Yeni Üyelik
46.
Bölüm

46-Gece ve His

@kumsallardagezen12

『Gidenlerden ne geriye kalır biliyor musun? Bir kırık kalp bir paramparça zihin ve kararsız düşünceler... 』

 

Ne kadar sevilirsen sevil, seni değiştiremez bir sevgi. Sen sen olmayı bırakmayacaksın. Sen sadece bir kimlik alırsın, kimliğin değişmez. Değişemez de. Sevgi her şeyi değiştirmez sadece yumuşatır. Ve o yumuşama sadece olayları daha çekilir kılmaktan öteye gidemez. Sevgi her şeyi yontmaz. Onun eni, boyu ve şekli hoş karşılanmaya çalışılır. Bu asırlar öncesinden beri böyle değil mi? Kim değişti? Ya da kim kimi değiştirdi? Değiştirdiğini düşündü? Kimse bence...

 

Asırlardır böyleydi. Sevgi iyileştirdi, değiştirmedi. Göz yumdu sadece . Göz kapatamadı. Susturdu sadece . Konuşturmadı. Unutmuş gibi yaptı. Unutturmayı başaramadı hiçbir zaman. Sevgi her şeyi yeniden inşa etmedi. Onardığıyla kaldı; insanları ve evreni.

 

Sevgi sanılan kadarıyla kusursuz değil içinde kusurlar barındıran bit duygu. Kusursuz olan duygu acıdır. Hiçbir şekilde bir şeye göz yummuş değil. Olanı olduğu gibi kabul eder. Olmayana eyvallah etmez. Acı dayanmaz sahteliğe ya da şekil almış diğer şeylere. Acı, doğru olanı barındırır yanında ve o doğru ondan gidene kadar gölgesinde yaşatır. Ta ki artık onuda yanında barındırmayacağını anlayana kadar. İşte saf olan ve özü içinde yaşatan acıdır.

 

Sevgi, sadece kabullenir. Silip atmaz.

 

Acı, kabullenmez. Karşısına almaktanda çekinmez. Kolaydır onun için kaybetmek. Varlığını hissetmemek.

 

Sevgi, onu hayalleri arasında görür ve öyle düşler.

 

Acı, onu gerçeğin yansımasında şekillendirir ve gerçekliğiyle kendini göstermesini ister. Olmazsa bu isteği anında onu yok sayar.

 

Sevgi, umudu taşır içinde. Ne geri gitmeye cesareti vardır ne de ileriye. Arafta takılı kalır ta ki cesur bir adım atana kadar.

 

Acı, umutsuz anları ve yaşamları içinde taşır. Çünkü yarına bir eyvallahı yoktur. Ya olsun ya da olmasın kafasındadır.

 

Sevgi, ölümden korkar.

 

Acı, ise ölüme korkusuz adımlarla ilerler.

 

Sevgi, susmayı tercih eder çığlık atmak yerine.

 

Acı, avazı çıktığı kadar bağırmak ister yaşadığı her şeye karşı. Susmak ona ölüm kadar çaresiz gelirde ondan.

 

Sevgi, kaybedişi kolay kabullenir.

 

Acı, kaybetmekten kaçınır ve sonuna kadar gider. Göze alır yara almayı da ölmeyi de.

 

Derler ki sevgi korkak kalplerde atar. Acı ise cesur kalplerde.

 

Ama derler ki acının gölgesinde yeşermiş sevgi ise kalple birlikte bedende varlığını sürdürür. Bu herkeste bulunmaz. Çünkü saf bir sevgi darbe almamıştır. En küçük darbede geriye çekilir ama acının gölgesinde büyümüş ve kendi bağımsızlığını kurmuş sevgi her darbeye koşarak karşılık verir. Ve bu sevgiye sahip çok nadir insanlar vardır...

 

Boş kağıda yazıklarımı içimden tekrar okudum. Zihnim bazen konuşmak istiyor bende onun istediğini yerine getiriyordum yazı yazarak.

 

Bir yanım her yeri darmaduman edecek kadar öfkeli ama bir yanım ise köşeye sinip, ağlayacak kadar güçsüz. Ve ben hangi tarafta uzun bir müddet beklemeliyim bilemiyorum. Çünkü ikisi arasında gelip gitmek yoruyor. Zihnim arbede izleriyle darmaduman. Her acının karşısına bir duygunun ihaneti var zihnimin en sığ derinliklerinde.

 

Ve ben bunları yara bandıyla örttüm. Bir dikiş atmadım. Atmama izin vermediler her an her saniye verdikleri darbelerinden dolayı. Bense daha toparlanamadan darbeleri kucakladım zihnimde. Ama artık zihnim olduğu yerde çöküşe doğru sürüklenirken bir şeyler yapmam gerektiğini fark ediyordum da neyi nasıl yapmam gerekiyor onu kestiremiyorum. Öncelikle nereden başlamalıyım?

 

Eslia 'dan mı?

 

Ahrar' dan mı?

 

Esila en kolayı gibi. Çünkü onda kafamı karıştıran bir durum yok. Ama Ahrar 'da maalesef var. Onun canı yansın diye uğraşırken aslında kendi canımı yakıyorum. Bundan haberim yok. Sonradan fark ediyorum ve bu can yakıyor. Ahrar seven bir yanım var ama nefret eden bir yanımda var. Onu her gördüğümde canım misliyle yeniden aynı hisle yanıp duruyor. Yakıp geçiyor acı her yanımı.

 

Kelimelerim bundan sonraki zamanlarda Ahrar' a ulaşamayacak. Onun yanından teğet bile geçemeyecek. Çünkü hiçbir kelimem onunla yaşamış olduğum geçmişi değiştiremeyecek. Karşısına geçip neden yaptın diye bir kez daha sormayacağım.

 

Neden mi? Çünkü bir kere dedim ve bunun cevabını canım yanmak pahasına aldım da ondan . Onun söyledikleri değişmeyecek, benimde hissettiklerim değişmeyecek bundan sonra. Yani boşa geçmesin diye zaman görmezden gelmek için hâlâ aynı çaba içerisinde olacağım. Bir daha hata yapmayacağım. Evet hata. Çünkü onun odasına gitmek bir hataydı. Onun bir şeyler düşünmesine izin vermiştim bu yaptığım şeyle. Ve bu onun için artı bir puanken benim için eksilere düşüştü. Ve bunun bir daha tekrardan olmaması içinde gözlerimi onun olduğu yerde başka şeylerle oyalayacağım. Aynı zihnimi oyalayacak olmam gibi.

 

Ona karşı hissettiklerimi silmek istiyorum. Sanki hiç olamamış gibi davranıp, öyle yaşamak istiyorum. Aslında her şeyi yokmuş ve yalanmış gibi düşünerek tüm olanı kabullenmemek için nedenlerle kendimi kandırıyorum.

 

Aşk aslında sandığımız şey değildi.

 

Aşk, aslında sevgi değildi. Aşk olmasını istemediğin şeyleri düşlemek ve onu faaliyete sokmaktı.

 

Ve de böylece aşk bir bağımlılık haline gelip onda saplantılı hale gelip duruyorduk. Bağımlılık yaptığını gizliden gizliye zihinlerimize aşılıyorduk. Bunun yanlış olduğunu bilmeye bilmeye. Aşk ve sevgi birbirinden farklı olan iki şeydi.

 

Aşk, bağımlılık yapıyorken.

Sevgi, bağımsız hislerle insanları birbirine bağlıyordu. Sevgi ; naifti bir duyguydu. Kırmadan ve incitmeden bir yaşam sunardı. Aşk ; can acıtan bir duyguydu . Aşk, yakıp darmaduman eden bir yaşama seni çekip terk ederken sevgi bunu yapmazdı. Aşk zararlar içerirdi. Sevgi zarar veremezdi.

 

Aşk ; yara. Sevgi ; yardı.

Aşk yaralar. Sevgi onarırdı.

Aşk öldürür. Sevgi yaşam sunardı.

Aşk yok eder. Sevgi var ederdi.

Aşk kanatır. Sevgi iyileştirirdi.

Aşk ağlatır. Sevgi güldürürdü.

Aşk yaman bir dünya sunardı. Sevgi huzurlu bir dünyayla seni baş başa bırakırdı.

 

Aşk zorlukların ve zıtlıkların olduğu bir duyguydu. Sevgiyse kolaylıkların ve aynı hislerin olduğu bir duyguydu.

 

İşte hayat tamamen bu cümlelerden ibaretti. Önümdeki kitabın kaybolmasını sağlayıp bakışlarımı biraz uzakta duran çalışanlara çevirdim. İçeriye bir şey taşıyıp duyuyordular. Sebebi benim doğum günümdü. Victoria dertli başıma yeni dert açmaktan öteye gidemiyordu. İsteyerek mi yapıyor yoksa denk mi geliyor bilmiyorum. Ama gerçekten nokta atışı olduğu kesin.

 

Çalışanlar harıl harıl çalışırken bende bir an önce bugün bitsin diye dua ediyorum. Daha gece başlamadığı halde. Birde bana bir sürpriz yapacağını söylemişti. Kim bilir nasıl bir sürpriz olacaktı? Ama gecenin sonu hiç istenmeyen bir şekilde bitecek ondan ismim kadar eminim. Çünkü bir araya geldiğimiz anların sonunun nereye çıktığı bariz belli.

 

Neyse ne yapalım olacağı engellemek mümkün değil. Hele o geleceğin içinde birde biz varsak. Çok ses getirmese bari. Daha yapacağımız onca şey varken önceden kendimizi açık etmek aptallık olur. Çünkü zaten yaptıklarımız yeterince tepki alacak şeylerken yeni şeylerle muhatap olmak bunun üzerini tamamlamak olur. Ve ölüyü bir kere daha öldürmek gibi karmaşık bir sorunun içinde olabiliriz.

 

Çardağın altında sessizce oturmuş ve sıkıntı içinde etrafa attığım on bininci bakıştan sonra sanki her şeyi yeniden görmüş gibi derin derin izliyor, inceliyor ve detay detay aklıma kazıyorum. Ah haklısınız biraz tuhaf ama şu an yapacak bir şey olmadığı için uğraşacak bir şey arıyorum ama bulamıyorum.

 

Canım ne kitap okumak istiyor ne de çizim yapmak. Çünkü şu an zihnim çok karmaşık ve onu sakinleştirmeye çalışsamda başarılı olamıyorum. Ve ne yapmam gerektiğini de hiç bilmiyorum ki. Omuzlarını düşürüp, sıkılan ruhumla etraftan bakışlarımı çekip oturduğum yerde küskün bir kız çocuğu edasıyla ayaklarımı bir ileri bir geri sallamaya başladım.

 

"Ne o prenses? Bugün şu gün doğumun değil mi? Neden normal insanlar gibi mutlu olmak yerine üzgün ve sessizsin?" diyen meraklı bir ses duyunca tüm dikkatim bu sese çevrildi. O anda bakışlarım yerden çekilip etrafımda gezdirmeye başladım. Sesin tam olarak nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Ayaklarımı hareket ettirmeyi bırakmış ve keskin bakışlarımla şu an duyduklarımı söyleyen Ölü Ruh 'un tam olarak nerede olduğunu kavramaya çalıştım.

 

"Bulamazsın beni." diyince bu seferde Ölü Ruh bakışlarımı boşluğa dikip zihnimden konuştum. Çünkü malum etrafımda biri yokken kendi kendime konuşmamı biri görse ne düşünürdü? Küstah lakabımın yanında deli veya kaçık lakabı yer alırdı bu seferde.

 

"Yine ne diye geldin? Ne istiyorsun benden anlamadım ki? Hem sana ne ister mutlu olurum ister mutsuz? Seni ne ilgilendirir ki benim ne halde olduğum?" diye sertçe konuşmuş ve tavrımı ortaya koymuştum. Geçen sefer o iğneleyici cümlelerini unutmuş değilim.

 

" Ha bu arda gün doğumu değil. Doğum günü olacak o! "diyerek ayrı bir parantez açıp onu kurmuş olduğu cümle konusunda uyarmıştım.

 

" Yani ne değişti ki? Aynı kapıya çıkıyor mu çıkmıyor mu prenses? Sen biraz gergin misin? Ondan dolayı mı bu suratsız halin ve tavrın? "diyince Ölü Ruh anında kaşlarım çatıldı ve ne dercesine baka kaldım. O an etrafa kimse olmadığı için anında gözlerimi devirdim ve cümlesine hitaben konuştum.

 

" Aynı kapıya çıkmıyor bir kere! Ve gergin değilim sadece sıkıldım. Hem bunda ne var ki? "diyerek olağan bir şey olduğunu bariz söyledim. Ne var sıkılmak benim için yasak bir şey mi?

 

" İnsan bu günlerde genellikle mutlu olurlar. Sende sıkılıp duruyorsun ona şaşırdım . Yoksa sen insan değil misin? Garip davranışların var prenses farkında olduğunu düşünüyorum." dediği anda o an ona bir şey fırlatmak istedim ama onu göremediğim için bu içimde kaldı.

 

" Sen fırlat ben değmiş gibi davranır, acı nidası atarım istersen. Sonuçta senin söyleminle doğum günün bugün. "diye alaylı sesiyle konuşunca Ölü Ruh, sinirli bir şekilde dişlerimi sıkarak güldüm. Ve gözlerimi kapatıp açtım sakin kalmak için. İki elim oturmuş olduğum bankın kenarlarına sıkı sıkıya tutarken cümlesine karşılık verdim.

 

" Nede komik bir şeysin sen! Boş kaldığın günlerde bu saçma esprilerin için şimdi çalışmada yapıyorsundur sen şimdi!" diye onu küçük düşürücü cümleler kurmuş ve konuşmasını beklemiştim.

 

"Senden övgü ve yergi olan cümleler duymak ne de hoş!" diye alttan alttan alaycı sesle konuşunca derin bir nefes alıp dudaklarımı birbiri üstüne bastırıp durdum. "Ama unuttuğun bir şey var prenses ben sana onu hatırlatayım. Benim boş anım yoktur. Ve boş anlarda kendi kendime çalışmalar yapmam espri için. Anlıktır söylerim gider biter. Ama sen bunun için kendini değerli düşünmek yerine bana kızgın bakışlarla bakıyor beni tersliyorsun. İyi ki bir kalbe sahip değilim yoksa bu sözlerin kalbimi kırardı. "diyince çığlık atmak istedim. Bu uğraşları daha ne kadar devam edecek?

 

" Üzülmeli miyim bir kalbe sahip olmadığın için. "diye sahteden soru sordum.

 

" Hayır. "diyince Ölü Ruh başımı yana atıp sabır dilendim.

 

" Ah ne mutlu bana o zaman karşımda kalpsiz biri var. Kırması daha zor olur! "dedim ve olduğum yerden kalkıp sağ tarafımda bulunan salıncağa doğru ilerledim.

 

" Bu salıncak sevdanı da anlamış değilim. Mutsuz ve gergin olduğun her an burada buluyorsun kendini. "diyince Ölü Ruh, o an adım atmayı bırakıp söylediklerini düşündüm. Beni uzun zamandır izlemiş miydi? Yoksa zamanlar arasında geçişler yaptığı için mi bunu biliyordu? Ve benim gergin ve mutsuz anlarda kendimi salıncağın bulunduğu yere gitmeme dikkat etmesi bana tuhaf bir duygu sunmuştu.

 

Adım atmaya devam edip salıncağın yanına ulaştım. Salıncağa oturmadan önce sözlerine bir karşılık verdim.

 

"Sadece burada olmak iyi geliyor. Senin için böyle bir yer yok mu Ölü Ruh?" diye sormuş sonrasında salıncağın üstüne oturmuş yavaşça salınmaya başlamıştım ayaklarımdan destek alarak.

 

"Hayır yok." diye kısa bir şekilde cevap verince sesli bir şekilde gülmeye başlamıştım.

 

"Bu sefer gerçekten deli olduğuna inandım." dediğinde yapmış olduğum şeye hitaben, anında daha hızlı salınmaya başladım.

 

"Hım emin misin? Çünkü ben olduğunu düşünüyorum da. Neden mi? Çünkü artık bilmem farkında mısın bilmiyorum ama artık yanı başımda bulmaya başladım seni sık sık. Sana iyi geliyor olmalıyım ki yanımdan ayrılmıyorsun Ölü Ruh." diyerek onu hiç ummadığı yerden vurdum. Ama söylediklerimde haklıyım. Çünkü son günlerde sık sık yanıma gelip duruyordu. Yoksa haberi bile olmadan varlığıma alışmış mıydı? Yoksa beni mi merak edip duruyordu?

 

Dehliz 'in arkadaşlığı çok güzeldi ama Ölü Ruh' un arkadaşlığı sanki bambaşka bir şey olurdu gibime geliyor. Bu düşüncemi duyduğunu sanmıyorum çünkü söylediğim cümleden sonra epey bir süre sessizce beklemişti. Çok mu ummadık yanından vurmuştum sözlerimle onu?

 

"Konuşmayacak mısın benimle?" dedim büyük bir zevkle. Çünkü onu dumura uğratmıştım ve bu büyük bir keyif vermişti.

 

"Ne alaka sadece.." demiş Ölü Ruh ve devamını getirememişti. Bu hali anında kendini ele verdi. Düşünmüş müydü dediğimi uzun zamandır?

 

"Evet sadece? Dur ben tamamlayayım rica ediyorum. 'Evet seninle ilk zamanlarda sadece seni korkutmak için bulunurken şimdi varlığına muhtaç bir hale geldim. Sensiz yapamıyorum Emira. Senin gibi bir arkadaşa dosta ihtiyacım var.' Bana bu ve bunun gibi söylemler mi kurmak istedin ve kuramadın Ölü Ruh? Merak etme söylesen seninle alay etmem. Eh haklısında herkes benim dostum olmak ister. Aynı senin gibi. "demiştim hınzır bir sesle.

 

Anında bu cümlemden sonra Ölü Ruh tekrar sessizliğe kapılınca olduğum yerde kendimi tutamadım ve sesli bir kahkaha atıp salıncakta öne arkaya doğru gittim. Ayaklarım boşlukta ileri geri sallanırken ben etrafıma ışıltılı gözlerle bakıyordum. Yok artık hadi ilkinde şaka yaptım da ikincisini söylediğim anda yaşadığı sessizlik bu düşüncemin doğruluğunu ispatladı.

 

"Benim varlığıma mı alıştın sen?" diyince şaşkın şaşkın o an hemen karşı çıkan cümlelerini duydum.

 

"Saçma sapan konuşma. Yok öyle bir şey. Sadece başka bir şeyle uğraşıyordum ondan cevap veremedim." diyince inanmadığımı belirtmek için ya ya öylemi dercesine dudaklarımı büzüp başımı aşağı yukarı salladım.

 

"Dedim ya yok öyle bir şey! Şu ifadeni sil sinirimi bozuyorsun!" dediği anda daha yüksek sesle güldüm ama o sırada etrafıma kalkan oluşturdum kimse beni duymasın diye.

 

"Sen öyle diyorsan öyledir ama inanamadığımı bilmeni isterim çünkü sesin öyle demiyor. Çok açıkça bu şekilde düşündüğünü ele verdi sesin. Hem sıkma canını herkes bir ben olamaz onun için arkadaşın olmamı istemen normal. Hem benim açımdan sorun yok arkadaşın olabilirim. Ama senden ricam belirlediğimiz saatlerde bir araya gelip konuşalım. Arkadaşlar bunu yapar çünkü. Habersiz gelme aynı düşman gibi. Sen haber vermek için bir çözüm bulursun. Hem -"tam devam edeceğim anda birden sinirli bir sesle konuştu. Ama bende etkili oldu mu? Yok. Çünkü yalan bir sinirdi sesinde rastladığım tınısı.

 

" Yok öyle bir şey! Uydurma kendinden böyle saçma sapan şeyler. Hem seninle bir araya gelmek istediğim düşüncesi senin uydurmandan ibaret bir şey. Benim seninle öyle bir amacım yok olmazda. Neyse rahat ol yokum artık bundan sonra." dediğinde Ölü Ruh o an dediği şeylere inanamadım ve peki sen öyle diyorsan diye başımı tamam dercesine sallayıp, salıncakta sallanmaya başladım.

 

Ölü Ruh yanımdan ayrıldıktan sonra keyfim yerine geldiği için dudaklarımda varlığını devam ettiren gülümsemeyle salınmaya devam ettim.

 

Ah nasıl biriysem artık bir ruh bile beni arkadaş olarak kendine yakın görmüş ki yanımdan ayrılmıyor. Ama bu biraz farklı bir arkadaşlık onun için çünkü yaptığım iğnelemelere rağmen bunu sorun etmemiş. Ben Dehliz 'le hiç böyle konuşmazdım ki. Hatta nadir Victoria' yla böyle konuştuğum olmuştur.

 

Bakalım beni önümde nasıl bir gelecek bekliyor?

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Gündüzlerimde bir kaybın izleri bulunuyor. Kazımış. Silinmesi imkansız. Kaybolması için gözlerimin yokluğa bakması gerek. Kulenin ön bahçesinden çıkmış gece için hazırlık yapmak için odama gelmiştim. Yemekhanenin önünden geçerken içeride olan mavi renk konseptle dizayn edilmiş süslemeler ve masa örtüleri dikkatimi çekmişti.

 

Yemekhanenin içinde olan tüm masalar ve sandalyeler çıkartılmış onun yerine köşelerde bulunan yüksek ayaklara sahip daire şeklinde olan masalar getirtilmiş ve yemekhanedeki yerlerini almıştı. Pastayı görmemiştim ama Victoria 'nın ne denli bir pasta yaptıracağını az çok tahmin edebiliyorum. Yemekhanenin perdeleri bembeyaz saten kumaş perdelerle yer değiştirilmişti. Zaten daha her şey tamamıyla bitmediği için ancak bu kadarını görmüş sonrası yukarı çıkan merdivenlere yönelmiştim.

 

Odama geldiğimde ilk durağım banyo olmuştu. Gece yoğun geçecek gibiydi ve benim gece o yorgunlukta odaya gelip duş almaya mecalim olmayacağı için bunu şimdiden halletsem daha iyi olurdu. Banyodaki işimi kısa tuttuktan sonra üzerime bornozu geçirip giysi odasına geçmiştim. Dolaba doğru ilerlerken elimdeki el havlusuyla saçlarımı kurutup bir yandan da ne giyebilirim diye göz atıyordum kıyafetler arasında. Ama her kıyafeti eleyip bir diğerine geçiyordum. Tam olarak ne giymem gerekiyor emin değildim. Model az çok kafamda vardı da renk olarak hangisini seçmem gerekiyordu onu tam olarak netleştirmiş değildim.

 

Elimde duran el havlusunu biraz ileride olan küçük pufun üstüne atıp dolaba bir adım daha atıp daha yakından kıyafetleri inceleyip karar vermeye çalıştım. Yani hâlâ kararsızdım ne giyeceğim konusunda.

 

Ben kendi kendime düşünürken birden arkamda bir şeyin bırakılma sesini duyunca hemen refleksle arkama dönüp baktım. Döner dönmez ise tam karşımda bir mankenin üzerine geçirilmiş bir elbise gördüm. Elbisenin güzelliğinden gözlerimi alamadım. Elbise o kadar güzeldi ki büyülenmiş bir şekilde onu inceledim. Olduğum yerde elbisenin olduğu alana doğru ilerledim.

 

Muazzamdı. Tam karşısına geçip elbisenin kumaşına dokunarak elbiseye ışıltılı gözlerle baktım. Göğüs kısmı kalp şeklinde olan elbisenin göğüs kısmının ön tarafında şerit şerit kumaşın izleri vardı. Omuz ısımı ve boyun kısmı açıktı. Elbisenin kolları düşük omuzlu balon koldu. Kol kısmının uzunluğu dirseğe kadardı. Saten kumaşını ışığın altındaki o pürüzsüz hali ayrı hoş duruyordu. Elbisenin rengi pudra pembesiydi. Bel kısımdan aşağı doğru inen etek kısmı kabarık ve hafif pilelere sahipti.

 

Mavi konsept için pudra pembesi renkli elbiseyi kim düşünmüştü bilmiyorum ama aklımda hiç pembe giymek yokken şu an elbiseye düşmüş ve onu sabırsızlıkla giymek istiyorum. Elbiseye birkaç dakika daha baktıktan sonra yönümü makyaj aynasının olduğu yere çevirdim. Öncelikle makyajımı yapıp hemen sonrasında elbiseyi giyip aşağı inecektim. Zaten ben hazırlanana kadar çoktan başlardı parti.

 

Bugün epey oyalandığım için akşama doğru odama gelmiştim. Çoktan hava kararmaya yüz tutmuştu. Eh ben hazır olup aşağı indikten sonrada parti hemen başlardı. Makyaj aynasının önünde duran pufun üzerinde duran el havlusunu alıp masanın boş olan bir kısmına koyup öncelikle saçlarımı ense hizasında toplayıp sonrasında makyajımı yapmaya koyuldum.

 

Tam tamına yirmi dakika süren bir makyajın ardından saçlarımı yapmaya başladım. Elbisenin göğüs kısmının biraz dekolteli olması sebebiyle saçlarımı su dalgası yapıp omuzlarımda salınmasını sağlayacaktım. Sarı saçlarım çoktan kurduğu için öncelikle kısa sürede taramış, taradıktan sonrada büyü yardımıyla hemen istediğim şekilde şekil almasını sağlamıştım.

 

Saçlarımın bitmesiyle hemen Süreyya hanımın hediye ettiği taçlardan elbiseme uygun olanını aramış ve aynı renge sahip pembe taşlara sahip bir tacı alıp kafama yerleştirmiştim.

 

Toz pembe tonlarında bir makyaj yapmıştım. Göz çevremi koyu bir farla ortaya çıkarmıştım. Dudağımda parlak bir pembe dudak ruju bulunuyordu. Omuzlarımın üstüne hafif parıltı simler serpiştirip ışıldamasını sağlamıştım. Gerdanım açık kaldığına kanaat getirdiğim için hemen beyaz taşlara sahip bir gerdanlık takmıştım. Naif ve çok güzeldi gerdanlık. Bileğime hemen kolyenin eşi benzeri olan bilekliği takmıştım. Gerdanlık setinin küpesi çok abartılı olmayan bir küpeydi. Onu da kulağıma taktıktan sonra olduğum yerde kalkıp hemen büyümü kullanıp elbisenin üzerimde olmasını sağlamıştım. Hemen ayağıma siyah kalın burnu açık topuklu bir ayakkabı giymiştim.

 

Saniyeler içinde elbise üzerimdeki yerini aldım duan sonra boy aynasının önüne gelip kendimi incelemiştim.

 

İstediğim görünümünden daha iyi duruyordum. Elbise çok güzel duruyordu üzerimde. Ama merak konusu olan bu elbiseyi kim bana hediye etti? Çünkü herhangi bir notta bulunmuyordu.

 

Lord Yelit miydi?

 

Dehliz mi?

 

Yoksa Ahrar mıydı?

 

Ahrar 'sa ve benim bu kıyafeti gördüğümü gördüğü anda keyfi fazlasıyla yerine gelecekti. Ve ben yine kendi kendime verdiğim sözü çiğneyerek bir sıfır olarak geriye düşecektim.

 

"Onun hediyesi değil prenses."

 

Anında odada konuşan Ölü Ruh' un sesini duyunca hemen onun tarafından hediye edildiğini anladım. Ama neden böyle bir hediyeyi verme gereksinimi oldu ki?

 

"Neden?" dedim sadece merakla kendi yansımama bakarken aynada. Ama bakışlarım bende değil daha çok aynanın yansıtıp durduğu odanın kısımlarında gezinip durdu.

 

"Sana bende bir hediye vermek istedim. Ama bu bugün olan konuşmadan ötürü değil. Bu düşünce içinde olma sadece vermek istedim ve verdim. Gece senin için güzel geçsin prenses."

 

Ölü Ruh bunları söylerken ben sadece hâlâ neden verdiğini anlamaya çalışıyordum. Zaten ben kendi kendime düşüne dururken o çoktan gitmiş ve beni kendi düşüncelerimle baş başa bırakmıştı. Bana bazı düşünceleri düşünme gafletine terk etmişti. Yoksa düşündüğüm şey miydi? Olabilir miydi? İhtimaller arasındaydı ama ben olmayacağı garantisiyle kendimi kandırmaya çalışıyordum. Çünkü diğer türlüsü benim için çok farklı olurdu.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Gece olmuştu. Sesler buraya kadar geliyordu. Arka bahçe ve ön bahçe olmak üzere birçok kişi doğum günüm için davetliydi. Daha tam başlamadığı içim parti bazıları kendini dışarıya atmış olmalı ki çıkardıkları gürültüler bulunduğum kata kadar ulaşıyordu. Pencere açıktı ve dışarıdan esen rüzgar içeriye sızıp duruyordu. İçimdeki o garip duygularla baş etmeye çalışıyorum. Çünkü istemsizce gerilmiş ve heyecandan dolayı karnımda küçük sızılar meydana geliyordu. Victoria kaç saattir yanıma uğramamıştı. Bu bile kafamda birden çok sorunun yer edinmesini sağlıyordu.

 

O çağırmayana kadar aşağı inmemem gerektiğini bildirmişti bir çalışan vasıtasıyla. Bense paşa paşa kabul etmiş ve onun gelmesini beklemiştim odada kendimi oyalamak adına.

 

Saniyeler geçtikçe daha da soğuk soğuk terlemeye başlıyordum. Ben kendi kendimi sakinleştirmeye çalışırken birden kapım aniden açılınca hemen hızla başımı arkaya çevirip gelenin kim olduğuna bakındım. Victoria ve yanında bulunan Dennis 'le kapının girişinde durmuş bana bakıyordular.

 

Bedenimi arkaya doğru çevirip onlara doğru ilerledim.

 

"Sonunda geldiniz. Ne zamandır sizi bekliyorum. Bu kadar uzun sürmesinin ardında umarım bir sıkıntı yoktur." diyerek hafif kızgınlık ve yanında rahatlamış bir sesle ikisine hitaben konuştum.

 

Ben susmuş onların konuşmasını beklerken Victoria ve Dennis sessizce bana bakıyordular.

 

Hafif yüzüm merakla gerildi ve neden bu halde olduklarını anlamaya çalıştım.

 

" Vay be benim bile dibim düştü. Aşağıdakileri düşünemiyorum." diyen Dennis 'e soğuk bir ifadeyle baktım.

 

"Bende bir şey olduğunu sandım. Abartılacak kadar iyi değilim." diyerek tam Victoria' nın soluna geçtiğim sırada Victoria hâlâ beni baştan aşağıya inceliyordu.

 

"Elbisen çok hoş ve bana bir yerden tanıdık geldi. Ama nereden onu anlayamadım. Ama çok güzel olmuşsun. Bence bugün kimsenin bakışları senden uzak duramayacak." dedi ve Victoria yavaşça bana göz kırpıp imayla karışık bakınca ne demek istediğini anladım ama anlamazlıktan geldim.

 

Ahrar 'ın ne düşündüğü umurumda bile değil. Bir an bu cümlemi sabote edeceğini düşünmüştüm Ölü Ruh' un ama öyle olmadı. Hayret ortaklıktan kayboldu mu? Yoksa dönüşü yakında olur mu bilemedim.

 

" Hadi daha fazla bekletmeyelim davetlileride aşağı inelim biran önce." Dennis 'in söylemiyle hemen odadan çıkarak aşağı inen merdivenlere doğru yönelmiştik.

 

"Çok kalabalık aşağısı haberin olsun. Herkes senin doğum günün olduğunu duyunca daveti hiçbiri geri çevirmeden kabul ettiler. Çünkü şu ana kadar çoğu kişi seni ismen bilsede seni görmüş değil. Bunun için hepsi anında davete olumlu cevap verdi. Nasıl göründüğünü merak ediyor herkes. "diye Victoria uzun bir cümle kurarak daha fazla gerilmemi sağladı. Çünkü yeterince kalabalık ortamları sevmezken bir anda içerisinde olmak beni hayli hayli zorlayacaktı.

 

Sonunda zemin kata geldiğimiz anda Dennis önden giderek ben ve Victoria için kapıyı açmış, içeri girmemizi beklemişti. Ben ve Victoria içeriye adımladığımız anda Dennis 'te bizden sonra hemen içeri girmişti. Ben içeri girmiş etrafa göz atarken Victoria yanımda durarak olan biteni kısaca anlatmaya başlamıştı.

 

Şu an yemekhanenin içerisi loş bir ışıklandırmayla aydınlanıyordu. Tavana asılı olan avize yanmıyor, avizenin ucundan dört bir tarafa doğru uzanan süslemeler mevcuttu. İçeride bulunan masaların üzerindeki örtüler bembeyazdı. Ve her masada küçük bir şamdanlık bulunuyordu. Şamdanların rengi gümüş rengiydi. Mumlar beyaz renge sahipti.

 

Yemekhanenin bir ucunda hafif bir tonda müzik çalınıyordu. İleride olan enstrüman çalan ve hafif bir tonda bir şeyler söyleyen bir müzikal grubu vardı. Ve davetlilerse bembeyaz kıyafetler içerisinde bulunuyordu. Hepsi bembeyazdı. Kişilere baktığım sırada bazı tanıdık simalara rastladım. Rauf bey ve Loya hanım vardı tanıdık yüzler arasında.

 

Umarım Serra 'da onların yanında gelmemiştir. Yoksa doğum günüm olduğunu unutur onu burada cayır cayır yakarım. Bakışlarımı farklı yöne çevirdiğim anda bu seferde Mera, Kiran ve Tarsis Kralı' nı görmüştüm. Üçüde beyazlar içerisinde benim olduğum tarafa bakıyordu.

 

"Tüm sevdiğin herkes burada." diyince Victoria anında radarıma yakalanan Turul bey ve babasını görünce pek öyle söylediği gibi olmadığını görerek anladım.

 

Nereye baktığıma gören Victoria anında omuzlarını düşürdü.

 

"Saçmalama istersen onları nasıl burada olmaması için uyarırım." diye çıkışınca hemen ona gülümserken söylediğine cevap verdim.

 

"Merak etme ben bunu hem bakışlarımla hemde cümlelerimle gayette açık bir şekilde ifade ederim." dedim ve olduğum yerden yavaşça olduğum yerden hareket ederek bana doğru gelen Süreyya hanımın olduğu tarafa doğru ilerledim.

 

Bana içten bir gülümsemeyle bakıyor ve parıl parlayan hareleriyle inceliyordu. Karşı karşıya geldiğimiz anda hemen elleri omuzlarıma yerleşti.

 

"Muazzam görünüyorsun." demiş ve hemen sonrasında kollarını bedenime sarmalayıp, bana sarılmıştı. Kısa süren sarılışımızın ardından Süreyya hanım ben ve Victoria 'yı davet alanında olanlarla tanıştırmaya başlamıştı.

 

Her masaya uğrayıp orada ismimi söyleyip beni tanıttıktan sonra oradakilerin ismini zikredip, kim olduklarını söyleyerek onlar hakkında bilgi edinmemi sağlıyordu. Bazılarının tebessümüne içtenlikle karşılık verirken bazılarına vermiyordum. Çünkü bazılarının o iğneleyici ve nefret eden bakışlarına rastlıyor, ona göre muamele gösteriyordum. Bana kim neyle gelirse bende ona göre davranıp ona öyle yaklaşıyordum.

 

Rauf bey ve Loya hanımın olduğu masaya gitmiş onlarla kısa bir sohbet etmiştim. Ben gittikten sonra yaşadıkları şeyleri anlatmış ve duydukları şeyleri sormuştular rahatsız olmayacağım şekilde. Onları tanıdığım için pek kayıtsız kalmayıp kısaca cevap vermiştim. Onlarda onları kırmamak için cevap verdiğimi bildikleri için pek detaya inmeden, söylediklerimle yetinmişlerdi.

 

Süreyya hanım onların yanında kalmaya devam ederken ben hemen bizimkilerin bulunduğu masaya ilerlemiştim. Çünkü Mera, Kiran ve Tarsis Kralı 'nın yanında bulunuyordular. Küçük adımlara onlara doğru ilerlerken Kral Hermes' in sessiz ama rahatsız olduğunu belli eden bakışlarını görmüş, bu haline tebessümle karşılık vermiştim. Pek ona göre değil bu kalabalık ve dönen o muhabbetler. Kendi halinde biri, sessizliği seven ve çok yersiz konuşmalardan hoşlanmayan biriydi.

 

Sonunda yanlarına varınca Mera olduğu yerden ayrılıp hemen karşıma geçerek bana kucak dolusu sarılıp bir müddet öyle bekledi.

 

"Nasılsın?"demişti kulağıma doğru. Mera 'nın sorusuna nasıl cevap vermem gerekiyor bilemediğim için sadece bilemem dercesine omzumu silkerek cevap vermiştim.

 

Mera geriye çekip gözlerimin en derinine bakıp bendeki hisleri görmeye çalışmıştı. Anında tüm bariyerleri zorlayan Mera' ya kendi kalkanlarımı siper etmiştim. Bendeki bu çabayı görünce sadece anladım dercesine gülümsemiş ve geriye çekilip, Kiran 'ın yanıma gelmesine izin vermişti. Kiran bana doğru adım atarak önce doğum günümü kutlamış hemen sonrasında da o da Mera gibi sarılarak varlığını hissettirmişti.

 

Kiran geriye çekildikten sonra masada bulunan diğerleriyle de kısaca sarılmış sonrasında kısa bir sohbete esir olmuştuk. Sohbet koyulaştığı sırada bizim bu halimiz Tarsis Kralı 'nı rahatsız edince hemen onun yanında bitmiş ve onun sessizliğine hemen bir an önce son vermiştim.

 

"Sessizliğinizi neye yormam lazım? Buraya bu kadar istemeyerek geldiğinizi belli etmeyin rica etsem. Çünkü kırılıyorum. Benden rahatsız olduğunuzu biliyordum da aynı ortamda bile bulunmak istemeyişinizi yeni fark ettim." diyerek yalandan alınmış gibi davranınca Tarsis Kralı ne yapmaya çalıştığımı anladığı için sıkıntılı bir nefes verip bu halimi tasvip etmeyen bakışlarıyla karşılık vermişti.

 

" Hım artık beni çözmüş gibisiniz Kral Hermes. Bu iyi bir şey mi bilmedim benim açımdan. Çünkü size karşı ne yapsam anında ne demek istediğimi hemen anlamanız benim için bir risk. Ve bundan hiç hoşlanmadığımı söylemek istiyorum." diyerek gerçek düşüncelerimi dile getirdiğim anda Tarsis Kralı hafifçe bana doğru yaklaştı.

 

" Uzun zamandır gözlemliyorum seni ve neyi ne için yaptığını anlayacak kadar seni çözdüm. Bu kadarını bilmem gerekmez mi? "diye sorunca Tarsis Kralı, bilemem dercesine bakıp bir şey demesini bekledim.

 

" Huysuz ve sıkıntıları ardından getiren bir kız çocuğunu andırıyorsun . "diyen Tarsis Kralı 'nın bu sözüne sadece çocukça yani ne yapayım dercesine bir kaldırıp baktım.

 

" İşte bunu kast ediyorum. "dediğinde Tarsis Kralı hemen dudaklarımı aralayıp konuştum.

 

" Yani benimde yapım bu ne yapayım? "diyince Tarsis Kralı anında başını aşağı yukarı hafifçe öyle dercesine salladı.

 

" Sıkılmış gibisiniz. "diye durum tespiti yapınca anında evet anlamında başını salladı.

 

" Pek uzun sürmeyecek zaten gecenin sonunda Victoria 'nın bir sürprizi olduğu için erkenden ayrılacağız diye biliyorum. "dediğimde anında bu söylediklerime kaşlarını çattı.

 

" Bir şey mi oldu? "diye sorarken buldum kendimi. Neden bir anda yüz ifadesi başka bir hal aldı?

 

" Kiran ve Mera' da davetli mi peki? "diye sorunca Tarsis Kralı, evet dedim sorduğu soruya cevaben. Anında tek kaşı kavisli hale geldi. Kızmış mıydı? Yoksa endişelenmeye mi başladı?

 

" Sizin geceyi belasız bitirmeden dönmeyeceğiniz kesin bir şey ve buna hem oğlum hemde gelinim davetli. Bu ne kadar güvenilir sence? "diye sorduğunda Tarsis Kralı, bir şey diyemedim o an. Güvensiz bir yere gidip gitmediğimizi bile bilmezken nasıl bir cevap vereceğimi kısa bir süre düşündüm.

 

" Yani bence sorunsuz biter gece. Pek endişeye mahal yok gibi. "diye kararsız bir şekilde konuşunca anında bu kararsız oluşum onu daha çok tedirgin etti.

 

" Gideceğiniz yerin neresi olduğunu biliyor musun? "diyince Tarsis Kralı, hayır anlamında başımı iki yana salladım. Victoria söylemeyi tercih etmemişti.

 

Verdiğim cevap iyiden iyiye onu kaygılı bir duruma itti. Derin bir nefes aldığını gördüm o an. Fazlasıyla sorunlu biri olarak beni gördüğünü düşünmeye başladım o anda. Ama bu benim içinde hoş olmayan şeylerden biriydi. Ben çok mu istiyorum sanki hep bir araya gelişimizde bir sorunla geceyi kapatmayı? Tabi ki hayır. Öyle bir düşüncem yok bir kere. Olamaz da. Ama ne oluyor bilmiyorum ama bir anda bir bela bizi kendine bir mıknatıs edasıyla çekip bizi istemediğimiz anlarda kendimizi bulmamızı sağlıyordu.

 

" Anlaşıldı gecenin sonunda uyanık kalmalı ve bir şey olduğu anda müdahale etmeliyim. "diyince Tarsis Kralı, o an bizi yürüyen bir bela makinesi olarak gördüğünü açıkça söyleyince keyfim iyiden iyiye kaçtı.

 

Bu kadar emin oluşu bile bir şey olmasa bile olacağına sinyal veriyordu. İfadesiz hareleri sessizce vereceğim cevabı bekliyor, az çok ne diyeceğimi tahmin ediyor gibi bir hali vardı. Adam keyif bırakmadı ki! Bir şey olmayacaksa bile artık o dediği için olacak gözüyle bakıyorum artık. Ve şu an oraya gitme isteğim sıfıra indi. Tebrik ediyorum tüm keyfimi bozması yetmedi birde bir şey yapmama isteğiyle dolup taşmamı sağladı.

 

" Ben çok memnun gibi mi duruyorum oradan bakılınca? Bizim istediğimiz bir şey gibi görünüyorsa yanılıyorsunuz. Çünkü biz istemeden kendimizi sorunların içinde buluyoruz." diye savunmaya geçince Tarsis Kralı ya öylemi dercesine bakıp alaylı bir şekilde güldü. Anında yüzüm asılarak bakışlarımı etrafa çevirdim.

 

" Teşekkür ederim gerçekten tüm keyfimden oldum sayenizde mutlu musunuz? "dedim ve cevap vermesini beklemeden yanından ayrılıp başka bir yöne geçip bizimkileri dinledim sessiz sedasız.

 

Çok güzel ya tüm keyfim kaçtı. Şimdi bekle bekleyebilirsen gecenin hemen bitmesi için. Ben surat asıp dururken, Tarsis Kralı tüm keyfimi bozduğu için anında endişeye kapılıp ne yapması gerektiğini düşünmeye başlamıştı. Bense ona hiç pas vermeden öylece etrafı isteksiz isteksiz incelemeye başlamıştım.

 

Yani bir ayaklı bela olmadığım kalmamıştı. Sanki suç bende! Ben mi diyorum belalar beni bulun? Hayır tabi ki! Kendi kendine başıma bela açmıyorum ya! Bir anda bir şey oluyor ve ne olduğunu anlamadan içerisinde bulduğum yetmiyor sorunun ele başı haline geliyorum.

 

Bence bende sorun yok. Olsaydı kendi dünyamda da bunların benzerini yaşardım ama yaşamıyorum. Bu da demek oluyor ki burada bir sorun var. Yoksa durduk yere kendi kendime sorunlar yaratmak için çabalamıyorum. Ve zaten başımda bir düşman ve daha tam olarak ne olduğunu bilmediğim bir ruh var. Onlarla uğraşıyorum ve bu yeterince günümün dolu dolu geçmesini sağlıyordu. Gidip birde üstüne herhangi bir sorun yaratmak için planlar kurmuyorum bir kere.

 

Düşen ifademle bakışlarımı gelen davetlilere çevirdiğim anda görmek istediğim kişiyi bir türlü bulamamıştım.

 

Tamam kendi kendime hep bir şeyler söyleyip yapma diyorum ama bu zihnimin dediği bir şey hâlâ kalbime tam anlamıyla söz geçirmiş değildim. Ahrar yoktu ortalıkta. Ve bu günün bu davetin ne anlama geldiğini biliyorken acaba bile isteye mi geceye katılmamıştı? Yoksa bir sorun mu vardı onun açısından? Bunun vermiş olduğu kararsızlık içinde ayrıyeten daha bir modum yerle bir oldu.

 

Belli gece benim açımdan böyle geçip gidecek.

 

Ben kendi kendime senaryolar kurup dururken Victoria elini belime yerleştirdi ve ona bakmamı sağladı.

 

"Bir şey mi oldu? Neden sessizce duruyor ve kimseyle konuşmuyorsun?" diye soran Victoria bir şey olmadı dercesine bakarak susmaya devam ettim.

 

"Surat ifaden hiç öyle demiyor ama. Neyse ben seni kendine getirecek şeyi biliyorum. Ama ona daha var. Öncelikle hadi gel biraz davetliler arasında gezip dolaşalım kafan dağılır bu sayede." dedi ve ilerlememi istedi kafasıyla işaret ederken. "Ben senin keyfini yerine kimin neyin getireceğini çok iyi biliyorum da söylesem kızarsın." diye sessizce konuşmuştu bu gürültüler arasında ama onu duymuş fakat duymamış gibi yapmıştım.

 

Hah düşündüğü şey değil!

 

Tam da o Emira neden Ahrar yok diye bu kadar moralim bozuk. Tarsis Kralı 'nın dediklerine normalde olsa bu kadar takılmam ama bakışlarım onu ilk girdiğim anda görmemiş ve bunun üzüntüsüyle şu ana kadar hiçbir şey yokmuş gibi davranmıştım. Fakat onun neden hâlâ burada olmadığını merak ediyorum. Ve bu merak beni yiyip bitirdi. Of yani yüzsüz olsam gidip odasına neden gelmediğini soracak durumdayım şu an. Ama tabi ki bunu yapacak değilim. Hem gelmemişse demektir ki bu gece onun için değersiz bir an.

 

Sadece kendi çıkarları söz konusu olduğunda yanımda bulunmak için zaman yaratıyor gerisi onun için yalan dolan değil mi?

 

Olabildiğince kendimi toparlamaya çalıştım. Ve sahte bir tebessümle etrafımdaki insanlara bakıyor, Victoria 'nın ayrıyeten tanıştırdığı kişilerle tanışıyor gecenin bir an önce bitmesi için içten içe dua ediyordum. Başından beri böyle bir duygu durumunda olmak zaten tüm isteğimi söküp atmıştı. Benim için daha başlamadan bitti gece.

 

Neredeyse tüm gelen davetlilerin yarısıyla tanışmıştım Victoria 'nın ısrarı yüzünden. İstemeye istemeye onca iğneleyici sözü duymuş yaşadığım bu üzüntü yüzünden de kendimi tutamadan bende onlara söyledikleri şeye karşılık verirken bulmuştum kendimi.

 

Zaten normal değilken birde bu halimle laf yiyordum milletten. Normalde olsa belki alttan alırım ama şu an normal bir durumda değilim ve hiç altta kalmadan anında onları kendi sözleriyle vurmuş ve nazik bir insan kimliğinde iyi eğlenceler dileyerek yanlarından ayrılmıştım çoğunun. Victoria ise bu yaptığıma sahte gülücüklerle espri yaptığımı vurgulayarak benim gibi onların yanında ayrılmış, sorun çıkarmayacağım adına benden söz istemişti.

 

"Emira yeter her gittiğimiz kişinin yanından döndüğümüz anda laf atmadan gitmiyorsun." diye beni azarlama moduna Victoria geçince anında ona ters bir cevap vermiştim.

 

"Onlarda alttan alttan laf sokmaya kalkışmasınlar." diye sertçe konuşarak boş bir masaya doğru ilerlemiştim.

 

"Ben senin karın ağrını biliyorumda dur sen!" diye dişlerini sıkar sıka konuşmuş ve yanımızdan geçen bir çalışanın taşıdığı servis tepsisinden ikimiz adına bir içecek almış, birini bana uzatmıştı.

Uzattığı şeye anormal olmayan bir şeye bakarcasına bakmama ise sadece sinirli bir nefes verip, elime zorla tutuşturunca istemeye istemeye almış bulunmuştum.

 

"Elindeki zehir değil merak etme. Zaten sana hiçbir şey olmaz bu halinle. Bildiğin içinde patlamak üzere olan bir volkan var. Yani anlamıyorum senide. Gelmemişse gelmemiş adam

Ne diye sinirlenip duruyorsun ki! Sevinmen gerekmez mi? " diyen Victoria 'nın o an haklı olduğunu biliyorum ama işte gelip birde benim açımdan bakmak lazım duruma.

 

" Bak "dedim başımı ona çevirip." Söz konusu gelmemesi değil. "dedim ama buna ben bile inanamadım. Tabii Victoria' nın da inanası gelmedi. Ama inanmış gibi yaptı." Sadece bu yaptığı şeyi bir sebebi olmalı. Çünkü beyefendi istediği anları aleyhine çevirip duruyor. Ben bir şey de diyemiyorum ki sırf başka bir şeye bağlamasın diye." diyince elimdeki içecekten büyük bir yudum alıp sonrasında tadını beğenemedim için anında geri masaya bıraktım.

 

" Sormada zaten. Onun işine gelir. Sen o yokmuş gibi davranmaya devam et. Ama görüyorum ki bu gece için senin için çok zor bir şey ve bende bunu senden istiyorum. Ama Emira bunun üstesinden gelmeye bak. Çünkü şu an herkes dışarıdan sana bakınca nasıl bir duygu içinde olduğunu merak ediyor olabilir. Gecenin başından beri huzursuzsun ve bu çok belli. Toparlan ve gecenin tadını çıkar. "diyince Victoria haklılığını kabullendim.

 

" Bunun için çabalayacağım. "dedim ve kendime çeki düzen vermek adına kendimi başka şeylere yoğunlaştırdım.

 

" Birazdan dans etme aşaması başlar. Eşini seç. Zaten kim olduğunu tahmin ediyorum. "diyince onun bu sözüne gözlerimi devirdim.

 

Lord Yelit olmayınca ortamda genellikle Tarsis Kralı eşim olurdu bu durumlarda. Ve ben bundan gayet memnunum.

 

Victoria yanımdan gidince bende tek başına masada bulunan Tarsis Kralı 'na doğru ilerledim. Onun yanına geldiğimi görünce anında bakışları ben onun yanındaki yerini alana kadar benden uzaklaşmadı.

 

"Kırgınlığın geçti mi?" diyince Tarsis Kralı tebessümle baktım ona.

 

"Aslında size kırılmadım sadece moralim bozuktu ve gereksiz bir şekilde dedikleriniz kokusunda alınganlık yaptım. Yoksa pek kırılacağım bir konu değildi." diyince rahat bir nefes aldığını fark ettim. Yoksa beni kırdığı için kendin mi suçlu buluyordu?

 

Bu yüzden bu düşünce içindeyse kendime büyük öfke duyardım.

 

" Peki sen öyle diyorsan bir sıkıntı yoktur. Ama gece senin için iyi gitmiyor gibi duruyor. Moralini bozan şey ne? Yardımcı olabileceksem elimden geleni yaparım." diyince o an kimsenin bunu düzeltmeyeceğini fark ettim. Tek bir kişi hariç oda burada değildi zaten.

 

" Birazdan geçer. "der demez anında dans müziği çalmaya başladı. Ve herkes yavaşça dans alanına geçerken bende onları izlemeye başladım.

 

Hiç dans etmekte istemiyorum. Victoria şimdi damlar dans etmem için ısrar etmeye. O gelene kadar bari biraz oyalanayım.

 

" Dans etmek ister misin?" diye dans etmeyi teklif edince Tarsis Kralı, ona şaşkınlıkla baktım. Genelde benim zorumla benimle dans ederdi ama bu sefer o teklif etmişti. Yaşadığım şaşkınlık durumunu fark edince dudakları hafifçe iki yana kıvrıldı. Ama o kadar küçük bir kıvrılmaydıki benim dışımda kimse görmedi. Uzattığı avucuna kısa bir süre baktıktan sonra içinde bulunduğum duygu durumundan sıyrılıp elimi avucuna bırakarak, beni yönlendirmesine izin verdim.

 

Yavaşça dans edenlerin arasında geçerek tam dans alanının ortasında yerimizi aldık.

 

Laciverte çalan mavi takım elbisesi içinde ayrı bir havası olduğunu fark ettim. O an yaşadıklarım yüzünden pek ne giydiğine bakamamıştım. Ama şu çok farklı görünüyordu. Şu an herkes mavi rengin hükmü altında bulunurken ben sadece toz pembe renkte bir elbise içinde bulunuyordum.

 

Tarsis Kralı elimi avucuna yerleştirmemi beklediğini görünce hemen sağ elim onun sol avucundaki yerini aldı ve sonrasında hemen sol elim onun geniş sağ omzundaki yerini aldı. Tarsis Kralı aramızda kısa bir mesafe bırakarak diğerleri gibi dans etmeye başlayınca anında ona ayak uydurdum çok bekletmeden.

 

"Bu kutlama kesinlikle senin fikrin değil. Çünkü hiç istekli değilsin." diyerek Tarsis Kralı şu an bulunduğum durumu tespit edince, derin bir nefes alıp evet anlamında başımı salladım.

 

"Eğer istemiyorsan davet kısa sürebilir." diyince Tarsis Kralı bu sefer gerçekten güldüm.

 

"Victoria canıma okur bunu istesem." dediğimde beni güldürdüğü için o an gözlerinde bir mutluluk yakaladım. Tarsis Kralı 'nın varlığı iyi geliyordu. Onun varlığı benim için Dehliz' in varlığıyla aynıydı. Beni mutlu eden nadir insanlardan biriydi ikiside.

 

" O halde gecenin tadını çıkar Prenses. Yoksa o çok sevgili arkadaşım düşündüğün şeyleri faaliyete sokabilir." dediğinde evet dercesine başımı salladım. Bu uysal halim onu şaşırttı ve dudağı yavaşça kıvrıldı az önceki davetini kabul ettiğim andaki gibi.

 

"Neyse hiçbir şey şu anımı mahvetmeye değmez." dedim ikna edici bir sesle ama ne kadar etkili olmuştur bilemiyorum gecenin sonunda anlarım.

 

"Sana yardımcı olmak isterim." dediğinde Tarsis Kralı, o an neyi kast ettiğini anlayamadığım için devam etmesini bekledim. O da hiç geciktirmeden devam etti sözlerine.

 

"Şu an seni en çok yaralayan şey veya duygu ne? Bu konuda belki açıklama yaparsan sana yardım edebilir ve bir şeyler söyleyebilirim." diyince Tarsis Kralı tam ona cevap vereceğim anda dans şekli değişince o an onu cevaplayamadan herkesin başlattığı dansı yapmak için yerlerimizi değiştirdik. Anında etrafımı kısaca süzdüm ve yaptıkları koreografiye odaklanıp aynısını yapmaya koyuldum.

 

Bu dans genelde iki elin temasıyla başlayıp diğer farklı figürlerle devam ediyordu. Tarsis Kralı hemen sal elini sağ elimin avucuna yerleştirdi. Yukarıda olan iki elimiz öylece durmuşken havada biz bir sağa bir sola doğru bir adım ileri bir adım geri olacak şekilde atmaya başladık.

 

"İhanet..." dedim ve yavaşça sağa sola sallandım. Tarsis Kralı verdiğim bu cevapla bir an şaşkınlık yaşadı ama kısa sürdü. Neden bu kelimeyi kullandım diye düşünmeye ve bir neden aramaya koyuldu zihninde.

 

"Basit bir duygu değil." diyince Tarsis Kralı anında onu onayladım. Hiç değildi bile. Ama hâlâ benden bir atak beklediği için sessizce devam edeceğim cümleyi duymayı bekledi. Ama o sırada dans figürü değişti ve eski konumumuza geri döndük. Ellerim onun omuzundaki yerini buldu. Tarsis Kralı sessiz bir limanda dalgaları seyreder gibi bakışlarımda olan duygu fırtınasını inceliyordu

 

"Her şeyin başlangıcı olabilir." dedim gözlerinin içine baka baka. Kaşları çatıldı. Neyden bahsettiğimi çözmek istedi bakışlarımdan yakalamak istediği işaretlerle. İzin verdim ama ne kadarını anlayabilirdi muamma. Tarsis Kralı tam bir sonuca ulaşamadığı için öylece bakmaya devam etti konuşmadan. Onun yerine ben konuştum ama.

 

" Küçük bir faaliyet ama yaşattığı nedenler ve sonuçları büyük bir felakete sebep olabilir."dedim ve yavaşça ellerimi omuzlarından çekip, yeni dans figürüne geçip diğerleri gibi sol elimi onun omzuna koyup, yerimden hareket ettim küçük

adımlarımla.

 

Ve yavaşça etrafında ilerleyerek daire çizdim onun etrafında. O an sadece Tarsis Kralı ise beklediği yerde bana ve bakışlarımla ve sözlerimle ne anlatmak istediğimi anlamaya çalıştı ya da sadece baktı anlayamadığı için.

 

Eski yerime geçtiğim anda bu sefer sessiz kalmamıştı.

 

"Neye sebep olabilir mesela?" diye merakla sorunca o an keyifle dudaklarım iki yana kıvrıldı. Ani değişen duygu durumumu sadece şaşkın şaşkın bakarak karşılık verebildi. Kafasını öyle bir karıştırdım ki neyden bahsettiğimi istese de anlayamıyordu. Ve kimden ve neyin ihanetinden bahsettiğimi bile çözecek neden sunmadığım için o an sadece bir kapı ile karşılaştı. Ama onu bu duygu durumundan çıkarmak adına bir şey sundum. Belki gerçek belki değil bilmiyorum ama sundum.

 

" Ölümler mesela."dedim kısık sesle ama bir yangının açığa çıkıp etrafı velveleye verdiği gibi onun zihninde bir velvele başlattım. O an düşünceleri gözlerine yansıdı ve ne yaptığımı ve ne yapacağımı tahmin etmek için kendini zorladı. Ve bende hızımı alamadan devam ettim konuşmaya.

 

" İstenilen her şeyi öğrenip, üstüne üstlük kendi faaliyetlerim devreye giriyor bu sayede . " diyince bir anda Tarsis Kralı hâlâ devam eden dansı devam ettirdi. Ve diğerlerinin yaptığını yaptı eşlerine.

 

Belimde duran elleriyle yavaşça belimi sıktı ve beni yönlendirdi.

Anında onun komutuyla geriye doğru belim büküldü ve ona aşağıdan bakmaya başladım. O an o da benimle birlikte yavaşça eğildi. Tarsis Kralı bana doğru eğilmiş halde dururken bakışları bir şey sezercesine bakıyordu.

 

Tarsis Kralı'nın kolları arasında yavaşça belim hafif eğilmiş, tüm bedenimin ağırlığını o taşıyordu. Gözleri gözlerimde dolanıyor, ne kadar sınırı aştığımı anlamaya çalışıyordu. Bilmiyordu ki ne sınırları aşıp, onu darmadağın etmiştim. Bu geceden sonra bazı şeylerin başlangıcını başlatacak bazı şeylerin sonunu getirecektim. Bakışlarımda yatan bazı izlerden bir şeyler anlamış hali vardı ama emin olamamıştım.

 

Savaşı ben sonlandıracaktım bunu bilmiyordu.

 

Yıllardır açık bırakıp, ardına dönüp gittikleri kapıyı ben sonuna kadar kapatacak ve kendi yoluma bakacaktım. Bu yolda alacağım her darbeyi, her acıyı tahmin ediyor, ona göre kendimi eğitiyordum ki bir hata yapmamak için. Ama biliyorum ki olacaktı. Ve bende buna engel olacaktım en başında hemde. Biz birbirimize bu kısa sürede bakarken sonunda diğer dans figürüne geçiş olmuştu.

 

Dans eden çiftler eski hallerine dönerken bizde hemen onlara ayak uydurduk. Ve Tarsis Kralı bedenimi öne doğru çekerek karşı karşıya gelmemizi sağladı.

 

"Yaptığın şey yanlış. Aynı yanlış yolda olduğun gibi. Başına buyruk hareket etmen zararına olur." diye sert bir şekilde beni uyardığı anda, dediklerinin benim için olası şeyler olduğunu ve bunu çoktan kabul ettiğimi bakışlarımla belli ettim.

 

"Hata yapıyorsun herkes gibi sende !" diye sertçe çıkıştığı anda hemen aksi bir halde karşılık verdim.

 

"Herkesin yaptığı şekilde mi? Sanmıyorum ben önceden yapılmış hataları düzelteceğim. Bu da bizi yanlış hayatların düzene girmesine sebebiyet verecek. Yani ben bir adım attım artık geri dönüşü yok bu yolun." dedim ve hemen bakışlarımı ondan çekerek bu konunun kapanmasını isteyen bir tavır sergileyerek.

 

" Belki de vardır ha Prenses? "diye alaylı konuşmaya tanık olunca bakışlarım jet hızıyla karşımda duran insana ya da ruha çevrildi.

 

"Ne yapıyorsun sen!" dedim kolları arasında durduğum bedene hitaben. Çünkü Ölü Ruh şimdi karşımda vardı. Sesi ona ait olmasa da onun oluğunu anlamıştım prenses ismini telaffuz etme şeklinden.

 

Anında bakışlarımı etrafa çevirdim ve kimse bakıyormu diye bakındım. Ama herkes kendini dansa kaptırmış gitmişti. Derin bir nefes verip, omuzlarında duran parmaklarımı sıkarak işaret verdim kendimce karşımda rahat rahat benimle dans eden Ölü Ruh 'a. Ama hiç oralı oldu mu? Hayır ! Anında mavi harelerimde varlığını gösteren saf sinirle bakışlarımı onda diktim.

 

"Dans ediyorum görmüyor musun?" diye birde pişkin pişkin soruma cevap vermedi mi! O anda bendeki şanteller attı. Tahammülsüzlük ve sinirin karışık olduğu tebessümle ona bakarak konuştum.

 

"Kafayı mı yedin sen?" dedim tek kaşım yukarı kavislendiği anda. Rahat bir şekilde omuzuna doğru başını eğerek soruma cevap verdi. Şu an beni bu hale getirmekten gayette öyle bir zevk alıyorduki. Beni sinir etmek için bu hareketleri yapmıyorsa bende Emira değildim.

 

" Ah bencede değilsin benim tanıdığım Emira böyle davranmıyor. Hiç bu kadar sinirli bir yapısı yoktu onun." diyince olduğum yerde çığlık atmak istedim. Gebertmek istiyorum diyeceğimde zaten ölü! Sesli bir nefes alıp verdim. Sakin olmalıyım.

 

"Bencede sakin ol. Çünkü tüm bakışları üzerine toplayacaksın biraz daha böyle devam edersen. Hem neden kızdın ki? Küçük bir ziyaret edeyim dedim seni. Ama senin yaptığın şeye bak! Hiç misafirperver değilsin bunu şu an fark ettim. Bu öğretilmedi mi sana verilen şu prenseslik eğitim aşamasında? "diyerek birde eksikliğimden vurmaya kalkmadı mı iyiden iyiye çıldırma aşamasına geldim.

 

" Ne diye girdin bu bedene? Ne istiyorsun? Amacın ne yine? Şu an beni soktuğun durumun farkında mısın? Çünkü birileri fark etse başım yanacak. "dedim kaygılı bir sesle.

 

" Bir şey olmaz. "diye rahatça benim bu kaygılanmamın yersiz olduğunu ses tonuyla açıkça ifade ettiği anda o an onu parmaklarımla şuracıkta boğmak istedim.

 

" Hım beni bu kadar öldürmek istediğini bilmiyordum. Sayende öğrendim. Ama ölüm siparişi veriyor muyuz? Çünkü yani beni boğarak öldürmen çok klişe bir öldürme yöntemi. Şahsıma hakaret sayarım bu şekilde öldürülmeyi. Ben daha çok ince işlenmiş bir ölüm planıyla öldürülmeyi tercih ederim. Tabii sana da uygun olursa bu isteğim. "dediğinde tüm kurmuş olduğu cümleleri baştan sona tekrar zihnimde tekrara sardım.

 

" Sen nasıl bir kaçıksın? Ve neden başıma bela oldun? Bak tekrar söylüyorum bu bedeni hemen terk et. Her zaman nasıl benle iletişim kuruyorsan öyle kurmaya devam edebilirsin." diyince Ölü Ruh anında cıkladı. Anında bu hareketine göz devirdim. Çünkü şu an benden Tarsis Kralı bunu yapmıştı ve çok iğreti bulmuştum.

 

" Hep aynı şeyleri yapmaktan çok sıkılırım. Onun için de böyle bir yöntem denedim ya. "dediğinde sabır dilercesine ciğerlerime bir nefes aldım.

 

Ölü Ruh belimde duran parmakları yani Tarsis Kralı 'nın parmaklarını sıkılaştırdı.

 

"Senin ki geldi. İstersen onu kıskandırmak için sana yardım edebilirim." der demez Ölü Ruh, anında bakışlarımı baktığı yere çevirdiğim anda tam kapıdan girmiş ve içeriye kısaca bakan Ahrar' a rastladım.

 

Nefesim kesilmişti. Ve o an olduğum ortamdan soyutlandığımı hissettim. Ahrar şu an lacivert bir takım elbiseyle karşımda duruyordu. Denilenin aksine mavi takım elbise değilde lacivert bir elbise vardı üzerinde. Gözlerimi kapatmadan ona bakıyordum. Arkaya doğru taramış olduğu kahverengi saçları, lacivert hareleri, kemikli yüzüyle karşımda duruyordu.

 

Üzerindeki lacivert takım elbise onun lacivert hareleriyle olan uyumu muazzamdı. Ahrar içeriye girince etrafta gezdirdiği bakışları beni bulur bulmaz anında lacivert harelerinde bir ışıldamanın meydana geldiğini fark ettim. Ben onun nefsini kestiğim gibi oda benim nefesimi kesmişti. Üzerimdeki pudra pembesi elbiseyi bana çok yakıştırmıştı. Bunu yansıttığı ruhundan anlıyorum.

 

Ama bakışları dans ettiğim Tarsis Kralı 'nı bulur bulmaz anında ifadesi kendini sinire bıraktı. Onunla dans etmem büyük bir rahatsızlık verdi ona şu anda. Olduğu yerde istemesede harekete geçip gözüne kestirdiği boş bir masaya doğru ilerledi.

 

Ahrar yerine geçerken bir anda belimdeki parmaklar kendini belli etmek istercesine belimi sıkınca ister istemez karşımda duran Tarsis Kralı daha doğrusu Ölü Ruh 'a baktı.

 

"Ne istiyorsun?" diye sertçe konuştum.

 

Anında dudakları kıvrımlı bir hal aldı.

 

"Ahrar sende büyük etki yarattı. Bir anda nerede olduğunu bile unutturdu sana. Bu kadar aşık olduğunu bilmiyordum. Bir ölümlü, ölümsüz denilecek bir adama bu kadar aşık olması tuhaf." dediğinde Ölü Ruh, onun ilk cümlesini es geçerek diğer cümlesine cevap verdim.

 

"Ne yani sana göre bir ölümlü bir ölümsüze aşık olamaz mı?"dedim merakla.

 

" Bilemem sizin sonunuzu görünce analarım. "diye alaylı bir üslupla konuşunca anında bilerek onun ayağına yani Tarsis Kralı 'nın ayağına bastım.

 

Anında kaşları çatıldı ve dişlerini sıktı.

 

Hım hissediyor demek içinde olduğu bedenin acılarını.

 

" Boş ver sen bizim sonumuzu. Şu an hemen içinde olduğun bedeni terk et." diye buyurgan bir sesle konuşunca yüzüme öylesine ifadesiz bir şekilde baktı.

 

"Aptal bir kadında değilsin ki?" dedi kendi kendine sorar gibi. "Ne diye aynı kelimeleri tekrar ediyorsun ki. Sonuçta şunu anlaman lazım ben ne zaman istersem o zaman bu bedeni terk ederim. Sen isteyince değil huysuz prenses." diyince Ölü Ruh dediği lakaba göz devirdim.

 

"Tam sana göre bir lakap kabul et." diyince Ölü Ruh, söylediklerini duymazdan geldim.

 

"Peki o halde çok bilmiş ruh söyle bakalım benden yine ne istiyorsun?" diye sorunca ona anında kaşlarını çattı.

 

"Bu zamana kadar senden bir şey istemedim ne diye böyle konuştun ki?" diye sorunca bezgin bir nefes verdim ve sorumu yineledim bazı kısımlarını düzelterek.

 

"Peki o halde burada ne arıyorsun." diyince o an bendeki bu küçük etkisini fark edince alttan alttan güldü.

 

"Hım böyle konuşunca sevimli bir prenses oldun şimdi." diyince o an kullandığı kelime için bir an kusmak istedim.

 

"Lütfen sen beni sevimli bulma. Küstah, kibirli vb. sözlerini duymayı yeğlerim." diyince aksi bir sesle ona karşı, anında düşünürmüş gibi baktı bana.

 

"Herkesin kullandığı şeyleri ne söyler ne aklıma kazırım. Ben bana özgü şeyleri söylemeyi tercih ediyorum. Bu o şeyi bu sayede bana ait kılar." dediğinde Ölü Ruh, bir an onun kaçık biri olduğunu düşünmedim değil.

 

"Dikkat et bu kaçık ruh senin sonunu getirmesin." diye sertçe uyarınca Ölü Ruh anında homurdanarak bakışlarımı çektim ondan.

 

"Gıcık oluyorum düşüncelerimi okumandan!" dedim sızlana sızlana.

 

Ölü Ruh ise bu cümleme sadece bıyık altından gülmekle karşılık vermişti.

 

"Hadi ama çok zevkli bir kere. O anda söylediğim anda yaşadığın bocalama ve sinir çok hoşuma gidiyor. Bunu bırakmamı isteme benden." diyince tekrar ayağına sertçe bastım. Anında yüzü kasıldı ve bana uyarı dolu bir bakış attı.

 

"Şunu yapmayı kes!"diye konuştuğu anda hemen cevap verdim.

 

" Sen ne zaman benim düşüncelerimi okumayı kesersen o zaman keserim. "diye tehdit edince bu dediğime güldü.

 

" Farkında mısın bilmiyorum ama ben kısa süreliğine bu bedende bulunacağım yani belli bir süre bu şeyi yapabilirsin ama ben her an istediğim an yapabilirim. Yani anlayacağın prenses tehditlerin bana sökmüyor. "diyerek keyifli bir sesle konuşunca ağlamak istedim.

 

" Omzuma ağlayabilirsin istersen. "diye birde utanmadan konuşunca sesli bir şekilde sızlandım.

 

" Bak huysuz bir prensessin. Ne desem kabul etmiyor, kızıyorsun. Böyle olmuyor ama. "diyerek birde yaptıklarımı eleştirdiği anda şu an şuracıkta çığlık atmak istedim.

 

" Aman çığlık atma! Attığın çığlıkların sonucunu gördük. "diyince Ölü Ruh o an öfkeli bakışlarımın kurbanı oldu. Bu bakışlarıma sadece sırıtarak cevap verdi.

 

" Şu an Ahrar acayip sinirli. Hım sanırım beklediği manzarayı görmedi. Ama hata onda ne diye saklıyor her şeyi açıkça gelip sana söylesin olan biteni. "dediğinde Ölü Ruh, pek kaale alamadım onu çünkü o anda bakışlarım biraz uzakta durup bize bakan Ahrar 'a çevrilmişti.

 

Tüm ilgisinin ikimiz üzerinde olduğunu fark ettim. Tarsis Kralı' na nefret ederek bakıyordu. Bakışlarını saniyelik çekip bana çevirdiği anda bakışlarımız buluştu ve onun lacivert harelerindeki yıkılmışlığı ve acıyı gördüm. Neden bu haldeydi? Oyuna yine kendini mi çok kaybetmişti? Yoksa oyuncağını paylaşmayı sevmeyen çocuğu bu oynuyordu. Ondan bakışlarımı çekip Ölü Ruh 'a çevirdim.

 

"Birazdan dans biter. Ne diyeceksen de ve sonra git. Yeterince mahvettin zaten gecemi. Şimdi iyi eğlenmişsindir."diye imayla konuştum. Bir şeyler anlamasını ve yaptığı şeyden pişman olmasını istedim ama maalesef tam tersi oldu.

 

" Esila' nın yanından geliyorum prenses. Bana çok güzel bir teklif yaptı. Ve teklifi çok cezbedici bir cinstendi. Yani güzel bir teklif yaptı haberin olsun." dediğinde ne demiş olacağı aklıma takıldı.

 

"Ne etmiş olabilir ki? En fazla sana taşların yerini söylersen senin yararına olacak bir teklif yapmıştır. Yani tahmin edilesi bir teklifle gelmiş olmalı." dedim yani aklıma gelen ilk şeyle. Ama o ne yaptı dersiniz hemen söylüyorum.

 

"Taşların yerini söylersem bana bir veliaht vereceğini söyledi." dediği anda gözlerim fal taşı gibi açıldı.

 

"Ne!" diye yüksek sesle konuştum. Ve bu nidam müzik olmasaydı herkesin duymasını sağlayacak yüksekliğe sahip.

 

"Hım şaşıracağını düşünmüştüm. O senin zihninde geçen o masum düşüncelere sahip değil prenses. O çıkarı için her şeyi yapacak gözü kararlılığa sahip. Ama sen değilsin. Onun sunduğu teklifi duydun. Şimdi onun dediğini yapmamam için sen bana ne sunacaksın? Sen ne teklif edeceksin bana şimdi? "diyince anında bakışlarında bir parıltı yer aldı. Ne düşünüyordu bilmiyorum ama hiç iyi şeyler olmadığı kesindi.

 

" Nasıl bir teklifi kast ediyorsun peki sen ? "dediğimde düşündüğüm şeyi söylemesin diye dua ederken.

 

" Bilemem onu sen diyeceksin. Esila 'nın dediklerini mi söylersin. Yoksa sen kendine özgü bir teklif mi edersin orası senin bileceğin iş. "diyerek cümlesini tamamlar tamamlamaz anında iki ayağına da sertçe basıp yüzünün acıdan kasılmasını sağladım.

 

" Haddini bil! Bana ne ima ediyorsun sen! Ben Esila değilim! Olamam da! Sana herhangi bir teklif filan etmiyorum. Git onun tarafını seç! Hiç umurumda değil! Ha bir ha iki düşman. Benim için fark etmez. Her türlü ikinizin de icabına bakarım. Ve sana şunu da söylemek istiyorum.

Canın cehenneme. İkinizin de yeri orası. Ve şimdi derhal çık hemen şu bedenden! "diye öfkeyle konuşunca olduğu yerde kahkaha attığında neden böyle davrandığını anlamaya çalıştım. Çünkü bazı kişilerin en çokta onu tanıyanların bizim olduğumuz tarafa tuhaf tuhaf bakmasın sağladı.

 

" İşte sende görmek istediğim hareketler. Ne öyle sakin sakin tehdit savurmalar! Ben bu Emira 'yı görmek istiyorum." diyince o an her şey dank etti bende.

 

"Öyle bir teklif yok. Sen uydurdun kafanda. Sadece beni çileden çıkarmak için böyle dedin. Bravo başardın. Şimdi git buradan lanet olası şey. Senin yüzünden herkes bize bakıyor. Senin gülme nedenini merak ediyorlar." dediğimde o an bana bir şey demeden hemen olduğu bedeni terk etti ve Tarsis Kralı 'yla baş başa kaldım.

 

Tarsis Kralı en son konuştuğumuz şeyde takılı kalmıştı. Ve neredeyse ın beş dakika boyunca bedeni ve zihni uyuyordu. O bunu anlamayacaktı ama herhangi bir şey sorulsa ne olurdu bilmiyorum. En çokta biraz önceki gülmesi.

 

Dans bitince ben hemen geriye çekildim ve Tarsis Kralı kendi masasına giderken bende kendi masama geçtim. Zihni uyuyor komutta olduğu için herhangi bir şey dememişti. Bende üstelemedim ve hemen orayı terk ettim.

 

Dans eden çiftlere bakarken oradan oraya koşuşturmaca halinde olan Victoria 'ya bakışlarım kaydı. Birazdan doğum günü pastası gelecekti ve ona göre son hazırlıkları yapıyordu. Ben ifadesiz bir şekilde herkese bakarken yanımda duran ve Ahlas beyle herhangi bir sohbet hakkında konuşan Süreyya hanımın sesi ulaşıyordu zihnime. Keyifler yerinde gibiydi herkesin. Benim aksime. Zaten Ölü Ruh 'un az önceki kendince yaptığı şakasının etkisini hâlâ üstümden atmamıştı.

 

İlk an gerçekten bir an Esila' yla bir anlaşma yapacağını düşünmüştüm. Çünkü eğer öyle olursa işler benim açımdan çok zor olurdu. Evet onlarla mücadele edecek güce sahibim ama bu beni yorardı. Çünkü Ölü Ruh hafife alınmayacak güce sahip olduğunu biliyorum.

 

Eğer bana karşı olsaydı ne çare arardım bilmiyorum. Eslia 'ya zaten gün doğardı. Hem aradığı ruhu bulmuş olurdu hemde taşlara kolayca erişir ve kazanan taraf olurdu bir müddet sonrasında ben her türlü onu alt edecek çareler arardım. En kısa zamanda ilk taşı bulmak için hareket geçecektim. Az buz şey kalmıştı erişilmesi gereken bilgiye. Onu hallettik mi hemen ilk taşı almak için bulunduğu krallığa gidecektik.

 

Keskin bakışlarımla etrafı kısaca süzdüm. Aylar sonra bakalım herkes bu sefer hakkımda ne diyecekti? Küstah ve huysuz lakabının yanında hangi isim yer alacaktı? Çenemin altında duran sol elime doğru yanağımı yasladım ve sıkılgan halimle sessiz sedasız olduğum yerde bulunup, beni oyalayacak şeyler aradım. Bakışlarımı gezdirdiğim sırada gözüme o ilişti.

 

Yanında iki kadın bulunuyordu. Ve o anda çenemin altında duran elimi çekip bedenimi dikleştirdim. O kadınların onun yanında ne işi var? Etrafa göz ucuyla bakıp bana bakan var mı diye bakındım. Herkes kendi halindeydi. Yanımda duran Süreyya hanım ve Ahlas beyse ben farkında olmadan yan masada bulunan çiftle konuşuyordu. Bir sıkıntı olmadığını anlayınca tekrar bakışlarım Ahrar ve yanında duran o iki kadını buldu. Kadınlardan biri orta yaşlardaydı.

 

Diğeri ise görünüş olarak benim yaşlarımda duruyordu. Benim yaşımdaki kadın esmer, orta kiloya sahipti. Yan profilinden baktığım kadarıyla hoş bir yüze sahipti. Kemikli yüzü, esmer cildi ve ışıltılı bakışlarıyla Ahrar 'a yiyecek gibi bakıyordu. Ahrar' dan beş santim kısaydı. Ara sıra Ahrar 'la temasa girmeye çalışıyor ama onun bu atağını hemen boşa çıkarıyordu Ahrar. Ya geriye çekiliyordu ya da içecek bardağına uzanıp duruyordu. O da farkındaydı kadının ona olan ilgisinden ama olabildiğince incitmeden geri püskürtüyordu.

 

Sağında duran orta yaşlı kadınsa Ahrar 'la konuşup duruyor ve ona sorular soruyordu. Ahrar soruları cevaplarken olduğunca ifadesiz bir tavırla cevaplıyor, herhangi bir yakınlığa izin vermeyecek samimiyeti kurmuyordu kadına.

 

O kadar iki yandan sarılmıştı ki ona baktığımı bile fark etmemişti.

 

"Yüzün kırışacak sinirden dolayı." diye bir cümle duyunca kimin söylediğini bildiğim için dönüp bakmadım.

 

"Baksana şu yaşlı kadına nasılda kızını yazmamak için Ahrar 'ın aklına girip duruyor. Kızda uygun fırsatı kollayıp dibine girmek için zaman kolluyor." diye olduğum yerde sinir yüklenmesiyle konuşup durdum.

 

"Yani bir şey diyeceğim ama kızacaksın diye demiyorum." diyince Victoria çekine çekine, anında jet hızıyla ona döndüm ve bakışlarımla susmamasını belli ettim. Aniden bakışlarımı görünce ilkildi. Yüz hatları kararsızlıkla şekillendi.

 

"Bak kızma ama seni ilgilendirmez ki. Sonuçta hayatında değil o." diyince Victoria bakışlarım yavaşça boşlukta oyalandı.

 

"Evet ama şu an gördüğüm şey hoşuma gitmedi ve Ahrar eğer inadıma beni kıskandırmak için bunu yapıyorsa bedelini öder." dediğimde Victoria ne olursa olsun hâlâ onu kıskanma yetim olduğuna ikna oldu.

 

Evet hayatımda değil, evet şu an o beni seven adam değil ama ben hâlâ lanet olsun ki onu seviyorum ve kim olsa bunun kıskançlığını yaşar! Kim sevdiğini başka birinin yanında hatta ona sülük gibi yapışan birini görse kıskanmaz ki? Ben kıskanırım ve bu anormal bile olsa herkes tarafından benim açımdan değil.

 

"Seni neden kıskandırmak istesin ki bu gece? Daha çok seninle yakın bir zaman kollaması gerekmez mi?" diye makul bir soru sorunca anında düşen surat ifademle ona baktım.

 

"Bilmiyorum şu an amacı ne ama içeriye giriş yaptığı anda beni Tarsis Kralı 'yla dans ederken gördü. Onun için pek bir anlamı var mı yok mu bilmiyorum ama onun bedelini çekmem için böyle bir oyun oynamış olabilir. Ve şu an tüm moralim bozuldu ya! O kızı boğmak istiyorum ve aklıma binbir türlü şey geliyor. "diyince çıldırmış bir vaziyette hâlâ göz ucuyla onları kontrol edip dururken.

 

" Ne yapacaksın ki? "dediğinde saf saf Victoria ona izle ve gör bakışı atıp anında etrafı göz ucuyla kontrol ederek bana bakan var mı diye baktım çevreme. O an kimseyi fark etmediğime kanaat getirince anısına gözlerim hinlikle ışıldadı ve muzip bir bakışla Victoria 'ya bakarak heyecanla yanıp tutuştum. Ruhum o an bayram etti. Çünkü şu an ben avcı o kadın avdı. Ve onu avlama zamanım gelmişti.

 

Ona ne yapacağımı biliyordum ben. Anında aklıma gelen fikri gerçekleştirmek adına hemen bir obje aradım.

 

"Yapma lütfen bak bunu en son yaptığımız anda-"dediği anda hemen cümlesini yarım kesecek şeyi gerçekleştirdim.

 

Evet tam yemekhanenin köşesinde duran vazoyu büyü yardımıyla insan haline soktum ve kimse görmeden onu o kadının yanına kadar götürdüm. İnsana dönüşen vazonun yöneticisi ben olduğum için benim söylediğim cümleleri kuracaktı. Ve ben onların ne konuştuğunu duyacaktım.

 

"Kızım bak tehlikeli sularda yüzüyorsun. Ahrar aptal değil onun bir obje olduğunu anlayacak deneyime sahip. Çünkü kalp atışları olmayacak. Nefes alamayacak. Adama dikkatle baksa anında anlar senin yaptığını. Bu büyüyü bir kere daha yapmıştın ve olanları gördün. Sonu hiç iyi bitmemişti. Buda öyle olsa göreceğim seni. "diyerek beni hunharca azarlayıcı ve kınayıcı ve bu yaptığım şeylerden vazgeçmemi sağlayacak şekilde durdurmaya çalıştı cümleleriyle ama etkisi oldu mu? Tabii ki de hayır! Aşk öyle bir illetti ki bile bile hata yapmanı sağlıyordu. Ve bende bile bile hataya koşa koşa ilerliyordum. Biliyorum çünkü hissediyorum bir sorun olsa onun tarafından engelleneceğini.

 

Bu konudan bu kadar emin olmamı da anlayamıyorum ama işte güveniyorum yaptığım saçma olsa bile. Ne de aciz bir şey değil mi halim?

 

Anında vazodan şekil almış adam onların olduğu tarafa ilerledi ve anında kadının beline kolunu yaslayıp konuşmaya başladı.

 

Onun konuşması zihnimde yankılandı. Bunu Victoria 'nın da duymasını sağladım.

 

"Ah geciktim kusura bakmayın. Nasılsın canım? Seni beklettim ama işim uzadı." dediğinde adam kız bir an afalladı. Ama adamın gözlerine bakınca anında hipnoz oldu ve ona ayak uydurdu.

 

Ah bu büyüye bayılıyorum. Çünkü karşındaki kişiyi kendi isteğin doğrultusunda hareket ettirebiliyorsun. Ama kısa bir süreliğine.

 

Anında kadın onun sözlerine karşılık verdi.

 

"Önemli değil. Geldin ya gerisi önemsiz. Seni Lord Renas 'la tanıştırayım." dediğinde adamın bakışları Ahrar' ı buldu.

 

Umarım anlamaz yoksa ayvayı yediğimin anı olurdu. Ahrar nedense o an adama bakışları çevrilemeden kısaca başıyla selam verdi ve onun elini tutmadan bakışları boşlukta dolanıp durdu. Dalgın duruyordu.

 

O an bakışlarım kadına yani kızın annesine çevrildiği anda onun kafası karışık bir halde bir kızına birde karşısında bulunan yabancı adama çevrildi. Ah gecenin sonuna kadar bu kızı uzaklaştırmam lazımdı ve onunda yolunu bulmuştum. Çünkü kadın bir an bayılacak gibi oldu ve onun imdadına vazodan şekil almış adam yetişti. Sonrasında üçü Ahrar 'ın yanından ayrıldı. Gitmeden önce Ahrar' ın kendi kendine söylendiği şu cümleyi duydum.

 

'Gece git gide canımı sıkmaya başladı. Zaten onu görmeye an kollarken hep önüme engeller çıkıyor.'

 

Onun bu cümlesini hem ben hemde Victoria duymuştu.

 

"Neyi kast etti sence?"diyince Victoria merakla ona bilmiyorum dercesine bir bakış atarak bir anda içeriye gelen pastanın varlığıyla alkış tufanın kopmasıyla dikkatim istemsizce ondan başka bir şeye kaydı.

 

Pasta olduğum tarafa doğru gelirken Victoria sağ elini belime koyarak pastaya doğru ilerlememi sağladı. Yan yana pastaya doğru ilerlerken kısa bir süre bakışlarımı Ahrar 'ın olduğu tarafa çevrildiği anda onun bakışlarınında bende olduğunu gördüm. Lacivert harelerde bana yönelik bir ifadesizlik beklerken tam tersini buldum.

 

İçimde doğru işleyen ve beni çepeçevre saran bir sıcaklık bulunuyordu lacivert harelerinde. Onun bu bakışı tüm sıkıntılardan beni çekip alabilecek gücü veriyordu bana. Ve ben onun bana böyle bakmasını çok seviyordum. Ama bu bana yasak kıldığı diğer şeylerden biriydi. Çünkü Ahrar o oyunu başlatarak her şeyi bize yasak kılmış ve tüm yolları çıkılmaz yollara çevirmişti. Bunu yapan oydu ama bundan en büyük yarayı alanda oydu.

 

Çünkü istediği şeye ulaşmış değildi. Ulaşmasına da izin vermeyecektim. Ahrar 'dan bakışlarımı çekip önümde duran pastaya çevirdim bakışlarımı. Victoria benim için en sevdiğim rakam olan on rakamını seçmişti ve pasta on katlıydı. Kiraz sevdiğimi bildiği için çikolatalı pastanın yanında meyvelerden ilk seçeneği kiraz olmuştu pastanın tek bir tarafında bir mum bulunuyordu oda en üst katında bulunuyordu. Pastanın boyutu büyük olduğu için oraya erişmek benim için zor olduğu için mumu büyü yardımıyla söndürecektim.

 

Victoria hadi dedikten sonra dileğimi dileyip mumu büyüm yardımıyla bir parmak hareketiyle söndürdüm. Ben söndürdükten sonra içeride tekrar alkış sesleri duyuldu.

 

Sonrasında pasta kesildi, herkes tekrar iyi dileklerini sundu ve hediyeleşme anı başladı. Herkes bir bir hediyesini verip durdu.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Çoğu kişiden farklı farklı hediyeler alıp durmuştum. En beğendiğim hediyeler arasında Victoria ve Süreyya hanımın hediyesi bulunuyordu. Beni en iyi onlar tanıdığı için tam beğeneceğim şeyleri almıştılar.

 

Varisler ve Kiran daha çok burada kullanacağım tarzda hediyeler sunmuştular. Hediye kısmı bittikten sonra gecenin sonuna doğru yaklaşmak üzere olduğumuz için son dans zamanı olduğu için herkes heyecanla dans alanının yapılacağı alana doğru giderken ben kendimi uzaklaştırıp öylece onların coşkusunu izlemekle yetindim.

 

"Emira dans etmeyecek misin? Neden öyle köşeye çekildin?" diye üst üste soru soran Loya hanıma tam etmiyorum diyeceğim an birden arkamda bir varlık belirdi.

 

"Prenses Emira 'nın bana bir dans sözü vardı." diyen Ahrar' ın sesini duydum tam arkamda. O kadar yakınımdaydı ki alıp verdiği nefesi ensemi huylandırıyordu. Ben daha yok öyle bir şey diyecekken anında beliren Süreyya hanım sevecen bir ifadeyle bizi dans alanına doğru yönlendirdi. Bense olduğum durumu daha tam kavrayamazken birden Ahrar elini belime yerleştirdi ve ilerlememi sağladı öne doğru.

 

"Bu ne şimdi?" diye kısık sesle konuşunca çatık kaşlarımın arasından, Ahrar o anda muzip dolu bir tebessümle bana bakıp yanımda ilerlemeye devam etti.

 

"Gecenin başında olmayacaksa gecenin sonunda kapanışı benle yapacaksın. Sen daha beni tam olarak tanıyamamışsın güzelim. İstediğim şeyi elde etmek için her sınırı zorlarım. Ve en çok zorladığım ve en sevdiğim sınır burada sen oluyorsun. Şimdi gülümse ve kollarım arasında olmanın tadını çıkar çünkü ben öyle yapacağım. "dediğinde sesindeki canlılıkla bana yandan bir bakış atarken. Dans alanının ortasında durunca Ahrar anında beni kendine doğru çekti ve bir eli belimi kıskıvrak yakalayıp diğer elinin avucuna elimi koymamı işaret etti bakışlarıyla. Etraftaki bakışları üzerimde olduğundan onun bu hakimiyetine ses etmedim ama sonrası için bir şey diyemem.

 

" Çok güzel görünüyorsun." dedi ve çenesi şakalarıma temas etti saniyelik. Dokunmaktan çekiniyordu çünkü karşı geleceğimi biliyordu ama hafif bir mesafe bırakarak aramıza benim istediğim sınırı koymuştu. "Kokunu şu an her soluduğum anda eşsiz bir duyguyla dolup taşıyorum." diye devam ettirdiği anda ben sadece susmakla yetindim

 

"Konuşmayacak mısın benimle sevgilim." dediği anda Ahrar olduğum yerde titredim. Bunu Ahrar 'da fark etti. Bakışlarım ona çevrildi fark edip etmediğine bakmak için. O an üzerimde böyle bir etki bıraktığını anlayınca dudakları keyifle kıvrıldı. Lacivert hareleri derin bir duyguyla daha koyu renge dönüştü. Yavaşça dudaklarında olan kıvrılma sona erdi. Yavaşça müziğin etkisiyle salınmaya devam ederken Ahrar her daim beni konuşturmak için başka girişimlerde bulunuyordu.

 

"Elbisenin eski çağlarda bir kadının elbisesiyle aynı olduğunu biliyor musun?" diye sorunca anında lacivert hareleriyle bakışlarımı birleştirdim.

 

"Kiminle?" dedim merakla çünkü bunu Victoria 'da dile getirmişti.

 

"Bilmiyorum sadece gezmek için gittiğim bir yerde bu kıyafetin aynısı ya da bir benzerini bir tablo üzerinde görmüştüm. O an aklıma geldi görünce." diyince Ahrar sadece bakmakla yetindim ama bunu Ölü Ruh' a soracaktım.

 

Birkaç saniye sessizce dans ettik ama bunun sona ermesini sağlayan Ahrar oldu.

 

" Beni hiç mi affetmeyeceksin Emira? "diye acıyla konuşunca, sesindeki o affedilme isteğini sezdim. Neden onu bu kadar çok affetmemi istiyordu ki? Sonuçta kolyeyi alıp gitseydi bunu önemseyecek miydi?

 

" Susuyorsun ve bu beni daha çok korkutuyor. Çünkü bir cevabın olsa evet ya da hayır, ona göre davranayım diyeceğim ama sen bunu hiç zihninde kendine bile sormamışsın. En acısı bu ya. Canımı yakan şu an bu. Beni hiç mi affetmek istemiyorsun Emira? O kadar mı varlığım yokluğum senin için bir? Ben sensiz aldığım nefesi bile sorgularken sen beni çoktan kafandan, ruhundan ve kalbinden söküp attın mı? Bu kadar kolay olmaz! Senin bana olan hislerin bu kadar hafif olamaz. Gözlerinde gördüm ben kendimi ve bana bunu unutturamazsın! "diyince Ahrar acı dolu bir yakarış eşliğinde, benim o an sadece boğazımda derin ve hiç gitmeyecek bir yumru oturdu. Beni hâlâ bu kadar hem acıtabilmesine hemde bendeki hükmünün hâlâ aynı kalabilmesine çok kızdım.

 

" Zamanın neleri değiştirebileceğinden haberin yok senin." dedim çenemi dikleştirip ona duygusuzca bakarken. Bu sözlerimi duyunca harelerindeki çöküşü gördüm. Bana tanıdık gelen bir duyguyu andırdı o an.

 

"Zaman her şeyi değiştirmez değiştiremezde. Neden mi? Çünkü biz buna izin verdikçe bu gerçek olur. Vermezsek hiçbir şey değişmezde ondan Emira . Ve bana sakın beni unuttuğunu ve beni sildiğini söyleme çünkü inanmam. Bakışlarında hâlâ bana olan sevgini görebiliyorum. "dedi ve yavaşça belimde duran elini sıktı." Teninde olan hükmüm gözler önünde. Hâlâ benim sevgilim benim Emira 'msın. Sen bensin benim yarım kalan ruhumsun. Eksik olan tarafım; onu onaran ve iyileştiren tarafsın. Bunu yok sayamazsın. Yok saymamı bekleyemezsin benden." dediğinde boğazındaki düğümle, o an susmayı tercih ettim çünkü konuşursam ağlardım ve şu an onun karşısında ağlamak istemiyorum.

 

"Unuttuğun bir şey var. Bizi bitiren sendin hatırlatmak isterim." dediğimde acımasız yanımla onun o an bana yapma dercesine bakmasıyla devam edemedim.

 

"Ben bizi bitirmedim. Her şeyi açıklamama izin verdiğin gün her şeyi bileceksin. Ama bunun için bana zaman tanımıyor, anında sözlerinle beni yaralamak istiyorsun. Bilmeni isterim ki bunu başarıyla yapıyorsun ama bunu bil sevgilim sana kırılmıyorumda. Çünkü bilsen bana bunları söylemeyeceğini bildiğimden. Çünkü sen bana kıyamazsın. Emira sen beni gözünden bile sakınıyorsun. Aynı o vazoyu adama çevirip benim yanımda o kadını uzaklaştırmak istemen gibi. Çünkü sen bir tek benim seni görmemi istiyorsun. Aynı bunu benim istediğim gibi. Çünkü biz biriz ve başkasının yanında tamamlanmak istemiyoruz. Ya beraber var olacağız ya da beraber yok olacağız. İkimizde bu düşünce içindeyiz. Ve bil ki sevgilim ben senle ya da sensiz öleceğim yanımda bir başkası asla olmayacak. Bundan emin olabilirsin. Aynı benim olduğum gibi. "diyerek Ahrar tüm çıplaklığıyla düşüncelerini dile getirdi. Ama inanamıyorum. Çünkü inancımı yitirdim onun yüzünden ona karşı.

 

Vazo kısmını anlamış ama anlamazlıktan gelmişti öyle mi?

 

Bakışlarım onu bulmadığı anda bana doğru hafifçe yüzünü eğdi ve nefesi yüzümde bir meltem etkisi yaptı. Zaten o aşina olduğum ve bağımlısı olduğum kokusu her burnuma iliştiği anda kendimi kaybediyordum onun kollarında. Zihnim bulanıyor ve irademi yitirip zar zor kontrolü ele geçirirken birde bu bakışı içimi delip geçiyordu.

 

Benim sessiz kalacağımı anladığı anda yeniden konuşan taraf o oldu.

 

"Hayat her zaman ikinci bir şansı verirken sen neden vermiyorsun bunu bize Emira ?" diye sorunca Ahrar bunu yapmamı isteyen bir istekle. O an onun kurduğu cümleye benzer ama karşıt bir cümle kurdum. Tam o sırada Ahrar diğer eşler gibi beni etrafımda usulca döndürdü ama bu konuşmama engel olmadı. Kendi etrafımda dönüp dururken onun duyacağı bir sesle konuştum.

 

" Hayat ikinci bir şans vermez o şansı sen yaratırsın ve ben sana ikinci bir şansı vermem. Bu aptallık olur benim nezdimde çünkü yapılan her hata kendini muhakkak tekrar eder ve benim ikinci bir hata yapma lüksüm yok. Bunu yapamam istesemde istemesemde." diyerek son noktayı koydum ama bu Ahrar 'da ne kadar geçerli oldu bilmiyorum çünkü bana hiç yılmış bir ifadeyle bakmadı. Daha çok irademi ne yaparsan yap kıramaz bendeki o bariyerleri aşamazsın dercesine bana baktı.

 

" O şansı elde edeceğim bunu göreceksin. O bana karşı koyduğun engelleride bana yönelik olan o acı kırgınlığını yok edeceğim ve bana eskisi gibi bakmanı sağlayacağım. Buda sana verdiğim ilk sözüm olsun olur mu sevgilim?" diyerek yılmadığını ve hiç yılmayacağını inadına belirtti. Bense üstelemedim ve başka bir şekilde onu sözlerimle vurmaya, bu şekilde yıldırmaya çalıştım.

 

" Her şey olabilirdi her şey. "dedim usulca kırgın sesimle konuşurken . Bakışlarım haykırdı ona ve onun yaptıklarına. Nemli gözyaşlarımın ardından ona baka baka cümlemi devam ettirdim. "Her şeyin ihtimalleri zihnimde devrildi, durdu ama bu değil! Bunu düşünmedim. Konduramadım aslında." dedim ve başımı iki yana salladım kabul etmeyen bir ifadeyle. "Beni böyle bir oyuna alet ettiğini asla inanamadım ilk anlarda biliyor musun? Eğer duymasaydım kendi kulaklarımla biri gelip deseydi asla inanmazdım. İlk duyduğum anda kabus sandım ama aslında kabusu başından beri yaşıyormuşum tamda en başından beri." dedim ve acıyla gülümsedim ona bakarken. Lacivert hareleri bendeki acının yıkımının bendeki sorunları gördü. Ama onarılamaz sorunları...

 

İlk an konuşmak istedi bunun için dudakları açılıp kapandı ama devamını getirmedi. Sonra göğsü derin bir nefesle şişti bunu yere eğmiş olduğum bakışlarım arasından gördüm. Çünkü artık ona bakmamıştım konuşamayınca. Sonrasında onun sesini duyunca bakışlarımı çevirdim ona doğru.

 

"Bana kırgın olduğunu biliyorum. "dedi Ahrar o an ilk olarak. Onun bu kurduğu cümleye sadece yorgunca gülümsedim. Ona kırgın olduğumu mu düşünüyordu? Kırgınlık? Keşke sadece bu olsaydı da çok kolayca bunu hallederdim ona bile belli etmeden.

 

" Hayır sana kırgın değilim. "dedim yorgun bir edayla ona bakarken." Ben sana neyim onuda tam bilmiyorum ama şunu söyleyebilirim ki ben sana sadece şu an hiç kimseyim. Çünkü sana bakınca neyi gördüğümü bile bilmiyorum. Aptallığımı mı? Yoksa yalan bir dünyaya çekilip orada bir oyuncak oluşumu mu? Veya başka şeyler? Bilmiyorum ve bu çok can yakıyor ve kanatıyor. Ve bu en çok kendimden nefret etmemi sağlıyor Ahrar. Sen hiç yok olmak istedin mi? Ben istedim bu olaydan sonra. Sen hiç kendini hiçmiş gibi hissettin mi? Ben hissettim. Ve bunu kim yaptı dersin? Sen bunu bana sen yaptın? Sen beni öldürdün Ahrar! Hemde canlı kanlı. Yavaş yavaş benim bile farkında olmadığım zaman dilimi içinde. Şimdi bana gelip beni affet diyorsun! Sen bunu benden nasıl istersin? "diyerek acırcasına baktım ona. Bu adamı nasıl dünyam yapabildim? Beni anlamayan anlamaktan öteye giden ve oyuncağı gibi gören bir adamı ben nasıl her şeyim yapabildim? Ben bunu kendime nasıl yapabildim.

 

"Emira sandığın gibi değil." dediğinde onu bakışlarımla susturdum. Konuşmamı istiyordu. Ona istediğini veriyorum o halde susmalı.

 

"Ahrar sen beni ilk baştan beri çok uzaklara fırlattın yanına yaklaşmama bile izin vermedin. Seni tamamen tanımama izin vermedin. Ve şimdi gelip bana beni sevdiğini söylüyorsun. Buna nasıl inanayım? Sen söyle bunu ben sana yapsam sen inanır mıydın? Bana nedenlerim var diyorsun ya? Hiçbir neden bu oyunu oynamana sebebiyet vermez veremez . Onun için daha fazla gözlerimin içine baka baka yalan söylemeyi kes! Çünkü gözümdeki değerini yavaşça yitiriyorsun böyle yaparak. " diyerek tüm duygularımı açıkça söyledim ona karşı. Ahrar çaresizce bana bakarken ne söylese artık benim için bir değişim olmayacağına ikna olunca sessizce durdu o anda.

 

Onun bakışlarındaki çaresizliği değişen müzik dağıttı. Dans figürleri yavaşça değişince, Ahrar yavaşça bir adım geriye çekildi ve küçük adımlarla arkama doğru geçti. Ahrar tamda o anda yavaşça sırtımı göğsüne doğru çekti. Göğsüne yaslı olan sırtım bir buz parçasına yaslıymış gibi diken diken oldu tüm vücudum o sırada.

 

Diğerleriyle aynı zaman diliminde Ahrar benimle birlikte etrafında yavaşça dönmeye başladı. Yavaşça ben yükselmiş ve bir kuğu gibi etrafımda dönerken oda bana eşlik ediyordu. Arkamdaki varlığıyla dönmeye devam ederken bir anda onun kısık ama yalvaran sesini duydum tam kulağımın dibinde.

 

"Ben böyle bitirmeyi istemiyorum." dediğinde Ahrar içimden bende demiştim. Ama bu neyi değiştirirdi ki? Hiçbir şeyi... Acımasız tarafıma sığındım çünkü beni düşmüş olduğum bu acı skalasından ancak o çekip kurtarabilirdi.

 

" Başlamayan bir şey bitemez Ahrar. "dedim acımasızca ama içimde bir yıkımın zelzelesi vardı. Acıdığını belli etmemeye çalışıyordum kalbimin. Yoksa şu an tüm gücümü yitirmiş olmamdan dolayı yere çöküp ağlayacak ve her şeyi açığa çıkaracaktım. Dansın hemen bitmesini istedim. Çünkü daha fazla onun yanımdaki varlığıyla güçlü kalabileceğimi düşünmüyordum.

 

"Başladı. Bunu sende iyi biliyorsun. Ruhum çünkü hissetti. Ruhun hissetti bunu nasıl inkar edersin ki? Ruhum seninle sevgiye ulaştı. " dedi Ahrar bu dediğimin yalan olduğunu ispat etmek isteyen bir istekle.

 

" Ölü olan ruhunla sevgiye ulaşacağını sanma. Bu seni fazla yaralar sonra. "diyerek en yaralı olduğu yerden onu vurdum. Çünkü bu sayede burayı terk edecek benden uzak kalacaktı bu sayede birbirimizden kopacaktık. O çoktan kopmuşken. Yavaşça dans pozisyonlarımızı değiştirdik ve eskisi gibi onun eli belimde benim elim onun sağ omzunda yerini aldı. Sağ elim avucuna yerleşir yerleşmez sağa sola doğru sallanarak dansı devam ettirdik.

 

" Ruhum ölü olabilir ama Emira sevgim değil. "diye Ahrar o anda karşı çıktı söylediklerime. Bu söylemine gülümsedim sadece.

 

" Biz aramızda olan hisleri öldürdük, bizi öldükleri anda terk ettiler ve onlardan bir iz bile kalmadı. Yani ölü olan tek ruhunuz değil sevgimiz sevgimde. "dedim ve dansın sonuna geldiğimizi anladığım anda onu kıracak cümleleri kurmaya devam ettim. Bunu hem onun için hemde kendim için yaptım çünkü bir nedeni vardı. Her şeyin her daim bir nedeni olurdu her daim.

 

" Gerçek senle karşılaşmama izin vermedin. Ahrar. Buna rağmen ben seni tanımak istedim ama ne kadar başarılı olduğum meçhul. Sen meçhulsün ve öyle de olacak. " diyerek içimdeki birikmişliği dile döktüm. Ahrar ise kısa bir süre bakışlarını etrafta dolaştırıp durdu sonrasında bana baktı. Mavi harelerime sanki son kez bakıyormuş gibi baktı. Bu anını zihnine kazırcasına baktı.

 

" Seni kelimelerin tarif etmeyeceği kadar seviyorum. Ve bunu ister kabul et ister etme ama bu gerçek. Biz gerçeğiz." diyince bu dediğine güldüm sesli bir şekilde ama dudaklarımdan acı dolu bir kahkaha döküldü.

 

"Sen sadece buna kendini inandırıyorsun Ahrar. Yanılıyorsun. Bu gerçek değil. Biz gerçek değiliz. Samimiyetle söylüyorum sana bunu. Biz gibi etrafımızda olan her şey yalan." dedim gülümsememi bastırarak. Oysa o dediklerime aldırış etmedi. Ve inanmayan bakışlarını bana çevirdi ve inandığı şeyi söyledi.

 

" Yanılıyorsun." dedi Ahrar sadece bana bakarak. Ona bir adım atarak cevap verdim söylediği kelimeye karşı.

 

" Evet yanıldım haklısın hemde en başından beri yanıldım. Beni sevdiğini sandım ama sandığım gibi değilmiş. Yalanmış her şey. Aynı şu an gözlerinde gördüğüm yalan hisler gibi. Şimdi artık bu konu hakkında konuşmayalım. Çünkü yeterince huzursuz ettin bu anlamlı geceyi benim için. "diyerek tüm inancını kırdım birer birer bize ait olan hayallerini parça parça ederek. Ahrar o an ne yaparsa yapsın bendeki yıkımı onaramayacağına sonunda ikna oldu.

 

Oldu ki sadece yenilgisiyle çepeçevre sarılmış ifadeleriyle bana baktı ve sustu. Çünkü onu ben susturdum. Bunu yapmak zorunda olduğum için. Bizden umudu kessin diye. Yoksa sonuç kötü olacaktı. Ben bir bilinmezdim. Ve bu böyle devam edecekti. Onun için buna bir son vermek lazımdı onu üstlenende ben oldum. Ahrar kabullenmişlikle bana sessizce ayak uydurdu dans bitene kadar.

 

Dans bittikten sonra Ahrar 'ın kollarından yavaşça çekildim geriye doğru. Ahrar bana yalvaran bakışlarla bakarken ben onun lacivert harelerine hissizce bakıp onun yörüngesinden çabucak ayrılmak için elimden geldiğince hemen arkama doğru dönüp Victoria' nın bulunduğu masaya doğru hızlı adımlarla ilerledim.

 

Ahrar olduğu yerde fazla durmadan yemekhaneyi terk etmişti. Ortamda o an bir olay gerçekleştiği için kimse buna dikkat etmemişti. Bir davetli şarabı çok kaçırdığı için olduğu yerde masayı devirmişti. Herkesin bakışları oraya kaydığı için kimse ne benim acımı gördü ne Ahrar 'ın çaresizce buradan uzaklaşmasını.

 

"İyi görünmüyorsun istersen burayı terk edelim hemen şimdi." diyen Victoria' ya sadece evet anlamında başımı salladım. Ve ondan destek alarak yemekhaneyi terk edip Moritanya Kalesi'ne geçtik. Kaleye geldiğimiz anda ben teras katına çıkmıştım. Victoria 'ysa geri kuleye dönmüş ve bizimkilere gecenin sonunda olacak etkinliğin iptal olduğunu söylemişti.

 

Hiçbir şey yapasım yoktu. Üzerimdeki elbiseyi bile çıkarmadan omzuma bir örtü almış ve öylece geceyi izlemiştim. Buranın karanlığı içerisinde düşüncelerin en dibine doğru çekilmiştim. Yorgundum. Acım vardı. Ama buna neyin iyi geleceğini bilmiyordum. Çünkü o an sanki Ahrar 'la vedalaşmamışta onu sanki tam o anda terk etmiş ve gerçekleri o an öğrenmiş gibiydim. Ahrar benim kanayan yaramdı ve sanki hep öyle olmaya devam edecektide.

 

Biz olamazdık. Biz aslında hep yanlış olandık ama bunu görmezden geldik. Ben hep ölümle burun buruna kalacaktım. Kaydetme korkusu neydi bilirdim ve onun hayatında zaten her şey kaybolmuşken bir yeni kayıp daha ekleyemezdim. Ahrar beni unutmak zorunda unutması lazım. Belki bu oyuna başlarken bana karşı hiç bir hisse sahip değildi ama şu an onda bir ise sahip olduğumu görebiliyorum. Ya da yine güzel bir oyunculuk sergiliyordu emin değilim.

 

Çünkü onu tanımama izin vermediği için bu konuda kesin konuşamıyorum. Ama benim önümde iki yol var. Ölüm ve yaşam. Ve ben ölüme çıkan yolda ilerlerken onu bu uçurumun dibine sürükleyemem. Onun için hep bu kırıcı sözleri sarf ediyorum. Onun için hep onu üzecek şekilde cümleleri kurarak bu yolun hiç olmamasını hiç başlamamasını belli ediyordum ona. Ama o ikna olmayacak kadar gözünü kör etmiş haldeydi. Ve bende bunun için bir şeyler yapmalıydım.

 

Evet Ahrar 'a kırgınım. Evet ona karşı o kadar pişmanlıkla dolup taşmış haldeyim ki ona her baktığım anda sadece yaşadığımın bir oyun olduğunu ve benimde saf saf bu oyunda oyuncak oluşumu hatırlıyorum ama o anı istesemde unutamıyorum. Kara Orman' a giderken beni durdurup konuştuğu anı unutamıyorum.

 

Çünkü o an her şeyi öğrendiğimi anladığı anda yaşadığı o duygu boşluğunu, hiçliğin ortasında oluşunu kavradığını unutamıyorum. Çaresizce bana bakmasını ve istediğini değil istemediği şeyleri dile getirişini unutamıyorum. Her şey belki de oyun ile başlamış olabilir ama sonu onun için büyük bir değişiklik oluşturmuş ve o bunun pençesi arasında sıkışıp kalmış uzun zamandır. Ve bunun acısıyla boğulup duruyordu.

 

Şimdi bile bana bakarken nasıl baktığını görebiliyorum. Çoğu zaman bakışlarını zar zor kontrol ediyordu. Onu her cümlelerimle kırdığımda yaşadığı o duyguyu yansıtmamak için büyük bir uğraş veriyordu ama ben görebiliyordum. Ve bunu göre göre söylemeye devam ediyordum ikimiz için.

 

Çünkü biz aslında hiç bir araya gelmeyecektik. Bu ikimizi diri diri öldürmekle eş değer ve ben buna mani olacağım o olmayacaksa. Bunu da ben üstlenirim ki. Onun için her şeyi üstlenirim göğsümü gere gere çünkü onun için değer. Onun güzel bir hayat olması için değer.

 

Ben bir ölümüm ve yakında bu gerçek olacak ve bunun ihtimallerini bile bile bir hayatı kendime bağlı kılamam. Onu gördüğümde özgürdü. Son gördüğüm anda da özgür olmalı ve öyle kalmalı. Ben gidene kadar onun hayatında biri olmaması için çabalayacağım bunu kendim için yapıyorum evet belki yanlış ama onun benden sonraki hayatında kimi hayatına alırsa alsın buna saygı duyarım ama şimdi değil.

 

Şimdi olmaz çünkü dayanamam onun bana baktığı gibi birine aynı şekilde bakması tüm direncimi yitirmeme sebebiyet verir. Ve ben böyle bir hataya sürüklenemem. Kısa sürecek bir zaman var önümde o zamana kadar sadece beni unutmasını sağlarım kendi kendine. Sonrasında istediği şekilde hayatını devam ettirebilir. Çünkü bunun eninde sonunda olması lazım.

 

Ahrar ve ben hiç olmamalıydık. Zaten olmamıştıkta. Bunu zihinlerimize ve kalplerimize de kazımak zorundaydık. Çünkü bizim için en iyisi buydu. Biz bir bütün olamayacak kadar uzaktık.

 

Omuzumdan kayan örtüyü eskisi gibi omzuma koyup dolan gözlerimi açıp kapattım. Ağlamamalı ve güçlü olmalıydım. Çünkü şu an bir zayıflık gösterirsem her şey hiç başlamadan son bulurdu. Ve ben bunu istemiyorum. Zarar gören tek ben olmalı ve herkese güzel bir yaşam bırakmalıyım. Çünkü bunun için kolyenin beni seçtiğini düşünüyorum.

 

Aslında uzun zamandır düşünüyorum bunu neden ben oldum kolyenin sahibi? Adım adım düşündüm. Bir sebebi olmalı diye ve buldum. Ve bu aslında canımı sıktı. Çünkü hayatından bu kadar kolay vazgeçecek nadir insanlar vardı ve bende bu insanlardan biriydim. Birçok yaşam için kendi hayatımı gözden çıkarmak ilk başta zor olsada değer diye düşündüm her gece. Ve sonunda kararımı verdim. Gerekeni yapmak için Esila 'yla yok olmaya bile vardım. Bu herkesin kalan hayatında mutlu olmasını sağlayacaksa seve seve bu kararı yapmaktan memnun olurdum.

 

Çünkü biliyorum ki bu kalkıştığım şey hiç kolay bir şey değil ve ben bunun sadece sonuçlarını üstlenmek zorundayım. Çünkü herkesin geride bırakacağı biri varken benim için yoktu. Yok olduğu düşüncesinde olmaya çalışıyorum.

 

Biliyorum ki yani ucunda yok olacağım bir şey olsa Varisler, Dennis, Victoria, Mera, Kiran ve diğerleri üzülecek ama zamanla alışacaklar. Sanki ben hiç buraya gelmemişim gibi yaşamalarına devam edecekler. Nasıl ki evvelinde ben yokken yaşamalarına devam etmişlerse öyle de etmeliler.

 

Zor olacak ama sonunda olacak. Sadece zihinlerde bir iz olacağım ya ki silinene kadar.

 

Sabah olana kadar yerimden asla kıpırdamadan bekledim. Hava gecenin başından sonunda kadar çok serindi ama zihnimdeki soğukluk ve ruhumdaki boşluğun yarattığı kadar değildi. Uyuşan bedenimin ayaklanmasını sağlayan şey artık bir adım atmamam gerektiğini düşündüren nedendi.

 

Oturmuş olduğum tekli koltuktan omzumdan yere kadar uzanan örtüyle doğruldum. Kollarımı kendime sarmalamıştım. Bakışlarım hissiz, bedenim uyuşmuş, kalbim üşümüştü. Öylece sessiz ve yavaş adımlarla içeriye geçtim. Önüme çıkan koridorun sonuna kadar paytak paytak adımlarla ilerledim. Kale sessizdi. Nefes alış verişlerimin sesini duyup duruyordum sadece. Burada daha önce kendim için hazırlattığım odaya doğru ilerledim. Odanın kapısını usulca açarak kendimi içeriye attım.

 

Parmaklarımı serbest bıraktığım anda omzumda duran örtü yere doğru hızla düştü. Yavaşça ayağımda olan ayakkabıyı çıkartıp usulca yere bıraktım. Sonra başımda duran tacı ve diğer mücevherleri çıkartıp onları hemen çaprazımda bulunan komodininin üstünde olmasını sağladım büyü yardımıyla.

 

Sonrasında büyüyle önümde duran pencerenin perdelerinin kapatılmasını sağladım. Oda anında zifiri karanlıkla sarmalandı. Parmaklarım usulca arkama doğru gidip üzerimde duran elbisenin fermuarını açmaya başladı. Fermuarı açtıktan sonra elbise yavaşça aşağı doğru düşünce hemen bir adım öne atıldım ve onuda büyü yardımıyla sol tarafımda kapısı açık olan odadaki dolapta bulunmasını sağladım. Sonra ne mi yaptım?

 

Banyoya geçip sımsıcak bir duş aldım. Çünkü üşüyen uzuvlarım, düşüncelerim, ruhum ve duygularım vardı. Onların suyun altında çözülmesini sağladım.

 

Uzun bir süre küvetin içinde ellerim buruşana kadar durmuştum. Sonunda çıkmam gerektiğini anladığım anda yavaşça düşmemeye dikkat ederek küvetin içinde çıkıp, bornoza uzandığım gibi üzerime geçirdim. El havlusunu da kafama geçirip zeminde kaymamaya dikkat ederek banyodan dışarı çıktım.

 

Üzerimi kuruttuktan sonra burada bulunan kıyafetlerimden iç çamaşırı çıkarıp giydikten sonra dolapta bulunan zümrüt yeşili tulumu seçip üzerime geçirdim. V yaka tulumu giydiğim gibi altına kalın topuğu olan burnu kapalı bir topuklu ayakkabı giyerek hemen ardından saçlarımı tarama işlemine başladım.

 

Hava çoktan aydınlanmıştı. Birazdan kuleye geçip kahvaltıya katılmam lazımdı çünkü ilk andan yokluğum belli olmamalıydı. Sonrasında ortalıktan kaybolduğum anda gözler kesin beni arardı.

 

Saçımı salık bırakıp üzerime bir ceket almak için dolaba yöneldim. Çünkü bugün hava kapalıydı ve yağmur yağacak gibi duruyordu. Duş aldığım için üşütmem kaçınılmaz olurdu. Kendimi beni oyalayacak her şeyden korumam lazımdı. Ve bunun için de küçük önlemler almakla başlamıştım.

 

Yüzüme sadece çıkmadan önce bir nemlendirici krem sürmüş ve yüzümdeki solgunluğunu umursamamıştım. Uykusuz olmam ayrı bir solgun durmamı sağlıyordu.

 

Odadan çıkıp kalenin en alt katına merdivenlerden inmeye başladım. İçerisi sıcak ve sessizdi. Yıllar öncesinde burada sesler, duygular ve insanlar bulunurken şimdi hiçbiri yoktu artık. Ara sıra bizler uğruyor sonrasında hemen gidiyorduk. Burası terk edilmişti sonsuza kadar.

 

Kaleden ayrılıp Kara Orman'ın derinliklerinden çıkışına doğru ilerledim. Orman bir sisin içinde kalmış ve ürkütücü duruyordu. Bu manzaraya ben alışıktım ama aynısını diğerleri için söyleyemem. Buraya biri gelirse görüntüsü onu ürkütürdü. Kara Orman'dan çıkar çıkmaz önümdeki patikada hızlı adımlarla ilerleyip kuleye varmıştım. Arka kapıda bulunan muhafızlar bana kapıyı açınca hemen içeri girip, arka bahçede ilerlemeye başlamıştım.

 

Arka taraftan içeri girince önümdeki kısa koridoru aşıp sonunda yemekhaneye ulaşmıştım. Kapalı olan kapısını açıp içeriye adımlamıştım. İçeri girdiğim anda daha çoğu kişinin buraya gelmediğini fark ettim. Erken gelmiş olmalıydım. Sessizce kimseye bakmadan kendini yerime geçip sessizce diğerlerinin gelmesini beklemiştim. O sırada çalışanlardan biri benim için sıcak çay ikramı yapmıştı daha diğerleri gelmeden.

 

Bu nazik düşüncesi için ona teşekkür edip, sıcak çaydan küçük yudumlar almıştım. Her yudumda sanki bendim bir buz kütlesiydi ve içtiğim çay o kütleyi eritiyordu. İçim yavaşça ısınmaya başlıyor gibiydi. Ben çayımı içtikten sonra diğerleri de kahvaltıya katılmıştı. Ama gözlerim kahvaltıda Ahrar 'ı görmemişti.

 

Neden gelmediğini merak etmiştim ama kimseye de soramamıştım. Kahvaltı sessiz ve sakin bir şekilde bitmiş sonrasında herkes kendi işlerine dönmüş bende burayı herkesin terk etmesini izlemiştim birer birer. İçimden o an olduğum yerden ayrılmak gelmemişti. Sadece öylece boşluğa bakmıştım uzun uzadıya.

 

Çalışanlar buradaki işlerini bitirip başka yerlere geçince ben tek burada kalmış ve uzun bir süre sadece yanağımı masaya yaslayıp yemekhanede bulunan yanmakta olan şöminenin içindeki ateşi izlemiştim. O an yapacak veya kendimi oyalayacak bir şeyle ilgilenmek istememiştim. Biraz durulup kafamı toplamak istemiştim. Çünkü diğer türlü aklım çoğu şeyle uğraş içinde olacak gibi duruyordu.

 

Aniden bastıran uykuyla hafifçe gözlerimi kapatıp içeride ateşin çıkardığı kıvılcım sesleriyle zihnimin bir boşluğa doğru düşüşünü seyretmiştim. O an uzun zamandır böyle huzurlu bir anda olmadığımı fark etmiştim. Ve bu huzurun uzun sürmesini ne de çok istemiştim. Ama her şey istediğimizi gibi hiç olmazdı ki.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Birinci adım ... Zihin ilk adımı atmam için baskı kurup durdu. "Kaçma! Sende bağır ve hissettiklerini söyle!" diyordu. Peki ben bunu yaptım mı? Hayır . Sadece sustum. Çünkü gücüm kalmadı. Artık gücümün sonuna gelmiştim. Ve savaşmak için bir şeyler yapmak için kendimde o gücü bulamıyorum. Engelleniyorum her şey tarafından. Zihnimin acı dolu haykırışları tarafından. Ruhumun en derinliklerinde olan korkularından. Duygularımın kaosu tarafından.

 

İkinci adım...Ruhum pençe izleriyle dolup taşımıştı. Ve daima adım atmam için fısıldayıp duruyordu. "Bir tebessüm seni hayatta tutacak delil olacak." demişti Lord Yelit. Ama ben o tebessümü çoktan yitirdim. Ya da dur! Yitirmem için çaba sarf edildi.

 

Çünkü bunu yapan bende değildim. O yapmıştı bunu ve şimdiyse pişmanım diyerek eskisi gibi olalım diyordu. Ama hata ediyordu. Ne ben eskisi gibi olabilirim ne de onun istediğini ona geri verebilirim. Ahrar bizi tamamen yok edip gerçekle yüz yüze gelmemizi sağlamıştı. Ve şimdi geriye değil ileriye bakma zamanıydı. Ve o bunu yapamasa bile. Bunu ben yapacaktım Çünkü yapmak için nedenlerim vardı. Onları ezip geçemezdim. Kimseninde ezip geçmesine izin vermezdim.

 

Gerçek Emira nerede biliyor musunuz ? Zihnimin ücra köşelerinde. Ve oradan çıkmamak adına kendini o kapılar ardına saklamaktan vazgeçmeyecek. Çünkü onun açığa çıkması demek her şeyin yok olması demek. Ve o yok oluş hiç kimse için iyi sonuçlanmayacak. Bunu bile bile bunu yapmayacak kadar kararlıydım.

 

Gözlerimi araladığımda kendimi masanın üstüne başımı yaslı bir halde bulmuştum. Uyuya kalmış olmalıydım. Ne kadar süredir burada uyuduğumu merak ettim çünkü her yerim tutulmuş bir haldeydi. Masaya yaslı yanağımı çekip etrafıma bakındım. İçerisi boştu ve yemekhanenin kapısı en son olduğu gibi hâlâ kapalı vaziyette bulunuyordu. İçeri hâlâ kimse girmemiş olmalı ya da giren kişi benim burada uyuduğumu fark edince sessizce çekip gitmiş olması lazım.

 

Ağrıyan ensemi elimle sıvazlayıp olduğum yerden kalkıp kapalı olan kapıya doğru ilerlemeye başladım. Kapıyı açıp dışarı çıktım. Koridorda sadece birkaç çalışandan başkası bulunmuyordu. Onlara kolay gelsin dedikten sonra odama gitmek adına merdivenlere yöneldim. Yavaşça basamakları teker teker çıkmaya başladım.

 

Biraz kendime geldikten sonra bu taşları alacağımız ilk yeri belirlemek adına bizimkileri Moritanya Kalesi'ne çağıracaktım. Zaten yeterince gecikme olmuştu elimizi çabuk tutup biran önce bir taşı alamaya bakmalıydık.

 

Odama geldim anda akşama kadar bir taslak hazırlamış sonrasında biraz kafamı dağıtmak için çizim yapmıştım. O sırada açık olan pencereden içeriye doğru hafif sıçrayarak tahta zemini ıslatan yağmur damlalarının sesini duyuyordum. Hâlâ yağmur yağıyordu.

 

Hatta ara sıra şimşekler çakıp duruyor, loş oda şimşek çakması esnasında hafifçe aydınlığa kavuşup sonrasında sona eriyordu şimşek çakması kesildiği anda. Bu havaları severdim. Çoğu kişi aksine bana huzur veren şeyler arasında bulunuyordu. Yağmurlu havalar dışında sisli havalarıda severdim. Bu havalarda dışarıyı izlemek ve karşısına geçip bir şeyler çizmek favorilerim arasında bulunuyordu.

 

Kapım çalınınca başımı kapının olduğu tarafa çevirdim. Kapı hafifçe aralandığı anda içeriye başını uzatan Victoria 'yı gördüm.

 

"Yemeğe inmiyor musun?" diye sorunca konuşmadan ineceğim dercesine başımı salladım.

 

Olduğum yerden kalkıp, elimde duran çizim kağıdını önümde bulunan küçük sehpanın üzerine bırakıp, kapıya doğru ilerledim.

 

"Düne nazaran daha iyi gördüm seni." diyerek hal ve tavrımı ölçen Victoria bilmem dercesine baktım. Yani iyi değilim ama kötüde değildim. Daha kötü olduğum günleri yaşamış olduğumdan dolayı ona nazaranla bu halime şükrediyorum. Ayağa kalkacak gücümün olmadığı günler hâlâ gözlerimin önünde.

 

"Toparlanıyorum yavaş yavaş." dedim ve onunla beraber kapıdan çıkıp koridorda ilerlemeye başladım.

 

"İyi olmanı istiyorum ve bunun için elimden geleni yaparım biliyorsun. Benim için ne denli önemli olduğunu söylemeye gerek yoktur diye düşünüyorum." diyerek elime uzanıp bana doğru döndüğü anda Victoria ona sadece yorgunca gülümsedim.

 

"Varlığın güç aldığım diğer şeylerden biri. İyi ki varsın ve var olmayan devam et." dedikten sonra sessizce aşağı doğru indik. Çoktan hava karardığı için akşam yemeği saati gelmişti. Hiç gelmek istemesemde bir şeyler yemeli ve zihnimdeki o kaosu yakınımda bulunan seslerle bastırmam lazımdı. Zemin kata ulaşır ulaşmaz hemen sol tarafta bulunan koridora sapıp yemekhaneye doğru ilerlemiştik sessiz adımlarla.

 

Yemekhanenin kapısının önüne varınca hemen Victoria geçmem için kapıyı açmış ve önden benim girmemi beklemişti. Ben içeri girip ilerlerken o hemen ardımdan bana yetişerek yan yana ilerlememizi sağlamıştı.

 

Masaya doğru yaklaştığım anda bakışlarım masadakilere çevrildiği anda herkesin eksiksiz bir şekilde burada olduğunu gördüm. Hatta sabah masada bulunmayan Ahrar 'da burada bulunuyordu. Ve şu an gayette normal bir şekilde yanında duran Arın hocayla sohbet edip duruyordu. Ve ben masaya geçene kadar ve sonrasında hiç benim olduğum tarafa bakmıyordu. Beni yok sayan bir tavrı vardı. Dediklerimi çabucak faaliyete geçireceğini bu denli kısa sürede yapacağını düşünmemiştim hiç. Ama yapmış ve bunu banada yansıtıyordu.

 

"Ee daha ne istiyorsun ki? Sonuçta bunu yapmasını sen ima ettin prenses." diyen sesi duyunca gizlenen öfkem yeryüzüne çıktı. Yine mi! Bu ruh başıma bela olmuştu.

 

"Sinirlerimi bozmaya başladın artık iyiden iyiye! Seni dinlemek veya sesini duymak istemiyorum!"

 

Benim sözlerime karşılık Ölü Ruh kısa bir süre susarak cevap vermişti. O sırada servis tabağıma bir şeyler yemek için eklerken bir anda Turul beyin konuştuğu konu dikkatimi çekti.

 

" Etraftaki herkes yeni yeni şu mahkemeden haberdar olmuş. Ve hâlâ çoğu kişi Emira 'yı suçlu buluyor, mahkeme sonucunu kabul etmediğini açıkça söylüyorlar." diye cümlesini tamamlayınca Turul bey, ben sessizce dinlemekle yetindim. Kimin ne düşündüğü artık zerre umurumda değildi. Sonuçta ben mahkemede aklanmış ve suçsuz bulunmuştum. Gerisi onların bileceği işti. Bundan sonra böyle gereksiz olaylar yüzünden ne zamanımı boşa harcarım nede işlerimi ertelerdim.

 

Ben sessizce konuşulanları dinlerken birden yeniden Ölü Ruh 'un konuşmasıyla tüm sönen sinirim tekrar açığa çıkmıştı.

 

"Hım hakkında söylenen şeyleri merak ettim doğrusu." dediğinde Ölü Ruh o an bakışlarım tabağımda olsa da sanki o karşımda varmış gibi nefretle bakıyordum tabağa.

 

"Sinirli halini izlemek büyük keyif veriyor bana. Bu kadar çabuk kızman hiç iyi alamet değil prenses. Düşmanların için artı senin için eksik bir şey bu. Uyarmadı deme sonra." diye çok rahat ve sanki dostummuş gibi konuşunca o an karşımda olsaydı elimin tersiyle bir tane gelişine vurmak isterdim yüzünün tam ortasına .

 

" Düşlerinde ve düşüncelerinde benim için kurduğun şeylerin içerisinde olmak hoşuma gitmedi değil. "diyince Ölü Ruh o an bu neyin kafasını yaşıyor diye düşündüm. Tüm sorunları ve belaları mı çekiyorum ben hep? Bu mu benim kadersiz talihsizliğim mi? Zaten normali beni bulsa şaşardım.

 

Hiçbir şey yokmuş gibi davranıp kendi kendime yemeğimi yiyor, ara sırada şu benim hakkımda olan konuşmayı dinliyorum ama herhangi bir şekilde asla cevap vermiyordum. Zaten Turul bey beni kışkırtmak için söylemiyordu bunu ses tonundan anlayabilmek zor değildi. Daha çok etrafta olan biteni anlatıyor, herkesin bu konuda bir fikri olsun diye bilinçlendirmek istiyordu. Diğer türlü olsa zaten susmaz anında alaylı sözlerine karşılık verirdim.

 

İçeceğimden bir yudum alırken tekrar Ölü Ruh konuşunca tim isteğim bir anda yok oldu ve içeceğimi zorlukla yutup geri masaya koydum bardağı.

 

"Herkese nasıl tanıtmışsan artık kendini kimse senin hakkında hiç iyi şeyler söylemiyor. Baksana seni Esila 'dan farklı kimse görmüyor. Sanki onun kalan işlerini devam ettirecek potansiyelde olduğun düşüncesi içinde herkes. Sencede bir şeyde hata yapmış olamaz mısın prenses? "diyince sabır dileyerek içimden konuşarak ona cevap verdim.

 

" Ne gibi bir hatadan bahsediyorsun lanet ruh? "diye açıkça hakimiyetini yitirmiş sinirli yapımla konuşarak, yine ne saçmalayıp duracak diye bekledim.

 

" Hım lanet ruh tabiri sencede biraz ağır olmadı mı? Yani benim için sıkıntı yokta senin gibi naif bir prensese hiç yakışmadı. Sen şimdi biraz daha sinirlensen sövüp saymayada başlarsın sonra." diyince Ölü Ruh anında geriye doğru yaslanıp bakışlarımı boşluğa diktim.

 

Onu görmediğim için ifadelerimi sabit tutmakla yetiniyor, kalabalık içinde olduğum içinde daha temkinli hareketlerde bulunmak zorunda olduğumu kendime sürekli hatırlatıp duruyordum. Çünkü kendi kendime tuhaf tuhaf ifadeleri sergilersem birileri bir şey olduğunu anlardı. Birde bunun için hiç kimsenin sorgulamasın çekemem!

 

"O naif prenses şimdi sen karşısına geçseydin sana neler yapardıda neyse! Kes sesini ve defolup git! Seni akşam akşam çekemem şimdi! Anlamıyorum ne diye gelip gidip duruyorsun? İşin gücün yok benimle muhatap olmaya mı başladın sen? Hayır anlamıyorum ne oldu o ilk zamanlarda korkutmak için uğraşan ruha şimdi dakika başı yok şöyle yok böyle diyip duruyor ? Ben mi unuttum yoksa sen mi çok kaptırdın kendini. Biz seninle arkadaş değiliz ne diye benimle günün yirmi dört saati berabersin? Git çok boşsan kendine başak bir meşgale bul! Ben seni etrafımda istemiyorum anlamıyor musun? "diyerek tüm öfkemi kustum belki bir nebze anlarda beni rahat bırakır diye ama amacıma ulaştı mı? Hayır!

 

" Ah prenses ne yazık ki kibar bir yapım yok ve maalesef seni kırmak zorunda kalacağım. Çünkü şu an en çok beni eğlendiren seni şu halde görebilmekken neden bunu terk edeyim ki? Bu arada kaba bir tarafın var onu fark ettim. Ne o karşıma geçersen görürsün lafları sana hiç yakışmadı teessüf ederim. Kınıyorum seni bu halinden dolayı. İlk zamanlarda seni daha tanımıyordum şimdi daha yakından tanıdığım için çok eğlenceli bir yanın olduğunu fark edince biraz zaman geçirelim istedim. Neden gitmemi istiyorsun anlamadım? Bak benim gibi bir ruh seninle iletişim kuruyor. Onur duymalısın. "dediğinde gözlerimi tam devireceğim anda nerede olduğum aklıma gelince son anda kendimi durdurdum.

 

" Sınırlarımı zorluyorsun ve sonunda ne olur senin için bilmiyorum ama şunu bil sana söylemek istediğim iki şey var. Birincisi seninle herhangi bir iletişim kurmak için can atmıyorum. İkincisi ise lütfen çek git varlığını da alarak zihnimden etrafımdan. Çünkü tahammül sınırlarımın sonuna ulaştın artık sana katlanmaktan bıktım. Rahatsız ettiğinin farkında mısın? "diyerek iyice zıvanadan çıktığımı belli ettim.

 

Tam o sırada ismimi söyleyen Ahrar 'ı duymamla bakışlarımı ona çevirdim.

 

" Prenses Emira sınırları zorlamak konusunda kararlı ve bu onun için hiç iyi şeylere yol açmayacak gibi. "dediğinde tam bu cümlesine karşılık konuşacağım anda Ölü Ruh haddini aşıp bu konu hakkında konuşunca anında tüm sinirim üst seviyeye ulaştı.

 

" Bence haklı çok fazla sınırları zorluyorsun. Sonra sonunda başına gelecek şeyler yüzünden sızlanayım deme. Hiç kimse sana yardım edemez." diye sözünü tamamlayınca ölü Ruh derin bir nefes alıp masa örtüsünü sımsıkı sıkmaya başladım çığlık atmamak için.

 

"Hâlâ aynı fikirdeyim sakın çığlık atma!"

 

"Kes sesini hemde hemen!" diye yüksek sesle konuşmuştum.

 

"Prenses Emria bir -" diye Ahrar devam edeceği anda konuşmamla sesini kesmişti. Ve tüm bakışlar bana çevrilmişti.

 

Masaya aniden ortaya çıkan sessizlik benim hızlı alıp verdiğim soluklarımın duyulmasını sağlıyordu. Üzerime çevrilen bakışları yok sayıp anında masadan jet hızıyla kalkıp çıkışa doğru ilerledim.

 

Arkamdan Victoria birkaç kere ismimi çağırsada umursamadan kapıyı açmış ve dışarı çıkmıştım.

 

Önümdeki koridorda sinirli adımlarla ilerleyip çıkışa doğru giderken lanet ruh beni yeniden rahat bırakmamayı tercih etmişti.

 

"Şimdiden tüm dikkatleri üzerine çektin. Sabırlı bir yanın olduğunu düşünüyordum ama değilmişsin." diye yüzsüzlük yapıp konuşunca Ölü Ruh kimseyi umursamadan konuşmaya başladım.

 

"Kimin yüzünden acaba? Aptal bir ruhtan ibaretsin! Git diyincede gitmiyorsun! Beni rahatsız ettiğinin farkında olmayacak kadar aptalsın ya da bunu bilerek yapıyorsun bilmiyorum ama yeter artık tamam mı beni rahat bırak!" diyerek son adımlarımı atıp arka bahçeye çıkan kapıya ulaşıp kendimi bahçeye attığımda yağan yağmurun atında buldum.

 

Bir anda üzerime damlayan yağmur damlaları konuşmamı engelledi. Hızlı alıp verdiğim nefesler arasından etrafıma bakınıp durdum birkaç saniye. Sonra bağırıp çağırmak istediğimi fark edince rotamı hemen kulenin çıkışına doğru yönlendirdim.

 

Yağmur o kadar hızlı yağıp duruyordu ki şimdiden çoktan tüm kıyafetlerim ıslanmıştı. Yer ıslak ve kaygan olduğu için yavaşça ilerliyordum. Kara Orman'a giden çıkışa doğru ilerleyip kapıyı açarak kendimi kuleden patikaya doğru giden yola doğru attım. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyordu. Öyle ki sıcak nefesim yüzümde buğu oluşturup tenime dokunuyordu sanki ben her adım atışımda.

 

Saçım başım ıpıslak olmuş artık yavaşça bedenim ıslanmaktan dolayı titremeye başlamıştı ama bunu umursayacak halde değildim. Bir adım attığım anda ayağım boşluğa geldiği için kayıp dizlerimin üstüne düşmüştüm.

 

"Ah! Seni lanet olası ruh!" diye sinirle karışık bağırmıştım.

 

"Kendi hatanı bana maal etme prenses." diyen sesini duyunca anında öfkemi kusacağım ana gelmiştim.

 

"Hepsi senin yüzünden oldu. Ne anlamaz varlıksın sen ya! Hata mı diyorsun birde! Evet hata bende senin gibi bir ruha karşılık vermeyip susarak tepeme çıkmana izin verdim. Sus diyorum susmuyorsun!" dedim ve düştüğüm yerden kalkıp devam etmeye başladım. Yerler o kadar ıslak ve kaygandı ki adım atmak artık zor hale geliyordu her saniye içinde.

 

Yağmur şiddetini git gide arttırıyor ve bana daha fazla zorluk çıkarmak için büyük bir mesai yapıyordu.

 

" Yeter ya yeter!" diye yüksek sesle neredeyse avazım çıktığı kadar bağırdım. "Lanet olasıca bu yerde herkesle muhatap olmaktan yoruldum." dediğimde son birkaç adım kala Kara Orman'a tekrardan ayağım çamurdan ötürü kaymış ve yeri boylamıştım. Avuçlarımın üstüne düşerken son anda yüzümü yere değmesini engellemiştim. Artık tamamen hakimiyeti kaybettiğim için yeri öldürürcesine avuç içimle dövmeye başlamıştım.

 

"Bıktım artık bıktım." diye kısık ama acı dolu bir sesle konuşmuştum. "Bende bir yere kadar dayanabilirim. O kadar güçlü değilim. Benimde kırılgan yanlarım var." dedikten sonra yere değen avuçlarımı çamura bastırarak bakışlarımı kir pis içinde olan dizlerime çevirmiştim.

 

"Ben hep çok kötü şekilde yere çakıldım ama kalkmasını da hep bildim."

 

Cümlemi bitirir bitirmez anında yere yaslı olan ellerimden destek alarak ayağa kalkıp tekrar Kara Orman'ın yolunu tutmaya çalıştım. Ayağa kalkıp birkaç adım attıktan sonra uzaktan ismimin zikredilmesini duyunca hemen başımı arkaya çevirdim.

 

Patikanın başında durmuş bana bakan Ahrar 'ı görünce birkaç saniye kıpırdayamadım ama sonra şu an konuşulacak zaman olmadığı için onu yok sayıp devam ettim yürümeye.

 

"Hiç kimseye ne şu an bir açıklama yapacak haldeyim ne de birinin açıklamasını duyacak halde." dedim soluk soluğa. Üstüm başım çamurluydu ama saniyeler içinde yağmur onun bedenimden arınmasını sağlamıştı. Ben yürürken tekrar ismimi zikretmişti ama dönüp bakmamış ve çamur içinde zor bela yürüyerek ilerlemeye devam etmiştim.

 

Birkaç adım sonrasında kendi düşüncelerim içerisinde boğulup dururken ve artık tam Kara Orman'ın sınırını aşacağım anda kolumdan tutulmam ve arkaya doğru çevrilmem abi olunca dengemi yitirdim ve tam öne doğru düşeceğim an belime yerleşen kol beni düşmekten kurtardı. Korkunun verdiği kesik nefesler arasında karşımda duran Ahrar 'a diktim bakışlarımı.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye sinirle konuştum o an ve kolumu onun tutuşundan kurtarıp bir adım geriye çekildim. Bu sayede belimde duran kolunu çekmek zorunda kalmıştı. Bana doğru bir adım atacağı anda Ahrar sinirle iki elimle onu göğsünden geriye doğru ittim.

 

" Yaklaşma sakın!" diye yüksek sesle konuştum sesim ona ulaşsın diye. Çünkü yağmurun sesi o kadar şiddetliydi ki kulaklarım uğulduyor ve nefes alış veriş sesim kulaklarıma boğuk boğuk ulaşıyordu. Benim Ahrar 'ı göğsünden iteklememle birkaç adım geriye gitmişti ama dimdik bir şekilde karşımda durup bana bakmaktan geri durmamıştı. Onunda benden bir farkı yoktu. Ipıslak bir halde karşımda duruyordu.

 

"Ne diye geldin peşimden? Dün dediklerimi anlamadın mı? Hah ne diye soruyorsam başından beri diyorum ama anlamıyorsun! Uzak dur demekten sıkıldım artık anla artık seni görmek istemiyorum Ahrar!" diyerek yüzüne kükrercesine konuştum ama sadece sakin bir şekilde beni izledi.

 

" Ne bakıyorsun bana böyle? "diye sorduğum anda Ahrar 'a hiçbir şey demeden bana bakmaya devam ettiği için o an sinirim daha fazla arttı. " Susmasana cevap ver? "diyince tekrar onu göğsünden geriye doğru iteklerken.

 

Islak saçlarım her onu itişimde sırtıma bir kırbaç gibi vurup duruyordu. Önüme gelen saçlarım tenime işleyen bir iz gibi yapışarak rahatsızlık hissiyatıyla dolup taşmamı sağlıyordu. Yüzüme yağan yağmur damlaları yavaşça çeneme doğru bir yol alıp sonrasında intihar eden biri gibi boşluğa düşüyordu çenemden aşağı doğru. Üzerimde olan kıyafetim beni bir yılan derisi gibi sarmalayıp durmuşken nefes alış verişlerim çok düzensiz bir hale gelmişti. Titriyordum. Ama buna sebep olan öfkem miydi yoksa yağmur mu bilmiyorum.

 

" Şimdi neden susuyorsun? "dedim iteklemeye devam ederken." Susma! Söylemeye devam et o sıraladığın yalanları bana şimdi yine ve yeniden hiç söylememiş gibi! "diye bu sefer var gücümle iteledim onu göğsünden geriye ve birkaç adım arkaya doğru gittiği anda ona doğru adımladım ve kendimi kaybetmiş halimle tüm acımı yüzüne karşı kustum." Ne o yine söylemeyecek misin yalandan yok seni çok seviyorum yok bir nedenim var. Beni bir dinle. Her şey sandığın gibi değil palavralarını. Söyle hadi ne diye susuyorsun! Bak konuşmanı istiyorum hadi ayağına geldi istediğin şey!" dedim öfkeden gözüm dönmüş onun canını acıtarak ona zarar verdiğim anlarda.

 

Omuzlarında duran parmaklarımı öyle bir sıkmıştım ki tırnaklarımın onun derisine işlediğini fark etmiştim ama o sinirden o an ne yaptığımı anlamayacak haldeydim. Parmaklarımı çekip onu tekrar sustuğu için göğsünden itekleyeceğim an iki eliyle kollarımı yakaladı ve beni göğsüne çekip uzun uzadıya gözlerimin tam içine baka baka beni izledi.

 

Lacivert hareleri yağmurun altında ışığı söndürülmüş bir yıldızı andırıyordu. Kesik kesik alıp verdiği nefesleri nedeniyle göğsü şiddetle kalkıp iniyor, şakalarından çenesine doğru yağmur damlaları aşağı düşüp duruyordu. Yüzü acının izleriyle çevrelenip kapana kısılmış bir halde duruyordu.

 

Çenesini eğmiş bana yukarıdan bakarken ben bu aramızda olan sessizliği hemen yok ettim.

 

"Evet söyle ne diyeceksen." diye konuşup kollarımı onunun sıkı tutuşundan kurtarmak için çabalayıp dururken o bu hareketimi bir hamleyle durdurdu. Kollarımda duran elleri hızla çekildi ve beni kendisine daha çok çekerek kollarını sırtıma yasladı. Başım onun boynunun altındaki yerini almış, şaşkınlıkla olanı kavramaya çalışırken Ahrar daha çok şaşırmamı sağlayacak şeyi yaptı.

 

"Haklısın kızmakta. İstediğini bana yap. İstersen yarala, tokat at, bağır çağır ama lütfen beni kendinden uzak tutma. Bunu bana yapma. Bu beni yaralamaz Emira öldürür." diyerek cümlesini tamamlayınca Ahrar, o an dediklerine odaklanmadan başımı geriye çekip aramızda bir mesafe bırakıp derin bir nefes alma ihtiyacıyla dolup taştım. Çünkü o anda tüm düşündüğüm ve hissettiğim şeyi kaybetmiş gibiydim.

 

'Hayır yapma! Onu kendinle beraber bir uçuruma sürükleme Emira. Yapman gereken tek şey ne sen bunu biliyorsun. Oy yap ve yelkenleri suya indirme.'

 

Zihnimde yankılanan sesi dinledim ve acımasız tarafımı ortaya çıkardım.

 

"Ben senden zaten uzaktım. Bunu nasıl anlamazsın Ahrar. Anla artık biz hiç olmadık. Olmayan bir şeyin varlığı seni yaralamaz veya incitmez." dediğimde tam konuşacağı an onu susturdum elimi yukarı kaldırıp ve şu cümleleri zikrettim. Sanki o an zihnim ele geçirilmişti ve ben sadece istenen şeyleri söylemekle görevlendirilmiştim.

 

" Yazık ." dedim ve o anda söylediğim şey onun kaşlarının çatılmasını sağladı. Kafası karışmış bir ifadeyle bana bakmıştı o anda dediğim şeyin ne ifade ettiğini anlamak istersecesine bana bakarken.

 

"Anlamadım?" diyince Ahrar anında omuzlarımı silkerek cevapladım onu yorgun bir ruhla.

 

"Ruhun yolunu kaybetmiş ve sen bunun farkında değilsin. Arayış içindesin ama doğru yolda değilsin. Arayış yolun yanlış." dedim herhangi bir şey anlatan biri edasıyla ona bakıp konuşurken. Sonrasında devam ettim onun boşluğundan faydalanıp konuşmaya. "Birçok açıdan baktım bize. Ve anladım ki ilk anda yanlış açıdan bakmışım doğru açıdan bakınca gerçekten yalan olduğunu anladım. Sevginiz tamamıyla büsbütün yalanmış. Kendinizi oyununuza öyle kaptırmışsınız ki bunu siz bile gerçek sanmışsınız. Ama değil hiçbir şey gerçek değil."

 

" Gerçek olan şey ne peki? "diye sorduğu anda ona alaycı bir gülümsemeyle bakıp cevap verdim.

 

" Şu an-"diyip kendimizi gösterdim." Bakın şu an her şey gerçek. Benim size olan nefretim. Sizin aslında olan biteni yeni yeni kavrıyor oluşunuz. "diyerek artık her şeyin hiç olmadığını aslında onun olduğunu sanma kişilerin biz olduğunu anlatmaya çalıştım.

 

O sırada Ahrar hayır dercesine başını iki yana salladı. Bu hâlâ dediğim şeyleri kabul etmediğini gösteriyordu. Bu haline sadece ifadesiz bakıp hâlâ yağan yağmur altında saçlarımı geriye doğru itip bir adım ona doğru yaklaşarak karşılık verdim.

 

" Sadece beni kendinden uzak tutmak için bunları söyleyip duruyorsun. Yoksa bu dediklerinin hepsi yalan. Biliyorum. Çünkü gözlerinde görüyorum. Gözler yalan söylemez Emira. Her ne kadar sen tam tersini söylesende gözlerin bas bas bağırıyor bana olanı biteni. Ve sen ne dersen de ben asla kabul etmeyeceğim. Sen ve ben birbirimizi çok seviyoruz. Bunu hiç kimse değiştiremez. "dediğinde son cümlesini bir yenimi söylercesine zikrettiği anda ona hemen karşılık verdim.

 

" Peki oyununuz? Ona ne demeli? "dedim birde buradan bakması için onu başka bir pencereden görmesini sağladım olaylara. Sadece sessiz kaldı. O an bir şey diyemedi ve bu sesli bir kahkaha atmamı sağladı. O da biliyordu bu kahkahanın sinirden atılmış olduğunu. Bakışlarımı ona dikip sinirli olan ifademi yüzümden yok etmeden ona bakarak konuştum.

 

"Zamanın izlerini silebilir misiniz ? Silemezsiniz! Peki bende bıraktığınız acıların izlerini silebilir misiniz ? Hayır. Öfkemi ve nefretimi de silemezsin o vakit konuşmanın ya da kendini açıklamanın bir gereği yok Ahrar. "dedim öfkemi kusarcasına. Bakışlarımdaki soğukluk onun yüz ifadesini şaşırmıştı. Gölgelerin her zaman hüküm sürdüğü bu gözlerde şu an gerçekleri anlamamı isteyen bakışı yer almıştı. Ama bu benim için artık gereksiz bir detaydan ibaretti.

 

"Yaşadıklarımızı da silemezsin o halde. Onlar benim ve senin anıların." dedi Ahrar olduğu yerde çaresizce.

 

Kaşlarını çatmış, üzgün bir ifadeyle söylediklerini anlamamı istiyordu. Sesindeki o yorgun tını bariz belliydi. Ama anlamak istemiyordu benim ondan vazgeçtiğimi bunun için zorunda olduğumu. Çabalayıp duruyordu ve bu ikimize de zarar veriyordu. Artık bitmeli her şey hiç yaşanmamış gibi son bulmalıydı. Derin bir nefes alıp kısa bir süre kendime zaman tanıdım. O sırada bakışlarım onu buldu. Artık titremiyordu. Çünkü artık içi üşüyordu. Benim gibi.

 

Şu an ikimizde artık üşüme evrenini atlatmış ve soğuğun varlığına alışmıştık. Ama hâlâ yağmur yağıyordu ilk andaki gibi.

 

Bakışlarını benden çekip kısa bir süre etrafına çevirdi. Bakışlarındaki ne yapması gerektiğini bilmeyen ifade karşısında onu kısa bir süre inceleyip bir adım geri adım attım. Pes etmeyecekti ve bunun için bir yol arıyordu. Ve bende bu yola bir engel bulabilmeliydim.

 

" Boşa geçmiş anlara gerçek mi diyorsun sen Ahrar? "dedim ruhsuz bir sesle. Sanki sıradan bir şeyden bahseder gibi bir halim vardı. O an onun canını yakarak tüm içimde kalan şeyi silmeye çalıştığımı anlamaya başlayınca o da bunu devam ettirdi. Aslında amacım o değildi ama sadece sustum ve diyeceği şeyi bekledim.

 

"Öğrendiğin an acı vermiş olmalı." dedi Ahrar acıyla çevrelenmiş sesiyle. Gözleri kızarmış dudakları hafif aralık dururken cevap vermemi beklemişti. Sesini duyduğum anda o an tüm acılarımın izini uzaklara sürükledi. Ve geriye sadece çığlıklarım kaldı. O anlar birbir gözüme gelince tüm yaşadığım şeyi açığa çıkarıp konuştum.

 

" Evet ölümle eş değerdi. Ama sonra alıştığın anda onu görmezden gelip başka bir şeye yöneliyorsun. Unutmak ve izlerini silmek. Zor oldu ilk zamanlar ama sonradan anında başka şeyler araya gelip gitti. Bazen akla bile gelmedi. Bazen hiç var olmamıştın. Aslında zaten yoktun da ben seni var etmiştim zihnimde. Yani gelişin gibi gidişin de ani oldu. Pek sarsılma izleri ve yıkım izleri bedenimde, ruhumda fazla durmadı. "dedim ama yalandı. Sadece onun artık önemsiz olduğunu söylemeye çalıştım. Ama bakışlarımın ardında, zihnimdeki çatlaklardan açığa çıkan hisler yalan diye bas bas bağırıyor ve her gerçeği önüme seriyordu.

 

O an her şeyi bir kenara bırakıp hep söylemek istediğim şeyi ona karşı zikrettim.

 

" Herkesten ve her şeyden vazgeçebilirdim. İhanet etmeseydin. İhanetin bu denli yakıp geçmeseydi inandıklarımı, inanmak istediklerimi. Herkesi ve her şeyi karşıma alabilirdim. Alırdım da. Sözlerin yalan olmasaydı. Sözlerin beni yakıp geçmeseydi. İnancımı yerle bir etmeseydi. Her şeyi ve herkesi değiştirebilirdim. Beni kandırmasaydın. Benimle oynamasaydın. Beni aptal yerine koyup, inanmak istediğin yalana önce beni sonra kendini inandırmak istemeseydin. Ama en büyük hatayı sen kendine yaptın. Sen en çok kendini kandırdın ve bu kandırma sana yalanı gerçek, gerçeği yalan sandırdı. Çok yazık çok. "dedim sona doğru kısılan sesim ve tükenen gücümle.

 

Her şey dile getirildi. Her duygunun yüzleşmesi oldu. Geriye sadece darbe alan hisler ve ruhlar kaldı. Ahrar sustu o an dediklerimden sonra uzun bir müddet. Ve bakışları yere çevrildi. Çünkü haklıydım ve diyecek bir şeyi yoktu. Olmazdı da artık bu saatten sonra. Ona bir adım atıp elimi çenesine dokundurup başını kaldırıp bana bakmasını sağladım. Lacivert harelerinde kırmızı çatlaklar oluşmuş, gözleri kan çanağına dönmüştü. Bedeni, zihni ve duyguları gibi ruhunda da yorgunluk, pişmanlık vardı değil mi? Bakışlarımı ondanda çekmeden bir an olsun gözlerimi hiç kaçırmadan konuştum. O ise sadece dinledi.

 

"Artık hiçbir şey seninle ilgili hiç bir şeyi merak etmiyorum. Yani söyleyeceğin veya söyleyeceklerin benim için bu saatten sonra önemsizdir." diyerek artık her şeyin aslında bittiğini son çırpınışlarda olduğumuzu açıkça ima etmeden söyledim. Böyle yaparak kendimizi yoruyorduk sadece. Çenesine yaslı olan parmaklarımı çekip geriye doğru adımladığım anda onun çaresiz sesini duydum.

 

"Bu bu veda mı?" diye sorduğunda Ahrar ona sadece yorgunca gülümsedim ve sözlerinin bendeki tesirini hissettim. Büyük bir yıkım oldu sadece o anda. İç çekmemek için çok çabaladım. Sonra her şeyi idrak ettim ona bakmaya devam ederken hayır anlamında başımı iki yana salladım. Bu onu yaralamadı diri diri öldürdü. Çünkü az çok ne diyeceğimi tahmin etti. şunları ekledim sessiz ve sakince .

 

"Bu bir kaybediş."dediğimde sanki büyük bir darbe almışçasına bakışları acıya misafir oldu ve soluk almayı bıraktı. Ama yüz ifadesini hiç fark etmemiş gibi davrandım." Benim kurtuluşum senin ise kaybedişin. Benim zaferim. Senin yenilgin. Benim bu koca dünyada en büyük öğretim. Senin bu evrende en büyük ders çıkartışın." diyerek söylenebilecek ve duymasını istediğim her cümleyi zikrettim. Çünkü aramızda olan her şeyin konuşulup öyle bitmesini sağlamalıydık. Yoksa sonrasında zihinlerde acaba sözü hep kalacaktı.

 

" Eskiden benim için farklıydın."dedim son olarak bilmesini istediğim şeyi söylerken. O an sadece durduğu yerde konuşup cevap vermemi bekledi.

 

" Peki şimdi?"diye sorunca sorusunu geciktirmeden cevapladım.

 

" Diğerlerinden bir farkın kalmadı. Seni farklı kılan benim hislerim ve bakışlarımdı. Ama sen onları yok ettin. Artık diğer herkes gibi sende sıradan bir hocasın... Renas hoca."dedikten sonra yanından geçip gittim ilk gidişim değildi ama son gidişim olacaktı. O öylece arkamda durup gidişimi izlemişti sessiz sedasız.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Loading...
0%