Yeni Üyelik
43.
Bölüm

43-Yollar ve Roller

@kumsallardagezen12

『 Umutlar yoktur aslında, sen hayal edersin o umut olur zihninde. Ve bazen istediklerin gerçek olmaz hayalden öteye gidemez... 』

 

 

Hissetmişti ruhum. Hissetmişti. Nasıl derseniz bilmiyorum.

 

Bir sesle. Zihnimden çıkmayan ve daima orada yankılanan bir sesle.

 

Bir izle. Tenimde kendini belli eden ve oradaki anıları canlandıran bir izle.

 

Bir hisle. Hep oradaki kalıcı olmayan, yabancılık çeken bir hissiyatla.

 

Bir ifadeyle . Bakışlarında yakaladığım o yabancı ve bir türlü tanıdık gelmeyen ifadeyle.

 

Bir dokunuşla. Tenime değen parmakların titremesiyle. Uzun uzadıya orada tenimde duraksamadan bir an daha fazla beklemeden çekilmesiyle.

 

Bir bakışla. Aniden değişen bakışlarda yatan, o anlam veremediğim duygunun yalan izleriyle. Ve o duygunun kalıcı olmamasıyla anlamıştım.

 

Bir gerçekle. Sevginin onunla hiç olamayacağını, sevginin onu ele geçirmeyeceğine ve onun sevgiyi istemediğini ulaşmamla anlamıştım .

Bir yıkımla. Gerçeği öğrendiğim anda aslında her şeyin bir yansıma olduğunu fark etmemle.

 

Ve bir görüntüyle her şey silindi.

 

Bir amaç uğuruna ; Kolyenin sunduğu güçten kaynaklanan bir sebeple.

 

Bir ihanet uğuruna ; Sevgiyi oyuna dahil etmesiyle .

 

Bir güç uğuruna; Onu elde ederek amacına ulaşmak sebebiyle.

 

Bir hırs uğuruna ; Tüm evrende olan güçlere hükmetme sevdasıyla.

 

Bir söz uğuruna; Verilen sözü çiğnenmemesi sebebiyle.

 

Bir yalan uğuruna; Duyguların önemsiz sayıldığı bir zihinde .

 

Bir kalp uğuruna ; Ölümün ele geçirmiş olduğu kalbi tamamen yok etmenin düşüncesi bile zihinlerden geçmeme sebebiyle yapılan bir uğraş.

 

Zaman ikimize de iyi gelecekti. Ben ihanetin üzerini anılarımın izleriyle kapatacaktım. O ise hatalarını mutlu olmaya çalışırken unutacaktı. Ve ikimizde bir şekilde başka yollardan iyileşmeye başlayacaktık. Sonuç ne kadar zorlu bir süreç olsada ikimiz bunu atlatacaktık. Zaman anılarımızın üzerini küllerle kaplayacaktı. Ve izler, zamanla görünmez hislerin boşluğuna saklanıp kaybolacaktı.

 

Unutmuş gibi yapacağız ikimizde. Ne kadar başarılı olabilirsek tabi... Ne o bana yaptığını hatırlayacak, ne de ben onun bana yaptığı şeyin bendeki yıkımının izlerini görmeye çalışacağım. İkimizde unutamadığımız halde unutmuş rolünü yapıp anılarımızı ört bas edecektik. Ve bu yaşamın süre gelen diliminde bizleri başka hayatları yaşamaya itecekti. Bu yaşamların koşulları ne kadar ağır olsa bile.

 

Unutmaya çalışacağım bana yaptığı en büyük ihaneti unutacağım. Unutacağım ki tekrar hatırlayıp aynı acıları bir daha yaşamamak için. Unutacağım tüm ağlama krizlerim. Unutacağım onun alaylı sesini, bakışlarında yatan o küçümsemeyi. Unutacağım aptal yerine koyulduğumu.

 

Unutacağım kalbimin canlandığını, hatırlayacağım kalbimin taştan bir farkı olmadığını. Hatırlayacağım benim anıları kolayca unutmak için o güce sahip olduğumu. Hatırlayacağım ne için burada olduğumu her an. Hatırlayacağım bu hayatın sonunda yapmak istediğimi. Hatırlayacağım bir daha dönmemek üzere buraya geldiğimi. Hatırlayacağım sevginin ne kadar acıttığını. Hatırlayacağım bir cümlenin ne denli bir ölümle burun buruna getirdiğini ama öldürmediğini.

 

Hatırlamayacağım o lacivert harelerin bana hissettirdiği duyguyu. Çünkü unutmak için ne denli zamanla mücadele verdiğimi biliyorum. Ve bu mücadeleyi geri plana atamam. En çokta kendim için. Kendimin çektiği acıya rağmen ayakta kalmayı başarmış olmasından dolayı. Ve bunu bile bile bu hataya düşemem. Bu kendime yaptığım en büyük ceza olur.

 

Düğün gecenin sonuna kadar devam etmişti. Düğün bittiğinde davetliler kuleden ayrılmış ve bizlerde sabaha doğru odalarımıza çekilmiştik. Victoria yorgun olduğu için hemen odasına çıkmışken ben odada uyku tutmayınca bahçeye inmiştim. Birkaç gün Tarsis kulesinde bulunacaktım. Daha sonra kaldığım yerden devam edecektim işlerime. Tarsis Kralı tüm misafirleri uğurlar uğurlamaz kendi odasına girmişti. Gecenin sonuna doğru çok sessiz olduğunu fark etmiştim.

 

Diğerlerine nazaran ben ne kadar yorgun olsamda uyuyamamıştım. Ahrar 'la olan o son konuşma nedense tüm huzurumu silip atmış, derin düşüncelere dalmamı sağlamıştı. Ona söylediğim cümlede yaşadığı o sarsıntı gözümden kaçmamıştı. Ah! Boşu boşuna kendi kendimi yiyorum. Yine kesin bir oyun peşinde ve bu o oyunun içinde yapması gereken rolüydü. Bu kadar sarsıcı oynaması ayrı bir şeydi.

 

Sert ağaç kabuğuna yaslı olan sırtımı yavaşa kaydırdım ve rahat bir pozisyon bulup bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Yine bana uykusuz gece görünmüştü. Sabah olmasında şurada ne kalmıştı ama ben hala onca yorgunluğuma rağmen ayaktaydım. Kim yüzünden? Ahrar yüzünden. Kimin aptallığı yüzünden? Tabii ki benim aptallığım yüzünden. Ve bu gün içerisinde acısını bana yaşatacaktı. Artık ne kadar uykusuz kalsamda gün içinde uyuyamıyordum. Ta ki akşam olana kadar.

 

Gökyüzünde olan o parlak yıldızları incelerken birden yanımda bir şey hissedince anında bakışlarım oraya kaydı. Çatılmış kaşlarım arasından yerde duran kitaba baktım. Bu kitapta nereden çıkmıştı şimdi? Yavaşça kitaba uzandım ve kitabı ellerimin arasına alıp, kitabın dış yüzeyini incelemeye başladım. Kitabın dış yüzeyi çok eski ve yıpranmış duruyordu. Kitabın üzerinde herhangi bir şey yoktu. Kitabın kalın ciltli kapağını açıp içersine göz attım. Etrafım karanlık olduğundan içerisine görmeyince anında kolyem imdadıma yetişti.

 

Kolyenin ışığıyla hemen önümde duran kitabın sayfasını aydınlattığım anda tam gözümün önünde bir isim belirdi.

 

Ahrar Renas Arvas...

 

Bezgin bir nefes aldım. Yine iletişim kurmak için bir kitabı mı aracı yapmıştı. Gözlerimi devirmemek adına kitabın diğer sayfasını çevirdim. Böyle basit işlere kafa yoracağına kuleyi terk etse daha iyi olurdu. Diğer sayfaya geldiğimde beni karşılayan bir söz belirdi.

 

"Biliyorum ki beni görmek seni rahatsız ediyor olmalı ama bana bir şans ver. Ve kendimi sana affettireyim. Bu oyun değil. Aslında başından beri hiç oyun değildi. Açıklayacağım sana her şeyi her ayrıntısına kadar ama bunun için biraz zamana ihtiyacım var. Bu kitapla iletişim kurmam gerekti çünkü görüyorum bakışlarındaki ifadeyi ve yanında olmamı istemiyorsun. Ve ben senden uzak durmak istemiyorum bunun için bu yola başvurdum. Şimdi her gün her an sana olan sevgim dile getireceğim. Sen ister cevap ver istersen verme. Benden rahatsız olduğunu söylediğin anda hissetmiş olduğum şeye bir cümle bile kuramam. Ama senden uzak kalmayacağım. Emira seni yeniden kazanacağım. "

 

Ahrar 'ın yazmış olduklarını okuduktan sonra histerik bir şekilde güldüm. Tabii uzak kalmak istemiyor çünkü hâlâ kolyeyi almış değil. Alana kadar duracak gibi değil. Sevgisini dile getirecekmiş! Onun doğrusu yalan bir hissi tekrar hissettirmek olmayasın mı! Daha ne kadar bu aşağılık oyunu devam ettirecek? Açıklama yapacakmış ama zamanı değilmiş.

 

Bak sen demiyor açıklamam yokta geçiştirmek için zamana ihtiyacım var diye yalan atıp duruyor her zaman ki gibi. Benim artık onun yalanlarına karnım tok. Çok istiyorsa buradan konuşmaya devam etsin. Ona cevap vermeyeceğim. Kendi kendini yormaya devam etsin. Bu sefer aynı oyuna kanmayacak kadar dersimi iyi aldım. Yavaşça kitabı kapatmak için harekete geçtiğim anda yeni bir cümle belirdi sayfa üzerinde. Yavaşça biraz eğildim anda şu cümle dudaklarımdan sesli bir şekilde döküldü.

 

"Korkak bir ruha sahiptim ama seni hep sevmek istedim ve sevdim de Emira. Buna inan. Sana olan sevgim gerçek. Yalan değil. Bu bir oyun da değil. İçtenlikle söylüyorum."

 

Korkak olmadığı kesin çünkü yaptığı şey için bir cesarete sahip olması lazımdı. Ama hain bir cesaret örneği sergiledi. Acımasızca kanattı beni ben bile bilemeden. Sonraları anladım yararlandığımı. Fark ettiğimde çok geç olmuştu. Ahrar 'ın bana karşı en büyük silahı sözleri ve bakışlarıydı. Ben onlara kanıp gardımı düşürmüştüm. Ve bu benim yaptığım en aptalca şeydi.

 

Ruhu olduğunu nasıl düşünür ki? Gerçekten ruhu olmadığındandı bence bana yaptıkları. Ve her cümlesi sanki gerçekten bir ruha sahipmiş gibi davranması çok gülünç. O ruhunu kaybettikten sonra duygularından yavaşça arınmış ve bunu fark edememiş. Ahrar yavaşça kendini yitirmiş aslında. Kan kaybettiğinin farkına varamadan yaşamaya devam ederek, kendine yeni amaçlar aramış. Ve bu amacı beni yaralamaktan geçiyordu.

 

Sayfada hâlâ duran yazıya bakarken karşılık vermemek için büyük bir uğraşla kendimi dizginledim. Ama dilime gelen o yıkıcı sözleri söylemekten geri kalamadım. Ve hızla sesli bir şekilde cümlemi zikrettim.

 

"Ölü ruhunuzla beni sevdiğinizi söylüyorsunuz. Bayım ama bilin ki olmayan bir şey gerçekle bir arda olamaz."

 

Cümlemi söylemeyi bitirdikten sonra yavaşça nefesimi tutmuş ve yaptığım bu aptallığıma kızıp durmuştum. Seni aptal senden istediği şeyi neden ona verdin ki! Ah gelde çıldırma şimdi! Hata bende aslında neden açıyorum ki at git işte kitabı! Gereksiz merakımı artık gerçek anlamda zapt etmem lazım. Yoksa başıma daha çok iş alacağım bu ve bunun benzeri olacak şekilde.

 

Ahrar 'ın cevap vermesini beklemeden kitabı kapatıp, olduğum yerden doğrulup hemen elimde duran kitapla kuleye doğru ilerledim. Odamın olduğu kata kadar sessizce gelmiş ve odanın kapısını açıp içeri girmiştim. Sinirle kitabı köşede dursun masaya doğru sertçe bırakıp yatağıma doğru geçmiştim. Yatağa geçip sırt üstü uzanıp gözlerimi tavana dikmiş ve içimden devam etmiştim kendimi azarlamaya. Ta ki gün doğuncaya kadar. Sonra zaten hazırlanıp aşağı inmem lazımdı. Gün içinde yapmış olduğum şeylerden ötürü odamda bulunan kitabın varlığını bile unutmuş ve günün yorgunluğunu bedenimden söküp atmakla uğraşmıştım.

 

Victoria ve Mera 'yla kulenin etrafında küçük gezintiler yapmış, beraber güzelce yemekler yemiş, çay saati yapmış düğünle alakalı değerlendirmeler yapmış sonrasında akşama doğru akşam yemeği için yemek salonuna gitmiştik. Yemek yerken bizi ziyarete gelen Varisler ve Dennis 'le akşam yemeği ayrı bir şenlikle devam etmişti. Ara sıra Tarsis Kralı' nı izlerken bulunduğu kalabalığa her ne kadar alışmaya çalışsada rahatsız olduğu aşikardı. Oğlu için bu bulunduğu ortama alışmaya çalışıyordu. Onun içinde zor bir dönemdi ama üçüde bu yaşantıya alışacaktı.

 

Sonrasında Victoria' yla beraber birkaç gün daha kalmış ve sonrasında ikimizde hemen Moritanya Kulesi'ne geri dönmüştük. Sabah erkenden geldiğimiz için hemen odalarımıza çekilip orada gün ağrıncaya kadar durmuşken sonrasında yemekhaneye inmiştik sabah kahvaltısı için. Bizi gören Süreyya hanım şaşırmıştı. Çünkü erken geleceğimizi beklemiyordu. Gelişimiz ani olunca şaşırması gayet normaldi. Süreyya hanım şaşkınlığını atlatınca hemen kahvaltı faslı başlamıştı. Her ne kadar nerede olduğu umurumda olmasa da Ahrar kahvaltıya inmemişti.

 

Neden kahvaltıya inmediğini her ne kadar merak etsemde bunun beni ilgilendirmemesi lazımdı. Zaten hızla kahvaltı ettikten sonra hemen Victoria 'yı yanıma alıp kuleden ayrılıp hemen Kara Orman'a gitmiştik. Çünkü konuşmam gereken bir takım şeyler vardı.

 

Kuleye geldiğimiz anda hemen kulede bulunan toplantı odasına geçmiş ve Varisler ve Dennis gelene kadar odada oyalanıp durmuştuk.

 

"İçimden bir ses hiç iyi şeylerden bahsetmeyeceksin diyor." diyince Victoria eğmiş olduğum başımı kaldırıp ona baktım. Victoria biraz ötede durmuş toplantı masanın sandalyesine sırtını yaslamış konuşurken bense dışarıya bakıyordum. Yansıması cama yansımıştı. Buradaki hava biraz sisliydi. Ama Kara Orman'ın dışında olan yerlerse apaydındı. Artık buradaki hava dışarıdan farklı oluyordu nedense. Bunu sorgulamamış ayak uydurmayı tercih etmiştim.

 

"İçinde ben ve Esila 'nın olduğu hiçbir yerde iyi bir şey olamaz Victoria. Bunu hâlâ öğrenemedin mi?" demiştim sakince onun cümlelerine karşı. Dışarıdaki ormanı izlerken derin ve sessiz nefesler alıp duruyordum. Ara sıra nefesim cama yansıyor bir küçük daire buğusu oluşuyor sonrasında yok oluyordu. Kulede bizden başka insan olmadığından konuşmadığımız zaman sadece sessizlik hakim oluyordu kuleye.

 

"Yine de kaçınabildiğin kadar kaçın tehlikeden." diye uyarı yapmayı da ihmal etmedi Victoria.

 

Her hangi bir şey diyemedim söylediklerine.

 

"Varisler ve Dennis gelmeden bir şey konuşmak istiyorum." diyince neyden bahsedeceğini hemen anladım. İtiraz etmeyerek sorusunu sormasına izin verdim. Ahrar 'dan bahsedecek olmalıydı.

 

"Hâlâ seninle herhangi bir iletişim kurmaya çalışıyor mu?" diyince bir an kim diye sormak istedim. Çünkü ikiside benimle iletişim kuruyordu. Ama Esila 'dan bahsetmediğini sona doğru tedirgin olan sesinden anladım. Ahrar' ı kast ediyordu.

 

"Ediyor. Ve etmeye devam edecek. Ama bilmiyor ki boşa uğraş onun için. Zaten gündemim yeterince kalabalık. Bir de onunla uğraşacak değilim. Zaten sana da demiştim. Artık sık sık kulede bulunmayacağız. Daha çok ya burada ya da gitmemiz gereken yerlerde olacağız. O da bir süre sonra anlar ve artık sıkılıp gider diye düşünüyorum. Olmazsa da burada dursun boşu boşuna. "dedim benim için onun burada olup olmaması artık bir anlam teşkil etmeyen sesle. Ama içim hiçte bunu yansıtmıyordu. Çünkü hâlâ bir yerlerde ona karşı istemsiz bir tutum beni abluka altında tutuyordu.

 

" Burada gitmesini çok istiyorum senin için. Ama sabret istediğin şeyler olduktan sonra zaten onun burada ya da başka bir yerde olmasının bir önemi kalmayacak artık." diyince işte o anda beni bir sıkıntı alıp götürür gibi oldu. Çünkü hâlâ yolumu tam çizmiş değildim. Bu gerilmemi sağlıyordu.

 

" Lord Yelit 'e şu an o kadar ihtiyacım var. Ama o burada değil ve hâlâ da gelecek gibi değil. Kaç kere iletişim kurmaya çalıştım ama nafile. Cevap bile vermedi. Gelmesini beklemekten başka bir çarem yok." dedim ve sıkıntı beni ele geçirdiği için pencerenin önünden çekilip yönümü masaya doğru çevirdim. Masaya doğru ilerlerken artık biraz sonra içeriye girecek olan Varisler ve Dennis 'i bekledim masadaki bana ait olan sandalye üzerinde.

 

" Belki de gelmemesinin bir nedeni vardır. Biliyorsun ki onun yaptığı her şeyde bir neden vardır." diyince bilmiyorum dercesine baktım Victoria' ya.

 

"Sadece olmasını istediğim şeyin yerine gelmesini istiyorum. Plan -" dedim ve işaret parmağımı başımın sağ tarafına yasladım. "tam burada ve artık onun eyleme geçmesi lazım. Bunu kaç ay bekledim biliyor musun?" dedim ama sorumu sormak adına sormuştum.

 

"Sabret başaracağız başaracaksın." diyince Victoria ondan yöne bakmadan kapıya baktım. Saniyeler içinde kapı açıldı ve içeriye Varisler ve Dennis girdi. Onlar içeri girince konuyu kapatıp gündemde olan konuya yoğunlaşmak için zihnimi toparladım.

 

Varisler ve Dennis masadaki yerlerine geçerken ben kısa bir p süre susarak onları inceldim. Hazır mıydılar? Ya da hazır mıydık bu yorucu ve yıkıma sürükleyecek olan savaşa? Onları bilmiyorum ama ben hazır değilsem bile bu savaşı başlatmak zorundayım.

 

"Buraya neden geldiğinizi az çok tahmin edebiliyor olmalısınız. Konu belli aslında. Esila... Onun tamamen hayatlarımızdan çıkması için yapmamız gereken şeyler var." diyince o anda hepsinin buz gibi havayla karşı karşıya gelmiş bir hisle dolduğunu hissettim.

 

" Ne var aklında? "diyen Dehri 'ye tebessümle karşılık verdim.

 

" Çok şey var aslında da merak ettiğim şey sizin bu çok şey içerisinde yanımda olup olmayacağınız. Kimseyi zorlamıyorum sadece varsanız size planı adım adım anlatacağım. Yoksanız bile bunu sorun etmem çünkü kimseyi zorlayacak değilim. Bu işte aslında ben hep tekim sadece sizden ufak yardımlar alacağım. Zarar göremeyeceksiniz. Ve olabilecek her şeyden sizi kurtaracağım. Siz sadece önümde olan pürüzleri halledin ben sorunu ortadan yok edeceğim. "diyerek herhangi bir zorunluluk yaşamamaları gerekmediğini bizzat açıkça dile getirdim.

 

" Yok öyle tek başına kahramanlık taslamak. Hep beraberiz. Yani ben kendi adıma söylemek isterim ki her daim arkanda sağ tarafında olacağım. "diyen Enfal 'e minnetle baktım.

 

" Hop hop ne bu Enfal? Bizim hayır diyeceğimizi mi sandın? "dedi Dennis ve kısa süre Enfal' e balıktan sonra bakışları beni buldu." Evet dökül bakalım Prenses konu ne ve ilk nereden başlıyoruz? "diyerek bir kere daha yanılmadığımı gösterdi. Diğerleri de hemen onu destekledi ve büyük bir gururla onlara baktıktan sonra konuya girdim.

 

Konuya girmeden önce ne olur ne olmaz diye yeniden etrafımıza koruma kalkanı oluşturdum. Ve sonra başladım konuyu anlatma.

 

İlk girişi Esila 'dan anlatarak başladım.

 

"Esila, Kanlı Dolunay Gecesinden önce bir plan yapmıştı. Ve bu plan kolyenin bir takım güçlerini bir yere yansıtmaktı. Bunun için çok uğraştıda ve başardı da. Neden diye hiç sormadınız mı hâlâ onca şeye rağmen neden bir şekilde ruhu hayatta kalabiliyor?" diyince bir şey diyemedi kimse bende onların bu sessizliğini göz ardı edip devam ettim cümlelerime.

" Çünkü güçlerini bir yerde muhafaza ediyor ve bu onun ruhunu canlı tutuyor. Gelelim asıl konuya nerede muhafaza ediyor bu güçleri ve kaç yerde? İşte bunun için aylar öncesinden araştırmamı yaptım ve sonuçlar az da olsa bizler için iyi şekilde sonuçlandı. "dedim ve yavaşça onları izledim.

 

Hepsi ilk anda sessizce dediklerimi düşünmeye başladı. Bakışlar benden uzaklaştı ve bazı yerlere sabitlendi.

 

" Peki sen bu bilgilere nasıl ulaştın? "diye ilk soruyu soran Kavi olmuştu. Hemen bakışlarımız kesişti ve anında onun sorusuna cevap verdim.

 

" Bir tanıdık sayesinde. Beni çok şeyden haberdar eden o oldu. "diyince hepsi anında Victoria baktı. Onunda bundan haberi olup olmadığını teyit etmek istediler. Ama Victoria 'nında habersiz olduğunu bakışlarından anladılar.

 

" Bu kişi şimdilik bende saklı kalsın. Yakında öğrenirsiniz. "dedim ve konuya devam ettim." Evet iş bölümü yapmamız lazım. Ve bunun için öncelikle hepimiz birbirimize danışmalıyız. Ve sonrasında ortak bir kararla planı devreye sokmamız gerekiyor. Çok uzun zaman alacak bir şey bu yapacağımız şey onun için dikkatli olmamız lazım. Bu ilk kuralımız ve ikinci kural açık vermemek. Çünkü birilerinin bilmesi demek Esila 'nın bundan haberdar olması demektir. "diyerek olayın ciddiyetine dikkat çektim.

 

" Evet ilk önce grupları ayırmaya başlayacağım. "diyerek tüm gözlerin anında bana dönerek diyeceğim şeyleri duymalarını sağladım." Enfal ve Nehar ikiniz belirleyecek olduğumuz yer hakkında tüm kütüphanelerden bilgi toplamanızı istiyorum. Bende araştırdım ama sizler daha belirgin olan şeylere ulaşın. Hatta elinizden gelirse yaşadığınız yerdekilere çaktırmadan sorun. Dehri ve Dennis." dedim ve olduğum yerden kalkarak iki elimi masaya yaslayıp yavaşça eğilerek konuştum." İkinizden istediğim şu sizler bulduğumuz yere daha önceden gidip gözlem yapacak ve bizlere karşılaşabileceğimiz durumları tespit ederek bizi bilgilendireceksiniz. Sonrasında gruplar halinde ayrılıp o yere giderek o saklı olan güçleri yok edeceğiz. Victoria, Kavi ve bende genel bir plan yapacağız ve üzerinden geçerek alternatif bilgiler elde edeceğiz. "diyerek daha önceden kendi kendime yaptığım planı önlerine sundum.

 

" Peki saklı olan hangi güçler var ki? "diye sorunca Dehri çatık kaşları arasından bana bakarken, usul bir nefes aldım ve sorusunu yanıtladım daha fazla onu bekletmeden.

 

" Ruhuna güç verecek, benimle iletişim kurmasını sağlayacak ve zaman arasında bir bağlantı sağlamasını sağlayacak güçlere sahip. Kısaca bunu söyleyebilirim." diyerek az da olsa kafasında olan soruların bir yörüngede şekle girmesini sağladım.

 

"Esila seninle herhangi bir iletişim kurdu mu hiç Kara Orman'da gerçekleşen olaydan sonra?" diyince Dennis işte beklemediğim soruyu duymuştum. İlk an mimiksiz ifademle Dennis 'e bakmış ve öylece durmuştum konuşmadan. Sonrasında yavaşça omzumu düşürerek, ciğerlerime hızla nefes alıp onu içimde hapsederken konuşmuştum.

 

" Kurdu. "dedim bir suyu zemine düşme hızıyla. Sonrasında devam ettiğimde bulunduğumuz yerde şimşekler çakmış gibi bunun yaşattığı tedirginliğin aşılanmasını sağlamıştım." İki kere hemde. Ama bu iletişim ne bir rüyaydı. Nede onun sesini duydum. Sadece duvarda anlık gözüken bir cümle vardı. Onun dışında şu ana kadar herhangi bir atağı olmadı. Ya da ben fark etmedim buda olabilir." der demez hepsinin bakışlarına siyah sisler belirdi. Ve o anda bir kaosun yavaşça hepsinin harelerine yayılışına tanık oldum.

 

" Durmayacak istediğini alana kadar hiç durmayacak böyle bir niyeti asla yok. "diyerek onu ele geçiren sıkıntıyla konuştu Victoria.

 

Başımı ondan yana çevirdiğimde konuşmaya devam ettim.

 

" Durmayacak ama bizde boş durmadan ondan önce atağa geçeceğiz ve bir bir ona dayanak olan kaleleri yıkıp geçeceğiz. Önceliğimiz bu olacak. Şimdiden bizi yorucu, zor ve can yakan bir yol bekliyor." diyerek tüm olanı biteni onların önüne döktüm. Kavi sözlerimi işitince yavaşça kasıldığını fark ettim. Ama belli etmeme çabasına girip anında o halinden kolayca kurtuldu. Dennis ve diğerleri sadece derin derin düşünmekle karşılık verdi cümlelerime.

 

" İlk adımı hallettik şimdi yapmamız gereken şeyleri yapmaya başlayalım. Size haber verdiğim gün yine burada buluşalım. O zamana kadar kendinize iyi bakın ve dikkatli olun muhakkak." demiş ve toplantıyı bitirmiştim. Toplantı biter bitmez herkes kendi topraklarına geri dönmüştü. Ben ve Victoria 'da yavaşça Kara Orman'ın çıkışına doğru ilerlemiştik.

 

" Endişe ediyor musun? "diyince yavaşça ormanın yürüyüş yolunda ilerlerken Victoria.

 

İlk anda düşünceler zihnime bir düşman gibi sızmıştı. Sonrasında oradaki o düşmanı püskürten anılar anında Victoria 'nın sorduğu soruya cevap vermişti.

 

" Endişe ediyor muyum? "demiş ve sonrasında şunları eklemiştim." Hayır etmiyorum çünkü bir şeyler için çabalıyorum ve bu endişe etmemi sağlamıyor. Daha çok daha fazla önlem alıp, atağa geçmem konusunda bana yardımcı oluyor. "diyerek Victoria 'nın yaşadığı gerginliği yok ettim. Çünkü yapmam gerekeni biliyorum. Ve bunun için adım atmaktan kaçınmayacağımda.

 

Sonra sessizce kuleye doğru ilerlemeye devam etmiş ve kuleden içeriye geçince ikimizde farklı yönlere gitmiştik. Ben hemen en üst katta bulunan odama çıkmış ve biraz dinlemek için yatağa uzanmıştım. Çünkü bugün ikinci adım için bir taslak oluşturmam lazımdı ve onun için çalışmam ve uyumamam gerekiyordu. Biraz zihnen ve bedenen dinlenip hemen arkasından çalışmalarıma son sürat devam etmem lazım. Sonrasında olacakları yaşıyor ve tadıyor olacağım.

 

ᝰ ҉ - ҉ ᝰ

 

Gün ışıkları odaya dolana kadar çalışmış ve yapmamız gerekenleri adım adım not almıştım. Sonrasında odada duş alıp hazırlandıktan sonra aşağı inmiştim.

 

Aşağı indiğim anda ikinci katta birden bir kıpırtı görmüştüm sol tarafımda duran koridorda. Bu kıpırtı adımlarımı durdurmuş ve o yöne doğru ilerlememi sağlamıştı. Yavaş adımlara kıpırtının olduğu yöne yaklaştığım anda orada duvarın dibine çökmüş bir çocuk görmüştüm. Anında etrafıma bakarak bu çocuğun neden burada oluğunu sorguladım. Çalışanlardan birinin çocuğu muydu acaba? Tam duvara sırtını yaslamış ve bana aşağıdan bakan küçük kız çocuğuna bakarken onun benden çok çekindiğini fark ettim. Yavaşça dizlerimin üstüne çöküp karşımda olan bu tatlı kız çocuğunu inceledim.

 

Omuzlarına kadar uzanan kahverengi saçları kıvır kıvırdı. Üzerinde gri bir dizlerine kadar uzanan elbise bulunuyordu. Tam tepesinde duran gaz lambası sayesinde onu net bir şekilde görebiliyordum. Tombul, yuvarlak ve al al olan yanaklarına bakarken ifadelerimde olan sert bakış yerini yavaşça yumuşak bir ifadeye bıraktı. Kız çocuğu iki elini duvara yaslamış bir şekilde hızlı alıp verdiği nefesleri arasından o da benim onu incelediğim gibi beni inceliyordu. Gözlerinin rengi yeşildi. Uzun kıvrımlı kirpikleri arasından bana bakarak herhangi bir harekette bulunmamı istiyordu.

 

"Sende kimsin bakalım küçük hanım?" diyerek bu sessizliğe son verdim. İlk an konuşmadı. Ah sanırım çekiniyor ya da benden korkuyor olmalıydı. "Peki ilk ben kendimi tanıtayım. Ben Emira." dedim ve susarak ondan herhangi bir yanıt bekledim.

 

İlk an aynı durduğu yerde durmaya devam etti ama sonradan yavaşça olduğu yerden ayrılıp bana doğru birkaç adım atarak tam yakınıma gelip elini yanağıma yasladı. Yanağıma değen sıcak avuçlarına tam kaşlarımı çatacakken onu tedirgin etmemek için kendimi sıktım. Yavaşça sağ avcu yanağımda birkaç saniye oyalandı ve sonrasında avcunu çekip ellerini önünde birleştirip dudaklarını aralayıp konuştu. Sanırım bu tatlı küçük kızın yaşı ya 5 ya da 6 olmalıydı.

 

"Memnun oldum. Ben Layla." diyince bu sevimli ve ince sesini duyunca yavaşça gülümsedim.

 

"Demek ismin Layla öyle mi? Seni tanıdığıma çok memnun oldum bende." diyerek olduğum yerden kalkarak ona aşağıdan baktım. "Benimle kahvaltı etmek ister misin?" diye sorunca anında konuşmadan başını evet anlamında aşağı yukarı salladı. Olumlu cevabı alır almaz hemen onu koltuk altından tutarak yukarı çekip kucağıma aldım. Onu kucağıma alacağımı beklemediği için bir an şaşırmış ve aralık küçük dudaklarından hızla nefes alıp vermişti.

 

"Seni kucağıma aldığım için rahatsız olduysan söyle seni yere bırakabilirim istersen." diyince hayır olmadım anlamında başını iki yana salladı.

 

Kucağımda duran sevimli kızla yavaşça merdivenlerden aşağı inmeye devam ederken ona sorular sormayı ihmal etmemiştim.

 

" Layla burada ailen var mı? "diyince hayır anlamında başını salladı soruma cevaben.

 

Hım demek yakını yoktu. Acaba biri tarafından mı büyütülüyordu? Belki de kuleye gelen bir misafirin yakını olabilirdi. Yavaşça indiğim basamakların sonuna ulaşınca zemin kata gelmiştik. Sol tarafa dönerek yemekhaneye çıkan koridora yöneldim.

 

" Kahvaltıda yemeyi en sevdiğin şey ne söyle bakalım?" der demez heyecanla kirpikleri kıpraştı ve hemen sorduğum soruya cevap verdi.

 

"Bir dilim ekmek üzerine sürülmüş bal." diyince onun bu sözlerine sadece otuz iki diş gülümsedim. Mutluluğunu görmek iyi gelmişti.

 

"Peki o halde senin karnını doyurup istediğini sana verelim." dedikten sonra yemekhane kapısının önüne gelince boş olan sağ elimle hemen yemekhane kapısını açıp içeriye doğru adımladım.

 

İçeri girer girmez Layla etrafı izlerken meraklı bakışlar arasında bense birkaç metre ilerde olan masada olan Süreyya hanıma bakmıştım. Acaba kimin çocuğu olduğunu biliyor mudur kollarım arasında duran Layla 'nın?

 

Masaya ulaşınca kendi yerime oturup Layla' yı da dizlerimin üstünde oturtup kısaca bir masadakilere bakındım. Süreyya hanımın pür dikkat bakışları benim üzerimdeydi.

 

"Kaçağı bulmuşsun." diyince anında Ahlas bey hemen ona çevrildi bakışlarım.

 

"Layla 'yı tanıyor musunuz?" diyince evet anlamında başını sallamıştı Ahlas bey.

 

"Yemekhaneye gelirken ikinci katta görünce yanımda getirdim. Kuleye gelen bir misafir olduğunu anladım. Ailesi buradaysa merak etmeden getirmek istedim." diyince Ahlas beye tam o sırada yemekhaneye kapısının açıldığını ve kucağımda duran Layla 'nın yüksek sesle amca dediğini duyunca karşıda olan aynaya bakarak. Bakışlarım baktığı yere çevrilir çevrilmez yemekhane kapısının önünde duran Ahrar' ı gördüm.

 

Nasıl yani amcası Ahrar mıydı? Ahrar 'ın kardeşi mi vardı? Bildiğim kadarıyla yoktu ki! Şaşkınlıkla kucağımda duran Layla' ya bakarken Ahrar 'ın olduğu yerden hareket edip masaya doğru ilerlediğini gördüm. Olabildiğince bakışlarım ondan uzak tutuyordum. Ahrar sonunda masanın yanına geldiğinde arkamdan geçip hemen masadaki yerine geçip oturmuştu. Neyse ki yakınıma gelip Layla' la konuşmamıştı.

 

"Küçük kayıp kızımızı Emria yemekhaneye gelirken bulmuş." diye açıklama yapan Ahlas beye bakışlarım çevrildi. Ahrar 'da başını yana çevirip Ahlas beyin yaptığı açıklamayı dinlemişti. Yanıma birden çalışanlardan Aşin gelince dikkatim ona kaydı. Bana çay servisi yaparken kucağımda olan Layla' nın önüne bir bardak bırakmıştı. Bardağın içerisinde süt olduğunu görünce Layla daha bardağa uzanmadan bardağı alıp onun avucuna yerleştirip içmesini sağladım.

 

Layla bardakta olan sütü içmeye devam ederken bende onun için bir dilim ekmeğe bal sürüyordum.

 

Balı sürmeyi bitirdikten sonra ekmeği Layla 'ya uzatıp yemesini sağladım. Layla ekmeği yerken bende kendi kahvaltımı etmeye başlamıştım. Kahvaltı yaptıktan sonra hemen kendi işlerime yönelmem lazımdı. Kahvaltımı ederken ara sıra Layla' ya bakıyor ve ekmeğini bitirip bitirmediğine bakıyordum.

 

İkinci ekmeği de ona yedirdikten sonra doyduğunu söylemişti. Kahvaltısını ettikten sonra kucağımdan kalkıp koşar adımlarla Ahrar 'ın olduğu yöne doğru koşarken bende yerimden doğrulup ayaklanmıştım. Çünkü hiç şu an göreceğim manzarayı kaldıracak güçte değilim. Yemekhaneden ayrıldıktan sonra hemen rotamı kulenin dışında olan kişisel kütüphaneye çevirmiştim.

 

Neredeyse akşam olmak üzereyken kuleye geri dönmüştüm. Yorgun argın bir halde bahçede ilerleyip kuleden içeri gireceğim an karşıdan bana doğru koşarak gelen Victoria 'yı gördüm. Beni gördüğü anda adımları durmuştu.

 

Birkaç saniye karşı karşıya geldiğimiz anda hemen konuşmuştu.

 

"Neredeydin? Bakındım sana ama bulamadım." diyince ağrıyan ensemi sıvazladım ve bitkin bir sesle konuştum.

 

" Kütüphanede çalışıyordum. Geç saate kadar ancak bitti işlerim sonunda akşam olduğunu fark edince geldim kuleye. Yorgunum bir hayli akşam yemeğini yiyip direk odama çıkacağım. "dedim ve yürümeye devam edince Victoria 'da yanımdaki yerini almıştı.

 

" Onun küçük yeğeniyle bu sabah tanışmışsın. "diyince bir şey dememeyi tercih ettim." Öz yeğeni değil zaten. Kuzenin çocuğu ama ailesi yok. Ara sıra bakıyormuş. Şu zamanlarda onun sırası olduğundan yeğeni buraya gelmiş. Uzun süre olmasa da burada birkaç gün kalacak o sevimli yaratık. "diyince son dediği şeye histerik bir şekilde güldüm.

 

Victoria 'nın pek çocuk seven bir yapısı yoktu. Ve genelde onlara çoğu zaman sevimli yaratık demeyi tercih ediyordu.

 

" Çok mu yorgunsun? "diyince başımı evet anlamında salladım. Sonrasında zaten yemekhaneye gelince ikimizde tam sessizliğe bürünüp yerlerimize oturmuştuk. Erken geldiğimizden ötürü daha Ahlas bey ve Süreyya hanım gelmemişti yemekhaneye. Onlar gelene kadar biz sessizce yerlerimizde oturmuştuk.

 

"Yemeği yediğin gibi odana çekil yat, uyu dinlen. Gözlerin kızarmış epey." diyen Victoria 'ya usulca başımı salladım. Gerçekten haklıydı çünkü şu an uykuya çok zor direniyorum. Her an şu an burada bile uykuya dalabilirim eğer kendimi tutmazsam. Biz hâlâ otururken birkaç saniye sonra herkes yemekhaneye doluşmuş ve sonunda herkes geldikten sonra yemeği yemeye başlamıştık. Yemek yerken dikkatimi çeken Layla ve Ahrar 'ın yemeğe katılmamasıydı.

 

Yemeği yedikten sonra direk odama gitmiştim. Erkenden yatmam uykumu daha iyi almamı sağlayacaktı.

 

Şıp... şıp... şıp...

 

Yüzüm kasıldı. Zihnim bulandı. Ruhum sıkıştı. Fısıltılar duruldu.

 

Şıp... şıp... şıp..

 

Sisler etrafa yayıldı. Işık karanlığın himayesine geçti.

 

Başımı iyice yastığa yaslayıp sol tarafa doğru döndüm yatakta. Ses iyice uykumu açmaya başladığı anda kaşlarımı sinirle çatıp, usulca gözlerimi araladım. Sesin geldiği tarafı ararken tavanla bir an bakıştım. Ve tam tavanda yazılan yazıya birde neyle yazıldığını fark edince yaşadığım o endişe hızla zihnimi ve bedenimi uyandırdı. Olduğum yerde yavaşça doğrulup tavana daha dikkatle baktım.

 

O damlama sesleri tavanımdan geliyordu. Ve damladığı yerde sol kolumun üzereydi. Sol kolumun bir kısmı kan damlasıyla kaplıydı. Yavaşça zihnim uyanınca yazılı olan yazıyı okumaya başladım.

 

"Uyanan duyguların izleriyle gün batımında karanlığı uyandıracağım. Ve gün sonunda güç benim olacak. Hâlâ kaybetmiş değilim. Sadece doğru adımı bekliyorum. Aynı senin beklediğin gibi."

 

Esila 'nın bunu tavanıma yazdığını biliyorum. Zaten açık açık tehditlerine başlamış yine. Hemen sinirle büyü yapıp tavanı eski haline çevirdim. Artık kanla yazılı cümleleri barındırmıyordu. Kolumda duran kan damlasını da komodinin üstünde duran peçete yardımıyla silip yataktan çıktım. Gecenin geç saatleri olmalıydı. Ve onun yüzünden uykumdan uyanmıştım. Gerçekten huzur vermeme konusunda Esila 'nın üzerine yoktu.

 

Sinirle önüme gelen saçlarımı sağ parmaklarımla geriye doğru itip giysi odasına doğru ilerledim. Zaten artık uyuyamazdım. Bir duş alıp giyindikten sonra aşağı inmeyi düşünüyorum. Belki de bahçede biraz oyalanacak şeylerle ilgilenirim.

 

Duş alıp üzerimi giyindikten sonra omuzlarıma bir örtü alıp odadan dışarı çıktım. Merdivenlerden aşağı inerken olabildiğince sessiz olmaya çalışıyordum. Bana olanın başkasına olmaması için sessiz oluyordum. Kimseyi uyandırmak gibi bir niyetim yoktu. Basamakları inip zemin kata ulaşınca sağ tarafa döndüm. Ön bahçede oturmaya karar vermiştim. Bu sayede belki sonra kulenin dışında olan göle gidebilirdim.

 

Ön bahçeye çıkan koridorda ilerlerken birden koridorda duyduğum ağlama sesi adım atmamı engelledi. Sese odaklandığım anda bu sesin nereden geldiğini o anda anladım. Ahrar 'ın odasının bulunduğu koridordan geliyordu. Ve ağlayan kişinin kim olduğunu o an anladım. Ağlayan Layla' dı ve Ahrar onu susturmaya çalışıyordu.

 

Oraya gidip gitmemek arasında kaldım. Beni ilgilendirmiyordu da. Ahrar biraz sonra susturdu belki de. Ben yoluma bakayım en iyisi. Onlara kendimi belli etmemek için adımlarımı sessizce atıp önümde duran kapıya doğru ilerledim. Kapıyla aramda birkaç adım kala bakışlarım Ahrar 'ın odasının olduğu koridora çevrildi. Ahrar' ın odasının kapısı aralıktı ve odanın ışığı koridora yanıyordu. İçeriden hâlâ koridora ağlama sesleri ulaşıyordu.

 

Ahrar 'ın ve Layla' nın iç çekişleri arasında olan konuşmalarını net olmasada duyuyordum . Son adımı atıp bahçe kapısını açacağım anda birden koridorda hareketlilik oldu. Ve aralık olan kapı sonuna kadar açıldı ve odadan koşar adımlarla koridorda koşan Layla 'yı gördüm. Layla koşarken birden bakışları yerden uzaklaşıp olduğum tarafa çevrildiği anda bir an duracak gibi olmuştu. Hemen sonrasındaysa Ahrar' ın bedeni göründü kapının ardından.

 

Koridora çıkmıştı hızla ve koridorda koşan Layla 'dan uzaklaşan bakışları beni görmüştü. Ben olduğum yerde durmuş olanları izlerken birden Layla hızla bana doğru yaklaştı ve hemen kollarıyla bacaklarıma sarıldı. Bense onun bu hareketine karşılık bir eylemde bulunamadım. Layla' nın şiddetlenen ağlaması beni kendime getirdi ve yavaşça eğilip onu uzaklaştırdım kendimden ki ona yakından bakayım diye.

 

"Neden ağlıyorsun Layla?" dediğimde soruma daha çok ağlayarak cevap vermişti. Sonra da hemen bana doğru bir adım atıp kollarını boynuma doladığı gibi yüzünü saçlarıma yasladı. Onun bu çaresiz hali ve ağlayışı içimde bir şeylerin sancılanmasını sağladı. Hemen ona sarılıp kucağıma aldığımda, ayaklarını belime doladı.

 

Ben o sırada Layla 'yla ilgilenirken Ahrar çoktan yanımıza varmıştı. Sıkıntılı bir nefes alıp konuya açıklık getirdi. Karanlıkta bile kendini belli eden lacivert hareleriyle Layla' ya bakıp sessizce benim duyacağım tonda konuştu. O sırada Layla 'nın ağlaması kendini iç çekişlere bırakmıştı. Bunu benim gibi Ahrar' da fark etmişti.

 

"Uyuyordu. Ben o sırada kitap okuyordum ve birden ağlayarak uyandı. Ne kadar susturmaya çalışsamda başarılı olamadım. Bir anda odadan kaçıp gitti. Bunu sık sık yapar. Bir şeylerden koktuğu anda sığınacak bir yer arar. Seni görüncede sana sığındı. Rahatsızlık vermek istemezdim. Ben Layla 'yı alayım. Sen sanırım dışarı çıkıyorsun. Sana mani olmayalım. "dediğinde Ahrar sesindeki mahcubiyetle. Rahatsız olduğumu mu düşünmüştü? Layla' ya uzandığı anda Layla bana daha sıkı sarıldığı anda Ahrar o an ne yapacağını bilemedi.

 

Layla'nın hâlâ iç çekişleri devam ederken yapmam gerekeni biliyordum.

 

" Sorun değil Layla bu gece benimle uyusun. Onu odama götüreceğim. Güvende olacağının teminatını verebilirim. Sabah kahvaltıya getiririm." dedim sakin bir sesle. O sırada Layla 'nın sırtını sıvazlayarak ona güven alışıyor, yanında olduğumu göstermeye çalışıyordum. Çünkü yanımda olmak istediğini anlamıştım Ahrar onu yanımdan almaya çalışırken gitmek istemeyişinden.

 

" Zorunda değilsin. Ben hallederim. Uyuması için bir şeyler yaparım. Sen gideceğin yere git. Önemli olmalı ki bu saatte ayaktasın." dediğinde sona doğru bir şeyler mi ima etmişti o?

 

"Layla benimle kalacak bu gece." demiş ve arkamı dönüp onu orada tek başına bırakmıştım.

 

Layla olmasaydı ben bilirdim ona haddini bildirmeyi de neyse. Çocuğa dua etsin o!

 

Odama geri geldiğim kucağımda uyumak üzere olan Layla 'yı yatağın içerisine koyup üzerini örttüm. O kadar masumdu ki. Ağlamaktan dolayı burnunun ucu kızarmıştı. Hâlâ yanaklarında gözyaşlarının ıslaklığı bulunuyordu. Yatağın üzerine uzanıp ona doğru yaklaşıp saçlarını okşamaya başladım.

 

"Uyu bakalım küçük Layla. Ben yanında olacağım. Sen rahat uyu. Ben seni tüm kötülüklerden koruyacağım buna inan." dedikten sonra sessizce onun yanında bulunarak uyuyana kadar öylece saçlarını okşamaya devam etmiştim.

 

Layla uykuya daldıktan sonra olduğum yerde durmuştum bir müddet. Biraz daha yanında bekledikten sonra yavaşça onu uyandırmamaya dikkat ederek yataktan kalkıp, biraz ileride olan sandalyeye doğru geçmiştim. Sandalyeye oturunca olduğum yerde sol avcunun üzerine yaslamış olduğu yanağıyla öylece uyuyan Layla 'ya bakıyordum.

 

Ne görmüştü ki korkudan uyanıp hüngür hüngür ağlamıştı. Belki de korkuları onu rüyasında bile rahat bırakmıyor olmalıydı. Başımı geriye yaslayıp öylece tavanı izledim. Birkaç saate güneş doğardı. O sırada Layla uyanınca onu amcasına teslim edip işime bakabilirdim.

 

Sabah olduğu gibi Layla erkenden uyanıp aşağı inmek istemişti. Nedense pek konuşmadan yanımdan uzaklaşmak istemişti. Belki de dün gece olan şeyden dolayı çekiniyorda olabilirdi. Layla 'yı Ahrar' ın odasına götürmüş ve sonrasında orayı terk etmiştim. Ahrar 'la yüz yüze gelmemek için oradan apar topar ayrılmıştım. Çıktığım gibi kuleden biraz kendime zaman tanımak için kulenin yanında olan göle doğru ilerlemiştim. Kahvaltı etmek istemiyordum. Bunun için kuleye geri dönmeyecektim. Biraz burada durup sonrasında Victoria 'yı çağırabilirdim. Tabii işi yoksa.

 

Ağaç gövdesine sırtımı yaslamış bir şekilde öylece etrafı dalgın dalgın izliyordum.

 

"Yorgun duruyorsun buradan bakınca." diyen sesi duyar duymaz hızla başımı sola çevirdim. Çevirdiğim anda tepemde dikilen Dehliz' i görmüştüm. Onu görmeyi beklemiyordum. Hatta uzun zamandır onu hiç görmemiştim. Varlığını özlediğimi şu anda fark etmiştim.

 

"Konuşmayacak mısın?" diyince yavaşça olduğum yerde kıpırdandım. Dehliz tam o sırada yanıma doğru gelmiş ve birkaç santim uzağımda oturmuştu.

 

"Şaşırdım." demekle yetindim o sırada. Dehliz 'se olduğu gerçek görüntüsüyle karşımda duruyordu. Simsiyah bedeni ve apaydın olan beyaz irisleriyle bana bakıyordu.

 

"Yanına gelmeyi daha önceden istemiştim ama fırsatım olamadı. Şu an gelebilmeyi başardım Prenses. Nasıl olduğunu sormayacağım zaten dışarıdan çok iyi görebiliyorum." dediğinde Dehliz o an tam olarak iyi mi yoksa kötü olduğumu mu kast ediyordu emin olmamıştım. Dehliz bedenini benim gibi ağaç gövdesine yaslayıp ileriye bakmıştı. Bense yavaşça bedenimi ona döndürmüş sol profilinden onu izliyordum.

 

" Asıl ben sana sormalıyım nasıl olduğunu. İstesemde senin gibi anlayamam çünkü bunu saklamakta çok iyisin." diyince onun bu tavrını hiç doğru bulmadığımı alenen söyleyerek. Dehliz bu sorumu hiç duymamış gibi yaparak sessizliğine devam etti.

 

Sonunda pes edip bende yönümü göle doğru çevirdim. Zamanı deviren iki kişi olarak öylece durduk.

 

" İşler istediğin gibi pek gitmiyor mu?" diyen Dehliz 'e ne demem gerektiğini o an bilemedim. "Onu görmek acı veriyor mu?" diyince o an dişlerimi sıkıp hüznün beni esir almaması için uğraştım.

 

"Kanattığı gibi ölümle baş başa bırakıyor. O hiçbir şey olmamış gibi devam etmeye çalışırken ben bana yaptığı o acımasız oyunu hazmedemiyorum. Ve bana gelmiş aynı taktiklerle yakın olmaya devam etmiyor mu çıldırmamak elde değil!" dedim artık içimde bir yerde beni yiyip duran öfkemi saklamadan açığa çıkartırken.

 

" Açık verme sende ona karşı sessiz olma. Bazen kelimeler bir savaşı başlattığı gibi bitirebilir de. Sende kelimelerle onu alt et. Onun seninle iletişim kurduğu kitapla ona karşılık ver. Sözlerin nasıl bir hükmü olduğunu göster ona. Eskisi gibi olmadığını göster ona. Bırak yazsın bırak oyununa devam etsin. Sende onu kendi oyununda alt etmeye bak. "diyince Dehliz, sözlerini düşünüp doğru bir şey olup olmadığını tarttım. Çünkü onun sözlerine karşılık versem bundan daha büyük cesaret alırdı kesin. Bunu yapmam doğru olur muydu? İçimden bir ses yok diyordu da Dehliz 'in yanılmayacağını bildiğimden onun dediğini yapmayı bir an düşünmedim değil doğrusu.

 

"Tamam sen öyle diyorsan bu seferlik seni dinliyorum. Bakalım ne olacak sonum? " demiş ve kaldığımız yerden sessizliğe devam etmiştik. Dakikaları devirdikten sonra Dehliz gitmeden önce Esila 'nın benimle iletişime geçtiğini bildiğini ve artık planı erkenden başlatarak bir adım atmamı bildirdiğinde ona tamam dedikten sonra olduğum yerden ayrılıp kuleye geri dönmüştüm.

 

Kuleye vardığım gibi hemen Victoria' nın odasının bulunduğu odaya gidip bu akşam yeniden küçük bir toplantı olacağını söylemiştim. Zaten Victoria 'da kuleden çıkmak üzereydi. Acelesi olduğunu gördüğüm için onu çok oyalamadan yanından ayrılmıştım. Victoria gittikten sonra merdivenlerden ikinci kata indiğimde bir alt kata inmeden önce dersliklerden birinin kapısı açıktı ve orada gördüğüm çehreyle adımlarım oraya doğru yönelmişti.

 

Layla dersliğin içerisinde oradan oraya koşuşturuyor haldeydi. Bu hali onu izleme merakımı doğurduğu için istemsizce oraya giderken ve kendimi orada onu izlerken bulmuştum. Layla elinde olan oyuncak bebeğiyle oynuyor, ara sıra bebeği havaya atıp tutuyordu. Hatta sonrasında bebeği kollarıyla sarmalıyor sonrasında da etrafında yarım daire olarak dönüp duruyordu.

 

Kapının tam önüne ulaştığımda hâlâ beni fark etmeden kendi dünyasında kendi hayali arkadaşıyla oynayıp duruyordu. Kendimi belli etmek için sesli adımlarla içeriye doğru ilerledim. Adım sesimi duyduğu anda Layla hemen olduğum tarafa dönüp bana bakmıştı. Beni gördüğünde hemen gözleri irileşmiş ve bakışları kısa süre bende oyalandıktan sonra yere çevrilmişti.

 

Yanına vardığım anda bile olduğu yerden hiç kıpırdamamıştı. Benden korkuyor muydu? Onu korkutacak bir şey mi yapmıştım acaba bilmeden?

 

Onun boyuna erişmek için dizlerimin üstüne çöktüm. Sonrasında iki elimi onun kollarına yasladım. Bu hareketim onu ürkütmediği için bundan cesaret alarak bir adım daha attım ona karşı.

 

"Layla bana bakmayacak mısın?" demiştim. Çünkü nedense içeri girdiğim andan beri bakışlarını benden uzak tutmak için uğraş veriyordu.

 

Bir şey demeden öylece bekleyince yavaşça sağ elimi onun kolundan çekip, yere doğru eğik olan başını çenesinden tutarak yüzümün hizasında tuttum.

 

" Seni üzdüm mü? Onun için mi bana bakmıyorsun? Eğer seni kıracak bir şey yaptıysam özür dilerim. Beni affeder misin?" diyerek onun bir adım atmasını bekledim. İlk birkaç saniye sessiz kalan Layla kararsızlık içerisinde yanıp tutuşurken sonunda istediğim gibi benimle iletişime geçmişti.

 

" Hayır hayır beni üzmedin. Onun için sana böyle davranmıyorum. Ben seni artık rahatsız etmeyeceğim." dediği anda bu yaptığı şey için üzgün olduğu yüz ifadesine yansırken bense o an dediği şeyi idrak etmeye çalıştım. Ne rahatsızlığı?

 

"Layla 'cım ben senden rahatsız değilim. Bunu da nereden çıkardın? Seninle konuşmayı çok sevdim ben." dedim olayın asıl konusuna ulaşmak adına.

 

"Ama-" demiş ve hızla susup derince düşünmeye başlamıştı. Hatta o küçük sevimli yüzünde bir kararsız ifade yer almıştı.

 

"Ama?" diyerek devam etmesini belirtmiştim. Dediğim şeyi yaparak bana istediğimi vermişti.

 

"Ama amcam seni rahatsız ettiğimi ve bir daha senden uzak durmamı istedi benden." dediği anda sinirin beni ele geçirmemesi için büyük bir uğraşın içerisine düştüm.

 

Ne demek uzak durması için uyardı! Beyefendiye de bakın! Kendisinin yapması gereken şeyi de kimden istiyor! Layla beni rahatsız filan etmiyordu. Bu düşünceye nasıl kapıldı! Yüzüme anlayışlı bir ifade yerleştirdim.

 

"Layla canım benim ben senden rahatsız olmuyorum. Amcan sanırım her zaman ki gibi yanılmış. Seni görmek bana iyi gelen tek şey şu son anlarda. Onun için lütfen benim bulunduğum yerlerde bende kaçma. Hatta istediğin zaman yanıma gelebilirsin." dediğimde Layla 'nın o an yüzüne içten bir tebessüm yerleşti ve bana doğru yaklaştığı gibi hemen kollarını boynuma sardı.

 

" Peki Emira. "diyince ismimi o kadar tatlı telaffuz etmişti ki bir daha söylemesini istediğim anda beni kırmamış ve tekrar söylemişti. Sonrasında onu kucağıma alarak derslikten çıkıp merdivenlere yönelmiştik.

 

Zemin kata ulaşınca onunla beraber arka bahçeye gitmiş ve salıncağa oturmuştuk. İlk başta korkacağını sanmıştım ama sallanmadığımız için ürkmemiş ve öylece yavaşça ayaklarımla ileri geri yaparak onunla küçük bir sohbet açıp o konuda konuşmaya başlamıştık.

 

Ona en sevdiği rengin ne olduğunu, sevdiği yemeği, arkadaşlarını, en sevdiği oyunu sormuş ve onu daha yakından tanımaya başlamıştım. Benim sorduğum sorunun aynısını bana yöneltip benimde cevap vermemi istemişti benden. Onu kırmadan sorularını cevaplamış ve böylece küçük sevimli bir an yaşamıştık onunla. Zaten enerjisi o kadar yüksekti ki onu hissetmemek elde değildi ki.

 

"Bu çiçeğin adı nedir?" diye sorunca elinde tuttuğu şakayık çiçeğini dikkatle inceleyen Layla 'ya tebessüm edip yanağına küçük bir buse kondurduktan sonra sorusunu yanıtladım.

 

"Beyaz şakayık çiçekleri. Buraya ektim. Aslında toprağın yapısı müsait değildi ama büyüyle onları buraya ektim. Ve bu içinde olduğum çiçek arazisinde çoğu çiçeği ben ektim. Çiçekleri seviyorum ve onlarla ilgilenmek bana iyi geliyor." demiş ve kucağımda olan bedenini iyice sarmalayıp, çenemi Layla 'nın başının üzerine yaşamıştım.

 

" Bir tane yanımda götürmek istiyorum. Bende büyüyle onları gittiğim yerde senin yaptığın gibi yaşatırım. Olur mu? "demişti başını yavaşça bana doğru çevirip bana bakmaya çalışırken.

 

" Tabii istediğin kadar götürebilirsin yanında. İstersen sana başka çiçek tohumları vereyim onları da gittiğin yerde diker ve güzel bir çiçek arazisi oluşturursun kendin için. "diye öneri sunduğum anda hemen tamam demiş ve kucağımdan kalkıp çiçek arazisinde koşar adımlarla dolaşıp bakmadığı ve djss inceleyeceği diğer çiçeklerin yanına gitmişti.

 

Layla 'la bir saate yakın çiçek arazisinde bulunduktan sonra kuleye geri dönüp onu çalışanlardan birine emanet edip Ahrar' ın yanına ulaştırmasını istemiştim. Kulede fazla durmadan yarım kalan işime geri dönmüştüm. Araştırmam gereken bir efsane vardı. Herkese göre sadece bir söylenti olabilirdi. Ama ben aslı astarını araştırınca bunun bir ihtimal olabileceğini anlamıştım.

 

Konu yine Esila 'ydı.

 

Esila' nın hâlâ güçlerine sebebiyet veren nedenin aslına ulaşmıştım. Tabii bunu kendi başıma bulmuş değildim. Dehliz bana küçük bir not bırakmıştı. Bende bu nottan yola çıkarak bu gerçeğe ulaşmış ve sonunda sebebi bulunca detaylı bir araştırma yapmıştım kendimce ama bu bana yeterli gelmeyince Varisler ve Dennis 'ten kendi krallıklarında bulunan işimi görecek kitabı bana ulaştırmalarını istemiştim.

 

Kitaplar şu an eski Moritanya Kalesi' nde bulunuyordu. Ve bende oraya giderek kulede olan kitapların içerisinde olan bilgileri araştırmaya devam edecek tüm ipuçlarına eriştikten sonra birkaç gün içerisinde planı gerçekleştirecektim. Tabii Victoria, Varisler ve Dennis yardımıyla. Çünkü onlar olmadan bu işi öyle kolay kolay başaramayacağımı biliyorum. Birlik olup bu işin altından da kalkacaktık.

 

ᝰ ҉ - ҉ ᝰ

 

Ruhum bir ıstıraptan başka bir ıstıraba sürükleniyordu. Okuduklarım beni hayli bir korkutmuştu. Ama bir yandan içim rahattı. Efsanenin gerçek olması için bir şart vardı. Ve bu şart için bir kişi lazımdı. Ve bu kişiden iki kişi olduğu söylenmekte. Birini tanıyorum ama diğerini bilmiyorum ve bu beni korkutuyor çünkü Esila ona ulaşırsa işler hiç istediğim gibi gitmeyecek benim ve diğer insanlar için. Ve emindim ki Esila 'nın şu anki sessizliğinin sebebi hâlâ o kişiyi bulmayışından kaynaklıydı. Onu bulduğu anda ne olurdu düşünmek istemiyorum. Bunun için de ben de o kişiyi aramalı ve Esila' dan önce bulmalıydım.

 

Ama nerede bu kişiyi bulacağım işte orası muamma. Öncelikle bizimkilerle bir istişare yaparak bu kişiye ulaşabiliriz belki de. Moritanya Kalesi 'nden çıkıp asıl kuleye geçiş yaptım. Direk portaldan geçiş yaptığım için odama doğru geçmiş ve ferahlamak adına bir duş almıştım.

 

Üzerimi giyindiğim gibi hemen yatağa geçmiş ve Dehliz' in dediğini yapmak için Ahrar 'ın iletişim kurmak için gönderdiği kitabı açmıştım. Kitabı açtığımda önceden okumadığım cümlelerin hâlâ durduğunu fark etmiştim.

 

"Kırgın olmanı anlıyorum. Bunun için sana herhangi bir şey söylemem saçma olur ama Emira anla beni mecburdum. Ve bu mecburiyetim için sustum. Bunu onun için yaptım. Sana aslında sandığın gibi bir oyun oynamadım."

 

"Cevap vermiyorsun. Hatta yazdıklarımı bile okumuyorsun çok mu artık rahatsız oluyorsun benden?"

 

"Layla 'la tanışmışsın. Ben aslında daha önceden tanıştırmak istemiştim. Fakat uygun anı bulamamıştım. Ama hayat bu zamana planlamış."

 

"Layla seni gerçekten çok sevmiş. En çokta mavi gözlerini ve sarı saçlarını. Anlatmaya doyamadı seni bana. Bir zamanlar bakmaya doyamadığım çehreni."

 

"Layla 'nın varlığı seni rahatsız ediyor olabilir. Bunun bilincindeyim bir daha bu tekrarlamayacak."

 

Son yazdıklarını okuduktan sonra sinirli bir nefes verdim. Ne saçma bir düşünce neden ondan rahatsız olayım ki? Benim rahatsız olduğum kişi oyken hemde! Sinirle anında bu cümlesine cevap verdim.

 

" Layla 'dan hiçbir zaman rahatsız olmadım. Kendi kafanda kurup durma. Ve onu kısıtlama beni görmek istiyorsa görebilir. Bu sadece onun için geçerli."

 

Sona doğru ima ettiğim şeyi de dile getirmiştim. Onunla karşılamak istemiyorum çünkü hâlâ ona bakınca kırgınlıklarım günyüzüne çıkıyor. Ve bu canımı her defa daha fazla acıtıyordu.

 

Ben kendi kendime boş olan sayfaya baktığım esnada birden bir yazı belirdi.

 

"Ben sadece belki rahatsızlık duyuyorsun diyerek seninle bir araya gelmemesi için uyarmıştım. Onu sevdiğini zaten bakışlarından anlamıştım. Bugün ise birlikte geçirdiğiniz zamanda sizi uzaktan izlemiştim. Çok güzel duruyordunuz uzaktan. Layla seni çok fazla sevmiş ve bağlanmış bunu hep dile getirip duruyor. Zaten seni tanıyan hiçbir insan senden kolay kolay nefret edemez. "

 

Ahrar 'ın son cümlesini okuduktan sonra bir an kuzenin Serra mı da Demek istedim de dememeyi tercih ettim. Malum o duygusuz Serra'nın ne tür planları olduğu belliydi. Sonradan niyeti şekillendi. Neyseki gitmeden önce son kez onunla hesaplaşmış ve bir nebze içim rahatlamıştı.

 

Ben bir şey demeyince Ahrar devam etmişti.

 

"Kalkıştığım şey yanlıştı biliyorum ama inan ki elimden o an o gelmişti. Bunun için beni affetmeni istiyorum. Lütfen beni bağışla."

 

Ahrar 'ın cümlesini okuduğum an gözlerimi devirdim. Affetmek mi hiç zannetmiyorum.

 

"Sizin tarafınızdan yediğim darbenin boyutunu bu yaşıma kadar onca kişiden yemedim. Siz benim sert kayadan olan ruh zırhımı kırıp onu boşluğa atıp arkanıza bile bakmadan çekip gittiniz. Şimdi sizi affetmemi mi bekliyorsunuz benden? Hayır! "

 

Cümlelerim birkaç saniye boş sayfada durduktan sonra yavaş yavaş silinmeye başlarken hemen akabinde Ahrar 'ın cümleleri yer aldı boş sayfada.

 

" Verdiğim zararın farkında olamadığımı mı düşünüyorsun? Çok fazlasıyla farkındayım. Bakışlarına yerleşmiş olan o ruhsuzluğun, o hissiz ifadelerin yarattığı o boşluğun çok farkındayım. Ve bunu değiştirmek için senden izin istiyorum. Lütfen bana bu izni ver Emira. "

 

Ahrar 'ın ona izin vereceğimi düşündüren sebebi gerçekten çok merak ettim doğrusu. Bunun için bir kapı araladığımı düşünmüyorum da. Bu konuşmadan cesaret alıyorsa bilsin ki Dehliz istekte bulunmasaydı o daha çok yazar bense hiç okumaz ve onun kendi kendine çabalayıp durmasını sağlardım.

 

Buna da bir cevap vermediğim anda yeni bir cümle belirdi.

 

"Yalnızlığın ne demek olduğunu varlığının yanımdan uzaklaşmasıyla anladım. Lütfen beni bu ıssız yalnızlıktan kurtar."

 

Cümleyi okuduğum anda olduğum yerde sesli bir şekilde güldüm. Yalnızlık öyle mi? Yalnızlık? Şaka mı yapıyor bu adam? O zaten hayatı boyunca yalnızlık yaşadı. Benim olmayışım ona koymaz. Hemen bu cümlesine karşılık verdim.

 

" Aslında siz hiç bir zaman yalnız kalmadınız, siz zaten hep yalnızdınız. Bunun bilincinde değildiniz sadece sonradan oldunuz bu gerçeğin varlığını. Bunu da bana yordunuz ne yazık ki! "

 

"Hayır ben hep yalnızdım. Ve bunu biliyordum. Benim bilmediğim yalnızlık bir aşkın yarattığı yalnızlıktı. Sevdiğinin yanında olmayışının yarattığı yalnızlıktı. Ben bunu sonradan fark ettim. Senin varlığını yitirdiğim anda."

 

"Seni seviyorum Emira hemde çok. Sen ne kadar buna inanmak istemezsen de seni seviyorum hep seveceğim de."

 

Son iki cümlesini okurken olabildiğince kendimi ruhsuz kimliğimin kapanına kıstırmak için zorladım. Çünkü yalan söylüyordu yine ve yine. Ve ben buna inanmamalı hemen sertçe çıkışmalıydım. Yalandı ama şunları söylemek istedim.

 

"Beni sevmek için çok geç kaldın. Sevdiğinin farkında olduğunu anlamak için ; ihtimalleri hiçe saydın. Ve şu an geçmişi silip atamazsın. Ben buna izin vermem. Bir daha senin bu ucuz oyunlarına inanmayacak kadar deneyim kazandım."

 

Cümlemi söyledikten sonra derin bir nefes alma gereği duydum. Çünkü o çoktan bu oyunu kendi lehine kullanıp beni oyun dışı bırakmıştı. Ve bir daha oyuna katılmak gibi bir düşüncem yoktu. Onunda olması lazımdı. Çünkü bir kere sütten dilim yanmıştı. Ve o artık arkasını bilmediğim bir şeye adım atmayacağımı, beni bir kukla olarak görmemesi gerektiğini bilmesi lazım.

 

"Layla 'ya iyi bak. Bari onu üzme ve ona yalanlar söyleme. Çünkü çocukların güvenleri daha çok çabuk kırılır. Bana yaptığını ona yapıp durma."

 

Son kez demem gereken şeyleri söyledikten sonra kitabı aldığım yere bıraktığım gibi hemen yatağa doğru cenin pozisyonunda uzanıp odanın ışıklarını söndürdüm. Karanlıkta öylece derin düşüncelerle beraber uykunun beni alıp götürmesini bekledim.

 

Yeteri kadar verdiği zararı bile hâlâ aşamazken bir yenisini kaldıracak güçte ve o hataya düşmeyecek kadar deneyimli olduğumu bilmesi lazım. Ahrar her ne planlıyorsa boşuna ümitleniyordu. Çünkü istediğini ona vermeyeceğim.

 

ᝰ ҉ - ҉ ᝰ

 

Victoria 'yla toplantı odasında oturmuş öylece havadan sudan konuşurken birden hızla toplantı odasının kapısı açıldı. Yavaşça bakışlarım oraya çevrilmişken içeriye giren kalabalık dikkatimi çekti.

 

Süreyya hanım, Turul bey, Ahlas bey, Arın hoca, Ahrar ve birkaç eğitmen içeriye girmişti. Dikkatimi çeken yüzlerinden okuduğum gerginlikti. Victoria olduğu yerden doğrulduğu gibi hızla onlara bakarken ben elimi çeneme yaslayıp masadaki yerlerine geçmelerini bekledim. Bir şey için burada oldukları belli. Ve en alıcı noktasıda benimle ilgili olması.

 

Ben pencere önünde duran tekli sandalyeye iyice yaylanmış bir halde onları izlerken olduğu yerde bana sinirle bakan Turul beyle bakışlarımız kesiştiği anda hemen o bakışlarda tanık olduğum ve sorun çıkarttığım anlarda gördüğüm ifade vardı. Yani uzun zamandır bir şey yapmıyorum ki. Daha başlamadı mesaimiz. Erken gelmiş olmalılar.

 

"Buraya gelmemizdeki şeyi biz hariç sen bilmiyorsun Emira." diyen cümleyi duyduğum anda Ahlas beye baktım.

 

"Neymiş bu şey öğrenmek isterim? söyleyecekseniz tabii! Çünkü yargılama heyeti ne yapmış olabilirim ki buraya gelip suçlayıcı bakışlarla bana bakıp, sanki suç işlemiş bir dayatma dayatıyor şahsıma karşı?" diye rahat bir üslupla konuşunca hemen öne atılan Turul bey oldu.

 

Beklenecek hareket doğrusu.

 

" Kara Orman'da yaptığın şey çok ses getirdi ve halk artık Asper krallığına büyük bir baskı yapıyor. Bu baskı yargılanman adına. Ve senin mahkemeye çıkarılman için baskılar gittikçe arttı." diyince Turul bey bildiğim bir şeyi ondan duymuştum. Geldiğimden beri hem çevrede hem burada çoğu kişinin o rahatsız edici bakışlarını görmüştüm. Ve etrafta konuşulan diğer meseleleri.

 

Dün gece yarın mahkemeye çıkarılacağımı Dehliz haber vermiş, akabinde hemen ondan sonra Victoria odama hızla dalıp olanları söylemişti. Bense sadece sessizce söylenenleri dinlemiştim.

 

"Yani bence bu kadar abartılacak bir şey değil. Suçlu muyum ki endişe ediyorsunuz? Sonuçta Esila 'nın varlığı evvelinden vardı ben sadece onu ortaya çıkarıp sonrasında ona büyük zararlar verdim." dediğim anda hepsi bu kadar rahatlıkla bu konuda konuşmama şaşkın şaşkın baktılar. Bakışlarım Ahrar' a çevrilmese de enerjisi gergin olduğunu gösteriyordu. Sebebi neydi ki? İnfaz edilme ihtimalimden korkmuyordur umarım.

 

" Emira suçlu bulunabilirsin. "diyen Süreyya hanıma hemen cevap verdim.

 

" Ne konuda sizin yapmadığınız şeyi yaparak Esila 'yı durdurduğum için mi yoksa olması gereken her şeyi olmasını sağladığım için mi? Bence siz benim için endişe etmeyin ben bu sorunu kolayca çözeceğim. Siz rahat olun.'" demiş ve yavaşça yerimden kalkıp kapıya doğru ilerlemiştim. Tabii toplantı odasında olanlar bu sakin halimin sebebini merak etmişti.

 

" Ne var aklında? "diye Süreyya hanımın bu sorusunu arkama dönemden cevaplamıştım.

 

" Çok şey ya da hiçbir şey. "diyerek onları ihtimaller arasında kapana kıstırmıştım. Olduğum yerden çıktıktan sonra kendimi Yasaklı Kütüphane'ye atarak kalan son bilgileri araştırmaya devam etmiştim.

 

Victoria o sırada ondan istediğim şeyi yapmak için kuleden ayrılmıştı. Yarın mahkeme vardı onu atlattıktan sonra rahat bir nefes alıp Varisler ve Dennis 'in getirdiği bilgileri bir araya getirip ilk aşamaya başlayacaktık. Sonrasında artık zamanı iyi değerlendirerek büyük ses getirecek olayın başlangıcını başlayacaktık.

 

Şu an efsanede geçen o ölü ruhu bulmam lazım. Hayatta mı değil mi bilmiyorum ama olma ihtimali olduğu kanaatindeyim. Çünkü olmazsa Esila buna bel bağlamaz ve bana karşı bu kadar özgüvenli olmazdı. Dayandığı ya da güvendiği bir şey muhakkak vardı. Bunu bildiğimi tahmin etmiyordum. Çünkü Dehliz 'in varlığından haberi olduğunu düşünmüyorum. Ve bu benim onunla hatta bir adım ondan önde olduğumu sağlıyordu.

 

O ruhu bulmam lazım ve onu kendi tarafıma çekmem lazım.

 

ᝰ ҉ - ҉ ᝰ

 

Mahkeme günü....

 

Bir rüyanın aslında en unutulmaya mahkum tarafında bulunuyordum. O an rüya anında vardım ama uyanınca hemen unutulup gidecek izlere sahiptim. Akılda kalmayacak. Bir an bir salise içerisinde bir iz bırakıp arkama bile bakmadan yok olacaktım. Gece uyumamıştım. Uyku tutmadığı için değil.

 

Fısıltılar uyutmadığı için. Susmuyorlardı. Aslında ses bir kişiye aitti ama peşi sıra tekrarlandığı için bir fısıltı değil birden fazla fısıltı haline geliyordu. Bunu nasıl durduracaktım bilemiyorum. Bunu yapan kişi Esila değil onu biliyorum. Çünkü fısıltı diğer duyduklarıma benzemiyordu.

 

Bir kız sesiydi. Küçük bir kız sesi bazen orta yaşlarda olan kız seside duyduğum oluyordu. Ama ikisi de bir kişiye mi aitti ondan tam emin olamıyorum. Gece neredeyse on dakikaya yakın aynı dizeler tekrarlanıp durmuştu.

 

Devrildi sözler, gömüldü gözler.

Ölümlü buluştu sonsuzda...

Her yerde varlığını koruyan ölü

bir ruh . Aşk güvene ihanet etti.

İhanet ölümü doğurdu.

Paslı tutulan gerçekler haykırarak kendini ifşa etti.

 

Bu sözcükler ve cümleleri duyduğum anda etrafıma bakıp durmuştum. Sonrasında devam ettiği anda öylece yerimde durup bitmesini beklemiştim. Bittiği anda cümleyi daha doğrusu bu kısa olan beş satırlık cümleleri bir kağıda aktarmış ve o kağıdı da Yezra 'nın günlüğüne saklamıştım. Orasını uygun görmüştüm o anda.

 

Sonrasında bir daha uyumaya çalışmayarak odada dakikaları öldürmüştüm. O sırada merakım Ahrar' ın verdiği kitaba çevrilince kitabı açıp içerisinde herhangi bir şey yazıyor mu diye bakınca hiçbir şey bulamamıştım. Hah ne diye bakıyorsam. Göreceğim şeyde anca bu oldurdu zaten. Kitabı olduğu yere yersiz bir öfkeyle bırakıp kafamda olan düşünceleri susturmak için çizim yapmaya başlamıştım.

 

Ta ki güneş doğana kadar. Ta ki Victoria odama gelip beni çağırıncaya kadar. Sonrasında üzerimi hızla değiştirip aşağı inmiştim. Diğerleri çoktan Asper krallığına geceden gitmişti. Ben ve Victoria sabah saatlerinde oraya gitmek için hazırlanacaktık.

 

Asper Krallığına vardığımız anda ilk kez bu kadar kalabalık bir yere gelmiştim burada. O kadar kişi vardı ki bazıları kulenin dışına taşmıştı neredeyse. Şu an kimseyi çekmeyeceğim için Victoria 'nın burada olan odasına gelmiştim.

 

Pencereden dışarıya bakarken dudaklarımı aralayıp konuştum.

 

"Buraya o kadar gelmek isterken şu an ne için buradayız. Odanı bile görme şansına burada bulunan insanlardan uzak durmak adına geldim. Hiçte beklediğim bir şey değildi. Ben daha farklı hayal etmiştim. Neyse bu da farklı bir anı olsun diyelim o halde." demiş ve şakağımı cama yaslayıp dışarıya bakmaya devam etmiştim.

 

" Endişeli misin? "diye arkamda duran Victoria konuşunca derin bir iç çektim. Aslında sadece hakkımda konuşulan cümleleri duymak istemiyorum. Rahatsız olduğum için değil aslında sadece şu an konu başka bir şeydi ve gündemde benim lanetli biri olduğum konuşulsun istemiyorum.

 

"Sadece bir an bitsin ve buradan gitmek istiyorum. Ama uzun süreceğini düşünüyorum. Çünkü halkta burada ve onlar mahkemeyi uzatacak eylemler sergileyebilir. Bunun önüne nasıl geçilecek merak içerisindeyim işin doğrusu." demiştim hissiz bir sesle. Bakışlarımda yatan tahammülsüzlük bir an buradan soyutlanmak için can atıyordu.

 

Omuzlarıma bir el değince sadece kaşlarım usulca çatıldı. Çünkü bu Victoria 'ya ait değildi. Victoria arkamda duran sandalyede oturur vaziyetteydi. Peki omzuma konulan el kime aitti?

 

Tam arkama dönme gafletine düşeceğim an bir ses duydu zihnim.

 

"Endişelenme güzel kızım. Mahkeme iyi geçecek. Senin için delilleri topladım ve mahkemeye sundum." dedi. Bu kişi aylardır görmediğim Lord Yelit 'in sesiydi. Yerimden hareket edip arkama dönüp ona bakmak istedim ama biliyordum ki sadece ruhen burada bulunuyordu. Ve onu görmezdim.

 

" Sesinizi duymak iyi hissettirdi. Keşke görebilseydim de sizi. Ne zaman geleceğinizi bilmiyorum. Tarih yakın mı?" diye sorunca merak içerisinde ne cevap verecek diye beklerken onun şefkatli sesi zihnimde devrildi durdu.

 

"Daha var gelmeme. Ama biliyorum ki sen yapacağın şeyi iyi biliyorsun. Ve seni görmek bana da iyi geldi güzel kızım. Yakında görüşürüz. Dikkat et kendine her zaman." demiş ve gitmişti Lord Yelit daha fazla yanımda durmadan. Lord Yelit 'in sesini duymak güç vermişti bana. Benim için uğraştığını bilmek ayrı bir mutluluktu.

 

Gelmesini dört gözle bekliyorum ama gelmesi için ona baskı yapmam hiç doğru olmayacağını da biliyorum. Her neredeyse önemli olmalı ki oradaki işi bitmeden buraya geri dönmeyecek.

 

Bir anda kapı çalınıp içeri bir çalışan gelince olduğum yerden kıpırdamadım. Ve konuşmasını bekledim.

 

"Victoria hanım ve Prenses Emira mahkemeye bekleniyorsunuz." diyip odayı terk edince arkama dönüp bana endişeyle bakan Victoria 'ya çevirdim mavi harelerimi.

 

"Hadi gitmemiz gereken ve haklı olduğumu ispat etmem gereken bir mahkeme ve şahitler var.

 

Victoria cümlemi duyar duymaz yerinden kalkıp kapıya doğru ilerledi. Açık kapıdan dışarı çıktıktan sonra aşağı doğru merdivenlerden inmeye başladık. Bir alt katta bulunan mahkeme salonuna doğru ilerliyorduk.

 

"Asla ama asla seni manipüle etmelerine izin verme. Olabildiğince sakin olmaya çalış." diyince Victoria yandan gülüp ona bakış attım. Bu gülümsememi görünce kaşları çatıldı ve neden güldüğümü anlamaya çalıştı.

 

"Merak etme onların güzelce sinir sistemini alt üst edeceğim. Onlar neye uğradıklarını anlamayacaklar." diyerek merakını giderdim. Bakışlarım Victoria 'ya çevirdiği anda gergin olduğu için sağ bileğini ovuşturduğunu fark ettim.

 

Genelde bu tarz şeylerde hep bunu yapıyordu. Onda alışkanlık olmuştu bu şey. Önümüzdeki uzun koridoru aşıp kapının önünde duran askerlerin karşısına geldiğimizde yavaşça kapı aralandı ve içeride olan gürültü koridora ulaştı. Kapı açılır açılmaz o gürültü kısa sürdü. Sonrasında hepsinin bakışları kapının önünde duran bana ve Victoria 'çevrildi.

 

İçeriye kısacası bir bakınıp gelenleri incelerken bu büyük yargılama salonunun taşıp dolduğunu fark ettim. Demek ki herkes gösteriyi görmek adına buradaydı. Onlara göre yargılanacak ve ceza alacaktım. Ama buna izin veremeyeceğim ve elimi kolumu sallaya sallaya buradan gülümseyerek çıkacaktım. İçeriye girerken omuzlarım dik bakışlarım keskin ve hissizdi.

 

İlk adımı attığım anda içeride olanlara göz ucuyla bakıp önümde olan küçük dar yolu kat ederek yargılanmak üzere benim için ayrılmış alana doğru ilerliyordum. Victoria beni takip ederek arkamdan ilerliyordu. Ön sıralarda onun için ayrılmış yere geçene kadar adımlarımız arka arkaya atılıyor, sessiz salonda küçük gürültülere sebebiyet veriyorduk. Kapının hemen biz içeriye girdiğimiz andan sonra kapanması ardından hemen içeride kısık fısıltılar çoğaldı. Bazılarını duyuyordum bazılarını tahmin ediyordum.

 

Sonunda Victoria bulunacağı yere geçtikten sonra bende birkaç adım atarak benim için ayrılmış alana geçip bakışlarımı karşımda durma orta yaşta olan ama gerçekte yaşı bilmem kaç olan konsey başkanına baktım. Bulunduğu yer yüksekte olduğu için bana yukarıdan bakıyordu. Tam sol ve sağ yanında beşer kişi bulunuyordu. Hepsinin önünde dizi dizi belgeler bulunuyordu.

 

Kısa süreliğine bakışlarımı soluma çevirdiğim anda Süreyya hanımla bakışlarımız birleşti. Ne kadar güçlü durmaya çalışsa da yüzündeki korkuyu görebilmiştim. Endişeliydi. Korkuyordu herhangi bir ceza alacak olmamdan. Yanında olan Turul beye baktığım sırada sakin ve rahat bir duruşla etrafı izlediğini fark ettim. Ahlas bey 'inde Süreyya hanımdan bir farkı bulunmuyordu. Buraya Varisler ve Dennis gelmemişti. Gelmemelerini ben istemiştim. Çünkü onların yapması gereken daha önemli şeyler vardı.

 

Bakışlarımı önüme çevirdim. Derin bir nefes alıp yapmam gereken şeye odaklandım. Yavaşça bakışlarıma karanlık yerleşti ve düşüncelerimi serbest bıraktım. Binlerce sinsi düşünce kendini öne çıkarmak için can attı ama sırası geldiğinde hepsi öne çıkacak ve olması gerekeni yapacaktı. Hâlâ devam eden fısıltılar konsey başkanının yüksek sesle konuşması durdurdu.

 

"Neden burada olduğunu biliyor olduğunu farz ediyorum." diyince bir şey demeden konuşmasına devam etmesini bekledim. "Buraya birçok söylentilerin önünü kesmek ve konuya açıklık getirmen için çağrıldın. Her soruma doğru cevap vermeni istiyorum Prenses Emira." diyince konsey başkanı sadece evet dercesine başımı yavaşça salladım.

 

"Eslia 'ile ilgili olan söylentiler doğru mu?" diyince konsey başkanı sorduğu soruya başımı yana yatırarak etrafımda olanları kısaca süzdükten sonra cevap verdim. Hepsi bana nefret ve öfkeyle bakıyor, bıraksalar şurada hepsi bana saldıracaktı. Bakışlarımı daha fazla onların üzerinde tutmadan hemen konsey başkanına geri çevirdim.

 

"Tartışılır." diye kısaca konuştuğum anda birden mahkeme salonunda birden fazla ses geldi.

 

"Yalan söyleme lanetli kadın ve sorulara cevap ver hemen! Kaçma bir korkak gibi!"

 

Yüksek sesle bağırdığı anda diğerleri de aynı şekilde ona katıldı. Bense onlara gülerek bakınca bu halim büyük bir tepkiye maruz kaldı yine ve yeniden.

 

"Gördüğünüz üzere -" diyerek konsey başkanına onları gösterdim. "Bana olan nefretleri gerçeklere kör olmalarına sebep oldu ve atıp tutmaları git gide arttı. Yani tartışılırdan kastım buydu. Çünkü kim ne derse desin ona inanıyorlar. Aslını astarını araştırmaya gerek duymuyorlar." dedim ve o an bakışları bir şeyi fark eden ifadeyle dolup taştı.

 

" Peki. "dedi ve sonrasında yavaşça başını eğip şunu söyledi." Sence ne gerçek sen söyle. "dedi benden duymayı istediğinde ona hay hay dercesine başımı salladım. O an yüzünde olan gözlüğü yavaşça çıkartıp, masaya bıraktı.

 

" Esila hiç ölmedi ve onu geri getiren ben değildim. Onunla herhangi bir iş birliği içerisinde değilim olamam da. O zaten hep burada etrafta bulunuyordu. Sadece kolyenin açığa çıkmasını bekliyordu. Çıktığı anda hemen atağa geçip onu benden almak istedi ama buna izin vermedim. "dedim ve yavaşça kısaca etrafa bakındım. Hepsi sessizce beni dinliyordular. Hayret meraklarını mı cezp etti dediklerim. Tekrar devam ettiğim anda yeniden fısıltılar oluştu ama hemen konsey başkanı onları susturdu." Amacı hem benden hemde Aron 'da kolyeyi almaktı. Ama buna izin vermedim ve kolyeyi kendime muhafaza ettim." diyerek cümlemi sonlandırdım.

 

Konsey başkanı birkaç süre öylece sessizce durdu ve dediklerimi tartıp durdu.

 

" Eslia' nın varlığından ne zamandır haberdarsınız Prenses Emira?" diyen konsey başkanına çok sakin bir ifadeyle baktım. Gerçekleri dile dökmek bir taraftan iyi gelmişti aslında. Sanki yüklerimden yavaşça kurtuluyor gibiydim. Tüm sesler susmuş vereceğim cevabı duymayı sabırsızlıkla bekliyordu. Herkese gelişi güzel bir baktıktan sonra tekrar mavi harelerim konsey başkanına çevrildi.

 

Çok rahat bir şey söylüyormuş gibi sorusunu yanıtladım. Ben çoktan olayları hazmettim sıra onlardaydı.

 

" Başından beri..." dediğimde konsey başkanı kaşlarını çatarak bana baktı. Bu diyeceğim cümleyi benden duymayı beklemiyordu sanırım. Ama gerçek buydu. Ve bunu artık her krallık bilmeli ki gerçeklerin üstü yalan yanlış söylemlerle kapanmamalı.

Cümlemden sonra yavaşça fısıltılar çoğaldı ve bana ulaştı. Bazıları çok acımasızdı ama beklediğim bir tepki olduğu için pek kırıklığı bana geçmedi bile.

 

"Lanetli kadın..." demişti arkadan bir erkek sesi. Hemen onun cümlesinden sonra başka şeyler daha duydum.

"O da sonumuzu getirecek." demişti bir kadın. Sesini o kadar yüksek tutmuştu ki bir süre ondan sonra konuşmalar susmuştu ama saniyeler sonra yeniden devam etmişti.

"Onu öldürmeliyiz. Boynunda duran kolyeyle birlikte.

"Lanet onu da etkisi altına alacak."

 

Bu ve bunun gibi cümleler kulağıma ulaştı ama duymazlıktan geldim. Çünkü hepsi yanlıştı. Hepsi gerçeği bilmiyor. Söylentilerle bir düşünceye kapılıyordular. Hata yaptıklarını yakında zaten öğrenecekler. Ama çok geç olabilirdi onlar için.

 

"Ne zaman peki? Bana net bir şey söylemek zorundasın Prenses ." diye emir verircesine konuşunca konsey başkanı, gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. O anlar zihnime üşüştü. Rüyalarda olan konuşmaları. Yaptığı Üç Zihin Büyüsü , kardeşimle ilgili imaları, yasak aşkını yaşadığı o kulübedeki konuşması... Neler yaşadığımı ve bunun ne kadar zorlu bir süreç olduğunun bir kere daha farkına varmıştım. Yavaşça benim için sonradan getirilen sandalyeye oturdum. Ayakta kalmak yormuştu. Oturmak iyi gelmişti.

 

Ardından gözlerimi açtım ve karşımda duran konsey başkanına ifadesizce bakıp cevap verdim.

 

"Bana emir verilmesinden hiçbir zaman hoşlanmadım. Rica etseniz zaten cevap vereceğim." diye aksi bir sesle konuşunca bu sözüme karşı sadece elinde tuttuğu kalemi yavaşça önünde duran kitabın yanına baktı. Değdiğim şeye konsey başkanı sinirlendi ama yansıtmadı. Bu tavrımı görmezden gelmeyi tercih etti.

 

"En başından beri onun varlığını biliyorum." dedim yüksek sesle. Sesim boş bir odada yankılanır gibi yankılandı. Bakışlarım burada olan herkeste yavaşça gezindi. "Önce zihnime sonra rüyalarıma sızdı. Sonra aynalara.. Onu aynalarda gördüm.." diyerek çok normal bir şeyi anlatırcasına anlattım. "Sonra Üç Zihin Büyüsü'yle bunu yaptığını anlayınca bu büyüyü bozdum." dediğimde anında mahkeme salonunda olan herkesten yüksek nida sesleri duyuldu. Hepsi şaşkın ve bir o kadar korkmuştu. Kimden benden mi Esila' dan mı? Dışarıdan korkulacak kadar tehlikeli biri gibi miydim acaba?

 

"Bunu kimlere anlattın peki ?"diye sorunca konsey başkanı, oturduğum sandalyede geriye doğru yaslandım." Kimseye..."dedim hissiz bir sesle. Gerçekten de açık açık kimseye her şeyi anlatmadım. Çünkü gerek duymadım. Güven söz konusuydu. Sonradan aştım bunu. O anlarda orada bir yabancıydım ve söylediklerimi kimse ciddiye almazdı ki. Sonradan yaşananlar benim için kanıt oldu.

 

" Neden peki? Kimseye neden anlatmadın bu konuyu ? "diyince konsey başkanı, dudaklarım iki yana doğru kıvrıldı. Ani gülüşüm onları tedirgin etti. Hatta bir an benim hasta biri olduğum düşüncesi gözlerinde belirdi. Ve bir açık aradı ama bulmadı. Hemen gülüşüm soldu ve ruhsuzluğum yerine geri döndü.

 

" Neden öyle mi? "dedim bende sorusuna soruya cevap vererek. Evet dercesine başını salladı konsey başkanı cevap vermemi isteyen çocuksu bir merakla. Onu daha fazla bekletmek istemediğim için cevabı hemen dile getirdim.

 

" Benim bile zihnimi etkisi altında alarak benimle bir bağ kurmuşsa diğerleri sizce ne durumda olurdu? Daha kötü halde olabilirlerdi. Bunun önüne geçtim. Amacımı söyleseydim sizce şu an burada karşınızda olabilir miydim? Ben söyleyeyim tabii ki hayır. Onun için her öğrendiğimi her gördüğümü kendime sakladım. Sonra planımı devreye soktum ve onu geriye doğru sertçe püskürttüm. Şimdi yaralı ve ben son atağımı yapacağım. Kimseden yardım almadan. Çünkü ben bu satranç oyununda hep tek başımaydım. Ve öyle de olacak. Sizi yaptıklarımla zaten bilgilendirmiş olacağım merak etmeyin. Kimseye bir zarar gelmeyecek. "dedim ve olduğum yerden kalkıp konsey başkanına kararlılıkla baktım." Neden mi çünkü şu ana kadar olmadı. Bundan sonra hiç bir zaman olmaz. "dedim ve salonda olanlara son kez bakarak salonun terk etmek için kapıya doğru ilerledim. Arkam ona dönükken onun solonda olan sesini duydum.

 

" Peki-"diyen meraklı sesini duydum konsey başkanın bana hitaben."... Sana bir şey olacak mı prenses? "diye sorunca arkaya dönüp bakmadan sorusuna cevap verdim.

 

" Ben bu kolyeyi boynuma taktığım andan beri bana bir şeyler olup duruyor. Ben alışığım darbe almalara. Ama merak ediyorsanız söyleyeyim -"başımı arkaya çevirip konsey başkanına baktım." Esila 'yı durdurmadan bana ne olursa olsun umursamam. Ama bir şey olmaması için uğraşırım sonrası için söz veremem ama. "dedim ve salonun terk etmek için kapıya doğru hızlı adımlarla ilerledim.

 

" Mahkeme burada bitti. Gelenlere teşekkürlerimi sunuyorum. "diye alayla konuştum. Çünkü biliyordum ki zaten konsey başkanı daha önceden ona ulaşan belgelerden dolayı herhangi bir şekilde beni yargılamayacak sadece söylentilerin önüne geçebilmek için beni buraya çağırmış gösterimi yapıp, burayı terk etmeme müsaade etmişti.

 

O an arkamda bıraktığım karmaşa içerisinde olan konuşmaları hiçe saydım. Hepsi bir sinirle benim yargılanmamı istemişti konsey başkanından. Olmayacak bir şey için ne bu ısrar anlamıyorum.

 

Söylediklerimde haklıydım konsey başkanına. Çünkü sonumu görmüyorum ve ondan öncesinin güvencesini verebilirim ama sonrası için istesem bile vermenm çünkü yapacağım şeylerden sonra bana bir şey olur mu olamaz mı bilmiyorum. Olmamasını istiyor muydum? Buna verecek bir cevabım yoktu henüz.

 

ᝰ ҉ - ҉ ᝰ

 

Asper Krallığı 'dan ayrılırız ayrılamaz adımlarım beni kardeşim mezarının olduğu Karanlık Ruhlar Mezarlığı' na götürmüştü. Hissiz miydim? Hayır içinde binlerce duygu açığa çıkmak için savaş veriyordu. Unutmuş muydum? Asla. Boynumda olan kolyeyi almak için kardeşime yaptığı şeyi unutmamıştım. Ve Esila artık daha acımasızlığın beni ele geçirdiğini çok güzel bir şekilde öğrenecekti. Öyle kolay kolay onu yok etmeyeceğim. Onun ölüme ulaşmadan önce en yoğun acılar içinde yok olmasını sağlayacağım.

 

Çünkü ben kardeşime yaptığını öğrendiğim anda öyle bir acıyla dolup taştım ki bunun bir pansumanı ya da ilacı yoktu. Sadece o acıyı çektim. Geçmedi geçmeyecekte. Benimle olacak. Ben her şeye olan inancımı yitirdim. Ben hayatın beni sonsuz sınamalarla sınayacağı ihtimaline bağlandım. Ben dudaklarıma yerleşen gülümsemenin içten değil de alaylı gülümsemeler olacağına inandım.

 

Ben sevginin sonsuz değil son olduğuna inandım. Ben bedenin hayattayken bile ölü olabileceğini gördüm hissettim. Ben seslerin artık korkutucu olduğunu, sessizliğinde güven verdiğini öğrendim. Çünkü zihnimde olan o sesler artık güven verdiğini fark ettim. Sessizlik zihnimde hakim olduğu an endişelerim ortaya çıkıyordu. Ve ben bu endişelerin önüne geçemiyordum. Geçemeyeceğim de. Ben aslında çoğu şeyin bir yalan olduğunu ve bu yalan üzerine konulup insanlara sunulduğunu öğrendim.

 

Çok şey bir yanılsamadan ibaretti. Bizler onların gerçek olduğunu düşünüp, onu gerçek kılıyorduk zihinlerimizde. Çok şeyin sebepsiz olduğunu bir sebebi bizim düşüncelerimiz var ediyordu onu öğrenmiştim.

 

Mezarlığın önünde durmuş öylece kardeşimin isminin yazılı olduğu mezar taşına bakıyorum. Ruhu burada ve bana iyi geliyor. Benim yüzümden canından olmuştu. Ve ben bunu ne olursa olsun unutamam. Unutmak gibi bir düşüncem bile yoktu ki zaten.

 

Yarım saate aşkın burada durmuş öylece onu hissetmiştim. Hava yavaş yavaş kararınca gitme vaktinin geldiğini anlamıştım. Zaten toplantı mahkeme yüzünden iptal edilmişti. Bunu sonraya ertelemiştim. Çünkü bizimkilere söylemem gereken bir efsane vardı. Onu söyleyip eksik olan noktaları gidecektim.

 

Kuleye ayak bastığım anda bir farklılık olduğunu anlamıştım. Çünkü farklı enerjileri hissetmişti kolyem ve bunu algılamamı sağlamıştı. Olayın iç aslını koridorda olan bir çalışana sorduğum anda bana Mera ve ailesinin kuleye geldiğini söylemişti. Yani kulede Kiran, Mera ve Tarsis Kralı bulunuyordu. Ne zaman geldiklerini merak etmiştim. Acaba mahkeme için mi gelmişlerdi? Yargılanacağımı duydukları için soluğu burada almış olabilirlerdi.

 

Nerede olduklarını ben sormadan çalışan kız söyleyince teşekkür edip yanından ayrılmıştım. Üçüncü katta bulunan terasta bulunuyordular. Kulenin giriş koridorundan merdivenlerin olduğu kata doğru ilerledim. Bakalım çifte kumruların keyfi nasıldı? Ve Tarsis Kralı tabii...

 

Üçüncü kata ulaşmış ve teras kapısının önüne gelince kapıyı yavaşça açıp dışarı çıkmıştım. Ben kapıyı açınca dışarıda olan konuşmaların susması bir oldu. Umarım hâlâ gündemde benim yargılanma mahkemem yoktur. Kapıyı ardımdan kapattığım anda ilk bakış açıma bir köşede oturmuş öylece sohbeti dinliyormuş gibi yapan Ahrar girdi. Daha onun bakışları bana çevrilemeden ben anında bakışlarımı kaçırıp diğerlerine çevirdim.

 

Bu sefer Mera 'nın olduğu tarafa baktım. Yanında Kiran' la birlikte çift kişilik koltukta oturuyorlardı. İkisinin mutluluğu ve enerjisi kendini apaçık yansıtıyordu. Olduğum yerden harekete geçip onlara doğru ilerledim. Bana sırtı dönük olan Tarsis Kralı'nın yanındaki yer boş olduğu için direk o koltuğa doğru adımlarımı yönlendirdim. Süreyya hanım Victoria' yla üç kişilik koltukta oturmuş bana bakıp fısıldadıklarını gördüm.

 

Süreyya hanımın az çok tahminlerime göre nereden geldiğimi Victoria 'ya sorduğunu Victoria' nın da bilmiyorum dediğinden emindim. Sonrasında Süreyya hanımın iç çekerek bakışlarını yere çevrilmesini izledim. İstediğini alamadığı her an sıkıntıyla nefes verip kendi kendine sakinleşmek için cümleleri sıraladığını biliyordum.

 

"Herkese iyi akşamlar." demiş ve sahte bir tebessümle herkese bakmıştım bir kişi hariç.

 

Yerime oturduğum anda bakışlarım Kiran 'ı buldu. O sırada göz ucuyla Tarsis Kralı' nın bana baktığını fark ettim. Yanına oturmamı beklemiyordu sanırım. Ahrar 'a hiç yokmuş gibi gözden gelmeye devam ediyor olmam onun hayli sinirini bozmuş olmalı ki etrafa yaydığı o kaos aurasını hissediyordum. Hâlâ bu tavrımın nereye kadar süreceğini merak ediyor olmalı. Tabii ki gittiği yere kadar. Yani sonsuza kadar.

 

Sırtımı koltuğa yaslayıp Kiran ve Mera 'ya hoş geldiniz dedikten sonra koyu bir sohbeti başlatmıştım.

 

Evlilikleri nasıl gidiyor sorusundan Kiran' ın tüm ülkeleri Mera 'yla gezme konusuna geldiğimizde o an sessizce konuşulanları dinleyen Tarsis Kralı' na yandan bakış atıp sonrasında önüme döndürdüm.

 

"Sessiz olmanızı neye yormalıyım Kral Hermes?" der demez o an olduğu yerde omuzları dikleşti ve yere sabitlenmiş olan bakışları beni buldu. Göz ucuyla onu izlerken o an onun pür dikkat beni incelemesiyle bende ona baktım.

 

"Hiçbir şeye Prenses." diye kısa, geçiştirmek için verdiği cevaptan memnun olmayınca sorumu yeniledim.

 

"Burada öyle gözükmüyor gibi sizce üzerine düşmek mi lazım." diyerek bakışlarımla Kiran 'ı gösterince onunda oraya baktığını gördüm hemen ardından.

 

"Oğlumu gereksiz bir şey için endişelendirme." diye sessiz bir sesle ama sertçe çıkışınca Tarsis Kralı hiç oralı olmadım. Hatta ses tonu beni gram etkilemedi.

 

"Yani sizi derin düşüncelere dalıp gitmenizi sağlayacak kadar büyük bir mesele. Herhangi bir yardımım dokunacaksa yardım etmek isterim." diyince o an göğsün sıkıntıyla inip kalktı.

 

"Halledeceğim bir şey." diyerek yardımımı geri çevirdiğinde daha fazla üzerine gitmedim ama konuyu araştırmayı zihnime not ettim.

 

Dakikalar geçmiş saatleri devirmiştik. Süreyya hanım ve Ahlas bey yanımızdan ayrıldıktan sonra altımız hâlâ terasta bulunuyorduk. Takıldığım şey neden Ahrar hâlâ buradan ayrılmamıştı. Öylece çaprazımda duran koltukta oturmuş öylece konuşulan konuşmayı dinliyordu.

 

"Evet ben kalkıyorum yarın yapmam gereken birtakım işler var." diyerek oturduğu yerden kalkan Victoria 'a başımı yavaşça yana yatırıp baktım . Bu aramızda bir işaret diliydi.

 

Çünkü gece hâlâ bizim için sonlanmış değildi. Victoria işareti alıp yanımızdan ayrılıktan sonra Kiran ve Mera' da bir süre oturduktan sonra kalkıp odalarına geçmişti. Üçümüz kalmıştık; Ahrar, ben ve Tarsis Kralı...

 

Ahrar 'ı görmezden gelmem bile onun ayaklanmasını sağlamamıştı. Bir süre ikisinden de ses gelmeyince bakışlarımı onlara çevirdim. İkiside birbirine ölümcül bakışlarla bakıyordu. Ahrar bakışlarını kısmış ve hiç taviz vermeden Tarsis Kralı' na bakıyor, Tarsis Kralı' da onun bakışlarına karşılık veriyordu. Bunların arasında tam olarak ne vardı ki ben orasını hâlâ anlamış değilim. Daha fazla bu sessiz ortamda bulunmak istemediğim için ayaklandığım gibi sakin bir sesle konuştum.

 

"İyi geceler." diyerek arkamı dönüp ikisine bakmadan yoluma devam ettim. Teras kapısına varınca kapıyı açarak dışarı çıktığım gibi hızlı adımlarla merdivenlere doğru yöneldim. Moritanya Kalesi'ne geçmem lazımdı. Onun için olabildiğince oraya kimseye gözükmeden varmam lazımdı.

 

ᝰ ҉ - ҉ ᝰ

 

Zemin kata vardıktan sonra arka bahçeye ulaşmak için kulenin sol kanat tarafına ilerledim. Gecenin geç saatleri olduğu için çoktan zemin katta bulunan çalışanlar kuleyi terk etmiş ve bana sessizliği sağlamıştı. Zaten birde gece gece Kara Orman'a gittiğim duyulsa yeni bir gündemle baş başa kalacağım. Zaten amacım bahçeden dışarı çıkıp çiçek arazisinden oraya geçmekti.

 

Ve herkesin bu saatte orada olduğum düşüncesini aşılamak. Sonunda bahçeye ulaşacağım an birden kolumdan çekildiğim gibi sırtımın soğuk duvarla buluşması bir oldu. Soğuk duvardan tenime sızan soğuğu aldırmadan karşımda olan adama baktım. Ahrar tam karşımda durmuş ve başını eğerek tehlikeli bir canavarın bakışlarına sahip olan yüzüyle bana bakıyordu. Tam arkasında duran meşale onun gölgesini üzerime düşürüyor ve karanlığın içerisinde kalmamı sağlıyordu. Ahrar 'ın sol eli sağ kolumda dururken, sol eli ise başımın hizasında durmuş duvara yaslı haldeydi. Bakışlarımdaki rahatsızlık ve bıkkınlıkla ona bakmıştım.

 

"Evet ne istiyorsun? İki de bir beni rahatsız etmeyi ne zaman bırakacaksın? Ve kolunu çek!" dedim ona emir verirken. Ama dinledi mi? Hayır! Başını daha çok eğerek lacivert harelerini görüş alanıma getirdi. Sesi bir yeri alabora edecek kasırganın gücünü barındıran bir tona sahipti. Bu tonda hiç benimle konuştuğunu hatırlamıyorum. Sanki gerçek hali tamamen karşımda idi. O adama tamamen bürünmüştü. Hiçbir ruhu barındırmayan yönü tamamen karşımda vardı. Duyguları yok olmuş, sadece düşüncelerinin yön verdiği şekilde ilerleyen ve yaşayan tarafıyla karşı karşıyaydım.

 

"Ona karşı çok iyi yaklaşımcısın. "dediğinde kaşlarını çatmış ve sorduğu soruya merakla cevap bekleyen bir edayla. ilk kimden bahsettiğini gerçek anlamda anlamdım. Ve konu neydi? Çünkü benim gündemim şu an baya kalabalıktı da. Onu bu haline tezat ben rahat bir üslupla ona cevap verdim.

 

" Herkese öyleyim. Sen yanlış düşünmüşsün." dedim omuzlarımı dikleştirip kolumu onun sert tutuşundan kurtarıp iki elimle onu geriye doğru iterek. Karşı koymadan direk geriye doğru adımladı. Tamam dercesine başını salladı. Ve sinirli bir şekilde iki yana dudakları kıvrıldı. Tahammülsüzlük anında bu şekilde davranırdı. Ve şu an o onlardan biriydi.

 

"Bana karşı değil ama.." dediğinde ona bakarken yüz ifademi kasmamak için çok zorladım. Bunu bir de soruyor mu? Bu ne yüzsüzlük ya! Ne çabuk her şeyi unutmuş? Ya da benim unuttuğumu mu sanıyor bu adam?

 

"Bir zamanlar öyleydi. Ama hataydı gitti bitti." dedim ifadesiz bir halde. Ahrar 'sa sadece sanki onu öldüren kişiymişim ve onu yaşarken öldüren kişi benmişim gibi bakıyordu. Ama yerlerimiz değişmeli çünkü onu kandıran kişi ben değilim kandırılan kişi benim. Ve onca şeye rağmen pişkinlik göstermesi sinirlerimi geriyordu. Bıkkınlıkla nefes verirken birden Ahrar 'ın tekrar konuşması eş zamanlı oldu.

 

"Ama ona karşı daha iyi ve samimisin. Onu seviyor musun?" diyince Ahrar, ona sinirli bakışlarımı çevirdim ve kınayarak baktım bunu bana nasıl sorabilir? Bu ne hadsizlik? Nasıl bu kadar ileriye gidip haddi olmayan özel soruları sorabilme hakkı kendinde bulabiliyor? Hem Tarsis Kralı ne alaka? Onunla herhangi bir alakam yok. Biz sadece iki yakın arkadaşız. Danışıp bir şeyler öğrendiğim biri. İkimizin tek bağı Kiran. Diğer türlü bu konuda herhangi bir davranışı bile olmadı bana karşı. Hep mesafeyi korumuş, korumaya da devam etmişti.

 

"Biz sadece arkadaşız. Senin o saçma sapan düşüncelerin hepsi asılsız ve bir daha bana hesap sormaya kalkma. Bu açıklamayı da sırf Tarsis Kralı senin bu iğrenç düşüncenle anılmasın diye yaptım. Kendin için sanma sakın!" diyerek sertçe konuşmuş ve ona bu saçma sapan düşüncelerin yanlış olduğunu ve bir daha gündeme gelmemesi gerektiğini açıkça söylemiştim.

 

"Peki biz neyiz şimdi, iki düşman mı? "dedi Ahrar yorgun bir ruhla. O an sorusu bende ölüm etkisi yarattı. Ama göstermemek için direndim. Sustum ve acımasız tarafımla konuşmayı tercih ettim. Çünkü olması gereken buydu. Çünkü bunu sağlayan oydu.

 

"Hayır düşman değiliz." diyerek başımı iki yana salladım. Bu değildik. Hiç olmamıştık. Oldurmamıştım. "Biz aslında hiç yolları bir araya gelmeyecek iki insanız." dedim bu ihtimali bilmesi adına. Olanları artık anlaması adına . "Birbirini hiç görmeyen, görmemesi gereken iki insan."diyerek artık bu oyunu sürdürmesi için bir nedeni olmadığını, artık sonsuza kadar onu nasıl anacağımı, bu konuda nasıl bir düşüncem olduğunu söyledim bu cümlelerimle.

 

Ahrar 'ın yanından ayrılınca istikametim hemen Moritanya kulesi olmuştu. Kuleye varmış ve bizimkilerin kuleye akın etmesini beklemiştim.

 

ᝰ ҉ - ҉ ᝰ

 

Asırlardır dillerde söylentiler vardı. Hayatlar kurtulacak. Zalim krallıkların işkencesi dinecekti.

Özgürlük ait olduğu ruhlara geri dönecekti. Ruhlar özgür bırakılacak, bedenler acı çekmekten kurtulacaktı. Çünkü yıllardır süre gelen bir işkence skalası vardı. Atalarından onlara kalan tek miras; yoğun bir acı. Ruhun ateşler içerisinde kalarak yok oluşuna adım adım ilerleme mirası.

 

Her genç hayaller kurmadan uyanıyor, hayal kurmadan gözlerini yumuyordu. Tek işleri tek hayatları vardı ;krallıklara hizmet etmek. Şartsız ve kuralsız olarak. Herhangi bir isyan başlatmadan itaat etmek. İstenileni yapmak. Özgürlük kelimesini dillendirmemek. Sadece istenilen şeyleri bulmaya çalışmak; değerli taşlar...

 

Her gün bir diğer günün aynısıydı Toramah Halkı için. Sadece efendileri için yer altında bulunan taşları bulmak ve onları görevlilere sunmaktı. Sadece bir amaç için yaşıyordular; taşları bulup öğünlerini almayı başarmak. Ama hayat bundan ibaret değildi. Hayat her duyguyu tatmaktan ibaretti. Acı çekmekten ibaret değildi. Mutluda olmalılardı. Gülmeleri gerekiyordu. Her daim gece gündüz çalışmak bir hayat şekli değildi. Ölüm şekli, ceza şekliydi. İntihara adım adım ilerlemekti.

 

Her genç hayatını bir diğer güne taşımak istemiyordu. Çünkü ölüm, hayattan daha huzurlu ve tatlı geliyordu onlar için. Her genç ölmek için geceleri dua ediyor, güne uyandıklarında yakınıp duruyordu. Hep işleyiş böyleydi. Her hayat bundan ibaretti. Yaşamlar ölü bir ruhtan ibaret, anılar bomboştu.

 

Ama asırlardır bu hayatı tasvip etmeyen bir grup olmuş ama sonu hüsranla sonuçlanmıştır. Çünkü ölüp gitmişler ya da ceza alarak öldürülmüşlerdir. Ama zihinlerde hep aynı düşünce vardı ; kurtuluş için çabalamak.

 

Peki ne kadarı bunun için uğraştı? Ya da ne kadarı buna yaklaştı? Bilinmez... Çünkü bu bir efsaneydi. Gerçekliği tam bilinmeyen bir efsaneydi. Dilden dile dolaşan bir efsane.

 

Efsaneye göre Toramah ülkesi çeşit çeşit değerli taşlarla dolu topraklara sahip bir yerdi. Bu yerler her krallık için altın yumurta değerindeydi. Fakat başında olan kral bir o kadar acımasız ve kurnaz biriydi. Topraklarının etrafını derin hendeklerle kazıp, diğer krallıklara ait kişilerin gelmesini engellemişti. Ve bu hendek içlerinden tehlikeli hayvanlar bulunuyordu, bu hayvanlar hendeklerin içerisinde yüzmekte olan et yiyicilerdi. Bu et yiyiciler çok tehlikeli yaratıklardı.

 

Toramah haklı bulunduğu krallıkta olan rejime hep karşıydılar ama bir şey elinde gelemiyordu. Halk isyan bile edemez haldeydi. Elleri kolları demir zincirlerle örtülüydü. Ve sadece çalışma anlarında o zincirlerden kurtuluyordular. Diğer türlü halk için o zincirler bir urgandı. Kendilerinden belli saatlerde alınan bir urgan . Her anları kuralların gerektiği gibi çalışmak ve krallarının görevlilere emrettiği gibi o değerli olan taşlara ulaşmaktı.

 

İsyan eden ya da kaçmaya çalışanlar et yiyicilere yemek oluyordu. İçlerinden bazı kişiler bu duruma, bu yönetime karşıydı ama ellerinden bir şey de gelmiyordu. Bunun için de olabildiğince her şeye boyun eğiyordular. Çünkü hayatta kalmak için tek şansları buydu.

 

Ta ki o güne kadar... O gün belki de herkes için kurtuluş için ilk adım olabilirdi. Sirius adında yirmi yaşlarında olan bir genç bu yönetime bir dur demek adına bir şey yapma düşüncesine girdiği an her şey aslında değişimle bir araya gelmişti. Ve bu değişim herkese bir umut olacaktı. Belki de artık yaşamlar değişecek ve geleceğe yönelik hayaller kurulmaya başlayacaktı.

 

Sirius genç, çalışkan ve meraklı biriydi. Hayalleri vardı. Ve bu hayaller arasında yaşadığı krallığının bu acımasız katı kuralları içerisinde yaşamak gibi bir düşünceye sahip değildi. Çevresindeki herkes artık bu yaşayışlarını kabul etmişti.

 

Kimse artık engel olmuyor, ses çıkarmıyor ve bir şey yapmak için çaba sarf etmiyordu. Ve bunu görmek onun umutların engel oluyordu azar azar. Sirius, tüm hayatını diğerleri gibi yaşamak istemiyordu. O başka bir yaşamda var olmak istiyor, bunun için bir çaba gösterip hayatını değiştirmek istiyordu. Ama nereden başlayacağını ve bunu ne şekilde yapacağını bilmiyordu. Sadece düşüncelerinde bu vardı. Faaliyete nasıl geçmeliydi kararsızdı.

 

Her gün gördüğü bu sefalet hayattan soyutlamak istiyor bunun isteğiyle yanıp tutuşuyordu. Her gece hayal ediyordu yeni bir yaşamı. Her sabaha bununla uyanıyordu. Sirius kurtulmak istiyordu. Bunun içinde bir şeylere atılması gerektiğini biliyordu. Bunu nasıl yapacağını bilmiyordu ama fırsat bu ya önüne kadar gelmişti.

 

İşte o fırsat şuydu ;kulede yapılacak bir tadilat için gençler kuleye çağrılacak oradaki kalıntıları kulenin dışına taşıyacaktı. Ve bunu öğrenen Sirius hemen bunun için kendini o ismi toplanan listelere eklemişti. Ve o günü bekliyordu. Krallığın hüküm sürdüğü o şaşalı kuleye girmeyi. Oradaki kütüphanede bir tadilat olduğunu duymuştu. Eğer oradaki birkaç kitabı alabilirse belki de bir şekilde ona kolaylık sağlayacak şeyi bulabilecekti. Zaten birkaç günlüğüne olacak bir işti ve bu süre zarfında o amacına kolaylık sağlayacak kitabı bulabileceğini düşünüyordu.

 

Birkaç gün içerisinde kuleye çağrılmıştı. Sirius kuleye girdiği anda o gördüğü kulenin muazzamlılığı karşısında şaşkına dönmüştü. Çünkü onlar sefalet içerisinde yaşarken buradakiler sefa içerisinde hayatlarını yaşıyor, acımasızca onların ölüme kadar sefalet çekmesine katkı sağlıyordular. Bunu görmek Sirius 'un onlara karşı nefret beslemesini sağlamıştı. Ve bu onun tüm planının yolunun sonunu değiştirmişti. Çünkü hırsı onun sonunu getirecekti. Kendisi ve diğerleriyle beraber.

 

Sirius kuleye gelmiş ve kütüphanede yapması gereken işlere koyulmuş. Bir yandan onun işine yarayacak kitap ararken bir yandanda kuledeki işlerini yapmaya devam ediyordu.

 

İlk günü sadece kütüphanede olanları gözlemlemekle geçmişti ve günün sonundaysa evine döndüğü anda gece hiç uymadan sadece yarını düşünüp durmuştu. Ve düşlerinde o kütüphanede işine yarayacak şeyi bulduğunu görüp durmuştu.

 

Sabah olduğu anda hemen kuleye gidip işini bir yandan yaparken bir yandan da muhafızların yanında ayrılmasını bekliyordu. Muhafızlar yarım saatte bir başka bir alana geçip orada olan işçileri gözetliyordu. İşte Sirius, muhafız yanından gittikten sonra hemen kütüphanede bulunan raflara doğru ilerlemiş ve orada işine yarayacak kitabı aramaya koyulmuştu. Muhafız yarım saat sonra onun olduğu bölüme geçecekti. O gelmeden bir şekilde bu fırsatı değerlendirmesi lazımdı.

 

Tam tamına yarım saat aramıştı her rafı ama hiçbir şey bulamamıştı. Olduğu bölüme muhafızın ayak sesleri yaklaştığı anda hemen işine devam etmişti. Zaten muhafız gitmeden önce verilen işin yarısını önceden yaptığı için şu an içeriye gelen muhafız onun işi bıraktığını ve boş boş durduğunu anlamayacaktı.

 

Muhafız içeri girip ona kısa bir bakış attıktan sonra arkasına dönüp kapının önünde dikilmeye devam etmişti. Tam o sırada Sirius 'un yanında olan duvardan bir şey düşmüştü. Muhafız hemen başını çevirip baktığı anda Sirius' un elinde olan taş parçasının çatlayıp yere düştüğünü görmüştü. Ama asıl olan şey çok farklıydı. Eş zamanlı olarak tamda Sirius 'un yanında duran duvardan bir kitap düşmüş ve Sirius onu ayağıyla taşın arkasına gizlemişti. Muhafız arkasını döndüğü anda o küçük mir el boyutunda olan kitabı alıp hemen içine saklamıştı.

 

Sonrasında gün sonuna kadar ona verilen işi bitirmiş ve evine dönmüştü.

 

Evine gelir gelmez hemen kitabı açıp içerisinde olanları okumaya başlamıştı. Kitabın içerisinde anlatılan şeyler bir çeşit sekiz adet taştan ibaretti. Ve bu taşların özellikleri, nerede bulunduğuna dair bilgileri içerisinde bulunduruyordu. Ve burada yazan bilgiler bir not defteri gibiydi. Bildikleri ve bilmek için can attığı her şey buraya eklenmişti.

 

Sirius o gece bütün sayfaları yavaşça ve anlayarak okumuş. Burada yazılanların gerçekliğini sorgulamıştı. Ve sabah olunca uzandığı yerde uyuya kalmıştı.

 

Sonrasında Sirius 'un amacı bu kitapta bulunan taşları bulmak olmuştu. Çünkü bir umuda tutunmuştu. Ve gittiği yere kadar gitmek istiyordu. Çünkü belki de kendisi dahil birçok kişiyi kurtarabilirdi. Ama bunu doğru yapacaksa eğer. Hırslarına ve gücün aurasına kapılmadan. Çünkü güç her daim iyi şeyler getirmezdi. Arkasından yanında felaketleri sürükler, yaşamları dağıtarak yeni bir yaşamı belirlerdi. Ve geçmişte bu olanlar bir anı olarak kalırdı. Kötü veya iyi. Yanlış veya doğru. Zor ama kolay.

 

Hayat bazen böyle seçimleri sunarken çoğu şeyi terk etmeyi bir seçim olarak sunar kişiye. Ve yapılan seçim çoğu şeyin tepetaklak olmasını sağlar. Geriye dönüş yolunu darmadağın eder.

 

Sirius bütün kalan zamanlarında kitapta olan taşları aramaya koyulmuştu. Günlerce az uykuyla taşların bulunacağı yerleri kestirmeye ve bunları bulmaya adamıştı kendini. Bunun için tam tamına on yılını harcamış ve ulaşabildiği her bilgiyi kitabının köşelerinde not olarak eklemişti.

 

Efsaneye göre Sirius o taşlara ulaşmış ve onları kendi amacı için kötüye kullanmıştır.

 

Efsane şunu der; yıllarını bu yola harcamış olan Sirius sonunda kitapta bulunan taşlara ulaşmış ve onları bulunduğu yerden alarak kullanmıştır. Taşlar özel güçlere sahip olduğu gibi ona sunulan güçleri besleyecek gücüde içerisinde bulunduruyordu. Ve bu taşları kendi ve kendine benzeyen kişilerin hayatını kurtarmak için kullanmış olduğu söylenmekte. Ve ilk anlar taşlar sadece iyi niyet için kullanılırken sonrasında taşların sunduğu güç karşısında kendini kaybetmeye başlayan Sirius, o taşların kölesi olup hatalara sürüklemişti kendiyle beraber topraklarında yaşayan insanları.

 

Denir ki bu güç bağımlılığı onları lanetli bir hayatın kucağına bırakmış ve kendisiyle beraber içinde yaşadığı topraklarda olan tüm insanlığın sonunu getirmiştir. Sirius taşları kötü amaç içerisinde kullandıktan sonra taş kendini yeni yerlerde muhafaza etmiştir.

 

ᝰ ҉ - ҉ ᝰ

 

Bulduğum efsaneyi karşımda duran Varisler ve Dennis 'e okurken hepsi pür dikkat o an sadece beni dinlenmiş ve ben konuşmayı bitirdikten sonra akıllarına takılan soruyu sormuşlardı.

 

"Benim duyduğuma göre aslında onu bu gücün bağımlısı yapan şey bir kadını arzu etmesiydi. Kadını çok sevmiş ama kadının başka birini sevdiğini bildiğinden, kadının aşık olduğu kişiyi öldürdüğü için o taşların lanetine uğramış. Yani bir ölüme sebebiyet verdiği için bu şekilde cezalandırılmış. "diyince Kavi, onun dediklerinide bir tarttım. Aslında çok söylenti vardı. Ama en çok doğru olduğu düşünülen bu okuduğum efsaneydi.

 

" Peki diyelim bu gerçekten doğru. Biz şimdi nereden başlayacağız bu işe? "diyince Dehri, anında şakaklarımı usulca sıvazladım. Bende şu an rotayı tam olarak belirlemedim. Ama şu var ki bir şekilde zaman bizi doğru yola iletecek bizde bu yolda ilerleyeceğiz.

 

". Şimdilik diyeceğim bir şey yok. Yer belli değil çünkü tam olarak istenilen ve denilen yeri kesin belirlemedim. Bunun için son araştırmalarım devam ediyor. Sadece bunun efsane olduğu söylentileri çok öncesinden olduğu için herkes bunun gerçekliğini sorguluyor ve yalan bir söylenti olduğunu düşünüyor. Onun için unutulup gitti. Ama ben sağlam bir kanıt ve şahitle bundan eminim. Ama sizin getirdiğiniz bilgileri ayıklayıp bundan sonra kesin bir sonuca ereceğim. "dedim bakışlarımı sabitlediğim masada duran belgelerden. Hâlâ bu belgelerde aradığım yeri bulmam için bir bilgi birikimi oluşturmadım.

 

" Bu bile bir adım. Sonunda istediğimiz şeye ulaşacağız bundan eminim. "diyerek Enfal motivasyonumu yüksek tutmaya çalıştığında ona tebessüm ettim. Olacağını biliyorum ama biraz erken olmasını istiyorum. Geç değil.

 

Son konuşmaları yaptıktan sonra kaleden ayrılmıştık. Zaten toplantıda pek net bir bilgiye ulaşamadığımız için toplantıyı fazla uzatmamıştım. Kuleye döndüğümüzde ben odama çıkmadan önce tekrar bir kütüphaneye gitmiştim. Kütüphaneye gelince en son baktığım krallıklar ve topraklar hakkında olan kitabı üçüncü kez baştan okumaya başlamıştım. Belki de kaçırdığım bir şey vardır ve ben bunu şimdi ya da sonradan fark edeceğimi düşünüyorum.

 

Kitabı detaylıca okurken zihnimde devrilen sorular bir bir kendini yitiriyordu. Zihnim bazı ağrılı sancılar altında kendini kaybederken, nerede ne yaptığımın bazen kontrolünü yitiriyordum. Önümde duran kitabı kapatıp başımı yavaşça eğerek yanağımı masaya yasladım. Bakışlarım ilerde olan duvarda sabitken, kulaklarım artık ansızın işittiği o cümlelerin gölgesine saklandı.

 

"Dün düştü, bugün yanılsama yarın hayal .Ölüm göz önündeydi peki düşler. Ölümü düşlemek kolaydı. Düşler, zamanı sarsılmaz bir girdaba sürükledi. Aslı yok oldu gerçeğin aynada yanılsaması kaldı bir tek."

 

Zihnimde fısıldayan bu sesin diğerinden bir farkı yoktu. İkiside aynı sesin sahibine aitti. İkside bir şeyleri açıkça dile getiriyordu. Peki bu kişi kimdi ve bana neyi anlatmaya çalışıyordu?

 

Bakışlarım öylece duvarda dakikalarca durdu. Bense yitik ruhumu gün ışığına çıkarmaya çalıştım. Çünkü vücudum artık yorgunluğunu yavaştan yavaştan belli ediyordu. Bir süre daha böyle kaldıktan sonra ayağa kalkıp, kitabı yerine bıraktıktan sonra kütüphaneyi terk ettim. Odama doğru çıkan merdivenlerden yukarı çıkarken paytak paytak adımlarla, birden bir an gözlerimin önünde bir şey canlandı. O kadar hızlı ve ansızın olmuştu ki dengemi yitirmiş ve son anda duvara tutunup düşmekten kurtulmuştum. Ama en çok şaşırdığım şey gözümün önünde canlanan şeydi.

 

Çünkü birkaç saniye öncesine kadar kendi ölümümü görmüştüm. O anın yaşattığı donukluk, bir süre kendime gelmemi engellemişti. Öylece yerimde durmuş gördüklerimi sorguluyordum. Gördüğüm görüntüde başka bir şey daha vardı. Bir siyah ruh ve bu ruh tam ölü bedenimin üzerinde dikiliyordu. Başımı iki yana salladım ve bunun bir öngörü olmadığını kendime inandırmaya çalıştım. Çünkü bunu Esila 'da yapıyor olabilirdi. Yine zihin oyunlarıyla beni kandırmaya çalışıyor olabilirdi.

 

Olduğum yerde son basamaklarıda çıkarak son kata ulaşıp odama doğru hızlı adımlarla ilerledim. Dehşetin verdiği o hissizlikle odama girip hemen banyoya doğru ilerledim. Elimi yüzümü yıkamak ve kendime gelmek istedim. Banyoya geldiğim gibi dudaklarımdan bir çığlık koptu. Çünkü banyom boydan boya siyah bir sıvıyla kaplıydı.

 

Banyonun tavanından tabanına kadar her yer simsiyah bir akışkan sıvıya boyanmışken ben yerimden bir milim bile hareket edemedim. Öylece banyonun geldiği hale baktım. Bunu kim yapmıştı? Esila mı? Yoksa başka biri miydi? Bu ney için bir göz dağıydı? Esila bu kadar hızlı bir şekilde gücünü geri almış olmaz. Peki o değilse bu kimdi bana bu şekilde göz dağı vermek isteyen?

 

Hâlâ gördüklerimi atlatamadan duvarda bir anda beliren bir yazıyla karşılaşmıştım. Yazı her ne kadar kapalı bir anlatımla yazılmış olsada bunun Esila olmadığından emin olmuştum ve hemde birinin benimle uğraşmak istediğini anlamıştım.

 

"Benim güzel prensesim seninle bu şekilde bir bağlantı kurmak pek tasvip etmediğim yollar ama yakında bunu telafi edeceğim. Peki ben kim miyim? Kalbine ve zihnine sor o sana gerçek cevabı verecek. Çok yakında tekrar görüşmek üzere."

 

Yazılan yazıyı okuduğum anda sanki çok tanıdığım birinden duyulan yakınlıkla kurulmuş cümleleri okuduğum anda şaşırdım. Ve görüşmekten kastı neydi onu merak etmiştim? Aynı bunun benzeri bir şeyi yapmayı tekrardan düşünmüyordur umarım? Çünkü hiçte hoş bir karşılaşma değildi yaşadığım! Ve bu her kimse kolay kolay kendini açığa vermeyeceği belliydi. Ve ben bunu yapanı kolayca kendi çabalarımla bulacağımı düşünmüyorum çünkü şu an karşımda olan her kimse çok farklı biri. Bu farklılık onun sahip olduğu güçten kaynaklı.

 

Belki de bu kişi o olabilir miydi? Esila ve benim de aradığım o kişi... Belki de o kendini göstermek istemişti ben ona ulaşmaya başlamadan önce. Ya da başka biri de olabilirdi. Bu ihtimali de düşünmek lazımdı. Belki de de yeni bir düşman. Belki de bir dost. Hangi ihtimal doğru bilmiyordum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%