya bir ay önce gittin ve birkaç gün sonra biz Moritanya topraklarına döneceğiz. Buradan hiç uygun fırsatı arıyor gibi gelmedin! "diye sinirle konuşunca Victoria olduğu yerden bir adım geriye çekildi.
" Nasıl diyeceğimi bilemedim. Lütfen sinirlenme. "diye kendini savunmaya geçince Victoria, anında elimle onu susturdum.
" Bana artık kaldığımız gün boyunca onu göreceğimi söylüyorsun ve benden sinirlenmememi bekliyorsun. Victoria sen mi unuttun yaşadıklarımı yoksa ben mi unutamadım yaşadıklarımı ? O kadar uzun bir sürede geçmedi aradan. Her şeyi biliyorsun ve benden sinirlenmememi istiyorsun? Onu görmenin bana ne hissettireceğini düşünüyor musun? "dedim iyice çığırından çıkmış bir halde soru sorarken ona. Victoria hemen değişen duygu durumum karşısında bocalarken, bende olanları idrak etmeye çalışıyorum.
Şaka gibi utanmadan bir de kuleye gelmiş! Hangi yüzle! Ruhum sıkışıyordu usulca . Ben o topraklara döneceğimi düşünürken bile zorlanırken birde onu mu orada göreceğim! İnanılır gibi değil gerçekten! Yavaşça olduğum yerden kalkarak biraz ileride olan boydan boya duvarı kaplayan pencereye doğru ilerledim. Yavaşça bakışlarımı ayağımın altında olan şehirde gezdirip durdum.
Nasıl? Nasıl orada onca ay bulunacaktım? Nasıl onu görmeye dayanacaktım? Hayır —hayır bunu kabul edemem! Bir çözümü olmalı ama ne? Nasıl onun oradan gitmesini sağlayacağım ki?
Nasıl onun bana yaptığını görmezden gelip aynı çatı altında yaşayabilirim ki? Hayır bunu yapamam! O orada bulunurken ben nasıl ona ve onun yaşattıklarıyla nefes alabilirim? Yapamam ki! Usulca sakin kalmak için nefes alıp verdim. Odada ıssız bir yerde bulunan sessizlik hakimdi. Victoria olduğu yerde durmuş öylece bana bakıyordu. Onun cama vuran yansımasını yok sayıp, düşüncelerimin acımasız fısıltılarına yoğunlaştım.
Oraya gelmişti. Neden peki? Şimdi neyi amaçlıyordu bu adam? Yaptıkları yetmemiş miydi? Yeterli değil miydi bana yaptığı şey? Daha benden ne istiyordu? Öldürmeye çalışmıştı ama başaramadı. Kolyeyi almak için beni seviyor gibi yaptı ama başaramadı. Şimdi sırada ne vardı? Daha neyi irdeleyip duruyordu?
Başarılı olmamıştı. Ve şu an onun gerçek kimliğini biliyordum. Bana herhangi bir yaklaşımı olursa ne yapacağımı da tahmin etmesi lazımdı. Onun artık yalan bakışlarına, yalan sözlerine inanmayacaktım. Onu yok sayacak ve bana yaptıklarını unutmayarak bunları zihnimin en ücra köşesinde bulunan sayfalara kazıyıp, bundan ders çıkaracaktım.
Olduğum yerde nefesler alıp duruyorken yavaşça arkama dönüp Victoria 'ya baktım.
"Gitmesi için bir şeyler yapmalıyız. O orada olmamalı! Beni anlıyorsun değil mi?" diyerek yaşadığım bu şokun bende yarattığı o panikle konuştum. Victoria hızla yerinden ayrıldı ve yanıma ulaştı.
Karşıma geçince hemen ellerime uzandı ve avuçları arasına ellerimi hapsetti.
" Ne yaşadığını ve şu an neler hissettiğini biliyorum. Elimde geldiğince sen bilmeden onu oradan göndermek için bir şeyler yaptım ama hepsi geri tepti. Hep aklandı. Kendini ispat ettirdi. Neden yaptığımı ve bunu yapanın ben olduğunu biliyorum. Zaten bana olan bakışları hiç normal değildi. Bir an ikimiz yalnız kaldığımız anda onun konuşma çabası içerisinde olduğunu görünce hemen orayı terk ettim. Ne onun yalan cümlelerini dinlemek istedim ne de onunla bulunmak. Sen susturmasan herkese olanı anlatırım da. Bir dakika bile orada daha fazla durmazdı ama işte senin isteğini kıramadım. "dediğinde Victoria sessizce onun cümlelerini bitirmesini bekledim.
Evet ilk zamanlar rica etmiştim. Kimse bilmesin diye. Çünkü yaşadığım şeyin bilinmesini istemedim. Yaşadığım bu planda nasıl acımasızca kandırıldığımın bilinmesini istemedim. Onun ne amaçla bana yaklaştığını kimsenin bilmesini istemedim.
Zaten onun da bunu kimseye söylemeyeceğini tahmin ediyorum kendi mevkisi söz konusuydu. Yani benim için değil yine ve yine kendi çıkarları her daim ön planda bulunuyordu.
"Olan bu. Senden başka kimse bilmeyecek. Zaten onun neden geldiğini öğrendiğim anda amacı gerçek olmasın diye elimden geleni yapacağım. Yani öyle orada huzurla olacağını sanmasın. Orada onun değil bizim borumuz ötecek. Ve orası onun için cehennemden bir farkı olmayacak. "dediğimde zihnime üşüşen hain düşüncelerle Victoria 'ya bakarken.
Bu halimi görünce anında bakışlarına merak duygusu yerleşti.
" Ne yapmayı düşünüyorsun? "dediğinde anında cevapladım onu.
" Her şeyi düşünüyorum. Huzur bulamayacak orada. Yavaşça başlatacağım şeylerle rahatsızlık duyacak. Ve görecek yapacaklarımı yakında. "dedim Victoria 'nın avuçlarında duran ellerimi çekerek.
" Anlamaz mı ki? "dediğinde Victoria omuz silktim.
" Anlasın. Ne olacak ki? Gidip Süreyya hanıma mı yetiştirecek? Zaten biz pek kulede olmayacağız yani muhatap olacağı biri olmayacak. Ara sıra geleceğiz ve o vakitlerde onun varlığına katlanamayız. "dedim ve Victoria 'nın kafasına takılan soruyu sormasına izin vermeden hemen devam ettim." Yakında bileceksin canım arkadaşım. Ve neden bunu dediğimi, neden kuleye gelmeyeceğimizi, aklımda olan şeyi ne olduğunu anlayacaksın. O zamana kadar sabırlı ol. Çünkü az kaldı Moritanya topraklarına geri dönüşümüz için." diyerek olduğum yerden ayrıldım.
Victoria 'nın yanında ayrılıp masama doğru ilerlerken yüzüme yerleşen acıyı silmek için çabalayıp durdum. Her ne kadar unutmaya, düşünmemeye ve hissetmemeye çalışsamda çok yeterli olmuyor ve kendimi koruyamıyordum yaşanılanların izlerinden. Sandalyeye geçip oturduktan sonra sabit tutmaya çalıştığım ifademle işlerime yoğunlaşmaya çalıştım. Zor olacağını biliyorum onunla aynı çatı altına yaşamanın. Elimden geldiğince kuleden uzak durmak için her fırsatı yakalayacaktım. Sonrasında onu tamamen oradan gitmesi için bir şeyler yapmaya başlayacağım.
Birkaç saat daha şirkette olan işlerime yoğunlaşıp çalışmaya devam ettikten sonra şirketten ayrılıp evime geçmiştim. Victoria ilk başlarda bende kalıyordu ama son birkaç gündür ailesiyle kalıp hasret gidermek için yanımdan ayrılmıştı. Bense kendi evimde tek başıma yaşıyordum. Rezidansta bulunan ikinci sığınağım olan evimde tek başıma kendi anılarımın keskin çığlıkları eşliğinde yaşayıp, son günlerimi değerlendiriyordum. Victoria birkaç güne yanımda olurdu. Sonrasında oraya dönme vaktiydi.
Bu sefer neler yaşayacaktım kim bilir? Nelerle mücadele edecek, neleri göğüsleyecektim? Daha ne gibi sorunlar beni bekliyordu orada? Bunu sadece yaşayarak bilecek, bu sayede geçmişle mukayese edecektim. Eve geçtikten sonra kısa bir duşun ardından hemen yatak odama geçip üzerimi giyinmiştim. Sonrasında yatağa geçerek gözlerime çöken uykuya direnmeden yatmak için gözlerimi usulca kapatmıştım.
O anda hep yaptığım gibi sağ elimle boynumda duran kolyeyi avuçlamıştım. Hissetmek için... Kardeşimin hâlâ Moritanya topraklarında olan mezarına bulunan ruhunu hissetmek ve bana iyi gelmesi için buna tutunmak sebebiyle bunu yapmıştım. İyi gelmişti. Her daim geleceği gibi...
Zaman geçtikçe yaşayacağım anları düşünüp duruyordum. Moritanya Kulesi 'nin bana sunacağı o acı dolu hatıraları hatırlamak ve yaşayacağım yeni duyguları tatmak endişe veriyordu.
Saatler...
Hayır saniyeler belki de. Victoria' yla konuştuğumuz o günden tam tamına bir ay geçip gitmişti. O günden bu yana her ne kadar düşünmek istemesem de onu zihnim bir kuytu köşelerde hissedip duruyordu. Unut diyordum. Unutmuyordum.
Acıyı hissetme diyordum. Ama hissediyorum. Ne yaparsam yapayım hâlâ tüm izleri ve hissettikleri ;ruhumda, bedenimde, zihnimde varlığını koruyordu. Ve ben bunu söküp atamıyorum. Az kaldı. Çok az sonrasında orada olacağım. Onu görünce ne hissedeceğim bilmiyorum. Ama neyi hissetmeyeceğimi biliyorum. Heyecanı, mutluluğu, sevgiyi, aşkı ve diğer benzeri şeyleri hissetmeyecektim.
Bugün burada son günüm sonrasında buradan ayrılıp, Moritanya Kulesi 'ne ve topraklarında olacaktım. Her şey aynı olmayacaktı. Çünkü bende çok şey değişmiş bir şekilde orada bulunacağım. Hayatımın en yaralayıcı ve kalıcı izlerine sahip olan ihanetin hissiyle orada bulunacağım. Ruhsuzluğun şekil bulmuş haliyle etrafta dolaşacağım. Orada olacağım ama zihnimi başka şeylerle meşgul edeceğim. Çünkü oraya gitme sebebim bu. Sonrasında Süreyya hanımla bir konuşma içerisinde olacağım. Her ne kadar bunu beğenmeyecek olsada.
İyileşecek olma düşüncesine kapıldım ilk zamanlar. İhaneti öğrendiğim anda buz kesmiştim. Hissetmiyordum ama bir yerlerde günyüzüne çıkmak isteyen şeyler vardı. Ben o anlarda bunu başaramamış olsamda sonrasında kendi ülkeme döndüğümde yaşadığım o ağlama krizlerini hatırlıyorum da ne kadar bitik bir halde bulunuyormuşum.
Uyuyamıyordum ilk buraya döndüğüm anlarda. Hep geceleri sessiz sessiz ağlayıp, yorgunluktan uyuya kalıyordum. Sabahında şişmiş gözlerle uyanıyor öylece günü hiçbir şey yapmadan bitirip duruyordum. Victoria beni toparlamak için ne kadar uğraş vermişti. Sonrasında yavaşça kendi kendime toparlanmış ve işlere yoğunlaşmış bir şekilde hayata devam ettiğimi kendime ispat etmeye çabalamıştım.
Artık ağlamak bile benim acılarımı azaltmıyordu. Sadece onu tetikliyordu. Bana yaptığı şeyi vicdanı nasıl kabul etmişti? Ben yapamazdım bunu kimseye. Hiç kimseye. Şimdiyse gelip daha fazla acı çektirmek için kuleye gelmişti. Bu sefer nasıl acıtmayı planlıyor? Ya da buna ihtimal veriyor mu? Artık ona tahammül edemeyecek haldeyim. Onu görmek bana iyi gelmeyecek. Ve o tekrar eski anılardan yola çıkarak benle ilgili bir şey mi planlıyor? Başarmayacak.
Çünkü bu sefer karşısında aptal bir kadın olmayacak. Ona bir şeyler hisseden kadın yok ki. Onu o gün o arazide öldürdü ki. Cesedi bile çürüdü yok oldu. Şimdi karşısında olacak kişinin ne kadar değiştiğini ve ne kadar tehlikeli biri olduğunu anlayacak. Onu kulede daha fazla kalmaması için elimden geleni yapacağım. Ve günün sonunda kaçarak gidecek kuleden. Çünkü tutunacak her dalı günün sonunda kırılmış olacak.
Akşama kadar buradayız sonrasında buradan ayrılıp Moritanya topraklarında olacağız Victoria 'yla. Oraya her ne kadar gitmek istemesem de gitmek zorundayım. Önceliklerim var ve bunların yerine gelmesi lazım en kısa zamanda. Dönüşümün tek sebebi o çünkü. Yoksa bir daha Moritanya topraklarına uzun süre dönmeyecektim.
Kolye artık diğer eşini bulmuştu ve artık her evrende aynı güçlerini kullanılabiliyordu. İlk zamanlar Süreyya hanım bir şeyleri eksik anlatmıştı. Kolye başka yerlerde bulunursa gücü tükenecekti bunu demişti. Ama nedenini söylememişti. Nedeni diğer kolyenin yarısı hâlâ Moritanya topraklarında olmasından dolayıydı.
Ve ben artık her iki kolyeyi de bir araya getirdiğim için artık böyle bir sorun ortadan kalmıştı. Süreyya hanımda artık bunu biliyordu ve gitmek isteyip ülkeme dönersem bir daha buraya yani kuleye gelmem için herhangi bir sebep olmadığının farkındaydı. Ve belki de bu onu korkutuyordu. Çünkü bir sebep artık kalmamıştı o topraklara beni bağlamak için.
Tüm işlerimi bitirdiğim gibi dağ evine tekrar gelmişti. İçeride canım sıkıldığı için ormanda dolaşmaya çıkmıştım. Çıkmadan önce haber vermek adına Victoria 'nın göreceği bir notu kapının hemen arkasına yerleştirmiştim. Birkaç saat yürüyüş yaptıktan sonra dönecektim dağ evine. Ormanda kendi başıma yürürken uzun uzadıya düşünmüştüm.
Kurumuş ağaç yapraklarının hışırtı sesinden başka herhangi bir ses bulunmuyordu ormanda. Nefes seslerim bile o kadar orman sessiz olmasına rağmen kulağıma ulaşamıyordu. Belki de sessizliği kesip atan düşüncelerimden kaynaklı olabilirdi. Bir düşünceden diğer düşünceye ulaşıyordum. Ve her düşünce beni daha çok acıtıp, bu acıya alışmamı sağlıyordu.
Bir kocaman düşünce okyanusu içerisinde bulunuyordum. O koca koca dalgalar düşüncelerimdi ve üzerinde bulunduğum o kocaman gemiyi sağa sola savurmakta herhangi bir zorluk çekmiyordu. Olduğum yerde sarsıntılar eşliğinde dalgaların gücüne kapılarak ıssız yerlere çekilip duruluyordum. Ve aldığım her darbe canımı on kat daha yakıp, acı içinde dudaklarımdan kaçan iniltilerle beraber yara alıp duruyordum.
Etrafım karanlık ve gürültünün esiri olmuştu. Yağmur yağıyor ve ben her ıslanışımda kapanmayan yaralarımla denize düşmemek için mücadeleler verip duyuyordum. Şimşekler çakıyordu. Dalgalar acımasızca bulunduğum gemiye çarpıp duruyordu. Acıyordum. Ama ağlamamak için kendimi zorluyordum. Tektim. Kimseler yoktu. Yardım edecek hiç kimse hemde. Bir başındaydım hep olduğu gibi. Sadece ben bana yardım edebilirdim.
Bir boşluğa çakılıp kaldığımı ve oradan ayrılmadığımı ara sıra düşünürüm. Ve bu düşünce son zamanlarda hep zihnimde bir yerde.
Sonunda ormanın sonunda olan uçuruma geldiğimde uzakta olan dalgaları izlemeye başladım. Bugün hava yağışlı olacaktı ve bu dalgalar önceden şiddetli bir anı belli edercesine kendini gösteriyordu. Kıyılarından herkesin uzak durmasını avaz avaz bağırıyor, son uyarılarını yaparak olacağı şeye dönüşüyordu. Yıkıma...
Çünkü bu koca ve acımasız dalgalar etrafında olan her şeyi önüne katarak hırçın bir şekile uzağa savuracaktı. Can yaka yaka...Can ala ala... Ve ağlata ağlata.
Ayaklarımı uçurumdan sarkıtıp uzaklara bakındım. Yağmur daha yağmaya başlamamıştı ama başladığı anda her şeyi kirlerinden arındırarak gerçek hâllerini öne çıkaracaktı.
Bakışlarım dalgın dalgın karşımda olan denize çevriliyken birden kolyenin yoğun ısısını hissedince anında elim boynuma ulaştı. Başımı eğerek kolyeye bakındım. Bakındığımda kolyenin siyah renge dönüştüğünü fark ettim. Sonrasında hemen yavaşça az önceki ısısını yitirdi. Birden neden böyle olduğunu düşündüm. Ama bir sonuca ulaşamadım. Zaten son zamanlarda bazen kolye bana garip işaretler verip duruyordu. Sebebini bir türlü anlayamadan işaret yok oluyordu. Bende öylece sessizce olana seyirci kalıyordum.
Olduğum yerde uzun bir zaman durmuş, etrafı izlemiştim.
Havaya yavaşça kararmaya başlayınca olduğum yerde yavaşça kalkarak dağ evine doğru ilerlemiştim. Her adımda adımlarım geri geri gidiyordu. Çünkü sonrasında ne olacağını biliyorum. Oraya dönmek istemiyorum. Ama bunu ertelemenin bana bir şey kazandırmayacağını da biliyorum. Yavaşça dağ evine çıkan yola doğru ilerlemeye başladım. Hava yavaşça kararmış olsada kolyenin sunduğu güçlerle önümü çok rahat bir şekilde görebiliyordum.
Sonunda ormandan çıkmış ve geniş kocaman dağ evinin bulunduğu araziye ulaşmıştım. Ormana kısaca bir baktıktan sonra yavaşça dağ evine doğru ilerledim. Victoria gelmiş olmalı ki tüm odaların ışığı yanıyordu.
Ve işte sonunda gitme vakti gelmişti.
Dağ evinin kapısının önüne vardığım anda ben daha kapıyı çalmadan Victoria kapıyı açmıştı.
"Yolumu mu gözlüyorsun?" diyerek yanından geçip içeriye adım atmıştım. Ben Victoria 'nın yanından geçerken benim sözlerime anında karşılık vermişti.
"Ne münasebet sadece camdan bakarken seni gördüm ve hemen kapıya doğru geldim sen daha ulaşmadan." diyince sessiz kalıp herhangi bir cevap vermedim.
Her ne kadar hâlâ ona kızgın olsamda benden onun gelişini uzun süre sakladığı için yine de onunla iletişimi kesip atmadım hiç. Sadece bazen imalı sözlerle o hatasına değinip durdum.
İçeriye geçince sol tarafta olan kanepeye doğru ilerledim. Kanepeye oturup biraz soluklandım. Ayaklarımı karşımda olan orta sehpaya uzatıp Victoria 'ya baktım. Onun bakışları zaten benim üzerimde olduğu için anında bakışlarımız kesişti.
"Gidiyor muyuz?" diye sorduğunda Victoria, o an bir kararsız ifadeyle etrafıma baktım.
Gitmek istiyor muyum? Dürüstçe bu soruyu kendime sordum. Ve bunun cevabını kısa bir süre kendime veremedim. Çünkü içten içe bunu istemediğimi ama yapmak zorunda olduğumu biliyordum. Oraya gitmek istemiyorum. Adımlarım geri geri gidiyor ama kendimi gitmek için zorluyorum. Orada bulunmak bana zor gelecek. Ama bunu herkes için en çokta kendim için yapacağım.
"Gidiyoruz." dedim sesimdeki uzak tehlikeli kıyılarda can veren hissiz insanların duygularıyla. Ve o an uçurumdan atlayıp öldüğümü hissettim. Çakılışım o kadar hızlıydı ki nefes alamadan acıyı bedenime misafir ettim. Kanadım sonrasında hemen bilincimi yitirdim. Sonrası yok. Sonrasını bilen hiç kimse yok.
Yavaşça olduğum yerden kalkarak odama doğru ilerlemiştim. Gitmeden önce Victoria 'ya duş alıp hazırlandıktan sonra oraya gideceğimizi söylemeyi ihmal etmemiştim. Victoria tamam dedikten sonra odama geçip hazırlıklara başlamıştım.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Bir adım. Sadece bir adım belki de her şeyi baştan sona sonlandırabilir ya da devam ettirebilir. Hazırlandıktan sonra daha fazla oyalanmadan Victoria 'nın yanına gelmiş ve daha fazla oyalanacak bir şeyler arama çabası içerisinde olmadan hemen yapmam gerekeni yapmıştım. Victoria zaten Süreyya hanıma bugün geleceğimi söylemiş olmalıydı. Yani herkes oraya sabahın erken saatlerinde geleceğimi biliyordu. Herkes hemde...
Açmış olduğum portaldan Moritanya topraklarına gelmiştik bile. Portalın sonu tam ön bahçede sonlanmıştı. Ön bahçeye adım attığımız anda çoktan çoğu çalışanın ayakta olduğunu ve bahçede hazır ve nazır bir şekilde olduğunu gördüm. Victoria birkaç adım arkamda duruyordu.
Bense öylece kuleyi izlemeye başladım. Hiçbir değişiklik yoktu. Aynı bırakıp gittiğim gibiydi kule . Sadece şu an ilk baharın başı olduğu için hala bahçe tam anlamıyla yeşillikler içerisinde değildi ama kısa zamanda eski sevdiğim görüntüsüne kavuşacaktı. Bakışlarım kuleden uzaklaştı. Victoria hemen yanıma geldiğinde yavaşça kuleye doğru ilerledik.
Tam kapının önünde Süreyya hanım ve Ahlas bey vardı. Bizim onlara doğru yaklaşmamızı bekliyorlardı. Bakışlarım etrafta Turul beyi görmemişti. Hah o ihtiyarın beni karşılayacağını zaten düşünmemiştim. Bunu düşünmek saçma olurdu. Son adımlarımızı atarken Süreyya hanımın keskin ifadeleriyle beni incelediğini fark ettim.
En çokta uzun zamandır kullandığım perçemlerimde ve hafif koyulaştırmış olduğum saçlarımda gezindiğini fark ettim. Evet kendi ülkeme döner dönemez bir değişimi başlatmıştım kendimde. Önce buna saçlarımdan başlamıştım. Sonrasında yavaşça giyimimi değiştirmiştim. Tarzımı tamamen baştan yaratmıştım. Artık her daim daha zarif ve daha şık kıyafetleri tercih etmiştim. Sanki her an şirkette bir toplantıya ya da bir davete gidecek bir şekilde giyimime eskisinden daha çok önem vermiştim.
Belki de Süreyya hanımın en çok şaşırdığı şey bakışlarım olmuştu. Çünkü bakışlarımız kesiştiği anda birden sanki yabancı birine bakarcasına bakmıştı. Çünkü mavi harelerime tamamen hissizlik çökmüş ve onu ele geçirmişti. Harelerim ışıltısını, yaşam enerjisini yok etmişti. Bunu aslından ben bir nevi sağlamıştım. Pişman değilim de bu karardan. Son adımı attığımda bu soğuk tavrım yüzünden Süreyya hanım ilk ne diyeceğini bilemediği için bocalayıp durdu. Hatta içten içe sarılmak istediğini, içimi ısıtacak sözlerini söyleyeceğini bilmiyordum. Lakin bu tavrım onun yapmak istediklerine engel olmuştu.
Ahlas beyin kararsız bir halde bana baktığını görünce yavaşça bedenimi ona döndürdüm.
"Nasılsınız Ahlas bey?" dedim herhangi bir şey sorarcasına çıkan sesimle. Ahlas bey bu ses tonumu fark edince yavaşça bakışlarını kaçırdı ve Süreyya hanıma çevirdi. Sonrasında bakışları bana çevrildi.
"İyiyim Emira." demekle yetindi. Herhangi bir soru sormadı. Ne kadar istese de.
"İyi olmanıza çok sevindim." diyerek yavaşça aralarından geçerek kuleye giriş yaptım.
Ben içeriye girerken Victoria 'ya da nasıl olduğunu Ahlas beyin sorduğunu duydum.
"Kulede büyük bir sessizlik hakim. Nedeni benim gelişim mi?" dedim yanımda ilerleyen Süreyya hanıma hitaben. Koridor geniş ve uzun olduğu için dördümüz yan yana rahatça ilerliyorduk.
"Ah hayır ondan dolayı değil." dedi Süreyya hanım neden böyle dediğimi bildiğinden bu dediğimden ötürü olmadığını hemen söyledi.
"Evlilik hazırlıkları nasıl gidiyor?" dedim Süreyya hanıma. Çünkü birkaç gün içerisinde Kiran ve Mera evleniyordu. Mera ve Kiran düğünü benim geleceğim zamana denk getirmişlerdi. Onların evlenecek olduğunu duyduğum anda çok mutlu olmuştum. Çünkü bu mutluluğu onlar çoktan hak ediyordu.
" İyi, çoğu şeyi hallettik zaten en son hazırlıklar bittiği anda evlilik töreni başlayacak. Küçük detaylar kaldı sadece." diye açıklama yapınca Süreyya hanıma peki anlamında başımı sallayarak yürümeye devam ettim. O sırada Süreyya hanımın sağ tarafında ilerleyen Ahlas beye attığı bakışı gördüm. Bu halimi hala yadırgıyordu. Çünkü net, kesin bir ifadeyle konuşan, bir robottan farkım yoktu. Duygusuz biri gibiydim onların gözünde şu an. Sadece olması gereken gibi davranıp, sözü çok uzatmadan aldığım cevaptan sonrada sensizliğe gömülüyordum.
Ama kısa sürede alışacaktı o ve diğerleri. Artık o eski güçsüz Emira yoktu. Artık hisleriyle hareket eden Emira yoktu. Sadece duygusuz bir Emira vardı. Mantıken kararlar alıp onun uyguluyorum. Olanı değil olması gerekeni yapıyordum. Yavaşça koridorda ilerlerken olabildiğince bakışlarım biraz uzakta olan yerdeydi. Çünkü görmekten kaçındığım bir şey vardı. Biri vardı. Ne yapacağımı nasıl yapacağımı bilmiyordum. Ama çabalayıp, kendimden taviz vermeden buraya asıl geliş amacımı gerçekleştirip, buradan uzaklaşacaktım. Ve sonrada kendi yaşamım için bir şeyler yapacaktım.
Koridorda ilerlerken nedense ona rastlamadığım için sevinmiştim. Hemen yukarıda Süreyya hanım odasına gitmiştik. Süreyya hanımın sorduğu hayatımla ilgili olan sorularına kısa ve öz cevaplar vererek kısa sohbeti devam ettirmiştik.
Bir saat orada durduktan sonra kulede daha fazla durmadan kuleden ayrılıp, Varisler 'i ziyaret etmiştim. Kuleden ayrılmadan önce Süreyya hanıma zemin katta kalmayacağımı söylemiştim. En üst katta çatı katında olan odada artık kalacağımı bildirmiştim. Neden böyle bir karar aldığımı merak ettiğini bakışlarında görmüştüm. Ama ne o sormuştu ne de ben bunun nedenini söylemiştim.
Kuleden çıkmış ve hemen ilk durağım Su krallığı olmuştu. Ben herkesi teker teker ziyaret edeceğimi düşünürken diğer Varisler ve Dennis 'i gittiğim Su krallığında bulmuştum. Hem onlar benim gelişme şaşırmıştı hemde ben onların bir arada olmasına şaşırmıştım. Ve sonrasında bolca sohbet, kahkahaların, şakalaşmaların olduğu güzel anlar yaşamıştık.
Su krallığında uzun süre kaldıktan sonra el mecbur kuleye dönmek zorunda kalmıştık. Victoria 'yla kuleye vardığımız anda geç saatte geldiğimiz için kulede çoğu herkes odasına çıkmıştı. Bizde sessizce odamıza doğru gitmek için zemin katta yukarı çıkan merdivenlere doğru ilerlemiştik.
Yavaşça yukarı çıktığımızda Victoria odasının olduğu kata geldiğinde yanımdan ayrılırken bende kalan basamakları çıkmaya başlamıştım. Sessiz adımlarla son kata ulaştığımda yavaşça odamın olduğu tarafa yöneldim. Ben gelmeden oda hazırlanmış olmalıydı. Neden buraya geldiğimi içten içe merak etmiş olabilir Süreyya hanım ama nedenini öğrenmeyecek. Zaten bunu bilen üç kişi olacaktır.
Odanın kapısına vardığım gibi kapıyı açıp içeriye doğru adımladım. Kapıyı kapattığım gibi odada bakışlarımı gezdirdim. İçeride yanmaya devam eden gaz lambasının ışığının müddet verdiği kadarıyla içeriye baktım. Odam zemin katta olan odadan daha büyük ve daha genişti. Oradaki eşyaları buraya taşınmıştı gündüz vakti.
Bazı eşyalar da eklenmişti. Odamda daha önce olmayan bir çalışma masası, bir okuma kitaplığı ve çizim aletlerimin bulunduğu bir kısım. Bunu çalışanlardan Victoria istemiş olmalı çünkü son zamanlarda çok fazla çizim ve porte çalışmalarım olduğunu biliyordu. Hatta bazen o kadar dalıp gidiyordum ki yaptığım çizimleri tablo üzerinde dikkatle boyarken, o an zamandan soyutlandığımı Victoria bana seslendiği anda fark ediyordum.
Odada yavaşça ilerleyip yatağımın olduğu kısma kadar sakin adımlarla ilerledim. Yatağın yanına vardığımda odada yavaşça kendi etrafımda dönüp odayı inceledim daha yakından. Aynı ama farklıydı. Ortam değişmiş olmasına rağmen bana tanıdık gelmiyordu aynı eşyalar olmasına rağmen. Aynı aynada kendime bakarken hissettiğim o his gibi. Sadece saç rengim koyulaşmış, perçem bırakmıştım. Yine de ben değildim o aynadaki yansıma. Bana ait değildi gördüklerim.
Oda diğer odadan şu yönden farklıydı. Diğer odada giysi odasından banyo odasına geçerken bu odada dört kapı vardı. Bir dış kapıydı, biri banyo kapısı biri giysi odasının kapısıydı ve diğeriyse terasa çıkan kapıydı. Odanın penceresi diğer odada bulunan pencereden daha büyük ve duvar boyunca uzunluğu vardı. Sağ taraf boydan boya pencereydi ve manzarası Kara Orman'a bakıyordu diğer odam gibi. Tek farkı bu sefer tepeden görüyordum Kara Orman'ı. Ve orman hâlâ ihtişamlılığını korumaya devam ediyordu. Bakışlarım usulca çekildi Kara Orman 'dan.
Olduğum yerden ayrılıp banyonun olduğu kısma geçip bir duş almak istemiştim. Duşu kısa tutup hemen çıktıktan sonra hızla giyinip, sakin adımlarla odaya geçmiş ve hemen odada benim için hazırlanmış boyama alanına geçmiştim. Aklımda herhangi bir şey yoktu. Ve gelişine bir şeyler çizmeye başlamıştım.
Tam kırk dakika boyunca aklıma gelen şeyi çizmiştim. Çizdiğim şey o anda Aron 'u uyandırırken bulunduğum odaydı. O an orada gördüğüm her şeyi odada olan tüm küçük detayları bile önümde duran tabloya geçirmiş ve sonrasında yavaşça çizimi boyamaya başlamıştım.
Hiçbir şekilde yerimden asla kıpırdamadan öylece çizimi boyamayı bitirmek için uğraşmıştım. Sonunda boyama da bitince olduğum yerden doğrulup, uzaktan bakmıştım tabloya. Siyahın ve grinin hakim olduğu bir çizimdi.
Artık o kadar dikkatli bir şekilde bu işi yaptığım için çok nadir üzerim boya olurdu. Bu anlarda ondan biriydi. Ellerim ve dizimin üstü birkaç damla boya olmuştu. Olduğum yerden ellerimi yıkmak için banyoya geçmiştim. Ellerimi yıkadıktan sonra bu sefer uyumak için yatağa geçmiş ve yatağa uzanıp sırtımı yatak başlığına yaslamıştım. Uyuyacağımı bildiğim için kendimi bir şekilde oyalamaya çalışıyordum. Çünkü burada nefes alamıyordum. Boğulacak gibiydim. Eğer bir şeylerle uğraşmasam ne yapardım kestiremiyorum.
Kaç kere düşüncelerden dolayı kitabı okumayıp gözlerim uzaklara daldı sayamadım. Ama her defasında yine yeniden okumaya kaldığım yerden devam ettim. Ve sonunda artık kendimi verdiğim dediğim anda bir şey görüp bir şey duydum ve o an tüm algım ona çevrildi.
Tam karşı duvarımda önce bir yazı belirdi sonrasında onun fısıltısı duyuldu.
"Her şey bitmiş değil! Şimdi adım atma sırası bende. Yakında görüşürüz."
Eslia...
Gördüklerimle öylece duvara baktım. Ve o an her şeyin tamamen sona ermediğini bir kez daha fark ettim. Esila hâlâ mücadele vermek konusunda kararlıydı. Ve hâlâ bir güce sahipti. Ama son bulacağını bilmiyordu bu gücün hemde benim tarafımdan. Yavaşça silinen ve izi bile kalmayan duvara baktıktan sonra yavaşça kitabı okumaya devam ettim. Ta ki sabah olana kadar. Sonrasında sanki yeni uyanmış biri gibi esneyip olduğum yerden kalkıp hazırlanmak üzere giysi odasına geçtim.
Üzerime krem renkte bir balon kollu v yakaya sahip bir tulum seçtim. Tulumu aldığım gibi üzerime giyindikten sonra siyah bir kısa topuklu ayakkabı alıp ayağıma geçirirken, odanın sol tarafında bulunan makyaj masasına doğru ilerledim. Masanın üstünde bulunan makyaj malzemelerini kullanıp, yapmak istediğim makyajı yapmaya başladım. Daha çok pastel tonlarını kullanarak daha doğal bir görünüm elde ettim yüzüm için.
Son rötuşleride yaptıktan sonra makyaj masasının çekmecesinden su damlası figürlerine sahip bir bileklik, bir yüzük ve bir küpe aldım. Kolye şu an boynumda açıkça gözler önünde duruyordu. Siyah ve beyaz iki yılan iç içe geçmiş bir halde idi. Kolyenin boyutu normal olarak biraz daha büyüktü ama ben boyutunu normal bir orana getirmiştim. Böyle daha iyi duruyordu. Ve çok göze batmıyordu ya da ben öyle hissetmek için çabalıyordum. Her ne kadar bundan rahat değilsem de her bakanın anında gözleri boynuma iniyordu. Bunu dün Süreyya hanım ve Ahlas beyde yapmıştı ve bazı çalışanlarda. Alışacaktım. Çünkü oluru buydu. Onlar bakacak ben görmezden gelecektim.
Hazırlandıktan sonra odamdan çıkmak için kapıya doğru yöneldim. Kapının kolunu tutup dışarı çıktıktan sonra biraz ileride bulunan aşağı inen merdivenlere doğru yöneldim. Aşağı usulca inerken aşağıdan gelen sesleri duyunca herkesin çoktan ayaklandığını fark ettim. Kahvaltı saatine hazırlıktı bu tüm sesler ama bir karar almıştım ve olabildiğince çok az kahvaltya katılacaktım. Sonunda zemin kata ulaştığımda ön kapıdan değilde arka kapıdan çıkmak istediğim için oraya yöneldim. Victoria 'da birazdan arka bahçeye inince direk buradan Tarsis Krallığına gidecektik.
Yemekhanenin olduğu koridora ulaştığımda içeriye kısaca göz atmıştım yürürken yanından. Bazı çalışanlar masayı hazırlarken bazıları içeride olan küçük mutfakta kahvaltı için servis tabakları hazırlıyordu. Birkaç saniye daha içeriye göz attıktan sonra hemen yürümeye devam ettim. Sonunda arka bahçeye çıkan çift kanatlı kapıya ulaşınca aralık olan kapıdan bahçeye çıktım. Yavaşça yerde bulunan çimler üzerinden geçerken birden kulaklarım bir ses duydu ve yerde olan bakışlarım sese çevrildi. Ve biraz ileride birlerini gördü. Tanıdık simaları... Bunlar Süreyya hanım, Victoria, Turul bey ve o'ydu..
Anında ona çevrilen bakışlarım onun yan profilinden yüzüne çevrildi ve aşina olduğum yüzü inceledi. Ama bu o kadar kısa sürdü ki... Sadece hiç değişmemiş olduğunu fark ettim. Bana rağmen o hiç değişmemişti. Aynı kalmayı başaran çoğu insandan biriydi. Beni ilk fark eden Victoria olmuştu. Ve onun cümlesini yarım bırakmasıyla diğer herkes bize bakmıştı. Ve o... Onun bana baktığını biliyordum ve hissediyordum. Bakışlarım ona değmeden yavaşça oraya doğru yaklaşamaya başladı. Victoria 'nın yüzündeki o üzüntüyü görmek iyi gelmedi.
Victoria acele edip yanıma ulaştı ve sağ tarafımda benimle birkaç adım atıp durdu. Süreyya hanımla aramda birkaç adım kala ilerlemeyi bırakmıştım.
"Ah Emira erkencisin." diyen Süreyya hanıma herhangi bir mimik bile yüzümde belirlenmezken konuşmuştum. O kadar donuktu ki yüzüm bunu onların bakışlarında olan yansımadan gördüm.
"Her daim erken uyandığımı bildiğinizi düşünüyorum." diye cevap verdim. Bu imalı bir cümle değildi. Keza sesimde imaya rastlanacak bir iz ile yoktu.
"İlk günün olduğu için geç uyanırsın sandım. Düşündüğüm gibi olmadı ama." diyince sessiz kaldım. "O halde kahvaltı etmek için yemekhaneye geçelim." der demez anında yanımda bulunan Victoria konuştu.
"Biz Kiran ve Kral Hermes 'i ziyaret edeceğiz. Belki de orada kalabiliriz de." diyince bunu teyit etmek istercesine Süreyya hanımın bakışları bana çevrildi.
"Uzun zamandır onları görmedim. Bu ziyareti dün gece yapacaktım ama kuleye çok geç döndüğüm için yapamadım."diyip aklında olan soruları cevapladım. Olduğum yerde rahatsız olduğumu belli etmemek için büyük bir uğraş verdim. Gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Ve hiç utanmadan o benim ona bakmamı bekliyordu. Ama ona istediğini vermeyecek ve o küstah bakışları göremeyecektim.
" Peki... "dedi Süreyya hanım. Sonrasında sözlerine devam etti." O zaman kuleye geldiğinizde sizi kahve içmek için odamda bekliyorum. "diyip olduğu yerde harekete geçecekti ki birden aklına yeni gelmiş olmalı ki onun olduğu tarafa baktı. Sonrasında hiç istemediğim konuşmaya şahit olmamı sağlayacak cümleleri zikretti." Ah sana söylemeyi az daha unutacaktım. Belki de Victoria söylemiş olabilir ama ben tekrar söyleyeyim Renas hoca burada eğitmen olarak bulunuyor. Gelenekten sonra gelip burada Lord Yelit 'le yapacağı çalışma için kısa bir süre bulunacağını ve o sırada burada diğer herkes gibi eğitmenlik görevini yapmak istediğini söyleyince anında kabul ettim. "dedi Süreyya hanım.
Bilmiyordu ki bu cümlelerin beni rahatsız ettiğini. Ve o nezaketen dolayı onu tebrik edeceğimi düşünmüş olmalı ki olduğu yerde kıpırdadığını yandan gördüm. Ama bir kere bile olduğu yere bakmadım. Süreyya hanımsa yan tarafa bakıp onu tebrik etmemi bekledi ama ben bunu yapmadın ve onun yerine yapmam gerekeni yaptım.
" Burada yeterince iyi eğitmenlerimiz vardı. Bence gerek yoktu. Ama siz istemişseniz bir şey diyemem."dedim durgun bir sesle sonra anında hiç bu konuyu konuşmamış gibi yaparak önce Ahlas beye sonra yeniden Süreyya hanıma baktım." Geç kalıyorum izninizle gitmem gerek. "dedim ve arkama dönüp içeriye doğru ilerledim. Victoria 'ya hemen beni takip etmişti. Sessizce olduğumuz yerden hareket ederken sadece adım seslerimiz ve nefes seslerimiz duyuluyordu.
Böyle yolun sonuna kadar ilerledikten sonra ön bahçeye çıkmış ve açmış olduğum portaldan istediğim yere gelmiştik. Tarsis krallığına...
Ben sessizce bulunduğumuz alandan biraz uzakta olan Kiran 'ın bulunduğu yere doğru ilerlerken birden Victoria' nın sesini duydum. Kısa süren sessizliği bozmuştu.
"Onu ilk gördüğünde ne hissettin?" diye sorduğunda olduğum yerde adım atmayı bıraktım ve kısa bir süre nefes alamadım. Görmek mi? Ona doğru düzgün bakamamıştım yaşadığım acıdan dolayı. Ve onu kısa saniyelik görmek bile acı vermişken bunu uzun süreye dökmek kim bilir bana ne hissettirirdi. Ben artık ona kör olmuş olmayı tercih etmiştim. Sakince dudaklarım arasından usulca ciğerime sızan nefesi kendime hapsederken ona merak ettiği cevabı vermiştim.
"Hayal kırıklığı..." dedim sesimdeki titremeyle. O titremede ne hisler vardı ne hisler! Sakin kalıp o Hislerin etkisini yok etmek için kendime zaman tanıdım.
"Neden?" dedi cevabını bile bile. Bende bunu bile bile cevap verdim.
"Çünkü artık gelecek için bir hayalim olmadığını fark etmem bana büyük bir hayal kırıklığına sebep oldu." dedim bunu söylerken acı acı güldüm ve dudaklarımda olan tebessüm yavaşça hayatını kaybetti intihara sürüklendiği için. Hızla dudaklarımda gerçek olamayan bunun için çabalayan tebessümü öldürüp yok ettim. Çünkü acılarla dolu olan tebessümün izlerini barındırmak istemiyordum. Çünkü onunda bana acıdan başka bir şey vermediğini anlamış ve bunu kabul etmek zorunda bırakılmıştım. Diğer her şey gibi oda karanlık raflarda yerini almıştı.
Kiran olduğu yerde birden bakışları beni bulunca hemen yüzüne bir gülümseme yerleşti. Ve bana baktığını gören Kral Hermes anında kahverengi hareleri bana çevrildi. Kiran olduğu yerden doğrulup bana doğru ilerledi. Onun aceleci adımlarına tezat benim adımlarım yavaştı. Kiran son adımlarını atıp karşıma geçince hızla bana sarıldı. Bende sarılışına karşılık verip kollarımı sırtına sardım.
"Geleceğini bilmiyordum. Neden haberim vermedin geleceğin günü? Ne zaman geldin peki?" diye ardı ardına sorularını sorarken Kiran yavaşça kollarımı sırtından çekip bakışlarımı ona çevirdim.
"Dün sabaha doğru geldim. Seni dün geç kuleye döndüğüm için ziyaret edemedim ama bugün buradayım ve bugünü sana ayırdım." diyerek sorularını yavaştan yavaştan cevapladım.
"Burada kalmana çok sevindim." dediğinde Kiran o sırada yanımda duran Victoria 'ya da selam verip ona da sarıldıktan sonra hep birlikte ilerlemeye başladık. O sırada bakışlarım biraz ileride bahçede bulunan masanın etrafında oturan Tarsis Kralı' na çevrildi.
Sessiz bir şekilde olduğu yerde bizi izliyordu. Onun olduğu yere ulaştığımız anda Victoria' ya hoş geldin dedikten sonra benim olduğum tarafa bakışları çevrildi.
Ciddi duruşu, kısık bakışları arasından bendeki farklılığı izliyordu. Onu her zaman ki gibi çok iyi görmüştüm. Sanki her an yaş almıyor da daha çok gençleşiyor gibiydi. Kiran 'ın babası değilde daha çok abisi gibi duruyordu. Kiran' ın bana ayırdığı kısma geçtikten sonra bakışlarımı Tarsis Kralı 'na diktim.
"Nasılsın Kral Hermes?" diye sordum sırtımı ahşap sandalyeye yaslarken. İlk an bir şey demedi sonrasında yavaşça olduğu yerde yavaşça kıpırdadı ve sonrasında sorumu cevapladı.
"Gayet iyiyim. Asıl seni sormalı diyeceğim ama çok iyi gözüküyorsun. Yenilenmiş gibi." dediğinde kurduğu cümlenin gölgesi altında yatan gerçek canımı acıttı. Anlamış mıydı, acının beni yeni bir arayışa sevk ettiğini? Ve bu arayışın bendeki izlerinin verdiği zararı?
" Aynı olmamak için çabalıyorum sadece. Elimden geleni yapıyorum. "diye karşılık verip derince havayı soludum. İçime çektiğim her nefes canımı daha da yaktı acısını dindirmek yerine.
Ben sessizce düşüncelere dalıp giderken birden düğünün konusu açılınca konu oraya kaydı. Bense ara sıra sohbete katılsam da bazen düşüncelerin yönetiminde kendimi yitirip duruyordum. Çoğu zaman son anda sorulan soruya cevap verip, dalgınlığımı belli etmekten kurtuluyordum. Uzun uzun sohbet ettikten sonra içeriye geçmiş ve kalan sohbeti orada devam ettirmiştik. Düğün hazırlıklarından dolayı içerisi hala düğün için dizayn edilip duruyordu çalışanlar tarafından. Onların mutluluğuna şahit olmak ve orada bulunmak benim için çok güzel bir şeydi.
Kiran kuledeki son detayları ben ve Victoria 'ya göstere dururken, Tarsis Kralı yanımızdan ayrılıp bizi yalnız bırakmıştı. Üçümüz kuleyi gezerken çoğu çalışanın yanımızdan geçip giderken bana yönelik olan bakışlarına şahit oluyordum. Hâlâ o olaylardan sonra bana yönelik olan konuşmaların bu sayede devam ettiğini anlamış bulunmuştum.
Kuledeki kısa gezintiden sonra hep birlikte kuledeki Kiran 'ın en çok vakit geçirdiği yere yani kütüphaneye gelmiştik. Kiran ve Victoria kütüphanede bulunan masada yerlerini almışken ben biraz ileride olan pencereye doğru ilerlemiş ve yan duracak şekilde omzumu pencerenin kenarına yaslamıştım.
"Diğerlerini de ziyaret ettiniz mi?" diye sormuştu o anda Kiran ama benim yerime cevap veren Victoria olmuştu. Bense sadece onların konuşmasını dinliyordum.
"Evet sıra sıra ziyaret ederiz diye düşünürken Su Krallığı'na gittiğimiz anda hepsini bir arada bulmuştuk. Ve gece geç saatlere kadar beraberdik sonrasında sabah erkenden buraya geldik." diye olanı biteni anlatmıştı Victoria. Sonrasında ikisi de genel geçer konular hakkında konuşmaya başlamıştı.
Hava karanana kadar üçümüz kütüphaneden çıkmamıştık sonrasında akşam yemeğine çağrıldığımız anda üçümüz hemen akşam yemeğinin yenileceksiniz alana geçmiştik. Dört kişilik hazırlanan yemek masasında olan yerlerimizi almıştık. Masanın en başında Kral Hermes vardı. Kral Hermes 'in sağında Kiran solunda ben vardık. Benim solumda da Victoria vardı. Yemekler servis edildikten sonra çalışanlar kendi alanlarına geçmişken bizler yemeği yemeye başlamıştık. Yemek anında olabildiğince sessizlik hakimdi.
Ta ki Tarsis Kralı' nın bana sorduğu soruya kadar.
"Tehlike hâlâ geçmiş değil." diyince masadaki tüm o sessizlik ölüm sessizliğine büründü. "Ne yapmayı düşünüyorsun şu an?" diyince Tarsis Kralı yavaşça elimde duran çatal bıçağı tabağın iki yanına bıraktım. Bakışlarım kısa bir süre yanımda duran Victoria 'ya çevrildi. Amacımın ne yönde olduğunu bilen kişilerden biriydi. Ne yapacağımı, neleri bizim aleyhimize çevrileceğini biliyordu.
"Her şey tamda olması gereken şekilde olacak." demiştim bakışlarımı Victoria' dan çekip Tarsis Kralı'na çevirmişken. Bakışlarımda ne gördü bilmiyorum ama neden bu kadar sakin bir şekilde sorusunu yanıtladığımı anlamaya çalıştı. Sonra ne mi oldu? Yeniden sessizliğe gömüldük ve yemeği yemeye devam ettik.
Yemekten sonra hepimiz çay saatine kadar odalarımıza çekilmek için merdivenlere yönelmişken, birden Tarsis Kralı beni çağırınca anında ona doğru bakıp, birkaç saniye sonra onun olduğu tarafa yöneldim. İsmimi çağırıp arkasını dönüp çalışma odasının olduğu koridora doğru yönelmişti. Ben sessizce onu takip ederken o kapıyı açıp içeri girdi. Kapıyı kapatmamış ve benim de geçmemi sağlamıştı.
Tarsis Kralı kendi çalışma masasına ait olan sandalyeye oturmuşken, ben oturma gereği duymadım ve ayakta dikilerek ne söyleyecek diye bekledim. Benim oturmadığımı görünce herhangi bir şey demedi ve kısa süre gözlerime sabitlediği bakışları beni izledikten sonra yavaşça uzaklaştı benden.
"Asi tavrını törpülemeyi başarmışsın ama bakışlarındaki ruhsuzluk daha da çoğalmış. Nasılsın diye sormayacağım çünkü cevap vermeyeceksin. Ama hislerini canlı tutmaya bak." dediğinde Tarsis Kralı herhangi bir şey diyemedim ona çünkü neden bu halde olduğumu biliyorum ve zamanla iyileşecek gibi miyim bilemiyorum.
Sessizliğim onun başka bir konu hakkında konuşmasıyla son buldu.
" Biliyor olmalısın ki düğün çok yakında olacak. O gün oğlumun en büyük mutluluğu olacak. Belki ilk başlarda bunu doğru bulmadım ama şu an senin sayende o kendi hayatını kuracak ve çok mutlu." diyince Tarsis Kralı bir an cümlenin sonunda teşekkür edeceğini sanmıştım ama o başka bir şey söyledi.
" Benim adıma Mera için yaptığım hediyeyi ona düğün günü verebilir misin? Çünkü o hediye aslında annesi tarafından verilirdi geline. Ama ne Kiran 'ın annesi var ne de Mera' nın. Bunu senin yapman onları çok mutlu edecektir." diyince hiç beklemeden kabul ettim.
" Tabii hediyeyi ben ona veririm. "dedim sakince.
" Peki o halde senin daha fazla vaktini almayayım. Sen dinlenmene bak. "diyince usulca Tarsis Kralı hemen olduğum yerden arkaya doğru dönüp kapıya doğru ilerledim. Odadan çıktıktan sonra bana ayrılmış odaya doğru merdivenlerden çıkmaya başladım.
Hâlâ sözleri zihnimde devrilip duruyordu.
".... bakışlarındaki ruhsuzluk daha da çoğalmış ... " En son yaşanan olaydan sonra daha fazla kendimi kaybetmiştim. Ve o kaybediş uçuruma sürüklemişti beni.
"... hislerini canlı tutmaya bak..." Hislerim çoktan ölüp gitmişken onları geri getiremem ki.
Odaya vardığım anda yatağa sırt üstü kendimi atıp tavanı izlemeye başladım. Ben kendi kendime düşünürken birden tavanda beliren yazı tüm ilgimin oraya kaymasını sağlamıştı.
" Her adımın benim sonum olacak sanıyorsun ama beni yok etmeye çalışırken aslında kendini yok ediyorsun farkında değilsin."
Esila
Doğruydu aslında söyledikleri bir konuda. Ama ben bunu çoktan göze almıştım zaten. Ve tüm olanı bitenin tüm sorumluluğunu göğüslemeye hazırdım. Ve öyle herhangi bir şey amacımdan beni şaşırtamazdı. Esila bilmiyordu ki ben bu amacın sonunda kazanmaya da kaybetmeye de hazırdım. Yani gözümü korkutması saçmaydı.
Gözlerimi kapattım ve hep yaptığım gibi sessizliği dinlemeyi tercih ettim düşüncelerim çığlıklarına karşı.
─⊹⊱☆⊰⊹─
İyi şeyler duyguları canlandırırdı. Kötü şeyler duyguları katlederdi. Araf ise sizi bir boşluğa itip orada yaşam sürmenizi sağlardı. Yani her şeyin bir mutlak sebebi bulunuyordu. Ve mu mutlak şeyler çok acı verici bir halde olabiliyordu. Sizlerde sadece bu acıya tanıklık eden seyirciler oluyordunuz.
Avuçlarında olan her çizginin bir haritası vardır; yaşamında sana yol gösterici olur. Hataların o çizgide izlerini kazır ve haritadaki yerini alır. Sende o çizgileri takip etmeden yeni doğruları aramaya başlarsın. Ta ki istediğine ulaşıncaya kadar. Bulunca da o çizgiden şaşmadan hayatını sürdürmeye başlarsın. Ve geçmişe dönüp baktığında yaptığın o hataların seçimlerini hatırlarsın. O hataların hayatında neleri yıkıp geçtiğinin farkında olursun. Ve bundan yeni bir yaşam izleri var edersin. Hayatını tamamıyla doğru bildiğin şekilde kurursun.
Silemediğim ve ezberlediğim şeyler oldu yaşamımda. İzleri tenime kazındı. Zihnime saklandı. Ruhumda katliam başlattı.
Ezberledim istemeye istemeye hayatımın acı yollarını. Silemedim, çabaladığım halde anılarımı. Ezberledim saniye saniye kanayan zihnimdeki çığlığın melodisini. Silemedim tenimde gözyaşlarımın takip ettiği yolları.
Unutmadım bana yapılanları. Unutturmadım zihnime acıyla uyandığım geceleri. Silinmesine izin vermedim dudaklarımda olan o yalan tebessümün. İzi kalsın diye uğraş verdim avuçlarımda acıyla kazıdığım tırnak izlerinin. Unutmak istemedim gözlerimi yummadığım o gecelerin sonunda verdiğim sözleri yerine getirmem gerektiğini.
İzi kalmasın diye düşüncelerimi susturmak için neler yaptığımı istesem de unutmayacağımı biliyordum. Anıların unutulup gitmemesi için onları zihnimdeki raflara kaldırdığımı, bunun için neler yaptığını ne uğraşlar verdiğimi biliyordum.
Ve bunu benden başkası bilmiyordu. Bilmesine gerek yoktu da. Ben bilsem yeterliydi. Çünkü daha önce de demiştim. Bana en çok zararı yine bana veren kişi bendim. Başkası değildi. Kendimi cezalandıran da bendim. Canımı en çok yakan da bendim. Çığlıklar atmamı sağlayan da bendim. Acıyla ağlamamı sağlayan da bendim. Ölümle baş başa kalmamı sağlayan da bendim. Hissiz olmak için çabalayan da bendim. Ruhumu yok etmek için uğraş verende bendim.
Aslında zaten her şeyin sorumlusu bendim de bunu fark etmem geç sürmüştü. Ve bunu durduramayacağımı da biliyorum. Bunun için çabalamayacağımı da biliyorum. Ve kendimi süründüreceğimi de biliyorum.
Bildiğim halde bunları yapmam benim en acınası tarafım. Ne tesadüf ki bu beni ilgilendirmiyor artık. Çünkü hayatıma verdiğim yön bundan geçmiyor. Geçtiği yol farklı. Geçtiği yok sonsuz acıyla çevrili. Geçtiği yolun geri dönüşü yok. İzin de yok bunun için.
Tarsis krallığından ayrıldıktan sonra Victoria 'yla kuleye geri dönmüştük. Sabah saatlerinde geldiğimizden etraf sessiz sakindi. Ben kuleye geçmeden hemen kulenin arka bahçesinde olan çardağa geçmiş ve orada yapmam gereken birkaç işi yapmaya başlamıştım.
Hava biraz serin olsada daha önce Dehliz' in bakmamı istediği kitabı inceliyordum. Ama hâlâ neden bu kitabı incelemem gerektiğini bilmiyordum. Sadece bana lazım olacak bir kitap olduğunu biliyorum. Fakat nerede ve ne zaman işte orası muamma. Üşüdüğüm için güçlerim sayesinde omzuma bir örtü almıştım. Elimde duran kitabın sayfalarını karıştırıp içerisinde olan bilgileri okuyup akılma takılanı not ediyordum. Rüzgar esip dururken önüme gelen perçemlerimi hızla kulağımın arkasına iliştirip devam ettim okumaya.
Elimde duran kitabın boş sayfalarına notumu almaya devam ederken birden yanımda birinin varlığını hissedince başımı kitaptan kaldırıp yanımda beliren kişiye çevirdim. Bakışlarım ummadığım kişiyle kesişti. Uzun zamandır görmediğim lacivert hareleri tam karşımda bu kadar yakından görmek beni hayrete düşürmüştü. Bakışlarımı hemen çekerek onun varlığını yok saymaya başladım.
Tam sağ tarafımda ayakta dikilirken birden birkaç santim uzağımda oturup yönünü bana çevirdiğini fark ettim. Elinde tuttuğu kitaplarını önünde duran masaya bırakmıştı sonrasında. Bense elimde tuttuğum kitaba hâlâ zor da olsa notlarımı almaya devam ediyordum.
Onu yok saymama rağmen hiç bu tavrımı umursamadan yanımda oturmaya devam ediyordu. Daha fazla onun varlığına dayanamayacağımı fark edince yavaştan yavaştan toplanmaya başladığımda birden onun aramızda olan sessizliği bozduğunu duyunca hareket etmeyi bıraktım.
"Beni görmezden gelmeyi daha ne kadar devam etmeyi düşünüyorsun?" diyince sesine yansıyan merakı açıkça gösterirken hiçbir şekilde sorusunu cevaplamayı düşünmedim. Ama zihnimde o soruyu yanıtladım. 'Sonsuza kadar devam edecek seni görmeyişim. Görmemek için çabalayışım.'
" Peki sessiz olmaya devam edeceksin. "diye devam ettiği anda Dehliz 'in saklamamı istediği kitabı ve not aldığım kitabı alıp ayağa kalktım. Ondan tarafa dönmeden çardaktan çıkmak için harekete geçti.
" Kaç bakalım kaç . Daha ne kadar kaçacaksın benden? Eninde sonunda konuşacaksın ki. "diye konuşunca gözlerimi devirdim. Yüzsüzlüğüne diyecek bir şey yoktu. Onun yanından ayrıldığım gibi kuleye doğru ilerledim.
Ben gittikten sonra onun zihninde var olan o duyguyu görmezden geldim. Çünkü oradaki duygu tüm zihnimdeki geriye çekilmiş suları gözler önüne çekti. Ve ben bu duygunun gerçek olmadığını kendi kendime hatırlattım. Onun yine bir planı vardı biliyorum. Ve bu defa bu hataya düşmeyeceğim.
2 gün sonra....
Kuleye geldikten sonra elimden geldiğince daha sessiz alanlarda bulunmak için çaba sarf ediyordum. Zaten en son onunla son konuşmadan sonra bir daha etrafımda onu bulamamıştım. Çoğu zaman kendi odamın bulunduğu yeni katta bulunuyordum.
Yapmış olduğum büyü sayesinde ben dışında odamın olduğu kata herhangi biri kolaylıkla gelemezdi. Gelecek kişiler arasında Süreyya hanım ve Victoria bulunuyordu. Onca gündür kuledeydim ama hâlâ Lord Yelit kuleye gelmemişti. Ne zaman geleceğini de kimse bilmiyordu. Benden sonra iki kere kuleye gelmiş ama çok kalmadan geri gitmişti.
Süreyya hanım benim için onunla bir bağlantı kurmaya çalışsada başarılı olmamıştı. Ve sonundaysa pes ederek onun kuleye döneceği günü beklemeye başlamıştık.
Kendi sessizliğim arasında boş durmadan yapmam gereken şeyler için bilgi toplamaya devam ediyordum. Olabildiğince kendi başıma bunu halletmeye ve kimseye belli etmemeye çalışıyordum. Çünkü birilerinin işime alet olmasını istemiyordum.
Elimden geldiğince planlarıma göre günü gününe yapamam gereken şeyler vardı ve ben birkaç gündür bunu olabildiğince saatlere döküyordum. Nedeni yakında olacak düğün içindi. Çünkü düğün günü ve ertesi gün Tarsis Krallığında bulunacaktım. Mera oraya alışana kadar bizim onunla kalmamızı istemişti. Ben ve Victoria 'da onu kırmayarak kabul etmiştik teklifini. Kiran zaten Mera' nın rahat etmesi için elinden geleni yapıyordu.
Mera düğün için çok heyecanlı ve çok mutluydu. Onun adına bende mutluydum. Çünkü bu güzel sevgiyi hak ediyordu. Kiran onu tüm kalbiyle seviyor, ona olabildiğince nazik davranıyordu. Zaten Mera 'nın orada bulunmamızdaki ısrarı Kral Hermes içindi. Her ne kadar evliliklerine evet demiş olsada Mera hâlâ ondan çekiniyordu. Bu zamanla aza inecekti bundan emindim.
Son işimide hallettikten sonra kahvaltı etmek için aşağı inmek için odanın kapısına doğru ilerledim. Ben genelde bir Victoria 'yla herkesten sonra kahvaltı ederdik. Ama bugün Victoria, Asper krallığındaki işini halletmek için erkenden kuleden ayrılmıştı. Bende bugün tek başıma kahvaltı yapacaktım.
Odadan çıkarak yemekhanenin bulunduğu zemin kata ulaşmak için merdivenlere yöneldim. Basamakları yavaşça iniyor ara sıra etrafta olanları inceliyordum. Kuledekiler şu an yeni başlayan ders saatleri için dersliklerin olduğu kata çıkıyordu. Bazılarının bana attığı o rahatsız edici bakışlara şahit olsamda onları pek takmadan yoluma devam ediyordum.
Onlar için eğitim belli bir süre için yoktu . Bizdeki gibi yıllara göre değil daha çok öğrenmesi gereken her bilgiyi öğrenene kadardı. Yani verilen dersleri hepsi öğrenmesi lazımdı. Bu buradaki eğitim düzeyi için mutlak bir kuraldı.
Sonunda zemin kata ulaşınca önümde beliren koridordan sola dönüp yemekhaneye ulaşacağım koridora saptım. Koridorda ilerlerken tektim. Herhangi birine rastlamadım. Yemekhanenin kapısının önüne varınca yavaşça kapıyı açıp içeriye doğru adımladım.
İçeriye girdiğim anda benim için hazırlanmış kahvaltı masasında onu gördüm. Adımlarım anında durdu. Olduğum yerde dikilirken etrafa baktım kısaca. Mutfakta iki çalışan vardı. Başka kimse bulunmuyordu. Bakışlarım aynadaki yansımasına kaydı. Bana bakıyordu ama benim bakışlarım onda değil yansımasındaydı. Zaten benim hayatımdaki yeride bu değil miydi? Bir yansıma...
Ne işi vardı burada ki ? Onun şimdi dersliklerden birinde ders veriyor olması lazımdı! Olduğum yerde yavaşça hareket ederek bakışlarım ondan uzak olacak şekilde masaya doğru ilerledim. Neydi burada olmasındaki amacı? Tam da kahvaltı alanının kurulduğu yere oturmuştu. Derin bir nefes al. Patlama! Görmezden gel! Sen bunu çoğu zaman yaptın yine yaparsın.
Sonunda masanın etrafındaki yerimi aldıktan sonra bana ayrılmış yere oturunca önümde duran boş tabağımı doldurmaya başladım. Tam karşımda oturuyordu. Ama o hiç yokmuş gibi davranıyordum. Ve dışarıdan bunu ne kadar yapabildiğimi içten içe merak ediyordum. Boş tabağıma bir şeyler koyup yemeye başlayınca birden yanımda bir çalışan belirdi.
"Siz bir şey ister misiniz efendim?" diyen sorusunu duydum. Bakışlarım çalışan kızı bulmadı çünkü bana hitaben konuşmadığını biliyordum. Nereden mi? Titreyen sesinden. Çünkü bana sorsaydı daha çok bunu zorunlulukla yaptığını belli eden bir sesle konuşurdu. Ama ona sormuştu ve ondan diğer insanlar gibi ürküyordu. Bir yandan haklıydı. Ürkütücü bir hali vardı.
"Hayır." dediğini duydum daha çok duymak zorunda kaldım demeliydim.
Çayımdan bir yudum alıp ikisini de yok sayarak kahvaltımı etmeye çalıştım. Çünkü diğer türlü burayı terk etmem an meselesiydi.
Ben kahvaltı ederken onun bakışlarının bende olduğunu ve dikkatle beni izlediğini biliyordum. Aslında burayı tek etmeli ya da başka bir masaya geçmem gerekiyordu ama bunu yapmadım. Birinci nedeni onun artık varlığının benim için bir anlam ifade etmediğini bilmesi içindi. Aslında ne düşündüğüyle de zerre ilgilenmiyorum da. Sadece tepki çekmek istemiyorum hiç olamamış olduğunu sandığım şeyin gün yüzüne çıkıp beni rahatsız etmesini istemiyorum. Bir daha da zaten odamda edecektim eğer Victoria olamazsa kahvaltıda.
İkinci sebebi buradaki varlığının benim için hiçlikten ibaret olduğunu anlaması içindi. Ama bundan emin değilim de çünkü bu düşünceyi akıl edecek değildi. Kibri buna engel olurdu.
"Yokmuşum gibi davranmaya hâlâ devam mı edeceksin? Ben buradayım." diyen tok sesini duymazdan gelmek ve burada olmadığını düşünmesi için bardağıma meyve suyu doldurdum. O sanki karşımda yokmuş gibi davranıyor ve kahvaltımı ediyordum. Hatta o konuşmayana kadar o kadar buna odaklanmıştım ki o konuştuğu anda gerçekliğe geri dönmüştüm.
"Pekala..." demiş ve masaya doğru eğilip bana daha yakından bakmaya çalıştığını görmüştüm göz ucuyla .
Bakışları artık beni rahatsız ediyordu. Anında tam ortadaki vazonun tam önümde belirmesini sağladım. Sonrasında usulca bitmek üzere olan kahvaltıma devam ettim. Ben devam ederken birden vazonun önümden yok olmasıyla bunu inat edecek kıvama geldiğini anladığım anda yavaşça yerimden ayrılıp geldiğim yere doğru geri gitmeye başladım. Bence yeterince ona tahammül etmiştim. Gerisi beni aşardı. Yapmam gereken onca şey varken onunla vakit kaybedemezdim.
Ben yerimden ayrılınca çalışanların masaya doğru ilerlediğini ve masayı toplamaya başladığını duydum. O sırada tekrar çalışan kız ona bir şeyler içip içmeyeceğini sorduğunda onun verdiği cevap şu olmuştu. Her ne kadar uzakta olsam da duymuştum.
"İstemez. Zaten adamda iştah filan bırakmadı ." demişti sinirle. Hah hep ben mi sinir olacağım biraz da o olsun.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Sus! Ne için? hayatın için. Sakla! Ne için? Yerinden bir dünya inşa edebilmek için. Söyleme! Ne için? Acıların dile gelip seni öldürmesin diye.
Yanlış zaman... Onun hep karşıma çıkması yanlış zamanda oluyordu. Ya da bu benim için böyle geçerliydi. Çünkü o... Nefes al. Sustur izlerin ruhlarını. O hep bir anda kalabalığın arasında bulunduğumuz anda hep benimle herhangi bir iletişim kurmak için çabalıyordu.
Ben o an o ortamda bir düşünce beyan ettiğim anda hemen bir şey söyleyip konuşmamı sağlamak istiyordu. Şu ana kadar ustaca onun sorularının cevaplamaktan kaçınmayı başarmıştım. Nereye kadar sürebilirdi bilmiyorum? Çünkü yılmıyordu. Bende yılmayacaktım ona karşı. En son yemekhaneden koltuktan sonra o sözünü düşünmüştüm. Neden iştah kalmamıştı ki? Sonuçta beni rahatsız edip duran oydu. Her daim ben onu geri püskürtmek için mücadele verip duruyordum.
Birkaç kere tam onunla tekrar yalnız ortamda kalacağım an imdadıma yetişen ya çalışanlar olmuştu ya da sevgili dostlarım. Sık sık hepsi kuleye ziyarete gelip burada biraz zaman geçirdikten sonra hemen Kiran 'ın yanında soluğu alıyor, ona düğün için yapılan hazırlıklarda yardım ediyor ve düşüncelerimizi paylaşıyorduk. Düğüne sadece üç gün kalmıştı. Bizlerde bu son üç günde kalan işleri hallediyor ve herhangi bir konuda çıkan pürüzleri gideriyorduk.
Düğünden sonra bizde Tarsis Kulesi'nde kalacağımız için Victoria birkaç eşyalarımızı oraya götürmüş ve bize ayrılan odalara yerleşmiştik. Ben bu süre zarfında çok şeyi halletmeyi başarmıştım. Kalan çok az şey vardı. Zaten düğünden sonra planlarımı devreye sokup, yapmamız gerekenleri halledecektik.
Birkaç kere bizimkilerle Kara Orman'ı ziyaret etmiş ve onlarda kulede ki olan her yeri gezmişti. Sonrasında geri dönmüştük. Sonrasında zaten sık sık burada bulunacaktık.
Şimdiyse gece kararmış ve ben tüm sessizliğin içerisinde yemekhaneye inmiştim. Yönüm pencereye dönük bir şekilde dışarıda olan ayı izliyor bir yandan da önümdeki çizim kağıdında yavaşça çizimi tamamlamaya çalışıyorum. Uykum kaçtığında odada durmak yerine buraya inmiştim. Önümde duran gaz lambası çevremi aydınlatıyordu. Karanlığa sahip yemekhaneye loş bir ortam sağlıyordu.
Başımı önüme çekip elimde duran kalemi hareket ettirip, yaptığım bir kulenin son eksikliğini tamamlamaya çalıştım. Bu yaptığım çizimler yapacağım plan için destekleyici bir unsurdu. Bu sayede eksiksiz olarak her şeye adapte olacaktık.
Çeneme yaslı olan elimi usulca kaydırıp sol elimi yanağıma doğru sürükledim. Yana eğmiş olduğum başımı yavaşça kağıda doğru eğip, yakından çizimi tamamlamaya başladım. Uykum olmamasına rağmen gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Uykum yoktu ama ara sıra esneyip duruyordum. Bedenimde olan bu anlamsız yorgunluğun neyden kaynaklı olduğunu zihnimde sorguladım.
Herhangi bir şey yapmamıştım kendimi yoracak şekilde ama yorgun ve halsiz duruyordum.
Son dakikalara ulaşırken sonunda çizimi bitirmiş ve onu muhafaza ettiğim diğer çizimlerin arasına göndermiştim. Sonrasında iki kolumu masaya yasladım ve başımı pencereye dönük olacak şekilde kolumun üzerine bıraktım. Dışarıda olan manzarayı izlerken sessizce nefes alış verişlerim eşliğinde zamanı öldürdüm. Ve tam o zamanın boşluğunda kaybolacağım an birden içinde olduğum yemekhane kapısı aralandı. Bu saatte kim uyanıktı ki? Kolumun üzerinde olan başımı kaldırıp içeriye giren kişiye baktım. Ve biraz ileride kapının önünde duran kişiyi bulunca bakışlarım hızla çatıldı. Burada ne arıyordu? Ahrar...
Biraz ileride durmuş olduğum tarafa bakıyordu.
Masanın üzerinde duran kollarımı geriye doğru çekip, sırtımı sandalyeye yasladım ve karşımda olan adama loş ışığın altında bakmaya başladım. Olduğu yerden yavaşça hareket ederek olduğum tarafa doğru ilerledi. Bense olduğum yerde huzursuz olup yavaşça önümde duran çizim kağıdını toplayıp hareketlenmeye başladım.
Ahrar birkaç adımda yanıma ulaşıp tam karşımda olan sandalyeye geçip oturdu.
"Uyanık olmanı beklemiyordum. Işığı görünce kim olduğuna bakmak için geldim. Uyku mu tutmadı Emira?" dediğinde olduğum yerde titredim. İsmimi o olaydan sonra ilk kez ondan duymuştum. İsmimi zikrettiği anda yaşadığım o boşluğa düşme anını fark etti mi bilmiyorum ama sessizliğim karşısında bir şey yapmadı.
" Hiç sormayacak mısın neden buraya geldiğimi? "dedi tekrar konuşarak. Ondan uzak olan bakışlarım merakla çevrelendi. Sormayacağım ama aklımda bununla ilgili birden fazla düşünce vardı. Ama sadece içten içe soruyor ve kendi kendime bir sonuca ulaşmaya çalışıyordum. Elime almış olduğum çizim kağıdıyla beraber oturduğum yerden kalkarak yavaşça masanın etrafından uzaklaşmaya başladım.
Olduğu yerde hareketlendiğini göz ucuyla görmüştüm. Ama olabildiğince o burada yokmuş gibi davranıyordum.
Masanın etrafından uzaklaşıp yemekhanenin çıkışına doğru ilerledim. Tam Ahrar 'ın olduğu taraftan uzaklaşacakken birden tam yanımda belirdi ve hemen kolumu tuttuğu gibi hareket etmemi engelledi. Adım atmayı bıraktım. Bu ne cesaret? Nasıl bana dokunabilir? Bakışlarımı tuttuğu koluma çevirdim. Ve usulca bakışlarım kolumdan onun yüzüne tırmandı ve sonrasında hemen göz göze geldik. Her ne kadar çok aydınlık olmasada net bir şekilde her yeri görebiliyorduk.
Bakışlarımız birleşince sanki o an duygu patlaması yaşandı. Ama bu sadece belki de bir hayaldi. Çünkü ikimizde hareketsiz bir şekilde duruyorduk. Ben yan dönmüş başımı ona çevirmişken, o bana dönük duruyordu. Eskiden bakmaya doyamadığım o lacivert harelerine bakarken şu an ne kadar hissizlik içerisinde olduğumu bir kere daha anladım. Benim aksime o daha farklı bakıyor, daha farklı hissediyordu. Sanki... Sanki... Neyse bu saçma bir düşünce! Bakışlarımda hâlâ kolumu tutmasından ötürü bir rahatsızlık vardı.
Ahrar, ona olan bakışlarımdaki uyarıyı geçte olsa fark etti. Ve yavaşça elini kolumdan çekmeye çalışırken ben ondan önce davranıp sertçe kolumu onun tutuşundan kurtardım.
"Bir daha —" dedim derin nefesler arasından ve devam ettim. "... herhangi bir şekilde bana dokunayım deme! Bir daha benimle herhangi bir şekilde konuşmaya çabalama! Bir daha olduğum yerde bulunma, bulunsan bile olabildiğince gözlerimin seni görmemesini sağla! Ve burada olmanı merak etmiyorum! Bir daha bu ve bunun benzeri soruları için beni rahatsız etme! Anlaşıldığımı sanıyorum?"dedim ve olduğum yerden hareket edip onun etrafında uzaklaşıp, yemekhane kapısına kadar hızlı adımlarla ilerledim. Kapı kapalıydı. Yavaşça açıp geçmek için kapının köşesine parmaklarım yaslandı.
" Sen... "dediğinde kapıyı açacak olan elim kapının üzerinde öylece durdu. "... merak etmesende ben aklında olan soruyu ama sormak istediğin sorunun cevabını sana söyleyeceğim. "diyince olduğum yerde kıpırdamadan başımı omzumun arkasından geriye doğru çevirdim.
" Benim için bir şey ifade etmeyecek bir açıklamayı yapmanın neresi doğru? "diye sertçe çıkıştım. Ahrar hemen birkaç adım öne doğru geldi.
" Her şeyi yanlış biliyorsun. Ve ben sana olanı biteni anlatmak istesemde şimdilik anlatamam senin için. "diyince söylediği cümleye alaylı bir şekilde güldüm. Gülümsemem içerisinde yarı alay yarı acı bulunuyordu.
" Ya öyle mi? Peki sen şimdilik sus o gün gelene kadar olur mu? Çünkü seni şu an, yarın ve gelecekte dinlemek istemiyorum. Bir daha beni rahatsız etme ve sonsuza kadar rahat bırak. Anlaşıldı mı?" diyerek onun tekrar konuşmasına izin vermeden yemekhaneyi terk ettim.
Hızlı ve sinirli adımlarla odamın olduğu tarafa doğru ilerledim. Ben çıkmadan önce onun sesi ulaştı kulaklarıma. Benden sonra kapıya doğru ilerlemiş ve benim duyacağım seste konuşmuştu. Ama hiç duraksamadan karşımda olan merdivenlere doğru yönelmiştim. Ama söyledikleri zihnimde yankılanmak için büyük uğraşlar vermiş ve sonunda bu savaşı kazanmıştı.
" Amacım sandığın şey değildi. Sana öyle davranmak hiç istememiştim. Ama o an elimden gelen o olmuştu. Özür dilerim. Özür dilerim sevgilim..."
─⊹⊱☆⊰⊹─ Düğün sabahı...
Mutluluk kimine göre nesneleri ifade eder kimine göre duyguları. Bana göreyse anı ifade ediyor. Çünkü mutluluk göreceli ve ben sadece artık belli anılarda mutluluğu yakalayabiliyordum. Odadan çıkıp hemen aşağı inen merdivenlere yönelmiştim. Sabah olmasına daha vardı. Erkenden kuleden ayrılıp hemen Tarsis Krallığı'nda olmalı ve bana düşen işleri halletmem lazımdı. Victoria ve Mera dün gece gitmişlerdi. Bense son işlerimi toparladıktan sonra gidebilmeyi başarmıştım.
Zemin kata ulaşınca hemen kulenin ön tarafına çıkan koridora saparak eski odamın olduğu koridorda yürüyerek ilerliyordum. Odamın yanından geçip sola dönüp koridorda ilerlemeye devam ettim. Sessiz ama aceleci adımlarla ilerliyor, ona görünmeden buradan çıkmak istiyorum.
Tahminimce o düğüne gelmeyecekti. Ahrar ve Tarsis Kralı arasında bir gerilim olduğunu biliyorum ve bu onun düğün törenine gelmesini engelleyecektir. Keza ben bunu umuyorum ve öyle olmasını da istiyorum.
Kulenin ön bahçesine ulaşıncaya hemen bahçede ilerleyerek bahçede bulunan Varisler 'e doğru ilerledim. Ben gelmeden kuleye gelmiş ve benim çıkmamı bekliyordular.
Dehri olduğu yerde Kavi' ye takılırken diğer ikisi öylece Dehri ve Kavi arasında olan konuşmaları dinlemekle yetiniyordu. Yanlarına ulaşınca beni fark etmişlerdi. Dehri beni görür görmez hemen Kavi 'nin yanından ayrılmış ve bana doğru ilerlemişti.
"Ooo kızım ağaç olduk burada. Bilseydim içeride beklerdim." diye sahte bir sesle yakınırken onun bu sözlerine bir karşılık vermeden diğerlerine baktım.
"Sen sinirli misin?" diye tekrar konuşunca Dehri bu sefer susmadım.
"Ne alaka?" dedim sorusuna soruyla cevap vererek. Anında gözlerini kıstığı gibi hal ve hareketlerimi izledi. Sonrasında o garip şekli almış yüzü eski hale döndü. Çok tuhaf görünüyordu ama ona bunu söylememeyi gerek gördüm.
"Hiç öyle sessiz ve sinirli bakınca bu düşünceye kapıldım." dedi Dehri, sinirli olmadığımı tespit eden yüz ifadesiyle bana bakarken.
"Haydi ağabeycim haydi. Geç kalıyoruz hemen gitmemiz lazım." diyince Enfal anında Dehri yanımdan geçip ona doğru ilerledi.
Elini Enfal 'in omzuna yerleştirdi. "Oğlum tamam yardım etmeye gidiyoruz ama sonuçta orada bunun için bulunan çalışanlar var. Her şeyi biz yapmayacağız ya!"diye sona doğru yükselen sesiyle konuştuğu anda Enfal bilmem dercesine kaşlarını yukarı kaldırdı.
Onun bu hareketini gören Dehri jet hızıyla başını bana doğru çevirdi.
" Prenses her şeyi biz yapmayacağız değil mi? Sonuçta ufak tefek şeyler için erkenden giyiyoruz oraya." diyince aklına her ne gelmişse o senaryoların düşüncesi yüzünde tüm kasların kasılmasını sağlamıştı. Bir an Enfal 'in oyununu devam ettirmek istedim ama sonrasında vazgeçtim.
" Hayır yapamayacağız. Sadece yardımcı olmak için oradayız. Bizim halledeceğimiz bir şey olursa anında müdahale edeceğiz." diyince derin bir nefes verip hemen eliyle sert olmayacak şekilde Enfal 'in kafasının arkasına vurdu.
"Ne diye yalan söyleyip tedirginlik yaşatıyorsun adama!"diye de konuşmayı eksik etmedi Enfal' e karşı Dehri.
Enfal ise onun bu haline yarım ağız güldü ve bana doğru ilerledi. Kavi ve Nehar da, Dehri 'nin bu hemen geçen endişeli haline başlarını kınayarak karşılık vermişti.
" Hadi Prenses gitme vakti geldi artık. "diyince Enfal hemen olduğum yerde beşimizin Tarsis Krallığına geçmemizi sağlayacak portalı açtım.
Portaldan istediğimiz yere geldikten sonra erkekler Kiran 'ın yanına geçerken bende hemen Mera ve Victoria' nın bulunduğu kata doğru ilerledim.
Odanın önüne gelince yavaşça kapıyı çalıp içeri girdim. İçeriye girdiğim anda odanın ortasında Victoria ve birkaç kişinin daire oluşturmuş bir şekilde Mera 'nın etrafında dolanıp durduğunu gördüm. O kadar işlerine odaklanmışlardı ki benim geldiğimi bile fark etmemişlerdi. Her biri Mera' nın etrafında dört dolanıp, onu düğün için hazırlıyordu.
Sonunda Victoria bir şey almak için olduğu yerden çekip gideceği anda beni görmüş ve hemen yardım isteyen sesle ismimi çağırmıştı. Sonrasında ise bu koşuşturmaca içerisinde kendimi bulmuş ve canla başla düğün saatine kadar Mera 'yı hazırlamıştık.
Mera hazır olduktan sonra bizler hazırlanmak için odadan ayrılmak için harekete geçeceğimiz an karşımda su perisi güzelliğine sahip kadına bakmıştım. Mera çok güzel olmuştu. Onu baştan aşağı inceledim. Tül kabarık eteğe sahip gelinliği içerisinde çok güzeldi.
Beline kadar straplez gelinliğin kol ve omuz kısımlarına el işlemeli çiçek dantelleri bulunuyordu bu çiçek figürleri tül üzerine işlenmişti. Omuz ve bilek kısımlarında danteller mevcuttu. Mera 'nın giymiş olduğu gelinliğin etek uçlarında aynı omzunda ve bileğinde olan çiçek danteller bulunuyordu. Bel kısmında da aşağı inen ince şeritli çiçek işlemler vardı.
Saçlarıysa dalgalı bir topuzla toplanmış ve uzun tül duağı saçlarına yerleştirilmişti. Başına takmış olduğu zarif beyaz elmaslara sahip tacıyla göz alıcı duruyordu. Ona bakarken gözlerim ışıl ışıldı.
Mera 'ya doğru ilerledim. "Çok güzel görünüyorsun." diyince Mera bana doğru adım attı.
"Teşekkür ederim." dedi hafif titreyen sesiyle. "Sen bu topraklara geldikten sonra çok şey değişti. Ve o kadar güzel şeyler oldu ki bunun içerisinde benim bugüne ulaşmam da dahil. Senin sayende Kiran 'la tanıştım. Ve birimizi sevdik ve bugün onunla evleniyorum. Bana hayal gibi geliyor. Her şey için teşekkür ederim. "dedi sonrasında sımsıkı sarıldı. Sarılışına karşılık verdim.
" Teşekkür etmene gerek yok. Bu zaten olacaktı. Senin kaderinde o var. Ben belki sadece bir aracıydım. Şimdi —"demiş ve ondan uzaklaşmıştım. "...hemen toparlan ve bugün sakın ağlayayım deme , duygusallık hele hele hiç istemiyorum. Bugünü unutulmaz kıl kendin için. "demiş ve ortamda olan bu duygusal anı yok ettikten sonra Mera 'nın yanından ayrılıp aşağı inmiştim. Son kontrolleri yapmış ve sonrasında düğün için bende hazırlanmak için odama çıkmıştım.
Hazırlanmak için burada bulunan odama geçtiğimde daha önceden seçmiş olduğum kıyafeti giymek için odada bulunan dolaba doğru ilerledim. Dolabın kapaklarını açarak içeride düğün günü giyeceğim elbiseyi alıp banyoya doğru ilerledim.
Banyodan çıkmış ve hemen makyaj masasına doğru ilerlemiştim. İlk önce saçlarımı yapmaya başladım. Saçlarımı toplamayacaktım. Önden birkaç tutamı başımın arkasında küçük bir toka yardımıyla sabitledikten sonra önden birkaç perçem çıkarmıştım. Kâhküllerimi önden toplamış olduğum saç tutamlarına sprey yardımıyla tutturmuştum. Sonra masanın üstünde bulunan zarif çiçek işlemli tokayı alıp başımın arkasında topladığım saç tutamlarının olduğu kısma tutturdum. Sonra saçlarıma büyüyle su dalgası yapmış hemen sonrasında omzumun gerisine doğru usulca dökülmesini sağlamıştım.
Saçlarımı bitirir bitirmez hemen makyaja geçmiştim. Elbiseme aşırı kaçmayacak bir tonda makyaj tercih etmiştim. Makyajımda göz çevremde koyu tonda far kullanmış, dudaklarıma toz pembe bir ruj sürmüştüm. Cildime uygun olan pudrayı yüzüme fırça yardımıyla sürdükten sonra hafif çok göze batmayacak şekilde bir allık kullanmıştım.
Son kalan rotuşleride hallettikten sonra kulağıma küçük beyaz taşlı bir küpe takmıştım. Sonrasında küpenin bir benzeri olan yüzüğü parmağıma geçirmiştim. Son olarak siyah kısa topuklu ayakkabımı giydikten sonra boy aynasına doğru ilerlemiştim.
Aynanın karşısına geçtiğimde yavaşça son halimi izledim. Elbisemin kolları dökümlü olduğu için bileklik takmamıştım. Elbisem beyaz renkti. Gelinin nedimesi olarak ben ve Victoria beyaz kıyafet tercih etmiştik.
Sade beyaz renk değildi. Tülden oluşan elbisenin göğüs üzerinde siyah sarmaşıklar mevcuttu ve bu sarmaşıklar belime doğru sonlanıyordu. Sonra tam etek kısmının ortasında ve belimin bitiş çizgisinden itibaren etek uçlarına kadar bu siyah sarmaşıklar iniyordu. Fakat bu sarmaşıkların orta kısmı simsiyahtı. Elbisenin göğüs kısmının uçlarıysa siyah işlemeli sarmaşıklarla çevriliydi. Kol kısmının bilek kısmı ve omuz kısmında da bu sarmaşıklar mevcuttu. Kol kısmı tamamen tülden oluşuyordu.
Aynanın önünde birkaç dakika daha durduktan hemen sonra Mera ve Victoria 'nın olduğu kısma geçtim.
Mera ve Victoria 'nın yanına geçtiğim anda ikisinin oldukları yerde bugün için konuştuklarını duydum. Yanlarına varınca onların sohbetine katılmış ve düğün anı gelene kadar odada oyalanmış durmuştuk. Ta ki Kiran odanın kapısını çalıp içeri girene kadar. Kiran bembeyaz takım elbisesi içerisinde odaya geldiği anda Mera 'ya aşkla bakmış ve birkaç saniye yaşadığı şeylerin gerçek olup olmadığını sorgulamıştı. Mera' nında Kiran 'dan bir farkı yoktu. Karşısında duran ve biraz sonra eşi olacak adama büyük bir sevgiyle bakıyordu.
Sonrasında Victoria sertçe öksürünce o hülyalı an bozulmuştu. Kiran yavaşça Mera' ya doğru ilerlemiş ve onu kısa bir süre yakından inceledikten hemen sonra Victoria 'nın onları yönlendirmesiyle hemen ikisi kol kola girip odanın dışına doğru ilerlemişti.
Artık düğün anı gelip çatmıştı. Mera ve Kiran önden çıkıp düğün alanının yapılacağı salona doğru ilerlerken, ben ve Victoria onların arkasından onları takip ediyorduk. Salonun kapısının önüne gelince aşk çiftimiz hemen çalışanlar onlar için kapıyı açıp salonun içerisine doğru ilerlemelerini sağlamıştı. Bizde hemen onun arkasından içeriye doğru yavaş adımlarla ilerlemiştik.
"Çok güzeller." diye sevinçle konuşan Victoria 'ya kafamı sallamıştım olumlu anlamda.
"Bu günü ikisi de iple çekiyordu ve şimdi gerçek oldu. Onlar çoktan bunu hak ettiler." demiş ve içeriye girince tüm davetlilere kısaca bakmıştım. İçerisi çok kalabalıktı.
Bakışlarımı tanıdık simalara çevirdiğim anda kuledeki çoğu isim burada bulunuyordu. Buna Turul bey bile dahildi. Bakışlarımı hemen onlardan çekip önüme çevirdim. Kiran ve Mera salonun tam ortasında onlar için kurulmuş alana doğru ilerlediler.
Burada evlilikler ailenin en büyüğü tarafından gerçekleştirilirdi. Ve Mera ve Kiran 'ın nikahını kıyacak olan kişi Tarsis kralının aile büyüğü olan dayısıydı. Kiran ve Mera son adımlarını atıp evliliklerini gerçekleştirecek kişinin önüne gelince durmuşken bizlerde ikisinin olduğu masanın sol tarafına doğru ilerlemiştik.
Bakışlarım biraz uzakta oğlunun evliliğini izleyen adama çevrildi. Her ne kadar ifadesiz tutmaya çalışsada içten içe mutlu olduğunu ama bir yanının da kırık olduğunu biliyorum. Çünkü eşi yoktu ve o şu an onun varlığını çok arıyordu.
Düğün merasimi biter bitmez burada gelenek olan baba ve oğlun eşleriyle dansı olurdu. Ama şu an şartlar biraz farklıydı. Tarsis Kralı olduğu yerde bir şey yapmadan beklerken Kiran ve Mera dans alanına doğru ilerledi.
"Asırlardır yapılan gelenek burada devam etmeyecek." diyince tam omzumun gerisinde konuşan Victoria. Hemen ona yandan bir bakış attım.
"Kim demiş. Bunu biliyordum ve bunun çözümü için bir şey aklıma geldi. Sonuçta illa eşi olmasına gerek yok. Tarsis Kralı 'yla defalarca kez dans ettik. Bence benim bu geleneğe katılmamda bir sorun yoktur diye düşünüyorum." dediğimde tam Victoria konuşacağı an hemen olduğum yerden ayrıldım ve Tarsis Kralı' nın bulunduğu alana kadar yavaşça ilerledim. Bir an bakışlarımız Tarsis Kralı' yla bakışınca ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalıştı.
Kaşları yavaşça ne yaptığımı fark edince olduğu yerde harekete geçti.
Dansın başlangıcında iki çift küçük bir daire oluşturur. Kolları yukarıda eşinin parmak uçlarıyla birleşmiş halde durur. Müzik başladığı anda çiftler ayrılıp dansa başlar. Bende hemen Kiran ve Mera 'nın olduğu yere doğru ilerleyip onların yanında yerimi aldım. Bir dakika geçmeden tam karşımda Tarsis Kralı belirmişti. Tamda istediğim görüntüye kavuşunca hemen ardından müzik çalmaya başladı. Hâlâ Tarsis Kralı' nın kaşları çatık halde duruyordu. Neden bunu yaptığımı sorguluyordu. Bense konuşmadan Kiran' ı gösterdim bakışlarımla. Anında bakışları bakışlarımın olduğu yere çevirdiği anda Kiran 'ın yüzüne yerleşen tebessümle karşılaştı.
Yavaşça çiftler ayrıldı. Kiran ve Mera sağ tarafa doğru giderken bizde sola doğru gidip dans etmeye başladık.
"Hâlâ emrivaki yapmaktan vazgeçmiş değilsin." demişti Tarsis Kralı sesindeki gerçek olmayan sinirle. Ne kadar ilk başta bunu yapmayı hiç istemesede Kiran 'ı gördükten sonra bunu kabullenmiş ve bana ayak uydurmaya devam etmişti.
Eşi yavaşça belime yerleşti." Biliyor olmalısınız ki size yaptığım her emrivaki hep Kiran içindi." dedikten sonra ona bir adım atmış ve sol elimi büyük elinin avucuna yerleştirip, sağ elimi geniş omzuna yaslamıştım. Ara sıra bakışlarımız birleşsede çoğu zaman etrafta dolanıp duruyordu. Bir ara kasıldığını hissetsemde sonradan bu yok olmuştu. Davet alanına bakınca çoğu kişinin gözlerinin üzerimizde olduğunu anladım.
Ve etrafta gezdirdiğim bakışlarım onu buldu. Ahrar en köşelerde durmuş olduğum tarafa bakıyordu. Buradan bile onun yüzünde yer edinmiş o siniri görebilmiştim. Bakışlarım onda kısa dursada etrafta gezinen bakışlarım bir boşluğa bakar gibiydi. Daha çok gözümde az önceki görüntüsü canlanıyordu.
Burada olmasını anlamamıştım. Neden gelmişti ki? Olduğumuz yerden yavaşça ayrıldık. Tarsis Kralı beni yavaşça etrafımda döndürüp hemen sonrasında eski pozisyonumuza geri getirirken ben sanki o an başka bir anıya itilip kalmıştım.
Çünkü biraz sonra yavaşça belimde duran eli belimi aşağı doğru eğdiğinde bakışlarım sağımda duran duvara sabitlendi. Ama orada görmek istediğim şey yoktu. İkimizin yansımasıda duvarda boydan boya olan aynada görünür haldeydi. Yavaşça belimi doğrulttuğunda eksi dans pozisyonunda dansa kaldığımız yerden devam ettik.
Ben hüznün ele geçirdiği harelerimle etrafa bakıp durdum.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Dans hâlâ devam ederken elimden geldiğince hislerimi bastırarak olduğum durumun vereceği duyguya yönelmek istedim. Bakışlarımı bugünün güzel çiftine çevirdiğimde o kadar heyecanlı ama bir o kadar da mutlu duruyordular ki onları izlerken kendi duygu durumumdan sıyrılıp onlara odaklandım.
Tarsis Kralı'na bakışlarım çevrildi. Öylece etrafta gezinip duruyordu bakışları.
"Çok mutlular." dediğimde Tarsis Kralı hemen bakışlarını bana çevirdi. Bakışlarımız kesiştiği anda bakışlarımı ondan çektim. İlk an kimden bahsettiğimi anlamadı. Ama bakışlarımı takip ettiğinde ne dediğimi anladı.
Oğluna çevrilen bakışları uzun sayılacak bir zamanda onların mutluluğunu izledi. Harelerinde yaşanan o duygu fırtınasını gördüm . Sonra bakışlarını onlardan çekip bana doğru baktı.
"Evet." dedi Tarsis Kralı sakin tok sesiyle. Sonra tekrar onlara doğru çevirdi . O an Tarsis Kralı onları izlerken bu olduğumuz ortam birden aklıma bir şey getirdi. Ve hemen ışıltılı gözlerle ona baktım.
"Eee?" dedim ama Tarsis Kralı ne demek istediğimi anlamadı. "Diyorum ki bana söylemek istediğiniz bir şey yok mu?" dediğim anda kafası karıştı ve neyden bahsettiğimi anlamaya çalıştı. Hala biz dans ederken Tarsis Kralı'na jeton geç düşse de anlamıştı ama anlamazlıktan gelmeye başlayınca kaşlarımı çattım. Hadi ya bir özür dilemek bu kadar zor mu? Ama ben o özrü diletirim bir kere!
"Çok kötüsünüz. Bir özür dilerim sözü sizin için çok mu zor?"diye bu durumu kınarcasına konuştum. Yüz ifadem bu tavrını hiç hoş görmediğimi belli ediyordu. Derhal benden özür dilemeli ama! Ama nedense dilemiyor! Çok kırıcı bu yaptığı! Sanki gelde canını ver dedim! Alt tarafı bana bu mutluluğa şahit olmasına yardım ettiğim için teşekkür etmesini istedim.
O kadar konuştum ama sessiz kaldı ve ben olduğum yerde sinirden deliye dönmekten son anda kurtuldum.
" Çok kırıcı ve çok kabasınız! "diye sesimdeki hoşnutsuzlukla konuştum. Tarsis Kralı'ysa bozulan surat ifademe baktı ve bu halime gülmemek için kendini zorladı. Hah birde bu halimi görmekten zevk mi alıyor beyefendi!
" Birde gülüyor musunuz? İnanılır gibi değil! Hayret ediyorum bu tavrınıza. Hata bende sizden özür bekliyorum. Ama bilmiyorum ki asla bunu yapmayacaksınız. Aptallık bu yaptığım! Ben oğlunuzun mutluluğunun kaynakları arasındayken sizin bana olan tavrınız çok yanlış, " diye yakındım ve bakışlarımı ondan çekip etrafımda gezdirdim. Herkes çoktan dans pistine gelmiş ve bizlere katılmıştı. Müziğin sesi yükselmiş ve artık tamamen eğlence şimdi başlamıştı.
Ve sonra o cümleyi duydu kulaklarım o yüksek melodi arasından. Duyduklarıma inanamadım o anda.
"Özür dilerim. "diyince sessiz bir tonda Tarsis Kralı, o an hemen jet hızıyla ona döndü bakışlarım. Nasıl yani bilerek benim bakışlarımı ve dikkatimin ondan uzaklaşmasını mı kollayıp hemen sonra bunu söylemişti? Bu çok adice bir hareket ama!
" Ama boşluğumdan faydalandınız! "diyince olduğum yerde yakınırken ve bunu son anda yaptığım hatadan dolayı kaçırmışken , o hiç umursamadı dediğim şeyi ve öylece dans etmeye devam etti. Sinirden kendime bile sövmüştüm. Ne diye o an çektim ki bakışlarımı? Ama bunu bilmezdim de. O ise biraz sonra rahat rahat konuşarak sözlerime kendi usulünce cevap verdi.
" Bir daha olamaz. Duydun zaten. Tekrar etmeme gerek yok. İstediğini elde ettin sonuçta . "diye sert sesiyle konuşunca bu sözlerine karşılık omuzlarımı silktim.
" Hadi ama bu şekilde istememiştim ki! Bir kere ben bunu böyle hayal bile etmemiştim! Daha farklı olması lazımdı. Ve sizin kıvranarak bunu söylemeniz gerekiyordu benim tekrar duymak için kıvranmam değil! Oyunu kuralına göre oynamıyorsunuz!" demiştim bir çocuk edasıyla.
Tarsis Kralı 'ysa bu halime bıyık altından gülmüş ve hiç dediklerimi kaale almadan dans sonuna kadar dans etmeye devam etmişti. Dans bittikten sonra ona kötü kötü bakışlar atmış ve hemen konukların arasına karışmıştım.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Birkaç dakika konuklar arasında dolaşırken sonrası biraz hava almak için dışarı doğru çıkmıştım. Merdivenlerden bir kat aşağı inerek bu katta bulunan terasın olduğu koridora tam sapacağım anda birden yanından geçtiğim kapı hızla açıldı ve ben daha kapıyı kim açtı diye bakamadan hemen içeriye doğru bir el tarafından çekildim. İçeri girer girmez sırtım kapıyla buluşmuştu.
O anda daha ne olduğunu anlamadan birden ağzım bir el tarafından kapandı. Oda zifiri karanlık olduğu için kim olduğunu ilk anlayamadım ama sonradan burnuma ilişen kokuyla yaşadığım o korku kendini tedirginliğe bıraktı.
Gözlerim yavaşça karanlığa alışırken bakışlarım tam önümde duran adama çevrildi. İkimizin göğsü hızla inip kalkıyordu. Benim korkudan, onun ani hareketten olmalıydı. Ahrar yavaşça bana doğru eğilmişken artık bedenime hükmetmeye başladığım anda kapı ve onun arasında dururken yavaşça bedenimi kıpırdatarak onu kendimden uzaklaştırmak için çabaladım.
Hâlâ eli ağzımın üzerinde dururken sağ elimle elini sertçe iteledim. Ve birkaç santim geriye doğru gitmesini sağladım iki elimle omzundan iterek. Ahrar benden uzaklaştığında olduğumuz şu durumu anlamaya çalıştım.
"Ne yaptığını sanıyorsun!" dedim sinirle.
Ne o an sesimin yüksek çıkmasını umursadım ne de bir an kendimi kaybedip ona attığım tokadın çıkardığı sesi. Ahrar 'ın başı yana yattığında hızla alıp verdiğim nefesler arasında onun vereceği tepkiyi bekledim. Üzerime yürümesini bekledim. Ya da bana bağırmasını ama ikisinide yapmadı. Yana yatan başı yavaşça bana doğru döndü. Sakin görünüyordu. Ya da sinirini zapt etmeye çalışıyor olabilirdi. Bilemiyorum. Lacivert hareleri usulca bana çevrilince avını kaçırmak istemeyen bir canavar edasıyla bana bakıncada, o an ne yapmam gerektiğini bilemedim.
Olduğum yerde öylece ona bakarken, bana doğru hızla ilerleyince o anın şaşkınlığıyla arkaya doğru gitti adımlarım. Beni durduran şey kapı olmuştu. Artık kaçacak yer kalmadığı anda onun bana yaklaşmasını bekledim. Ahrar bana doğru gelmeye devam ettikçe bedenim usulca titriyor ve ellerim soğuk soğuk terliyordu. Ahrar son adımını atıp tam karşıma geçerek iki kolunu kapıya yaslayıp beni kolları arasında kıstırırken ben kafamı dik tutup ondan korkmadığımı belli etmeye çalışıyordum.
Ahrar benden uzun olduğu için başını birkaç santim aşağı indirip bana daha yakından baktı. Sıcak nefesi yüzümde yel estirirken gözlerimi kapatmamak için büyük uğraş verdim. O an Ahrar 'ın elinin hareket etme sesini duydum. Ve eli yavaşça belime yerleşince anında öne doğru bedenimi çektiğim anda Ahrar' la burun buruna geldim. Alnı alnıma dokununca o an bu anı bozmak için zihnime emir verdim. Ama buna bedenim uymadı. Ahrar iki elini belime yerleştirdiği gibi bu sessiz ortamda onun kısık sesi duyuldu.
"Bunu daha önceden yapman lazımdı." diyince o an ne demek istediğini anlamadım. Ama sonradan ona attığım tokadı kast ettiğini anladım. Ben sessiz kaldığım anda Ahrar başını hareket ettirdi ve yanağı yanağıma yaslandı. Belimdeki tutuşu sıklaştığı anda nedense düşündüğüm şeyle yaptığım şeyin bir bağlantısı olmadığını anladım.
"Uzak tut onu kendinden!" diye bas bağıran düşünceme uymadım.
"Kokun —" demiş ve devamını getirmeden derince kokumu solumuştu. Burnu saçlarımda gezinirken ben sadece öylece onun yaptıklarına seyirci kalıyordum. "Uzak kalmayacağım en büyük neden." diyince o an her şey silindi. Ve tüm yaşadıklarım zihnime hücum etti. Öyle beklenmedik bir anda onu o kadar sertçe itmiştim ki, Ahrar bir an neredeyse yere düşecekti kendini tutmasaydı.
Tam yanında olan koltuğun ucunu tutarak düşmemişti.
" Ne yapmak istiyorsun biliyorum ama uzak dur benden!"dedim dişlerim arasından cümleleri sertçe söylerken." Bu ucuz oyununa bir kere kandım bir daha olmaz. "dedim sesimin olabildiğince hissiz çıkması için uğraşırken.
" Emira —"demiş ve tam devam edeceği an onu susturmuştum. Ahrar bu çıkışımı görünce sessiz kalmış ve bir şey diyemeden ben konuşmuştum.
" Benimle ilgili hiçbir şeye herhangi bir his besleme. Ve yalanlarını artık dinlemek istemiyorum! Burada olmanı da istemiyorum. Sen buraya ait değilsin! Kendi topraklarına geri dön! Yine ne oyunlar peşindesin inan bilmiyorum ve bilmekte istemiyorum. Sadece benden uzak dur ve bir daha bu saçma sapan cümleleri kurup beni kendimi kötü hissettirecek durumda bırakma. Sen bana dokunduğun an ben bundan iğreniyorum. "dediğimde her şeyi öylece tepkisiz izlerken birden son kuruduğum cümle onda büyük bir etki yarattı.
" Rahatsız mı oluyorsun? "diye sorunca bu sorusuna cevap ilk an vermesemde sonradan vermiştim. Söylediklerimle hissettiğim aynı değildi ama onun bunu bilmesine gerek yoktu.
" Evet rahatsız oluyorum. "dedim bastıra bastıra. Ahrar bu cümlemi duyduğu anda birden geriye doğru sendeledi. Ortam karanlıktı ama ben onu çok net görüyordum. Ve lacivert harelerinde yavaşça beliren o acıyı görünce şaşkınlıkla ona baktım. Başını yavaşça aşağı yukarı salladı. Bakışları benden uzaklaştı ve yere çevrildi. Öylece yıkılmış bir şekilde dalgın dalgın yere bakarken ben onun bu halini izlerken bir an karşımda gerçek bir acı yaşayan adamı görünce kötü hissettim. Ahrar öylece durmuşken aklıma üşüşen düşünceleri susturmak istedim.
Ben bununla uğraşırken birden Ahrar olduğu yerden hızla hareket ederek yanımdan geçip kapıyı açtığı gibi odadan çıkarken ben onun arkasından öylece bakakaldım. Neden böyle davranmıştı? Neden bu kadar umursamaz gibi davranıp sanki her şey yanlış değilmiş gibi davranıyordu? Düşen yüz iademi toplayıp kendime kısa bir zaman tanıdıktan sonra hemen odadan dışarı çıkıp düğün alanına doğru ilerledim.
Her ne kadar yansıtmak istemesem de Ahrar 'ın sözlerimi duyduktan sonra verdiği tepki beni çok düşündürmüştü. Ve ister istemez o an onu kırmak beni incitmişti. Ama bunda yanlış bir şey yoktu ben bunu hislerime bağladığım içindi. Çünkü oyun oynuyordu. Evet evet yine bir oyundu bu.
Siyah bir his bulutu içerisinde ben kendi dünyama ulaşmaya çalışıyorum ama sonunun beni ölüme iteceğini tahmin edemiyorum.
─⊹⊱☆⊰⊹─
|
0% |