Yeni Üyelik
44.
Bölüm

44-Patlama Senfonisi

@kumsallardagezen12

『 Biz onunla tamamlanamamıştık. Biz onunla parçalara bölünmüştük. Hiç birleşmeyecek şekilde .』

 

 

 

Sesler yoktu. İzler silikti. Hisler yoktu. Rüyalar renksiz ve acılıydı. Düşünceler ıstırapla çürümüş ve intiharı düşlemişti. Ruh bir boşluğun kurak topraklarına sızmıştı. Varlığın tükendiği yaşamda ölümden kaçışlar mevcuttu. Bedene misafir olunan ruhlar , göğüs kafeslerinde acı dolu iniltilerle kaçışları planlamaktaydı. Bir çığlık her şeyin bir sebebi olmuş ve her dengeyi yakıp geçmişti.

 

Düzen değişmiş, kurallar yıkılmıştı. Hayat yeniden şekillenmişti. Düzen bir hayatın en büyük darbesiyle zihinleri işgal etmişti. Geçmiş aslında geleceğin ta kendisi olmuştu. Bir hayat bin hayatı kendine katmış, kendi yollarının çıkışlarını o yollarla bir kılmıştı. Ve tüm yaşamlar bir hatanın bedelini ödemekle cezalandırılmıştı. Bir ceza her şeyi tepetaklak etmekle yetinmişti. Düğüm haline gelmiş zihinler bir darbeye kopukluğu yaşayarak anıların çoğunu yitirmişti.

 

Bir can bin cana kıymış, onu kendiyle lanetlemişti. Bir can, bin cana öfke kusmuştu. Bir can yaşadıklarını kabullenmemiş ve bunun için kaosa çıkan yolları insanların yollarına sunmuş, zihinleri ele geçirerek istediği şeyleri yaptırmayı amaçlamıştı.

Aslında her şeyin sorumlusu o candı ama o bunu tüm canların hatası olduğunu sanarak böyle bir düşünceyle asırlar boyu yaşamıştı.

 

O can ölü ruhtan başkası değildi. O bin candan bir tanesi burada yaşayanlardan biriydi. Bendim... Kulede bulunanlar... Ve diğer her krallıkta yaşayanlar...

 

Ağrıyan şakaklarımı sıvazladım. Artık uykusuzluk kendini iyiden iyiye belli ediyordu. Daha fazla ayakta kalırsam düşüp bayılmam kaçınılmazdı. Ve her ne kadar yorgun uykusuz olsamda, yatağa girdiğim anda uykularım beni terk ediyor, düşüncelerin varlığıyla karşı karşıya kalıyordum.

 

Belki de yaşarken ölmüştüm. Bundandı huzur bulamayışım.

Bundandı hissizliğim, ifadesizliğim, yorgunluğum, umutsuzluğum ve kaçışlarım.

 

Ölüm aslında hep bizimle beraber ama biz bunun farkına varamayacak kadar kör ve umursamaz insanlarız.

 

Parmaklarımın arasında duran kalemi masaya bırakıp bakışlarımı karşımda olan boş duvara sabitledim. Bu boş duvardan farkım yoktu. Sadece bedenen yaşayan bir insana dönüştüm zamanla. Birden aklıma gelen, zihnime düşen isimle tüylerim diken diken oldu. Unutamamak en büyük cezaydı bu hayatta. Ve bu cezanın sonu asla gelmiyor.

 

Ahrar 'la yaşadıklarımızın sonsuz bir ana kadar süreceğini sandım. Ama sadece bir acı dolu bir anı olarak zihnimde kaldı. Ve bu çoğu şeyin başlangıcını başlattı. Bir girişimin ilk temelini atmamı sağladı. Hiç tereddüt etmemem gerektiğini bana bizzat yaşatıp, karar verdirtti. Aslında belki de içimde biriktirip durmam hataydı. Çünkü ona kan kusup, her yaşadığım duygunun izlerini kendimden söküp atmam lazımdı. Ve bunu yapmak ve yapmamak arasında kalmıştım. Bu en çok diğer tarafımı törpüleyen sebepti. Çünkü "Susma!" diyordu zihnim.

 

"Onun burada oluşunu kabullenmiyorsun ve neden buna katlanıyorsun?" diyen düşüncelerimi artık geri plana atamıyorum.

 

Çünkü bu anları ertelemem, bunları unuttuğum anlamına gelmiyordu. Ve onu her görüşümde yaşadığım hayal kırıklığı ve o kalbimde bulunan o his arasında takılıp kalıyordum. Hangisi daha ağır basıyor emin olamıyordum. Unutamadım. Unutmayı istedim ama olmadı. Aslında o da buna izin vermedi. Karşıma çıktı. Aklımı bulandırdı. Yine ve yeniden aynı duygularla yakınımda, yanımda, yamacımda ve zihnimde olmayı tercih etti.

 

Ahrar ;acımasız, kurnaz ve zalim bir adam. Beni yine aynı oyunla kandırmaya çalışacak kadar işini iyi bilen biri. Nereden vuracağını ve nereden galip geleceği yolun ne olacağını hesaplayan biri. Ve ben bu adamla ne yapacağımı hâlâ anlamış değilim. Ona çek git diyemiyorum çünkü çürümeyen ve hep taze kalan hislerimle beni vurmasını istemiyorum. Onu görmezden gelmeyi tercih ediyorum çünkü kendini değerli sanmasın diye. Ve bunu belli etmemek içindi hep bu çırpınışlarım.

 

Ben onunla yaşadığım ilişkimizi sayfalarda dökmeyecek sanarken bir kelimeye sığdı ; ihanet...

 

Bu ihanet ne de çok acıttı canımı. Ne de çok canımı yaktı. Ne de çok ağlattı. Ne de çok uykusuz bıraktı. Hissizliğe itti. Boşluğa terk etti. Kan kusturdu. Hayattan kopardı. Yaşamı zehir zemberek eti. Ve her şeyin değersiz olduğunu hissettirdi. Ahrar beni yaşamla karşı karşıya değil, kendi kendimle karşı karşıya bıraktı.

 

Olmayacak bir şeyi oldurmak istedim. Olmayacakmış ama ben oldurmak için uğraşmıştım. Olmaması ihtimali varken ben onu oldurmak için kendimi ölüme bırakmış, terk etmiştim. Ahrar benim hüzün tarafım. Ahrar benim ağlayışlarım. Ahrar benim çığlıklarım. Kırgınlıklarım, kaybedişlerim, kaçışlarım, kayboluşlarım...

 

Ahrar benim ölümü kucaklayışlarım. Ahrar benim benden gidişlerim.

 

 

Onu hayatımın merkezi sanmıştım ama yanılmış kalbim. O sadece hayatımın acı tarafı. O bir kadının gözünden akan son gözyaşı. Ve bir daha akmasının ihtimalini yok eden bir ders çıkarılış.

 

Ahrar beni kendine bağlayan bir uyuşturucu gibiydi. Ben bu bağımlılığı kendimi ölüme teslim ederek sona erdirdim. Ama bilemezdim ki daha büyük acıyı göğüslediğimi.

 

Ben ve Ahrar bu hikayede ne miydik? İki yabancı. İki hissiz birbirine uzak olan insandık. İki kusurlu insan. Bir erkek bir kadın. Bir o bir bu . Sen ve siz . Ama biz değildik

Olamadık olamazdık da.

 

Peki şimdi biz bu hikayede nereye mi gelmiştik?

 

Şimdi biz bu hikayede birbirimizden ayrı dünyalarda yaşadığımız kısma gelmiştik. O kendi dünyasında yaşarken ben kendi dünyamda acıyla ölümü bekliyordum. O kendini ve hatalarını düzeltmeye çalışırken ben kendimi yok ederek buradan uzaklara gideceğim yolları hazırlıyordum. Aslında kendi kendimin sonunu yavaşça hazırlıyordum.

 

Bakışlarımı duvardan çektim. Yavaşça ve hissizce bakışlarımı önümde duran nota çevirdiğim anda gözümün önünde olan cümleleri sesli bir şekilde söylerken bir yandan da vücuduma sızan acıları hissettim.

 

Derler ki ölüm birini ruhunda kol gezer, orada ölümü kollarmış.

 

Derler ki yaşam bir gözyaşının son damlasında son bulurmuş.

 

Derler ki bir kalp bir kere değil bin kere ihanete uğrarmış.

 

Derler ki bir zaman gelecek ve o zaman tüm zamanların en kaoslu tarihlerine şahitlik edecekmiş.

 

Derler ki ölüm ruhu bir zamanda ortaya çıkarak yaşadığı lanetin intikamını insanlardan alacak ve onları bir intihara sürükleyecekmiş.

 

Derler ki asla bir hayat acısız anılar olmadan sonlanamazmış.

 

Derler ki bir söz tüm yaşamın kırık aynasının parçalarında saklı yansımaymış.

 

Ve aslında bir kalp bir geçmişin devamını yaşayarak onu sona ulaştırırmış.

 

Kalemi elime alıp başladım yazmaya tekrar. Sanki bu yazıklarım benden kopan duyguların sesleri ve izlerini taşıyordu. Bu cümleleri bulduğum kitaplardan bu bot defterine aktarıyor, daha net bir taslakta buluşturuyordum.

 

Bu cümleleri kimin yazdığını kimse bilmiyor. Sadece şu söylenti var. Her yılın en zifiri karanlığında bir anda bu yazılar ölüm uçurumunda bulutlar üzerinde gözükür sonradan kaybolarak maziye kazınıyormuş. Ve bu sözler bir parlak yıldızların bir araya gelişi gibi parlak bir şekilde gözükecek şekilde yazılırmış. Bu sözleri krallıkta bulunan katipler kitaplara aktararak günümüze ulaşırmışlar. Kitabı kapattığım gibi hemen Yasaklı Kütüphane'yi terk ederek odamın olduğu kata doğru merdivenlerden çıkmaya başladım.

 

Bizimkilerle en son Moritanya Kalesi'nde bulduğum efsaneyi okuduktan sonra dağılmış ve artık gerçekliğinden benim olduğum taşları bulma girişiminde bulunmak için üçüncü adımı atmıştık. İşimiz hiç kolay değildi ama bunu en kolay şekilde halledip bu işi kolay yoldan sonuca ulaştırmak istiyorduk. Aslında gerçekten bu iş diğerleri gibi benimde gözümü korkutuyordu. Çünkü bir yanım ya başaramaz ve bu sefer Esila galip gelirse nasıl bir sonuç ortaya çıkar diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Ama çok düşünmenin de bir faydası olmayacağını da çok iyi bilenlerdenim.

 

Odama geçtikten sonra üzerimi değiştirdim. Hemen yatağıma yatarak beni hiç terk etmeye baş ağrısıyla uyumaya çalıştım.

 

Gün doğmuş ve ben erken saatte uyanmıştım. Artık o derin soluksuz uykulardan eser yoktu. Zaten az ve öz uykulara alıştığım için pek yadırgamamaya başladım. Çünkü yapacağım bir şey yoktu.

 

Hazırlanıp hemen aşağı inmiştim. Bugün Süreyya hanımdan izin isteyerek kahvaltıya katılamayacağımı dile getirmiştim. Bizimkilerle beraber gideceğimiz bir yer vardı ve oraya şimdi erken gidersek hava kararmadan dönmüş olurduk.

 

Gidecek olacağımız yer aslında bir nevi bu taşların nerede olduğunu öğreneceğimizi sağlayacak kişinin yeriydi o kişi ise bu krallıkta en yaşlı olan bir adamdı. Adam o kadar yaşlıydı ki çok çok geçmişte olan her şeye hakim ve bizzat tanık olan kişiydi bu kişi Sirius 'un eski arkadaşı büyücü Duralha' ydı. Ve biz ona bu efsanenin altında yatan gerçekleri öğrenmek için bizzat onun yaşadığı yere gidecektik. Biliyorum ki biz orada ilk bilgiyi bularak bu planı tamamen başlatacaktık.

 

Kimseye görünmeden Kara Orman'ın derinliklerine ilerlemiştim. Bizimkilerle söz verdiğimiz yerde yani Kara Orman'ın içerisinde bulunan Ruh Gölü'nde toplanacaktık. Ben biraz gecikmiştim. Onlar çoktan gelmiş olmalıydı. Sessiz adımlarla onların bulunduğu yere giderken onların sesleri yavaşça bana ulaşıyordu.

 

"Bu gideceğimiz yer güvenli olmadığını düşünen var mı?" diye soru soran Dehri' nin sesini işittiğim anda soluğumu tuttum. Kaygısı mı vardı? Onu zorlamak istemezdim bizimle gelmesi için hatta gitse bunu seve seve kabul ederdim.

 

"Neden şimdi bunu söyledin ki?" diye Kavi sakin ama merak içeren bir sesle sormuştu. Dehri 'nin bakışları yerde kısa süre oyalandı ve göğsü derin mir nefesle şişti. Sonra hemen bakışları çaprazında duran Kavi' yi buldu.

 

"Ya bu adam Emira 'dan bir şey isterse anlatmak için? Ya çıkarı için Emira' yı zor durumda bırakacak bir talebi olursa? Bunu hiç düşünmediniz mi?" diyince Dehri benim için endişelenen haliyle. O an ne denli değerli kişilerin hayatımda olduğunu bir kere daha anladım. Dehri sıkıntılı bir şekilde olduğu yerde kafayı yiyecek gibi duruyor, bu işten vazgeçilmesi için bir neden arıyordu.

 

" Bence büyük bir şey ister ama bunu Emira bence gayet makul bir şekilde halledebilir ki. Sonuçta bugüne kadar neleri yapmadı ki. O güçlü hemde çok güçlü biri. Altından kalamayacağı bir iş bile yok. Bence dert etme asıl zararı alacak kişi karşımızda olan kişi. Bu kız ayaklı bela. Kim bilir o adamın başına ne örecek? "diyince Dennis anında hepsi onun bu dediğine katıla katıla güldü. Hatta onun bu cümlesi az önceye kadar gergin olan Dehri 'yi bile güldürdü.

 

Dehri ensesini sertçe sıvazladı ve evet dercesine başını salladı Dennis' e bakarken.

 

Olduğum yerden harekete geçip onların bulunduğu tarafa doğru ilerledim.

 

"Arkamdan dedikodumu yapmaya hiç utanmaz mısınız siz?" diye yalancı bir sinirle konuşunca anında Dennis sanki az önce benim hakkımda hiç konuşmamış gibi bana doğru gergin bir gülümsemeyle bakıp ilerledi. Diğerleri yerinde dururken benim onlara doğru ilerlememi izlediler.

 

"Ah bende senin gelişini bekliyordum. İşte Emira günüm sen gelince aydınlığa kavuştu." diyen Dennis şebek şebek konuşurken ben ona gözlerimi devirip yanından jet hızıyla geçip diğerlerinin yanına geçtim. Dennis 'se onu takmayıp yanından gidişim yüzünden yalan bir hayal kırıklığı içerisinde bana bakarken onu görmezden gelmeye devam ettim.

 

"Herkes burada olduğuna göre artık gidelim." diyince hepsi evet anlamında başını salladı. "Duralha bizim geleceğimizden haberdar değil. Ama olabildiğince adamı kızdırmadan huyuna giderek istediğimiz bilgilere ulaşalım olur mu?" diye küçük bir ricada bulunmayı eksik etmedim. Çünkü bizim bir araya geldiğimiz her an bir olay olmadan gün tamamlanmıyordu.

 

Olabildiğince bu işi sessiz halletmek için çabalayacaktım. Çünkü eğer bir şeyin peşinde olduğumuz daha doğrusu olduğumu birileri bilirse bu planımın önünü keserdi. Ve ben bunu istemiyorum hemde hiç.

 

"Bence hep bir arada gitmeyelim dağılalım oraya gidince. Emira ve Dennis adamla konuşsunlar. Çünkü Falohya krallığının, Avcılar krallığına olan düşmanlığı hat safhada. Emira ve Dennis pek tanımıyorlar. Herhangi biri gibi giderlerse işte adamın amacı ya da bizden isteyeceği şey de küçük olur. Bu işimize gelir. "diyerek işimizi kolaylaştıracak çözümü önümüze sunan Kavi 'ye minnetle baktım.

 

Çok doğru bir yere değinerek bizi küçük zolu ihtimallerle baş başa bırakmış. Bu sayede adam bizim kim olduğumuzu bilmediği için sunacağı şart ise küçük olacaktır.

 

" Kavi haklı." diyen Nehar bir adım öne geldi. "Adam çok yaşlı ve kimseyle pek bir iletişim içerisinde değil. Ve bu bize kazanç sağlayacak. Çünkü sizin kimliğinizin bilinmemesi hem onun bu işten alacağı çıkarı sınırlandırır hemde bu olay pek duyulmaz . Hatta bence biraz görünüşünüzü bile kamufle edecek şekilde giyinin. O adamın karşısına sıradan aç gözlü bir kadın ve erkek olarak çıkın. Kendinizi kardeş olarak tanıtın. "diyerek olayı bu yönden de değerlendirerek daha gerçek kılıcı bir çözüm önümüze sundu.

 

" Ama ya tanırsa? "diye kuşku içerisinde konuşan Victoria 'yla anında hepsi kısa bir sessizlik yaşadı. Bu sessizliğin zihinlerde olan o korkunç senaryoları açığa çıkardığını hissettim. Hepsi bir şekilde bu olay aleyhimize gelişirse ne olur diye düşünmeyen edemedi. Hepsinin arasında en çok dikkatimi çeken Enfal' in ifadesi oldu. Sanki aklından geçecek olan şey çok yakın bir ihtimalmişte o gerçekleşirse nasıl davranacağını tartıyor gibi bir hali vardı.

 

"Bir şekilde halledeceğiz benim buna inancım tam." diyerek hepsini düştükleri boşluktan çıkarıp aldım. "Hadi ihtimalleri düşünerek zaman kaybetmeden oraya gidelim. Zaten olacağı varsa yaşarız ve ona göre bir çözüm ararız. Sonuçta şu ana kadar hep böyle olmadı mı? Bir şeyler hep ters gitti bizde olabildiğince halletmeye, saklamaya çalışmadık mı?" diyerek hepsini kendi durumumuz hakkında bilgilendirdim. Çünkü buna gücümüz var. Bir şekilde kendimizi yan yana olduğumuz anda kurtarıp, kolluyoruz.

 

" Emira haklı hadi bırakalım zihinlerimizde bizi ele geçiren o korkunç ihtimalleri. Ve gerçeğe odaklanalım. Odaklanalım ki daha net ve gerçekçi şeylere kafa yoralım. Düşünceler gerçek değildir. Birer yansımadır; en olmaz dediğimiz her şeyin ikinci versiyonu onda saklıdır. "dedi yok sesiyle Nehar. Sonrasından hepsine kısa bir bakış atıp sonunda bana baktı. Çatılı duran kaşları yavaşça eski halini aldı." Hadi Prenses bizi gireceğimiz yere götür. "diyerek konuyu sonlandırdı. Ve o an bir şey diyemedim ve onun istediğini yaptım. Portal açarak gideceğimiz yere doğru yol aldık portaldan geçerek.

 

Uzun bir yaşamın sunduğu tüm alternatif olan planları bir köşeye atın. Güzel hayat güzel bir ev güzel bir iş... Bunların vereceği his burada yaşayacağınız hissin yanında çöp olur. Çünkü şu an bulunduğum yer kelimelerle ifade edilemez boyutta. Geleceğimiz yerin bu kadar muazzam bir yere olacağını hiç tahmin etmemiştim. Burası küçük bir yer olarak anlıyordu. Ama değildi. Hiç değildi. Falohya krallığı tek kelimeyle açıklanacak bir yerdi. Doğa...

 

Tamamen doğa içerisinde kendi yaşayışlarını kurup burayı güzel bir alana çevirmişlerdi. Her şey doğa ile iç içeydi. Ondan ayrı değildi. Birkaç adım geriye çekilip daha da uzaktan bakarak bu muazzam yeri zihnime kazımaya çalıştım. Aslında bir krallıktan çok bir adayı temsil ediyordu. Adanın etrafı küçük çitlerle sıralı bir alan içerisinde bulunuyordu. Ve bu çitlerin içerisinde ahşap evler bulunuyordu.

 

Bazı evler ise ağaç gövdesindendi. Küçük yarım daire kapıları ve pencereleri vardı evlerin. Evlerin çatıları kapı ve pencerelerde olduğu gibi çatılarda yarım daireye sahipti. Her evin yanında küçük tek pencerelere sahip birde depo benzeri bir oda bulunuyordu. Bu evden bağımsız bir şekilde evin arka kısmında yer alıyordu. Sahip olunan evlerin küçük bahçeleri vardı.

 

Bakışlarım hiçbir insanın bulunmadığı alana çevrildi. Neden kimse yoktu? Bu kadar sessiz ve bol olması akıllara soru işareti geriyordu hemen.

 

"Burası -" dedi ve Nehar yanıma gelip elini kaldırıp karşıyı işaret etti. "Aslında bir dış süs. Çünkü onlar burada değil yerin altında yaşıyorlar. Bakma bu kadar küçük olduğuna alanın. Asıl toprağın alt tarafına kurulu olduğu yaşam alanları kocaman. Ve sonu gelmiyor. O kadar kalabalıklar ki kimse oraya girme gafletinde bulunmuyor. Çünkü onlar pek misafirperver değillerdir. Ve biraz kaçık bir kafaya sahipler. Kendilerinden olmayanları pek sıcak karşılamaz ve hemen onlara karşı tavırlarını takınırlar. "diyen Nehar bilmem gerekenleri bana söyleyince şaşırmadım değil.

 

Çünkü ben dışarıdan bakınca burasının çok sevimli bir yaşama sahip insanlarla dolu olduğunu düşünmüştüm ama maalesef yanılmışım. Neyse ki beni bu konuda aydınlatmış ve bu sayede ilk gözlemimin yanlış olduğunu ve göreceklerim konusunda beni uyarmıştı.

 

"Hadi o zaman millet gidelim ve şu küçük insancıklarla tanışalım." diyen Dehri yanında olan Kavi 'yle tam ilerleyeceği anda onu ensesinden tutup geriye doğru Enfal çekti.

 

Onun bu davranışını beklemeyen Dehri arkaya doğru yalpalandı ama onu düşmekten kurtaran Kavi oldu.

 

"Oğlum sen mal mısın? Az önce ne konuşuldu? Sadece Dennis ve Emira içeri giriyor. Bizler değil." diyince Enfal anında Dehri 'nin surat ifadesi düştü. Sonunda jeton dank etti ama neyse!

 

"O halde biz gidiyoruz sizde takipte kalın ve olabildiğince içeriye sızmak için fırsat yakalayın çünkü neler olur kestirmek zor. Ve orada onca kişiye göre az bir sayıya sahibiz." dedikten sonra Dennis olduğu yerden harekete geçerken onun söylediklerine karşılık Enfal başını sallamıştı.

 

Biz ilerlerken hepsi çok dikkat etmemizi ve bir şey olursa onlardan yardım istememizi tembihlemişlerdi.

 

Yanımda olan Dennis 'le birlikte birkaç metre uzakta olan Falohya' a doğru ilerliyorduk. Yanımda olan Dennis 'in çok gergin olduğunu fark etmemle bende gizlediğim gerginliğimi günyüzüne çıkardım. Derin bir nefes alıp gerginlikten karnıma saplanan ağrıyı görmezden geldim. Ellerim soğuk soğuk terlerken iki elimi baldırıma yaslayıp avuçlarımdaki ıslaklığı yok ettim.

 

"Birazdan kapıya varırız. Bırak ben konuşayım. Olur mu?" diyen Dennis benden izin isterken başımı salladım konuşmaya gerek duymadan.

 

Olumlu cevabımı aldığı anda hemen birkaç adım önümde ilerleyerek aramızda kısa bir mesafe açtı. Dennis önden giderek biraz ilerde olan çitin karşısına geçtiği anda birden nereden geldiğini anlamadığım iki adam hemen Dennis 'in önünde dikilirken, şaşkınlıktan ilerlemeyi bıraktım.

 

Ve olduğum yerde gelen o iki adamı izledim. Bu iki adam Dennis' ten kısaydı, ikisi benim boylarımdaydı. Bu iki gelen adam giydikleri siyah üniformalarıyla karşımda dururken aralarından esmer yüzünde kaşından çenesine kadar uzanan izle bana bakmıştı. Bakışları daha çok tekin biri olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Bakışlarımı hemen ondan çekip başka yöne çevirdim.

 

"Sizde kimsiniz?" diyen adamlardan esmer olanı Dennis 'e bakıp konuşunca derin bir nefes verdim dudaklarımdan. Umarım bir sıkıntı çıkmadan içeriye girerdik.

 

"Ben ve kardeşim buralı değiliz. Anlamış olmalısınız. Buraya bir şeyi öğrenmek için geldik."dediğinde Dennis tam karşısında olan adam birden yanında duran adama doğru başını çevirdi. Birkaç süre bakıştıktan sonra esmer olan adam yönünü bizim olduğumuz tarafa çevirdi.

 

" Bekleyin biradan geri geleceğiz. "demiş ve bu iki muhafız arkasına dönüp uzaklaşmışken ben birkaç adım atarak Dennis 'e doğru ilerledim.

 

" Şimdi ne olacak dersin? "diye sorduğumda Dennis' in arkasında dururken, Dennis bana dönerek bilmem dercesine kaşlarını yukarı kaldırmış ve kollarını göğsünde kavuşturup, bakışlarını ileriye çevirmişti.

 

Bende öylesine etrafı izlerken nasıl davranmam gerektiğini kavramaya çalıştım. Çünkü içimden bir ses bu işin sonu hiç iyi sonuçlanmayacak diyordu. Yavaşça olduğum yerde parmaklarımı oynatırken stresten bir hareketlilik gördüğüm anda bakışlarımı soluma çevirdim. Ve az önce buradan ayrılan iki muhafız geri gelmişti. Esmer olan son adımı atıp dururken hâlâ bize doğru gelen sarışın muhafız çitin girişinde durup geçmemizi işaret edince hemen Dennis olduğu yerden ayaklandı. Bende onu takip ederek arkasından geçtim içeriye. Bakalım bu sefer bizi ne tür bir bela bekliyor?

 

Ben ve Dennis ilerlerken bu iki muhafız olduğu yerde durup arkamızdan gelmediğini birkaç saniye sonra fark ettim. Başımı omzumdan geriye doğru çevirdiğim anda onların bize bakarak konuştuğunu gördüm.

 

Bizi tanımıyorlardır umarım. Çünkü şu an gerçek görüntümden çok uzaktım. Gelmeden önce hemen ben ve Dennis 'in görüntüsünü büyü yardımıyla değiştirmiştim. Ben kahverengi saçlarım, siyah gözlerim ve üzerimdeki herhangi bir krallıkta yaşayan normal bir insanın giyeceği kıyafeti giymiştim. Dennis ise hava krallığında giyilen bir asker kıyafeti içerisinde duruyordu.

 

Neden o bu şekilde giyindi diye soracak olursanız? Onun sebebi asker olduğu için kulede her şeye erişme ihtimali çok olmasından dolayı. Bu sayede bu taşların asıl bulma sebebini ve gerçek olduğunu anlamak için neden burada olduğumuzu açıklayacak neden olarak bunu görmüştük. Çünkü normal bir insanın bildiği bilgilere sahip değildik ve bu karşımızda olan adamı şüpheye sokardı. Bizde bunun önüne bu sayede geçtik.

 

Aslında her ne kadar plan güzel olsada adamın yani da Duralha 'nın bir şeylerden şüphe edeceği ihtimali hep aklımdaydı. Sonunda ilerlediğimiz yol bittiği anda birden bir çukur dikkatimizi çekti. Bu çukurun içerisinde ise aşağı inen merdivenler bulunuyordu. Hemen bakışlarımı Dennis' e çevrilince onunda benden farklı olmadığını gördüm. İkimizde soluğumuzu tutmuş bir şekilde aşağı inen merdivenlere bakıyorduk.

 

"Buradan sonra geri dönüş yok. Onun için hemen merdivenlerden aşağı inelim ve bu olayı sonlandıralım." diyerek hem kendine hemde bana cesaret verirken aşağı inmek adına söylediklerine itiraz etmedim ve önden aşağı doğru inmeye başladım. Eh bence hiçbir şey iki başlı ejderhayla yaşadığım olay kadar ürkütücü olamaz. Victoria 'yla yaptığımız o çılgınlığın yerini hiçbir olay tutamaz gibime geliyor. Onun üstüne çıkacak bir olay olur mu bilmem ama olmaması için dualar ederdim.

 

Önümde olan merdivenlerden aşağı indiğim her anda gün ışığı artık içeriye sızmıyordu. Ve yavaşça aşağıda meşalelerle aydınlanan yer altı yuvasının derinliklerine iniyordum.

 

Ardımdan beni takip eden Dennis en az benim kadar sessiz ve gergindi. Hayret ettiğim nokta neden kimse bize buradan aşağı inmemiz gerektiğini söylemedi. Yoksa zaten her şey çok mu gözler önündeydi? Bilmiyorum kafam karıştı. Sanki bir kukla gibiydim ve birileri tarafından şu an yönlendiriliyor hissiyle dolmuştum.

 

"Çok karanlık." derken buldum kendimi. Ama hayır içerisi değil buranın yaşattığı his çok karanlıktı. Sanki burada hiç yaşam yoktu, o kadar sessizdiki bir an yanlış geldiğimizi düşündürmüştü. Ta ki birden bir kapı açılana kadar.

 

Evet biraz ileride büyük yer altında olan geniş iki kanatlı kapı açıldığı anda içeriden bulunduğumuz tarafa ışık huzmesi doldu. O an yoğun ışığa maruz kalan gözlerim ışıktan dolayı kapandı. Dirseğimle gözlerimi örttüm ve ışığa alışmayı bekledim. Alışana kadar böyle durdum. Sonrasında arkamda olan hareketlilikle dirseğimi gözümün önünden çekerek gözlerimi araladım. Sonrasında Dennis yanımdan geçip ileriye doğru gidince hiç tereddüt etmeden onu takip ettim.

 

Tam çift kanatlı kapının her iki tarafında duran orta yaşlarına iki kadın vardı. İkiside bize ifadesizce bakıp içeri girişimizi seyrediyor, kılık kıyafetimizden nereye ait olduğumuzu anlamaya çalışıyordular. Dennis 'i hemen tanışmışlardı ki ondan dolayı iki kadının bakışları hemen bana çevrildi ve beni uzun uzadıya izledi.

 

Onların bakışları altında yanlarından geçip giderken olabildiğince onlara bakmadan içeriye geçip sola doğru dönen Dennis' in arkasından ilerlemeye devam ettim. Dennis sola döndükten sonra bir müddet hep sağ sol taraflara dönüp durmuş, sonunda gelmek istediğimiz yere varmıştık.

 

Neredeyse belki bir saate yakın bir zamanda istediğimiz alana ulaşmıştık. Geldiğimiz yer çok farklı bir yerdi. Ağaç kökleri içerisinde bir koltuğun üstüne oturan adama şaşkınlıkla baktım. Çünkü bu adam görmüyordu. Kapalı olan gözleri ve kırışmış yüzüyle karşımda duruyordu. O kadar yaşlıydı ki sanki ölmüş ama böyle duruyor haldeydi. Hiç kıpırdayamıyordu. Olduğu yerde iki elini oturduğu koltuğun her iki yanına bırakmış, öylece karşıya yani olduğum tarafa bakıyor edası içerisinde bulunuyordu.

 

Olduğum yerde ona bakarken birden sağ eli yukarı kalktı. Ben daha ne olduğunu anlamdan birden arkamda duran kapı hızla kapandı. Dennis ve ben öylece sessizce dururken karşımda duran bu adam birden bize hitaben konuştu.

 

"Buraya neden geldiğinizi adamlarım söyledi. Peki bu yapmakta olduğunuz şey hakkında gerçek bir fikre sahip misiniz? Çünkü çok yanlış bir işe bulaşacaksınız." diye yaptığımız şeyin gerçekten sonuçlarını bilip bilmediğimizi bize anlatmaya çalışırken bir anda bakışlarım tam yanımda duran Dennis 'i buldu. O da benim gibi bu adamın dediği cümlelerin ardında bulunan gerçeği, zorluğu görürcesine derin bir düşünce içerisinde kaybolup gitmişti. Dennis' in koluna dokunarak bir adım öne doğru ilerledim.

 

"Bilmesek buraya gelemezdik." diyince bir anda cümleme devam etmeme izin vermeden hemen karşımda duran Duralha birden konuştu.

 

"Bildiklerin etrafında duyduklarından ibaretse büyük bir hataya düşmüşsündür. Ama bildiklerin peşinden koşup öğrendiklerinse doğru yoldasındır." dediğinde Duralha sanki bu cümleyi söylerken bir şeyi ima ediyor ve bunu benim anlamamı bekliyordu. Neyi ima ettiğini ne kadar düşünsemde bulamamıştım.

 

" Kuru söylentilere göre hareket etmem. Ben ve kardeşimin gelme sebebini biliyor olmalısınız. Çünkü bunun için yanınıza gelen çok kişi var. Ve bu çok kişi yanınızdan eli boş döndüğüde aşikâr. Ama ben dönmeyeceğim çünkü size istediğinizi vereceğim. Her gelene sorduğunuz soruyu duymayan yoktur. Peki bunu bu seferde sorun ve size alacağınız almak istediğiniz sorunun cevabını vereyim. "dedim kendimden emin bir şekilde.

 

Çünkü öyle kolay kolay bize o taşların nerede bulacağımızı sağlayacak yerin ne olduğunu söylemezdi. Tek bir şartla onun sorduğu soruya cevap verirsek işte o zaman bize istediğimizi verecekti. Duralha yavaşça olduğu yerden öne doğru bedenini kıpırdatarak bana doğru yaklaştı. Ben ve onun arasında üç adımlık mesafe vardı.

 

"Kendinden bu kadar emin olman beni mutlu etti Emira." dediği anda bakışlarıma şaşkınlık yerleşti. Gözlerim irice açılıp nereden bildiğini anlamaya çalıştım.

 

"Bu kadar şaşırma. Çünkü kim olduğunu zaten en başından beri biliyordum. Çünkü buraya yıllardır kimse gelmiyor. Çünkü umutları tükendi ve efsane artık bir yalandan ibaret olduğu düşünülüyordu. Ama sen gelip bu yıllardır olan sessizliğe son verdin. Nasıl senin kim olduğunu anlamayayım ki? Sen varlığını gelmeden duyuruyorsun. Gelişin bizler için mucizeye ulaşan bir yol. Çünkü senden başka kimse bizi yaşanacak bu felaketten kurtarmayacak. Şimdi bırakalım da soruyu ve cevabı sana istediğini vereyim ve sende yapman gerekeni yaparak bu felaketin önüne geç. "dediğinde o an ne ara tuttuğum nefesimi verdiğimi bile tam idrak edemedim. Çünkü her şeyi beklemiştim ama bunu değil. Bana zorluk çıkaracağını düşünmüşken o elimi çabuk tutmam için uyarıda bulunuyor daha çok.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Duralha, gerçek kimliğimi öğrendikten sonra ben ve Dennis 'i daha yakınına çağırmıştı. İkimizde bizler için getirilen sandalye benzerinde olan küçük taburelere oturarak, ilk onun konuşmasını beklemiştik.

 

Dennis tam olarak hâlâ şaşkınlığını atlatmayı başaramazsada elinden geldiğince bu ortamda olanlara bir hakimiyet kurmaya çalışıyordu. Şaşkın olmasını en çok ben anlıyorum çünkü hiç beklemediğim bir yerde vurulmuştum. Her şeyi bekleyen ben bunu beklememiştim.

 

Duralha yavaşça yerinden hareket edip sanki beni görüyormuş gibi benim olduğum tarafa bakarak konuşmuştu.

 

"Her şey aslında çok geçmiş bir zamanda var olan bir olay. Herkes bu olayı bir efsane olarak adlandırıyor. Çünkü o zamanda yaşayanlar günümüze herhangi bir şey aktarmadı. Aktaramadı desek daha doğru olur. Çünkü hepsi o zamanda lanetlendiği için bilgileri de kendileriyle beraber götürdüler. Ve bunu bilen sadece birkaç kişiydi. Onlarda ne söylesede pek çoğu kişi inanmadı. Başka bir şey yüzünden lanetlendiğini düşündü. Sirius ve Toramah krallığı geçmişe gömüldü. Ve bir daha tüm söylenen efsane ve söylentilere rağmen hiçbir kişi gerçeği tam kabullenmedi. Bazıları inandı bazıları söylentilerin büyüsüne kapıldı. Taşların var olduğuna inanmadıkları halde bazıları gelip bunun için ne yapması ve o taşlara nasıl ulaşılması gerektiğini anlatmamı istedi. "dediğinde yüzünde değişen ifadeyi salisesi salisesine izledim. Sanki o an her şey gözünde canlanıyordu. Ve tüm yaşanılanları hatırlayıp bunun izlerini yüzüne yansıtıyordu. Duralha acı çeker bir ifadeyle öylece sessizce oturduğu yerden derin derin nefesler alıp veriyordu.

 

"Peki taşları nasıl bulacağız?" dediğinde Dennis tüm sessizliği ve hissizliği yok ederek.

 

Bense sadece karşımda duran yaşlı adama bakıyordum. Duralha yavaşça başını bilmiyorum dercesine iki yana salladı. Bu hareketiyle kaşlarım çatıldı. Nasıl bilmiyor? Bunun için buraya geldik biz. Bilmiyorsa neden bizi oyalıyor? Başka bir yol bulmak için uğraşırdık zaman kaybetmeden. Dennis gördüğü hareketle hemen başını benim olduğum tarafa çevirip ne yapacağız şimdi dercesine baktı. O an ne diyeceğimi bilemeden birkaç saniye onunla bakıştık. Kendimi toparladığım anda sertçe aklımda olanları dile döktüm.

 

"Bilmiyor musunuz?" dedim emin olmak adına. Sorumu duyduğu anda başını aşağı yukarı evet anlamında salladı. Dudaklarımı yavaşça birbirine bastırdım ve sakin kalarak düşünmeye başladım. "Demek bilmiyorsunuz. O halde burada durmanın bir anlamı yok." diyip tam sinirle yerimden kalkmaya çalışırken birden onun emir veren sesini duyunca hemen olduğum yerden kıpırdamadan bakışlarımı ona çevirdim.

 

"Taşların yerini bilmiyor oluşum oraya nasıl ulaşacağınız yolu bilmediğim anlamına gelmiyor." diyince bir anda gözlerime bir parıltı yerleşti. O kadarda umutsuz bir yolda değildik bunu bilmek iyi hissettirmişti.

 

"Peki bu yol neresi?" diye sordum bir umudun bedende filizlenmesi hissiyle. Anında soruma cevap verdi.

 

"Zor..." dedi çaresizlik içerisinde olan bir halde. "Meşakkatli bir yol bu. Kafa karışıklığı yaşatacak.. Aklı bulandıracak bir yol. Sizi ikilemde bırakacak bir yola sapacaksınız. Ve bu yolda yapacağınız seçimler sizi zorlayacak. Hatta o an önünüzde olan yanlışları düzeltmek isteyeceksiniz ama bunu yapmamanız gerek yoksa her şey birbirine girer. Ve bu her şeyi akışını yok eder. Ve bir anda bulunduğunuz an tepetaklak olur. "dediğinde bilmece edasıyla kurduğu cümlelerden hiçbir şey anlamamıştım. Neyi kast ediyordu?

 

"Ne yolu bu?" dedi Dennis benim yerime merak ettiğim şeyi sorarken.

 

Dennis konuştuğu anda ihtiyar adam ona doğru döndü. Ve onu görür gibi başını hareket etmeden sorusuna cevap verdi.

 

"Geçmişe yolculuk etmeniz ve o geçmişte o taşların yerini bulmanız lazım. Ama taşların hangi zamanda olduğunu bilmiyoruz. Sadece Sirius 'un bulunduğu zamana gidin ve Toramah krallığının hüküm sürdüğü zamanda istediğiniz taşlara ulaşın. Ve bunu sakın unutmayın. Geçmiş geçmiştir. Ve orada herhangi bir değişiklik yaparsanız işte o an geçmiş gelecek olur ve zamanın akışı değişerek istediğimiz zamanı yitirirsiniz ve her şey değişerek gerçekliğini yitirir. "dediğinde Duralha o an bir şey diyemedim çünkü karşımdaki şey bir insan değil zamandı. Ve zamana kafa tutacak kadar aklımı kaçırmadım.

 

Geçmiş 'e yolculuk. Bunu birkaç kez yaşadım. Kolye beni iki kere geçmişe götürmüştü. Ama bu onun istediği geçmiş yani bulunmam gereken yeri o seçmişti. Şimdi ben onca zaman içerisinde doğru zamanın olduğu yere gitmem lazımdı. Ama bunu nasıl yapacak ve nasıl sonuçlanacaktı? İşte burada kafam çok karışmıştı. Çünkü hiçbir şey hakkında kesin bilgilere ulaşmamıştım.

 

"Dalgınlığından kafanın karıştığını anlayabilir miyim Prenses?" diyen Darulha 'nın sesini işittikten hemen sonra iç çekerek ona döndü bakışlarım.

 

"Zor bir şey olduğu aşikar ve bu biraz tedirgin olmamı sağlıyor. Herhangi bir şey yok karşımızda. Zaman büyük bir engeldir her zaman. Ve şimdi bir zamandan değil birçok zamandan bahsediyoruz. Korkmamak elde değil ki. Ne yapmam gerekiyor o konuda da tam bir fikre sahip değilim. Ve en ufak bir değişiklik bile bazı şeyleri rayından çıkarır. Bu hata yapma ihtimalini attırır ki. Çünkü ne kadar temkinli olmaya çalışırsak o kadar hataya yer veririz. Bu hataların doğuracağı sonuçları bilmek dahi istemiyorum ki. "dedim uzun uzadıya aklımı bulandıran düşünceleri dile dökmekten sakınmadan.

 

Duralha hemen küçük bir tebessüm etti.

 

" Korkman normal ki. Ama sen ne yapacağını zaten en iyi bilenlerdensin. Sadece olabildiğince soğuk kanlı olup olayları çabucak neticeye bağla. Ve unutma Prenses hislerin asla gerçeği ört bas etmeye çalışacak bir hataya sebep olmasın olur mu?" diyince ne demek istediğini anlamadım. Ne hissi diye de sormadım. Sadece sessizce öyle ona baktım.

 

" Peki neden başlayacağız ki? "diyince Dennis anında soluğumu tutarak Duralha 'nın vereceği cevabı dinledim.

 

" İlk adımınız Ruhlar Mağarası olacak. O her şeyin başlangıcı ve sonu. "dedi Duralha. Sonrasında sözlerine kaldığı yerden devam etti." O mağaraya ulaşınca oradaki üç halkayı yan yana koyacaksınız. "dediğinde parmaklarımı sımsıkı örttüm. Ve ifadelerimi hiç kaçırmadan son söyleyeceği şeye odaklandım." Sonrası zaten zaman akışını başlatacak olan adım. Ve sakın unutmayın o üç küçük halkayı yanınızda götürmeyi . Çünkü böylece zaman arasında geçişler yapabilirsiniz. Böylelikle eğer yanlış zamanda bulunuyorsanız o üç halkayı yan yana getirince yeniden zaman döngüsü başlayacak ve başka bir zamanda olacaksınız. Bu böyle böyle devam edecek. Ta ki doğru zamana gidene kadar. "dedi Duralha soluğunu usulca verirken.

 

Sonrasında birden avucunda beliren küçük bir kağıdı benim tarafıma doğru uzatınca hemen oturduğum yerden kalkıp ona doğru ilerledim. Ona doğru yaklaşıp uzattığı kağıdı alıp tekrar yerime geçtim. Kağıdı daha açmadan onun diyeceği şeyi dinlemeye başladım.

 

"Bu kağıdı al ve içerisine bak. Bu Ruhlar Mağarası'nın içerisini gösteren bir harita. Ben zaten size Ruhlar Mağarası' nın nerede olduğunu söyleyeceğim. Ama içerisinde hareket ederken bu haritada olanlara dikkat edin. Ve haritayı sakın kaybetmeyin. Hemen gitmeyin birkaç gün bekleyin. Çünkü bu üç gün boyunca Ruhlar Mağarası isteseniz bile bulamazsınız. Ruhlar Mağarası belli günlerde ortaya çıkar, diğer türlü onu ne yaparsanız yapın bulamazsınız, elinizde bir harita olmasına rağmen. "diye son demek istediklerinide söyledikten sonra birden olduğu yerden kaybolduğu anda Dennis 'le şaşkın şaşkın onun yok olduğu yere bakmıştık.

 

Sonrasında olduğumuz yerden ayrılıp bizimkilerin yanına geçmiştik. Ve gidişte zihnim o kadar yoğun bilgilerle dolup taşımıştı ki. Ağrıyan şakaklarım dinlenmemi bana bas bas bağırıyordu.

 

Bizimkiler bizi gördüğü anda hemen soru yağmuruna tutarak neler olduğunu anlatmamızı istedi. Ben sessiz kalırken Dennis olan biteni anlatmıştı. Bense elimde hâlâ tutmuş olduğum kağıda bakıyor ve üç gün sonra karşılaşacağımız olayları zihnimde hayal ediyordum.

 

"Sessizsin." diyen Victoria olduğu yerden ayrılıp bana doğru ilerlemişti. Solgun bakışlarımı ona çevirip omuz silkerek ona baktım. Bu hareketimi gördüğü anda hemen tam yanıma gelip kolunu belime yerleştirdi ve yanağını yanağıma yaslayıp, sağ eliyle beni kendine çekti.

 

"Ya bu halde bile insan sevimli olur mu?" diyince Victoria bakışlarıma anında bu sevimli sözcüğünün verdiği rahatsızlık hissi yerleşti. Ne sevimliliği? Aman kalsın sevimli filan olmak gibi bir amacım yok. Anında yüz ifadem kasıldı ve hemen Victoria 'yı yavaşça kendimden uzaklaştırdım.

 

Bu yaptığımı bekliyor olmalı ki dudaklarına tehlikeli bir gülümseme yerleşti. Victoria' ya kötü kötü bakışlar atarak kollarımı göğsümde kavuşturur kavuşturmaz biraz ileride hâlâ Dennis 'in anlattıklarını dinleyen bizimkilere baktım.

 

Tabi Victoria rahat durur mu hemen devam etti benimle uğraşmaya.

 

"Hım.." dedi sanki bir durum tespiti biraz sonra yapacak gibi bir halde. Tekrar yanıma doğru geleceği anda hemen onu bakışlarımla durdurdum. Tabi tesir etti mi dersiniz? Hayır yine tam yanımdaki yerini alıp yavaşça bana doğru eğildi. Kulağıma fısıldadığı cümleleri duyunca şaşkınlıktan ağzım açık kaldı.

 

"Bu huysuzluğunun sebebi ne? Yoksa onu görmediğin için mi?" der demez Victoria anında sinirle omzuna çok sert olmayacak bir şekilde vurdum. Bu davranışıma sadece sesli kahkaha atarken yanımdan ayrılıp biraz ileriye doğru gitti.

 

"Kes sesini! Saçmalama istersen." diyerek onun bu saçma konuyu dillendirmemesi için tepkimi ortaya koydum. Victoria olduğu yerden muzır muzır gülmeye devam ederken ona ateş saçan bakışlarla baktım.

 

Ne düşünüyordu? Neler yaşadığımı en iyi o bilirken bana bunu demesi sinirimi bozmuş ve sakin ifademin kendini acıya bırakmasını sağlamıştı. Bir anda değişen halimi fark eder etmez hemen pişman olarak yanıma doğru geldi.

 

Ama bakışlarımı ondan çekip ileriye doğru çektim.

 

"Ben sadece şaka yaptım." diye savunmaya geçip tam sözlerine devam edecekken hemen onu susturan cümlelerimle karşı karşıya kaldı.

 

"Bu şakaya konu olacak bir şey değil. Senden bir tık daha dikkatli olmanı ve bunu gereksiz şaka konularına meze etmemeni temenni ederim. Çünkü bu herhangi bir şey değil. Bu bir hayal kırıklığı, hüsran ve kandırılmakla ilgili bir şey. Sen gelip bunu şaka olsun diye ele alırsan ben buna gülmem. Üzülürüm. "demiş ve hemen olduğum yerden uzaklaşıp biraz ileride olan bizimkilerin olduğu yöne doğru ilerlemiştim. Victoria 'ysa öylece söylediklerimden sonra bir daha konuşmadan öylece biz buradan kuleye gidene kadar sessiz kalmıştı. Hepsi ben ve Victoria' nın bir anda değişen bu halini yadırgamış ama bu konu hakkında herhangi bir şekilde konuşmamışlardı.

 

Açmış olduğum portaldan Varisler ve Dennis krallıklarına geçmişken ben ve Victoria 'da kuleye geri dönmüştük. Ben anında Victoria' yı geride bırakacak hızlı adımlarla kuleye geçerken Victoria arkadan sessiz sessiz bir şekilde ilerlemişti.

 

Kuleye geçince biraz düşünmek adına hemen odama geçmiş. Kimseye görünmemek içinde akşama kadar odadan dışarı çıkmamıştım. Yeterince yorucu bir gün olmuştu. Bir yeni yoracak herhangi bir şey yaşamak istemiyordum.

 

Odaya geldiğim anda Duralha 'nın verdiği kağıdı muhafaza edip ondan sonra kısa bir duş almak için banyoya geçmiştim. Belki de biraz uyusam üzerimde olan bu yorgunluğun geçmesini sağlarım. Ama belki...

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Gidemedim ben kendimden ne de ondan ona çakılıp kaldım hemde çıkamamak üzere. Ölümü beklemek üzere. Sonumu bile bile o uçuruma doğru yol ala ala. Ve onun kendimde var olan varlığını silmemek üzere. Çünkü o benim izin vermediğim her zerremi benden izinsiz kendine ait kıldı. Sevgi bu muydu?

 

Koşulsuz şartsız zararlar verip, kanatmak mı? Yoksa koşulsuz şartsız sevip, iyileştirmek mi? Benim seçeneğim ilk sorumdu. Çünkü ben severken zarar alan taraftaydım. Sevgi bana zarar vermişti. Ahrar 'ın varlığı bana zarar vermişti. Evet sevgi ne öğrenmiştim. Bir adamı ne kadar sevebileceğimi öğrenmiştim ama bu bana hiçbir şey kazandırmadı. Daha çok benden onlarca şey aldı.

 

Sevgiyi aldı ; hissizliğe bıraktı.

Umudu aldı; karamsarlığa bıraktı. Aydınlığı aldı; karanlığı sundu.

Mutluluğu aldı; mutsuzluğu sundu.

Evreni sildi; küçük bir anıya sığdırdı yaşamı.

 

Ahrar benden ne çok şeyimi aldı. Sadece bir sözü...bir hareketi...bir bakışı beni benden çekip aldı. Değiştim. Değişmemi sağladı. Beni daha kötü bir Emira 'ile karşı karşıya bıraktı ve çekip gitti. Yetmedi geri geldi ve aynısını yapmaya devam ediyor. Acımadan. Düşünmeden.

 

Bu daha çok canımı yakıyor çünkü hâlâ bir yerlerde değil tüm zerremde hakimiyeti dururken bunu yapıyor. Ve bense sadece onun önüne barikatlar kurma çabası içerisindeyim. Bir engel değil bu sadece oyalama. Bir süreliğine karşı. Ve bu daha ne kadar devam edecek edebilir diye düşünüyorum. Ahrar aslında bana ne yaptığını bilmiyor bile.

 

Hayatta en büyük şeylerden biri ilgisizlik. Neden mi? Çünkü o her şeyi son tanesine kadar tüketir. İzinin bile kalmasına izin vermez ki . Varlığını bile hatırlamazsın. Kolayca unutursun. Unutmayı tercih edersin. Çünkü elinden gelen sadece budur. Ve sende bununla yetinirsin. Ahrar 'ın hayatında olanda bu. İlgisizlik. Çünkü o kimseden ilgi göremedi. Ve bu onu bu hale getirdi.

 

Hayatında ne yaşadı bilmiyorum. Neleri yaşadı da bu hale geldi hiç bilmiyorum. Zaten sorsam da cevabını alacağımı sanmıyorum ki. O kapalı bir kutu ve o kadar kapalı ki asla kimseye kendisini açmadı açmayacakta. Sadece sana sunulanla idare etmeni sağlıyor, daha ötesine o istemezse gidemezsin .

 

Gitmene izin vermez çünkü bunu istemez. Ahrar cevabı olmayan bir bilmece. Cevabı olmayan bir soru. Sonu gelmeyen bir yol. Başlangıcı ve bitişi olmayan bir yaşam. Ahrar aslında kim onuda bilmiyorum ki.

 

Meğerse ben Ahrar 'ın kalbinde bir iz bile değilmişim ki. Onun için kolayca beni kandırmış. O yüzden beni bu acımasız oyuna dahil etmiş. O yüzden hiç çekinmeden bu oyunu ben öğrenmesem sonuna kadar oynayacak ve kolyeyi alana kadar durmayacaktı.

 

Esen rüzgara rağmen omzumda duran örtüye daha sıkı sarılıp terasın geniş beyaz mermerine oturup dışarıyı izledim. Çoktan hava kararmış ve herkes uyumuştu. Ben kısa bir uykunun ardından uyanmış ve buraya atmıştım kendimi. Elimde duran sıcak çayı yudumlarken bir yandan da kitap okuyordum. Ama kendime de kızgındım çünkü yanımda Ahrar 'ın verdiği kitap duruyordu. Nedendir bilmiyorum ama kitabı yanımda getirmiştim. Aslında hepsi şu atan kalp yüzünden. Ona söz geçiremiyorum ki! Birden bire odadan çıkmadan evvel yanıma alıp terasa geçmiştim. Şimdi ise yanımda duruyordu ve ara sıra bakışlarım ona kayıyor, dikkatim dağılıyordu. Sanki meraklısı gibi ondan bit şey bir söz bekliyorum!

 

'Tabii ki bekliyorsun!'

 

İç sesime kulak asmadan kitap üzerinde olan bakışlarımı çekip önümde duran kitabı okumaya başladım. Ama ne anlatıyor ne üzerine yazılmış bir eserdi bir fikrim yok çünkü odağım yanlış yerde duruyordu da!

 

Sinirli bir nefes aldım.

 

' Bana ne ki at artık şu kitabı!' diyen iç sesime hak verdim ama bir diğer yanım atmama konusunda çok kararlı.

 

'Dehliz okumanı istedi. Ne zaman senin zararına bir şey dedi?'

 

Hak verdiğim bir yönden olaya girince bir diğer tarafım o anda tüm yelkenlerim suya düştü ve ağlamaklı bir sesle omuzlarım düştü. Ve kendime söylene söylene okuma kitabını kapattım. Dış tarafımda olan boşluğa okuma kitabını bırakıp, çayıma dikkat ederek Ahrar 'ın vermiş olduğu kitabı kucağıma yerleştirdim. Sonra yavaşça dizlerimi kendime çekip ne kadar kızsamda kitabı açıp içerisinde yazan cümleyi okumaya başladım.

 

"Emira. Uzun zaman oldu. Ya da bana öyle geliyor. Bilmiyorum ama varlığının artık yokluğu ıstırap derecesine ulaştı. Eskiden seni görmez aynı yerde değildik. Bu beni durduran şeydi. Ama şimdi öyle değil aynı yerde aynı sınırlar içindeyiz ama seni görmüyorum. Göremiyorum. Neredesin? Yoksun. Bunu bilmek, hissetmek can yakıyor. Sana ulaşamıyorum ki. Kimse ne yaptığını nereye gittiğini bilmiyor. Sanki varsın ama yok gibisinde. Kulede bulunmuyorsun çoğu zaman. Nereye gittiğin muamma. Ben varım diye mi gidiyorsun kuleden? Peki nereye gidiyorsun? Lütfen düşündüğüm şey olmasın. Çünkü o olursa yıkılırım ki. Seni kaybetme istemiyorum. Soracaksın şimdi hiç kazandın mı da kaybedesin? Evet haklısın kazanamadım ama kaybetmedim de büsbütün. Sadece alıştım. Alıştırdım. Bakma neden böyle söylediğime. Seni kandırmıyorum inan. Bu oyun değil hiçbir zaman değildi. Sadece kabullenişti. Bir süreliğine ama sonrası bu şekilde olmayacaktı. Bir engel vardı. Onu yok etmek istedim ama başarılı olamadım. Emira seni seviyorum. Bu yalan değil. Oyun değil. Sana muhtacım. Seni yanımda istiyorum. Ama başaramıyorum. Ve her geçen gün seni daha çok yitiriyor, kaybediyor ve uzaklaştırıyorum kendimden. Ne yapmalıyım bilmiyorum? Sen söyle beni nasıl affedersin? "

 

Ahrar 'ın yazdıklarını okuduğumda nefesimi tuttuğumu sonradan fark ettim. Tırnaklarımı avucuma sertçe bastırdığımı dişlerimi dudağıma sertçe geçirip kanattığımı sonradan fark ettim. Ama bu yaptıklarımın sebebini çoktan fark ettim. Acıdan ve üzüntüdendi.

 

Ahrar vın yazdıklarının bendeki yansıması buydu. Oyun değil diyordu. Nasıl inanacağımı beklerdi? Nasıl yeniden onun oyununa dahil olacağımı sanardı? Nasıl tekrar aynı yerden vurmaya çalışırdı? Artık benim gözümde olan değerini yerle bir etmişti. Yavaşça bunu bendeki sevgisini yerle bir edeceği ana da bırakacaktı biliyorum. Nerede olduğumu sormuştu. Bu onu ilgilendirmez çünkü artık onu görmek acıdan daha kötü şeyleri hissettiriyordu.

 

Ölüm bile daha az acı verirdi. Bana inat dolan gözlerimi kapatıp o gözyaşlarımın akmaması için büyük bir uğraş verdim. Ben daha kendime gelmeden yeni bir cümle yazıldı boş sayfada. Bu yeni yazılmış gibiydi çünkü giriş cümlesinde okuduğumu anladığını belirten bir cümle yazmıştı hemen sonrasında bu yazı silinip yeni bir cümle oluştu.

 

"Acım geçmiyor Emira. Sensizliğin verdiği acılar geçmiyor."

 

Bunları yazmıştı ama bende bir etkisi olmadı. Ona hem kendim için hemde onun için bir öğüt verici cümleyle karşılık verdim. Sessizce mırıldandım cümleyi çünkü her türlü kitap bunu aktaracaktı kitabın boş sayfasına.

 

" Şunu öğrettiniz bana ; zamanla acılar geçmiyormuş onun üzerinden insanlar geçiyormuş yeni acılar bıraka bıraka ardından. "

 

Ben bu cümleyi söylerken bir an için sızladı. Çünkü şu an kalbimde olan ve tazeliğini koruyan bir hissi dile getirmiştim ben. Bu kanattığı gibi çok güzel bir şekilde derste vermişti. Her ikimize de. Benden sonra Ahrar birkaç saniye sonra cümleme karşılık olan bir cümleyle geri dönüş yapmıştı.

 

"Şunu öğrettin bana ;zamanla acılar birinin varlığıyla sonlanıyordu. "

 

Birinin varlığı ha! Hiç güleceğim yoktu. Çok düşünmüş müydü acaba bu afili cümleleri? Birde benim sözlerime uyumlu olacak şekilde karşılık veriyordu. Acılarını sonlandırdığımı ima ediyor. Ne acısı? Ne yaptım ki ona acı çektirdim? Kandırılan bendim. Kandıran oydu. Acı çeken bendim, acı veren oydu. Ben ve Ahrar birbirine tezat kişilerdik.

 

Emira kaçan, Ahrar kaçırandı.

Emira ölen, Ahrar öldürendi.

Emira yanan, Ahrar yakandı.

Emira susan, Ahrar susturandı.

Emira vazgeçen, Ahrar vazgeçirendi.

Emira iyileştirendi, Ahrar tüketendi.

 

Biz ikimiz tamda bu cümlelerde olan gerçeklerdik. Ve bu gerçekleri saklamak gibi bir niyeti vardı. Ama ben buna izin vermezdim ki. Çünkü ben hâlâ bu gerçeklerle yüzleşmemiştim. Hâlâ tazelerdi bedenimde zihnimde. Ruhumda varlığını koruyarak ilerliyordu. Ahrar unuttum sanıyordu sanırım bana yaşattığını ama değildi. Unutmuş değildim.

 

O öyle bir tekme atmıştı ki ;kıskıvrak kapana kısılmış bir mahsende ışığın karanlığı yok etmesini ve beni aydınlığa çıkarmasını bekliyorum. Ama nereden bilecektim ki ben aslında ölümü bekliyormuşum. O mahsen kurtuluşum değil sonumdu. Karanlığın beni tüketeceği yer orasıydı.

 

Elimde buz kesilmiş çay bardağını soğuk mermer üzerine bırakıp konuyu daha genel bir şekilde ele alıp ona karşılık verdim. Çünkü ne kadar özel anlatırsam sanki o kadar acı çekecektim. Ve bu acı bana iyi gelmeyecekti.

 

"İşin aslı şu ki: siz başlı başına bir yıkılmasınız hemde benim gözlerimde. Benim sevgiye olan inancımı yitiren bir yıkılma."

 

Söylediklerimden sonra tamamıyla beni anlatan ama birazda içerisinde özel ifadeler bulunan cümleyi zihnimde birkaç kere tekrar ettim. Nasıl bir cevap vereceğini merak ettim. Kaçacak mıydı? Yoksa apaçık bir halde bir şeyler söyleyecek miydi? Saniyeleri sayarken o birden benim cümlemin benzeri şekilde karşılık vermişti.

 

"İşin aslı şu ki :sen başlı başına bir lütufsun benim gözlerimde. Bana gerçek sevginin varlığını öğreten bir mucize ."

 

Hah! Hinlik yapan bir kişi gibi dediğimin altında yatan bir gerçekle bana karşılık vereceğine, ne şekilde cevap verdi! Ben bunu istemiyorum bana kelime oyunu yapmasın! Bir şekilde bari yaptığının yanlış olduğunu belli etsin istiyorum ama aptallık bende ki bunu umut ediyorum. Çünkü vermeyecek ki! Bana istediğim cümleleri vermeyecek. Çünkü yine ve yeniden aynı şekilde yaklaşıyor. Ve bu yanlış her şeyiyle olduğu gibi buda yanlış! Yanılıyorum çünkü o hep aynıydı. Ben sadece görmek istediğim gibi onu görmüştüm. Anında bu düşüncemi dile getirdim.

 

"Sizin gerçek kimliğinizle hiç karşılaşmadım. Gerçek kimliğinizi hep sakladınız bir hırsız gibi."

 

Hemen hiç ne düşüneceğini umursamadan bunları yazdım. Çünkü o bir hırsızdı. Kendini gizleyen, kendinden bahsetmeyen ve hep karşı taraftan kendi menfaati için bir şey isteyen biriydi. Ve bunu en az benim bildiğim gibi bildiğini biliyorum. Çünkü o hiç değişmeyecek. Değişmek için çabalayıp durmayacakta. Benim sözlerime eş bir cümle kuracağını biliyordum. Yine lafı dolandırmaya bile gerek duymadan başka bir şeyi ele alıp onu önüme sunacak. İşinin ehli bir sunucu misali. Karşılaştığı bir sorunlu tecrübesiyle halledecek.

 

"Kendi gerçek kimliğime ben bile uzakken sana onu nasıl gösterebilirdim."

 

Ama beklediğim gibi olmadı. Şaşırttı beni. Çünkü tam tamına istediğim cevaba yakın bir cümle kurmuştu. Cümleyi okurken tam olarak neden onunda uzak olduğunu sorguladım ama buda kesin yeni bir taktik olabilir düşüncesiyle pek üzerine düşmedim. Şimdi onu merak ettiğimi düşünüp gereksiz bir ümide kapılmasın. Tamamen ümitsiz olmasını istiyorum ki bu oyuna biran önce son versin ve buradan çekip gitsin. Çünkü ona istediğini vermemekte kararlıyım.

 

Sonrasında daha fazla devam etmek istemediğim için hemen kitabı kapattım ve gözümün önünde olmasını istemediğim için onu odama büyü yardımıyla orada bulunmasını sağladım. Sonrasında adam akıllı okumayı beceremediğim kitabı önüme çekip onu baştan okumaya başladım. Belki de bu sefer okurum adam akıllı.

 

Kendimi kitaba kaptırmış ve neredeyse bir buçuk saat boyunca kitap okumuş ve kitabı yarılamıştım. Hafiften sızlayan gözlerim biran önce bırakmamı istediğini belli edince kitabın sayfasını kapatıp yanımdaki boşluğa bıraktım. Sonrasında üzerinde oturduğum mermerin üzerinde yavaşça doğrulup sırtımı tamamen arkamda olan kalın duvara yaslayıp aşağıda bulunan bahçeye çevirdim.

 

Aşağısı fazla karanlık duruyordu. Bahçede yanan meşaleler tamamen bahçeye aydınlatmak için yeterli değildi. Bunun için daha güçlü bir ışıklandırma gerekli ama Süreyya hanımın bu konu için herhangi bir girişimi olmamıştı. Birkaç kere bunu halledebilirim diyince böyle kalmasını istediği için itiraz etmemiş ve kabul etmiştim. O öyle uygun görüyorsa bir şey diyemem.

 

 

Hafiften titreyen bedenimi omzumda duran örtüyle iyice sarmaladım. Hasta olmak gibi bir düşüncem yoktu ve olmak istemiyorum bu zamanda. Elimden geldiğince kendimi planlarımı engelleyecek durumlardan uzak tutmalıyım. Bacaklarımı üzerinde duyduğum mermerin üzerine boylu boyunca uzatıp, bakışlarımı gökyüzüne çevirdim.

 

Yıldızlar açık seçik olarak gökyüzünde belirmişti. Küçük şeylerde huzur bulmayı seviyorum. Bu bir gökyüzünü izlemek olsun. Bir kişinin deli dolu hâllerini izlemek olsun. Bir kişinin kahkahalarına tanık olmak olsun. Değişik şeyler aslında kafamı dağıtıp durduğu için onlarda bana iyi gelen yönleri görebiliyorum. Bu sevdiğim hayatın bazı yanları işte. Bir anda hava iyiden iyiye soğuyunca ürpermiş ve iyice örtüye sarılmıştım. Belki de odama dönme zamanım gelmiş olmalı.

 

Ben kendi kendime düşüne dururken birden teras kapısı sertçe açıldı. Kimdi bu saate benim gibi uyumayan? Kapının sol tarafında durduğum için içeriye giren kişi dikkatle bakmazsa beni fark etmez. Ama ben onu fark edebilirim. Karanlıkta onu seçmeye çalıştığım anda anında kim olduğunu fark ettim ve içten içe kendime saydırdım. Beni fark etmesine izin vermeden burayı terk etmeliydim.

 

Ama nedense bir anda bu kadar dalgın ve sinirli olduğunu merak ettiğim için yerimden hareket edemeden onu izledim. Ahrar yavaşça ön tarafa doğru ilerledi. Hızlı ve öfkeli adımları terasın mermer korkuluklarına ulaşınca iki avucunu mermer yüzeye yaslayıp bakışlarını aşağı dikti. Ensesi aşağı doğru eğik şekilde dururken, onun sert soluklar alıp durduğunu hızla inen göğsünden anlamıştın. Ah birde sonradan sinirden ettiği kısık boğuk küfürlerinden.

 

Kime kızmıştı gece gece? Bu hale gelmesinin altında yatan nedeni merak etmedim desem yalan olur. Ama gidip soracak değilim. Zaten anlamadan buradan gitmeliyim yoksa bu sefer birde şahşi sözlerini işitip öyle bir münakaşa içerisinde olacağız. Bunun olmaması için benim burada olmamam lazım. Ahrar birden sertçe iki avucunu mermer yüzeye sertçe vurunca bu hareketini beklemediğim için birden panik olduğum için olduğum yerde sıçramış ve yanımda duran kitabın yere düşmesini sağlamıştı.

 

Hay aksi! Al bak ne yaptın Emira? Kendi ayağına sıktın. Şimdi fark etti seni!

 

Kendi kendimi azarlarken Ahrar çıkan sesi çoktan duymuş ve hemen benim olduğum tarafa başını çevirmişti. Birkaç saniye öylece bana bakmış, burada neden olduğumu sorgulamıştı. Hatta beni nasıl fark etmediğini düşündüğünü bile anlamıştım. Çünkü ensesini sertçe sıvazlayıp terasın kapısına bakmasından anlamıştım. Ahrar olduğu yerden ayrılıp bana doğru acelesiz adımlarla gelirken ben olduğum yerde bakışlarımı hemen ondan çekip başka yöne çevirmiştim.

 

En iyi bildiğim şeyi yapmayı tercih ettim. Her ne kadar şu an pek işe yaramayacak olmasını bilmeme rağmen. Neyse girdik bir kere bu işe devam ettirmek lazım. Hem ona ne demeli? Gaddar adam dibime kadar gelmesi bir de yok mu? Değerlendireceği anı bulmuşta kaçırmamak için çabalıyordu.

 

Ahrar tam solumda durmuşken ben o yokmuş gibi davranıyor, başka şeylere dikkatimi çekmeye çalışıyordum. Ama nafile tam dibimde olan varlığını görmezden gelmek çok zor. Hem zaten o uzun zamandır solumadığım kokusunu tamda dibimde solumak ayrı bir kafamı allak bullak ediyordu. Bu adam benim intiharım benim sonumdu. En çokta kafa karışıklığımdı.

 

Ahrar tam ayak ucuma oturup bana dimdik bakınca elden ne gelir ki bakışlarım ona döndü. Olabildiğince ifadesiz tutuyordum bakışlarımı ki onu istemediğimi belli etmekti amacım. Ama ne kadar bunu başardım tartışılır!

 

"Burada olmanı beklemiyordum." dedi Ahrar ilk söze başlarken. Bense sessizce gözlerimi ondan çekip boş boş dolandırdım etrafımda yine. Sol eli tam sağ bacağımın dibinde duruyordu. Hatta bilerek elini tam bileğime değdireceği an hemen bacaklarımı kendime doğru çektim. Ve hiç olmasına izin vermeyeceğim temasını kestim. Ahrar bu yaptığımla derin bir iç çekti.

 

"Sessiz kalmaya devam edeceksin buradan bunu anladım. Bakışlarında yatan sinir ve benim burada olmamdan duyduğun rahatsızlığı görebiliyorum." dediğinde son anda söylemekten vazgeçtim. Eh ne güzel anladıysan daha burada ne diye duruyorsun? Bunu söylemek istedim ama söylemedim.

 

 

Ben sesimi çıkarmadan öylece beklerken Ahrar yavaşça yerinden hareket edip bir tık bana daha da yaklaştı. Bu hareketini fark eder etmez şaşkın ama bir o kadar da uyarıcı bakışlarımı ona diktim. Çatmış olduğum kaşlarım arasından onun bu bana yanlış gelen hareketini sorguladım.

 

Neyden cesaret aldı acaba beyefendi? Ahrar benim sessiz kalışımdan cesaret aldığı gibi birden sol elime uzandı ve iki elini arasında kendi elimi buldum. Ahrar 'ın soğuk nasırlı elleri elimi kıskıvrak sarmış, öylece ona bakakalmıştım. Elimin tersini usulca sağ eliyle okşarken bense onun bu tutuşuna bir tepki vermek üzereydim ki onun cümlesi beni susturmuştu.

 

Yine ne söyleyecekti kim bilir! Dişlerimi sıkmış ani bir tepki vermemek için kendimi zorlamıştım. Tamam sakin ol diye diye daha da sinir yüklenmişti bedenime.

 

"Emira sensiz nasıl bir hayat yaşarım bilmiyorum bununla nasıl baş edebilirim?" dediğinde Ahrar onun bu sözlerine karşılık histerik bir şekilde omuz siktim. Ve hemen elimi onun tutuşundan kurtarıp ondan uzaklaştım. Ayaklarımı yere indirip diğer tarafa bedenimi çevirdim. Omzumda olan örtüyü iki elimle sımsıkı tutup yönümü karşıya, terasta olan koltuklara çevirdim. Yine yeniden aynı yalanlar ve onun benzeri hisleri yaşatma girişimi.

 

Hiç vazgeçmeyecek. Ta ki istediğine ulaşana kadar. Ne de kolay ya onun için bir insanın hislerini oyun ve çıkar mecrası için kullanmak. Kendime kızgınım aslında en çok. Nasılda körmüşümde gerçeği hiç görmemişim. Nasılda kanmışım bir zavallı gibi hiç anlamadan. Anlamak için uğraşmadan. Ahrar tam konuşacağı an benim konuşmam onu susturmuştu.

 

"Ben evvelin değildim. Sonun da olmayacağım onun için bunu dert etme alışırsın zamanla. İsteye isteye ya da zorlana zorlana." dedim bariton bir sesle.

 

Sesim o kadar isteksiz o kadar soğuktu ki sanki herhangi bir şeyden bahseder gibiydim. Bakışlarım onu bulduğu anda bir kere daha yıkıldım. Çünkü yine aynı benzeri bakışları üzerime dikmiş aynı oyunu devam ettiriyordu. O vazgeçmeyecek. Bense yanmaktan kurtulmayacağım onun yüzünden. Lacivert harelerindeki o pişmanlık ne içindi? Boş versene... Beni ne ilgilendirir ki!

 

Son kez uzun uzadıya baktım lacivert harelerine. Nasıl yapabildi bütün bunları? Nasıl o müptelası olduğum lacivert gözleri bana yasak kıldı hiç acımdan ? Neden bunu bize yaptı ki! Neden acıyı ikimize lanet olarak sundu? Neden bunu yapmaya devam ediyor hâlâ ve sürekli olarak? Ben neden onu unutamıyor ve daima kanıyorum?

 

"Sen hep ilktin ve öylede kalmaya devam edeceksin. Alışmak istemiyorum. Senin yokluğuna alışmak hiç ama hiç istemiyorum. Bendeki izlerin hep var hep olacakta. Kalbim senin izlerinle dolu silinmemek üzere hemde." dediğinde Ahrar, bu durumun vahimliliği beni gülümsetti. İz miş! Ne iz ama! Süründüren bir iz! Ölümü tattıran, nefes kesen, yok eden bir iz ondaki ki ben bu haldeyim! Bakışlarım onu çepeçevre sararken onu kınayan ifadelerle izledim. Bakışlarım cümlelerimden önce onu sorguluyordu. Bakışlarım sözlerimden önce konuşuyor, hesap soruyordu.

 

"Ben senin kalbinde bir iz bile değilmişim bunu bana çok güzel gösterdin. Yalan söyleme artık, daha fazla yalanlar söyleme. Çünkü bunu daha önce yaptın ve bende herhangi bir etkisi artık yok olamazda. Artık bir hakimiyetin yok anla!"dedim artık durmasını isterken. Pes etmesini isterken. Ama bunu yapamadı. Ve bende daha fazla orada durmadım ve yanından geçip gittim. Çünkü yapabildiğim buydu. Ve bende bunu yaptım.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

 

En büyük silah nedir bu hayatta biliyor musunuz? Sevgi... Siz o silahı birine verdiniz mi ölüm hep kapının ardında duruyor olacaktır. Ne zaman ki o sevgi yerini öfkeye bıraktı mı, işte o an sevdiğiniz kişi size o silahı doğrultur. Ve kaçınılmaz son sizi bulur. Ve o anda beklemediğiniz bir olayın içerisinde bulursunuz kendinizi bir anda. Geriye dönüş olmaz. Kaçışlar kapatılır ve sadece olması gerekenin olmasının gerçekleşmesini bekleriz. Sonunda ne mi olur? Bir ölen bir kalan. Bir giden bir kaçan. Bir pişmanlık bir hayal kırıklığı...

 

Sonrasında kendini tekrarlayan bir döngü başlar. Döngü iki kişinin hayatını ele almış onu yaşatmış, sonlandırmıştır.

 

Ahrar 'ın yanından gittikten hemen sonra odama çıkmış ve üzerimi değiştirmiş pencerenin önünde öylece kulenin arka tarafında olan araziyi izlemeye başlamıştım. Yorgunum; kelimelerin tarif edemeyeceği kadar. Kırgınım ;kimsenin onarmayacağı kadar. Üzgünüm ;kimsenin mutlu edemeyeceği şekilde. Ama en çokta acılıyım. Çünkü acımı devam ettiren kişi burada ve ben ondan kaçamıyorum.

 

Onun pençesi arasında sıkışmış gibiyim. O acı veriyordu sanki. Bende sadece o acıyı göğüslemekle yetinip duruyordum. Ahrar benim kördüğümümdü . Ona tutuklu kalmış. Ondan kaçamayan, kaçmak istemeyen biri haline gelmiş gibi hissediyorum kendimi.

 

Onun verdiği acıyı bile isteyen hastalıklı biriymişim gibi bazen düşünüyorum bu aciz olduğumu hissettiren bir düşünce ama sonradan şunu hatırlıyorum. Onu kendimden uzak tutabiliyorum. Onu sözlerimle yaralayabiliyorum. İşte bu taraftan bakınca artık iplerimin onun elinde hiç olmadığını hiç olmayacağını biliyorum. İşte bu düşünce bana güç aşılıyor ve işte bu diyorum bu senin gücün, dayanağın diyorum kendi kendime. Ahrar pişmanlığın dibinde şu an ama hâlâ farkında değil tam olarak ne yaşadığının ne yaşayacağının.

 

O yaptıklarından ve dediklerinden ötürü pişman olacak ama bilmiyor ki ben olamayacağım. Ona ne denli zarar verecek cümle kurarsam kurayım kırılmayacak ve o üzüldü mü diye düşünmeyeceğim çünkü o bunu yapmıştı. Ben neden yapmayayım. Ben neden onun yaptığı gibi acı veren taraf olmayayım ki? Asıl yapılması gereken bu değil mi ki?

 

Bu ama bunu yapacağımdan o kadar emin de değilim ki. Çünkü ucunda o var. O varken acımasızlığı dibine kadar yaşayamam. Başka biri olsa belki bu kadar arada kalmazdım ama o varken işte bu hiç olmuyor ve ben ona bir şey dediğimde bile biraz daha kelimeleri seçe seçe konuşuyorum. Çünkü aklım kırmak isterken kalbim yapma diyor. Bu yaşadığım araf aslında beni tüketen. Çünkü yapma ve yap diyen iki düşünce arasında sıkışıp kaldım. Kurtuluşa nasıl ulaşabilirim bilemiyorum.

 

Ahrar onca şeye rağmen beni kırmayı bir kere daha seçmişken ben ona hiçbir şey yapmadığım halde onun bana yaptığını yapmamaya çalışıyorum. Ama o bunun farkında mı? Değil. Değil maalesef. Olmayacakta. Çünkü o kendi hisleri ve kendi düşüncelerinden ibaret, onları ön planda tutup duruyor. Kimin ne hissettiğini zerre umursamıyor ki. Sonra da gelip bunca şeye rağmen karşı taraftan anlayış bekliyor. Ne istediğini tam olarak bile bilmeden. Beni de sinirlendiren bu ki.

 

Odamdan çıkarak zemin kata ulaşmıştım. Erkendi. Herkes şimdi yeni yeni uyanıyor olmalı ama ben bugünde yemeğe geçmeden hemen rotamı Moritanya kal çevirdim. Merak ediyorum her ne kadar ertelesemde banyodaki olayın sebebiyetini öğrenmeliyim. Kimdi bu? Zihnimde geçen Ölü Ruh mu? Yoksa yeni bir kimlik mi? Ya da belki ben onun varlığından çok öncesinden haberdar olmuştum olmaz mı?

 

Çünkü bundan 6 ay öncesine kadar rüyada daha doğrusu bir öngörüde buluşmuştuk. O Ölü Ruh olabilirdi. Benimle bundan aylar öncesinden irtibata mı geçmişti? Ben daha onun varlığını bile bilmeden. Ve şimdi yeni yeni ikinci kez karşılamış ve bana açık uçlu bir mesajla gelmişti. Peki ben onunla nasıl bir iletişim kuracaktım? Çünkü o istediği gibi benimle bir şekilde iletişime geçerken ben sadece onun gelişini mi bekleyeceğim.

 

Tabii ki de hayır. Ondan önce bu sefer o beni görsün benim isteğimle. Eğer bir şekilde beni duyabilirse ya da sesimi duyabilirsem onu bulunduğum tarafa çekebilirim. Ve bu sayede bir şekilde bir iletişim kurar onu amacını öğrenirim. Yani ben böyle umuyorum. Belki de hiç istemediğim şekilde de sonuçlanabilirde.

 

Kara Orman'ın sınırları içerisinde ilerlerken sessizce etrafıma kısa bir bakış atarak Kaleye doğru ilerliyordum. Etrafta herhangi biri yoktu. Öyle bir konuma gelmiştim ki sanki ben daha farkına varmadan o bir anda karşıma çıkacak hissine kapılıyordum.

 

Bu hep olmuyordu. Bir anda zihnime onun varlığı düştüğü anda bu tedirginlikle karşı karşıya kalıyordum. Kaleden içeriye girince hemen en üst kata yani toplantı odasının bulunduğu kata ulaştım. Toplantı odasından içeri girdiğim anda bakışlarım sessiz ve karanlık olan odada gezindi. Ürküyor olmam çok normal çünkü kiminle karşı karşıyaydım bilmiyorum. Nasıl bir görünüşe sahip bunu bile bilmiyorum. Sadece sesi...

 

Sadece sesini duymuştum bir kere bir de bana yazmış olduğu mesaj vardı. Ve hiçte masum bir mesaj gibi gelmemişti bana. Sanki benim hoşuma gitmeyecek bir şey peşindeydi. Ve bu beni çıldırtacak kıvama getirecek hissiyle dolup taşıyordum. Yani anlayacağınız diken üstünde duruyorum. Her an her yerden bir darbe ile karşılaşmam çok kaçınılmazdı.

 

Ve karşımda ki şey yani Ölü Ruh pek tekin bir tip değil. Eğlence anlayışı olduğunu ve bu eğlencenin de pek benlik olmadığını nedense anlamıştım. Çünkü banyodaki o tanışma faslı onun farklı bir tarza sahip olduğunu gösteriyordu.

 

"Benim güzel prensesim seninle bu şekilde bir bağlantı kurmak pek tasvip etmediğim yollar ama yakında bunu telafi edeceğim. Peki ben kim miyim? Kalbine ve zihnine sor o sana gerçek cevabı verecek. Çok yakında tekrar görüşmek üzere."

 

Bu şekilde bağlantı kurmak bence ona göre başka bir boyuttu. Telafi edeceği yönetimi hiç beğenmeyecek olma düşüncesinde olmam çok mu abes kaçar? Hatta hiç telafide etmesin.

 

Normal bir şekilde karşıma çıkarak neden açık açık konuşmuyorda bu tür şeyler yaparak beni tedirgin ediyor ki? Asıl sormam gereken soru şu ; Neden etrafımda olan herkes anormal? Dehliz bile karşıma çıkarken sessiz boş bir depo odasında karşıma çıkmıştı. Ve zamanla onun varlığını bilmiş alışmıştım. Ama bu Ölü Ruh 'la pek işler bu şekilde gitmeyeceğini hissediyorum. Tuhaf biri ve bu beni korkutuyor. Onu tanımıyorum ve bana zarar verir mi vermez mi bilemiyorum.

 

Çalışma odanın içerisinde bulunan 24 kişilik olan masanın en başında olan pencerenin sağında duran tek kişilik olan sandalyeye oturdum. Yani şimdi ruh çağırır gibi onu çağırmayacağım. Yani umarım öyle bir şekilde gelmiyordur.

 

Normal olarak ismini zikredeceğim hemen geleceğini sanmıyorum. Ama tuhaf bir şekilde çağrılmamasını umuyorum. Çünkü ne kadar araştırma yapsamda onunla ilgili pek net bir şeye ulaşamadım. Lord Yelit burada olsaydı ona sorardım ama o burada yok maalesef. Dehliz 'e sormadım da.

 

Birkaç gündür yok olsa söyleyeceğim de. Onun gelişini bekleyeceğim. Zaten ne zaman kime ihtiyacım olsa o burada bulunmuyordu. Ne güzel hayat ne güzel planlar yapmış benim için. Ama en çok benim için bu kadar uğraşması yok mu çıldıracağım. Yani her türlü bela, tuhaf kişilikler, tuhaf anlar, ürkütücü olaylar bir benim için yapılmış. Başkasına pek bu konu için yoğunlaşmamışlar! Pes yani!

 

Her sorunda ancak benim için var zaten! Of!

 

Derin bir nefes alıp nereden başlamak gerektiği hakkında kısa bir süre düşünmeye başladım.

 

Acaba direk ismini mi çağırsam? Ya sandığım kişi değilse? Ama çok belli kanıtlar o diye bas bas bağırıyor. Çaresizce başımı eğip yanağımı masanın üstüne yasladım ve bakışlarımı pencereden gözüken ağaçlara çevirdim.

 

Yoruldum ya! Yanaklarımı şişirip içime derin bir nefes alıp usulca kendime hapsettim. Sonrasında yavaşça bıraktım tuttuğum nefesi.

 

Yanağımı çektiğim gibi bakışlarımı gezdirdim odanın içinde. En iyisi ilk düşündüğüm şeyi yapmak baktım olmuyor başka bir şey bulmaya çalışırım. Of çok utanç verici! Bir ruhu çağırmadığım kalmıştı.

 

"Her kimsen bilmiyorum -" dedim yarıda keserek, çünkü cümlenin saçma olduğunu düşününce hemen değiştirdim. "-aslında biliyor gibiyim de. He neyse onu bırak. Sadece kim olduğunu ve benden ne istediğini acaba söyler misin?" dediğimde ilk birkaç dakika söylediğim şeye yoğunlaştığım sırada ne aptalca konuştuğumu fark ettim. Bir de rica mı ediyorum? Ama aslında karşımda kişiyi düşününce pek damarına basmamak normal olur. Bunun için emir cümlesinden kaçınmam yararıma.

 

" Of hadi ama şu an olduğum durum çok saçma. Resmen bir ruhla iletişim kurmaya çalışıyorum. Kimsen ortaya çık ve amacının ne olduğunu söyle!" dedim sonradan bu yaşadığım şey yüzünden gereksiz bir şekilde yükselirken.

 

Ne mi oldu benim bu yükselmemden sonra. Söyleyeyim hiçbir şey. Neredeyse bir saat boyunca kendi kendime konuşup durdum.

 

" Esila değilsin o açık. Çünkü o pek bu şekilde karşıma çıkmaz. Korkak olduğunu düşünmeye başladım. Alt tarafı karşıma geçip kim olduğunu söyleyeceksin. Büyük bir şey değil isteğim senden." demiş ve sonrasında olduğum yerde küçülecek şekilde etrafıma bıkkın bakışlarla bakmaya devam etmiştim.

 

" Ölü Ruh olduğunu düşünmekten vazgeçtim. Neden kendini saklayasın ki eğer oysan. O değilsen de kimsin? "dedikten sonra daha fazla burada durmanın bir anlamı olmadığına kanaat getirince yerimden doğrulup odayı terk etmeye hazırlandım. Kapıya doğru giden adımlarımı durduran şey bir anda odaya dolan ses olmuştu. Bu ses aylar öncesinden rüyamda duyduğum sesten başkası değildi.

 

" Sabırsız bir Prenses. Hım hiçte eğlenceden anlayan biri değilsin. "

 

Cümlesini duyar duymaz kaşlarım çatıldı. Ne eğlencesi ya! Birde bunca zaman beni duyup duymazlıktan mı gelmişti? İnanılacak gibi değil! Karşıma çıkan biride normal olamaz mı? Birde bunca zaman beni oyalamış sırf eğlensin diye. Sinirden ağlamak istiyorum. O denli sinirliyim. Tam tamına bir saat boyunca ben onunla iletişim kurmaya çalışıyorken o benim bu hallerimi izleyip zevk almış olmalı. Rahatlığa bak ya! Sonrada çekip gidince sıkıcı olduğum yüzüme vuruluyor. Evet sıkıcıyım ne var!

 

Şeytan diyor ki sende eğlenmek adına bir şey yapta! Neyse kalsın! Sinirli soluklarım arasından etrafımda yavaşça dönmeye başladım. Nerede olduğunu da göremiyorum. Bu da daha çok diken üstünde durmamı herhangi bir atağa karşı savunma gardımı almamı sağlıyordu.

 

"Sandığım kişisin değil mi?" dedim bakışlarımı boşluğa dikmiş bir halde. Muhatabım karşımda olamadığından nereye bakmam gerektiğinden de emin olamıyorum. Öylece dalgın bir halde konuşuyorum. Gerçekten dışarıdan kendimi izlesem deli sanırım.

 

Aslında ben bu yaşadığımı film olarak izlesem kendime acırdım ki. Yaşamadığım şey kalmadı! Filmlerdeki uçuk olayları bile geçti yaşadıklarım. Her gün ayrı yeni tuhaf insanlar. Her gün farklı bir olay. Her gün yeni bir bela sorun. Say say bitmez ki. Çok iyi bir senaristin kaleminden çıkmış olayları yaşıyor gibiyim. Ve tebrik ediyorum çok iyi kurgulanmış. Nazar değmesin hiç klişe olaylara da yer vermiyor ki bir şeyleri tecrübe ederek aşayım!

 

Ben kendi kendime söylenerek kendi dünyama tıkılmışken birden Ölü Ruh 'un sesini duydum.

 

"Sandığım kadar aptal değilsin." diyince yüzümün aldığı şekli görmeden hissettim. Yüz hatlarım kasılmış olmalı ve dediği şeyin saçmalığına gözlerimi devirecek şekilde tepki vermiş olmalıydım.' Aptalmışım.' Söyleme bak! Sinirlenmem için uğraşıyorsa çok doğru bir yoldada. Neyse huyuna git ve tepki verme. Umursamaz ol Emira!

 

Kendi kendimi kontrol edip gereksiz bir çıkış yapmamak için zihnimi oyalayıp durdum.

 

"Hep karşındaki kişileri bu abes kelimelerinle aşağılamaya çalışacak kadar ucuz yöntemleri mi denersin?" dedim sahte bir merakla. O an meraklı bir kişi edasıyla bakındım etrafa. Ama muhatabım yok ki! Gerçekten deli olduğumu düşüneceğim gerçekten ! Olduğum yerden hareketlendiğim gibi önümde duran sandalyeye oturdum.

 

Ve onun konuşması için sessizce bekledim.

 

"Benden korkmuyor musun prenses? Ben seni korkuttuğumu sanıyordum. En son ki olayda çok ürkmüş gibiydin?"diye açık açık gizlemeden uyarısını yaptığı anda ifadesiz kalmak için kendimi zorladım. Üzerimdeki etkisini yansıtmak istemiyorum. Çünkü üzerimde hakimiyet kurmasına izin vermeyeceğim. Odada en son onun bariton sesi duyulduğu anda ben sadece kısa bir süre öylece etrafı izledim.

 

"Sadece sesten ibaret birinden neden korkayım?" diye kafa tuttuğum anda birden olduğum sandalye öyle hızla geriye doğru çekildi ki daha neye uğradığımı anlamadan birden üzerinde oturup durduğum sandalyenin arkamda duran duvarla bütün olduğunu fark ettim.

 

Ben daha neye uğradığımı anlamaya çalışıyordum ki onun sesi duyuldu tekrar sessiz olan toplantı odasında.

 

"Bu uyarımı bence ciddiye almaya bak. Çünkü Prenses beni görmek istemezsin. Neden mi? Çok korkutucu bir dış görünüşe sahibimde ondan. Bu senin için küçük bir göz dağı olsun. Anlaşıldı mı? " dediğinde Ölü Ruh sinirli bir nefes kaçtı dudağımdan. O an ona 'lanet olsun sana!' diye bağrımamak için kendimi zor tuttum.

 

Bu küçük bir göz dağı mıydı? Hiç sanmıyorum! Bildiğin benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor! Ama unutmamalı ki ben fare değilim. Ona onun bildiği yoldan karşılık veririm de ucunda inadıma Esila' yla iş birliği yapma ihtimali var. Yoksa görürdü o, ona yapacaklarımı. Olduğum yerden yavaşça kalktım. Yeni bir sürüklenişe daha fazla katlanamam.

 

Ruhlardan nefret etmekle kalmadım. Yok etme hissiyle doldum taştım. Odanın ortasına kadar ilerledim.

 

"Benden ne istiyorsun? Neden benimle rüyada iletişime geçtin?" dedim şu anı yaşamamış sayarken. Ama bunun bedelini sormayacağım anlamına gelmiyor bu!

 

"Sen söyle neden?" diye saçma sapan kelime oyunlarına başvurduğu anda avuçlarımı sımsıkı örtüp sinirden çığlık atmamak için zor tuttum kendimi. Lanet Ruh ne olacak! Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum ama yapamam bunu.

 

"Sana sorulan her soruya soruyla mı karşılık verirsin?" dedim artık tahammül seviyesinden uzaklaşmış bir halde. Artık o da farkındaydı iyiden iyiye delirmeye başladığımı.

 

"Hayır aslında ama sana yapınca hoşuma gitti. Sinirli hâllerini izlemek eğlenceli geliyor." diye birde demez mi? Pençelerimi geçirmek istiyorum ona. En çok gıcık olduğum şeyin bana şu an yapılması beni daha çok kızdırıyor. O da bunun farkında olduğu için daha da üzerime geliyor.

 

Gelsin üzerime ben onu bir kıskıvrak kendi tarafıma çekmeyi başarayım gerisi gelecek ya! İçimden bir ses bana kıs kıs gülüyor diyor.

 

"Burada sen oyun oynuyor olabilirsin ama ben değilim. Ne istiyorsun? Amacın olmasa bana aylar öncesinden görünmezdin." dedim ve hemen ardından susarak konuşmasını bekledim. Bir müddet susmuş beni kendi sükunetimde konuşmasını beklememi sağlamıştı.

 

"Aslında bakarsan iki güzel ve tehlikeli kadınların beni arama girişimi beni fazlasıyla eğlendirdi. Ama ilk kendimi sana tanıtmak istedim. Bak ne şanslısın." diyince sesli bir kahkaha attım. Baksen buna hele!

 

Egosu tatmin olmuştur ondan bunun bu halleri. Birde bana ilk göründüğü için şanslıyım. Ne demesin! Sanki normal bir şekilde karşıma çıkmış gibi konuşuyor birde! Adam önce zihnime sızdı sonra banyomu siyah akışkan bir sıvıyla kapladı üstüne üstlük birde göndermeli bir koda mesaj yazdı. Gerçekten bak buradan bakınca ne kadar şanslı olduğumu çok iyi anlamış oldum. Teşekkür mü etmeliyim bunlar için birde?

 

"Teşekkür etmemi bekliyorsan çok beklersin." diyince anında onun tam arkamda fısıltısını duyunca anında bir adım öne atıldım.

 

"Küstahlık konusunda bence tüm insancıklar haklı. Sen kendini beğenmiş küstah bir kadınsın." diyince sesli bir nefes aldım. Omuzlarım yavaşça aşağı indi ve yine aynı konuya gelme konusu deli etti beni. Yani ne oluyor bilmiyorum ama konu hep bu küstahlık konusuna geliyor. Ağız tadıyla bir ima yapmaya izin verilmiyor ki! Sonrada ben neden böyle oldu diye bir savunma girişimi oluyor zihnimde.

 

"Hakkımda söylenenlere pek kulak asmıyorum. İstediğini düşün ama sana şunu söylemek istiyorum ki eğer ben küstahsam sen de egosundan dolayı önünü göremeyen bir körsün." diyerek açıkça çekinmeden lafımı esirgemeden söyledim.

 

"Ah seni korkusuz küçük kadın. Bu cesaretin beni etki altına aldı. Hım demek asla hakaret ve alaylı cümlelere gelemiyorsun. Seninle çok güzel eğleneceğiz. Bunu sevdim." diyince ne dercesine baktım önüme. Bu psikopat mı? Ya onca şeyden buna mı ulaştı?

 

"Bak -" dedim yavaşça etrafımda gözlerimi gezdirip arkama dönerken çünkü az önce sesi arkamdan gelirken şimdi etrafta duyuluyordu. "Amacın her ne bilmiyorum ama ben öyle saçma sapan oyunları ve bu tür konulardan haz etmem. Birincisi benden ne istiyorsun onu açık açık söyle. İkincisi kimin tarafında olacağını söyle ona göre bende tavrımı takınayım." diye açık açık ona aklımda olan soruyu sordum.

 

" Kimsenin. "diye kısa ve öz bir şekilde cevapladığı anda derin bir nefes aldım. Eh Esila 'nın tarafında olmasındansa tarafsız olmasını yeğlerim. O halde tam olarak neyin peşinde bu ruh?

 

" Kim olduğunu söyle ama gerçek kim olduğunu. Söylemeyeceksen de sessiz kal, yalan söylemle ve alaylı bir cümle ile beni geçiştirme." diye direk istediğimi söyleyip ne diyecek diye beklemeye koyuldum.

 

"Kayıp biri." demişti buz gibi bir sesle. Hiçbir duygu kırıntısı yoktu. Duygularını iyi kamufle etmişti. Peki dercesine başımı sallamıştım.

 

"Peki -" diye devam edeceğim anda birden onun emir içeren sesini duydum.

 

"Yeterli Prenses." demiş ve sonrasında bir daha onun sesini duymamıştım.

 

𓆩༺☆༻ 𓆪

 

Ölü Ruh gidince bende pek Moritanya Kalesi'nde durmamış ve hemen Kara Orman'dan ayrılıp kuleye geçmiştim. Ne demiş ve onun bir anda ortadan kaybolmasın sebebiyet vermiştim bir türlü anlamamıştım . Belki de sözlerim onun bir anısına değmiş ve bir anda bir patlama yaşatmıştım. Ve o girdiği duygu durumundan ötürü bu hale gelmişti.

 

Ben dalgın dalgın içeriye doğru ilerlerken, kulenin güney kısmında olan kapıdan içeri gireceğim an bir bedenle sertçe çarpışmıştım. Bu çarpmayı beklemediğim için geriye doğru düşeceğim an birden iri bir elin belime yerleştiğini ve beni geriye doğru düşmekten kurtarıp, kendine doğru çektiğini fark edince bakışlarım yukarı tırmanıp karşımda olan bedenin sahibine bakmıştım.

 

Ahrar 'la aramızda sıfırlanmış olan mesafeyle karşı karşıyaydık. Lacivert harelerindeki o itinayla belli olan endişe izlerini gördüğümde düşmemem için verdiği mücadelenin yansıması olduğunu anladım. Yorgun haliyle karşımda duruyordu.

 

Uykusuz olduğunu belli eden göz altı halkaları, ve kan çanağına dönmüş gözleri dikkatimi çeken ilk şeydi. Sakalları uzamış ve eski görünümünü terk etmişti. O an sızlayan ruhum ve karıncalanan tenimi hissettim. Ona bu kadar uzak kalmamı sağladığı için bir kere daha ona kızdım. Çünkü şu an onun bana yasak olmasının sebebi oydu. Ve bu beni kahrediyordu.

 

Endişeli bakışları beni detaylıca izlerken ben göğsüne ne ara koyduğumu bile bilmediğim elimi hemen göğsünden çekip ayaklarımın üzerinde dik durarak birkaç adım geriye doğru çekilip Ian uzaktan baktım mu sefer.

 

Yaptığım şeyden ötürü yüz ifadesi anında düşmüş, gözlerine karanlık sirayet etmişti. Ona olan bu tutumum onda bu ve bunun benzeri izler bırakıyordu. Kırılıyor muydu yoksa? Kırılmasın! Çünkü buna hakkı yoktu. Dağılmış bir halde karşımda duruyordu. Sanki bir savaştan çıkmış gibiydi. Onun bu halde olmasının tek sebebiyeti kendisi. Ve bunu o da biliyor.

 

"Kara Orman 'a mı gittin?" dedi Ahrar yorgun bir sesle. Bakışları ara sıra yüzüme çevriliyor sonrasında hemen gözlerime sabitlenip öylece derin derin bakıyordu bana. Sessiz kalıp sorusunu yanıtsız bıraktım.

 

"Peki konuşmak istemiyorsan sen bilirsin seni zorlamayacağım." dediği anda olduğu yerden harekete geçip yanımda geçip gitti. O yanımdan geçip giderken bende içeriye doğru adımladım ve onu geride bıraktım. Bunu yapmanın verdiği büyük bir acıyla hemde.

 

Ahrar 'ın yanından geldikten sonra daha çok düşmüş bir ifadeyle yukarı kata çıkmıştım. Victoria çoktan gelmiş olmalı Asper krallığından. O gelene kadar kulede oyalanmıştım. Odasına geçip şu Ruhlar Mağarası hakkında küçük bir ayrıntı hakkında edindiği bilgiyi öğrenmem lazımdı.

 

Victoria 'nın odasının kapısının önünde durunca kapıyı çalıp gir komutunu bekledim. Victoria kapının tıklatılma sesini duyar duymaz anında gelmemi söyleyince hemen kapının kolunu aşağı indirip içeriye girdim. Odaya girdikten sonra bakışlarım kısaca odada tarandı. Ve biraz ileride pencerenin önünde yorgun bir halde tekli koltuğa oturmuş Victoria 'yı gördüm. Ona doğru ilerleyip sol tarafta bulunan tekli koltuğa aynen onun gibi oturdum.

 

"Haberler iyidir umarım." diye umutsuz bir sesle konuşunca hayır anlamında Victoria başını salladı. Eh iyi olsa şaşardım.

 

"Ne oldu? Ne öğrendin?" diye sorduğum anda bilmek istediğimi anlatmaya başladı.

 

"Yani o adam size mağara hakkında pek bilgi vermemiş çünkü duyduklarım pek iyiye alamet değil. Sanırım sizin vazgeçmemeniz için söylememiş. Çünkü mağarada toplam kayadan oluşan bir kapı var ve bu bir kapının ardından toplam üç kapı çıkıyor karşımıza. O üç kapının ise geleceği, geçmişi ve bugünü temsil ettiği söyleniyor. Ama en şaşırdığım nokta şu oldu ; bu kayadan oluşan kapılardan dönüş öyle kolay değilmiş. Başaramayan asla geri gelmeyip o hangi zamanda kalıyorsa orada hapsoluyormuş. Çünkü o üç halka sonradan kendi kendine kaybolup gidiyormuş. İşte asıl dikkat edilmesi gereken şey halka kaybolmadan hemen önce taşların bulunduğu zamanda olup sonrasında hemen halkayı yan yana koyup olduğumuz ana geri dönmemiz lazım. Ve buradan anladığım şey işimiz çok tehlikeli. "diye uzun uzadıya olan biteni anlatınca derin bir nefes aldım. Bu yönünü bilmiyordum.

 

Eğer olası bir durumda kalırsak ya da zamanın bizler için tükenme vaktine yaklaştığını anlarsak o zaman geri dönebiliriz. Ama bu bir olasılık ve bu olasılık içerisinde bizimkileri tehlikeye atamam. Onun için de bu işte tek başıma olmam lazım. Peki bunu nasıl bizimkilere söyleyeceğim çünkü hiç kabul etmezler ve benimle gelmekte ısrar ederler.

 

"Bu bakışı biliyorum." diyen sesini duyunca hemen dalgınlığımdan sıyrılıp Victoria 'ya baktım.

 

Ben ne diyorsun diye bakarken o hemen cevap verdi. "Sakın bana çok tehlikeli bir işe kaklışacağız siz mağaranın önüne beni bekleyin eğer gelmezsem kimseye bir şey belli etmemeye çalışın diyeceksen boşa. Bu işte beraberiz. Hem o kadar araştırma yaptık. En yakın olan zamanı anlayabiliriz ki. Yani tek başına gitmiyorsun. Diğerlerini bilemem ama ben seni yalnız bırakmayacağım. "diyince beni ne kadar tanıdığını bir kere daha fark ettim.

 

" Ama tehlikeli. "diyip tekrar devam edeceğim an anında Victoria sözümü kesti.

 

" Yani bu seninle gelmemi engellemez. Ha dersen bende vazgeçtim başka bir yol deneyeceğim. Bak işte o kabulümdür . Ama diğer türlü tek başına gitmiyorsun küçük hanım. "diyince Victoria bir anne edası kızgınlığıyla anında onun bu tepkisine karşılık gözlerimi devirip, başımı iki yana sen akıllanmazsın dercesine baktım. Yani beraber olunca tehlikelerin bizi rahat bırakmadığını biliyor ve başka bir yol diyor. O yolun da bundan ne farkı olucaksada!

 

"Tamam bari hepimiz gitmeyelim sen, Dehri, Dennis benimle gelin. Diğerleri mağaranın önünde nöbet tutsunlar ne olur ne olmaz diye." diyince bana uyar dercesine başını salladı.

Sonrasında ise Victoria 'yla beraber odada biraz daha durmuş ve olabilecek ihtimalleri düşünmüş ve onlara çözüm aramıştık.

 

Üç gün sonra.

Ruhlar Mağarası

 

Sonunda beklediğimiz gün gelip çatmıştı. Tüm olasılıkları düşünmüş ve sonunda yol almamız gereken planda karar kılmıştık.

Dennis, Victoria, Dehri ve ben mağaraya girecek olan taraftık. Kavi, Nehar ve Enfal mağarayı gözetleyecek kişiler. Buluşma noktasına geldiğimiz gibi açmış olduğum portaldan Ruhlar Mağarasının bulunduğu yere gelmiştik.

 

Mağaranın girişinde portal sonlandığı anda bakışlarım önümde duran küçük girişi olan mağaraya çevrildi. Arkama dönüp baktığımda mağaranın çok yüksek kayalıklarda olduğunu fark ettim. Çünkü üzerinde bulunduğum alandan aşağı bakınca sadece sisleri görebiliyordu. Aşağısı veya herhangi bir şeyin görüntüsü yoktu.

 

"Girelim mi?" diyerek dikkatimi çeken Dehri 'nin sesini duyunca bakışlarımı boşluktan çekip ona baktım. Dehri tam mağaranın girişinde bana bakarken ben bakışlarımı bizimkilere çevirdim.

 

"Enfal biz içeri girince siz kısaca bir bakın etrafa ve saklanın. Ortalıkta durup birilerinin dikkatini çekmeyin ki birileri haber almasın." diye kısaca uyarımı yapıp yönümü mağaranın girişine çevirdim. Ve içeriye girmek için hızlı adımlarla ilerledim.

 

Mağaranın giriş derinliklere indiği için inerken etrafa tutunarak inmeye başladım. İlk içeriye doğru adım atan bendim diğerleri beni takip ediyordu. İçeriye sızan ışık azalmaya başlayınca anında Dehri bizlerin görmesi için küçük dört adet ateş topu oluşturdu. Ellerim keskin sert kayalıklara değince aklıma bir düşme anında alabileceğim darbe geldiğinde hafifçe titredim. Çünkü bu mağaranın içerisinde olan kayalıklar çok sivri ve çok keskin kenarlara sahipti. Mağaranın giriş kısmında bir küçük yol vardı ve bu yol aşağı doğru iniyordu. İnen yolu takip ediyorduk önlü araklı sıra şekilde.

 

"Karanlık o kadar fazla ki ateş topu bile yeterli değil." diyen arkadan konuşan Victoria 'nın sesini duydum. Dediklerine hak verdim çünkü hiçbir şekilde tam olarak etraf aydınlığa kavuşmuş değildi. Ateş topları yerli değildi. Bunun için bir şey yapma gereği duyunca anında ateş toplarını çoğaltarak hepsini mağaranın her yerine gönderdim. Arkama dönüp Dehri 'ye baktığımda bu yaptığım şey karşısında aydınlanma yaşamış edasıyla etrafına baktı. Bakışlarımız kesiştiği anda anında donuk bir ifadeyle bana bakmaya çalıştı.

 

Ateş topu oluşturmak onun için zor değildi ama bunu çoğaltması durumunda gücünden daha fazlasını kullanacaktı. Çünkü kolye dışında bunu ateş krallığından biri yapsa bu onu zorlardı. Çünkü yaptığım ateş topları birkaç tane değildi. Binlerce belki de milyonlarca ateş topu oluşturmuş ve bunu bu büyük derin mağaranın her noktasına ulaştırmıştım.

 

Bu Dehri 'yi epey zorlayacak bir şeydi ve ondan şimdilik kendisini bu kadar yormasını isteyemem. Victoria olduğu yerde harekete geçip yanıma ulaşıp, Dehri ve Dennis' i arkasında bırakmıştı. Victoria yanıma ulaşınca yan yana birlikte ilerlemeye devam ettik. Hepsi yaptığım şey yüzünden herhangi bir şey demediler. Neden demediklerini bilmiyordum. Bunun iki nedeni vardı; birincisi ben bu tür yaptığım şeylerde bunun hakkında konuşulmasını istemezdim. İkincisi Dehri 'nin herhangi bir şekilde bu konuda rahatsız olmaması için.

 

Sessiz devam eden yolculuk boyunca mağaranın daha fazla derinliklerinde kaybolduk. Öyle ki bir an zaman, yer kavramı kendini yitirdi. Hatta sadece şunlar vardı ; hızlanan nefes alış verişleri, ayak sesleri ve bir yerlerden geçerken tutunduğumuz kayalara yaslanıp uzaklaşan dokunma sesleri.

 

Kısa bir mola verip küçük kaya parçalarına oturmuştuk. Çünkü yol uzun ve hayli zaman alıyordu. Zaten bunu daha önceden Enfal 'e söylemiştik. Onun için onlar mağaranın yakınında bir yerde bizi beklerken onlar için yaptığım küçük görünmez çadırın içinde, bizde bu uzun yolu aşmakla meşguldük.

 

"Bu kadar yorucu olacağını tahmin etmemiştim." diyince Dennis. Ona hak verip başımı salladım.

 

"Çok büyük bir mağara. Kolay yoldan o kapıya ulaşamayacağız. Belki de birkaç gün ancak ulaşabilirizde. Onun için dinlenme molaları vereceğiz buda bizim için zaman kaybı olacak ama yapacağımız bir şey yokta. Onun için mola dışında daha hızlı hareket etmeli ve olabildiğince çabucak bu işi sonlandırmak için temkinli ve dakik olmalıyız. "diyerek uzunca bir açıklama yapmıştım.

 

" Bizim için sorun yok ama kulede senin varlığının uzun süre görünmemesi durumunda bir şey olmaz mı? "diye sorunca Dehri oturduğu kayadan kalkıp ayakta dikilirken. Bana yukarıdan baktığı anda o an dediklerini düşündüğüm anda tutulacağım soru yağmurunu düşününce çok hak verdim ama bunu sonradan hallederdim. Önceliğim mağarada bulunan kapıya ulaşıp şu taşların yerlerini bulmaktı.

 

"Onu sonra bir şekilde geçiştirmek için bir şeyler düşünürüm ama şimdi değil. Öncelikle şu işi bir halledelim. Sonrasını sonra düşünürüz." diyerek olduğum yerden kalkıp diğerlerininde doğrulmasını sağladım. Sonrasında yine devam ettik mağara içerisinde ilerlemeye.

 

Gelmeden önce Darulha 'nın verdiği o kağıdı incelemiştim. Ama hâlâ verilen kağıdın başlama noktasına ulaşmadığım için şimdilik onu kullanamıyorum.

 

"Dikkat edin dediğim gibi o yuvarlak kayayı gördünüz mü bundan sonrası için bir rotamızı belirleyecek harita elimde mevcut." dedim tekrar dediklerimi söyleyip onları tembihlerken.

 

Olduğum yerde ilerlerken bir sağa bir sola bakıp duruyor o küçük olan yuvarlak kayayı arıyordum. Çünkü onun bulunduğu yerden devam edecekti yolumuz. Ve sonu nereye çıkacaktı kim bilir?

 

Yarım saat boyunca yürümüş hatta geldiğimiz yolu geri döndüğümüz anda olmuştu ama şu lanet olası küçük kayayı bulmuş değildik. Neredeyse olduğumuz yerde sayıyorduk. Ve bu sinir bozucu bir hale gelmişti hepimiz için.

 

"Yok! Lanet olası o yuvarlak kaya yok. Defalarca aynı yerde gidip geldik ama sonuç ne hiçbir şey! " diye çıkışınca Dennis ona sadece bakındım.

 

Çünkü sinir olmakta haklı. Ben bile artık buradan def olup gitmek istiyorum. Çünkü hiçbir şekilde o yuvarlak kayayı bulmadık. Ve yorulmamızla kaldık. Artık yavaştan yavaştan bacaklarım sızlamaya başlamıştı. Uzun süredir yolda olduğumuz için sırtım çoktan ağrımış ve ayak tabanlarım durmam için baskı yapıp duruyordu. Ayaklarım su toplamışlardı. Ben dahil hepsi aynı halde olmalıydı. Ve hiçbirimizin şikayet ettiği yok yorulmaktan. Bizim sinirimizi bozan şey yuvarlak kayayı bulamamamız.

 

"Bunun bu kadar sinir bozucu bir şey olduğunu düşünmemiştim. Başı böyleyse sonu nasıldır!" diyerek daha fazla ayakta durmayacağını anlayan Victoria sırtını arkasında duran onun boyunda olan kayaya yasladı.

 

"Yoruldum. Belim feci şekilde sızlıyor. Ayaklarımı saymıyorum bile." diyen Victoria sol eliyle sırtını sıvazlarken olduğum yerde bende yerdeki kaya üzerine oturdum biraz dinlenmek için.

"Hepimiz aynı haldeyiz." diyen Dehri olduğu yerden Victoria 'ya bakarken konuşmuştu.

 

Dehri olduğu yerden ayrılıp biraz destek almak için Victoria gibi oda tam arkasında duran kayaya doğru ilerledi. Victoria 'nın yaptığı gibi sırtını yasladı. Ama birden yaslar yaslamaz Dehri geriye doğru sendeledi ve arkasında duran kaya geriye doğru düşüp parçalara ayrıldı. Ve birden tüm parçalar arasında beliren küçük yuvarlak kayaya bakındık hepimiz. Dehri arkasına dönüp uzaklaştı olduğu yerden. Ve öylece sessizce baktı az önce olan duruma.

 

Şaşkınlıkla az önce olanları idrak etmeye çalışırken birden Victoria olduğu yerden ayrılıp kayaya doğru ilerledi. Ve elleri arasına o küçük kayayı aldı. Victoria kayayı elleri arasına alır almaz birden üzerinde durduğu zemin çatırdamaya başladı. Ben daha Victoria 'yı uyarmaya kalkmadan birden zemin parçalara ayırıp Victoria' yla beraber içeri çökmeye başladı. Victoria çığlıkları arasından yere düşerken anında korkuyla onun düştü yere doğru ilerledim ve oluşan boşluktan aşağı baktım.

 

"Victoria!" diye bağırıp ondan bir ses duymak umuduyla ismini zikrettim.

 

İsmini zikrettiğim anda aşağı taraftan onun sesini duydum.

 

"İyiyim bir şeyim yok. Sadece aradığımız yolu bulduk. Aşağı inin." diyince Victoria rahat bir nefes aldım. Göğsüme yaslı olan elimi çekip Dennis ve Dehri 'ye baktım. İkisi hâlâ aşağı bakıyordu.

 

"Hadi gidelim beyler." der demez onlara konuşma fırsatı vermeden çukura doğru ilerledim ve hiç tereddüt dahi etmeden aşağı doğru atladım. Kısa bir yüksekten aşağı doğru ayaklarımın üstüne düşmüştüm. Anında yerimden kalkıp biraz ileride olan Victoria 'ya doğru ilerledim.

 

Her ne kadar bir şey olmamışsa da az önce yaşadığı şeyin izleri gözlerinde sabit bir şekilde duruyor haldeydi. Korkmuştu. Çünkü düşerken neyle karşı karşıya olduğunu bilmiyordu. Ta ki düşüp etrafına bakınana kadar. Tam karşısına geçip ona sımsıkı sarıldım.

 

Kollarını sırtıma dolamadı. Öylece benim ona sarılmamla yetindi ama bunun ona iyi geldiğini biliyordum. Her ne kadar yansıtmak istemesede bir şey olma ihtimali onu ürkütmüştü.

 

"İyisin değil mi?" dedim onu düşmüş olduğu korku kapanından çekmek için. Evet dercesine başını salladı ve bakışlarını bana çevirdi. Ben Victoria 'ya baka dururken bizimkilerde birkaç saniye sonra aşağı inmişlerdi.

 

" Hadi zaman kaybetmeden önce devam edelim. "diyince Victoria peki tamam diyerek onunla yan yana ilerledim. Sonrasında Darulha' nın verdiği kağıdı çıkartarak ilerlememiz gereken yola bakındım. Şimdilik doğru yoldaydık. Sonrası için bir şey diyemem ama.

 

Neredeyse yarım saat boyunca kağıdın üstünde gitmemiz gereken yolu gösteren işaretleri takip ettik. Her geçtiğimiz yol sanki aynı gibiydi ama aynı olmadığını bu kağıt gösteriyordu çünkü birkaç kere bilerek bazı taşları üst üste koymuş ve aynı yöne gelip gelmediğimizi anlamaya çalıştım ve sonunda aynı yol üzerinden asla gitmediğimizi sonradan anladım. Ama hâlâ bahsedilen kapıya ulaşamadık. O iki kapıyı bulmalı ve sonrasında birinden geçerek taşları aramaya başlamalıydık.

 

Hâlâ kağıdın üzerindeki işaretleri takip ediyor ve bizi o iki kapıya götürecek yoldan şaşmadan ilerliyorduk.

 

"Yorucu bir iş olacağını düşünmüştüm ama bu kadar olacağını zihnim hayal etmemişti." diyen Dennis 'e içimden hak verdim. Neredeyse saatlerdir sadece yürüyerek ilerliyorduk. Daha kapıdan içeri geçmeden bu kadar zaman kaybettiysek, geçtikten sonra bu ne kadar zamana mal olur bilmem.

 

Bakışlarımı garip işaretleri bulunan kağıda çevirdiğim anda dikkatimi bir şey çekince anında arkama bakıp, arkada olan şeyi bu kağıt üzerinde olanla karşılaştırdım. Ve aynısı olduğunu görünce hemen o tarafa doğru ilerledim. Benim arkama dönmemle diğerleri hemen arkamdan gelip benim neye baktığımı anlamaya çalıştılar.

 

"Bu -" diyip işaret parmağımla kağıdın üstüne duran üzerinde bir kuşa benzer lekeye sahip olan kayayı gösterdim. "Kaya üzerinde olan bu kuş resmi ilk anda yoktu. Sonradan fark ettim ve bir anda belirdi kağıdın üstünde." diyerek olan bu garipliği anlamaya çalıştım. Çünkü epeydir inceliyordum ama bu işaret yoktu ama birden ne olduysa tam kayanın yakınından geçince anında belirdi. Genelde fark edilmeyecek kadar küçük çizilmiş ama dikkatimi çekmeyi başarmıştı.

 

" Daha önce yok muydu?" diyince Dehri bana doğru yaklaşıp bir kağıdın üstünde olan çizime birde kayanın üstünde olan kuş resmine bakıp dururken .

 

"Yoktu bir anda belirdi." diyip bakışlarımı kağıttan çekerek kayaya çevirdim. "Bence bu kağıdın tam olarak doğru bir şekilde kapıya ulaştırmadığını düşünüyorum. Herkesin fark etmeyeceği bir uyarı beliriyor ve sonrası hemen fark eden kapıya ulaşıyor. Fark etmeyen ise geride kalıp kısır döngü içerisinde kalıyor ve sonrasında ne olduğunu tahmin edebilirsiniz. "dedim bakışlarımı bizimkiler üzerinde gezdirip dururken

 

" Yani aslında harita şaşırtıyor mu kişileri? Onun için mi bazıları daha kapıya ulaşmadan geri dönüyor? Çünkü fark edemezlerse öylece gidip geliyor ve sahte kapının olduğu yere gidip, kapıyı bulamayıp geri dönüyorlar." dedi Dennis bu olayın içerisinde olan gizeme şaşkın şaşkın bakıp anlamaya çalışırken. Bakışları kısılmış ve biraz ileride olan kuş resminin bulunduğu kayaya doğru yaklaşırken.

 

" Peki şimdi ne yapacağız? "diyince Dennis, elimdeki kağıdı ikiye katlayıp kolyenin içerisinde muhafaza ederek bende Dennis gibi kayaya doğru ilerledim. Daha yakından bakıp bir şey bulmaya çalıştım.

 

Kayanın dibine kadar ilerledim." İyice bakın çünkü o üç hakka burada bir yerde olmalı. Siz halkayı bulmaya çalışın bende bu kayanın arkasında olan kapıları açığa çıkarayım." diyerek iş dağılımı yapmıştım. Dennis, Victoria ve Dehri anında beni ikiletmeden etrafa dağılıp halkayı aramaya başlarken bende kayanın etrafında dolanıp bir şey bulamaya çalıştım.

 

" Evet bakalım neredesin kapı? "diyerek kayanın yüzeyine elimi gezdirmeye başladım. Yavaşça sert pürüzlü yüzeyde elim gezip dururken birden bir küçük boşlukla karşı karşıya kalınca aklıma gelen fikirle anında gülümsedim. Kayayı şu üç halka ile paramparça edip kapıyı açığa çıkaracaktık. Çünkü her ne kadar gözle görünmesede dokunarak kayanın üstünde yuvarlak bir halka girişi olduğunu fark ettim.

 

"Buldunuz mu?" diye arkama bakmadan konuşunca ilk an ses gelmedi ama sonrasında anında Victoria heyecanla bağırıp buldum nidası atınca gülümsedim. Adım adım olmamız yere yaklaşıyorduk.

 

Birkaç dakika daha bizimkilere müddet tanımıştım. Bulmayacaklarını sandığım anda Dennis ve Dehri 'de bulduklarını söyleyip yanıma gelmişti. Onlardan almış olduğum halkayı kayanın üzerineki halka yerlerine yerleştirmeye başladım. Victoria tam yanımda durmuşken diğer ikisi geride durarak öylece uzaktan izlemişlerdi yaptığım şeyi.

 

"Olacak mı sence?" diyen Victoria 'ya bakmadan sorusunu cevapladım.

 

"Olmasını umuyorum." demiş ve hemen son halkayı da yerine koyduktan sonra geriye doğru çekilmiştim. Bir simgede olabilirdi ama ben bu üç halka ile açılacağını umut ediyorum. Diğer türlü biraz daha uğraşacak sonrasında kapıyı açığa çıkaracaktık.

 

Halkalar yerine oturur oturmaz anında tık diye bir ses gelmişti. Ve yavaşça etrafa yayılan gürültü eşliğinde kaya olduğu yerde yavaşça aşağı doğru inmeye başladı. Kaya aşağı inmeye başlarken ben biraz geriye çekilip kayanın arkasında yavaşça gözüken iki kapıya baktım. Kayanın yarısı yer altında bulunurken birden o kaya üzerindeki iç halka yere doğru düşünce hemen oraya giderek yerdeki halkaları alıp tekrar eski yerime geçtim.

 

Sonunda kaya tamamen yerin altına indiği gibi hemen yanımda duran Victoria 'ya bakışlarımı çevirdim.

 

"Şimdi ne yapacağız?" diyen Dennis' in sesini duyduğum anda arkadan derin bir nefes aldım.

 

Arkamı dönüp Dennis 'e baktım.

 

"Hangi kapıdan geçeceğimizi bilmiyorum. Ama bir kapıyı seçmek zorundayız. Biri geçmiş ve biri geleceğe çıkan kapı . Şu an olduğumuz yer ise bugün. Yani geçmişe çıkan kapıdan geçmeliyiz. Birinden geçtikten sonra bakacağız eğer geleceğe çıkan kapı ise oradan hemen ayrılıp bir diğerine geçeceğiz. Sonrasında ise geçmişe çıkan kapıdan geçerken önümüzde olan iç kapıdan üç tane geçmişe çıkan kapı olacak. İşte o üç tane geçmişe çıkan kapıdan Sirius 'un bulunduğu zamana gitmek lazım. Eğer onun zamanında olan kapıdan geçmişsek ama hâlâ onun doğumu gerçekleşmemişse bu üç halka ile biraz ileriye gidebiliriz. Ya da geriye. Onun için seçimler iyi yapmak lazım. "demiş ve onların söylediklerimden sonra verecekleri tepkiyi gözlemlemiştim.

 

Ben konuştuktan sonra ilk birkaç dakika hiç kimse konuşmadı. İlk konuşan olduğu yerde arkamda duran kapılara dikkatle bakan Dennis 'ti.

 

"Bildiğim kadarıyla eskiden bazı şeyler çok lanetli sayılırdı. Buna geçmişte dahil. Ve bunun için genellikle nasıl ki sol elle yapılan her şey laneti doğurur inancı varsa belki de buradan da bu düşünce hakimse kapı belki de sol tarafta olabilir. Çünkü bu geçmiş unutulmak istenen bir geçmiş. Neden onlar için önemli olsun? "diyerek kendince bir şekilde durumu açıklamaya çalışınca Dennis onun bu düşüncesini çok mantıklı bulunca neden olmasın dercesine baktım.

 

" Hem fikirse herkes sol kapıyı açıp oradan başlayalım diyelim. "diyerek Dennis 'in önerisini uygulayacağımı açıkça dile getirdim.

 

Dehri ve Victoria olur diyerek karşılık verir vermez elimde duran halkalarla solumda kapıya doğru ilerledim. Kapının önüne gelince yavaşça avucumun içiyle kapıyı öne doğru ittim. Kapı yavaşça arkaya doğru giderken içeriden olduğumuz tarafa gözlerimi kapatacak kadar yoğun bir ışık huzmesi içeriye yansıdı.

 

Anında halkaları tutan elimin dirseğiyle gözlerimi örttüm. Işık yavaşça kaybolmaya başlarken dirseğimi gözümden çekerek içeriye doğru ilerledim. Ben içeri girerken diğerlerininde olduğu yerden harekete geçtiğini adım seslerinden duydum. Ben içeri girdikten sonra biraz illerde önüme çıkan üç kapıyla buluştu gözlerim. Ve üzerinde yazan yazılarla. Diğerlerinin de yanıma gelmesiyle hemen sesli bir şekilde yazılanları okumaya başladım.

 

Kapının üstünde şunlar yazıyordu;

 

"Geçmiş pusluydu. Peki o pusu aralayabilecek misin? "

 

"Geçmiş, kalıntıları kaldırılamaz."

 

"Geçmiş bugünün olabilir."

 

"Geçmişe yön verince geleceğin oluşur."

 

" Geçmiş aslında tam anlamıyla bir geleceğin küçük adımlarıdır. "

 

Yazılanları okuduktan sonra doğru yere geldiğimizi anlaşmıştık. Doğru yoldaydık. Ama kafamızı karıştıran nokta hangi kapıdan içeri gireceğimizdi.

 

"Üç kapı var? Hangisine girsek?" diyen Victoria 'ya o an cevap veremedim. Kapıların üçü de farklı renkteydi çünkü.

 

Hangisini tercih etmemiz gerektiği hakkında ben ve diğerleri kararsızdı. Parmaklarım arasında olan o ince demir halkaları sımsıkı tuttum ve bakışlarım üç kapı arasında gelip gitti. Hangisine önce girip taşları aramalıydık? Bir adım geriye gittim. Öyle bir tercih yapmalı ki anında ilk kapıdan geçip bu işi bitirmek lazımdı.

 

"Oyalama yapmalıyız." dedim sessizliği bozarak, ifadesiz bir yüzle arkama dönüp bizimkilere bakarken onlara bu çözüm sunarken. Bakışlarım ilk Dehri 'yle kesişti. İfadelerinde benimle aynı kararsızlığı yaşayan izler mevcuttu. Yüzü kasılmış, uzun soluklu aldığı nefesler arasından bana bakıp başını salladı ben varım dercesine. Ondan sola kayan bakışlarım Dennis' i bulunca tereddüt bile etmemiş ve hemen başını tamam olur dercesine sallamıştı. En son kalan Victoria hiç ona bakma gereğine girmeden hemen konuşmuştu.

 

"Ben orta kapıdan geçelim diyorum." diyerek kendi düşüncesini ilk o söylemişti. Nedense bende orta kapıdan yanaydım. Bakışlarım Dennis ve Dehri 'ye çevrilince ikisi de ilk sol tarafta olan kapıyı tercih ettiler.

 

Beraberlik olduğu için yeni bir oylama olmuştu. Bu sefer hislerimizi geri planda tutup ilk kapıyı tercih ettik. Sebep olarak şunu sunmuştu Dennis ve bizde onun için kararımızı değiştirmiştik.

 

Sebebi şuydu ; Bir sırlama varsa ve o sıralama içerisinde eğer ilk zaman ele alınırsa bence o herkes için lanetli sayılan Sirius 'un olduğu zamanı neden ilk sırada ve sol tarafta bulunan kapı olarak sunulmasın ki . Bunu söylediği anda Dennis' e hak vermemek elde değildi. Ama emin de değildik. Ama yapmak istemiştik bu seçimi.

 

Sonrasında ise kapıya doğru ilerlemiş ve kapıdan ilk ben geçerek diğerlerinin de benim ardımdan girmesini sağlamıştım. Kapıdan içeri girer girmez kendimizi bir odada bulmuştuk. Ama bu normal bir oda değildi. Bir antrenman odasında bulunuyorduk. Odada bakışlarım gezinip durduğu anda buradaki savunma aletleri vb. şeylerin çok eski orta çağda bulunan aletler olduğunu fark ettim. Sanırım epey bir geçmişe gelmiş olmalıyız.

 

"Burası sandığım yer olmasın." diye yakınan Victoria 'nın sesini duyunca anında endişeli bakışlarım onu buldu.

 

"Neresi ki burası?" dedim anlamaya çalışırken olduğumuz yeri. Victoria' nın anında omuzları düştü ve dudaklarını büzüp bana bakıp sorumu yanıtladı.

 

"Turul beyin babasına ait olan krallıkta olmalıyız. Nereden anladın diyeceksen biraz ileride olan şu kılıçtan anladım. Onu bir toplantı anında Turul beyin önünde görmüştüm." der demez sesli bir şekilde yutkundum. Seçimimiz yanlıştı. Çok güzel zaman kazanırken zaman kaybettik. Kendimiz tebrik etmeliyiz ya!

 

" Peki şimdi ne yapacağız? "diyen Dennis 'e o an verecek bir şey bulamadım ki. Çünkü şimdi bir karar verip, sonrasında nasıl hareket etmemiz gerekiyor diye düşünmeliydik.

 

"Halkayı mı kullansak?" diyince Dehri omuzlarımı düşürdüm sorusu karşısında.. Çünkü o an verecek bir cevabım yoktu.

 

"Bence kullanmayalım. Çünkü bu katta bulunan bir kütüphane var ama kişisel kütüphane ve şu çiftlik evinde gördüğümüz Turul beyin babasına ait." dediğinde Victoria 'nın söylediklerini duyunca gözlerim irice irileşti. O huysuz ihtiyarın odasına mı gideceğiz? Aman kalsın. Bence buradan gitmek daha yararlı olacak bizim için.

 

" Hayır gidelim. "diye karşı çıkınca Victoria bana gözlerini devirdi. Ne yapayım dercesine baktım.

 

" Hadi ama işimize yarayacak bir şey bulabiliriz bence. "dediğinde ikna etmeye çalışırken. Ama hiç ikna olasım yok. O huysuz ihtiyar canımızı okur odasında bizi görse. Birde geçmişte onunla burada tartışmak ve laf dalaşına girmek istemiyorum. Sonra günümüze gelsek şöyle der bana 'Çok eskiden aynı senin gibi küstah bir kadın vardı. Bana onu hatırlatıyorsun.' derse orada çılgına dönerim gerçekten. Birde bu olaydan dolayı tartışmaya girmek istemem.

 

"Yok kalsın bence biz hemen burayı terk edelim." diyerek hiç istemediğimi açıkça söyledim ama maalesef ikna edebildim mi? Tabii ki hayır! Anında Victoria üzerime doğru gelince maalesef ki ısrarına yenik düştüm.

 

"Tam dayaklıksın Victoria. Sana istemediğimi söylüyorum ya! Ne diye götürüyorsun beni ya! O huysuz adamla birde bu zamanda tartışmak istemiyorum." diye karşı çıka çıka odadan çıkarken birden kapının önünde bir beden belirdi ve hemen bize doğru geldi.

 

Nasıl ya! Bizi görmüyor mu?

 

Çünkü tam karşımda duran adam sanki biz hiç odada yokmuşuz gibi odada bir şey aramaya koyuldu.

 

" Bizi görmüyor. "sözcükleri döküldü Victoria 'nın dudaklarından. Bunu duyar duymaz dudaklarıma tehlikeli bir gülümseme yerleşti. Hatta sesli bir kahkaha attım. İstediğim fırsat ayağıma kadar geldi hatta ben uğraşmadan. Başka ne isteyebilirim ki!

 

Victoria aklıma ne geldiğini bildiği için hemen önüme geçti ve bana uyarı dolu bakışlarla baktı. Ama bilmiyor ki benim üzerimde şu an bir tesiri olmadığını.

 

" Sakın bak sakın aklımdan geçeni yapma." diye uyarınca Victoria hiç oralı olmadım. Tehlikeli gülümsememle etrafıma hinlik yapmış bit kız edasıyla bakındım. Ne yapsam ne yapsam? Ah çok kararsız kaldım. Bir yandan hepsini yapmak istiyorum ama bir yanım o kadar fırsatım yok diyor. Victoria beni dürtünce anında ona baktım ne var dercesine. Bana işaret parmağını göstererek uyarıda bulununca anında konuştum.

 

"Böyle bir fırsat ayağıma gelecek ve ben bunu değerlendirmeyecek miyim hayatta olmaz hayatta!" dedim etrafıma ışıltılı gözlerle bakarken.

 

"Bak şimdi gidip neler yapıyorum gör!" dedim büyük bir heyecanla. Sonradan aklıma bir şey gelince anında olduğum yerde durup gözlerimi kıstım.

 

"Acaba yakınlarda olan savaş seferine Turul beyin katılmasını mı sağlasam belki bu sayede onu görmeyiz tamamen gelecekte. Ne dersin? Öneriye de açığım aslında her türlü sonu ölüme çıkan fikirlere şu an acayip merak duyuyorum.." dedim büyük bir hevesle. İki elimi sıvazlarken bakışlarım diğerleri üzerinde gezindi. Ve hepsinin bana korkmuş ifadeyle baktığını fark ettim. Of alt tarafı ortak düşmanımızı ortadan kaldırmayı düşünüyorum. İnsan böyle bakacağına yardımcı olur ya! Hiç olacak iş değil onların yaptığı! Onların bu bakışlarına daha fazla tahammül edemeyince konuştum.

 

" Ne var en az benim kadar sizde ondan nefret ediyorsunuz ki? Yardımcı olun onun için bana. "diye sızlandım onların bu tavırlarına karşılık.

 

Buna rağmen bana korkutucu bir şeyin varlığını yeni sezmiş kişiler gibi bakmaya devam ettiler. Hah bakışlarıyla beni rahatsız ediyorlar!

 

" Geçmiş değişirse hiç bir şey aynı olmaz Emira. Bunun için de lütfen aklına gelen o senaryoları lütfen unut." diyince bir çocuk gibi omzumu silktim. Niye unutacakmışım ki? Bir kere bu bana verilmiş bir seçenek ve neden onu değerlendirmeyeyim? Victoria kaşlarını çatıp olmaz dercesine bakınca hevesim yavaştan yavaştan kaçmaya başladı.

 

"Hayır ya hiçbirini unutmam ayağıma gelmiş fırsatı nasıl tepeyim? Lütfen bari bir kere onu içi su dolu olan bir kovada boğmaya çalışayım." diyince hepsi aynı anda olmaz derecesine başlarını sağa sola çevirdi. Odada olan kişide bu arada odayı terk etmişti istediğini bulduktan sonra. Neden kabul etmediler ki?

 

"Ayağını kırayım bari." dedim sevimli bir istekle bulunan küçük kız çocuğu edasıyla. Anında olamaz dedi Dennis. Burnumu kırıştırıp ona kötü kötü bakım. Aklıma gelen başka bir fikri sundum onlara.

 

"Bari yemeğine zehir koyayım." diyince tekrar olamaz dedi Dennis. Kollarımı göğsümde kavuşturup sertçe ayağımı yere vurmaya başladım.

 

"Bari uykuda onu boğmaya çalışayım. Ya da korkutmaya." dedim yeni ama benzer bir fikirle. Bu sefer hayır diyen Victoria oldu. Sesli bir şekilde of diyip kollarımı çözüp avuçlarımı sıktım.

 

"Of bari bir tane ensesine şaplak vurayım!" dedim artık istediklerime hayır demelerinden ötürü. Yine hayır cevabı alınca suratım asıldı. Ya bunda ne var ki sanki öldüreceğim sanır görende. Ama aklımın bir köşesinde yokta değil bu fikir. İyiden iyiye moralim bozuldu ya!

 

"Eee ne yapayım o zaman. Hıncımı nasıl almamı istersiniz peki!" diye sinirle konuşup odadan çıkmak için kapıya doğru ilerledim. Kapının önüne gelince kapıyı açıp dışarı çıkmıştım ki üçü arkadan koşup nereye gittiğimi sormaya başladılar. Onları duymazlıktan gelip önümde olan merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Şansım varsa ayağıma kadar gelirdi ve bende onu merdivenlerden aşağı iterdim.

 

Umarım karşıma çıkar. Umarım.... Yoksa aklımın bir köşesinde onun yaptıkları için bunun bedelini ödetme imkanım olduğu halde bunu yapmadığım için bir keşkem olacak.

 

Merdivenlerden aşağı indiğimde ne yazık ki karşıma çıkmamıştı. Zaten Victoria 'nın çekiştirmesiyle şu ihtiyarın odasına doğru ilerlemiştik. Dehri ve Dennis önden ilerlerken ben sızlana sızlana konuşuyordum yürürken.

 

"Ya siz gidin işte ben kısa bir tur atıp size katılacağım Victoria." dedim sesli bir nefes verirken.

 

Victoria ne dediysem de gitmeme engel oluyor, önünde geçip başka yere geçerken anında beni kolumdan tutup yanından ayrılmamamı istiyordu. Ona yandan bir bakış attığım anda gözleriyle rahat durmamı söylüyordu. Sanki görende ne yapacağım sanır? Ya of ya ayağıma gelmiş fırsatı onun yüzünden kaçırıyorum. Bir kere öldürmeyeceğim ki küçük minnacık bir zarar verip geri geleceğim. Bende biliyorum yani onu öldürsem her şey tamamen değişecek ama küçük bir ayak kırılması, parmak kırılması çok büyük bir değişiklik yaşatmaz ki. Yani en fazla ne olabilir ki?

 

"Emira dur durduğun yerde. Bak tepem atıyor! Sinirlerimi zıplatma benim işimizi halledelim gidelim." demişti sinirle dişlerini sıkarken. "Ne diye ilk kapıyı seçip bu zamana geldik ki? Aslında hata bende ben sana hangi zamanda olduğumuzu ne diye söylüyorsam! Bilmiyor muyum ki azılı bir düşmanın beslediği nefreti Turul beye hissettiğini." dedi Victoria derin derin nefesler alıp verirken.

 

"Bak sana söyledim birkaç dakikalık bir şey hemen işimi halledeceğim aranıza katılacağım sonrasında." diyince Victoria sesli bir şekilde nefes verip bıkkınlıkla olduğu yerde sızlanınca yüzüm asıldı ve önden gitmeye başladım. Daha birkaç adım atmıştım ki hemen bana yaklaştı ve adımlarıma eşlik edip aynı anda yürümeye başladı.

 

" Öf ya gitmiyorum tamam mı! Oldu mu? İstediğini yaptırdın! Rahat bırak beni de artık şimdi! "diyip adımlarımı hızlandırıp önde yürüyen Dennis 'e doğru ilerledim. Geride kalan Victoria' nın kendi kendine bir şeyler dediğini işittim ama ne dediğini tam olarak anlayamadım. Aman ne demiş olabilir ki sanki ?

 

Ben Dennis 'in yanında yürürken bir anda sol tarafta olan koridora sapmış ve uzun, geniş ve kimsenin bulunmadığı koridorda ilerlemeye başlamıştık. Biz koridorda ilerlerken birden koridorun sonunda tam karşımızda olan kapı açılmış ve içeriden altı yaşlarda bir çocuk bizim olduğumuz tarafa doğru koştur koştur koşmaya başlamıştı. Anında gözlerimi kısarak bize doğru gelen çocuğu incelemeye başladım.

 

Adımlarımı hızlandırıp ona doğru ilerlerken Victoria 'nın sesini duymuştum. Ah demektir ki hislerim yanılmadı. Anında ona doğru koşturmaya başlarken arkamdakilerin bana doğru koştuğunu duyduğum adım seslerinden anlamıştım.

 

Tamam şimdi çocuk olabilir ama bu onun kim olduğunu değiştirmez ki. Kendimi bu şekilde avutarak yapmam gereken şeyi yapacaktım. Ve kimse beni durdurmasın rica etsem!

 

Ben küçük Turul beye doğru koşarken anında birden biri beni belimden tutup kendine doğru çekerken ayaklarımı havada salladım ve onun tutuşundan kurtulmaya çalıştım. Beni tutan kişinin Dennis olduğunu fark edince daha çok bedenimi onun tutuşundan kurtarmaya hatta ayaklarımı sert olmayacak şekilde onun bacağına vurmaya çalıştım. Hatta iki elimle kolunun tutuşundan kurtulmak için çabaladım ama öyle sımsıkı tutmuştu ki bir türlü kurtulamadım.

 

"Dennis bak uyarıyorum bırak beni!"diye neredeyse çığlık atarcasına konuştum. O sırada da öne doğru atılmaya çalışıyordum. Dennis bir koluyla beni tutmaya başladı ardından da diğer sol eliyle ağzımı örtmeye çalıştı ama buna izin vermedim.

 

" Bak çok kötü olacak! Bırak beni! "dedim bağırış çağırış içerisinde . O sırada sesimden dolayı Dehri kulaklarını örtmüş bana tahammül edilmeyecek bir şey muamelesi yapmıştı.

 

Tabi o sırada o küçük bücür Turul yanımızdan geçip gözden kaybolmuştu. O gitmeden arkasından yetişmem lazımdı. Önümde duran Victoria beni susturmak için ağzımı sağ eliyle örttü ve ona bakmam için çabaladı.

 

"Sakin ol Emira! Ve şu Turul beyden intikam alma fikirlerinden kurtul. Biz bunun için burada değiliz. Yapmamız gerekene odaklan!" diye aksi bir sesle konuştu.

 

"Olamazsa sonra gelip istediğini yaparsın şu adama ama şimdi değil!" diyince arkamda beni tutan Dennis. Bunu duyunca bir anda olduğum yerde durup düşündüm dediklerini. Hım olabilir mi?

 

"Oğlum mal mısın sen ya! Ne diye öneriyorsun şu fikri buna! Şimdi dakika başı bir şey olsa geçmişe gidip adamdan intikam almak isteyecek. Bir kişide normal değil ki!" diye artık olanlara tahammül edemeyen Victoria olduğu yerden sinir krizi geçiriyordu. Elini çekince Victoria anında konuştum.

 

"Bak güzel bir öneri. Hım düşüneceğin bunu. Hadi şimdi gidelim." diyince Dennis beni rahat bıraktığı anda hemen öne doğru atılıp biraz önce küçük şeytanın çıktığı odaya doğru ilerledim. Ben sakin sakin odaya doğru giderken diğerleri arkamdan bir şey demiş ama duymayacağım bir şekilde konuştuklarından odağım onlardan uzaklaşmıştı.

 

Kişisel kütüphaneye girdikten sonra dördümüz odada bir şey aramaya koyulmuştuk. Ama hiçbir şey bulamamıştık. Sonrasında da oyalanmadan hemen odada üç halkayı daha önce muhafaza ettiğim yerden çıkarıp kenarları üst üste gelecek şekilde ortası üçgen oluşturacağı bir şekilde masanın üstüne bıraktığım anda bir geçit açılmıştı. Victoria, Dennis ve Dehri içeri girdikten sonra halkaları alıp geçit kapanmadan bende onların arkasından geçitten geçmiştim.

 

Geçitten geçtiğimiz anda birden kalabalık bir yerde bulduk kendimizi. Yanımda olan Victoria'nın etrafına attığı tanıdık bakışlar dikkatimden kaçmadı. Kaşları çatılmış, hareleri her yeri talan ediyordu. Sanki bir şeyi görmek istiyor ama bir yandan da korkuyordu. Koluna elimi yasladım ve bana bakmasını sağladım. İlk an bakışları beni bulmadı ama sonrasında yavaşça mavi hareleri, mavi harelerime çevrildi.

 

"Ne oldu? Hangi zaman dilimi içerisindeyiz?"diyerek cevap vermesini beklediğimde tam bir şey diyeceği anda biraz ileride olan iki beden dikkatimi çekti. Nefes almak o anda bir acı haline geldi. Dennis ve Dehri sessiz bir şekilde etrafı incelerken onlara çaktırmadan Victoria 'nın onları yanımdan uzaklaştırması için işaret verdim.

 

Çünkü şu an buradaki karmaşanın benden kaynaklı olduğunu anladım. Loya hanım biraz ötede Moritanya Kulesi' ni Prensesi'nin geldiği haberini veriyordu. Kulaklarım onu işitsede, bakışlarımı biraz ötede duvar dibinde konuşan iki kuzenden çekemedim.

 

"Sen şu zamana kadar çoktan geleli birkaç hafta olmuştu. İlk anda kimseye bunu duyurmadık. Sonrasında herkesin haberi oldu." diyince Victoria öylece sessizce onu dinledim. Ama dikkatim onda değil Serra' daydı. Çünkü şu an uzaktan baktığım anda bir yandan Loya hanımın konuşmasını dinliyor bir yandan da yanında olan sevgili kuzenine bit şey söylüyordu.

 

" Sen bekle ben geliyorum birazdan. Sen Dehri ve Dennis 'i oyala işim bitince buluşuruz ." dedim Victoria 'ya onu yanımda istemediğimi söyleyerek. Bir şey diyecek gibi oldu ama onu bakışlarımla susturdum. Anında bakışlarımı görünce konuşamadı ve yanında geçip gittim. Eğer hayat beni buraya getirtmişse bir bildiği vardır ve bende buna uyacak ve o iki hain kuzenin benim hakkımda ne dediklerini şu an öğrenecektim. Nasıl ve ne zaman bu plana bilmeden dahil olduğumu bilmek en büyük hakkımdı.

 

Ben onlara doğru ilerlerken birden oldukları yerden ayrılıp içeriye doğru geçtikleri anda hızlı adımlarla onları takip ederek bende kuleden içeri girdim. Sağa ve sola giden büyük geniş iki hol karşıma çıkınca tam sola gideceğim an sağ taraftan Serra 'nın sinirle Ahrar' ın ismini zikrettiğini duyunca hemen sağa doğru yol aldım.

 

Sağ hole girer girmez koşar adımlarla ilerledim arkalarından. Holün sonunda Serra'nın kapıyı açıp içeriye sinirle girdiğini ve Ahrar 'ın da sakin adımlarla içeriye girmek üzere olduğunu fark edince hemen ondan önce içeri girip, ben girdikten sonra kapıyı kapatmasını sağladım. Serra çıldırmış bir vaziyette odada dolanırken, Ahrar biraz ileride olan tekli koltuğa doğru ilerleyip oturmuştu.

 

"Renas sana neredeyse yalvarıyorum ama sen inat edip kabul etmiyorsun!" diye bir anda Serra çıkışınca konunun ne olduğunu bilsemde şu an gündemleri neydi anlamaya çalıştım.

 

"Bak bu fırsatı değerlendirmek lazım. Nasıl böyle umursamaz olabiliyorsun? Senden isteğimi yapacaksın! Bana bir sözün vardı ve o sözü bunu yaparak sağla! Ve bana o kolye getir." dedi Serra gözlerinde yeşeren o kangren haline dönüşmüş hırsla. Yüzü korkudan kasılmış ve Ahrar 'ın vereceği cevabın ne olacağını deli gibi merak ediyordu. Ahrar' a dönen bakışlarım onun hâlâ büyük bir sakinlikle eline ne ara aldığını bilmediğim kum saati yüzüğünü incelediğini fark ettim. Parmağından iki el kemik figürlü demir yuvarlak halkanın içinde duran küçük siyah kuma sahip olan kum saati yüzüğü çıkarmış inceliyordu. Sanki daha yeni görmüş bir insan edasıyla.

 

"Sana diyorum Ahrar!" diye sinirle konuşunca Serra anında Ahrar 'ın başı hafifçe yukarı kalktı ve ne ara o ifadesiz bakışlar kendini öfkeli bakışlara bıraktı bilmiyorum ama öfkeli bakışları ona çevrildi.

 

"Bana Ahrar deme! Seni uyardım! Bana kimse Ahrar diyemez!" dedi tane tane konuşurken. Ama sesindeki o tehlikeli tını şu an bulunduğumuz ortamda bir kötü enerji yaymıştı. Anında geri dönüş yapan Serra tamam dercesine başını salladı ve sakin kalmak için çabaladı.

 

Ahrar ise uyarısını yaptıktan sonra bakışları tekrardan yüzüğüne çevrildi. Onu şu an tanıyamadım bir an. Sanki bu başka bir Ahrar 'dı. Bir sürü kimliğe sahip Ahrar' dan biriydi. Çünkü hiç bana böyle baktığını ve bu ses tonunda konuştuğumu görmemiştim. Şu an bile burada durmaktan ölesiye nefret ediyordu. Ama bulunmak zorundaydı. Sebebi verdiği söz müydü? Neyin sözünü vermişti?

 

"Tamam asıl konumuza dönelim. Anlaşma yaptık. Ve o gün geldi. Biliyorum ki sana teklif edecekler gelen Prenses'e eğitmenlik yapmak için. Ve sende bunu kabul edeceksin. Edeceksin değil mi? Beni yarı yolda bırakmayacak ve bana istediğimi vereceksin. Her şeyi daha önceden konuştuk. Senden istediğimi yapıp ondan kolyeyi alacaksın değil mi. Çünkü yaptığın lanet onda işe yaramadı ama bu demek olmuyor ki ondan kolyeyi alamayacağız. Ona bir öğretmen gibi yaklaşıp eğitim vereceksin ki ilk başta dikkat çekmeyeceksin. Sonrasında ona yavaşça yaklaşarak onu kendine aşık etmeye çalışıp ondan kolyeyi bırakıp seninle gelmesini isteyeceksin. O sana inanıp verdiği anda oradan ayrılıp kolyeyi bana getireceksin. "dedi Serra sanki dedikleri kesin olacak edasıyla. Ahrar 'sa onu dinledi. Sanki bu ortamdan soyutlanmış gibiydi.

 

" Hem bu sayede bende sana istediğini vereceğim. O çok istediğin şeyi. O ruhu sana vereceğim. "dediğinde Ahrar uzun süre sonrasında ilk defa onun sözlerinden sonra bakışlarını ona çevirdi. Ve uzun uzadıya ona baktı.

 

Bu ne ruhuydu? Ahrar 'ın bedeninden ayrılan ruhunu mu kast ediyordu? Yoksa aklıma gelen şey için mi bu işe kalkışmıştı? Ahrar yavaşça başını sallar gibi oldu ve olduğu yerde yavaşça kalkıp Serra'nın olduğu yere doğru ilerledi.

 

Serra'nın karşısına geçip yavaşça başını eğerek ona bakıp konuştu.

 

"Peki ben sana o kolyeyi vereceğim sende bana istediğini. İstediğin gibi o prensesi kendime aşık edip onu kandıracağım. Onu çölde susuz kalmış biri haline getirip kendime bağımlı yapacağım ama sende bana istediğini vereceksin yoksa senin için hiç iyi şeyler olmaz Serra. "dedi tehditlerini asla saklama gereği duymadan Ahrar. Serra mı? Sesli bir şekilde yutkunarak kafasını salladı. Sonrasında dudağına konan o iğrenç gülümsemeyle Ahrar 'a baktı. Serra'nın sonra odadan çıkmasıyla Ahrar olduğu yerde durup yönünü pencereye çevirdi.

 

"Üzülecek ama bu beni ilgilendirmez. Benim tek amacım var. Ve onu yapmaktan vazgeçmem. O benim olacak. Bana öyle dendi. Bakalım doğru mu değil mi? O bana mı ait?" dediğinde Ahrar tam olarak ilk söylediği cümlesini bana yönelik olduğunu anladım ama sonrasında olan cümlelerden pek bir şey anlamadım.

 

Ahrar cümlesini söylerken ben sadece öylece ona baktım. Bu kadar acımasız olabilmesi ve bunu bizzat başından itibaren görmem beni büyük bir gerçeğe uyandırdığı gibi büyük saklı kalmış acının tekrar bende yeşermesini sağlamıştı. Bu kadar insanlığını yitirmesi beni derinden yaralamış, ona karşı olan hislerimden nefret etmemi sağlamıştı.

 

Ben öylece yere çevrilmiş bakışlarımla yerde dururken o bir anda olduğu yerden harekete geçip odayı terk etmişti. Ahrar gittikten sonra bir müddet orada durmuş, duyduklarımı ve hissettiklerimi sindirmeye çalışmıştım. Ama başarılı olmakta ne kadar iyiydim bilmiyorum. Derin bir nefes alma ihtiyacıyla dolup taşmış ve olduğum yerden bende harekete geçip odayı terk etmiştim. Önümdeki dar koridorda yürürken dalgın dalgın birden karşımda bir bedenin belirtmesiyle bakışlarımı yukarı çıkarmıştım.

 

Tam karşımda Victoria 'yı görmüştüm. Gözleri bendeki yıkımları görmek istercesine bakıyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sadece ona yaşaran mavi harelerimle ve acı gülümsememle bakmakla yetindim o an. İlk an beni hissetmeye çalıştı sonrasında sanki düşüncelerimi okuyormuş gibi neden bu halde olduğumu anlamaya çalıştı. Sonrasında farkına vardı. Benim için kurulmuş oyunun verdiği acının yansımasıydı bende gördüğü. Bana doğru usulca yaklaştı ve kollarını bedenime sarınca omzuna çenemi yasladım. Ben ona sarılamadım ama o benim yerime de kendisine sarıldı.

 

" Bir insanın düşüncesi bu denli karanlık olmamalıydı Victoria. Amaçları beni karanlığa sonsuza kadar gömmek. O kadar insanlığını yitirmişler ki bana ne olacağı zerre umurunda değil bu ikisinin. Ve amaçları sadece kolyeye sahip olup kendi amaçlarını gerçekleştirmek. "dedim acı dolu bir sesle. Neden bunu dile getirmek içimde bir yerleri kırıp dökmüştü? Ve bu neden büyük bir sızı vermişti? Geçmemiş miydi hâlâ geçmişin izleri? Hâlâ mı varlığı ruhumdaki hakimiyetine devam ediyordu? Etrafımdakiler bile beni tüketmeye yok etmeye çalışıyordu. Benim kendime verdiğim zarar bile beni yok ederdi onlara gerek yoktu. Ama onlar bunu bilmiyor , bilmeye gerek bile duymuyordu.

 

"Biliyorum can yakıcı ama anlat Emira acılarını dök kelimelere. Uzun zamandır kapalı bir kutu gibisin. Ne yaşadığını ve neler hissettiğini tam olarak anlatmıyorsun bana? Belki bu sana iyi gelir. Belki susmaktan daha fazla yarar sağlar senin için olmaz mı? Sadece bir cümleye sığdırmaya çalışma yaşadıklarını cümlelere dök hatta uzun uzun betimlemelere. "dediğinde omzuna yaslı olan çenemi çekip yüzlerimizi aynı hizaya getirip konuştum.

 

"Kelimelere dökmemi istiyorsun kendimi ama emin ol ki konuşacak tonlarca kelimem, cümlem hatta betimlemelerim var. Ama şu da var konuşsam ne değişecek ki? Neleri değiştirebilirim sözlerimden sonra? Ben söyleyeyim hiçbir şeyi. O zaman kaldığım yerden yola devam. Belki de bu şekilde hayatıma devam etmeliyiz. "dedim ve yanından çekip gittim. Unut şimdilik unut çünkü yapmam gereken bir şey vardı. Ve buna hiçbir şeyin ben dahil hiçbir şeyin mani olmasına izin veremem.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

Loading...
0%