@kumsallardagezen12
|
『 Kırılmış bir insan bir daha kırılmaz. Acı çeken bir insan daha fazlasıyla karşı karşıya kalmaz. Ve ölen biri ruh bir daha öldürülemez. 』
Hiç aslında hayat ; bir varsın bir yoksun. Bir görünür bir kaybolursun. Hiç aslında hisler ; bir anda belirir bir anda yok olarak uzaklaşır senden. Boşluğa takılır orada hayat bulursun . Hiç aslında insanlar ;yüzlerine taktıkları maskelerle seni avlarlar. Sende ağa takılarak kapana kısılırsın. Hiç aslında evren ;her şey belirli bir süre için var olmuş ve o sürenin sonuna geldiğin anda o evrenle yok olacaksın. Ve hiç var olmamış gibi kendinden bile haberdar olmayacaksın belki.
Her gece yıldızlara bakarak neyin farkına vardım biliyor musunuz ? Herkes karanlık, herkes karanlıkta ama tek bir şey bunun kurtuluşunu sağlar ; irade. Bu ise kimsede bulunmaz öyle aramak ve bulmak lazım zihninde, bedeninde ve kalbinde. Uzun bir uğraş gibi duruyor olabilir ama değil. Kişi kendine odaklanmalı ardından bunun sonuna çıkan yola saparak istediğine ulaşmalı kişi. Ve sonunda istediğini nasıl elde edeceğini planlamalı. Ve sonu onun hayallerine çıkan huzurlu bir yol olacaktır.
Çoktan ruhum göğüs kafesi boşluğumda can vermiş. Ondan kalan izleri görmemişim çoktan benden ayrılığını sezememişim. Varlığının bende daima kalıcı olacağını düşünmüşüm. Ama yanılmışım. Çünkü hiçbir şey sizde sonsuza kadar kalamaz. Gider ipi kopmuş bir uçurtma misali. Beden ölür, ruh terk eder onu ve kendi ait olduğu yere yolculuğu başlar. Bu yolculuk çok kısa sürelidir.
Beden özgürlüğünü dünya ile sınırlandırırken, ruhun özgürlüğü sınırsız bir zamandadır. Her yer ona aittir aslında. Her yeri kendine ait kılabilir. Biz düşüncelerimizde kendimizi bir yere ait hissettirirken, ruh bunun tam tersini yapar. Ait olduğu yere gider çünkü bilir ki orası gerçek ve ona ait. Beden sadece bir mekana sığdırmaya çalışır kendini. Orada kalmaya ve son olmaya bakar. Ama bu yanlış. Özgürlük ve isteklerine göre yaşamak bu değil ki. Özgürlük aslında bir yerde değil her yerde olmasıyla gerçekleşir. Kendini bir yerde şartlandırmadan hayatını devam ettirmekle başlar.
Herkesin ölüm melodisi farklıdır. Aynı ölüm saatinin farklı oluşu gibi. Ölümünün ona ait oluşu gibi. Ruhun özgür oluşu gibi. Onu terk edişi gibi. Herkes ölür ama nasıl öldüğü farklıdır. Asıl önemli olan da budur. Çünkü o an hissedilen şeyler diğer kişilerin yaşadığı şeylerin benzeri değil ondan farklı oluşudur. Hislerdir çünkü insanları birbirinden ayıran, farklı kılan. Çünkü herkes aynı şeyleri hissetmez. Düşünceleri farklıdır. Hisleri farklıdır. Görüşleri ve sözleri farklıdır.
Bir şiiri düşünün her okuduğunuz anda aynı şeyleri mi hissedersiniz? Yoksa her okuyuşta yeni duygularla karşı karşıya mı kalırsınız? Ben söyleyeyim hayır her harf her kelime her cümle her satır her mısra size yeni duyguların kapısını açıp sizi orada misafir eder. Ve bu da aynı şeyin aslında ne kadar farklı şeyler sizde uyandırdığını anlamanızı sağlar.
Zemin çatlıyor. Dayanıklılığı yok oluyor. Yerden yükselen çıtırdamalar zihnime kazınıp, yankı oluşturuyor. Bu çıtırdamalarının çatlama seslerinin zihnimde devrilen çoğu anımı yok ettiğini hissediyorum. Sesler hisleri yutuyor. Sesler acıları açığa çıkarıyor. Sesler düşünceleri değişme sürüklüyor.
Sesler beni yakıp geçiyor. Her şey bu seslerle başlıyor. Bir şeyler diyorlar ama neyi kast ettiklerini tam olarak anlamıyorum. Çünkü hislerime karşılık değiller sanki birinin duyguları bana aktarılmaya çalışılıyor ama zihnim ve kalbim bunu engellemeye çalışıyor gibi. Sanki o yabancı hisler bana bir şeyleri net olmasa da açıklamaya çalışıyorlar.
Tozlu dip köşelerinden kaçan bir varlığın acı yankısında hayat buluyordu ruhum. Öyle eski öyle unutulmuştu ki. Zihin anımsamıyordu bir türlü. O yankıysa acının izlerini tende barındırmak için zararlar verip duruyordu.
Kaçışı bir kaosun peşinden sürükleyen bir tehlikeyi barındırıyordu. Ve beden olan bitene sadece seyirci kalıyordu. Bu olay karşısında zayıflık gösteriyordu. Yapması gereken bu olmadığı halde. Susmaması gerektiği halde. Bir şeyleri düzeltmesi gerektiği halde. Ama yapmıyordu. Ya da yapamıyordu. Bilmiyorum...
Acının benimle daima olacağına artık tamamen eminim. Çünkü başka türlü nasıl yaşayacağım ki? Başka türlüsünü zaten bilemez ki ruhum. Onunla bir bütün hale gelmiş acıdan kendini nasıl soyutlayacak ki? En son Victoria olan konuşmamdan sonra sessizce kuleden çıkıp Dehri ve Dennis 'in olduğu yere gelmiştik. Bu zamanda bir şeyler elde edemeyeceğimizi biliyorduk. Zaten Esila veya Sirius' un olduğu döneme gidersek işler istediğimiz gibi gidecek.
Çünkü en son Victoria 'yla tartışınca konuyla ilgili neden Esila taşları bulunduğu yerden alıp başka bir yere koysun ki diye düşünmüştük. Çünkü o taşlar orada oldukça güvenli ve ona güç kazandırmaya devam edecekti. Sirius oraya saklamışsa bir nedeni olmalı. Bu neden de onun aktif olması. Ya da taşları oradan almaması için bir nedeni olmalı.
Ama en çok merak ettiğim bu neden neydi? Aklıma gelen şey Ölü Ruhu bulmadan o taşları oradan almak istemeyişiydi. Ya da kolyeyi almayı düşündüğü için orada kalması onun yararına olacağı için uzun zamandır almamıştı. İkiside olabilir ya da olmayabilir de. Başka bir şeyden dolayıda olabilirdi. Bunu bilmiyordum. Sadece ihtimalleri değerlendiriyordum. Zaman kaybetmeden yeniden halkaları yan yana koyup yeni bir zamana gelmiştik.
Bu zaman da bizim istediğimiz zaman olmadığı için hemen geldiğimiz kapıdan çıkmıştık kendi isteğimiz dışında. Bu sefer de ortak bir kararla son kapıdan içeri girmiştik. İçeri girdiğimiz anda karşımızda çıkan kurak bir arazi vardı. Yanımda olan Dehri bana bakınca ona doğru başımı çevirmiştim.
"Bu aradığımız zaman olabilir bence. Baksana bir etrafına sessiz ve kurak bir arazi. Üzerinde bulunduğumuz bu arazi denilen efsanede olan araziye benziyor. Kurak ve sadece kulenin etrafında bir yaşam var." dediğinde başıyla birkaç kilometre uzakta olan net olmasa da görebildiğimiz dağların üzerinde olan araziyi gösterdi. Sonrasında nefes alıp tekrar bana baktı." Her yer kazıldığı için hiçbir bitkiye dair iz yok. Onun için halk aç ve sadece verilen yemekle kıt kanaat geçiniyordu. İsyan edemez hale getirildi halk ve bu hayat içinde zorluklarla beraber yaşamaya devam ettiler onlarca yıl." diyerek Dehri sesli bir nefes verdi cümlelerini tamamlayıp. Ama zihninde onların yaşadığı şeyleri hayal ettiğini ve bunun ne kadar korkutucu geldiğini ifadelerinde gördüm.
Evet yaşadıkları kolay bir şey asla değildi. Ama bu acımasızlığı durdurmak için ne kadar çabaladılar bunu bilemeyiz. Birde Sirius geçmişine sadık kalmayarak tamamen krallığı yok etti. Laneti kendisiyle beraber etrafında olanlara da sıçrattı. Ve sonu almaz bir yaşamı arkasından getirdi.
"O zaman gidelim ve kısa sürede bu zaman içerisinde Sirius 'un taşları bulduğu ve sakladığı ana geçiş yapalım ki zaman dolmadan bu mağaradan çıkmış olalım." dedi bir adım geride duran Victoria öne çıkıp bizim onu takip etmemizi sağlarken. Victoria önden giderken ben o sırada etrafımda olan araziyi gözlemlemeye çalışıyordum. Dehri ve Dennis yan yana ilerliyor ara sıra birbirlerine uzakta olan bir şeyleri gösterip duruyordular.
Önümüzde olan birkaç kilometre yolu aştıktan sonra yakınımızda olan kuleyi önce uzaktan izlemeye başladık. Eğer yanlış yerdeysek hemen dönmemiz bizler için daha faydalı olacaktı. Yanımda olan Victoria etrafı izlerken, bende kulenin pencerelerine ve teraslara bakınıp duruyordum. Belki de birilerini görerek üzerinde olan kıyafetlerinden hangi zamana ait olduklarını anlayabilirdim. Çünkü buraya gelmeden önce eski zamanlarda krallıklara ait olan kıyafetleri araştırmıştım. Ve edindiğim birkaç sonuçları değerlendirerek bir şeylere ulaşabilirdim.
Birkaç saniye sonra biz hala kulenin yakınında olan kayalıkların arkasında dururken birden kulenin ön kapısının açıldığını duyduk. O anda herkesin bakışları oraya çevrildi. Ve kapıdan birçok kişi ayakları zincirli bir şekilde dışarı çıkıyordu. Yanlarında olan muhafızlarsa onları ittirip duruyor, hızlı hareket etmelerini söyleyip duruyordu.
Şu an kapıdan ayakları zincirli bir şekilde çıkan halk arasında kadınlar, çocuklar ve yaşlılarda bulunuyordu. Hepsi o kadar güçsüz ve yardıma muhtaç gözüküyordu ki insanın bakışları onlara değince cız ediyordu. Bu yapılan zalimlik karşısında bir şey yapamıyor olmam sinirimi bozuyordu. Eğer bir şey yaparsam her şey daha kötü olurdu. Ve ben bunu istemiyordum çünkü buna yetkim yoktu.
Bu ne kadar yanlış olsada olması gereken bir şeydi ve ben sadece buna seyirci olmak durumundaydım. Eğer ki şu an günümüzde olan bir şey olsaydı tamamen buna bir son vermek adına her şeyi yapardım. Bizler olduğumuz yerde dururken çoğu mahkum halk kulenin dışına doğru ilerliyordu.
Etrafta olan muhafızların yönlendirmesiyle. Sirius 'u tanımadığımız için şu an nasıl gördüğünü bilmiyorduk. Onun için de biraz ileride karşı tarafta bulunan dağlara doğru ilerleyen ayaklarından zincire vurulmuş kişileri takip etmemiz gerekti.
"Hadi çok fazla yol kat etmeden onlara ulaşalım ve şu Sirius kim bulalım." diyerek olduğumuz yerden hareket etmemizi sağlayan Dennis 'i onaylamış sonrasında yan yana gelecek şekilde biraz ilerde olan topluluğu takip etmeye başlamıştık.
"Bu kadar sefalet içinde olduklarını bilmiyordum. Bildiğin zorla halkı kendi çıkarları için acımasızca kullanıyorlar. Buna hiçbir kişi de itiraz etmemiş ve onları bu hayata mahkum etmişler." dedi yanımda ilerleyen Victoria biraz ileride olanlara dönük olan bakışları ardından. Susmuş ve öylece biraz ileridekilerin hallerine bakıp, acıyla yakınıyordu. Her zamanki duruşundan eser yoktu. Omuzları düşmüş ve iki avcunu sıkmış bir şekilde olan bitene bir şey yapamamanın verdiği çaresizlikle ilerliyordu.
"Bir şey gelmez elimizden." diyince bana bakmıştı Victoria. "Geçmişte yaşandı. Bunlara müdahale etsek belki de daha kötü sonuçlar doğururuz. Belki de Sirius o taşları bularak onların azabına son verdi. Evet lanetlenmiş olabilirler ama işin özü şu ki Sirius belki de sonsuza dek sürecek bir azabına önüne geçti. Ya Sirius hiç taşları kötüye kullanmasaydı ne olurdu? "dedim cevap vermesini beklerken. Sorumun ardından Victoria ne olurdu dercesine baktı.
" Daha büyük sorunlar ortaya çıkardı. O taşlar belki onca krallığa bu taşları elde etme düşüncesini doğurtur ve halk daha acı verecek olan birçok azaba uğrardı. Bu savaşların arasında kalırken can verenlerden tut belki de sonsuz bir köleliğe kurban gidebilirdi. Belki de bu lanet herkes için iyi olmuş olabilirde. Bunu bilemeyiz. Evet doğru değil bu yapılan ama bunu değiştirip yeni bir hayat sunan kişide pek iyi şeyler yapmadı. Belki de onların sunu böyle olmalıydı. Bazen yaşam istediği şekilde sonuçlanır ve sen sadece öylece bakarsın. Elinden bir şey geldiği halde. Değiştirdiğini düşündüğün halde son olanı tamamen yok edemezsin. "diyerek cümlemi tamamladım. Sonrasında ise sessizce ilerletmeye devam ettik aynı Dehri ve Dennis 'in arasında olan sessizlik gibi.
Mahkum halk ve bizim aramızda tamamen birkaç metre kala aniden muhafızların onlara seslenmesiyle halk ilerlemeyi bıraktı. Ve birkaçı sağa sola dağılıp, biraz ileride olan yerde bulunan yeri kazmak için onlara lazım olacak aletleri alıp, kazılması istenilen yerleri kazmaya başladılar.
Onları izlemek içimde dikenli teller arasında sıkışan kalbimin her ne kadar çıkmak için savaşsa da sadece aldığı yaralar dışında bir şey elde etmeyişi hissi uyandırdı. Çünkü sadece onları acı çekerken izleyebiliyor, öylece onların gördüğü eziyete tanıklık ediyordum. İnsanlık aslında her dönemde masumlara haddinden fazla eziyet etmişti. Kendi çıkarları için acımasızca onları tüketmeye yüzsüzce devam etmişti.
Olduğumuz yerde sessizce etrafa bakıyor ve bu insanlık dışı olayı izlemekten öteye gidemiyoruz. Biraz ileride olanlardan bazıları kazı yaparken zorlanıyordu ama muhafızlar baskıyla onlara devam etmesini bir an bile durmamasını emredip duruyordu. Daha fazla bakmayacağım an başımı başka yöne çevirdim. Çünkü bu kendime olan sinirimi daha fazla artmasını sağlıyordu.
Eğer... Eğer ki ucunda kardeşimin intikamı olmasaydı ne pahasına olursa olsun ben bu işe müdahale edecektim. Şimdi diyorsun ki değiştir ve bu sayede her şey değişir ve buda Esila 'nın kardeşinin ölümüne sebep olmasını engeller. Ama hayır bu böyle olmaz. Yine başka bir şekilde ölür ama sebebi kim olur bilemem.
Tekrar aynı şeyleri yaşamak istemiyorum hatırlamayacak olsamda. Bunu kendime yapamam. Belki de değiştirirsem her şeyi daha farklı bir yaşamım olur ve o yaşamda neler yapar, nasıl bir halde olurum bilmiyorum. Şu an olduğum yerde yaşamımda olanların hesabını kapatmayı daha doğru buluyorum. Ve bunun için daha dirayetli olmam lazım.
Bakışlarımı boşluğa dikmiş öylece dururken birden kulağıma bir şey fısıldandı.
'Sağına bak. Aradığın şey orada. Aradığın kişi orada Emira. Ve doğru yoldasın. Sakın pes etme. Sana güveniyorum.'
Duyduğum sözle anında olduğum yerde yavaşça geriledim. Bu da kimdi? Ama ses tanıdıktı. Çünkü o mısraları fısıldayan kadının sesiydi bu. Ama onun kim olduğunu bilmiyorum sorun bu ya. Ben hızla etrafı tararken sağıma çevirmiş bakışlarım arasında birden omzuma bir el konulmasıyla hiçbir şey yapamadım ve sadece denileni yapmaya odaklandım.
"Emira." demişti Victoria.
Ama hiç ona bakmadım ve sonunda biraz ileride bir kayanın altında yeri kasan genç bir adam dikkatimi çekti. Bir adım atıp onun olduğu tarafa ilerledim. O sırada Victoria 'nın omzumda duran eli boşluğa düşmüştü. Kayanın altında olan gence doğru ilerlerken pür dikkat onu izliyor ve inceliyordum. Zayıftı ama bu onun yapılı olmadığı anlamına gelmiyordu. Daima kazı yaptığı için kol kasları haddinden fazla yapılıydı. Bakışları kazmış olduğu yerden hiç ayrılmıyordu. İşin tuhaf tarafı ise yanında hiçbir muhafızın bulunmamasıydı.
Üzerinde olan toza toprağa karışmış kahverengi yamalı gömleği ; v yakalı neredeyse berbat bir görünümü vardı gömleğin. Giyinmeyecek haldeydi çoğu kişiye göre ama onun bundan başka giysisi olmadığından adım kadar emindim. Siyah kumaş pantolonu artık beyaza çalan renk içerisindeydi.
Elinde tuttuğu kazma aletiyle sert zemine sertçe vurup duruyor, sonrasında ise kazdığı toprağı kürek yardımıyla diğer tarafa atıyordu.
Ensesine kadar uzun olan saçlarını gelişi güzel toplamış olsada birkaç perçem dışarı çıkmış o her kazmayı yere vurduğu anda o perçemler usulca yüzüne alnına çarpıp duruyordu. Etrafından soyutlandığını anlayabiliyordum. Sadece kazma işlemine odaklanmıştı.
Birkaç adım kala durup onu daha yakından izledim. Bana sırtı dönükken birden arkasına dönemsiyle karşı karşıya kalmıştım onunla. Onca zorluk çekmesine rağmen hâlâ dinç ve iyi duruyordu. Yüzünde herhangi bir acıya tanık olacak bir rastlantı yoktu. Ya da yorgunluğa dair. Sadece öylece bir şeyi yapar gibi bu şeyi yapıyordu.
Hiç etkilenmemiş bir havası vardı bu hayattan. Ya da yansıtmak istemiyordu. Bilemiyorum. Arkasına döndüğü gibi bu sefer de arka tarafında olan toprağı kazmaya başladı. O kazarken bende onu izledim. Kumraldı. İnce kaşlara, uzun kirpiklere , sert elmacık kemiklerine ve ince dudaklara sahipti. Yüzünde herhangi bir ize rastlamadım. Sadece yüzü kazmış olduğu topraktan dolayı toz içinde kalmıştı. Ve yeri kazdığı için epeyce terlemiş neredeyse gömleği sırılsıklam hale gelmişti. Yaptığı şey onun için zor ve gücünü aşan bir işti. Haliyle çok fazla yoruluyordu.
Ben onu izlerken yanıma birden Dehri geldi.
"Bu o mu? Ve nasıl anladın onun olduğunu?" diyince Dehri, o an ona bir fısıltı yardımıyla öğrendim diyemedim. Bakışlarım onu bulmasada sorusunu cevapladım.
"Yalnız da ondan bu şekilde bulmak zor olmadı .... Kimsesizde. " dedim sakin bir sesle. Bakışlarımı o an bir uçurum kenarında duran ve aşağıda kayalıklara çarpan dalgaları izleyen bir kişi edasıyla Sirius 'u inceliyordu.
"Başına buyruk. İnatçı ve dirençli. Çünkü umudu var. O umuda sahip olduğu için ne olursa olsun hiçbir şekilde pes etmeyip gidebildiği kadar gitmeyi düşünüyor." diye cevapladım Dehri' yi. Başımı yana yatırıp az önce bedeninden bile ağır olan bir kayayı yerin içinden çıkarıp kenara taşımasını izledim." Ayrı... Kendini soyutlamış. Çünkü diğerlerine nazaran hâlâ onlar için bir umudun var olduğunu hayal ediyor. "diyerek tamamladım. Evet belki fısıltı olmasa onu hemen bulamazdım. Ama birkaç dakika içerisinde dikkatle baktığım anda onu kesinlikle bulacağımı biliyorum. Çünkü varlığı bunu gösterecek şeyler yapıyor.
" Şimdi ne olacak? "diyerek arkasına dönüp bana bakan Victoria 'ya sadece izle ve gör derecesine baktım. Çünkü şu an burada bulunmaktan başka seçeneğimiz yoktu.
" Ya hâlâ olayın çok başındaysak? "diyerek endişesini dile getirince Dennis o an gülümsedim. Bu ani gülümsememin onların yüzlerinde şaşkınlık ifadelerinin oluşumunu sağladı.
" Hayır çünkü farkında mısın bilmiyorum ama Sirius arayış içinde. Ve bu da tam zamanında bulunduğumuzu gösteriyor." dediğimde hiçbiri bir şey anlamadı.
"Nasıl farkına vardın ki?" dedi Victoria dediğim şeyi anlayabilmek adına.
"Bakışları tedirgin, sık sık etrafı gözetleyip duruyor. Buda onun bir şekilde bir şeyler gizlediğini ya da bir şey yapmak için fırsat kolladığını gösterir. Onun için bakışlarınızı ondan çekmeyin ve ne olup bittiğini görün." dedim ve sonrasında hepsinin sessizce Sirius 'u izlemesini sağladım.
Olduğum yerde yere oturup, öylece karşımda yeri kazmaya devam eden adama bakışlarımı diktim. Hiç kaçırmadan bir saniye bile.
Zaman akıp geçti. Zamanlar arasında Sirius' un adım adım taşları bulma aşamasına yaklaştık. İlk adım efsanede yazan gibi olmuştu tadilat için kuleye gelmiş ve bir anda önüne kitap düşmüş, muhafıza belli etmeden o kitabı almıştı. O kadar hızlı geçişlerle olaylara tanık oluyorduk ki sanki her şey bir dakika içerisinde gerçekleşmiş gibiydi. Sirius kitabı bulmuş ve hemen taşlara ulaşmak için her alana bakmış, tüm krallık etrafında taşları gece vakitlerinde aramaya başlamıştı.
Onun için zor bir şeydi çünkü az uykuyla çoğu günü geçiriyor, o da yetmiyor gündüz vakitlerinde kazı yapıyordu krallık için. Geceleri taşları bulmak için kazı yapıyordu gündüzleride krallık için. Tabi yaptığı şey onun boynu aşan bir şeydi ve bu zaman içinde kendini belli etmişti. Gündüzleri her ne kadar dirensede uykuya ara sıra mola anında sızıp kalıyor onun gibi kazı yapan kişiler tarafından uyandırılıyordu.
Ama çalışma anında uyuya kaldığı anda muhafız onu sertçe ayağıyla uyandırıyordu. Bu sık sık olmaya başladığı anda ise küçük küçük cezalar almaya başlamıştı. Ve bu onun çoğu zaman geceleri taşları bulmaya gitmesini engelliyordu. Tam on yıla tekabül edecek yıl kadar burada zaman geçişleri arasından Sirius 'un taşları bulma anına bir bir tanık oldum. Taşları aldıktan sonra Sirius' ın zaman içinde değişen karakterinede bizzat tanık olmuştum.
Sirius 'un elinde olan kitap taşların yerini onun bulunduğu krallığın belli yerlerinde olduğunu göstermişti. Sirius tüm taşlara ulaşır ulaşmaz o taşları hepsini bir kolyede birleştirmişti. Taşların yerleşeceği bir kolye kendine yapmış ve taşları kolyeye bir bir yerleştirdiğini görmüştüm.
Tüm taşları kolyeye yerleştirdikten sonra ilk işi kolyenin içinde bulunan taşların güçlerini kullanarak içinde yaşadığı krallıkta olan bu eziyete dur demişti. Bu yaptığını ben dahil yanımdakilerde doğru bulmuştu. Sonrasında zaten her şey çığırından çıkmaya başladı ya.
Önceliği krallığın başında olan kralı tahtından indirmek olmuştu. Kolyenin gücüyle krallıkta olan herkese emir verme ve onları yönetebilme gücünü kullanmıştı. Çünkü kolyeyi taktığı anda karşısında her kim varsa onun o sahip olduğu güçten dolayı ona herhangi bir şekilde karşı gelmeyip dediklerini harfi harfine uygulanmıştı.
Sirius zaman içerisinde önce bulunduğu krallığı eski görünümünden kurtarmış ve olması gereken görünüme getirmişti. Sonrasında krallıkta olan her kuralı baştan yaratmış ve sonrasında ise çevrede olan krallıklara savaş açmıştı. Zaman onun gaddarlığını daha fazla arttırmıştı. Ya da kolyenin verdiği güç onu hırslı ve zalim birine dönüştürüp hatalar yapmasını sağlamıştı.
Gözü yıkım ve yağmalamayla kör haline gelmiş ve hiçbir şey göremez hale gelmişti. Artık eski Sirius değildi. Kalbi zaman içerisinde kendini taştan bir heykele çevirmiş, tüm duyguları söküp atmıştı kendisinden.
Sonraki yıllarda korkulan bir kral haline gelmişti.
Ben mi ben sadece bu geçişler arasında bekleyip olması gereken zamana ulaşmak istiyordum. Çünkü Sirius güç tutkusuna yenilmekle kalmıyor, ölüme adım adım ilerliyordu. Eskiden de yalnızdı. Ama eskiden bu kadar güvensizlik içinde kıvranıp durmuyordu. Geceleri uyuyamıyor hale gelmişti.
Sadece öylece odasında bulunan terastan dışarıyı izliyordu sabah olana dek. Sonrasında emirler yağdırıp durduğu o günler birbirini takip edip duruyordu. Mutsuzluk ve sevgisizliğin onu ele geçirdiğini an an şahit oluyordum. Sadece kafasında olan planları gerçekleştirip duruyordu. Gerisi onu ilgilendirmiyor, diğer zulme uğrayan krallıkta olan halkı zerre kadar önemsememeye başlamıştı.
Dönüştüğü kişinin farkında mıydı?
Fark etmeye daha sonrasında başlamıştı. Her gece artık terastan dışarıyı değil odasında bulunan boy aynasından saatlerce kendine bakıp elinde duran kadehten yavaş yavaş yudum alıyordu. Bir gün aynı günün benzerini yaşamıştı.
Aynanın birkaç metre uzağında olan tek kişilik koltuktan kalkarak, elinde tuttuğu kadehle beraber aynaya doğru acelesiz adımlar atmıştı. Aynanın tam karşısında durup hiçbir tepki vermeden kendini izlemişti bir müddet. Sonrasında ise ne olduğunu az çok tahmin etmek zor değil. Elinde tuttuğu kadehi aynaya doğru uzatmış şerefe derecesine kaldırmıştı.
Sonrasında kafasına dikip tüm kadehte olan içeceği bitirip sesli bir şekilde kahkaha atmaya başlamıştı. O an ben, Dennis, Dehri ve Victoria onun bu halini görünce bir an kafayı tamamen yediğini düşünmüştük. Birkaç saniye daha güldükten sonra hemen sağ elinde tuttuğu kadehi sertçe aynaya fırlatmış ve ayanın paramparça olmasını sağlamıştı.
Parçalara ayrılan aynanın kırılma sesi odada büyük bir ses uyandırmıştı. Onu hemen ardından Sirius buz gibi bakışlarını aynaya dikmiş ve parçalara ayrılan aynaya yaklaşmaya başlamıştı. Aynanın tam önünde durunca bakışlarının boynunda duran kolyeye indiğini görmüştüm. Sonrasında zaman geçişi yaşanmadan önce duyduğum şu kısacık söz kulaklarımıza kazınmıştı.
"Bu sen değilsin! Sen bu adam değilsin! Sen öldün! Sen yok oldun! Sen kendini yok ettin." diye fısıltı eşliğinde kendi kendine konuşmuştu.
𓆩 ༺☆༻ 𓆪
Tam tamına kolyeyi elde edişinin ve sonunu getirdiği zamanın başlangıcındayız. İyiden iyiye kendini daha çok yitirmişti. Sirius artık bir kaçıktan farklı değildi. Ama onu biraz da olsun kendine getirmeyi sağlayan şey ise kuleye gelen elçiliğin yanında getirmiş olduğu kız kardeşi olmuştu.
"Şu an sanki tarihi dönem bir filmin tam ortasında gibiyim. Baksana kötü adam aşık oluyor." diye kulağımın dibinde fısıldayan Victoria 'ya yandan bir bakış atarak susmasını işaret ettim.
"Ne ya ne kadardır buradayız bilmiyorum ama Sirius' un gücün kölesi haline gelmiş hayatına tanık olmaktan sıkıldım. Biraz farklı bir şeye tanık olmak istiyorum." diye ona kızdığım için bana söylenirken, bu sefer ona kınayarak baktım.
"Bizim burada amacımız ne senin dediğin şey ne! Buraya film izlemeye gelemedik. Çok istiyorsan döndüğümüz anda izlersin. Şu an sadece son reddeye gelmiş bulunuyorken ses çıkarıp, dikkatimi dağıtma ki bağlantıyı kaybetmeden olanı biteni anlayayım." diyerek kısa süre üzerinde olan bakışlarım Sirius 'a çevrildi.
Arkamdan sesli bıkkın verdiği soluğu duyduğum halde hiçbir şey demedim. Konu ne bizim kızın düşündüğü şey ne!Sakin olmaya çalışıp olaylara dikkatimi verdim
Elçi, Sirius' a kardeşini tanıtırken ismini zikrettiği anda Sirius o an onun ismini sessizce tekrarlamıştı.
Kızın ismi Nora 'ydı. Nora uzun simsiyah saçlara sahip orta kiloda olan bir kadındı. Yüzünün burun ve göz çevresinde bulunan çilleri onu çok güzel gösteriyordu. Kumral teni içerisinde çilleri çok belli olmasada ona yakından bakan biri hemen fark ederdi. Nora hafifçe dizlerinin üzerine eğilip Sirius 'a selam verdikten sonra hiç yerden kaldıramadığı başını yavaşça yukarı kaldırıp kısa bir süreliğine Sirius' a bakmıştı. Nova kısa bir bakışmanın ardından hemen bakışlarını tekrar yere çevirmişti. Sirius gibi o herhangi bir duygu ona karşı beslememişti.
Elçinin kız kardeşinin bakışları bir daha hiç Sirius' a çevrilmedi ama Sirius ona bakmaktan gözlerini alamadı. Bunun tek farkında olamayan elçinin kız kardeşi iken, elçi bu durumdan gayette memnun olmuştu. Hatta Sirius 'un birkaç gün burada kalma teklifini hemen kabul etmişti.
Sonrasında işin özü değişmişti. Ve bu birkaç gün içinde Sirius tüm fırsatları değerlendirip kıza yaklaşmaya çalışmıştı. Nova ise olabildiğince mesafeli bir şekilde ona karşı durmuştu.
Sonrasında kısa bir geçiş yaşandı ve başka bir ana gittik.
"Kız onu sevmiyor. Hatta olabildiğince buradan çabucak gitmek istiyor. Abisi buna mani oluyor." dedi Dennis biraz ileride bahçede bulunan kurulu olan masada yemek yiyenlere bakarak.
"Onu sevmiyor. Ya da korkuyor veya belki de başka birini seviyor olabilir." dedi Victoria, Dennis 'in cümlesine karşı.
"Ama bu pek Sirius' un umurunda değil gibi. Çünkü olabildiğince kıza verdiği bu rahatsızlığın farkında değil gibi. Yoksa dedikleri gibi onu zorladı mı? Ve sonrasında yaşadığı ihanetten dolayı mı yok olması pahasına gözünü kararttı? Bu sevgi değil ki bu hastalık. Onu yanında zorla tutmaya kadar gider ve hem kendisine hemde ona hayatı zindan eder. Onun sevgi sandığı şey sevgiden çok öte. Ve bu onun farkında bile değil. Zaten olsa bile ne olur ki? O kadar gaddar bir adama dönmüş ki bunu umursayacak durumda bile değil. "dedi Dehri bu olan durumdan rahatsızlığını ve düşüncelerini dile getirirken.
Nova bahçede tek başına otururken birden yanına abisi gelmiş ve onu Sirius 'la evlendireceğini söylemişti. Nova itirazlar etmeye başlamış, onu sevmediğini söylemişti abisine ama abisi asla onu dinlememişti. Ve sözünü ikiletmeden onunla evlenmesini istemişti. Nova ise ne kadar abisine yalvarıp bu evliliğin olmaması için dil döksede asla abisi onun dediklerini kaale almamış ve kulağını tıkayıp arkasına dönüp oradan ayrılmıştı. Nova yaşadığı hayal kırıklığı, acıyı ve hüznü ruhunun derinliklerinde yaşarken öylece oturduğu yerden ayrılmamıştı.
Yeniden başka bir ana geçiş yaptığı anda biz sadece bize gösterilmesi gereken şeyleri uzaktan uzağa izliyorduk. Şimdi ise bir odada bulunuyorduk. Odada gözlerimi gezdirip incelemeye başladığım anda birden odanın ucunda pencere köşesinde oturmuş dışarıyı seyreden Nova 'yı görmüştüm. Ama bu Nova daha önceden gördüğüm kadından çok uzaktı. Değişmişti. Onu ilk gördüğüm görüntüden çok uzaktı. O kadar kilo vermişti ki şu an o andan kaç gün, hafta, ay ve yıl sonraya geldiğimizi merak etmiştim.
"İstenilmeyen bir evliliğin neler yaşattığını ve nasıl izler bıraktığını görüyoruz. Ve Nora bunu yaşıyor. Çok belli evliliği artık ona azap verdiği. Ve yaşamın onun için artık bir şey ifade etmediğini belli ediyor dış görünüşü. Benim merak ettiğim şey Sirius bunları gördüğü halde ona bu acıyı nasıl yaşattırıyor? Sevdiği kadını böyle görmek ona acı vermiyor mu? "dediğinde Victoria başımı ona çevirdiğim anda bakışları benimle kesişti.
" Sevgi her daim yanında acıyı bulundurur. Ve bu onun zamanla gölgesi halinden bedeni haline gelen bir geçiş olur. Zamanla acı ona karışır. Sadece kendine odaklanan biri bunu fark etmez. Eğer sevdiğini kendinden öteye taşıyan önceliği yapan kişi ondaki en ufak şeyin ne anlama geldiğini anlar ve ona göre bir harekette bulunur. "dedim ve bakışlarımı biraz ileride olan Nova 'ya taşıdım. Öyle dalgın dalgın uzaklara bakıp duruyordu. Sonrasında konuşmama devam ettim.
" Sevmediğini biliyor olmalı Sirius ama onun sevgisinin ikisine de yetecek olma düşüncesinde ve bu da onun sadece buna odaklandığını ve kalan her şeyin önemsiz olduğunu gösteriyor. Belki de Nova 'nın birini sevdiğinin bile farkında değildir ya da bunu umursamaz. Çünkü bazı sevgisizliğin büyüttüğü kişiler sevgiyi çok yanlış anlar ve kendi sevgisinin eksik ve zarar verdiğini fark edemez. Bu da bu ve bunun benzeri yaşamların olmasını ve devam etmesini sağlar. "diyerek cümlemi bitirdim.
Sonrasında yeni bir ana geçiş yaşandı ama bu ana geçiş yaşamak hiç istemedim. Çünkü bu an bir kadının acı dolu yaşamının daha uzun soluklu bir ana geçişi olmuştu. Nova artık acıdan, üzüntüden yatağa bağlı olmuş yemeden içmeden kesildiği için bir anda bedeninde nükseden hastalık onu derin bir uykuya çekip almıştı.
Etrafında olan hekimler onu iyileştirmek için uğraşıp dururken Sirius 'un bir köşede onu izleyip öylece sessizce durduğunu görmüştüm. Şimdi şimdi aslında her şeyi anlıyordu. Nova' nın bu evlilikten hiç mutlu olmadığını olmayacağını şimdi kabullenmişti.
Ama çok geç kalmıştı. Bu geri dönüşü olmayan bir yola saparak onu kaybetmesine kadar götürmüştü. Sonrasında Sirius olduğu yerden ayrılıp odayı terk ettiği anda bizde onu takip etmiş ve nereye gittiğini anlamaya çalışmıştık. Uzun koridorda ilerlerken birden sola doğru dönüp bir odaya girdiğini görünce bizde onun arkasından hemen o odaya kendi isteğimiz dışında geçişi sağlamıştık.
Odaya girdiğimiz anda Sirius 'un bir kitabı elinde tuttuğunu ve oradan bir şeyler aradığını görmüştük.
"Öleceğini anladı. Ve onun için onu geri getirmek için bir şeyler deniyor. Ve bu da lanetli bir kara büyü yapacağı anlamına geliyor. Belki de bundan dolayı lanetlendi o ve diğerleri." dedi arkamda bulunan Dehri. Bense bir şey diyemeden sadece Sirius 'u izledim.
Ne yapacağını merakla beklerken. Belki de aşk çoğu zaman en büyük kaybedişin simgesiydi. Çünkü geri dönülemez hataların var olmasını sağlıyordu. Ve çoğu hayatlar mahvolup, çok kötü sonuçlara maal oluyordu. Bazen yalnızlık aslında en az zararı veren şey olsa da onun bu varlığı çoğu şeyin başı olabiliyordu.
Sirius yalnız bir insandı ve bu yalnızlığını bir varlıkla bitirmek isterken aslında yalnızlığı daha fazla hayatına yayarak, iki kişinin hayatını yalnızlıkla sınırlı tutarak hayatı kendine zehir ediyordu. Sirius olan bitenin farkına çok geç varmıştı. Nova ise hayatını belki de kendisi bu hale getirmişti.
Karşı geldiği kişi Sirius olsaydı ya da pes etmeseydi daha iyi olabilirdi. Amacım yargılamak değil zaten tamamen neler yaşadığını görmedim. Sadece belki kabullenmiş olduğu bu hayatta daha fazla direniş gösterseydi daha iyi koşullarda olma ihtimali olabilirdi.
Sirius belki anlardı onun yaşadığı şeyleri. Bilmiyorum sadece ihtimalleri değerlendiriyorum.
Yeni bir zamana geçiş yaptığımız anda Sirius 'u bir odada bir şeylerle ilgilendiğini görmüştük. Önünde duran geniş masada bir yandan kitaba bakıyor bir yandan da önünde duran küçük kazanda birçok bitkiyi eleyip onu küçük kazanda kaynatıyordu. Bu yaptığı şeyi neden yaptığını bilmiyordum ama bu uğraşı Nova için olduğunu düşünüyordum. Kitaba çevrilen bakışlarım kitap üzerinde yasaklı büyüler yazısını görüştü. Ve bu birçok şeyin cevabını vermişti. Ve bu kendisi dahil diğer herkesin sonunu getirmişti. Ya da bu bir başlangıçta olabilirdi.
Sirius olduğu yerde yaptığı büyüyü bitirdikten sonra olduğu yerde çıkmış alel acele bir yere koştur koştur gitmeye başlarken bizde onu hiç duraksamadan takip etmiş ve koridorun sonunda olan odaya geçiş yapmıştı. Odaya onun arkasından girdiğimiz gibi Sirius 'un elinde tuttuğu küçük şişeye önce koymuş olduğu iksiri Nova' ya içirdiğini görmüştüm. Sonrasında ise öylece başında bekleyip bir işe yaramasını beklemiştim.
Sirius sabırsızlıkla beklerken Nova 'nın uyanmasını, bizlerde onun davranışlarını izliyorduk. Korkuyordu. Yüzündeki tüm renkler çekilip gitmiş sanki yaşayan bir ölü bedenden ibaretti. Ruhu çoktan onu terk etmişti. Ve o ruhunun geri gelmesi için uğraş veriyordu. Onun ruhu Nova' ydı. Ve o geri gelmezse her şey darmaduman olacaktı.
İşte onun korkusu ölmek değildi. Sevdiğinin ölümüne sebep olmaktı. Sirius 'la saatlerce orada bekledik. Ama Nova uyanamadı. Ve öldü. O ölüm onun ve diğerlerinin sonu oldu. Odaya gelen gidenler oldu ama Sirius asla Nova' nın başından bir saniye bile ayrılmadı. Gece olana kadar bekledi. Ta ki onu almaya gelene kadar ailesi. Abisi gelmiş ve Nova 'yı alıp gitmişti. Sirius bir tek kelime bile etmemiş sadece öylece durmuş ve yaşadığı duygu boşluğunda takılı kalmıştı.
Sonra yeniden bir başka zamana geçiş yapmıştık. Ama bu sefer burası Sirius' un krallığı değildi. Burası bir uçurumdu. Ve bu uçurum ölüm uçurumuydu. Bunu bana fısıltılar söylemişti. Zihnim bilmediğim fısıltılarla çevrelenmişti. Ve bana bazen anlamadığım şeyleri fısıldayıp duruyordu.
Sirius öylece uçurumun dibinde beklerken ben ona doğru bir adım atmıştım. Ölmeyi mi düşünüyordu? Yoksa sadece öylesine mi buraya gelmişti?
"Şimdi sence ne olacak?" diyen Dennis 'e gördüklerimi aktarmaya çalışırken bir hareketlilik oldu Sirius olduğu yerde diz çöküp öylece uçurumun dibine doğru bakmaya başladı.
"Her şeyin sonuna geldiğini hissediyor. Hatalarıyla yeni yeni yüzleşiyor. Ve kendine olan öfkesi daha da artıyor. Yani sondan bir önceki durakta. Sona yaklaştığını o da içten içe biliyor." diyerek akıllarda olan soruya açıklık getirdim.
Sirius öylece durduğu yerde geçmişin ve geleceğin birleştiği noktaya ulaşırken biz etrafında dolanmaya başladık.
" Sence şimdi mi olacak her şey? Çünkü zaman azaldı gibi. Halkalar yok olmadan buradan çıkıp gitmemiz lazım." dedi Victoria etrafa attığı gergin bakışlar arasından bana bakarken.
Dennis bizim yanımızdan ayrılıp Sirius 'un yanına geçerek ona daha yakından bakarken ben olduğum yerden ayrılamadım çünkü yeni bir fısıltı duydu kulaklarım.
' Şu an değil. Aradığın zaman bu değil. Halkaları ortaya çıkar ve şu cümleyi içinden tekrarla. Çünkü şu an gitmezseniz buraya hapsolacaksınız. Onun lanetlendiği ana çok var. Halka büyük bir oyun oynuyor ve bu boyunu bozmalısın Prenses.'
Fısıltı sustuğu anda hemen dediği şeyi hiç düşünmeden yapmaya başladım. O sırada da herkesi yanıma çağırmıştım. Korkuyla karışık ses tonumu duydukları anda hemen yanıma ulaştılar.
"Ne oluyor?" diye üçü aynı anda soru sordu ama bunu umursamadan fısıltının söylediklerini içimden tekrar ettim.
"Lanetin tesiri ölümü kucaklasın. Lanetin tesiri yeniden yaşansın. Açılsın geçmişin kapıları. Kapansın geleceğin kapıları. Lanetin bulunduğu an sır olmaktan çıksın ."
"Mortem amplectatur maledictionis effectus. Iterum sentiantur effectus maledictionis. Fores aperiant praeterita. Fores futurae claudant. Nunc maledictum tuum deprehensum est, iam non erit occultum."
Cümleyi tekrar ettikten hemen sonra birden halkanın tam ortasında bir hortuma benze geçiş açıldı ve bizi o geçiş içine doğru çekti. Hızla geçişin içinden geçerken bir boşluktan başka bir boşluğa doğru çekildik. Hızla bedenlerimiz bir şey tarafından çekilirken o anda Dennis bağırarak konuşmuştu bana hitaben.
"Ne oluyor? Neden halkaları kullandın?" diye bağırarak sesini bana ulaştırmaya çalışırken sorusuna hemen cevap verdim.
" Lanet dağılıp yok oluncaya kadar bizi o lanetin bulunduğu zaman götüreceğim." demiş ve sonrasında susmuştum.
O an kulaklarımda tek bir şeyin yankısı oldu.
'Başardın Prenses . Başardın.'
Hemen sonrasında ise geçişin sonuna geldiğimiz anda kendimizi bir anda bir ormanda bulduk. Hızla yere doğru düşerken son anda güçlerimi kullanarak yere sertçe düşmekten hepimizi kurtarmıştım. Yerle bir olmadan yerden hafifçe yukarıda sabit olarak kalan bedenlerimiz usulca yere değmiş ve sonrasında yavaşça yerden doğrulup daha dikkatli etrafımızı incelemeye başlamıştık.
"Lanetin bu anda olduğunu nasıl anladın ve anında karar verdin?" dedi birkaç adım solumda duran Victoria bana dikmiş olduğu bakışları ardından. O an yüzüm gerildi aynı bedenim gibi. O an hemen sorusunu cevaplayamadan sol taraftan bakışlarımı kaçırıp etrafa çevirdim.
" Emira bakışları çekmeden cevapla! "diye direten Victoria 'nın sesini duymazlıktan gelip biraz ileriye doğru adım attım.
" Susacak mısın? "diyince tekrar Victoria konuyu diretip ,susmamadan dolayı rahatsız olduğunu saklamadan konuşmuş ve benim cevap vermemi aksi bir tavırla belli etmişti.
" Öğrendim bir şekilde. Şu an bunu bilmeniz doğru olmayabilir onun için susuyorum ama bilin ki hiçbir sıkıntı yok. Konumuza dönelim ve o taşların artık yerini bulalım." diyerek konunun kapatılmasını istediğimi ilk Victoria 'ya ve diğerlerine kesinkes olarak belli ettim takındığım tavırla.
Arkamda olsada şu an sinirli bir nefes verdiğin biliyorum Victoria' nın. Çünkü bu hallerimi hiç sevmez ama bunu yapmam gerektiğini bildiği için de pek irdelememesi gerektiğini bilir. Eninde sonunda öğreneceğini bildiği için şimdilik susuyor ama en kısa zamanda ona her şeyi açıklamam gerektiğini de bana belli etmekten asla kaçınmayacaktır.
Ormanda kısa bir süre yürümüş ve neredeyse gece çökeceği an bir şeyler görmüştük. Bir kayanın üstünde oturan ve kitap sayfalarını hızla çeviren bir adam. Daha yakından baktığımız anda onun Sirius olduğunu anlamıştık.
Ve ne yaptığını az çok tahmin etmiştik.
"Taşları saklayacağı yerleri mi seçiyor elinde tuttuğu kitap sayfaları içinde?"diye sorunca Dennis emin olmak istercesine, anında evet anlamında başımı salladım. Artık istediğimiz ana ulaşmıştık. Tek bulunduğu yerleri görüp not almaktı. Çünkü elimde olan kitapta bulunabileceği yerlerin iklim tipleri bulunuyordu. Ve buradan yola çıkarsak çok zaman kaybederdik.
Bu yerleri Sirius sayesinde öğrenirsek kısa sürede aramaya başlardık taşları.
Biz olduğumuz yerde dururken Sirius elinde tuttuğu kitabı büyü yardımıyla havada tutmaya başladı. Artık tamda olmamız gereken zamandaydık. Büyüyü yaparken elbet yerleri söyleyecekti ve bu sayede isimleri hafızamıza kaydedip oraları ziyaret etmeye başlayacaktık.
Yavaşça etrafta sert bir rüzgar esmeye başladı ve Sirius 'un ensesine kadar olan saçları sağa sola savruldu. Üzerinde olan siyah pelerini geriye doğru havalanıyordu. Büyünün varlığı kitap sayfalarının sağa sola uçuşmasına engel oluyordu. Yavaşça sola doğru ilerleyip Sirius' un yüzüne sol profilden bakamaya başladım.
Gözleri kapanmış ve öylece dimdik bir şekilde olduğu yerde duruyordu. Ne düşünüyordu şu an? Zihnine sızmak ve her şeyi bilmek çok isterdim. Sonrasında yavaşça dudakları kıpırdamaya başladı. Ve o anda etrafında güçlü bir aura ortaya çıkıp onun etrafını sarmaladığını gördüm. Bembeyaz ince bir tabaka onu kendi içerisine hapsetti. Sirius yavaşça yeniden dudaklarını kıpırdattı. Vedalaşıyor muydu her şeyle? Yoksa başka bir şey mi söylüyordu bilmiyordum.
Yavaşça gözleri aralandığı anda bakışları direk kitabın sayfasında olan yazılara çevrildi. Sonrası bit adım öne çıktı ve kararlı bir şekilde yazılı olan şeylere kısaca bir göz attı. Kararsızlık yaşadığını sanmıyorum çünkü her şeyi göze almış gibiydi. Her şeyi yakıp geçmiş, sadece sona odaklanmış bit hali vardı. Sirius yavaşça kollarını kaldırdığı gibi iki eliyle kitabı tuttu ve kitabı kendine doğru kaldırıp başladı büyü sözlerini yüksek sesle okumaya.
'Bedelin simgesi ruhun ölümüdür. İhanetin simgesi bedenin ebediyete ermesidir. Acının intikamı sevgiyi yok ediştir. Gözyaşlarının bedelinin tek sebebi kan dökmektir. Ruhumu teslim ettim tüm evrene. Bedenimi sundum tüm yaşama. Zihnimi açtım karanlığa. Güçlerimi yaydım tüm evrenin en tehlikeli yerlerine. Şimdi burada tüm varlığımı sunuyorum sizlere gerekeni yapın ve beni benle beraber yok edin. Ve onu yaşatın. Sevdiğim kadının yeniden yaşaması için her şeyi sunuyorum sizlere. '
"Pretium symbolum, mors animae. Signum proditionis est corpus aeternum attingens. Vindicta doloris interitus est amoris. Lacrimarum solum pretium cruor est. animam meam toti mundo tradidi. corpus meum ad omnem vitam dedi. mentem meam tenebris aperui. Ego vires meas ad loca periculosissima in universo mundo extendo. Nunc omnem animam meam ad te offero, fac quod necesse est, meque una tecum dele. et vivam custodi. Omnia tibi offero ut adiuvet mulierem quam amem iterum vivam. "
Sirius bu sözleri söyler söylemez anında rüzgar bir anda o kadar şiddetlendi ki bir an dengede durmayı sağlamak çok zor bir hale gelmişti.
"Onun yaşaması için herkesi bir lanete kurban ediyor. Yaptığı şey yanlış." dedi rüzgarın şiddetli sesinin içerisinde Victoria. O an ona cevap vermedim ve bir anda etrafta olan gürültülerle olduğum yerde ne olduğunu anlamaya çalıştım.
Karanlık bir sis Sirius 'un yanına yaklaşırken o anda Sirius yüksek sesle çığlık atmıştı acı içerisinde. Sonrası o karanlık sis onun etrafını sarmalamaya başlarken birden kolyesinde olan taşlar tek tek kolyeden ayrılıp o sisin etrafında yukarıda daire oluşturacak şekilde yan yana dizilmişti. Karanlık sis Sirius 'u artık gözle görülmeyecek kadar içerisine hapsettiğinde taşların bile o parlak renklerinin yaydığı ışık yavaşça sönerek oradan yok olmaya başlamıştı.
Sonrasında birden bir fısıltı duyuldu karanlık sisten bize doğru ulaşan.
"Sekiz taş sekiz tehlikeli yerde olacak bunlar evrenin en tehlikeli yerleri olan yerler onlar ; Buzlar diyarı, Zargana diyarı, Sigilat şehri, Sisler Diyarı, Royan şehri, Zagnaral şehri, Fahal diyarı, Panah şehri..."
"Octo lapides erunt in octo locis periculosis: haec sunt in universo loca periculosissima; Terra Ice, Terra Zargana, Civitas Sigilat, Terra Mists, Civitas Royan, Civitas Zagnaral, Terra Fahal, Civitas Panah..."
Sirius bunları dedikten sonra birden etrafında olan karanlık sisle beraber ortadan yok olmuştu. Ardından bizlerde bir anda olduğumuz ortamdan çıkıp iç mağaranın dışında kendimizi bulmuştuk.
𓆩 ༺☆༻ 𓆪
Üç mağaranın tam girişinde bulunduğumuz anda Enfal, Nehar ve Kiran bizi görür görmez hemen oldukları yerden ayrılıp bizlere doğru ilerlemiştiler. Onlar yanımıza gelirken bende duyduğum diyar ve şehir isimlerini hızla unutmadan büyüyle bir kağıda not ettim.
Nehar tam karşımda yerini aldığında hemen hepimize hitaben konuşmuştu.
"Ne oldu?" demiş ve tek tek bizim ifadelerimizi incelemeye başlamıştı. "Bir şey demeyecek misiniz?" diye ikinci sorusunu da sorduktan sonra hemen derin bir nefes alıp onları olanlardan haberdar ettim.
"Herhangi bir aksilik olmadı. Yer isimlerini öğrendik. Şimdi buradan gidelim sonra bunları uzun uzadıya zaten konuşup yapmamız gereken şeyler hakkında bir rota çizeceğiz." demiştim yorgun bir sesle. Nehar sadece olur anlamında başını sallamış ve onları buradan açmış olduğu portaldan kuleye götürmemi beklemişti.
Hepimiz kendi krallıklarımıza dönmeden kuleye geçmiştik.
" Ben biraz dinleneceğim sonrasında konuşuruz. "demiştim bakışlarımı yerden çekmeden. Bir şey demeden dediklerimi onaylamışlardı.
Varisler ve Dennis kulede Victoria 'yla birlikte başka bir alana geçerken ben sağa dönmüş ve önüme çıkan merdivenlerden en üst katta bulunan odama doğru ilerlemiştim. Odama gelince hemen tüm bu yorgunluğumdan biraz da olsa sıyrılmak adına kendimi duşa atmıştım. Kısa tuttuğum duşun ardından üzerimi giyip odamın penceresinin önünde duran tekli koltuğa geçip oturmuştum.
Başımı yana eğip koltuğun baş ucuna yaslayıp öylece bakışlarımı gökyüzüne dikmiştim. Gökyüzünde hiç buluta dair iz yoktu. Sabah olmuştu. Belki de şimdi bizimkilerde kahvaltıya gitmiş olabilirdi. Hiç iştahım olmadığı için şu an yemek yiyemezdim. Zaten onca olayın üstüne iştahım olsa bile yemek yiyemezdim ki.
Çok yorucu. Birçok yaşama tanıklık etmek zor oluyor. Öncesinde Dehliz ve Yezra 'nın hayatına tanıklık etmiştim. Sonra Ahrar' ın dersliklerde bulunan öğrencileri götürdüğü gezideki o adamın o anına şahit olmuştum. Onun yok oluşunu görmüştüm. Sonrasında Aron ve Eslia 'nın hayatına tanıklık olmuş ve Aron' un ölümünü izlemiştim. Şimdi ise Sirius 'un. Daha başka şeyler de olur muydu bilmiyorum. Zihnim daha kendi yaşadıklarını kaldıramazken yeni ve farklı yaşamları görüp onları kendine saklıyor ve unutulmazlar arasında bulunduruyordu.
Burası sadece benim hayatımla sınırlı değildi. Başka hayatlardan yola çıkarak kendi yaşamıma ulaşıyorum. Her yaşamdan izler bulunuyordu hayatımda. Bir şeye ulaşmaya çalışırken başka yollardan geçe geçe oraya varıyorum. Bu aslında belki de beni yoran şeydi. Çünkü tek bir şeye odaklanamıyordum birden fazla şeye odaklanıp oradan kendime yarar sağlayacak şeyle yoluma devam ediyordum.
Zaten hayatımda çok tuhaf şeyler vardı. O ses mesela ... Kimdi? Ve neden bana yardımcı oluyordu? Dost muydu düşman mı? Onu bile bilmiyorum. Ve bu beni yoran başka etkenlerden biriydi. Çünkü o kadar şey oluyordu ki hangisine yönelmem gerekiyor çoğu zaman karar veremiyorum. Zaten asıl bu beni en çok yoran şeylerden değil mi ki? Sesli bir nefes verip, başımı yasladığım yerden kaldırıp koltuktan doğruldum.
Ayağa kalktığım anda bir anda başım dönmeye başladı. Yer yavaşça etrafımda dönüyor gibiydi. Gözlerimi kapatıp baş dönmesinin geçmesini bekledim. Ve tam o sırada yavaşça etrafta bir fısıltının bana ulaşmaya çalıştığını duydum. Yavaşça sızıyordu önce etrafıma sonra zihnime ve kulağıma.
"Ölüm melodisii yankılandı yankılandı. Ve bu yankılanma asırlardır devam etti. Ölüm hiç kimseye yakışmadığı gibi ona yakıştı. Dillerde ölüm melodisi yankılanıp durdu. Her şey asırlar önce başladı. Ve asırlar önce devam etti."
Yavaşça fısıltı azalmaya başladığında yavaşça söyleneni tekrar ettim. Bunu da büyüm yardımıyla diğerlerini not ettiğim yere not ettim. Ne anlatmak istemişti fısıltı bu dediklerinden bir türlü anlayamamıştım. Zaten diğerlerinden de bazılarını kendimce bir sebebe bağlamıştım ama onun da doğruluğundan pek emin değildim. Gözlerimi yavaşça açıp odamdan dışarı çıkacağım an bir anda sanki bir varlık arkamdan belirdi ve bir insanın bir başka insanın kulağına bir şey fısıldar gibi kulağıma yeniden bir şey fısıldadı. Bense aniden titreme giren bedenimle onu dinledim.
"Ölümün melodisi her yerde fısıldayıp durdu. Acıyı sarmalayıp durdu. Ölüm bu kadar erken gelmemişti. Ölüm her şeyi kafese hapsetti. Ölüm bu kadar arzulanan olmamıştı. Yıkıldı, yok olmaya mahkum edildi. Lambalar söndü, karanlık etrafa yayıldı."
Fısıltı susar susmaz dudaklarımdan bu cümleler döküldü.
" Bana neyi anlatmak istiyorsun?" dedim merakla. Ama herhangi bir cevap alamadım. Dişlerimi dudağıma geçirip sakince etrafımı izledim. Ama sadece nefes seslerim duyuldu odada. Peki dercesine başımı aşağı yukarı salladım. Ama pes etmedim.
" Neden bana yardım ediyorsun ki? " dedim bu sefer asıl bunun merakı içerisinde yanıp tutuşurken. Ben sorumu sorduğum anda etrafımda sanki hafif bir rüzgar esintisi oluşmuştu. Ya da ben öyle sanmıştım bilmiyorum. Belki de benim kendi kuruntum olabilirdi de.
"Sen kimsin?" dedim ardından ama bununda cevabını almayacağımı biliyordum ki.
Olduğum yerden kapıya adım atacağım an birden boynumda bulunan kolyemin hafifçe patlamasını fark ettim. Anında parmak uçlarım kolyeye dokundu. Hala kolyenin parıldaması devam ediyordu. Kolye neden parıldadı ki birden?
Bu garipliği anlayamadım. Kapının önüne gelip kapının kolunu aşağı indirip dışarı çıkacağım anda o an bir aydınlanma yaşadım.
Yoksa o muydu?
Başından beri beni yanlışlardan uzak tutup bir şeyler anlatmaya çalışan kişi kolyenin ilk sahibi Yezra mıydı?
𓆩 ༺☆༻ 𓆪
Odadan çıkmış öylece zemin kata düşüncelerimin ağırlığı altında ezile ezile ilerliyordum. Yakama yapışan geçmiş beni kendine tutsak etmeye çalışıyordu. Bense olabildiğince kaçmaya çalışıyorum ama nafile bir kere bu bataklığa saplandım. Geriye çekilmek imkansız. Şu an herkes kendi koşuşturmacası içerisinde olmalı. Yani görünmez olabileceğim bir zaman diliminde bulunuyordum. Daha önce Ahrar 'la gitmiş olduğumuz bodrum katında bulunan arşiv odasına doğru adımlarımı yönlendirdim.
Önümdeki uzun dar koridoru aşarak sol tafta bulunan duvar benzeri olan ve çalışanların kullandığı bu sayede arşive indiği bölümü kullanmayı uygun gördüm. Diğer türlüsü yemekhanenin önünde geçmem lazımdı ve hiç bu halde Süreyya hanımın önünden geçip onun neredeydin sorgusunu kaldıramazdım.
Arşivin bulunduğu kata indikten sonra koridorun sonunda olan kapıya kadar gelmiş kapıyı açtıktan sonra içeri girmiştim. Duvarın dibinde bulunan küçük masaya geçip oturmuştum. Kollarımı masanın üstüne bırakıp elimi çenemin altına yerleştirip öylece içeriyi izledim.
Karanlık ve havasız bir ortamdı arşiv odası. Gözlerim istemsizce dalıp gittiği anda aklıma Sirius 'un yaşamı takılı kaldı. Çok sancılı bir hayata sahipti. Ve sonu ise hiç parlak sonuçlanmadı. Sirius beklediği sona ulaşamadı. Belki kendi hataları belki de sahip olduğu o taşların sunduğu güç buna sebep oldu. Bilmiyorum ama hiç güzel bir yaşamı olmadı. Hep sancılı hep acının gölgesinde yaşadı ve öylede veda etti hayata.
Ben öyle sessizce beklerken birden arşiv odasının kapısı açıldığında hemen bakışlarım oraya çevrildi. Kapının ardından görünen beden şaşırmamı sağladı. Burada ne arıyordu bu adam?
Turul bey karşımda ifadesiz bir halde duruyordu.
Kirpiklerim kıpraştı ve gözlerimi kısarak neden burada olduğunu anlamaya çalıştım. Turul bey olduğu yerden hareket etmeden bana dikmiş olduğu bakışları ardından konuştu.
"Neredeydin prenses dün bütün gün? Kuleye de gelmedin!" dedi sona doğru sorgulayan sesiyle. Bense ondan böyle bir soru beklemediğimden ilk birkaç saniye öylece ona baktım. Kendimi toparladıktan sonra sorusuna cevap verebildim.
"Bir tanıdığı ziyarete gittim." dedim kısaca sorusuna yanıt vermek için. Kaşları kavislendi ve kime gitmiş olabilirim diye düşündü. Bunu ifadeleri açıkça belli etti. Kapının kolunda olan parmakları sıkıca sarmaladı kapı kolunu. Sonrasında yeniden konuşunca sorusuna odaklandım ve kahverengi bakışlarına diktim bakışlarımı.
"Neden peki ve neden bu kadar uzun sürdü?" dediğinde aksi dolu bir sesle. Sadece baktım. Çünkü ne yapmaya çalışıyorsun dercesine bakıyordu ve yeni bir sorun çıkartıp onlara bela olup olmayacağımı merak ediyordu. Yani bilemedim ki şimdi olabilirimde. Dudaklarıma yerleşen o tehlikeli tebessümle konuştum. Ve o anda bu tebessümümü görünce yüzü kasıldı ve neden tebessümle ona baktığımı anlamaya çalıştı.
" Bazı şeylerin hesabını sormak için. Geçmişle bir karşılama da diyebilirsiniz aslında . Yani içiniz rahat olsun şimdilik bir sorun yok ama ilerisi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim." diyerek cümlemi tamamlayınca bir anda olduğu yerde kalp krizi geçirdiğini sandım. Gözlerine çöken o şaşkınlık ve bir bilinmezliğin verdiği o korku onu sarstı. Bunu görünce dediklerimden pişman oldum. Birde birinin kalp krizi geçirmesine neden olursam hakkımda söylenen şeylere bir yenisini ekleyeceğim. Ve bunu hiç istemiyorum ama.
"Sen..." dedi ve sol elini bana doğru kaldırıp işaret parmağını bana dikti.
"Tam bir belasın artık senden kaynaklanan sorunlardan yeterince başımız ağrıdı. Yenilerini sarma başımıza." diyince az önce ona acıdığım için kendime kızdım. Ne diye ona üzülüyorsam! Bu adama hiçbir şey olmaz ki. Bu bizi bile gömer.
"Neden öyle diyorsunuz ki? Bakın ben kötü bir şey yapmıyorum ki. Sadece sizin yanlışlarınızı baştan başlayıp doğru hale getirip size iyilik yapıyorum ama siz bunu anlamıyorsunuz. Kırılıyorum ama bu dediğiniz cümlelere." diyince sert bir soluk aldı bana tahammül etmediğini belli etme adına. Bense kaale almadığımı gösterip devam ettim cümleme.
Turul bey ise öylece dikilmeye devam ediyordu karşımda.
" Benim ne kadar naif biri olduğumu bilmiyor musunuz? Çok kırıcısınız. İnsanlık namına zaten bir şey almadığınızı biliyordum ama bu kadar da ileriye gidip bit hanımefendiyi sözlerinizle inciteceğinizi hiç düşünmezdim. Neyseki ben sizin içinizi biliyorum. Onun için sizi böyle kabullendiğim için artık bir süre sonra dedikleriniz benim için altı boş cümlelerden ibaret oldu. Yani cümlelerinizin herhangi bir izi bile değmez bana. Onun için böyle konuşup benide kendinizi de yormayın. "diyerek sandalyeye iyice sırtımı yaslayıp onu inceledim.
Sinirden köpürdü ama bunu olabildiğince saklamaya çalıştı. Ama gördüm ki bir kere.
" Bu ziyaret tam olarak neyin nesi? "dedi dediklerimi hiç duymamış gibi yapıp geliş amacını tekrar belli etmek adına.
" Geleceğin ve bugünün hesabını geçmişte kapattım diyebiliriz bu ziyaretim için. "diyince tabii bir şey anlamadı. Bende pek umursamadım. Zaten ona detaylı bir açıklama yapmayacağımı anlayınca geriye doğru çekildiği gibi sertçe kapıyı kapatıp çekip gitti.
Hah çok güzel! Bir Turul beyin atarını görmemiştim o da oldu.
𓆩 ༺☆༻ 𓆪
Turul bey gittikten sonra bir süre daha arşiv odasında durduktan hemen sonra arşiv odasından ayrılıp Victoria ve diğerlerini aramaya koyuldum. Her kata bakmış hatta çalışanlara da sormuştum. Burada olmadıklarını söylemişti bana, bende sessizce kafamı sallayıp çiçek arazisine doğru yol almıştım. Araziye ulaşınca yavaşça yere oturmuş ve zaman geçsin diye çizim yapmaya başlamıştım.
Herhangi bir şey çizmemiştim. Nova 'yı çizmiştim. Onu ilk gördüğüm halini çizmeyi tercih etmiştim. O cıvıl cıvıl halini, bakışlarındaki canlılığı resmettim. Uzun sürecek bir zaman içinde resmi tamamlayınca herhangi bir zarar gelmesin diye güçlerimi kullanarak onu odamda bulunan çekmece içerisinde olmasını sağladım. Bakışlarımı etrafa çevrildi. Dışarıda olan değişimi izlemeye başladım. Hava sıcak ve güneşliydi. Güneşin teni yakacak ısısı altında oturmuş öylece etrafa bakınıp duruyor, zihnimin bana sunduğu düşünceleri savurmaya çalışıyordum.
Göğsüm derin bir nefesle şişip indiği anda önüme gelen saçlarımı omzumun gerisine attım. Bir anda dizlerimin üstüne beliren bir şeyin varlığını hissedince anında bakışlarımı dizlerime çevirdim. Ve tam dizlerimin üstünde bir adet pembe şakayık çiçeği gördüğüm anda kaşlarımı çatarak bunun nereden geldiğini anlamaya çalıştım.
Uzun ince parmaklarım şakayık çiçeğinin dalını kavrayarak ona daha yakından bakmaya başladım. Yavaşça çiçeği burnuma götürüp kokusunu soludum. O sırada da bakışlarım etrafımda gezindi. Kimseyi bulamayınca da bedenim bir ürpertiyle sarsıldı. Kimse de yoktu etrafımda ama bu çiçek nasıl şu an bana ulaştı? Asıl sormam gereken şey kim vasıtasıyla.
"Aslında amacım korkutmak değildi." diyen sesi duyunca o an olduğum yerden yavaşça dizlerimin üstüne oturup, omzumun gerisinden arkamda beliren kişiye baktım. Arkama baktığım anda dizlerinin üstüne çöküp bana bakan Ahrar 'la bakışlarım kesişti. Lacivert harelerin beni kıskıvrak ele geçirip derin derin izlediğini o an fark ettim. Derin bir iç çekerek mavi harelerimi sanki değerli bir şeye bakaracasına baktı. Ve sanki biraz sonra yok olacak hissiyle tetikte bekliyor gibi bir hali vardı. Bu anın uzun sürmesini istiyor gibi bir hali vardı.
Bakışlarımı çekip etrafa çevirdim.
"Uyarıda bulunmuştum ama dediklerimi ciddiye almıyorsunuz." dedim sesimi olabildiğince ifadesiz tutmaya çalışarak. Çünkü hâlâ ona karşı bir hisse sahip olmamı bilmesini istemedim. Ahrar bu ses tonumu işitince o an kaşlarının son anda çatılmasına mani oldu. Bu durumdan hoşlanmadığını belli eden bir harekette bulundu.
Başını yavaşça sola doğru çevirdi, kısa bir süre zarfında bakışlarını yerden çekmedi. Bakışları bana döndüğü anda daha anlayışlı bir şekilde baktığını gördüm. Sanırım bu halime yanlış bir tepki vermemek için kendi hal ve hareketlerine çeki düzen veriyordu. Ahrar olduğu yerden doğrulamadan biraz bana doğru yaklaştı. Karşımda durunca dizlerinin üstünde tekrar oturarak, elinde tuttuğu kutuyu bana uzattı. Ne ara kutu ortaya çıktı fark etmedim. Çünkü ilk anlarda eli boştu. Kutuya çevrilmiş bakışlarımı ona çevirdiğim anda dudaklarımı aralayıp konuştum.
"Bu ne?" dedim meraksız çıkması için uğraştığım bir sesle.
"Aç ve bak. Sonra ne olduğunu anlayacaksın zaten." diyince Ahrar yarım ağız tebessümle bana bakarken. Bense bakışlarımı ondan çekip kutuya tekrar baktım. Açmalı mıydım? Bilmiyordum. Ama içimdeki merak onu açmam için büyük bir istekte bulunuyordu. Merakıma yenik düşüp kutuya uzandım. Tabii içten içe kendime kızdım ama yine de kutuyu alıp içinde ne olduğuna bakındım.
Kutuyu açıp içindeki şeye baktığım anda kutunun içinde bir yüzük görmüştüm. O an kısa bir an yüzüğü inceledim. Masmavi taşlara sahip olan bir el işlemli yüzük duruyordu kutunun içinde. Gümüş yüzüğün içindeki masmavi taş parıl parıl parlıyordu.
Mavi...
Bakışlarımı kutunun içinde duran yüzükten çektiğim anda dudaklarıma bir gülümseme yerleşti. Ama bu gülümseme sahici bir gülümseme değildi. Kutunun kapağını kapattım Ahrar 'a çevrili bakışlarım arasında. Ahrar o an dudaklarıma takılı kalan gülümsemeyi anlamaya çalıştı.
"Ne o?" dedim sorar gibi ama cümleme devam ettim o herhangi bir şey sormadan. "Bir de oyuna yüzüğü mü dahil edeceksin? Bana yine aynı palavraları sıralama. Yok her şey zannettiğin gibi değil yok bunun altında bir gerçek var." dediğimde hemen kutuyu sertçe avucumda sıkarak onun sertçe göğsüne yaslayıp kutuyu göğsüne bastırırken gözlerine sinirle bakarak konuşmama devam ettim." Yok seni seviyorum. Yalanlarını dinlemekten bıktım artık. Anlamıyor musun yoksa anlamazlıktan mı geliyorsun? Seni görmek istemiyorum! Sesini duymak istemiyorum!" dedim ve parmaklarımı hafifçe gevşetip kutuyu serbest bıraktım. Ama o esnada Ahrar avucumdan düşen kutuyu parmakları ile tutmuştu.
" Ben -"diye konuşacağı anda işaret parmağımla onu susturdum.
" Daha ne kadar alçalacaksın benim gözlerimde? Daha ne kadar bu şekilde yok olacaksın? Sana olan saygımı da yitiriyorsun. Hani bir keresinde eğitmen yönüne hayran olduğumu söylemiştim ya o bile artık kalmadı. Sana karşı olan her hissim yok oldu bu tavırlarınla. "diyerek hiçbir şekilde önüme engeller koymadan konuştum.
" Yeter anlamıyor musun yeter! Bıktım artık. Yaşamak istiyorum anlıyor musun yaşamak. "dedim kısık ama sinirli bir sesle." Sense bu iğrenç oyununa devam ederek beni rahatsız ediyorsun. Artık anla bir daha aynı oyuna kanmam. Bir de yüzük veriyorsun! Çirkin yüzüğünü de alıp gözümün önünden çekil git! "dedim hızlı soluklarım arasından. O an hiçbir şey onun ifadesini kırmadı ama son cümlemle yüzü tüm bariyerleri yıkıp geçerek o şaşırıp kalmamı sağlayan duyguyu yüzünde ağırladı.
Acının yüzündeki yayılışını seyrettim. Birkaç saniye bakışları elinde tuttuğu yüzük kutusuna çevrildi. Onu dikkatle izlediğimde o an nefes almadığını fark ettim. Lacivert hareleri bir kasırgada kaybolmuş gibiydi. İfadesi solmuş yok olmaya başlamış gibiydi. Yüzündeki yaşam çekilmiş gibiydi. Omuzları usulca çöktüğü anda yanlış bir şey söylediğimi fark ettim ama bunun geri dönüşü olmayacağınıda biliyordum. Sadece bir şey demesini bekledim.
"Ben hata yaptım kusura bakma aslında bu çirkin şeyi -" dedi ve derin bir nefes alıp cümlesine devam etti. "sana vermemem lazımdı. Bunu bilemedim. Beğeneceğini sanmıştım. Hata bende aslında benden nefret ettiğini bildiğim halde sana gelip yüzük veriyorum. Daha fazla seni rahatsız etmeyeyim." dedi ve bakışları beni bulmadan olduğu yerden kalktı.
Çiçek arazisinde öylece ayakta dikilip kısaca etrafta bakışlarını gezdirdi. Neden gitmiyordu hâlâ? Ahrar öylece durmuşken bende ona bakıyordum. Gitmek için neyi bekliyordu? Ondan özür dilememi mi bekliyordu yoksa? Hah asıl onun benden dileyeceği birçok özür bulunuyordu.
Onlara daha sıra gelmeden nasıl böyle bir şeyi ihtimal bile olsa düşünebilirdi! O hâlâ kıpırdamadan dururken gözlerimi kısıp olduğum yerde doğruldum. Ve yanından geçip tam karşısına geçip bakışlarımı ona çevirdim. Dalgındı. Öyle ki geldiğimi bile fark etmedi.
O an bu olayın üstüne dudaklarımdan bir cümle döküldü. Sesimi duyduğu anda kendi dalgınlığından sıyrıldı.
"Keşke gözlerimizin gördüğünü ya da zihinlerimizin hafızamıza kaydettiği şeyleri silebilseydik." dedim alaycı bir gülümsemeyle ona bakarken. Bu en çok istediğim şeylerden biriydi.
Sözlerimi duyunca lacivert hareleri o an titreşti. İlk an ne demek istediğimi bir şeye yoramadı ama sonradan yavaşça zihnine düşen cümleler ona bir neden sundu.
"Neden? " dedi yavaş ve sakin bir sesle. Lacivert irisleri yavaşça küçüldü ve merakla çevrelendi. O an kollarımı göğsümde kavuşturup yavaşça bakışlarımı kısıp ona uzun uzadıya bakıp sorusuna cevap verdim.
"Neden mi? Çünkü sizi sonsuza dek unutmak isterdim de ondan." dediğimde yüzü ifadesizleşti. Bunu umursayacak durumda değildim. Konuşama ara vermeden devam ettim. "Zihnimde kötü hatıralar kalsın istemiyorum ve gördüğüm şeyleri unutmak bu benim açımdan çok güzel olurdu. Sizi tüm varlığınızla unutmak isterdim Ahrar hoca!" diyince sanki sert bir darbe almış gibi olduğu yerde sarsıldı ve geriye doğru yalpalayarak birkaç adım artı.
Kollarımı çözüp ona bir adım yaklaştım. Tam gözlerinin içerisine bakarak konuştum.
" Ama işte gel gör ki böyle bir şey olağan değil. Sizde beni hiç tanımamak isterdiniz değil mi?" diye sorduğum anda hayır dercesine başını iki yana salladı. Bu hareketini hiç görmemiş gibi yaparak cümlemi tamamladım. "Ben bunu isterdim. Sizi tanıdığım güne lanet olsun. İnanın ki bunu kendime her zaman söylüyorum. "dedim ve son kez lacivert harelerine bakıp onun bu sessizliğini garipsediğim halde sorgulamadan arkamı dönüp onun yanından uzaklaşarak çiçek arazisinden ayrıldım.
Ondan uzaklaşan adımlarım ondan bana ulaşan hisleri maalesef yok etmedi.
Ahrar 'dan uzaklaştığım gibi kendimi kuleden ve etrafından uzaklaştırıp kardeşimin mezarına gitmiştim. Mezarlığa geldiğim gibi sessizce durmuş öylece durgun bir şekilde olan biteni tekrar zihnimde hayal ederek. Kaçırdığım bir noktayı anlamaya çalıştım.
Bana yüzük vermesi şaşırdığım bir nokta idi. O yüzüğü kabul edeceğimi nasıl düşünmüştü? Ona kızgın olduğumu, bana yaptığı onca şeyi unutmadığımı unutmayacağımı nasıl bilemezdi? Bu kadar mı amacı onun insanlığını yitirmesine sebep olmuştu? Bu kadar mı kötü olmuştu? Kendi kendime kızdım o an. Neden o kutuyu açtım ki! Ama en çok kızdığım şey bu kadar ileri gidip kırıcı olacak cümleleri sarf etmemdi. Her ne kadar bana acı veren bir oyuna beni dahil etsede ben onun gibi olmamalıydım. Çünkü ben bu değildim.
Yüzüğe çirkin dediğim anda onun yaşadığı o hayal kırıklığı görünce yaşadığım o üzüntüyü anlatamazdım. Bu kadar ona dokunacağını ve kırılacağını tahmin etmemiştim. O an yüzüğün onun için değerli olduğunu anlamıştım. Ama değerli bir şeyi neden bana versin ki? Oyun için bunu bile yapmaktan kaçınmıyor muydu yoksa? Göğsüm derin bir solukla inip kalktı.
Kafamı karıştırıyor. Öyle böyle değil hemde. Yaptığı her şeyde başka bir neden arıyor hangi neden gerçek anlamıyorum bir türlü. Ahrar yine ve yeniden tüm dengemi alt üst ediyordu. Varlığı aklımı karıştırdığı yetmiyor birde yaptığı şeyler ayrı beni ikilemde bırakıyordu. Ben bu adamla ne yapacaktım?
Zaten yapmam gereken onca şey varken o beni yeni bir sorunla karşı karşıya bırakıyordu. Ve bu beni onca şeyden daha fazla yoruyordu. İki elimden destek alarak sırtımı soğuk mermerden çekip ayağa kalktım. Toprağın üstünde olan siyah güllere ve onun ismine son kez baktıktan sonra mezarlığı terk etmek zorunda kaldım. Çünkü biraz sonra anlaştığımız yerde bizimkilerle buluşmamız lazımdı.
Moritanya Kalesi'nde yaşananları konuşup Sirius'un dediği yerleri belirleyip oraları araştırdıktan sonra ilk belirlediğimiz yere ziyaret edip o taşı oradan alıp ilk adımı atmış olmamız lazımdı. Dehliz 'in verdiği kitapta o yerler hakkında bilgiler vardı.
O yerlerin ismi bulunmuyordu. Şimdi ikisine de sahiptik. Ve ona göre daha rahat ve güvenli bir şekilde oraya gidecektik. Sonrasında Esila gününü görecek ve onu tamamen ortadan kaldıracaktım. Çünkü ona bunu çoktan birisinin yapması gerekiyordu ama bunu yapacak kişi benim olmam gerekiyordu. Sakıncası yoktu. Zaten onun için burada bulunuyordum.
Moritanya Kalesi'ne en son ben gelmiştim. Diğerleri benden önce gelip toplantı odasında yerlerini almıştı. Kapıyı ardımdan kapattığım gibi masaya doğru ilerledim. Yorgun bakışlarım masanın çevresinde bulunanlara baktığında hepsinin bakışları benim üzerimdeydi. Yavaşça masanın çevresinden oturacağım yere geçtim. Masanın ucunda tekli sandalyeye geçip onlara çevirdim bakışlarımı.
"Yorgun duruyorsun." dedi Dennis bendeki durum tespitini yaparken. Hayat çok zordu ve bende bundan payımı alıyordum. Tabii bir de bu kulede bulunanlar da vardı. Başımı evet dercesine salladım.
"İstersen yarın yapalım bu görüşmeyi." diyerek acelesi olmadığını söylediği anda Victoria başımı hayır dercesine salladım.
"Önemi yok yorgun olmamın. Zaten uzun sürmeyecek ki. Taşların bulunduğu yeri öğrendik zaten. Şimdi yapmamız gereken şey ilk nereden başlayacağımıza karar vermemiz. Taşın bulunduğu krallıklar bunlar; Buzlar diyarı, Zargana diyarı, Sigilat şehri, Sisler Diyarı, Royan şehri, Zagnaral şehri, Fahal diyarı, Panah şehri... İlk olarak bir yer seçip o yer hakkında bilgi edindiğimizde oraya gidip taşı mı alalım? Yoksa bu 8 yer hakkında tüm bilgilere ulaştıktan sonra mı başlayalım taşları almaya? "dedim onların ne diyeceğini beklerken.
İlk an sessizce düşündüklerini gözlemledim. Sonrasında Victoria masanın çevresinde olanlara baktı. Bakışları sonra onlardan bana ulaştı.
" Oyalama yapalım bu daha kolay olur bizler açısından. "diyince diğerleri de buna sıcak bakınca kabul edip oyalama ile iki seçenekten birini tercih etmek için adım attık.
" Önce sekiz krallığı araştırıp ardından taşları oradan almaya çalışalım diyenler el kaldırsın. "diyerek yüksek sesle konuşunca Victoria, ilk iki saniye herhangi biri el kaldırmadı ama sonrasında bunu kabul edenler Dennis, Victoria ve Kavi olmuştu. Geriye evet demeyen bende dahil üç kişiydi. Dehri, Nehar ve Enfal. Benim verecek olacağım cevap her şeyi belirleyecekti.
"Bence ilk adım sekiz yeri araştırmak olmalı . Neden diyecekseniz nedeni şu ; eğer birer birer krallıktan taşları almaya gidersek sonrasında diğer krallığı araştırırsak bu zaman alır. Neden mi? Çünkü bir taşı aldıktan sonra diğer krallığa yöneliriz ve buda orada olan bazı şeyleri kaçırabilme ihtimali doğurur. Olaylardan sonra edineceğimiz yorgunluğun vereceği dikkatsizlikle. Ama şimdi olayın içerisinde olmadan dışarıdan gözlemi yapıp sonra olaylara dahil olunca neler olabileceğini daha iyi fark ederiz. Ve daha emin adımlarla ilerleriz. "dedim uzun bir soluğu verdikten sonra.
" Doğru aslında orada ne kadar süre zarfında taşları ele geçireceğimizi bilmiyoruz. Belki birkaç günden fazla sürebilir. Bunun için önceden belirlenmiş adımlara uymak önceden edildiğimiz bilgilere göre hareket etmek daha doğru olur. Belki de bir şey olur ve o anda iki krallıkta bir arada taşı almayı götürürüz. Bunu bilemeyiz. Şartların o an neyi gerektiğini hiç kimse tahmin edemez. Bunun için de doğrusu adam akıllı her krallık için derinlemesine bir bilgi edinmek daha cazip. "dedi Kavi kahverengi harelerinde yatan kararlılıkla.
" Aslında doğrusu bu açıklamadan sonra size hak verdim. "dedi Dehri bu fikrin daha iyi olacağını kavramış bir şekilde ." O halde ben bugünden itibaren başlıyorum bu yerleri araştırmaya sonrasında edindiğimiz bilgileri ayıklayıp bize lazım olanlarla hareket ederiz. "diyerek cümlesini tamamladı Dennis.
Sonrasında bir Dehliz 'in bulmamı istediği kitap birde başka kütüphanelerden bu yerler hakkında araştırma yapmayı şimdiden iş bildim kendime. Ne kadar bilgiye ulaşırsam o kadar çok daha fazla o krallıklara erişimim olurdu.
Moritanya Kalesi'nde yarım saat daha kalmıştık. Bu seferki konuşmamız bu yerlere nasıl herhangi bir tepki çekmeden girebilme ihtimaliydi. Çünkü öyle kolay bir şey olmayacaktı yapacağımız şey ve bunun içinde bir şekilde bunun çözümünü bulmamız lazımdı.
Kimlik değiştirerek girmemiz ilk aşamaydı. Bunun yanında da belki birkaç gün bulunmamız gerekecek zamanlar olduğunda nasıl bir yol izlememiz gerektiğini karar vermek için kafa patlattık bir süre.
"Bence ziyaret etme fikirleriyle krallıklara girmemiz gerekiyor. Evet bu kolay olmayacak ama başka türlüsü de bizi yorar." diyince Enfal o an bu ziyareti yapanlarında başka ve yeni tanınmayan birileri olması lazımdı. Bunun içinde başka bir araştırma yapmamız lazımdı.
" Öncelik bir yerler hakkında bilgi edinelim sonrasında bu şeylere de kafa yorarız. Şimdi benim gitmem lazım. Asper Krallığı'nda birkaç iş var yapmam gereken. Onları halledeyim de sonrasında krallıklar için araştırma yaparım." diyerek oturduğu sandalyeden kalktı Victoria. Yanımızdan ayrılmadan önce bana öpücük atıp toplantı odasını terk etti.
Diğerleride peşi sıra odayı terk edip gittiklerinde ben tek kalmıştım. Yorgun ve sızlayan zihnimin bana sunduğu acıyı görmezden gelip yavaşça başımı masanın yüzeyine yasladım. Gözlerimi kapatıp başımın ağrısının geçmesini bekledim. Gözlerime çökmeye çalışan uykuya direnmeye çalıştığım anda başarısız olduğumu bulanık ve garip bir boşluğa düştüğüm an anladım.
Bir ses vardı. Bu ses benim sesimdi. Ama bu ses boşlukta yankılanan sesimin bana ulaşma anına sahipti. Yankı ve yansımaydı. Sanki ben konuşuyorum ve sesim bir yere çarpıp bana ulaşıyor gibiydi. Ama şu an konuştuğumuz cümleler değilde daha önceden sarf ettiğim cümlelerdi bana ulaşan. Suyun sesini duymaya başlamıştım sonrasında.
Suyun dalga sesini, zeminde çıkarılan bir ayak sesi kadar yüksek olduğumu o anlarda fark ettim. Gözlerimi aralamaya çalıştım ama bunu başaramadım. Sanki göz kapaklarımda koca bir yük bulunuyordu. Ve bunu kaldıracak güce sahip değil gibiydim. Bedenime komut verdiğim anda sadece parmaklarımı kıpırdatmayı başarmıştım. Ama o da benim için yararlı olmamıştı.
Sonrasında bir ses duydum. Bir erkek sesi.
Daha önce bu sesi bu zamana kadar hiç duymamıştım. O ses bir pişmanlık belirtisi içerisinde kıvranıyordu. Bir şeyden özür diliyordu. Neyden dilediğini anlayamamıştım. Kime karşı dilediğini de merak etmiştim. Çünkü isim zikretmeden özrünü diliyordu. Ve ondan af dileniyordu. Her cümlesi bir duygunun varlığıyla çevrelenmişti.
"Hatalıyım. Geri dönüş yok bu yaptığım şeyden ama olabildiğince bunun zararlarını ortadan kaldırmak için çabalıyorum. Eninde sonunda tamamen yok edeceğim ama o zamana kadar beni affetmeni istiyorum."
Bu sözlerinin ardından bir sıvının boş bit şeye dökülme sesini duydum. Bu üç kere tekrarlanandı. Sonrasında birden o sıvının bir cisim üzerine akmasını hisseder gibi oldum. Sanki benim tenimden akıyorduda bunu hissediyordum. Sonrasında başka bir şey duydum.
"Bu bir yalan değil bu bir işaret. Ve bu işaretin gittiği yere kadar o izleri takip edeceğim. Ta ki istediğim şey bana ulaşana kadar."
Bunları dedikten sonra yavaşça zihnim sesleri duymaz haline geldi ve ben artık o bilinçtende soyutlandığımı hissettim.
Bir ses duymamla başımı yasladığım yerden kaldırdım. Boynum öyle bir tutulmuştu ki kaldırmak bile işkence haline gelmişti. Enseme elim gitti ve yavaşça ovalayıp sesin geldiği yöne bakamaya çalıştım. Açık olan pencerenin sertçe rüzgardan dolayı açılıp kapanma sesiydi. Dışarıdan içeriye sızan ay ışığıyla çoktan akşam olduğunu ve bu saate kadar da uyuduğumu anladım. Birazdan burayı terk edip kuleye dönmem lazımdı. Yeterince ortalıkta bulunmadığım için dikkat çekmiştim. Daha fazla çekmeden gözler önünde bulunmam gerekti.
𓆩 ༺☆༻ 𓆪
Kuleye dönünce hava çoktan kararmıştı. Hemen adımlarımı yemekhaneye doğru attım. Sabah zaten yoktum. Birde üstelik akşam yemeğine gitmezsem iyiden iyiye tüm dikkatleri ister istemez üzerime çekecektim. Onun için bugün yemeğe istemesem bile katılmak zorundayım. Arka bahçeden içeriye girdiğim gibi alel acele yemekhanenin olduğu koridora doğru ilerlemeye başladım.
Tam yemekhanenin bulunduğu koridorun başına gelmiştim ki birden merdivenlerden aşağı inip yemek doğru ilerleyen Ahrar 'ı görmüştüm. O hâlâ beni fark etmemişti. Dalgın dalgın yürürken bende adımlarımı yavaşlattım ve yemekhaneye doğru giderken göz ucuyla ona baka baka ilerledim.
Sonunda adım seslerimi duymuş ve kim olduğunu merak ettiği için bakarken bakışları bana öylesine değip tam yeniden önüne çevrilecekken ben olduğumu idrak ettiği anda bakışları bende oyalandı. Lacivert harelere bakarken onun ne kadar keyifsiz olduğumu fark ettim. Acaba hâlâ çiçek arazisinde olanlar mıydı bu halde olmasına sebep olan?
Bana ne ki? İlgilendirmez artık beni onun ne halde olduğu! O hayatımda değil ve nasıl olduğu beni zerre ilgilendirmez.
Kendi kendime konuşurken birden bir ses zihnimde duyuldu.
"Tabi kesin öyledir. Onun için bakışları seni kahretti değil mi? Hâlâ onu sevmeni anlamıyorum?"diyen sesi duyunca adımlarım durdu ve çaktırmadan etrafıma baktım. Kimdi konuşan? Ahrar 'a göz ucuyla baktığım sırada yemekhane kapısının önünde durmuş tam kapıyı açacağı an benim adımlarımı durdurmamla o da hareket etmeyi bırakmıştı.
" Gelemeyecek misin?" diye sorunca Ahrar, tam ona cevap vereceğim anda konuşmamı engelleyen sesi duydum.
"Evet gitmeyecek misin Emira? Bak seni bekliyor Ahrar." dediğinde o an kimin konuştuğunu idrak ettim şaşkınlığımdan sıyrıldığım anda.
"Sen misin Ölü Ruh?" dedim zihnimde ona hitaben. Anında cevabını aldığım soru beni daha da şaşkına uğrattı.
"Ne o yoksa başka ruhlarla beni aldatıyor musun? Hım ihanete uğradım bir insancık sayesinde. Kalbim kırılmadı desem yalan olur!" diye iğneleyici sözlerle konuşunca o an olayın vahimliği karşısında herhangi bir şey yapamadım.
"Emira?" diyen Ahrar 'ın sorgulayıcı sesini duymam olduğum andan sıyrılmamı sağladı ve bakışlarım onu buldu. Konuşmamdan başımı salladım ve ona doğru adımlarımı yöneltip yemekhane kapısının önüne geldim. Kapıyı açıp içeri girmemi beklerken tekrar Ölü Ruh konuştu.
"Bu kadar bocalayacağını bilseydim daha önce bunu yapardım. Yüzünün aldığı şekli görmeni isterdim doğrusu. Fazlasıyla keyifli bir ana şahit oldum." dediğinde Ölü Ruh, o an bir şey diyemedim ve sadece yan yana ilerlediğim adama baktım. Çatık kaşlarıyla öylece etrafa kısa bakışlar atıyor, kendinden emin ve özgüvenli adımlarla masaya doğru ilerliyordu. Bense araftaki insandan bir farkım olmayışıyla onunla beraber ilerliyordum.
Bu Ölü Ruh 'ta nereden çıktı şimdi?
"Ruhlar Diyarından." diyen Ölü Ruh' un sesini duymamla gözlerim büyüdü. Zihnime mi sızdı mu? Bunu nasıl başardı mu?
"Çok kolaydı girmesi ama sadece düşünce kısmına yani düşünme ve kendi kendine konuşma anına tanık olabiliyorum. Diğer türlü kolyen önüme barikatlar koyuyor. "dediğinde Ölü Ruh bir an olduğum yerde tam adım atmayı bırakacağım anda Süreyya hanımın bana seslenmesiyle olduğum yerden hemen duraksamadan her zamanki oturduğum yere doğru ilerledim.
" Hemen çık git zihnimden! "dedim sinirle ve masadaki yerime geçip oturdum.
"Bugün bütün gün yoktun. Neredeydin?" diye sorgulayınca Süreyya hanım tam ona cevap vereceğim anda tekrar Ölü Ruh 'un konuşmasıyla dikkatim dağıldı ve ona odaklandı.
"Söylesene şu sevimsiz dostlarınla neler planladığını." diye konuşunca Ölü Ruh anında kaşlarım tam çatılıp ona kızacağım an dışarıdan çoğu kişinin beni izlediğini fark ettim. Dengemi bozmaya mı çalışıyor bu?
"Tam üstüne bastın Prenses." dediğinde Ölü Ruh çıldırmamak için avucumu sıktım. Bu böyle konuşursa kafa kalmaz bende.
"Kuledeydim bugün bütün gün ." dedim ve bunu ispat etmek için araya Turul beyi de kattım. "Öylesine kulede gezinip, arşiv odasına indiğim anda Turul beyle karşılaştım hatta . Sonrasında canım sıkılınca kuleden çıkıp çiçek arazisine gittim. Ve ardından uykum geldiği için odada biraz dinlendim." dediğimde anında bu son cümlemi duyan Turul bey hemen cümleye girmişti. Neyse ki açıklamam Süreyya hanımı memnun etmiş ve sorgulayan bakışları kendini sakin bakışlara bırakmıştı.
"Buradaki odanda olmadığın aşikar çünkü kulenin arka tarafından içeri girmişsin." diye Turul bey alaylı sesiyle konuşunca sabır diledim. Sınanıyorum fazlasıyla.
"Beni takip ettirdiğinizi bilmiyordum. Evet buradaki odamda uyumadım. Bir sakıncası mı var yoksa?" diye aksi bir sesle konuşup ona çatık kaşlarım arasından baktım. Bu adama gıcık oluyorum. Varlığına dayanamıyorken birde ona hesap veriyorum!
"Hım bu ihtiyar adamdan haz etmiyorsun. Sen kimseyi hiç sevmez misin? Herkesle bir sorunun var neden?" diyerek daha fazla öfkemi körükleyen Ölü Ruh 'a çatmamak için zor dayandım.
"Hepsi cins insanlar da ondan. Anlaşamıyorum buradaki insanlarla bir sakıncası mı var? Buna sende dahilsin artık! " dedim Ölü Ruh' a hitaben ve önümde duran sudan bir yudum aldım.
"Şimdilik yok. Ama olmamasını da tercih ederim." dediğinde Turul bey tam parmaklarımın ucunda duran çatalı ona fırlatma isteği ile dolup taştım.
" Vay canına sen ne de tehlikeli bir kadınmışsın. Kimse seni bu halinle bilmiyor değil mi? Kendini gizliyorsun. En sevdiğim karakter içinde saklı. Bende Esila tehlikeli derdim senin yanında esamesi bile okunmaz bunu şu an anladım. " diyen keyifli bir o kadarda şaşkın sesini duyunca Ölü Ruh 'un o an çok güzel bir şekilde üzerime oynandığını anladım. Çok güzel ya birde bir ruhla konuşmadığım kaldı.
" Ölü Ruhu tercih ederim. Diğerleriyle beni bir tutma rica etsem. Ben herkes değilim. Olmadım da hiçbir zaman ." diyince olduğum yerde şaşkınlıkla kala kaldım. Hah birde farklı oluşuna dikkat çekiyor. Ya sabır ya!
"Hah birde bunun için özür dilememi ister misin? Ha ruh ha Ölü Ruh ne fark eder ki? Sonuçta ikisi de aynı yere çıkıyor." diye ters bir şekilde konuştum. Yani sonuçta aynı şeye benziyorlar ki.
"O halde sende ha Esila 'sın ha Emira ne fark eder ki değil mi?" diyince yüzümdeki ifadesizliği korumaya çabaladım ama başarılı olamadım. Esila mı? Onunla asla benzer bir yanımız yok. Tek ortak noktamız bile yok. O kolyenin asıl sahibi bile değil. Bir hediyeydi onun boynunda bulunan kolye onun için.
"Saçmalama ikisi aynı şey değil bir kere." diyince Ölü Ruh'a kızgın bir sesle çıkıştığım sırada o sessiz kalmıştı.
Sabır... sabırki ne sabır . Sıkıntılarım bir değil ki üstesinden geleyim! Artıkça artıyor mübarek. Sayıyla veriliyor bunlar bana sayıyla.
Uzun süren bu sessizliği bozmak için konuştum çünkü hâlâ Turul beye cevap vermedim ve bu onlar için bir sıkıntı olduğunu bas bas bağırıyordu. Alta kalan bir yapım olmadığını herkes bildiği için cevap vermemem akıllarda soru işareti oluşturmuştu.
"Bende şimdilik sessiz kalıyorum ama bir daha beni takip ettirirseniz sizin için iyi olmaz Turul bey. Özel hayatıma o çok rahatsız olduğum varlığınızı sokayım demeyin lütfen. Olabildiğince siz ve ben çok mesafeli olalım neden mi? Zaten yeterince sizinle aynı havayı soluyup duruyorum. Bu bana zaten yeterince rahatsızlık veriyor. Rica etsem bu zamanı arttırayım demeyin. Bir kral olabilirsiniz ama söz konusu benim özel hayatımsa hiçbir şekilde kim olduğunuz umurumda olmaz ve gerekeni yapar bunun bedelini ödemenizi sağlarım. Bir daha asla ama asla beni Asper Krallığı'nda bulunan görünmez ruhlarla takip ettirmeyi düşünmeyin. Çünkü buna yetkiniz yok kimsenin yok hemde. "demiş ve olduğum yerde hiç dokunmadığım tabağıma kısa bir bakış atıp olduğum yerden ayağa kalkıp yemekhaneyi terk etmiştim.
Yemekhaneden çıkınca kendimi ön bahçede bulunan çardaklardan birine atmıştım.
" Hım atarlı küçük bir prenses. Bu kesin ve karalı davranışların takdire şayan doğrusu." diyen Ölü Ruh 'un sesini duyduktan sonra sinirli bir nefes vermiştim. Bir de bu başıma bela oldu ya. Gitmekte bilmiyor bit türlü.
Zaten tüm sorunlu kişileri çekmekte üzerime yok!
"Ne dediğini duyabiliyorum." diye konuşunca Ölü Ruh ifadesiz sesiyle anında ona karşılık verdim.
"Biliyorum orasını defalarca kez bana hatırlamana gerek yok! Bir kerede bir şeyi hemen anlayan kişilerdenim. Senin için aynısını söylemeyeceğim ama." diye sertçe çıkışıp oturduğum bankın üzerinde boylu boyunca ayağımı uzatıp sırtımı sert tahtaya yasladım.
"Söyleyeyim ben yine de. Sonra yanlış bir şey söyleme." diyince Ölü Ruh, onun bu cümlesine göz devirdim. Etraf karanlıktı ve kimse beni göremezdi. Daha çok yüz ifademi yani.
"Siz insanlar çok tepkili yaratıklarsınız." diye kendince çıkarımda bulununca altta kalmadan cevabını verdim.
"Siz ruhlar pardon Ölü Ruhlarda çok rahat yaratıklarsınız. Ve kaba.." dedim cümlesine atıfta bulunup.
" Hâlâ sinirlisin. Ne zaman asıl haline dönersin? Uzun sürecekse sonra yeniden gelebilirim." diyince Ölü Ruh, o an olduğum yerde sesli bir şekilde çığırdım. O ise buna zihnimde gülerek cevap verdi. Kimse duydu mu diye bakarken bahçede sadece benim tek olduğumu anlayınca derin bir nefes aldım. Neyse rezil olmadım.
Ben bunu söylerken gitmeden önce son kez Ölü Ruh şunları söyleyip terk etti zihnimi.
"Merak etme önümüzde uzun günler var çok istersen rezil olmanı sağlayacak şeyler yapabilirim."
Demiş ve gitmişti. Ben mi? Ben sadece olduğum yerde otururken sinirden gerim gerim gerilmiştim. Yaşadıklarım normal mi? Her gün başka şeylerle sınanıyorum ve bu daha ne kadar devam edecek bilmek istiyorum.
𓆩 ༺☆༻ 𓆪
Bahçede kuleye geçtiğim gibi günün yorgunluğuyla kendimi odama atmıştım. Sıcak bir duş alıp hemen kurulandıktan sonra pijamalarımı giydiğim gibi yatağa geçmiştim.
Komodinin üstünde bulunan şu bardağından bulunan suyu bir yudumda içip tekrar bardağı komodinin üstüne bırakmıştım. Güçlerimi kullanıp odanın tüm ışığını kapatmıştım. Sadece baş ucumda duran gece lambası açık kalmıştı. Artık eskisi gibi zifiri karanlıkta uyuyamıyordum. Az bile olsa odada bir ışık huzmesi bulunmalıydı diğer türlüsü huzursuz bir uykuyla uyanıyordum ve bu sabaha kadar uykusuz kalmamı sağlıyordu.
Yatağımda yavaş aşağı kayıp yastığa tam başımı koyacağım anda birden çekmecenin içinde bir ses gelince o an olduğum yerde korkudan sıçradım ve elim hemen boynuma gitti. Sesli bir şekilde yutkunup sakinleşmek için kendime zaman tanıdım. Beklemediğim bir anda bu sesi duymam korkmamı sağlamıştı.
Sağımda duran komodinin çekmecesine uzanıp kapağını açıp içinde bulunan kitabı açığa çıkardım. Çünkü bu sesi çıkaran şey Ahrar 'ın yazıyla iletişim kurduğu kitaptan gelmişti. Kitabı çekmeceden alarak dizlerimin üstüne bırakıp kitabın kapağını açtım. Yine ne konuşmak istiyordu bu adam?
"Emira." yazılmıştı ilk an boş sayfada. Sonrasında yeni yazılar belirdi.
"Bugün çiçek arazisinde eğer yanlış bir şey yapmışsam bunun adına özür dilerim. Bugün bütün gün düşününce yaptığım şeyin seni incitmekten öteye gittiğini fark ettim. Ben o an sana o yüzüğü vermek istemiştim. Çünkü benim için değerli bir yüzüktü ve sende bulunması beni çok onure ederdi. Ama sanırım seni kıracak bir davranıştı. Emira amacım oyun değil. Bunu söylemekten asla yorumlayacağım. Seni seviyorum. Seni tarif edemeyeceğim kadar çok seviyorum. Ve sende bana ait bir şeyin olmasını çok istediğim için sana o yüzüğü vermek istemiştim. Ama bunun daha doğru bir zamanda olması gerektiğini bakışlarından anlamıştım. Özür dilerim seni incittiysem. "diye tamamladığı anda cümlesini bakışlarım tek bir cümlede oyalandı.
'Değerli bir yüzüktü' cümlesinde. Peki bu yüzük kime aitti de onun için önem arz ediyordu? Annesinin yüzüğü müydü yoksa ona göründüğüm anlarda benim ona görünen ruh olduğumu bilmediği için bu yüzüğü onun için yaptırmış ama sonrasında bana mı vermek istemişti? Kurduğum cümleyi bir de sesli düşününce ne kadar saçmaladığımın farkına vardım. Kiminse kimin yüzük. Sonuçta beni ilgilendiren bir mevzu değil. Onu kıracağını bildiğim halde ona bu cümleleri kurdum.
"Sahte olan bir sevginin izi yoktur ki kalpte. Onun için beni sevdiğinizi söyleyip durmayın rica etsem. " dedim ve söylediklerim beyaz sayfa üzerinde birkaç saniye durduktan sonra hemen kayboldu.
Birkaç saniye boş sayfaya bakıp ne yazılacak diye bekledim. Neden yazılan şeyi bu kadar merak ettim ki! Hiç akıllanmıyorum ki ben! Her şeyden ders alan ben bir bu konuda ders almıyorum. Kendimi tebrik ediyorum hemde fazlasıyla! Ben kendi kendime kızıp dururken birden boş sayfada yazılan cümleyle tüm odağım oraya kaydı.
"Ya o sevgi sahte değilde gerçekse, o vakitte mi izi yoktur kalpte ? Seni değil unutmak bir an olsun kalbimden çıkaramadım ki. Seninde benden bir farkın olmadığını içten içe biliyorum "
Yazılan cümleyi okuduğum anda bir çarpıntıya kurban gitmek üzereyken kalbim anında ona müdahale ettim. Yalandı. Her cümlesi, her bakışı yalandı. En başından beri olduğu gibi. Onun için inanma. İnanma ki yine aynı acıları yaşama Emira.
Sadece Dehliz istediği için karşılık veriyorsun diğer türlü bu kitabı hemen yok etmen lazımdı.
"Sen bana adam hatırlamayı değil unutturmayı öğrettin. Onun için ben seni çoktan tüm varlığımdan söküp attım."
Sözlerimdeki acımasızlığın ve gerçeğin beni o anılara götürmesiyle bir kere daha kahroldum.
"Peki benim unutmak istemeyip hatırlamak istediklerim. Onlara ne olacak? Bakışlarını, ruhundan ruhuma alan hisleri, zihninden zihnime dökülenleri ben nasıl hatırlamam ki?"
Cümlesini okurken bir kere daha kızdım kendime. Nasıl dedim? Nasıl yine aynı şekilde aynı hisleri yaşayabiliyor diye? Ve ben yine nasıl bunu anlık bile olsam inanıp içimin titremesine izin veriyorum? Zarar veriyorum yine kendime ve bunun sebebi yine olacak. Ve ben buna yeniden izin vereceğim bana olacakları bile bile. Derin bir nefes alıp zihnimi boşalttım.
"Kapım ardına kadar açıktı size. Taki siz o kapıyı kapatmamı sağlayana dek . Siz söyleyin neydi buna sebep olan siz mi yoksa yalanlarınız mı?"
Cümlem boş sayfada silinene kadar bekledim. Sonrası hemen onun cümleleri yer aldı sayfada.
" Kalbimin kapıları sonuna kadar kapalıydı . Taki sen o kapıyı açmamı sağlayana dek. Sen söyle neydi buna sebep olan sen mi yoksa sevgin mi?"
İyi oynuyordu yine. Kaçıyor, bana benim cümlelerimle cevap veriyordu. Oyunu yine kendi bildiği şekilde çok güzel bir şekilde oynuyordu. Tebrik ediyorum. Ama en çok kendimi. Bir aptal gibi ondan bit açıklama bekliyorum bunun hiçbir zaman olmayacağını bildiğim halde. Benim dediklerime cevap vermesi gerekirken o başka yöne çekiyordu söylediklerimi. Dişlerimi dudaklarıma geçirdim ve nasıl ki o can acıtmayı ve oyun oynamayı seviyorsa bende ona karşı oynarım neden olmasın ki.
"Yalanlarınızın yansıması diyelim o kapıları açan. Ama kalbinizin değil zihninizin. Çünkü siz size olan sevgimi görmekten haz aldınız. Hoşunuza gitti. Koşulsuz şartsız sevilmek. Ama unuttuğunuz bir şey var. Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez. Hayat gibi sevgi gibi. Demem o ki bir anda kapattığım kapıları aralayan biri çıkabilir her an. O zaman oyuncağını kaybetmiş bir çocuk edasıyla baka kalırsınız. Bunu da zihninize kazıyın derim. "
Cümlelerim biter bitmez anında kitabı kapattım. Çünkü ne söyleyeceğini merak etmiyorum.
𓆩 ༺☆༻ 𓆪 Odada uyuyorken olduğum boşluktan çekilmemi sağlayan bir ses duyuyordum. Uzaktan uzaktan bana ulaşan ve beni içine düştüğüm boşluktan çıkarmak için uğraş veren bir ses. Sağ elim gözlerime gitti. İçeriye dolan güneş ışınları gözlerimi açmamı engelliyordu. Sabah olmuştu ve ben ses olmasa belki de daha geç uyanabilirdim. Çünkü hâlâ uykumu almadığımı hissediyordum. Saat kaçtı acaba? Olduğum yerden yavaşça doğrulup sırtımı yatak başlığına yasladım.
Bakışlarım odada gezinirken hâlâ duymakta olduğum ses odaklandım. Bu saatte ne sesi bu? Ah kırk yılın başı uyuyorum o da bu gürültülerin olacağı güne denk gelir zaten! Homurdanarak yataktan çıkıp banyoya doğru ilerledim. Bonyoya geçtikten sonra uzun sürmeyecek bir sürede kısa bir duş almış hemen sonrasında banyodan çıkarak üzerimi giyinip, saçlarımı kurulamıştım. Saçlarım kurduktan sonra ense hizasında sıkı bir topuz yapmıştım. Birkaç perçem saçımı alnımın her iki tarafından salık bırakmıştım. Boy aynasının önüne geçip kısaca kendime baktım.
Üzerimde salaş beyaz saten balon kol gömlek vardı. Altınada siyah dizimin altına kadar uzanan kahverengi kumaş eteğim vardı. Ayakkabı olarakta rugan siyah topuklu ayakkabı giymiştim.
Kulenin içerisi sıcak olduğu için bu kıyafetler içinde üşümezdim. Üşürsemde zaten değiştirmem zaman almazdı. Kulağımda küçük küçük beyaz taşa sahip bir küpe vardı. Bileğimdeyse gümüş ince şeritli bir bileklik vardı.
Eksik bir şey olmadığını anlayınca odada daha fazla oyalanmadan çıkmış ve aşağıdan gelen gürültünün sebebini öğrenmek için zemin kata inmiştim. Zemin kata ulaşır ulaşmaz birden çok kişinin koşturmaca içerisinde yemekhaneye eşyalar taşıdığını gördüm. Ne oluyor burada diye anlamaya çalışırken birden karşıdan bana doğru gelen ve yüzündeki sırtımdan her şeyi anladığım Victoria 'yla bakıştım.
"Bana yapmadım de?" diyerek aklımdaki şeyin olmama ihtimalini sorguladım. Victoria' ysa tek omzunu silkerek bana doğru adım atıp tam karşımda durdu. "Seni şu an öldürmek istiyorum." dedim tek kaşımı kaldırıp ona kötü kötü bakarken. Victoria ise şapşal şapşal sırıttı bu dediğime.
"Victoria yaptığın şey senin hoşuna gitmiş olabilir ama benim hoşuma gitmedi. Bana sormadan bu organizasyonu nasıl yaparsın?" dedim tamamen bozulan ruh halime. Tüm gün keyifsizce ortalıkta dolaşıp duracağım şimdi. Tüm ilgi üzerimde olacak hiç sevmediğim bir durum içerisinde bulunuyorum ve bunun sebebi Victoria. Ah ne diye benim fikrimi de sormaz ki!
" Tırnaklarımı yüzüne geçirmek için can atıyorum! "diye sertçe konuşurken Victoria hiç oralı olmadı. Ve başladı tüm olayı anlatmaya.
" Konsept rengi tabii ki mavi; gözlerinin rengi. Tüm sevdiklerinle birlikte olacağın bir gece olacak. Herkes davetli. Ve şimdiden hazırlıklar başladı. Çok geç olmadan kutlamaya başlayacağız. Varisler ve Dennis yakında burada olurlar. Maskeli balo yapmaktan son anda vazgeçtim. Neden yüzlerimiz gizlensin diye düşündüm ve bundan vazgeçtim. Konseptte herkes mavi giyinecek sen hariç sen istediğin bir renk elbise giyebilirsin. Hatta Turul bey ve Tarsis Kralı 'da bu mavi giyinmeye dahil. Zor oldu ama bunu sağladım. "dediğinde aklıma bir anda ikisini mavi renk arasında düşündü.
Yani giymeseler daha makbule geçerde. Neyse. Bir kere kabul etmişler. Heyecanla bana bakan Victoria sakin bakışlarımla baktım. Sanki görende onun doğum günü sanır. Ne bu heyecan? Benim yerime de heyecan yapabilir isterse. Çünkü ben hiç bundan memnun olamadım da. Çünkü doğum günümün kutlanmasını sevmem. Ve şu an bana sorulmadan kutlanıp, isteksiz olduğum halde bu partiye katılmam isteniyor. Kollarımı göğsümde kavuşturur kavuşturmaz bakışlarımı kısarak ona baktım.
" Eee şimdi neresinde doğum günü sürprizi? Ben orasını anlamadım da? Sormak istedim. "diyince o an onun düşünceli hali tek kaşımın yukarı kavislenmesini ve onun vereceği cevabı merakla beklememi sağlamıştı.
" Canım bugün senin doğum günü partinde olacak organizasyonu sana söylemem, tamamen her şeyi söylediğim anlamına gelmiyor haberdar olmayacağın birkaç şey daha var ve bu gecenin sonunda öğreneceksin. Yani anlayacağın sana sürprizleri söylemedim. Sadece ortalıktan kaybolmaman için seni bilgilendirdim. "diye Victoria sevimli sevimli birde beni uyarmıyor mu sinir yüklenmesiyle dolup taştım adeta.
" Katılmak zorunda mıyım? Bensiz kutlasanız daha iyi olmaz mı benim açımdan. "der demez itiraz istemeyen bakışlarını bana dikti.
" O kadar onca kişi uğraş veriyor bu parti için. Sakın kaçamaklık yapma kötü olur. Hadi şimdi sen kahvaltı yapmak için toplantı odasına geç. Senin için kahvaltını oraya hazırlattım. "diyince Victoria, onun yanından toplantı odasına doğru giderken sesli bir şekilde öfledim.
" Öfleme bana. "diye arkamdan beni uyarsada daha sesli bir şekilde öflemiştim.
On mayıstan nefret etmem çok mu saçma? Çünkü ben doğum günü kutlamalarını hiç sevmiyorum. En çokta kendi doğum günümün kutlanmasını.
Toplantı odasından içeri girdiğimde biraz ileride masanın üstünde duran kahvaltılıklarla bakıştım. Tüm iştahım kapandı ki doğum günü kutlamasını duyunca. Şimdi gel yemek ye diyor birde Victoria hanım. Yani bir sorma gereği bile duymadan arkamdan iş çeviriyor parti organize etmek için. Tabi biliyor bilsem engel olacağımı. Geri dönüşüde yok ki bunun.
El mecbur katılacağım hiç istemesem de. Moralim bozuldu ya. Masaya doğru gitmiş ve masanın ucunda olan sandalyeye geçip oturmuş sinirli sinirli kahvaltı etmeye başlamıştım. O Victoria bunun hesabını ödeyecek. Ya istemediğimi bile bile yapmayı kafasına koymuş. Her şey çoktan hazırlamış bile. Tek eksik benim partiye gelme durumum. Acaba bu o gün toplantı odasında Asper Krallığı'nda işim var derken bu işi mi kast etmişti?
Bence bu olmalı çünkü son zamanlarda çok yoğun olduğunu söyleyip ortalıktan kaybolup gidiyordu. Bu kızın aklında ne var? Umarım beni sinir edecek bir organizasyon yapmamıştır. Daha önemlisi başımıza bela olacak herhangi bir iş çıkarmazsa çok makbule geçer. Yoksa daha taşları bulmadan başka vukuatlarla ortalıkta ismimiz dolanacaktı.
𓆩 ༺☆༻ 𓆪
Toplantı odasında kahvaltı ettikten sonra oradan ayrılıp, kulede Victoria 'yı aramıştı gözlerim ama kuleden ayrıldığını söylediklerinde sessizce kuleden ayrılıp kulenin biraz uzağında olan gölün olduğu tarafa doğru ilerlemiştim.
Gölün yanına gelince gölün etrafına çevrili olan kayalıklara doğru ilerlemiştim. Kayanın yanına gelince düz, yüksek olan kayaya oturup bakışlarımı durgun suya çevirmiştim. Hava bugün çok güzeldi. Güneş ışınları gölden etrafa yayılıyor, suyun bazı kesimlerde küçük gökkuşaklarına rastlıyordum. Bakışlarım etrafta tur atarken birden bir şey gözüme çarptı.
Gölün tam sağ tarafında bulunan koca gövdeli ağacın dallarının gölgesi altında bulunan bir siyah kutu gözüme çarptığı anda olduğum yerden ayağa kalkıp, oraya doğru ilerledim. Gölün etrafından dolanıp kutunun olduğu yere ulaştığım anda dizlerimin üstüne çöküp , iki elimle kutunun kapağını kavrayıp kapağı kaldırdığım gibi bakışlarım içerisinde olan şeye çevrildi.
Kutunun içerisinde olan şeyi bulunca bakışlarım bir müzik kutusuna rastladı. Gümüş renginde olan müzik kutusunu kutunun içinde çıkarıp daha yakından bakmaya başladım. Küçük müzik kutusunun üzerinde yazılı olan yazıya daha dikkatli baktığım sırada burada konuşulan dille yazılı olan ismimi görmüştüm. Bakışlarımı müzik kutusundan çekip etrafa çevirdim. Kimin buraya bunu koyduğunu merak ettim doğrusu.
Kimseyi bulamayınca hemen bakışlarımı müzik kutusuna çevirdim. Gümüş rengi müzik kutusunda küçük bir melek figürlü sarı saçlı kız vardı. Bu küçük kız figürü yere oturmuş bir şekilde elinde tuttuğu kitabı okuyordu.
Yavaşça müzik kutusunun arka kısmında bulunan aparatı çevirip müziğin çalmasını bekledim. Yavaşça çalan melodiyi dinlerken olduğum yerden yavaşça öne doğru ilerledim. Sırtımı ağacın gövdesine yaslayıp, hem müziği dinledim hemde bakışlarımı göle çevirip bu huzurlu anın tadını yaşadım. Akşama daha çok vardı. Ondan sonra zaten Victoria 'nın o sürpriziyle alakadar olacaktım. O ana kadar bari tek başıma sessiz ve sakin bir şekilde günümü geçirmeliydim. Müzik çalmayı bırakınca hemen tekrar çalmasını sağladım
Gözlerim usulca kapandı ve yavaşça zihnimin dinlenmesi için sessizliğe odaklandım.
"Beğendin mi?" diyen bir ses duyar anında gözlerim açıldı ve sol tarafıma baktım. Tabi o an olduğum yerde hafifçe sıçramıştım. Son anda müzik kutusunun elimden düşmesine mani oldum. Yanımda beliren varlığıyla bana bakan Dehliz 'i görünce o an yaşadığım korku silindi ve yerini güzel bir mutluluğa verdi. Dehliz yanı başımda durmuş bana merakla bir ifadeyle bakıyor, sorduğu soruya ne cevap vereceğimi merakla bekliyordu.
"Beğendim." dedim dudaklarıma yerleşen sıcak tebessümle birlikte. Bakışlarımı hafifçe kısarak onu izledim. Yüz ifadesini göremiyordum ama o bembeyaz hareleri şu an daha parlaktı.
"Seveceğini düşündüğüm için bunu sana vermek istedim doğum günün için ." dediği anda elimde duran gümüş müzik kutusunu sımsıkı tutup yavaşça ona doğru döndüm.
"Uzun zamandır yoktun. Nerelerdeydin? Uzun zamandır böyle bir araya gelip hiç konuşmadık." dediğimde yavaşça onunda bana doğru dönüşünü izledim.
"Biraz uzaklaşmam lazımdı. Onun için buralardan biraz uzağa gittim. O sırada yanına gelemedim ama iyi olduğunu biliyordum. Herhangi bir sorun olsaydı anında yanında olurdum." diyince varlığının bana ne denli güven verdiğini hissettim. Ve yanımda oluşunun benim için eşi benzeri olmayan bir şey olduğunu daha iyi anladım.
" Hım demek oluyor ki sadece bazı zamanlarda bir yerlere kaçamaklık yapmak isteyen tek kişi ben değilim buna sevindim." diyince Dehliz evet dercesine başını salladı.
"Nasılsın Emira?" diyince bir an gerçekten bu sorunun cevabını kendime sordum.
Nasıldım? Yorgun. Düşünceli. Kaygılı. Ürkmüş ve daha niceleri...
"Karmakarışık duyguları bir arada yaşıyorum Dehliz. Hâlâ tam olarak her şey düzelmedi. Ve sanrım küçük bir sorun var." diyince o an yerinde hafifçe hareket etti.
"Nasıl bir sorun?" diyince derin bir nefes alıp sorusunu yanıtladım.
"Sanırım Ölü Ruh, ben onu bulmadan o beni buldu. Ve zihnime sızdı. Benimle konuşuyor hatta bildiğin sanki onunla samimi bir yakınlığımız varda bana o yakınlıkta davranıyor. Ve zihnime sızdı. Düşüncelerimi duyuyor ona göre benimle konuşuyor. Ne yapacağımıda bilmiyorum. "diyerek her şeyi açıkça söyleyebildiğim kişiye söyledim şu an yaşadıklarımı.
Dehliz söylediklerimi duyduktan sonra ilk birkaç an sessizce durdu ve söylediklerimi düşündü.
" Ölü Ruh demek ki senden haberdardı önceden. Çok kendi başına olan biriydi. Kimseyle muhatap olmazdı bile. Seninle konuşması ve zihnine sızmasının ardından bir şeyler olabilir." dediği anda Dehliz hafiften korkmadım değil.
" Nasıl yani bir amacı mı var benimle şu an konuşmasının ? "diye sorunca bilmem dercesine başını salladı.
" Olabilir, olmayabilir de. Ama dikkat et kendine. Ve çok açık verme. Ama zihnine sızmış. Anılarına erişiyor mu? "diye sorunca Dehliz hayır dercesine kafamı salladım.
" O halde sadece yaşadığın anlık olaylara ve düşüncelere tanık olabiliyor. Ama sanmıyorum sana zarar vereceğini sadece belki de sen ve Esila arasında olan çekişme onun dikkatini çekti ve onun için seninle iletişime geçti. Zaten taşların yerini biliyorsun. Yerlerini artık bildiğini öğrendim seni takip ettirdiğim bir ruh tarafından. Eğer rahatsız olduysan bir daha takip ettirmem. "diyerek rahatsız olup olmadığımı sorduğu anda bunun her an olmadığını sadece belli anlarda olduğunu tahmin ettiğim için yok değil dedim.
Hem belki de daha iyi olabilir herhangi bir sorun olsa Dehliz o an yardımcı olabilir bana.
" Merak etme sadece senin için tehlikeli olabilecek anlarda seni takip ediyor. Yoksa her an yanında değil. Rahatsız olmanı ve bu düşünceye kapılmanı istemem." diyerek olayın bütününü önüme serdiği anda bir kere daha iyi ki onu tanıdığım için çok mutlu oldum. Beni düşünmesi ve elinden geldiğince yardım etmesi beni çok mutlu etti. Yakınımda onun olması ve beni bu denli düşünmesi burada tamamen yalnız olmadığımı hissettirdi.
"Sağ ol Dehliz iyi ki varsın. İyi ki dostum ve sırdaşımsın. Sen olmasaydın ben ne kadar ileriye gidebilirdim tahmin edemiyorum. Çünkü bana çok yardımcı oldun. Ve olabildiğince yükümü sırtlandın. Önüme ışık tutup beni dikenli yollar konusunda engelledin ." dedim ve onun eline uzanıp iki elimle sol elini sımsıkı tuttum.
" Benim içinde senin dostluğun çok kıymetli ve sana her konuda yardımcı olacağım. İstediğin her an yanında olacağım. Çünkü onca yıl sonra bana iyi gelen tek şeysin. Yezra 'nın aşkı senin dostluğun benim için mucize." dediğinde Dehliz içten bir tebessüm ettim.
" Burada seninle tanışmak benim için diğer iyi olan şeylerin başında geliyor. Varlığın varlığıma güç veriyor ve vermeye devam edecek. "
En sonki cümlemden sonra Dehliz yanımdan ayrılıp gidince ben olduğum yerde kalmaya devam etmiştim.
Dehliz 'in verdiği müzik kutusunu birkaç kere daha çalmasını sağladıktan sonra olduğum yerden kalkarak kuleye doğru ilerlemiştim. Ben bahçeden içeriye girince çoğu kişinin dışarıda bahçede zaman geçirdiğini görmüştüm. Elimde duran müzik kutusuyla birlikte kuleye doğru giderken göz ucuyla etrafa baktığım anda bazı kişilerin bakışlarının bende olduğunu fark ettim.
Aralarında fısıldaşanlar ifadesiz bakışlarıyla bana bakıyordu. Benden buradakilerin hepsinin haz etmediğini zaten biliyordum. Ama böyle herkesin bakışları bende olurken ister istemez gerilmekten kendimi alıkoyamıyordum. Kulenin kapısına varınca içeriye hızla girip, önümde olan uzun dar koridorda ilerlemeye başladım.
Önümdeki uzun koridoru aştıktan sonra sağ tarafa dönmüş ve merdivenlerden yukarı çıkmaya başlamıştım.
Elimde duran müzik kutusu büyüm sayesinde şu an kaldığım odada olurken bende beşinci kata ulaşmış ve Lord Yelit 'in odasına doğru ilerlemiştim. Bugün burada değildi. Onu uzun zamandır görmediğim için çok özlemiştim. Ama hâlâ gelmek gibi bir niyeti yoktu. Ve bu beni sinir ediyordu. Odasının kapısının önüne gelip tam kapının koluna uzanacağım anda birden kapı kendi kendine geriye doğru açıldı. Bense bunu beklemediğim için geriye doğru hızla bedenimi çektim.
Ne olursa olsun hâlâ bu kapının bu şekilde açılması beni ürkütüyordu. Buna bir çözüm bulmak lazımdı. Kapı açıldıktan sonra içeriye doğru yavaşça kafamı uzattım ve içeriye göz attım. İçeride kimsenin olmadığını görünce yavaşça içeriye doğru ilerledim. Oda sessiz ve hafif loş bir ışıkla aydınlanıyordu. Kısaca etrafıma bakındım ve olabildiğince hiçbir şeye dokunmadan etrafa bakıp odayı turladım.
Odada bulunan hiçbir şeyin yeri değişmemişti. İçerisi kendine has bir büyüyle temizleniyor olmalıydı. Lord Yelit zaten pek sevmezdi odasında bir yabancının bulunmasını. Şu an kapı içeri girmem için açılmış demektir ki odada bulunmam lazım.
Çünkü diğer türlü kapıyı açmaya bile çalışsam açamaz ve geri dönerdim. Ama kapı ben daha açmadan önce açıldığına göre Lord Yelit burada bulunmamı istiyordu. Sol tarafımda bulunan tekli sandalyenin baş kısmına avucumu yasladım ve daha dikkatli bakmaya başladım. Sanki bir şey vardı ve ben bunu kaçırıyordum. Ve daha derin bakarsam onu bulacak ve buraya girmem için kapının neden açıldığını öğrenmiş olacaktım.
İlk an karşımda duran kitaplık raflarına dikkatle bakındım. Herhangi bir farklılık aradım. Kitaplar rafta Lord Yelit 'in düzenine göre sıralanmıştı. Herhangi bir değişiklik yoktu. Orada bakışlarım duvarda asılı olan tabloya kaydı. Kayar kaymaz duvarda olan tablonun değiştiğini fark ettim. Daha öncesinde bu karşımda bulunan tabloda bir ağaç ve o ağacın arkasında bulunan uçurum varken.
Şu an bu karşımda olan tabloda bir çiçek arazisine resmi vardı.Tabloya çizilmiş çiçekler siyah renkteydi. Çiçek arazisinde olan çiçekler net olarak aktarılmamasından ötürü ne arazisi olduğunu anlayamadım. Herhangi bir çiçek olabilirdi belki burada bulunan çiçeklerden. Olduğum yerden hareket edip tabloya doğru ilerledim.
Siyah çiçek arazisi tabloda küçük yer kaplarken hemen çiçek arazisinin yanında bir göl bulunuyordu. Sanki diğer tarafı yaşamken diğer tarafı ölümü simgeliyordu. Tablo ikiye bölünerek bir mesaj veriyordu. Ve bu bana bir şeyler çağrıştırıyordu. Benim bir arafta bulunduğumu simgeliyordu bu tablo. Lord Yelit acaba bunu bilerek mi buraya asmıştı? Bir şeyleri fark etmemi anlatmaya mı çalışıyor bu sayede? Bir yanlışın varlığını anlamam için miydi?
Tablonun üzerinde bulunan çizimi daha iyice incelemeye başlayınca birden tüm çizim bir anda yok oldu. Ve ben gri bir düz fonla karşı karşıya kaldım. Bu durumu anlamaya çalışırken birden tablo yavaşça yana doğru kaydı. Tablo olduğu yerde yana kayarken ben tablonun arkasında beliren boşluğa baktım. Ve o an bu anın dejavu olduğunu anladım. Çünkü buraya ilk geldiğim anda da Yasaklı Kütüphane'de bulunan tablonun arkasında bulunan boşluktan Karanlık Sırlar Kitabı çıkmıştı.
Tablo yana kaymayı bıraktığı anda ben o boşluğa baktım. Ve boşluğun içinde duran bir kutu gördüm. Olduğum yerden bir adım öne adım atıp boşluğun içinde olan kutunun kapağına parmaklarımı yasladım. Ve kutunun kapağını açıp içerisinde ne olduğunu anlamaya çalıştım. Kutuyu açınca parıltılı siyah taşlara sahip bir taç gördüm.
Harelerim yavaşça kutunun içinde olan tacı inceledi. O kadar muazzamdı ki o an öylece dumura uğramış bir şekilde işlemeli tacın figürlerini ve taşlarını inceledim detay detay. Sabırsızlıkla karıncalanan parmaklarım o tacı dokunma hissiyle doldu.
Yavaşça kutunun içinde olan tacı olduğu yerden çıkarıp daha yakından baktım. Pasparlak olan siyah taşlar su damlası şeklinde tacın belli bölümlerine yerleştirilmişti. O kadar ince ve naifti ki tac, hayranlıkla hâlâ bakıyor, bakışlarımı çekemiyordum. Bir anda tacın ucunda bir işlemli yazı gördüm. Ve yazılan şeyin ismim olduğunu fark ettim. Ve buraya ait bir dille değil benim ülkeme ait bir dille yazılıydı.
'Emira'
Tacı olduğu yere geri koyup, kutunun kapağını kapattım. Ve ona bir zarar gelmemesi için kutuyu kolyemdeki gizli bölümde muhafaza ettim. Kutuyu olduğu yerde aldığım anda kutunun altında küçük bir notu gördüm.
'Sevgili kızım Emira. Bu güzel günde nice güzel yaşlarına tanık etmek dileğiyle nice güzel yıllara. Hediyeyi beğeneceğini düşündüğüm için sana bunu vermek istedim. Tablodan çıkaracağın anlamı az çok tahmin ediyorum. Kendine dikkat et. Herhangi bir zarar gelmesini istemem sana. Bugün doyasıya eğlen ve mutlu ol. Yakında geleceğim. O zamana kadar kendine iyi bak. Çünkü gelişim çoğu şeyi değiştirecek. '
Kağıtta yazılanları olduktan sonra onu kutunun içindeki yerine koyduktan sonra odayı terk etmiştim.
Lord Yelit'in odasından ayrılınca merdivenlerden aşağı inecekken merdivenlerden alel acele yukarı çıkan Ahrar 'ı gördüm merdiven boşluğundan aşağı bakarken . Başımı daha da eğip hangi kata doğru çıktığına baktığım anda odasının bulunduğu kata çıktığını gördüm. İçimde yavaşça kendini belli eden merakla iki kat aşağı inip hemen Ahrar' ın arkasından ilerlemeye başladım.
Ben kata inmiş ilerlerken koridorda Ahrar odasına girmiş ve kapıyı kapatmamıştı. İçeriden duyduğum sesle ne yaptığını merak ettim. Yavaşça kapının dibine geldiğim anda Ahrar 'ın masasının önünde eğilmiş çekmeceyi karıştırdığını gördüm. O hâlâ beni fark etmemişti. Zihnim çığlık çığlığa o seni görmeden çekilip git odanın önünden derken, kalbim dur diyordu. Ve kalbimin sesini dinledim.
"Bir şey mi oldu?" diyince sakin sesle konuştuğum anda Ahrar hızla kafasını kaldırdı ve bana baktı. Benim burada olduğumu beklemiyor olmalı ki hemen şaşkınlıkla ayağa kalktı ve gözlerini birkaç kere kapatıp açtı. Lacivert harelerindeki o şaşkınlık artık kaçışım olmadığını gösteriyordu. Ahrar yavaşça masanın önünden ayrıldı ve bana doğru ilerledi.
Ahrar bana doğru gelirken bende derin bir nefes aldım ve nasıl bir şekilde devam etmem gerektiğini düşündüm. Ahrar tam karşımda durunca ben bakışlarımı ondan çektim ve etrafta dolaştırdım.
" Anlamadım." dediği anda Ahrar o an bakışlarım saniyelik onun harelerini buldu. Ve lacivert harelerindeki kafa karışıklığı yaşadığını anladım.
"Merdivenlerden inerken senin alel acele merdivenlerden çıktığını görünce bir şey olduğunu düşünüp buraya geldim. Ama sanırım bir şey yokmuş ben yanlış anlamışım." diyip konuyu kapatmaya çalıştım ama Ahrar hiç bu yaptığımı kaale almadı ve bu adımımı kendi aleyhine çevirmeye çalıştı.
" Hiçbir şey olmadı. Bir sorun yok. Sadece bir eşyamı unutmuştum. Dersim var şu an o şeye ihtiyacım olduğu için apar topar yukarı çıktım. Ama seni burada görmek beni şaşırttı. İyi ki diyorum unutmuşum şimdi. Nasılsın? Bugün yaş günün ve kutlama yapılacak kulede. Genelde kutlamaları sevmezdin. "diyince alaylı bir ifadeyle ona bakıp konuştum.
" Genelde sevmezdim ama değişti her şey. Geceyi sabırsızlıkla bekliyorum. Ve bir sorun olmadığı için mutlu oldum. Ben seni dersinden alıkoymayayım. Derisine dön sen ben gideyim. "dedim ve hemen odadan çıkmak için acele ettim.
Ne tesadüf ki ben giderken hiçbir şekilde beni durdurmadı ve gitmeme izin verdi. Ben onun yanında çekip giderken nedendir ki onun bir anda değişen ruh halini hissettim. Ve bu sinirimi bozdu çünkü olabildiğince ona uzak davranırken bu yaptığım şey onun işine geldi ve bunun için kendime içten içe o kadar kızdım ki.
Çünkü bu yaptığım şey çok yanlıştı ve ben bu yanlış için kendimi boğmak istiyordum. Ah Emira ah bu kozu ona vermeyecektin. Çok büyük bir yanlış yaptım ve Ahrar 'ın bir düşünceye kapılmasını sağladım ve bu çok büyük aptallıktı. Bunun üzerini nasıl kapatacağım diye kendi kendime düşünürken zemin kata ulaşmıştım.
Ah birde uzun bir gece sürecek doğum günü partisi vardı değil mi?
|
0% |