Yeni Üyelik
47.
Bölüm

47-Nefes Girdabı

@kumsallardagezen12

『 Ruhu olmayan insanlar duygusu hiç olmayan insandır. Ruh kazanılmaz ama duygular yeşertilebilir.』

 

Biz onunla tamamlanamamıştık. Biz onunla parçalara bölünmüştük. Hiç birleşmeyecek şekilde . Ve bir daha eskisi gibi olmayacak şekilde. Çünkü zarar gören bir şey eski haline dönemez. Dönmesi ihtimaller arasında bile olamaz.

 

Bir bağ kurulacakken Ahrar daha başlamamış, başlamasını ihtimalini bile vermeden onu darmadağın hale getirmişti. Ve şimdi o bağın varlığının olduğunu söyleyip duruyordu. Ama öyle bir şey yoktu. Çünkü hissetmiyordum artık. Artık hissettiğim şey yoğun bir acıydı. Onun dışında olanların varlığı çok silik ve çok hissizdi.

 

Bunun sebebi oyken şimdi gelip beni hiçbir şey için zorlayamaz, varlığını bana kabul ettirmeye çalışamazdı. Buna yetkisi yoktu. Bunu yapmasına izin vermeyecektim.

 

Geçmiş ney ise gelecek ise oydu.

 

Dün ruhum nasıl kırıksa bugün de öyleydi. Dün nasıl acıyla çevrelenip kuşatılmışsam şimdide öyleydim. Dün nasıl ona karşı bir nefret besliyorsam şu anda öyleydi. Dün nasıl kırgın bir kalbe sahipsem şu anda öyleydim. Dün nasıl onları kabullenememişsem şu an yine aynı şekilde düşünüyordum.

 

Dün nasıl kendime bu aptallığım için kızıp durduysam şu an hâlâ kızıp duruyordum. Dün nasıl ki onu affetmediysem şu anda affetmemiştim. Dün nasıl hâlâ onu seviyorsam şu anda aynı şekilde seviyordum ve bunun için kendimden nefret ediyordum. Çünkü onu unutmayı çalıştığım halde bunu başarmıştım.

 

Ne yaparsam yapayım bendeki izleri silinip gitmemişti. Ne ruhumdan ne bedenimden ne de zihnimden. Ve ben böyle böyle kabullenmiş, anı yaşamaya çabalamıştım. Zihnim onu düşünmemek için kendine uğraşlar bulmuştu. Bedenim başka izleri ağırlamıştı tenine. Ruhum o mu? O ne yapsa bir türlü onu unutacak, onu kendinden sökecek bir şey bulmamış ve onun yokluğuyla hayata devam etmiş. Kendi kendini acıyla sınanmak zorunda kalmıştı. Belki de bu hep böyle olacaktı kim bilebilir ki?

 

Dönüp bakıyorum ikimize ve şunu fark ediyorum. İkimizde değişmedik ya da değişmek istemedik. Çünkü hâlâ ben ona yeniliyorum. O da hâlâ beni ona olan bağımlılığımdan vurmaya çalışıyor. Çabalayıp duruyor, bana dinlenecek, soluk alacak bir alan tanımıyor. Bu beni çok yoruyor. Keza onunda yorulduğu aşikar çünkü ona istediğini vermiyorum bu onu benim kendimi tükettiğim gibi onuda tüketip duruyor.

 

İkimizde birbirimize zarar vermeyi sanırım sonsuza kadar bırakmayacağız çünkü ikimizin istediği şeyler farklı aynı olana kadar devam edecek bu şekilde. Ama buna dur diyecek bir yerde bulunuyordum. Yakında istediğine ulaşamayacağını görecek ama ben göreceğim. Ben son olduğum anda o benden kilometrelerce uzağa savrulup kendi hayatını yaşamaya devam edecek. Bu bizim için en sağlıklı olan şey ama o bunu anlamak istemiyor.

 

Onu tanıdığımı sanmıştım ama asla tanıyamamışım bunun gerçeğiyle çok yakın bir zamanda tanıştım. Tanıdığımı sandığım ruhunda aslında hiç yüzleşmediğim bir adamın karanlık bir ruhu vardı. Bunu çok geç fark ettim ne yazık ki. Ve kaçınılmaz son beni buldu. Onun aslında düşündüğüm adam olmadığını, başka bir kimliğe sahip olduğunu anladım. O yaralı değildi hiçbir zaman.

 

O çoktan o yaralarını yok edip tüm duygularını yitirmiş bir kimliğe bürünmüş bir adamdı. Ve bunu çok güzel örtbas ederek hayatıma sızmış, beni ne tür yalanlarla karşı karşıya getirmişti. Sonrasında bana yalanları gerçekmiş gibi göstermeye çalışmış, onu öyle tanımamı sağlamıştı.

 

Ama günün sonunda tüm gerçekler onun dışında günyüzüne çıkarak önüme serilmişti. Ve ben derin bir aydınlanma yaşayarak ondan çok uzağa savrulmuştum. Ve sonunda ondan kaçarken kendimi bulmuştun. Ta ki o kuleye bir eğitmen olarak geri dönene kadar. Sonrasında ise sanki her şey yeniden başlamış hissiyatıyla bu günlere kadar gelmiştik. Sonrası bize neleri gösterecekti bilmiyorum.

 

Ben bugüne kadar sadece yarını düşlemiştim ama o yarınlar bir türlü gelmedi. Gelmesi istenmedi. Gelmediği için karanlıkta kaldım. Işığa çıkamadım ve karanlıkta yaşamaya alıştım. İleriyi görmeden adımlar attım. Düştüm ama hemen ayağa kalkıp yürümeye devam ettim. Kanadım ama umursamadım. Çığlıklar attım ama sonrasında çığlıklarım sessiz yakarışlara dönüştü.

 

Ve yolun sonunda beni bir uçurumun beklediğini bilemeden son adımı atarak ölüme uğurladım kendimi. Öyle sessiz öyle ani olmuştu ki ben daha ne yaptığımı neyin beni yok ettiğini anlayacak kadar düşünemedim. Ve sonunda gözlerimi acıyla sarmalanmış hayata açtım. Her şeyi kabullenmiş olduğum gerçeğini bilmeden hemde. Belki de yaşam benim için bundan ibaretti sadece bilemezdim.

 

Ahrar... Ne denli biri olduğunu bilmiyor hayatımda. Onun varlığının benim için ne olduğunu ne ifade ettiğini. Nefes almak, soluğun kesilmesi... Güneş ışınlarının tendeki hissiyatı gibi o benim için.

 

Güneşli havada dingin bir ruhla etrafı izlemek gibi. Karanlıktaki o küçük ışık huzmesi o benim için. Yarınım o benim. Tüm yarım kalan her şeyi tamamlayan bir varlık o benim için. Kanayan ruhumun dermanı, acıyan ruhumun onarıcısı, yarım kalan hayatımın tamamlayıcısı. O benim için çok şey ama ben onun için hiçbir şeyim. İşte buda ban biçilmiş hayat.

 

Bir yağmur tanesi kadar küçük ama onun verdiği his kadar yoğun ve kalıcıyım onun zihninde.

 

Ahrar beni zihninden istese dahi söküp atamayacak. Sonsuza kadar bir iz olarak belireceğim onun hayatının her noktasında. Benden izler görecek yaşamında. Ve o izler beni ona hatırlatıp duracak her daim. Ta ki beni bulana kadar. Beni bulduğu anda her şey silinip gidecek ondan ve benden.

 

Hissetemek... Düşünceleri aşıp anılara saklanmak. Aslında yapmak istediğim bu. Bir süreliğine sadece kopuk bir yaşamda canlanmak ve orada bir süre huzurlu kalmak tek ihtiyacım olan şimdilik buydu. Ve ben bunun için bir mücadele içerisindeyim zihnimle. Çünkü o beni gerçeğe çekip dururken ben mazinin anılarına saklanmak için çabalayıp duruyordum.

 

Unutmak... Kendimle birlikte her şeyi unutarak hayatı sil baştan yaşamak istiyorum. Çünkü buna çok ihtiyacım var. Çünkü bu beni iyileştirecek en büyük armağan.

 

Mutlu olmak... Yaşamak istediğim hayatı yaşamak ve orada güzel anılar biriktirmek istiyorum. Ve o anın içinde acıların gölgesi olmasın istiyorum. Çünkü bu hayatım yeterince acıyla dolup taşmış bir halde.

 

Kayıpları silmek... Geçmiş beni bir çok şeyin kaybıyla sınadı. Ve bu düşlediğim hayatta hiçbir kişiyi ne kaybetmek ne de hayatımdan çıkarmak istiyorum. Ben onların varlığını sonsuza kadar hissetmek ve böyle yaşamak istiyorum.

 

Hayatı yaşamak... Uyanmak ve güzel uyumak istiyorum. Kabusların sardığı geceleri istemiyorum. Acıların varlığıyla ağlamak istemiyorum. Gülümsemelerin hissiz olmasını istemiyorum. Anılarımın acıyla dolup taşımasını istemiyorum.

 

Çevremde olan herkesin sahte değil gerçek olmasını istiyorum. Sorunlar istemiyorum. Sıkıntılar istemiyorum. Huzurun , mutluluğun varlığıyla sunulmuş bir hayat istiyorum sadece. İstediğim şeyler çok zor bir şey değil. Ama bu hayat için imkansız olanı istemek sanırım çünkü bunlara sahip olmamı istemiyor. Benim adıma kararlar verip, beni çok kötü hazin sonlara doğru yönlendiriyor her daim.

 

Karar hakkı bende değil onda ve bu elimi kolumu bağlayan en büyük sıkıntı benim için. Çünkü özgür değilim. Özgür olduğum düşüncesi aşılandı ama bu gerçek değil. Bir kukla gibi yönlendirilip duruyordum hayatımda. Verdiğim doğru karar bile canımı öyle bir yakıyor ki bin pişman oluyorum bunu yaptığım için sonrasında. Ve ben hep bu şekilde cezalandırılıyorum.

 

Hep mi böyle olacak? Hayat beni acıtarak mı ölüme uğurlayacak? Hayat sadece bana acıları mı sunacak? Hayat bana bir mutluluğu bile çok mu görecek?

 

Bir umudun bile söndürecek anı yaşatmasına ve buna dayanmaya gücümün kalmadığını bile bile aynı şekilde hayatın acımasız senaryolarında günleri mi devirip duracağım? Hayat bana mutluluğu yasak kılarak neyin cezasını vermeye çalışıyor? Ve neden bu kadar ölümü düşlemem için nedenler verip duruyor sonrasında beni o nedenler yüzünden ölümden beter acıyla baş başa bırakıp, beni uzaktan uzağa izliyor?

 

Bunları hak etmedim. Hemde hiçbirini. Ben bu yaşamı seçmedim. Ben bu hayatı yaşamak istemedim. Ne diye sınanan ve kanayan ben olmak zorunda kaldım? Bu hayatın bana yaptığı en büyük gaddarlık değilde ne söyleyin?

 

Yağmur dinmiş etraf sessizleşmişti. Üzerimdeki kıyafetler hâlâ ıpıslak duruyordu. Yanan şöminenin önünde durmuş öylece boşluğu izliyor, biraz önce olan biteni tekrar başa sara sara gözden geçirip duruyordum. Son sözlerim ondaki etkisini tam görmesemde hissetmiştim. Ruhunda olan ansızın büyüyen acıyı görmüştüm.

 

Evet Ahrar ruhu olmayan bir adam olarak anılıyordu ama kimse hâlâ onun kayıp ruhundan küçük bir parça taşıdığını bilmiyordu . Bunu Ahrar 'ın da bilmediğini düşünüyorum. Bunu ben bile yeni keşfettiğim gücüm sayesinde anlamıştım.

 

Ruhları görebiliyorum evet nasıl bir şekilde olduklarını görebiliyorum. Ama sadece yaşayan insanların ruhunu. Diğer türlü elimde bu güç olsaydı o Ölü Ruh' u görür ve ona haddini bildirirdim. Ama bu gücüm sadece yaşayanlar için geçerliydi. Neyse sonuçta boş bir güç değildi. Eminim ki bu güç bana bir yerde fazlasıyla yarar sağlayacaktı.

 

Onun için Ahrar 'ın ruhunun varlığını hissediyor ve ne hissettiğini kavrıyordum. Bunu uzun zamandır biliyordum ama ona bunu söyleme gereği duymamıştım. Zaten artık hiç söylemek istemiyordum da. Şöminenin içinde yanan odunun hışırtısı ve ateşin çıkardığı kıvılcımlarının sesleriyle öylece düşünüp buz tutan ruhumu ısıtmaya çalışıyorum.

 

Bir anda bulunduğum çalışma odasının kapısı açıldığı anda bakışlarım yerden kapının olduğu tarafa çevrildi. Kapı açıldığı gibi içeriye doğru telaşlı adımlarla gelen Victoria 'yı buldu bakışlarım.

 

Endişeli gözleri anında karşıya bakınca beni buldu.

 

"Ne oldu?" dedi ve korkulu tavırlarıyla bana doğru ilerledi. "Renas hocayı gördüm. Kuleye giriş yaparken bulunduğu o duygu durumu, çöküşü görünce seninle ilgili olduğunu anladım. Dışarıdan gelmişti ve darmaduman bir halde duruyordu. Ona ne olduğunu sorduğum anda hiçbir şey demeden yanımdan geçip gitti. O kadar tuhaftı ki sanki bir ölüden farkı yoktu o anda. Ne yaşandı? "diye sormuş ve benim olanları anlatmamı beklemişti. Her şeyi anlattıktan sonra büyüyle üzerimi değiştirmiş ve sandalyeye sırtımı yaslayıp kendi düşüncelerimde kaybolmuştu tekrar.

 

" Sözlerin onu yerle bir etmişti. Onu görmen lazımdı. Bunu yapmak zorunda değildin. Bu ikinizi de mahvetmiş halde. İkinizde dağılmış ve bir yerlere savrulup kendi köşenize çekilmişsiniz." dedi Victoria ve tam karşıma geçip önümde diz çöküp iki elini dizlerime bıraktı.

 

" Bir şey demeyecek misin? "diyen Victoria boş boş baktım. Ne demeliydim ki?

 

" Boşluk. Tek hissettiğim bu. Sanki bir şeyler benden koparılmış gibi. "demekle yetindim o anda sadece.

 

" Bu gece yanında uyumamı ister misin? "diyince alaylı bir gülümsemeyle baktım ona. Bu hareketim onu ürküttü ama bana yansıtmamak için bakışlarını saniyelik olsada benden çekip başka yöne baktı. Sonra yavaşça bakışları bakışlarımı buldu.

 

" Uyuyabileceğimi sanmıyorum. Keza uyusam bile kabuslarla dolu bir uykuya teslim olacağım kesin." dedim kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatıp bakışlarımı ondan çektiğim anda. Sonrasında yavaşça ağrıyan şakalarımı ovalamaya başladım.

 

"Hasta olacaksın gel saçını kurutayım." diyince sessiz kaldım. O sırada Victoria bu sessizliğimi evete yormuş olmalı ki bir anda olduğu yerden kalkıp arkama geçmişti. Saniyeler içinde başımda bir havlunun varlığını hissettim. O anda etrafım karanlık oldu ve başım sağa sola sallanarak saçlarım kurulanmaya başlandı.

 

"Tamam yeterli." dedim birkaç saniye sonra. Victoria ısrar etmeyerek arkamdan çekilip odanın bir köşesine doğru ilerledi. Bende o sırada gözlerimi kapatıp dinlendirmeye başladım çünkü gözlerim hafiften sızlıyor, yanıyordu.

 

Birkaç saniye sonra Victoria 'nın bana doğru attığı adım seslerini duydum. Gözlerimi açmadan onun karşımdaki yerini almasını bekledim. Tam karşımda olan sandalyeye oturduğunu hissettim.

 

"Bizimkilerle olan toplantıyı erteledim. Sakın kızma bana şu halde bununla uğraşmıştım istemiyorum. Zaten gelsende pek faydan dokunacak gibi değil. Baksana dalgın ve dikkatsizsin. Bence onların söyleyeceği her şeyi daha sakin bir kafayla dinlemeyi tercih edersin. "diye cümlesini bitirdi ve benim ne diyeceğimi beklemeye başladı.

 

Bir şey demedim çünkü haklıydı. Şu an kafam kazan gibi çatlıyorken başka bir şeyle ilgilenmek dahi istemiyorum. Onun için en iyisi biraz kendimi toparlamak sonrasında bakacağım bu işin icabına çünkü yeteri kadar oyalayıp durdum bu meseleyi.

 

"Sessiz kaldığına göre haklı olduğumu biliyorsun. Onu bunu boş verelim de sen bu gece nerede kalacaksın? Burada kalacaksan kuleye dönmeyeceğim." diye konuştuğu anda bugün buradan ayrılmak istemediğimi fark ettim. Kimseyle muhatap olup, o yaptığım şey yüzünden sorguya çekilmek istenmiyorum.

 

Zaten görünen şey belli de ben sadece görünmeyeni biliyorum. Zaten herkes olana yorduğu için pek başka bir düşünmemişler. Çünkü Victoria bana bu konu hakkında hiçbir şey sormadığından dolayı bunu düşünüyorum. Yoksa çoktan bu konu hakkında sorguya alınmıştım onun tarafından.

 

Benden cevap beklediğini bildiğim için başımı evet anlamında salladım ve sonrasında öylece sessizce dakikaları öldürdük. Ta ki Victoria 'nın uykusu gelene kadar. O burada bulunan odasına gitmişken ben bulunduğum yerden ayrılamadım. Sabaha kadar şöminenin devamlı yanmasını sağladım ve düşüncelerin beni yok etmesine izin verdim.

 

Güneş doğmuş ve her yer aydınlığa kavuşmuştu. Bir ara canın sıkıldığı için çizim yapmaya başlamıştım ama öylesine bir şeyler karalayıp durdum. Ortaya pek iyi şeyler çıkamadı. Kafam çok karmaşık olduğu için tam odaklanamıyordum. Sessizce olduğum yerde dururken pat diye kapının açılmasıyla bakışlarım aheste aheste kapının olduğu tarafa çevrildi. Ve bir adet gülücükler saçan Victoria 'yla karşı karşıya kaldım. Bu kadar mutlu olmasının bir sebebi olduğunu biliyordum ve ben sormadan kendisinin hemen söyleyeceğinide onun için sessiz kalarak kendi kendine anlatmasını bekledim. Olduğu yerden hareketlenerek bana doğru ilerledi. Işıl ışıl parlayan mavi gözleriyle beni kısaca izleyip hemen lafa girdi.

 

"Emira sana harika bir haberim var ve bil bakalım ne? " diye şakıdığı anda başımı omzuma doğru hafifçe eğip, hevesini kırmamaya çalışarak kendimce tahminde bulundum.

 

"Ne oldu Turul bey mi öldü?" diye sakin bir sesle konuşunca anında soruma karşılık Victoria başını iki yana doğru salladı olumsuzca. Ve o anda neden böyle bir haberi beklediğimi kendince sorguladı kısa bir süre. Eh başka bir sefere belki alabilirim bu haberi neden olmasın ki.

 

"Ne olduğunu tahmin et hadi ama olumsuz düşünme yani kendince olumlu düşünme ?" diyince Victoria önümde duran çizimi önümde bulunan küçük masanın ucuna bırakıp tamamen bakışlarımı ona çevirdim. Aklıma ilk gelen basit şeyi söyledim.

 

"Misafir mi geliyor kuleye?" diyince o anda Victoria mutlulukla evet anlamında başını salladı. Yani bu mı sevinmişti? Neyse bazılarımızın mutlu olmak için küçük nedenleri bile var bende artık o da kalmadı.

 

"Buna bu kadar sevinmeni inan anlamadım. " dedim kararsız bir halde.

 

Hemen bana doğru ilerledi ve dizlerinin üstüne çöküp bana aşağıdan baktı.

 

"Gelen kişi kim bilmiyorsun. Benim sevincim ondan." diyincede pek bir şey aklımda canlanmadığı için sessiz kaldım ve onun açıklamasını bekledim.

 

"Bu gelen kişi Turul beyin eski nişanlısı. Bir şey olmuş ve onlar ayrılmışlar. Neden ayrıldılar pek bilinmiyor. Herkes eski aşıklar buluşacak diye şimdiden konuşuyor ama aslında bu gelen kişi kuleye seni ziyaret etmek için geliyor." diye Victoria cümlesini tamamlayınca ifadesizce onu izlediğimi görünce tüm gözlerinde olan ışıltı kendisini yavaşça yitirdi.

 

" Hım pek senin için bir şey ifade etmedi. Bakışların çok belli etti bunu."diye kısık sesle konuşunca onun düşen yüz ifadesi ve benim yüzümden heyecanı gidince içim burkuldu.

 

" Gelsin benim için pek bir şey ifade etmiyor. "dedim sadece. Zaten hâlâ tam olarak kendimi toparlamış değildim birde bir misafirle ilgilenemezdim.

 

" Peki o halde istersen rahatsız olduğunu söyler ve kimseyle muhatap olmamanı sağlarım. "dedi ve Victoria ayağa kalkıp kapıya kadar ilerlediğinde o an aklımda bir şimşek çaktı. Bu zamana kadar o yaşlı kurt moralimi yeterince bozmuşken ben nasıl böyle bir fırsatı teperim?

 

" Dur! "dedim olduğum yerde Victoria 'ya. Arkasına dönüp bana baktı. Neden onu durdurduğumu merak etti. Ve sessizce konuşmamı bekledi.

 

" Her ne kadar kötü olsamda bu anı kendi lehime çevirip o kurnaz kurdu biraz zorlama keyfini nasıl teperim. Bana kısa bir süre ver hazırlanıp geleyim." dedim ve oturduğum yerden kalkıp odadan çıkmak için harekete geçtim.

 

"Desene Emira sahalara kaldığı yerden devam ediyor. Hiçbir şey seni alacağın keyiften alıkoymuyor ya ona ölüp bitiyorum." diye eğlenceli sesle konuşunca ona göz kırpıp yanından geçtim.

 

Kapıyı açıp dışarı çıktığım anda dilimden dökülenler boş koridorda yankılandı.

 

" Kimse benim için benim kadar önemli olmamalı . Bu altın kuralım Victoria. Ve kimse için kendimi uzun bir süre kahretmeyecek kadar kendime de değer veriyorum. Ve anı yaşamayı da seviyorum. Sonuçta her an acı çekebiliriz ama her an mutlu olmayız. Acılarımı erteleyip başka günde kendimi kahredebilirim. Hem bu fırsatı bile bile kaçırsaydım üzülürdüm. "dedim ve son cümlemi ekleyip koridordan sağa doğru döndüm.

 

" O ihtiyar kurttan iyi bir planla intikam alamayacak kadar zeki olmayabilirsin sen ama ben öyleyim. Ve o bugün yeterince rezil olacağı durumlarda olması için elimden geleni yapacağım. "demiş ve hızlı adımlarla odama doğru ilerlemiştim.

 

"Bekle! sen bana salak olduğumu mu ima ediyorsun?"diye arkamdan bağıran Victoria 'nın bu tavrına alaycı bir gülümsemeyle karşılık verip koridorda topuklu ayakkabımın tıkırtısı duyulurken yüksek sesle sorusuna cevap vermiştim.

 

"Etmiyorum ." dedim sakince ama eğlenceli bir sesle . "Açıkça yüzüne söylüyorum ki!" dedim rahat bir tavırla. Ve odanın önüne gelince kapıyı açıp içeri gireceğim an onun arkadan çığırırcasına olan sesini duydum. Fena sinirlenmiş olmalı.

 

"Ben seni şimdi var ya!" diyerek konuşmuş ve bana doğru koşuşturan adım sesleri kulağıma ulaşmıştı. Arkamı dönüp onun beni görecek şekilde kapının önünde durup bana ulaşmasını bekledim. Koridorun başına geldiğinde gözleri anında bulmuştu.

 

"Birde yüzüme söyle -" diye devam edecekken yarım kalan cümlesi ona diktiğim bakışlarımla son buldu. Geçmiş bir ana yolculuk yapıp ona kendi cümlesini hatırlattım.

 

"Ah Emira istesende benim kadar zeki planlar yapamazsın." dediği anda ona kaşlarımı çatıp bakmıştım.

 

"Victoria ben hiçbir zaman aptal bir kadın olmadım. Sadece burasını iyi bilmiyorum ve sen bildiğin için ona göre bir plan yaptın ve kurtulduk bir sorun olmadan. Şimdi de bana ben zekiyim havalarında bulunma." demiş ve gereksiz yere kendisini övmemesi gerektiğini belirtmiştim.

 

" O halde sen yapıp sen kurtarsaydın bizi. "diye birde Victoria hanım yaptığı çok marifetmiş gibi benim yapamayacağımı ima edince ona ters ters bakıp, sabır dilendim. Çünkü ihtiyacım vardı ve hep olacağı anlamına geliyordu.

 

" Yaptığın şey çok zekice bir şey de değildi. Beni yem olarak kullandın. "dediğim anda omzunu silkti. Sinirle bu yaptığına anlam vermeyerek baktım.

 

"Bunun rövanşını çok güzel alırım Victoria hemde çok pis bir şekilde. Acımam acıtırım bunu çok iyi biliyorsun." demiş ve onun yanından ayrılmıştım.

 

"Hatırladın mı o günü çünkü ben unutmadım." dediğimde koridorun başında durmuş bana bakmıştı şaşkın şaşkın. O an sesli bir şekilde yutkunmuş olduğunu güçlerim sayesinde duyabildim bu mesafeden.

 

"Sen nasıl bir şeysin ya? O günü hâlâ unutmadın mı? Sendeki kin kimsede yok! Zavallı ben ve etrafındakiler senden neler çekiyoruz." diyince tatlı tatlı gülümsedim.

 

"Dur daha senin icabına bakmadım. O günü unutmadım. Unutmam kolay değil. Sadece elime fırsat geçsin diye bekliyordum ve o fırsatı sen bana kendin sundun. Kendi ayağına kendin sıktın. Göre bak hem seni hem o Turul beyi nasıl cezalandırıyorum." demiş ve bir şey demesine izin vermeden odanın içine adımlayıp kapıyı yüzüne doğru çarparak kapatmıştım.

 

Ne olursa olsun hiçbir şeyi unutmam sadece yeri geldiği an hatırlatır bundan keyif duyardım. Ve aklımda olan planlı devreye sokmak için güzel bir düzenek hazırlamam lazımdı. Victoria zaten istese bile buradan uzaklaşmaz çünkü daha beteriyle karşılık vereceğimi bilir bunun yerine kuzu kuzu ölüm saatine kadar bekleyecek.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Katil ruhların dünyayı sisleriyle sarmalaması kadar zihnimi zifiri karanlık sarmalandı. O karanlık öyle dehşet verici bir görünüme sahipti, öyle bir izdihamı içinde bulunduruyordu ki, tüyler ürperiyordu o karanlık içerisinde bir dakika bile bulunmak.

 

Katil sadece yönetiyor ve istediğini yaptırıyordu masum ruhlara. Masum ruhlar, masum insanların ruhunu teslim alıyor, onu ruhu kanla lanetlenmiş mahlukatlara sunuyordu. Ve bu lanetli ruhlar o masum ruhlarla, ruhlarını doyuma ulaştırıp güçlerine güç katmaya devam ediyordu.

 

Katil, cinayetleri işleyen değil o cinayete sebebiyet verendi. Masum ruhlar , katil değil cinayeti işleyen kuklalardı. Maktul en az masum ruhlar kadar masumdu.

 

Katil, maktulü av olarak görürken, avcıyı kendine itaatkar olarak sahiplenmişti.

 

Bu hayatta herkese bir rol düşerdi.

 

Ya katil olursun ; birinin kurban olması için onu yönetirsin. Ve sana itaat etmesini sağlarsın sonsuza kadar.

 

Ya masum ruhlardan biri olursun ;Ve katilin istediğini susa susa yaparak onu doyuma ulaştıran olursun. O seni bırakıp, bir köşeye atana kadar.

 

Ya da maktul olursun ; ölümün seni bulana kadar hayatını yaşarsın. Sonrasında gözlerini kendine benzeyen biri tarafından öldürüldüğünü görerek bu hayattan ayrılırsın.

 

Seçim hep senin elinde aslında. Hangi tarafta olmak istersin?

 

Karanlıkta durup, herkesi kolayca yönlendiren bir azılı, kana susamış katil mi? Ölümü çaresizce bekleyen maktul mü? Yoksa katil tarafından yönetilen sahte görünümlü avcı ama aslında masum bir ruh mu olmak istersin?

 

Seçim senin....

 

Ben seçimimi şöyle yapacağımı düşünüyorum. O an olmam gereken neyse o olmak ve öyle hayatımı devam ettirirdim muhtemelen. Çünkü bazen şartlar insanı her koşulda bulunmasını sağlayacak kadar acımasız ve ben bu acımasız dünyada kendimi aklamayacağımı bildiğim için sadece yarına çıkabilmek adına bazı riskleri almayı sanırım göze alabilirdim. Yani insanoğlu her an her durumda olabileceği düşüncesinde olmalı. Kimin yarın neye dönüşeceği muamma da ondan.

 

Bir gün bir bakmışsın katil olmuşsun. Bir gün bir bakmışsın masum ruh.

Bir gün bakmışsındır bir anda maktul olmuşsun.

 

Hayat ani değişmelerden ibaret. Bunu unutmamak lazım.

 

Moritanya Kalesi'nden çıkış yaptığımız gibi kendimizi hemen kulede bulmuştuk. Kuleye geldiğimiz anda kulede bir karmaşa içinde bulmuştuk kendimizi. Etrafta koşuşturan insanlara bakıp dururken şaşkınlıkla Victoria baktım.

 

"Ne oldu? Ne bu koşuşturmaca haberin var mı? Çünkü bazı kişiler burada bulunanlar değil gibi?" diye ardı ardına sorularımı sorduğum anda Victoria bir adım atıp yanıma geçti.

 

"Sadece misafir gelecekti. Ama bir sorun çıkmış olmalı ki bu hengame ondan. Gel öğrenelim ne olduğunu. Ve bu yeni yüzler belki gelen misafire ait çalışanlar olabilir." dediğinde Victoria hâlâ aklı karışmışken benim sorularımı yanıtsız bırakmamayı tercih ederken.

 

Yan yana ilerlerken birden aşağı merdivenlerden çıkan Arın hocaya rastladık. Arşiv odasının olduğu taraftan yukarı çıkıyordu.

 

Bizi görünce hemen adımları yavaşladı ve bize doğru ilerledi.

 

"Ah kızlar gelmişsiniz." dedi soluk soluğa bir halde. Yüzündeki ciddiyet ve gergin ifade daha çok meraklanmamı sağladı. Çünkü nadiren bu kadar ciddi olurdu bizim yanımızda daha çıkamayacaktı sevecen bir ifadeyle bize bakardı. Bu bile büyük bir sorun olduğunu gösteriyor.

 

Bu kulede gerçekten sorunsuz bir gün olmuyor buna artık eminim.

 

"Bir sorun mu var?" demiştik aynı anda Victoria 'yla. Anında sorumuzu duyan Arın hoca anında başını salladı.

 

"Sorun ne?" demiş ve açılmasını beklemiştim.

 

"Verlok Krallığına ait bir kitap çalınmış ve bu kitabı çalan kişi bizim krallığının sınırlarında görünmüş. Bunun için Verlok Kralının adamları burada. En kötüsü bugün bir misafir ağırlayacaktık. O böyle bir olay üzerine gelince kulede gerginlik git gide arttı. Kraliçe Süreyya ve Lord Turul çok sinirliler. Şu an araştırma yapılıyor krallığın etrafında kitabı çalan kişi kim ve nerede diye. "diye uzun uzadıya her şeyi anlatmaya başladı baştan Arın hoca. Bizde onu sessizce dinledik ve o cümlesini bitirince birkaç saniye olanlar zihnimde derlenip durdu.

 

" Şimdi ne oluyor ve siz neden arşiv odasından geliyordunuz? "diye soran Victoria 'nın sorusunu anında cevapladı Arın hoca.

 

" Kulenin etrafına büyü yapılması istendi ve bu büyü alt katta bulunan boş odalardan birinde yaptım. Ama Kraliçe Süreyya seni bekliyor aslında bu kulenin etrafına önlem alman için. "dediğinde Arın hoca sadece aylar öncesinden yapmış olduğum büyüyü nasıl buradan olmayan geçebildi diye düşündüm. Çünkü dışarıdan biri o kalkanı geçemez. Ve bu demek oluyor ki hâlâ kulenin etrafında bir yerde bulunuyor olmalı.

 

" Tamam biz Süreyya hanımın yanına gidiyoruz sizinde yapmanız gereken şeyler vardır sizi daha fazla oyalamayalım." demiş ve Arın hocanın yanından ayrılmıştık. Zemin katta ilerliyor bir yandan da aramızda sessizce konuşuyorduk.

 

"Biz yokken neler olmuş." diyen Victoria 'ya bir şey diyemedim çünkü o an etrafta nerede bulunacağını düşünmeye başladım o şahsın.

 

"Ne oldu neden bu kadar sessizsin?" diyince Victoria bu halimin sebebini merak eden bir sesle.

 

"O kişi şu an asla kulede olamaz çünkü yapmış olduğum kalkanı buradaki olmayanlar aşamaz. Yani bu demek oluyor ki o kişi kulenin etrafında bir yerde. Kara Orman'a da gidemeyeceğine göre sınırlı bir yerlerde." dedim aklımda dolanıp duran düşünceleri dile getirirken.

 

" Bu bizi neden ilgilendiriyor ki? "diyince Victoria bunun bizi ilgilendiren tarafını tam anlamamışken. O an adım atmayı bırakıp ona döndüm.

 

" Çünkü sevgili arkadaşım bu olay bu kadar büyük ses getirip sınırlarımıza kadar gelmelerine sebebiyet vermişse vardır belki bir sebebi. Önemsiz bir kitap olmadığı aşikar. Onun için biz bulalım eğer işimize yararsa kullanır geri veririz yaramazsa da yine veririz. Zararda olmayacağız yani. "dediğimde Victoria bu işe hiç bulaşmak istemediğini belirten bir bakışla bana bakmış ama bu işin peşine düşmüşsem vardır bir sebebi diye düşünüp susmayı tercih etmişti.

 

Victoria 'yla beraber kimseye görünmeden kuleden ayrılmıştık.

 

Kuleden çıkmış ve sessizce kimseye görünmeden krallığının sınırında ağaçların arasında dolaşıp o yabancının sığınacağı yeri tespit etmeye çalışıyorduk.

 

Ağaçların arasında gezerken pür dikkat ağaçların ardından etrafa bakınıp duruyorduk. O sırada Victoria hâlâ bu yaptığımız şeyin tehlikeli olduğunu söylüyordu.

 

"Emira hadi onu bulduk diyelim kim olduğunu bilmiyoruz. Bize ya zarar verirse?" diye Victoria olabilecek senaryoları önüme serince sadece bilmiyorum dercesine baktım.

 

"Bak sende tam bir şeyden emin değilsin bırakalım krallık onu bulsun. Biz kendi işlerimize bakalım." diye tekrar konuşunca anında asıl atmayı bırakıp ona döndüm.

 

"Elindeki kitap işimize yarar sağlayacak bir şey olduğunu düşünüyorum. Bilmiyorum ya da hissediyorum. Ama buraya gelmesi bile bir işaret. Sen demedin mi o krallık bide çok uzak. Neden buraya geldi o halde? Bir nedeni olmalı." dedim birde bu açıdan bakması için.

 

" İşimize yarayacak kitapta bizde bilgide. Yani o kitap işimize yaramayacak. "dedi Victoria kesinkes. Bakışları vazgeçmem için uyarıda bulunuyor ama itiraz etse dahi geri dönmeyeceğimi biliyordu.

 

" Bak Victoria seni buna zorlamıyorum istersen gidebilirsin belki işlerin vardır ama ben içimdeki sesi dinleyip o kişiyi bulacağım. "demiş ve tekrar ilerlemeye başlamıştım.

 

Victoria bir süre arkamda sessizce durmuş sonrasında sızlana sızlana arkamdan gelmeye başlamıştı. Neredeyse bir saat boyunca kulenin sınırlarında dolaşmış ve gidebileceği her yere tek tek bakmıştık.

 

" Bak işte burada değil her yere baktık." diyerek karşıma geçip artık dönmemizi söyleyen Victoria 'yı o an duymazlıktan gelmiştim.

 

Çünkü henüz her yere bakmış değildim. Çünkü iki yer vardı. O iki yerden birinde olmalı. Varlığını hissetmiyordum da. Ya yanında bulundurduğu şey buna mani oluyordu ya da belki de burada değildi.

Çoktan gitmişte olabilirdi.

 

Anında zaman kaybetme gereği duymadan hemen ilk önce açtığım portaldan Esila ve o büyücünün gizli gizli buluştuğu yere gitmiş orada o kişiyi aramıştım. Bulamayınca da hemen bu sefer yeniden portal açarak kişisel kütüphaneye geçiş yapmıştık. Kütüphaneye geldiğimiz anda bakışlarım etrafa çevrildi. Ve onu küçük oda içinde aramaya başladım.

 

"Burası da neresi?" diyen Victoria 'ya aldırmadan etrafa bakındım. O sırada Victoria olduğu yerden hareket edip karşısında olan kitaplıklara doğru ilerlemişti. O kendi gözlemini yaparken bende kendi işime odaklandım. Birkaç saniye odayı inceldim.

 

Onu burada da olmadığına kanaat getirmiş ve tam gitmeyi düşünürken birden gözüme bir şey ilişmişti. Masanın ucunda duran bir bez parçası. Anında adımlarımı masaya doğru yönlendirdim ve masanın etrafından dolaşıp ön tarafına geçip yavaşça yere eğildim. Dizlerim yere değince yavaşça başımı eğip masanın altında bulunan kişiye baktım.

 

Ben olgun birini beklerken genç bir kızla karşı karşıya kaldım. Ürkmüş bir halde olduğu yere sinmiş ve bana korkuyla baktığını fark ettim. Birkaç saniye onu izledim. Üzerinde yıpranmış bir kahverengi elbise bulunuyordu. Bir çalışan mıydı acaba? Gözlerindeki korkunun sebebi onu bulmuş olamam mıydı yoksa başka bir şeyden ötürü müydü?

 

Benim eğilip yerde uzun bir süre sessiz kaldığımı gören Victoria olduğum tarafa doğru gelirken konuşmayı da ihtimal etmemişti.

 

"Orada ne yapıyorsun eğilmiş?" demiş ve sonunda benim gibi o da yere eğilip aşağı bakınca o genç kızı görmüştü.

 

"Sen-"demiş ve bir nefes alıp devam etmişti." Çok küçüksün daha. "diye şaşkınca konuşmuş ve bir atak beklemişti benden.

 

" Merhaba -"demiştim önce. Çünkü korkuyor ve ona zarar vereceğimizi düşünüyordu hâlâ." Kimsin bilmiyorum ama sana herhangi bir zarar vermeyeceğim. "dediğimde ona doğru elimi tam uzatacağım anda korkuyla arkaya doğru bedenini çekmişti. Onu ürküttüğümü anlayınca geriye doğru bir adım attım. Ve aramıza bir mesafe koydum." Sana zarar veremeyeceğim ne ben ne arkadaşım. Sadece seni biz bulmak istedik önce. Çünkü benim dışımda biri seni bulsaydı bu senin için tehlikeli olurdu ama ben buldum onlardan önce. Şimdi çık şu masanın altından konuşalım inan bana senin canını yakmak niyetinde değilim. "demiş ve bir şey demesini beklemiştim.

 

Birkaç saniye boyunca bir bana birde Victoria 'ya bakıp durmuştu.

 

" Sen o denilen kişisin. "dediğinde ne demek istediğini anlamamıştım.

 

" Hangi denilen kişi? "diye sorunca yavaşça olduğu yerden öne doğru uzanmış ve elini bana uzatmıştı. O an bu hareketi beklemediğim için birkaç saniye şaşkınlıkla ona bakmıştım.

 

" Prenses Emira. "demişti kısık sesle.

 

Yanımda duran Victoria 'ya baktığımda benden farksız olmadığını gördüm.

 

" Senin beni bulacağını söylemişti büyücü. Doğru söyledi de buldun beni. Sana ulaştırmak için o kitabı buraya kadar getirdim. Sana verdikten sonra geri teslim etmem lazım kitabı." diyip hemen bakışlarını benden çekip sol tarafa dönüp yerde duran çantaya uzanmıştı.

 

O gösterene kadar yerdeki çantayı bile fark etmiş değildim. Çantanın ağzını açıp içindekileri karıştırmaya başladı. Sonra anında aradığını bulmuş olmalı ki hemen durdu ve çantanın ağız tarafını tutup elini içinden çıkardı. Ve hızla çıkardığı şeyi bana doğru uzattı almam için. Ben onun uzattığı küçük el kitabına bakarken o benim almamı bekliyordu ondan kitabı.

 

Yavaşça onun dediğini yapıp kitabı ondan alıp kendime doğru çektim elimi.

 

"Neden bana kitabı vermek için buraya kadar geldin?" dediğimde ilk an bir şey demedi ama sonradan cevap vermişti.

 

"Bilmiyorum büyücü buraya getirmemi istediği için getirdim. Neden sana getirmem gerekiyor orasını bilmiyorum. Zaten o buraya gelmemi sağladı." dediğinde anında aklımda şimşekler çaktı. Çünkü burası o Esila 'yla yasak aşk yaşamış kişiye ait bir yerdi. Ve eğer burasını o ve ben tek biliyorsak bu büyücü o büyücü olmalı.

 

" Şimdi o büyücü nerede yaşıyor. "dediğinde Victoria benden önce davranıp sormam gerekeni ona sorduğu anda küçük kız bilmiyorum dercesine başını salladı.

 

" Yerini bilmiyor musun? "dedim tekrar teyit etmek için.

 

Anında evet bilmiyorum derecesine başını salladı. O zaman sadece kitabı bana getirmek için bir aracıydı.

 

Genç kızı olduğu yerden çıkarmış ve Victoria 'nın onunla ilgilenmesini sağlamış hemen kitabı alıp Moritanya Kalesi'ne geçip kitabı incelemeye başlamıştım. Ve o anda kendimi koruyucu bir kalkanla koruma altına alarak kitabın varlığının bulunmaması için önlem almıştım.

 

Kitabı incelemeye başladığım anda üzerinde tuhaf simgeler olduğunu fark etmiştim. Bu bile kitabın farklı bir dile ait olduğunu ve benim onu okuyamayacağımı simgeliyordu. O an kimden yardım alacağımı bildiğim için hemen Dehliz 'in isimi zikretmiştim. Birkaç saniye öylece olduğum yerde onun gelmesini beklemiştim. Saniyeler geçerken Dehliz hemen gelmişti.

 

Bende o gelene kadar kitabı açıp içinde ne yazıyor diye bakmaya başlamıştım. Ama içinde sadece bir resim vardı ve diğer sayfaları sadece yazıyla doluydu. Resimse bir dağdan başka bir şey değildi. Uzun üzerinde kırmızı noktalar olan bir dağın resmini kağıda çizmişti biri. Dağ resminin yanında küçük bir el yazısı vardı ama bu benim okuyacağım bir yazı olmadığı için ne yazıldığını bilmeden başka sayfaları incelemeye devam ettim.

 

Az önceki küçük yazının aynısı sayfa başında tekrar yazılmış ve maddeler halinde bir şeyler aktarılmıştı.

 

"Ölü Ruh -" diyen bir ses bulunduğum odada yankılandığı anda bakışlarım jet hızıyla karşımda bulunan Dehliz 'i buldu.

 

"Nasıl yani?" dedim ne demek istediğini anlamayan bir sesle.

 

"Ölü Ruh ile ilgili bir kitap o. Yani sen çoktan onun varlığını öğrendin ama biri daha doğrusu o senin ondan haberdar olmanı istemiş." dediğinde o biri kim demek istedim ama ismini anmıyorsa sorsamda cevap vermeyeceğini bilecek kadar onu artık iyi tanıyordum. Onun için Dehliz 'e onun kim olduğunu sormadım.

 

" Kitapta yazılan yazıyı okumayı biliyor musun? "diye sorunca evet derecesine başını salladı ve bana doğru ilerledi.

 

Karşıma gelince yavaşça diz çöktü ve kitabı elimden alıp incelemeye başladı.

 

" Bu kitap senin için bir anlam ifade etmiyor. Çünkü olsaydı ben senin için bu kitabı çoktan onlardan alırdım ama bu kitapta yazan şeyler çok yetersiz kalıyor. Kulaktan duyma şeyler burada yazılan. Senin için önemli olan Ölü Ruh nerede bulunuyor onu bulmak. Kitabı ve kızı teslim et. Merak etme herhangi bir şey olmayacak kıza. O, kızı koruyacaktır elbet. Bununla oyalama kendini. Ama burada yazılı olan bir cümle senin için önemli. O cümle ise şu 'Gün doğar ve karanlık açığa çıkar. Ölü Ruh tüm karanlığını etrafa saçar. Aynı ay, aynı yılda bir kere buluşur karanlık ve aydınlık. İşte o yerde bulunur Ölü Ruh.' Bu cümle nereden, kim tarafından aktarıldı bilinmez ama herkes bunun gerçek olduğuna inanır. Eğer onu bulmak istersen bu mesajın altında yatan nedeni bul derim. Diğer türlü kendini boşa yorarsın onunla ilgili yazılmış kitaplarda bilgi edinmek konusunda. Benim gitmem lazım yapmam gereken bir şey var. Kendine dikkat et ve bir sıkıntı olduğu anda yardımımı iste. "demiş ve anında ortadan yok olmuştu Dehliz. Bense onun gidişinden sonra söylediği cümleyi zihnimde tekrar etmiştim.

 

" Gün doğar ve karanlık açığa çıkar. Ölü Ruh tüm karanlığını etrafa saçar. Aynı ay, aynı yılda bir kere buluşur karanlık ve aydınlık. İşte o yerde bulunur Ölü Ruh."

 

Mesajda yazılı olan şeyin ne anlamlar belirttiği tabii ki bulmak zor olacak ama bununda peşine düşmem lazım gibi hissediyorum. Elimde duran kitabı alıp geri Victoria ve kızın yanına geri dönmüştüm.

 

Döndüğüm gibi hemen kıza onu geri vereceğimi ama kimse ona herhangi bir zarar vermeyeceğini söylemiş, güvende olduğunu ve hep olacağını söylemiştim. İlk başta endişelenmiş ama sonrasında bana güvenmeyi tercih etmişti.

 

Sonrasında hemen kızı alıp kuleye geri dönmüştük. Kızı ilk başta vermemiştik. Onu öncelikle kendi odamda saklamış ve şu an Verlok krallığından gelenlerinde bulunduğu toplantı odasına gitmiştim. Victoria benimle gelememişti. Çünkü onun odada kalıp o genç kızla ilgilenmesini istemiştim. Tek başıma önce bu yapılan acil toplantıyı bir görmek istemiştim.

 

Toplantı odasının önüne geldiğimde birkaç muhafızın kapının önünde dikildiğini görünce işin çok ciddi olduğunu anlamıştım. Kitap bu kadar değerli miydi yoksa altında yatan başka bir neden mi vardı?

 

Toplantı odasının kapısının önüne gelince daha muhafız kim olduğumu sormadan anında kapıyı büyüyle hızla iki yana açtım. Biraz gösterişli bir giriş sergilemek istemiştim. Hem böylece buradakilerin öyle sıradan insanlar olmadığını ve kimse kafa tutmaya çalıştıklarını anlamalarını sağlamak istedim. Kapı büyük bir gürültüyle iki yana açılırken bir anda bakışlar üzerime çevrildi ve gelen kim diye bakmak istediler. Ben onlara sürpriz yapayım derken onlar bana yapmıştı. Çünkü şu an birçok kişi vardı içerideki toplantıya dahil olan. Mesele büyük o zaman.

 

"Emira." demişti o an Süreyya hanım biraz şaşkın ama birazda rahatlamış bir şekilde. Sanırım içeride büyük bir baskı vardı. Çünkü Turul bey bile beni görünce rahat bir nefes almıştı. Ya da ben öyle görmüş olmalıydım.

 

İçeriye doğru adımladım ve hemen büyüyle arkamdan kapının aynı gürültüyle kapanmasını sağladım.

 

"Bensiz bir toplantı mı yapılıyor? Neden çağrılmadığımı merak ettim doğrusu?" diyerek karşımda olan yirmi dört kişilik olan masaya doğru ilerledim. Ama gördüklerim beni kızdırdı. Her daim masanın başında bulunan tek sandalyeye Süreyya hanım otururken şimdi orada onun yaşlarında bir kadın oturuyordu.

 

Anında önümde duran ve tek kişilik sandalyeye oturan Turul beyin yanına durup kadına diktim bakışlarımı.

 

"Siz kimsiniz?" dedim sessiz toplantı odasında çıkan yüksek sesimle. Anında bakışlarım onda olduğu için hemen ona hitaben konuştuğumu anladı.

 

"Verlok Kraliçesi Kasandra Karlha." diye kendini tanıttığında alaylı bir gülümsemeyle ona baktım.

 

"Peki o halde neden Moritanya Kraliçesi Süreyya Hersal'ın yerinde oturuyorsunuz? Kraliçe Süreyya çok nazik biri olabilir ama ben değilim. Ona ait bir yerde ondan başkası oturamaz." demiş ve kimsenin daha konuşmasına izin vermeden anında ikisinin yer değiştirmesini sağlamıştım.

 

Evet yaptığım kabalıktı ama burada birleri şunlara haddini bildirmeli ve buda ben oluyorum. Çünkü diğerleri herhangi bir tatsızlık çıkmasın diye bunları alttan alıyor.

 

Anında Süreyya hanım ilk oturduğu yerde kendini bulunca bir an olduğu yerde çıldıracağı an hemen yüksek sesle konuşarak ona bu fırsatı vermemiştim.

 

"Buraya neden geldiniz diye sormayacağım." demiş ve hemen Turul beyin yanından ayrılıp Süreyya hanımın olduğu tarafa doğru ilerlemiştim. Süreyya hanımın tam arkasında durup sağ elim onun omzuna yerleştiği anda bir an hafif titrediğini fark etmiştim ama sonradan hemen eski güçlü duruşunu almıştı. Bu hareketimi beklemiyor olmalıydı.

 

"Çünkü sebebini biliyorum ama benim aklımı karıştıran başka bir şey var?" dediğim anda herkes ne diyeceğimi sabırsızlıkla bekledi. "Neden böyle bir basit olay için kral ve kraliçe burada? Çünkü bunu elçileriniz ya da veliahtlarınıza da devrede bilirdiniz? Bunun cevabını merak ettim." diyerek cümlemi tamamlayınca anında kral ve kraliçeye bakınca oldukları yerde gerdiklerini fark ettim.

 

" Neyseki çok iyi bir gözlemci ve bir o kadar da zekiyim ki bu olayı anında Asper Krallığı'na bildirdim. Birazdan buraya mahkeme heyetinden gelecekler ve herkesi heyetten olanlar adil bir şekilde sorgulayacak. Diğer türlü karmaşa çıkardı." dediğim anda bu dediğimi duyan Verlok Kralı' nın gözlerine korku yerleştiğini gördüm.

 

Vay desenize doğru yoldaydım.

 

Ne Süreyya hanım ne de. Turul bey bunu pek önemsemedi çünkü zaten onlar açısından iyi olmuştu. Böylece herhangi bir itham olsa tarafsız biri buna mani olacaktı.

 

"En doğrusunu yapmışsınız Prenses Emira." diye Arın hocanın sesini duyunca anında ona memnuniyet dolu bir bakış attım.

 

"Bence buna gerek yoktu kendi aramızda hallederdik. Ne diye Asper mahkemesini buraya kadar yormak istediniz ki?" diyince Verlok Kraliçesi anında ona sahte bit tebessümle baktım.

 

"Ah beni bilmez misiniz bazı şeyleri çok abartıyorum anında neden bunu mahkeme üstlenmiyor diye düşündüm ve hemen onlara haber saldım. Victoria onları buraya çağırmak için gitti." dedim. Çünkü Victoria 'nın varlığını söylemesemde Süreyya hanım fark etmişti. Eh başka bir şey düşünmesin diye bu küçük yalanı söylemek zorunda kalmıştım.

 

" O halde artık konuyu mahkeme heyeti gelene kadar konuşmanın bir manası kalmadığına göre sessizce onların gelişini bekleyelim zaten kısa sürede burada olurlar." diyen Ahlas beye hak verircesine başımı sallayarak karşılık verdim.

 

O sırada dizime dokunan Süreyya hanıma bakışlarımı çevirdim.

 

" Ne yapamaya çalışıyorsun?"diye sorunca onlara belli etmeden dişlerim arasından konuştum.

 

" Bir sizin itibarınızı korumaya birde bunların foyasını ortaya çıkarmak için çabalıyorum. Baksanıza nasıl şaşırdılar. Demek ki bir şey var ve bende bunu ortaya çıkaracağım. Hem kimse sizi küçük görüp sahip olduğunuz herhangi bir şeye bir saniye bile olsa konamaz. "diyerek ona olan bu hakareti görmezden gelemeyeceğimi bildirdim.

 

Ben bana kızar diye düşünmüştüm ama o bana içten bir tebessümle bakıp teşekkür ettiğini duyunca anında şaşıran bu sefer ben oldum.

 

Asper Krallığına ait mahkeme heyeti geldiği anda masanın etrafında yerlerini almış ve olan biteni Verlok Kralından dinlemeye başlamıştılar.

 

Konu anlaşılınca kitabın ne olduğunu sorduklarında anında Verlok Kralı ve Kraliçesi anında korkudan bembeyaz kesilmiş ama anında Kral kendini toplayıp anında onlar için önemli bir kitap olduğunu, büyücülerinin kendi bünyesinde hazırlanan bir büyü kitabı olduğunu ve kitabın bazı yasaklı büyüler içinde bulundurduğu yalanını söylemiştiler.

 

İlk an tabii mahkeme heyeti buna ikna olmuş gibi davranmış ama pekte ikna olmamışlardı. Sonrasında burada olan kişileri sorgulayamaya başladıkları anda bir kayırma yapmış ve Turul beyi atladıkları anda anında olaya el atmıştım.

 

"Heyet başkanı sizden ricam kimse kayırılmadan sorguya çekilsin." diye ikazda bulununca o an heyet içindeki kişileri sorgulayanlardan biri heyet başkanına bakmış ve onun talimatını beklemişti. Heyet başkanı anında bana bakmış ve bu konudaki kararlılığımı görünce anında peki dercesine başını sallamış ve baş işaretiyle Turul beyinde sorgulanmasını emretmişti. Anında bir kişi Turul beyin yanında yerini alıp ona bugün ne yaptığını ve bir şey görüp görmediğini sormaya başlayınca o anda yaşlı kurt bana ters bir ifadeyle bakıp, homurdana homurdana soruları cevaplamaya başlamıştı.

 

O sırada Verlok Kralı yaptığım şey için bana şaşkınlıkla bakmıştı. Ah bilmiyordu ki Turul beyden haz etmediğimi ve onu sıkıntıya sokacak her şeyi yapacağımı. Burada koşulsuz şartsız koruyacağım çok az kişi vardı ve Turul bey bunun arasında yer almıyordu.

 

Heyet sırasıyla hepimizi sorgulamaya başlamıştı. Bazılarımız sorgu anında sıkıntı çekmişti. Bunlar arasında Verlok Kralı ve kraliçesi ve Turul bey. Sadece beni şaşırtan Turul beyin bu kadar gerilmesiydi. Acaba şu gelen misafir sebebiyle miydi? Çünkü gelir gelmez hemen odasına çekilmiş olduğunu duymuştum Victoria 'dan.

 

Belki de eski aşıklar buluşması olmuş olabilir.

 

Yarım saat sonra sorgu bitince heyet başkanı Verlok Kralı' na kendi krallıklarına geri dönmesini ve aramayı onların üstleneceğini bu sayede iki krallık arasında bir sorun olmadan bu halledileceği söyleyince kendi planımı deveye koymuş ve sanki bende bir arama emri vermişim gibi davranıp birkaç muhafızı Victoria' nın yönlendirmesiyle içeri girmiş ve yüksek sesle önce Süreyya hanımdan izin alıp bana hitaben konuşmuştu.

 

Ve aranan kişiyi uçurumun dibindeki mağarada bulduklarını, kitabında yanında olduğunu söyleyince Verlok Kralının yüzünün nasıl rahatladığına şahit olmuştum. Sonrasında bir şart koşarak kızı teslim etmiştim. Kıza herhangi bir ceza verilmeyecekti ve kız artık Asper Krallığında bulunacaktı. Bunu Victoria biz toplantı odasında bulunurken halletmişti.

 

Anında oradaki heyet başkanına bir zarf gelmiş ve olanı biteni oradan okuyarak bilgi edinince benim dediklerimi aynen daha mahkeme kararıyla anlatınca Verlok Kralı çaresizce kabul etmiş ve kitabı alıp buradan ayrılmıştılar. Onlar gittikten sonra yargılama heyetide kuleyi terk etmişti. Herkes toplantı odasını terk etmeye başlarken Turul bey çıkmadan önce bana nefret dolu bakışlarla bakıp hızla odada ayrılmıştı. Bense onun ardından sırıtarak bakmış ve eğlenceli bir bakışla Süreyya hanıma çevirmiştim bakışlarımı.

 

"Her şeyi en başından beri biliyor ona göre kendi planını devreye soktun değil mi?" demişti aniden Süreyya hanım. O an itiraz etmedim ve hiçbir şekilde bilmiyormuş gibi davranmadım ve her şeyi saklamadan söylediği cümleye evet anlamında başımı salladım.

 

"Keşke benimde olanlardan haberim olsaydı." diye kızarcasına konuşunca Süreyya hanım o an ellerimi arkamdan birleştirip ona doğru bir adım attım.

 

"Bilseydiniz bunu yapmama engel olurdunuz o an . Bakın şimdi nasılda buradan kaçışarak gittiler. Diğer türlü kesinlikle bizden herhangi bir talepleri olabilirdi. Ama buna engel oldum. Ve o kızı güvenli bir yerde olmasını sağladım. Diğer türlü kesinlikle o kızı belki ölüme idam edebilirlerdi. Ama ben bunu önledim ve bundan pişman değilim olmayacağım. "diyerek haklı olarak kendimi ve yaptıklarımı savundum.

 

Süreyya hanım bu dediklerime onaylamaz bir ifadeyle baktı.

 

"Bu hayatın acımazlığına alış Emira . Ve bazı şeyleri kabullen. Kendi iyiliğin için. " dedi Süreyya hanım o an. Bense söylediklerini kabul etmeyeceğimi bildiğim için anında karşı çıkan cümlelerimi sarf ettim.

 

"Alışmaktansa eski alışkanlığımı devam ettirmeyi tercih ederim. Yani karışı çıkıp kendi bildiklerimi yapmaya devam etmeyi tercih ederim bu benim için daha sağlıklı olur emin olun ." dedim omuz silkerek. Süreyya hanımsa beni değiştiremeyeceğini bildiği için sessizce yanımdan ayrılıp toplantı odasını terk edip beni burada tek başıma bıraktı.

 

Bende hemen boş bir sandalyeye oturup Victoria gelinceye kadar masadaki bulunan belgeler bir kısa göz attım. Zaten uzun zamandır kedimi olabildiğince kulede dönen her şeyden soyutlandığımı düşünüyorum kendi amacımı gerçek kılmak için.

 

Birden tak diye kapı açılınca içeri Victoria girdi. Hızlı adımlara masanın etrafında dolaşarak yanıma kadar gelip benim gibi boş bir sandalye çekip üzerine oturdu.

 

"Neyse ki bir sorun çıkmadı. Kızı teslim ettim güvendiğim kişilere ama en son Süreyya hanımın bana olan o bakışları bir kızgın gibiydi. Ne oldu ben yokken?" diye sorunca rahat bir şekilde konuştum önümdeki evrakları kenara itip.

 

"Her şeyi anladı ondandır." dediğimde Victoria pek şaşırmadı ve yani normal olarak bilmesi kaçınılmaz dedi.

 

"Peki başka bir şey oldu mu heyet gelince?" dediğinde nasıl bir şey öğrenmek istediğini bilemedim.

 

"Olağan şeylerdi yani." dedim çünkü büyük bir sıkıntı çıkmamıştı onlar geldikten sonra.

 

"Nasıl olağan şeyler?" dedi Victoria benim olağan şeyden kastımın ne olduğunu sorgulayarak.

 

"Yapılan sorgulama anında Turul beyin de herkes gibi sorgulanmasını istedim. " dedim sözlerimden sonra Victoria dediklerimi ilk an kavrayamadı ardından kafası karışık bir şekilde bana baktı. Ne yani? O da herkes gibi sorgulanması lazımdı. Sonuçta ayrım yapılmamalı.

 

"Adamı sorgulanmasını mı istedin sen! Doğru duydum değil mi? " dedi Victoria doğru duyduğunu teyit ettirmek istercesine. Başımı salladım sorusuna hitaben . Neden buna bu kadar şaşırdı ki? Çok abartılacak bir şey değildi söylediğim. Görende öldürülmesi emrini vermişim sanacak! Ama hayali bile güzel ya. Olsada mutlu olsam. Konudan saptığımı anlayınca anında Victoria 'ya cevap verdim.

 

"Evet sonuçta ben bile sorgulandım gelen heyet tarafından o neden sorgulamasın? Niye o kayırılsınki? Kimse kimseden üstün değil! " diye sitemle konuştum. Ama Victoria hâlâ yaptığım şeye takılı kalmış öylece bana aval aval bakıyordu. Dayanamadım ve tekrar ilave yaptım cümleme. "Ben bile sorgulandım bir şey demedim. Turul bey de herkes gibi sorgulanmak zorundaydı." diyerek bakışlarımı önüme çevirdim. Ama kısa süre konuşmayınca ona baktım hemen.

 

Bana inanmayan gözlerle bakmaya devam ediyordu . Şaşkınlığı hâlâ ilk an gibi yerli yerinde dururken gözlerimin içine bakıp hiç konuşmadan kısa bir süre daha sessiz kaldı ve sonra tehlikeli bir şey söyleyeceğini belli etmek istercesine kısık sesle konuştu. Ama hâlâ olduğu yerde olanları tartıyordu.

 

"Tehlikeli bir düşman kazandın farkında mısın? İnanmıyorum sana! Bunu yapmış olamazsın! Adamın itibarı zedelendi senin yüzünden. Sana şimdi ne yapsa haksızsın diyemezsin! "dedi hayretler içerisinde. Hâlâ yaptığım şeyin gerçekliğini idrak etmemişti. Alt tarafı Turul bey sorgulanacak dedim adamı öldürdüm demedim ki? Ama deseydim bence daha az şaşırır gibi bir hali vardı şu anda. Ama şu düşmanlık aklımı karıştırdı. Turul bey evvelden beri dost değildi ki?

 

" Zaten düşmanım değil miydi?" dedim bende kararsızca ona bakarken. Yoksa ben mi tek bunun farkındayım? Kaşlarımı çattım ve bana olan tüm davranışlarını ortalıkta herkese rağmen yapmıştı. Bunu nasıl anlamazdı hiç kimse? "En başından beri bunu açık açık belli etti. Nasıl anlamadın ki? "diye sakin bir tonla açıklamada bulundum. Bir şey mi kaçırmıştım? En başında beri her zaman tavrı açık ve netti. Yani yeni bir şey değildi dediğim. Bazen Victoria' yı anlayamıyordum. Nasıl olurda benim bu tavrımı normal karşılamaz ki?

 

" Düşman kazanmakta üstüne yok oda yetmiyor birde dost olduklarında düşmanın oluyor. Yani bir insan nasıl dostu olanı düşmanı konumuna getiriyor anlayamıyorum seni bir türlü? " dedi Victoria öfkeli bir nefes verip. Bir konuya dikkat çekmek adına tekrar konuştum.

 

" Victoria farkında mısın bilmiyorum ama ben ve Turul beyin hiçbir zaman enerjisi uyuşmadı. Adam bana ilk baştan beri gıcıktı. Ve yaptığım şey bana göre normal ama size göre değil sanırım. Ve zaten o dost değildi olmadı da hiçbir zaman . Sadece bana karşı hep bir şekilde açığımı yakalamaya çalışıp beni oradan vurmaya başlayan biriydi. Evet bu düşmanlık başlığı altında değerlendirilirse o benim düşmanım olabilir ama dostum hiçbir zaman değildi. Ve benim dostum düşmanım olacaksa onun adına üzülürüm çünkü sevgimin bir sınırı vardır ama nefretimin maalesef yok. Yani biri düşmanım olmayı düşünüyorsa vay onun haline. "dedim ve söylediklerimi idrak etmesi uzun süreceğini gördüğüm için hemen oturduğum yerden kalkıp kapıya doğru ilerledim.

 

Kapıyı açıp koridora çıkıp hızlı adımlarla ilerlerken birden kapı açıldı tekrar ve Victoria 'nın hemen transtan çıktığını anladım ama bu onun sessiz kaldığına işaret değildi. Victoria söylene söylene ardımdan geliyordu. Ama onun söylediklerini duymazlıktan geliyordum. Zaten şimdiden söylediğime pişman etmişti beni. Söylemesem haberi olmazdıda. Neyse yaptık bir hata bedelini ödeme zamanıydı.

 

Victoria arkadan gelmeye devam ederken bir anda yanından geçtiğim odada bakışlarım gezinip durdu ve adım atmayı bırakıp uzun uzadıya kapıda gözlerim gezindi. Benim adım atmayı bırakıp sessizce olduğum yerde durmam Victoria 'nın konuşmasını engelledi ve yanıma gelip benimle birlikte kapıya bakarken sessizce konuşmuştu.

 

"Neyi düşünüyorsun ?" diye Victoria sorunca derin bir iç çektim. Neler düşünmüyorsun demeliydi daha çok. Çünkü bu oda bana çok şeyi hatırlatıyordu. Acılarımı, hüzünlerimi, gözyaşlarımı ve daha nicelerini... Ama söyleyebileceğim tek tek şey altında anlamalar yatan bir cümle oldu.

 

" Geleceğime yön veren geçmişimi düşünüyorum." demekle yetindim sadece ona. Sustu ve bir müddet yan profilimden beni izledi.

 

"Ama iyi hatırlarda vardır diye düşünüyorum mesela ben ." diyince Victoria sevimli bir sesle konuşunca anında o an bakışlarım ona çevirdim. Gerçekten bunu demiş miydi? Klasik Victoria işte. Bu cümlesine karşılık onu gıcık edecek bir cümle kurdum.

 

" Victoria hani diyorsun ya benim varlığım senin için bir lütuf ya bence hayır değil neden mi? Söylüyorum hemen bazı anıların katilsin bilmiyorum farkında mısın?" diye sorunca saf saf bana baktı ilk an sonra anladı ne dediğimi ve burun kıvırıp bana yandan bir bakış attı. Kollarını göğsünde kavuşturdu ve bana arkasını dönüp ilerlemeye başladığında hemen hızlı adımlarla ona yetişip yanında ilerlerken tekrar onu sinir edecek bir cümle kurdum. Onunla uğraşmayı seviyordum.

 

"Victoria bazen düşünüyorum da neden seninle sınanıyorum diye sorup duruyorum kendi kendime. Ve o an anlıyorum ki demek ki geçmişte nasıl bir günah işlemişsem ki cezamı böyle senin varlığınla ödüyorum. Yani senin varlığın benim için bir lütuf değil ceza." diye cümlemi tamamlayınca anında bana doğru kafasını çevirdi ve ağlamaklı bir ifadeyle bana bakıp, öylemi dercesine bakınca evet öyle anlamında başımı sallayarak karşılık verdim.

 

Ama bu kısa sürdü çünkü Victoria şaka yaptığımı anlayınca anında kollarını çözüp beni pataklamak için harekete geçerken anında ondan hızlı davrandım ve merdivenlerden yukarı çıkmaya başladım. Hatta bir ara açtığım portaldan en üst kata geldiğim anda onun aşağıda kızgınlıkla ismimi zikrettiğini duydum. Sonrasında bu kata ulaşmasın diye kalkan oluşturdum.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

Kasılmalar... Ruhumda olan kasılmalar. Acının şekillendiği ruhta, bir ölümün izleri dolup taşıyordu. Ölüm yavaşça ruha sızıp, onu yavaşça tüketiyor, bir an önce pes etmesini ve kendisine teslim olup ona itaat etmesini bekliyordu. Ruhum her anında acı dolu kasılmalarla çığlık çığlığa bağırıp duruyor, bir yardım elinin ona uzanmasını bekliyordu. Ama istediğini ona verecek herhangi bir şey yoktu. Ve olmazdıda bu saatten sonra.

 

Kabuslar... Her karanlık gecede beni bir gölge gibi takip eden bu kabuslar rahat bir uykunun beni ele geçirmesine izin vermiyor. Vermeyecekte. Çünkü beni huzursuz edip kontrolü kaybetmemi istiyor. Ona yenilmemi ve bunun benim için yenilmişliğin ilk anı olmaması için çabalıyor. Kabuslar, yavaşça damarda dolaşan bir kan gibi zihnimde dolaşıp bir an kolluyor.

 

Bir anı yakalayıp beni oradan vuracak darbeyi indirmek istiyor. Zihnim güçsüz değil ama yorgun ve bunu oda biliyor ve bundan yararlanarak beni yıkımın en sancılı yollarına sürüklemek istiyor. Çünkü bu sayede ben kayıplar verip ona geçiş izni tanıyacak ve bu şekilde onun yönlendirmesi altında bulunacağım. Bu yakın bir zamanda mı olacak? Bunu zihnim belirleyecek.

 

Kabuk bağlamayan yaralar... Devamlı kazınan, devamlı unutulmayan yaralar. Oradan vurulmaya çalışılan yaralar. Unutup gitmesin diye devamlı hatırlatılan yaralar. Bir darbeye kurban giden ya da bile bile üzerine basılan yararlar. Acı çekmen için çaba gösterilen yaralar. Ve daima seninle ebediyete kadar beraber olacak yaralar.

 

Kaçışlar... Acı dolu anlardan, hüzünlü gözyaşları ardından saklanan kapılardan uzaklaşıp, karanlığa saklanmalar. Zihnin acıyı söyleme şekillerinden, varlığın seni yok saydığı anlardan, kendini kurtarmak istediğin anlardan... Her hayat bir kaçışın sonunda oluşan olayla devam eder.

 

Ve sen o devamı sonlandırmamak yerine hayatının her alanına taşıyarak kendini bu kaçışların kurbanı ilan ederek, kendi yaşamını kendine zehir edersin. Ve buna dur demek senin elindeyken bunu elinin tersiyle tepersin yüzleşmemek için. Buna gücün olamadığından. Olmasına izin vermediğinden dolayı. Ve o anın seninle bir ömür devam etmesine izin vermiş olursun bunu yaparak. Ne de kötü bir kaybediş değil mi kendine karşı savaşında?

 

Korkular... Bir küçük beden. Bir küçük ruh... Bir küçük an... Ve kararsız bir zihin. Kendini neye karşı koruyacağını bilmeyen bir kalp. Korkular biz varlıkların en büyük sorunu. Ve en büyük savaşı. Onu kendimiz aleyhine de çevirebiliriz ya da lehimize. Bunun iradesi bizde bunun kararı bizde.

 

Duygulardan korkabiliriz. Varlıklardan korkabiliriz. Kendimizden korkabiliriz. Gölgemizden korkabiliriz.

Seslerden korkabiliriz. Anıların bizi yalnızlıkla sınamasından korkabiliriz.

 

Ama bunu yok etmek ve onu hiç olmamış gibi devam ettirmekte bizim elimizde. Aslında bu yaşam bizim sadece onun kontrolü konusunda biraz tereddütlerimiz var. Onları halleder ve ne istediğimizi anlarsak çoğu şeyi halletmiş oluruz ama hâlâ bu konuda çok yetersiziz. Bunu halletmeyi başarmalıyız.

 

Odamda akşama kadar oturmuş ve Dehliz 'in söylediği sözleri düşünüyordum.

 

"Gün doğar ve karanlık açığa çıkar. Ölü Ruh tüm karanlığını etrafa saçar. Aynı ay, aynı yılda bir kere buluşur karanlık ve aydınlık. İşte o yerde bulunur Ölü Ruh."

 

Çok kapalı bir cümleydi duyduklarım. Ve Ölü Ruh' un sesi soluğu kesilmişti. Ortalıkta bulunmuyordu. Acaba o gün Kara Orman'ın sınırında söylediğim cümle mi onu geri plana çekmişti? Olabilirdi. Ya da başka bir sebepten ötürü yoktu. Birçok şey söylenebilirdi. Masanın başına geçmiş cümleyi bir boş kağıda geçirip, üzerinde düşünmeye başlamıştım. Bu zamana kadar o hep yanıma gelmişti bu sefer sıra bende olsa ne olurdu acaba?

 

Gün doğduğu anda karanlık açığa çıkar. Gün doğduğu anda karanlık yok olurdu. Ama burada karanlık açığa çıkıyor yazıyordu. Karanlıktan kasıt ne? Bir nesne mi? Yoksa Ölü Ruh mu? Çünkü o da karanlık ve belki de gün doğunca bulunduğu yerden çıkabiliyordur. Bu aklıma ilk gelen şeydi.

 

Birkaç kitabı karıştırmaya başladım. Hatta birden fazla kitabı büyü sayesinde tam karşımda tutarak sayfalarını çevirip, birden çok kitaba aynı anda bakıp bilgi arıyordum. Neredeyse yarım saat kitaplara bakmıştım ama herhangi bir şey bulamamıştım bu konuyla alakalı. O an karanlık cümlesi karşısına bir ok çıkartıp üstüne Ölü Ruh 'un ismini yazmıştım. Sonra bir diğer cümleye geçmiştim.

 

Ölü Ruh tüm karanlığını etrafa saçar. Gün doğunca karanlık ortaya çıkar bu tezimi bu cümle doğruluyor. Ölü Ruh ortaya çıkınca etrafa karanlığını saçar. Yani burada enerjisini kast ediyor olmalı böylece etrafta bir matem havası olmalı. Bundan anlayabiliriz.

 

Ya da bir şekilde bir şeyler tam tersi şekilde hareket edebilirde. Ya da karanlık gün doğunca ortaya çıkması, Ölü Ruh'la beraber bazı şeylerinde ortaya çıkışına işaret olabilirde. Aslında tam bir sonuca ulaşamadığım için her şeye aslında olabilir gözüyle bakmam lazım. Çünkü şu an elimdeki şu cümleden başka herhangi bir kanıtım yok ona dair. Kendinden hiç bahsetmedi onca an yanıma geldiğinde. Ve sadece benimle alakalı konuştu. Belki de bilerek böyle bir yol izlemiş olabilir. Her şey Ölü Ruh 'a çıkıyordu. Bir diğer cümleyi okuyup onu anlamaya çalıştım.

 

Aynı ay, aynı yılda bir kere buluşur karanlık ve aydınlık. Ay ve yıl olarak belli bir saatte ortaya çıktığı söyleniyor. Karanlık ve aydınlığın aynı anda ortaya çıktığı bir yer mi var burada buna mı atıf yapılıyor? Böyle bir yeri hiç duymadım. Ya da belki böyle bir yer yoktur.

 

O aslında aydınlığın olduğu yerde karanlığın ortaya çıkmasını sağlıyor olabilir. Yani eğer yeryüzüne iniyorsa o an onun varlığı bir anda aydınlık bir yerde bir karanlığıda oluşturabilir. Bunu anlamıştım ben cümleden. Ama bana yer lazımdı. Zaman önemli değildi onu her türlü yeri bulsam ulaşabilirdim. Diğer cümleyi okudum ama bana bir şey ifade etmedi Çünkü diğer cümleleri daha tam çözmüş değildim.

 

İşte o yerde bulunur Ölü Ruh. Nasıl bir yerde bulunuyordu ki o çıkınca aydınlık içinde bir karanlık beliriyordu?

 

Bir şey anlamadığım için anında düşen yüz ifademle önümde duran defterde yazan cümleye baktım. Bir şey bulamamış olmanın siniriyle anında defteri elimin tersiyle itip yere düşmesini sağladım. Sonra yavaşça başımı eğip, masaya yanağımı yasladım.

 

Cümleyi içimden söyleyip bir netlik bulmaya çalıştım. O kadar karmaşık bir cümleydi ki sanki anlamı yokmuşta, öylesine söylenmiş gibi bir havası vardı. Zaten normal bir cümle olamazdı itham edildiği sahibi tuhaftı. Ve tuhaflığı onunla ilgili kapalı anlamaları içeren cümleler kurulmasını sağlıyordu.

 

Gözlerimi kapatıp öylece bekledim olduğum yerde. Uyku bastırınca yavaşça gözlerimi yumdum ve o tatlı ama bir o kadarda rahatsız edici uykunun kollarına teslim oldum.

 

Bir piyanonun ahşap zemine uzandırılmış elleri ve ayakları bağlı halde birini gördüm ve o an orada olanın ben olduğunu fark ettim. İlk Ölü Ruh 'un beni ele geçirdiği ve benimle konuştuğu o ana gitmiştim. Sesler boğuk ve yankı yapa yapa bana ulaşıyordu. Sanki o anı dışarıdan tekrar izliyordum. Ama sonra yavaşça sesler yatıştı ve duydum yakından.

 

"Neredeyim?" diye bağırmıştım o anda.

"Neredeyim?" diye tekrar konuşuyordum.

 

"Olman gereken yerdesin kolyenin sahibi." demişti o gün Ölü Ruh. Ve şimdi uzaktan gelen sesini şu an idrak etmiştim. Oydu. Onun sesiydi. Bundan aylar öncesinden bana görünmüştü.

 

"Ne istiyorsunuz benden." diye sormuştum ona ama cevap almak yerine bir sessizlikle karşı karşıya kalmıştım.

 

Ve o anda bakışlarım etrafa çevrildiği anda taşın üzerine uzanmış olan benim etrafımda olan ateş çemberi git gide bana doğru yaklaştığını fark ettim. O an yanacağımı düşünmüş olduğumu hatırladım . Bileklerimi hareket ettirdim o anda ipten kurtarmaya çalışmak için. Ama yersiz bir girişimdi benim için ve bu sadece bileklerime izler ve acı bırakmakla yetindi.

 

Şu an bile hâlâ o sızıyı hissediyorum bileklerimde .

 

"Şimdi zamanı değil..." diye cevap vermişti o an bana. Sonra etrafımda Ölü Ruh 'un varlığının gezip durduğunu hissettiğimi hatırladım.

 

Ama tabi onu o an göremiyordum. Şu an bile baktığımda onun varlığını görmüyordum. Ama o piyanonun üstünde duran ben etrafıma bakınıp duruyor onu arıyordu. Hatta o anlarda onun kim olduğunu merak ettiğim aklıma gelmişti.

 

"Bana kim olduğunu söyleyecek misin? Etrafımda gezip duruyorsun ama kendini bana göstermiyorsun." diyerek uzandığım yerde hala çırpınmaya devam ederken konuşmuştum. Ve sonrasında Ölü Ruh konuşmuştu.

 

"Sezgilerin güçlü kolyenin sahibi." diyince o zaman kim olduğunu bilmediğim ve görmediğim varlığı çok merak ettiğimi hatırlıyorum. O an sinirden ona karşı çıkıştığımı görünce bir an bende normal değilim diye düşündüm. Kim olduğunu bile bilmeden onun damarına basacak şeyler söyleseydim halim ne olurdu bilmiyorum.

 

" Bak her ne amaçla beni buraya getirdin bilmiyorum ama artık beni geldiğim yere geri mi götürsen?" diye sormuştum o an.

 

Sonrasında alnımda bir ağrı baş gösterdiği için olduğum yerde ensemi sertçe piyanonun sert ahşap yüzeyine sertçe bastırıp o an çığlık attım.

 

Sanki şu an o acı ensemde baş göstermişti.

 

"Zihnin kontrol altında. Bundan kısa sürede kurtul." demişti o anda Ölü Ruh.

 

Beni o gün Esila hakkında uyarmıştı. Ama neden bana neden bu iyiliği yapmıştı Ölü Ruh?

 

"Canımı yakarak neyi elde etmeyi amaçlıyorsun? Ve kontrol derken?" dedim o an ve dediklerini sanki hiç bilmiyormuş gibi bilmezden gelmeyi tercih etmiştim.

 

"Prenses farkında olupta bilmezden gelmeni görmezden geleceğim. Sadece denileni yap!" diye Ölü Ruh emir verir gibi konuşmuştu.

 

"Sen demesen bile o kontrol zaten yakında yok olacak." demiştim ona karşı sinirle bakarken. Buradan bakınca ne kadar çaresiz olduğumu fark ettim. Ve bunun için bile Ölü Ruh 'tan bunun hesabını sormak istedim.

 

"Kendin için en doğru kararı yapmış olursun o halde. Burayı unutma prenses yakında tekrar bir araya geleceğiz." diyince anlamdım? Tekrar mı rüya aracılığıyla bir araya gelecektik?

 

"Amacını söylemeyecek misin?" diye ruhsuz bir sesle konuştuğumu duydum o anda .

 

Ama konuşmamıştı Ölü Ruh o an. Ve ben devam etmiştim o anda. Çünkü ipler çözülmüş ve onun varlığını karşımda hissettiğimi hatırladım.

 

"Tam karşımda olduğun halde bana kendini neden göstermediğini anlamıyorum?" demiştim.

 

"Bakmak isteyeceğin biri değilim." dediğinde şu an bile anlam veremedim ne demek istediğine. Çok mu çirkindi yoksa çok mu korkunç?

 

"Neden çok mu çirkinsin yoksa korkutucu musun?" dedim bunu sesli dile getirirken.

 

"Hayır sadece yokum. Beni böyle tanımla Prenses ; yok eden , varı tüketen..." diye bu cümleyi kurumuştu sonra hemen oradan soyutlandığımı hissettim. Ve zaman içinde geçişler olduğunu sonradan fark ettim. Ve o an karşıma çıktığı anlar bir bir gözümden geçip gitti. Sözlerini zihnimde birden fazla kez tekrarladım ve ne demek istediğini anlamaya ve onun hakkında bir ipucu yakalamaya çalıştım.

 

𓆩 ༺☆༻𓆪

Gözlerimi açtığım anda masada uyuduğumu fark ettim ve o anda bu gördüğüm şeyi neden tekrar gördüğümü ama dışarıdan bir gözlemci gibi gördüğümü anlamaya çalıştım. Ve sonrasında gözlerimi kapatıp o anı düşünmeye başladım tekrar. Uzaktan gördüğüm için daha çok ilk anıma göre ortama hakimdim.

 

Bir piyano üzerine uzanmıştım. Ve etrafımdaki yerlerde ateş söndükten sonra sisler yer almıştı ama o an bir şey fark etmiştim. Bir yuvarlak taş ama bu taşın üstünde bir yazı vardı.

 

Yok eden ve varı tüketen

 

Neden bu yazı vardı ve neden en son bu cümleyi kurmuş ve sonrasında aynı cümleyi bir kaya üzerinde görmüştüm?

 

Cümleyi boş bir kağıt arayıp üzerine yazdım. Sonrasında birkaç kitap karıştırdım ve bununla ilgili bir şey bulup bulmayacağımı bakındım. Saatler geçmişti hatta neredeyse sabah olmak üzereydi. Karanlık Sırlar kitabının son sayfalarında bir bilgiye rastlamıştım. Aynı bu cümle geçiyordu ama bu cümle bir varlık için değil bir mağara için söylenmişti. Mağaraya göz attığımda bu mağara hakkında yazılanları okumaya başladım.

 

Mağaranın yer altında bulunan en tehlikeli mağara olduğunu ve oradaki hiçbir canlının uzun müddet hayatta kalmadığını söylüyordu.

 

Mağaranın ismi Ölüm mağarasıydı. Aynı Ölü Ruh gibi. Anında olduğum yerden kalkıp hemen bu mağara hakkında bana bilgi vereceğini düşündüğüm kişinin odasına gitmek için odadan ayrıldım. Ne Süreyya hanım ne Ahlas beyin yanına gidebilirdim ama gideceğim kişi bana koşulsuz şartsız bu bilgiyi verecek kişiydi.

 

Tarsis Kralı 'nın yanına gitmek gelmişti ilk an ama şu an bir gezide olduğu için ona istesem dahi ulaşamazdım. Onun için ilk akla gelen ve kitaplarla haşır neşir olan kişi aklıma geldi. O Ahrar' dan başkası değildi. Biliyorum yaptığım doğru bir şey değil ama başka bilgi edineceğim kimse yoktu.

 

Dehliz 'de aynı Tarsis Kralı gibi bir yere gittiğini bana mir mektupla bildirmiş acil bir şey olmadıkça onu rahatsız etmemem gerektiğini belirtmişti. Bu şey bana göre acil olabilir ama ona göre olamayabilir düşüncesiyle onu rahatsız etmemeyi düşünmüştüm. El çare tek yol Ahrar 'dan geçiyordu.

 

Odadan çıkış yaptığım gibi sessizce önümde bulunan karanlık koridora kadar ilerledim. Yavaşça koridorda ilerleyip sessizce merdivenlerin olduğu yere kadar parmak uçlarında yürürdüm. Basamakların başına geldiğim anda ahşap yüzeyde ayak sesim duyulmasın diye ayağımda olan ayakkabıyı çıkartıp, yere eğilip ayakkabımı ellerimin arasında alıp hızla basamakları teker teker inmeye başladım.

 

Teker teker tüm katları indikten sonra zemin kata ulaşmıştım. Anında elimde duran ayakkabıyı yere bıraktım ve hızla giyinip yürümeye devam ettim kaldığım yerden. Sağ tarafa doğru yönelip kulenin giriş tarafına giden koridorda ilerlemeye başladım o sırada etrafıma bakıp dururken. Kimsenin gece vakti Ahrar 'ın odasına gittiğimi görmesini istemedim.

 

Yakınımda sadece kapının diğer tarafında duran muhafızlardan başkası bulunmuyordu. Odamın bulunduğu zemin katta ilerlerken kalbim ağzımda atıyor gibiydi. Onca şeye girişmiş olan ben bu kadar heyecanlı olduğumu hiç hatırlamıyordum. Kulenin giriş kısmının sonuna gelince bu sefer de sol tarafa dönüp önümde beliren koridorun sonunda olan odaya birkaç saniye baktım. Dışarıya kapı aralığından ışıkta vurmuyordu. Ama genelde Ahrar çok loş bir ortamda çalışırdı.

 

Ya uyumuşsa? O zaman onu uyandırmamam lazım ama şu an onu bile bilmiyorum ki. Eskiden bu saatte uyumaz kitap okurdu. Şu an alışkanlığı nasıl bilmiyordum da. Kararsızca bir önüme birde arkama bakıp gidip gitmemek arasında kararsız kaldım.

 

Eğer uyuyorsa unu uyandıracaktım. Uyumuyorsa zaten beni görünce şaşkınlıktan birkaç saniye dumura uğrayacağı kesindi. Cesaretimi toplayıp içten içe kendime telkinde bulunup ileriye doğru bir adım attım. Umarım bunu yaptığım için hiçbir zaman pişmanlık duyamazdım yoksa kendime çok büyük cezalar vereceğim aşikar bu hatayı yapmış olmamdan dolayı.

 

Yavaşça harekete geçip duvara asılı meşalelerle aydınlanan geniş koridorda ilerledim. Ellerimin soğuk soğuk terlediğini o an hissettim. Parmaklarımı avuç içime hapsedip, derin bir nefes alıp hızlı alıp verdiğim soluklarımı düzene girmesi için çabaladım. Bu kadar gereksiz bir heyecan yapmanın ne gereği vardı? Alt tarafı bir şey soracağım! Ama uzun zamandır onun odasına girmemiştim.

 

Aklıma o ve Serra 'nın benim hakkımda konuşup durdukları cümleler bir bir aklıma geldi. Sonrasında geceleyin ona yaptığım gizli ziyaretlerim. Ve her birini hatırlamak bana hiç mi hiç iyi gelmedi. Daha fazla kafamın allak bullak olmasını sağladı. Adımlarım korkak ve ikilemdeydi. Hâlâ bir yanım git diyor. Arkana bakmadan burayı hemen terk et diyordu.

 

Ama kalbim kal ve sor diyordu. Neyden korkuyorsun ki? Zaten her şeyi biliyorsun. Artık gizli saklı bir şey yok. Ve her şey gözler önünde diyordu. Ve ben kalbim ve aklım arasındaki uçurumda sol tarafı tercih edip, kalbimin dediğine uyup son adımlarımı atıp, koridorun sonunda bulunan odanın kapısının önünde durdum. Ve kısa bir süre kapıya bakıp kendime cesaret verdim.

 

Yağ artık şunu! Diyen içimdeki sese kulak verdim. Ve sağ elimi kaldırıp yavaşça parmaklarımın tersiyle kapıya usulca vururken buldum kendimi. İlk an o kadar güçsüz tıklattım ki tıklatma sesini duymadığını düşünürken, tekrar kapıyı çaldım sonrasında. Bir an ikinci vuruşum için pişman oldum. Belki de uyuyordur ve gitmem lazım şu an. İkinci vuruşumda da ses gelmediği için uyuduğunu düşündüm ve daha fazla burada durmamın bir manası olmadığını anladım. Sonrasında arkama dönüp geldiğim yolu geri gitmek için harekete geçtim.

 

Tam adım atıp ilerleyecekken bir anda arkamda duran kapı hızla açıldı. Ve o an olduğum yerde dururken Ahrar 'ın sesini duydum.

 

"Emira-demiş ve devam edememişti. Bense o an yüz ifademi olabildiğince sabit tutmaya çalışarak arkama doğru dönüp ona bakmıştım. Bir eli kapının kenarında bir eli kapının pervazında dururken bana bakıyordu. Başı hafifçe omzuna doğru eğilmiş bir halde duruyordu.

 

" Uyandırdım mı? "diye sorunca şoku atlamış ki hayır derecesine başını salladı. Neyse bu iyi haberdi." Rahatsız etmiyorum umarım. "dediğimde yine hayır anlamında başını salladı. Sanırım rüya gördüğünü sanıyor çünkü hâlâ şaşkın bakışları yerli yerindeydi." O zaman iyi. "diye saçma bir cümle kurmuş ve bunu umursamadan direk konuya girmiştim." Aslında gelişim ani oldu biliyorum uygun bir saat değil ama Karanlık Sırlar kitabını incelerken bir şeye takıldım. Bunu yarında sorabilirdim aslında ama şu an benim için önemli bir şey için bu bilgiye ulaşmam lazım. Müsaitsen sorabilir miyim?" diye sorunca Ahrar o an tam kurduğum cümleye odaklanmamış olmalı ki sessizce yüzüme baktığını fark edince onu düştüğü bu boşluktan kurtarmam gerektiğini fark ettim.

 

" Ahrar -"diye uyarıda bulununca Ahrar 'ın o an eli ensesine uzandı ve sertçe ensesini sıvazladı ve bakışları yere indi. Kısa bir süre kendine zaman tanıdıktan sonra karanlıkta bile net bir şekilde gördüğüm lacivert hareleri yavaşça yerden bana doğru döndü.

 

Bakışları bendeyken sertçe yutkunduğunu fark ettim. Sonrasında elini kapıdan çekip geçmem için işaret verince bakışlarım onun ardından arkasına çevrildi. Odaya gelmemi mi bekliyordu? Bir adım geriye çekildim. Bu hareketimi görünce anında kaşları yavaşça çatıldı.

 

Yüzü gerildi ve lacivert hareleriyle ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışır gibi bana baktı. Bakışlarım yüzüne çevirdiğimde arkadan yansıyan ışığın onun yüzünü karanlığa gömdüğünü fark ettim. Mimiklerini çok az seçebiliyordum bu sayede. Harekete edince arkamda duran meşalenin ışığı Ahrar 'ın yüzünü aydınlatınca artık tamamen onun tüm ifadelerini seçmeye başladım.

 

Gergindi. Nedenini anlamadım çünkü burada gergin olması gereken kişi bendim. Her ne kadar yansıtmak istemesede uykusu olduğunu meşalenin yansıtıp durduğu ışıktan gözlerine baktığım an almıştım. Kirpiklerini hızla kırpıp duruyor bir şey dememi bekliyordu. Nefes alışları sakin ve düzenliydi. Üzerinde hâlâ gömleği duruyordu. Ama belki gelmesem uyku moduna girecekti.

 

"Kapının önünde konuşsak daha iyi olur." dedim sonunda kısa sessizliğin ardından. Bu cümlemi duyunca ilk an onun teklifine karşı oluşumu anladı ve yavaşça olur dercesine başını ağır ağır salladı.

 

"Ne konuda yardımımı istiyorsun?" diye sorunca Ahrar her ne kadar ondan yardım aldığım için bir yanı mutlu olsada ona karşı olan bu soğuk tutumum onu çıldırtıyordu. Eskiden olsaydı anında odaya gelirdim ama ne ben eski benim ne de şu an.

 

"Bir mağara hakkında bilgi almak istiyorum." demiş ve tam devam edeceğim an Ahrar benden önce davranıp anında ben sormadan bana cevap vermişti.

 

"Ölüm Mağarası hakkında bilgi edinmek istiyorsun orasını çok iyi anladım. Ama neden ki? Ne yapacaksın ki o mağara hakkında olan bilgileri? "diye Ahrar merakla bana bakıp sorguya çeker gibi konuşunca sorusunu görmezden gelip konuştum.

 

" Ölüm Mağarası hakkında ne biliyorsun? "diye sakince sorunca onu görmezden gelişimi sadece alaylı bir gülümsemeyle başını sana inanamıyorum dercesine sallayarak karşılık verdi.

 

" Peki senin istediğin yoldan gidelim prenses. "dedi Ahrar hafif iğnelercesine konuşurken. Sanırım sinirlenmiş olmalı?

 

" Bir şey demeyecek misin? "diyince anında bir adım öne atıldı. Ve beni baştan aşağıya inceledi. Çok istekli görmemesi için ifademi donuklaştırdım.

 

" İçeriye gel Emira orada sana daha detaylı bilgi veririm. Ayak üstü konuşulacak bir şey değil bu konu. "dediğinde hayır diye itiraz ettim anında başımı olumsuzca iki yana sallayarak. Anında karşı çıkışıma sadece sabır dilercesine bakarak karşılık verdi. O an derin bir nefes aldığını derin bir şekilde şişen geniş göğüs kafesinden anladım. Başını dikleştirdi ve ban son kez bakıp arkasını dönüp içeriye doğru adımladı. Bu yaptığı hareket için o an onu boğmak istedim. O an ne yapmak istediğini çok iyi anladım.

Ahrar bana arkası dönük bir şekilde omuzları dik, yavaşça küçük adımlarla içeride bulunan koltuğuna ilerlerken o an sinirden tepinmek istedim.

 

Hata bende ne diye bu medeniyet görmemiş adamdan yardım istiyorsam!

 

Ahrar içeriye geçtiği gibi tam kapıya dönük olarak bulunan koltuğuna geçtiğinde iyice koltuğa yerleşip bakışlarını bana dikti kısa bir süre. Sonrasında hızla herhangi bir işaret dahi yapmadan yanında bulunan kitaplıktan bir kitap büyü yardımıyla ona doğru ilerledi. Ahrar kitabı ellerine aldığında bakışlarını benden çekip kitaba çevirdi. Ve yavaşça kitabın kapağını açıp sayfalarını çevirmeye başladı.

 

Birkaç saniye sonra istediği sayfayı bulduktan sonra başını kaldırmadı ama bakışları bana çevrildi. Lacivert harelerindeki o parıltıyı görünce şeytani bir fikrin onu ele geçirdiğini anladım. Yine ne düşünüyordu o zehir gibi olan aklı?

 

Bakışları benden uzaklaştığı anda sayfada yazılanı okumaya başladı. Okudu ama benim duymayacağım bir sesle. Öyle kısık sesle okuyup duruyordu ki duyamam imkansızdı. Gözlerimi yumdum ve sabır dilendim çünkü çok ihtiyacım olacak gibi duruyordu. Gözlerimi açıp yavaşça bir adım attım kapıya doğru. Bu hareketimi göz ucuyla görmüş olmalı ki dudakları yukarı doğru hafifçe kıvrılıp sonrasında yok oldu kısa sürede.

 

Belli bu gece iyi geçmeyecek orası belli. Umarım sonunda bir katliam olmaz. Ya da bir çığlık kopmaz çünkü şu an karşımda duran bu adamı cayır cayır yakma isteğimi dizginlemek konusunda çok zorlanıyorum da! Ahrar hâlâ kendi kendine okumaya devam ederken bende soluk almayı bırakmış bir halde onu duymak için çabalıyordum ama ne yapsam da o kadar kısık sesi duyamıyordum.

 

İçinden okusaydı güçlerimi kullanırdım diyecektimde Ahrar 'ın bir büyücü olduğunu ve bunun için kesin bir önlem aldığını son anda hatırladım. Karşımda olan bu büyü konusunda uzman olan adamı hafife almak aptallık olurdu. Birkaç adım atıp içeriye doğru adımladığım anda lacivert harelerinin titrediğini gördüm. Her ne kadar beni görüyormuş gibi yapsada öyle bir biliyorum ki şu an her hareketimi saniye saniye izlediğini.

 

Yine duymadığımı fark edince sesli bir nefes verip anında sinirle ona doğru kızgın adımlarla ilerledim ve sağ tarafındaki boş koltuğa oturup bakışlarımı karşıya diktim. Şu an içten içe güldüğünü ve kendince zafer kazandığı düşüncesi içinde olduğunu biliyorum. Dua etsin ucunda Ölü Ruh 'un yerini bulma ihtimali olduğundan yoksa hayatta ondan bir medet ummazdım da şu an bilgi edineceğim iki kişi şu an uzakta ve onlarla irtibata geçemiyorum yoksa o rüyasında görürdü bu anı!

 

Göz ucuyla ona baktığım anda yüzüne dingin bir ifade geldiğini fark ettim. Lacivert hareleri kitaptan uzaklaşmış ve bana çevriliydi. Daha fazla bana bakmasını istemediğim için hemen konuştum.

 

"Evet sizi dinliyorum Renas hoca!" diye imayla konuşunca anında yüzü düştü. İşte böyle sinir edilir!

 

"Ahrar hoca!" diye beni düzeltince onu duymazdan geldim.

 

"Renas hoca zamanım kısıtlı ve size daha fazla rahatsızlık vermek istemem onun için söyleyeceğiniz ne varsa çabuk söyler misiniz?" dediğimde Ahrar 'a bakmadan konuşup buradan hemen gitmek istediğimi açıkça mesaj olarak belirtince.

 

"Sana hep ayıracak zamanım var. Sen varsan bir şeyde öncelik hep senin olur Emira. Ve senden tek duymak istediğim ismim Ahrar. Diğer ismim diğerlerine özgü sana özgü olan ismim Ahrar 'dan başkası değil." diyince dediklerini dinledim ama hiç oralı değilmişim gibi davranınca Ahrar bezgin nefes verip elinde duran kitabı önümdeki masaya bıraktı. Ve kitabı bana doğru çevirdi.

 

Kitap bana dönükken Ahrar konuşmaya başladı. Konuşurken bir anda açık bırakmış olduğum kapıyı bir baş işaretiyle anında kapatmıştı. Bakışlarımı kapıya çevirip neden kapattığını düşündüm ben bilerek açık bırakmıştım. Eğer biri görmüşse gelip içeriyi görebilsin diye ama Ahrar bunun önünü kesmişti bu yaptığıyla. Kitap önümde dururken Ahrar koltuğunun ucuna kadar gelmiş ve bedeni bana daha yakın olmuştu bu hareketiyle. Nefes alış verişini bile daha iyi duymaya başlamıştım. Bakışlarımı ondan başka her yerde gezdirip duruyordum ama onun lacivert hareleri ben dışında kimseye bakmıyordu. Bunu hissediyordum.

 

"Ölüm Mağarası -demiş Ahrar ve kitabın sayfasında olan resmi işaret parmağıyla göstermişti. Uzağımda duran kitaba daha yakından bakmak için biraz eğilip daha yakından baktım. Ahrar bu hareketimi görünce yavaşça kitabı daha yakınıma doğru itti. Sonra sayfanın ortasında bulunan resme baktım. Sadece küçük bir kaya vardı ama bu kayanın ortası delikti. Kaya şekilsiz değil o an rüyada gördüğüm gibi yuvarlaktı. Sayfanın ortasında duran kayanın girişinin yanında birkaç bilmediğim bir dilde yazılar bulunuyordu. Yazıları incelediğimi gören Ahrar anında beni aydınlattı.

 

"Çok uzakta bulunuyor. Verlok topraklarını biliyor musun?" dediğinde hayır anlamında başımı salladım. "Peki duydun mu?" diyince evet dedim başımı sallayarak çünkü kendilerini daha dün kulede ağırlaşmıştık. "İyi o halde işte o krallığın topraklarının sonunda bir mağara var. O mağaraya giriş yapmak lazım Ölüm Mağarasına ulaşmak için. O mağaraya girdikten sonra çıkışında kişiyi büyük bir orman karşılar. O ormanda bulunmak tehlikeli çünkü çoğu giden kişi pek iyi şartlarda geri dönemdi. Ormanı aşıp sonrasında karşısına çıkan gölden karşıya geçmek lazım. Sonrasında göl aşıldıktan sonra direk önüne kayalıklar çıkar. O kayalıkların en tepesinde bu yuvarlak kaya bulunuyor. "diye keskin duygusuz sesiyle konuştuktan sonra geriye çekilip, sırtını koltuğa yasladı.

 

" Peki -dedim mağaranın çiziminden bakışlarımı yavaşça ona çevirirken. "Mağaranın içinde ne bulunuyor? Neden ona Ölüm Mağarası denildi?"diye aklımı kurcalayan soruyu sorunca Ahrar gözlerimin en derinine bakıp, orada merakını sonlandıracak izi aramaya başladı.

 

" Bilmiyorum. "dedi kısa ve net olarak.

" Giden olmadı mı hiç? "dedim vereceği cevabı az çok tahmin ederken.

 

" Oldu. -dediğinde Ahrar nefesimi tutup devam etmesini bekledim. "Ama geriye dönende olmadı." dedi normal bir şeyi anlatırcasına. Başını sağa sola esnetti ve bakışlarını bana dikmiş bir şekilde konuşmamı bekledi.

 

"Tehlikeli olduğu belli. Hakkında söylentilerde çok doğru gibi." dedim o an duyduklarımı sindirmeye çalışırken

 

"Bir şey soracağım am cevap vereceğini pek düşünmüyorum." dedi Ahrar ve iki elini kavuşturup dizlerinin üstüne koyup bana doğru bedenini döndürdü. "Neden bu yeri merak ediyorsun?" dedi ve bakışları kitaba çevrilip orada birkaç dakika oyalandıktan sonra bana baktı. "Oraya gitmeyi düşünmüyorsun değil mi?" diye sorduğunda Ahrar, benden cevap almadığını görünce anında olduğu yerden kalkıp hemen önümde duran masaya geçip oturdu. Şimdi karşı karşıyaydık. Dizleri dizlerime değiyor, sıcak nefesi yüzümde ılık bir rüzgar esintisi yapıyordu. O çok sevdiğim kokusunu şu an daha yakından soluyordum. Sanki o an zaman durmuştu ve biz ikimizin içinde olan zaman akışı başlamış gibiydi.

 

Lacivert harelerine endişe izleri yerleşmiş bir halde bana bakıyordu. Hareleri bana yönelik olan korkuyu yansıtıyordu. Neden korkuyordu? Oyunu son bulamayacağı için mi? Bakışlarımda hissizliği görüyordu bunu bana olan bakışından anladım. Anlamaya çalışıyordu zihnimde geçen şeyleri.

 

"Emira yapmak istediğin şey tehlikeli. Oraya gitmek sana ne kazandıracak bilmiyorum ama başka bir yol dene. Bunun için sana yardım edebilirim." diyince olduğum yerde derin bir nefes aldım. Şu an ne yapmam gerekiyor bilmiyordum ki. Eğer gidersem ve dönüşüm olmazsa Esila 'nın dönüşü olursa onlar ne halde olur diye düşünüp duruyorum. Tehlikeli olduğunu biliyorum ve bunu göze almalı mıyım bilmiyorum?

 

"Lütfen vazgeç." demişti çaresizce Ahrar hemen ellerini ellerime uzatıp, ellerimi avucuna hapsetmişti. Sıcak elleri, ılık ellerimi bir kalkan gibi kucaklamış, tehlikeden korumak istercesine sarmalıyordu. "Bu yol senin için ikimiz için de tehlikeli." diyişini duyunca ölme ihtimalimin ondaki etkisini görmüştüm. Gözleri o an zihninde ne canlanmışsa anında korkuyla rengi solmuştu. Ve ışığını kaybetmiş bir gökyüzü gibi karanlığa gömülmüştü. Duyguları bir lodosta etrafa savrulup kayıplara karışmış haldeydi. Kalp atışlarının korkuyla düzensizce atıp durduğunu fark ettim.

 

"Benim gitmem lazım." dedim diyecek bir şey bulamadığım için. Anında ellerimi onun tutuşundan kurtardım. Oturduğum yerden kalkıp onun çekiminden uzaklaştım. "Bilgi verdiğin için teşekkür ederim. İyi geceler." dedim ve arkamı döndüğüm gibi hemen kapalı olan kapıya doğru ilerledim. Kapının koluna uzanıp kapıyı açacağım an birden Ahrar koluma dokundu ve hemen beni arkaya döndürüp sırtımı kapıya yasladı. İki eli koluma yaslanmış, başını eğmiş kesik solukları arasından bana bakıyordu sinirli bir şekilde.

 

"Öyle gidemezsin bir şey demeden. Bana bir açıklama yapmak zorundasın. Gitmeyeceğim de! Sadece merak ettiğim için sordum de! Emira orası ölüm. Ve ölüme bu kadar sakin gitmen beni çıldırtıyor kadın! Bu kadar kolayca yaşamından vazgeçmen beni deli ediyor! Ölüm için değil yaşamak için çabala! Seni kaybetmek istemiyorum anla bunu! Ölüm haberini mi almamı istiyorsun söyle? "diye beni sarsa sarsa konuştuğu anda bu sinirli halini yatıştırmak için elimi usulca yanağına yerleştirdim. Bu hareketim onun susmasın neden oldu.

 

" Ölmek için değil asıl yaşatmak için gidiyorum. "dedim ama buradaki yaşam benim için değildi. O bunu anlamadı ama olsun benimde istediğim buydu zaten." Oraya gitmem gerekiyor ve bir şey olmadan da dönmek. Bu aramızda kalsın olur mu? Kimse bilmesin. "dedim kimseye söylemeyeceğini bile bile. Ahrar çaresiz bir halde beni vazgeçiremeyeceğini anladığı anda tam konuşacağı an parmaklarım dudağının üzerine yerleşti.

 

" Sen gelemezsin. "dedim ve iki diğer elimi de diğer yanağına yerleştirdiğimde kısa bir süre gözlerini yumdu. Ve çaresiz haliyle bana teslim oldu. Gözleri kapalıyken onu doya doya olmazsa da izledim. Yüzünü çekinmeden izlemeyi özlemiştim. Onu geceleri o uyurken izlemeyi bunun yokluğunu bir bağımlının çektiği yoksunluk gibi çektiğimi bilmesini istemiştim. Ama sözler sustu. Dile gelemedi. Onun yerine başka bir şey söyledim.

 

"Ben tek gidip geleceğim. "dedim ve onun yaşadığı o acıyla onu tek başına bırakıp kollarımda duran ellerinin boşluğa düşmesini sağladım. Sonra yana doğru çekildim gitmeme izin verisin diye. Anında gözleri açıldı ve istemeye istemeye kapıyı açıp odayı terk etmemi bekledi.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Ahrar 'ın yanından ayrıldığım anda adımlarım beni ön bahçeye sürüklemişti. Kararsızdım. İlk kez ne yapmam gerektiği konusunda bu kadar kararsız kaldığımı hissetmemiştim. Şimdi oraya gidip Ölü Ruh' u görmem gerek miydi? Yoksa akışına mı bırakmak? Sırtım ağacın gövdesine yaslanmış bir haldeyken ayaklarımı kendime doğru çekmiş ve hâlâ güneş ışınlarının ulaşamadığı bahçede karanlığın ortasında bulunuyordum. Derin bir nefes aldım.

 

Dehliz bana o sözleri söylemek konusunda acaba bir imada mı bulunmuştu? Onun için mi dile getirdi? Diğer türlü umursamadan direk kitap senin için bir bilgi değeri taşıyamıyor diyerek hiç böyle konuyu buraya getirmeye gerek duyamazdı. Gerginliğimden ötürü bedenim kast katı bir haldeydi. Kafam karışık, ne karar vermen lazım bilmiyordum.

 

Bir şekilde ya o fısıltı ya da Dehliz 'in yönlendirmesiyle belki de emin olacaktım ama ikisi de yoktu. Keza Ölü Ruh iki gündür yakınımda bile değildi. Acaba bir şey mi olmuştu ona? Onun için mi gelmiyordu yoksa artık uğraşmak istemediğinden mi? Sorular almış başını giderken benim onlara verecek cevabım yoktu.

 

"Gitmelisin."

 

Bir anda zihnimde kendi sesimi duydum. Ama bu ses sanki benim kendi istemim dışında söylenmiş gibiydi.

 

"Git Emira. Git ve orada olanları gör. Ölü Ruh 'la karşı karşıya gel."

 

İkinci cümleyi de kendi sesimden duyduğum anda ne olduğunu anlamaya çalıştım. Çok emin bir o kadar da bazı şeyleri biliyormuş edasıyla konuşmuştum. Ama kendi sesimi ben konuşmadan nasıp duymuştum zihnimde? Bu bir oyun olabilir miydi?

 

Hem korku hemde gerginlik etrafımı kuşattığı anda ne yapayım dercesine baktım etrafıma. Bir yanım git diyordu gör aklına takılanları. Ama bir yanımda ya dönmezsen ve her şey yarım kalır ve sende Esila 'ya büyük bir hediye sunarsan böyle yapıp?

 

Derin bir nefes alıp anında o an aniden gitme fikriyle dolunca hiç önünü ardını düşünmeden açmış olduğum portaldan Verlok Krallığının sınırında olan mağaranın girişine geçiş yaptım. Mağaranın tam önünde durduğum anda etrafıma bakındım. Çok sessiz ve ürkütücü bir havası vardı mağaranın. İçerisine bakındığım anda zifiri karanlıkla karşı karşıya kaldım.

 

Gelmiştim buraya kadar devamını da getirmem lazımdı. Hemen içeriye doğru adımladım. Adımlarım yavaş ama temkinliydi. İçeriye girip anında büyü gücümle parlak bir ışık yakarak etrafımı aydınlığa kavuşturdum. Sonrasında bakışlarımı önüme çevirdim. Herhangi bir kazaya maal vermeyecek şekilde de ilerlemeye devam ettim. Mağaranın içinde kocaman kayalıklar bulunuyordu. İçerisi sessizdi nefes alış verişlerime ara sıra adım seslerim eşlik ediyor ve böylelikle sadece benden kaynaklı sesler duyuyordum mağara içerisinde.

 

İçinde olduğum mağara sadece düz ve uzun bir şekildeydi. Herhangi bir sağa veya sola sapmadan direk düz bir şekilde ilerlemiştim. Neredeyse bir buçuk saat boyunca yürümüş sonrasında çıkışına ulaşmıştım. Çıkışa ulaşır ulaşmaz beni Ahrar 'ın dediği gibi bir orman karşılamıştı.

 

Dışarıdan pek tekin gözükmüyordu ama içerisinde olunca anlardım. Ormanın sınırlarından geçmeye başladığım anda etrafıma bir koruma kalkanı oluşturmuş ve böylece güvenliğimi sağlamıştım. Orman bilinen ormanlara benziyordu ilk aşamada ama sonradan gördüklerimle hiç böyle olmadığını anladım. Ormanın ortalarına ulaşınca orada birçok insan iskeleti gördüm.

 

O kadar çoktu ki hepsi üst üste yığılmış halde bulunuyordu. Bu demek oluyor ki burada ya bir yırtıcı vardı ya da insanlardan beslenen bir varlık. Yavaşça iskeletlerin arasından geçerek neredeyse yarım saatlik bir yol yürüdüm. Sonrasında da iskeletlerin azaldığı alana ulaştım.

 

Bu hemen algılarımın açılmasını sağladı çünkü şu anda bir varlığın yakınımdaki enerjisini hissettim. Hatta bana karşı bir atakta olduğunu zihninin yansıttığı hisle kavradım. Olduğum yerde durmuş ve onun bana saldırıya geçmesini bekledim. Gözlerimi kapatıp kolyeme emrettim.

 

Gözlerim ve kolye bordo rengine dönüşmesi saniyeler içinde oldu. Ama gözlerimi açmadan anında onun yakınıma gelmesini bekledim. Sonrasında adım sesleri duydum sonra bu adım sesleri koşmaya dönünce nereden geldiğini almaya çalışınca tam arkamda olduğunu kavrar kavramaz anında arkama dönüp bana doğru koşan iki başlı bir yaratık görmüştüm.

 

Yaratığın bakışları bordo rengine dönmüş harelerime baktığı anda anında olduğu yerde koşup bana doğru atılacakken birden tüm bedeni taşa çevrildi. Öylece iki ayağı havada asılı şekilde taş hale geldi. Bense anında başka bir varlık var mı diye baktığım anda onun enerjisini tekrar başka bir yerde hissettim. Bir tane daha vardı ondan ve o uzağımda duruyordu. Anında aklıma gelenle avucuma derin bir kesik attım. Kan yavaşça akıp avucumun içinden yere doğru damlamaya başladı.

 

Bu sayede kan kokusunu duyumsadığı anda buraya gelecek ve onuda ortadan kaldıracaktım. Yeterince kan aktığına kanat getirince anında şifacı yanımla avcumun saniyeler içinde eski haline dönüşmesini sağladım.

 

Kanımın kokusu etrafa yayılınca onun buraya doğru yönünü çevirip koşar adımlarla geldiğini hissettim. Dakikalar içinde onun bana doğru koşuşturup hedefine kitlenmiş halde geldiğini gördüm. Bana yaklaşmasını bekledim sonrasında bana yaklaştığı anda aynı şeyi ona da yaptığım anda o da diğeri gibi taşa çevirdim. Buradaki işim bitince anında buradan hızlı adımlarla uzaklaştım. Ormanın sınırlarına ulaştığımda karşıma bir göl çıkmıştı. O gölü aşmak için etrafa baktım. Ve biraz ileride bir sandal gördüm. Oraya doğru gidip hemen sandalın içerisine geçip kürekleri çekerek karşıya doğru ilerlemeye başladım.

 

Yorulduğumu anladığımda büyüyü devreye sokup kürekleri büyü oynatarak ilerlememi sağladı karşıya doğru. Sonrasında istenilen yere ulaşınca yavaşça sanaldan çıkıp kayalıklara doğru ilerledim. Yavaşça yukarı tırmanmaya başladım.

 

Kayalıklardan yukarı çıkmaya çalışırken ara sıra parmaklarım ve avuçlarım kayalıklara tutunurken ara sıra kaymalarından ötürü aşınıp kanıyordu. Bedenimi tutunduğum kayalıklarla yukarı çekiyor öylece yukarıya çıkabiliyordum.

 

Hâlâ aşılacak çok yolum olduğu için olabildiğince hızlı ve bir tehlikeye maal vermeden tırmanıyordum. Çoktan yorulmuş ve tüm enerjimi tüketmiştim. Buraya gelirken yolun başında portaldan geçmeyi denesem de pek etkili olmamıştı. Bu yerde portal pek işe yaramıyordu. Acaba bunun sebebi neydi? Bir ayağımı kayaya yasladım ve sağ elimle bedenimi ayağımdan destek alarak yukarı çektim.

 

Böyle böyle neredeyse kayalıkların sonuna kadar gelmiş ve sonunda istediğim yere ulaşmıştım. Kayalıkların üstü düz bir zeminden oluşuyordu. Ama tek fark bu zeminin üzerindeki bir insanın zor sığabileceği yuvarlak içi delikli kayanın bulunmasıydı. Yuvarlak kaya zeminin üstünde duruyor ve içindeki oyma deliğin içerisi karanlık olduğu için görünmüyordu. Etrafında dolaşıp o yazıyı görmeye çalıştım. Sağında veya solunda bulunmuyordu. Tam arkasında uçuruma bakan tarafından kayanın üzerine yazı yazılmıştı.

 

Yok eden ve varı tüketen

Kayanın üzerindeki yazının üstüne parmaklarım yaslandı ve yavaşça yazının üstünde parmaklarım sola doğru usulca üzerinde gezindi. Bakışlarımı sol tarafa çevirdim ve gözlerim önünde duran uçuruma baktım. Sonu gelmez bir uçurumdu. Derinliği kim bilir ne kadardı? Etrafında herhangi bir bitkiye rastlanmayacak kadar kurak topraklarla etrafı çevrilmişti.

 

Yazılan kendini yansıtıyordu. Yok ediyordu ve varı tüketiyordu. Uçurumun içinde hiçbir ışık yoktu. Işığı yok etmiş ve kendi karanlığını yansımıştı uçurum. Ve ayrıca varıda tüketmişti. Etrafında olan her bitkiye dair izleri yok etmişti.

 

Kendini güzel bir cümleyle ifade ettiği aşikar. Arkamı dönüp hemen kayanın önüne geçip yavaşça aşığa bakındım. Anında ateş topu oluşturup içerisini görmeye çalıştım. Ateş topu içeriyi aydınlığa kavuşturduğu anda yamuk yumuk olan kayalıklardan oluşan basamakları fark ettim. Önce sağ ayağımla bastım taş basmağa sonra sol ayağımla. Bedenimin yarısı içerisinde yarısı dışarıda yer alıyordu. Yavaşça başımı yuvarlak kayanın kenarlarına çarpmamaya dikkat ederek basamakları inmeye başladım.

 

Her inişimde yavaşça içerisine giriyor ve korkunç bir enerjiyi soluyordum. O kadar ki sanki etrafımda olan kalkan olmazsa benim bile aydınlık olan tarafım çekilip alınacaktı bedenimden. Ateş topu yetersiz kalınca sayısını çoğaltıp anında sayısını altıya çıkardım. Ve tüm ateş toplarından etrafımda bir halka oluşturup önümü daha iyi görmemi sağladım. İndiğim taş basamakların sayısı çok fazlaydı. İndikçe yer altına doğru yaklaşıyordum.

 

Dakikalar içinde sonunda zemin kata indiğim anda bu yer altının aslında uçurumla bir olduğunu fark ettim. Ve buradaki karanlığın değil bir binlerce ateş topuyla bile aydınlığa kavuşturulamayacağını fark ettim.

 

"Yanlış yerdesin prenses."

 

Uzaktan yankı yapa yapa bana ulaşan sesi duyunca bu sesin Ölü Ruh 'a ait olduğunu anladım. Bakışlarımı uzaklara diktim ve kısık sesle konuştum.

 

"Gelmem lazımdı. Bana zarar vermeyeceğini düşünüyorum." dedim ve bir adım öne atılıp ilerlemeye devam ettim.

 

Beni neyin beklediğini çok merak ediyordum. Ve hiçte benim için kolay olmayacağını içten içe anlamıştım.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Neredeyse yerin derinliklerine kadar gelmiştim ama hâlâ Ölü Ruh 'u görmemiştim. Ya benden gizleniyordu ya da hâlâ onun olduğu yere ulaşmamıştım. Önümde duran kayalıkların arasında olan bataklığın yanından dikkat ederek geçip biraz ileride olan taraftan sol tarafa doğru döndüm. Önüme çıkan uzun dar geçitten eğilerek ilerlemeye başladım. Tüm ateş topları bir araya gelip bir tane olacak şekilde bütün oldular.

 

Önümde olan ateş topu önümü aydınlatmaya devam ederken bende nereye gittiğimi tahmin etmeye başladım. Geçit uzun ve dardı sonuna doğru yaklaşırken yavaşça daha fazla eğilip neredeyse dizlerimin üstünden ilerlemeye devam ettim. Sonunda beni kare şeklinde bir delik karşıladığı anda ateş topu ileriye doğru gittiği anda bu geçidin sonunda beni kocaman bir alan karşıladı.

 

Dışarıya çıkıp geldiğim yeri anlamaya çalıştım. Neredeyse o yukarıdan gördüğüm uçurumun tamamını şu an karşımda görüyordum. Ve bulunduğum bu yerin en yüksek alanında bir taht vardı. Ve bu taht sivri parlak bir mücevherden oluşmuştu. Simsiyah elmastan. Ateş topunu çoğaltıp etrafın aydınlığa kavuşmasını sağladım.

 

Ateş toplarının aydınlattığı kısımlara baktığım anda önümde elmastan bir yol olduğunu ve bu yol karşımda yüksek alana konulmuş tahta doğru ilerlediğini fark ettim. Sağıma soluma baktığım anda sol tarafımda bulunan duvarın boylu boyunca kırmızı elmastan meydana geldiğini fark ettim. Sağ tarafımda bulunan duvarına bordo renge elmas taşlarıyla dopdolu olduğunu fark edince buranın tamamının mücevher taşlarından meydana geldiğini anladım. Üzerinde olduğum siyah elmastan oluşan geniş yolun ise etrafında sivri sütunlar vardı. Bu sütunlar dizlerime kadar uzanıyordu.

 

Bir anda bakışlarım yukarı çevirdiğim anda tavanın tamamen bembeyaz elmaslardan oluştuğunu fark ettim. Burası Ölü Ruh 'a mı aitti acaba? Yavaşça olduğum yerden harekete geçip şu karşımda duran tahta doğru ilerledim. Birkaç dakika içinde tahtın karşısındaki yerimi aldıktan sonra tahta yaklaşıp yavaşça yüzeyinde parmaklarım yavaşça gezintiye çıktı. Pürüzsüz yüzeye dokunan parmaklarımı yavaşça kaldırıp, arkama dönüp baktım ve buradan etrafı izledim. Bordo ve kırmızı elmas taşlarının hoş ışığıyla birlikte tavanda duran beyaz elmasların görünümü buradan bakılınca çok hoş duruyordu.

 

"Yanlış yapıyorsun."

Anında onun sesi olduğum yerde yankılana yankılana bana ulaştı. Olduğum yerde etrafıma bakıp onu görmeye çalıştım.

 

"Beni, ben istemezsem görmezsin prenses." diye uzaktan ifadesiz sesini duyduğumda aniden içime bir tedirginlik yayıldı. Ya aslında bu onun planıysa ve buraya gelmemi o sağlamışsa?

 

Kararsızdım. Hemde fazlasıyla.

 

"Sessizsin? Buraya bir şeyleri konuşmak için gelmedin mi?"

 

Evet anlamında başımı salladım ve bakışlarım onu aramaya devam ettim. Ama hiçbir yerde onu bulamadım.

 

"Kendini göstermeyecek misin? Bak buradayım ve senin için geldim. Her ne kadar seni tam tanımasamda seni görmek istiyorum. Kim olduğunu merak ediyorum. Evvelden beri mi ruhtun yoksa sonradan mı bu hale geldiğini merak ediyorum. Sen beni biliyorsun ama ben seni bilmiyorum. Eğer benimle arkadaş olmak istiyorsan sende bana açık ol Ölü Ruh. "dedim kararlı bir ifadeyle. Birkaç saniye hiç konuşmadık. Sonrasında onun yakından gelen sesini duydum.

 

Sanki tam yanımda bulunuyordu. Bir anda bedenim kuvvetle arkaya doğru hızla itildi. Öyle ki o an o gücün yansıttığı kuvvette engel olamadım ve hemen sırtımın arkamda bulunan elmastan oluşan zemine sertçe çarpma sesini duydum. Sonrasında boynumun sanki bir şey tarafından sarmalandığını anladım.

 

Ama bir baskısı yoktu. Sadece boynumda duruyordu bu her neyse. Bakışlarım endişeli bir hal aldı. Bana zarar vermeyi mi düşünüyordu? Yavaşça bir anda boynumda olan şey varlığını hissettirdi. Yavaşça o şeyin pençe olduğunu anladım. Hemde ne pençe öyle ki bu pençenin boynumun hepsini sardığını ve yavaşça sivri tırnaklarının tenime battığını hissettim. Ama şu an uyguladığı kuvvet nefes almamı engellemiyordu.

 

"Bana zarar vermek istemiyorsun. Sadece korkmanı sağlayıp burayı terk etmemi istiyorsun. Ama bana kendini göster Ölü Ruh. Bana gerçek kimliğini göster." diye sanki hiç boynumda onun pençeleri yokmuş gibi davrandım.

 

Parmaklarını daha da derime doğru bastırdı. Ve artık yavaşça nefes almakta zorlanıyor, canım yanmaya başlıyordu. Bir anda elim boynuma gitti ama herhangi bir şeyin varlığına tutunmadı. Boşluğa düştü ellerim ve yavaşça boynumu tutan elleri tutuyormuş edasıyla onları itmeye ve nefes almak için çabalamaya başladım.

 

Daha da sıkmaya devam ettiği anda artık nefes almıyor ve yavaşça yüzümün morardığını, gözlerimin yavaşça kapandığını hissediyordum. Gözlerim acıdan dolayı yaşarmaya başlamıştı. Hırıltılı bir nefes verip boğazımda olan o yakıcı acının son bulmasını istedim. Göğüs kafesime hapsolmuş olan ciğerim acıyla sızladığı anda yolun sonunda olduğumu idrak ettim. Acı artık dayanılmaz bir hal almıştı. Her geçen sürenin ardından artık çırpınmayı bırakmış ve ölüme teslim olmuştum. Ölü Ruh 'un kollarında.

 

Tam artık her şeyin sonuna geldiğimi anladığım anda birden sıkı tutuşu gevşedi ve benden uzaklaştı pençeler. Ben o anda dizlerimde derman kalmadığından hızla dizlerimin üstüne düşüp nefes almaya çalıştım.

 

Gözyaşlarım yavaşça akmaya devam etti. Ellerim sızlayan boynumda gezinip durdu. Sonrasında birden üzerime karanlıktan bile daha zifiri olan bir gölgenin düştüğünü anladığım anda bakışlarım yukarı tırmanmaya başladığında kocaman bir varlığın tam önümde yavaşça benim boyutlarıma kadar küçüldüğünü gördüm. Ben ilk ona baktığım anda kocaman bir gövdesi varken şimdi ben boyutlarında duruyordu. Ve bir yüze sahip olmadan kaşımda bulunuyordu.

 

Dehliz bile bir göze sahipti. Ama Ölü Ruh kolsuz ve yüzsüzdü. Sadece simsiyahtı. Sanki üzerine siyah örtü geçirilmiş bir insanın dış görünüşüne sahipti.

 

"Tehlikeli her şey benim gibi senin de en büyük cesaretin ama. Bu yanlış prenses."

 

Ölü Ruh bunları söylediği anda hâlâ olduğum yerde oturmaya devam ediyordum.

 

"Kalk ayağa ve bana bak. Bunu görmek istemiyor muydun?"

 

Ölü Ruh bunları söyledikten sonra yavaşça kendimi zorlayarak ayağa kalkıp karşısına geçip ona baktım. O sırada ara sıra öksürük kriziyle mücadele ediyordum. Hala nefes alıp verirken ciğerim sızlıyordu.

 

" Beni neden boğmak istedin? Korkup kaçacağımı mı tahmin ediyordun?" diye sorunca Ölü Ruh 'a, sorduğum soruyu yanıtlamak yerine başka bir mevzu açtı.

 

"Burası benim krallığım. Buraya kadar bir zarar görmeden gelmenin sebebi bendim. O taşa çevirdiğin Hulkor yaratığı aslında taşa dönmedi. Ben sadece den gidene kadar onun için zamanı dondurdum. Ve bir diğeri içinde. Sen ormandan çıkıp göle geldikten sonra onlar eski haline geri dönüş yaptı. Aslında gölün altında kocaman bir Geforat balığı bulunuyordu. Anında seni yok edebilirdi. Ama buna mani oldum. Kayalıklarda saklı olan büyük bir yılan bulunuyordu ama senin yanına yaklaşmasına izin vermedim. Yani prenses buraya gelmeni engellemedim. Ama hep sana geri dönüş için koşullar sundum ama sen geri çevirdin. Ve şimdi karşındayım senin çok ürkmeyeceğin bir formatta. Beni gerçek kimliğimle görmen senin için sorun olur. Onun için şimdilik beni bu formatta görmek sağlığın için daha iyi. Beni gördün ve merakını yendin şimdi geri dönüş yap krallığına. İstersen seni hemen kendi krallığına gönderebilirim. "

 

Uzun uzadıya konuşmuştu bense onu sessizce dinlemiş ve aslında çok basit bir şekilde buraya ulaştığımı anlamıştım onun söylediklerini duyduktan sonra.

 

" Ben teşekkür ederim. "diyebilmiştim sadece.

 

" Git prenses. Seni senin mekanında ve senin zamanında bulurum. "

 

Dedikten sonra anısına olduğum yerden kendi odama geçiş yapmıştım kaşla göz arasında. Oradan hemen uzaklaşmamı sağlamıştı.

 

Neden bunu yaptığını anlamaya çalışırken birden elimde bir kağıt parçası bulmuştum.

 

" Gitmen lazımdı yoksa zapt etmeye çalıştığım karanlığım senin aydınlığını yok edecek ve tamamen buraya ait olacaktın. Burada fazla bulunman senin zararına olurdu. Çünkü seni isteğim dışında yok etmeye başlayacaktım."

 

Elimde duran kağıdı olduktan sonra odamda bulunan masamın üstünde duran defterimin arasına koyup hızla banyoya geçtim. Çok yorgundum ve hemen bir duş alıp uyumak istiyordum.

 

Banyoya geçip, üstümde duran kıyafetleri çıkarırken bir yandan da küvete sıcak su dolsun diye musluğu açtım. Tamamen kıyafetlerimi çıkardıktan sonra hemen sıcak suyla dolu olan küvetin içerisine girdim. Anında kas katı olan bedenim yavaşça rahatlamaya başladım.

 

On - on beş dakika sonra küvetten çıkıp, yerde duran havluya uzanıp üstüme sardım. Bedenimi kurulayıp banyodan çıktım. Dolaptan rastgele bir gecelik alıp, üzerime geçirdim. Giyinme odasında çıkıp hemen yatak odasına geçtim. Ve yatağıma doğru ilerledim. Yatağa geçip anında cenin pozisyonunda uzandım. Yorgunluğun beni ele geçirmesine izin verdim ve yavaşça gözlerimi kapatıp uykuya teslim olup zihnimdeki uyuşukluğun sona ermesine izin verdim.

 

Ben uyumaya çalışırken yavaşça etrafımda fısıltılar duymaya başladım. Uykunun kollarına teslim olduğum için tam idrak etmeyecek haldeyken sesler yavaşça netlik kazanmıştı.

 

"Gece yarısı saatleri saçıp savururken... Aklımın almayacağı parçalar kaldı zihnimde.. Ölüm düşü ülkelerinde yankılanan çığlık nidaları.."

 

Sonrasında sessizliğin boşluğunda tamamen bilincim kapandı.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

Her şeyin bittiği yerde bekliyorum seni; geleceğini umutla beklerken. Karanlığın yerini aydınlığın aldığı ruhumla birlikte.

 

Bu cümleyi çok öncesinden kurmuştum. Zihnimde baba seslenmiş ve iyileştirildin demişti bir varlık tarafından. Tamam demiştim bu sefer her şey değişecek seninle birlikte. Mutlu olmuştum. Kendimi değişime ayak uydurmak için çabalıyordum o anlarda. Ama her şey düşündüğüm gibi olmadı bende bunun hayal kırıklığının boşluğunda hapsedildim. Ama şimdi yeni bir cümle zihnime kazındı aynı cümlenin karamsar haliydi kurduğum cümle.

 

Her şeyin bittiği yerde bekliyorum seni; gelmeyeceğini umutsuzlukla beklerken. Aydınlığın yerini karanlığın aldığı ruhumla birlikte.

 

Her şey aslında hiç anı anına uymuyor, her şey aslında sizin istediklerinizle şekillenmiyordu. Ve siz kabul ederek olan şeye boyun eğiyordunuz. Bende bunu yapmıştım. Olanı çaresizce kabullenmiş ve ona ayak uydurmuştum.

 

Yavaşça boşluktan çekilip alındım. Gözlerimi araladığımda etrafın karanlık olduğunu idrak ettiğim anda daha gecenin ortaları olduğunu fark ettim. Yavaşça sağ tarafa dönüp komodinin üstünde duran içi suyla dolu olan su bardağına uzandım. Parmaklarımla sımsıkı tutarken yavaşça doğruldum ve sol elimden destek alırken suyu kana kana içtim.

 

Bardağın dibinde duran son yudumu da içtikten sonra bardağı geri yerine bıraktım. Tekrar uzanıp uykuya teslim olacağım anda birden komodinin çekmecesi sertçe açıldı. O an bu sesi beklemediğim için korkuyla olduğum yerde sıçradım. Kalbim korkuyla hızlı hızlı atarken elim göğsüme gitti. Birden neden hızla açıldı ki bu çekmece? Anında başımın ucundaki gaz lambasını yaktım.

 

Oda yavaşça aydınlığa kavuştuğu anda açık olan çekmeceye baktığımda içinde Ahrar 'ın vermiş olduğu kitap duruyordu. Korkumun sebebini anladığım anda sabır dilendim. Kafasına estiği gibi benimle iletişime geçme özgürlüğünü kendinde bulmasına ayrı sinir oluyordum.

 

Çekmeceyi sertçe kapattım. O istediği zaman değil ben istediğim zaman bu yolla iletişim kurabiliriz. Sol tarafa doğru dönüp yastığa başımı koyup uzandım. Örtüyü omuzlarıma kadar çektim ve gözlerimi yumdum. Saniyeler içinde uyumaya çalışıyordum ki yeniden çekmece sertçe açıldı. Bunu beklemediğim için yine korkmuştum inadıma mı yapıyordu?

 

Umursamadım ve hiç oralı olmadan öylece açık kalmasını sorun etmeyerek uyumaya çalıştım tekrar. Saniyeler içinde birden çekmece hızla bu sefer tam tersi sertçe kapandı. Anında gözlerim açıldı ve yavaşça yerimde kasıldım. Zaten yorgun ve uykusuzdum. Birde o beni yoruyordu.

 

Bu adam sabrımı sınıyor kesin! Ya sabır! Ya sabır! Gözlerimi tekrar kapatacağım an birden çekmece hızla bir açılmaya bir kapanmayacak başladı. Ritmik bir şekilde bir açılıp bir kapanıyor, odada gürültü oluşmasını sağlıyordu. Pes etmeyecekti öyle mi? Ne yapsam bir beterini önüme serecekti! Anında olduğum yerde doğrulup hızla lanet kitabı kapalı olan çekmeceden çıkarıp ellerimin arasına aldım.

 

Kitabı dizlerimin üstüne koyup sayfasını açtığım anda önümde bir dizi yazı gördüm. Uzun uzun cümleler dizgesi vardı.

 

"Emira. Gittin ve ben ardından gelemedim. Sen bütün gün oraya gitmek için uğraşırken ben seni bekledim burada. Sana bir şey olup olmadığını merak ederken. Ve neredeyse saatlerdir odadan çıkmadan senin iyi olup olmadığını anlamak için çareler aradım. Senin güvende olduğunu bana söyleyecek bir sebep aradım. Ve sonunda buldum. Bu kitap. Bu kitap sen ve benim ruhumu yansıtıyor. Eğer sen bende gitmiş olsaydın bu kitapta ortadan yok olacaktı. İşte bu içimi rahatlatan en büyük nedendi. Sen gelene kadar bütün gün buraya yazmaya çalıştım. Her saat baktım kitap hâlâ varlığını koruyor mu diye. Ve varlığı her daim gözlerim önünde bulunuyordu. Sonunda gece olduğu anda senin varlığını belli etti kitap çünkü kitap yavaşça olduğu yerde sallanıp durdu. Ve bende kuleye geldiğini sağlıklı olduğunu anladım. "

 

Yazdığı cümleyi okuduktan sonra yavaşça başımı yatağın başına yasladım ve yazdığı başka bir cümleyi okumaya başladım.

 

"Gitmemeliydin. Beni bu korkuyla sınamamalıydın. Senin için ne kadar korktuğumu bir bilsen Emira. Seni kaybettiğimi düşündüm ve bu çok canımı yaktı. Bu anlatılmayacak bir histi."

 

Bu cümleyi okuduğum anda bir an bunu benim yaşadığımı düşününce o an onun benden gittiğini ve bunun korkusuyla ne yaşadığımı düşündüm ama sadece hayal olarak canlandı. Çünkü yaşamadığım için o an kendimi onun yerine koyamadım. Bir diğer cümlesini okuduğum anda bu cümlelerin gerçek olmadığını kendimce anlamaya çalıştım.

 

"Zihnim acıyla sınandı. Kalbim ilk kez bunun hissiyatıyla öldü sandım. Benim için ne denli sancılı anlar yaşadığımı bilmeni isterim. Kaybetme korkusu çok bambaşka bir duygu Emira. Seni bu kadar severken ve buna rağmen sende bir hükmümün olmaması. Seni durduramama yetkimin olmaması beni çıldırttı. Bunun bende nasıl bir iz bıraktığını bir bilsen. Bana güvenseydin ve yanında olmamı isteseydin. Bu benim için daha iyi olurdu. "

 

Yazdığı paragrafın sadece son cümlesine odaklandım. Güvenmek. Onu yok eden oyken birde ona güvenmemi mi bekliyordu? Bu saçmalık! Bu benim için aptallık olurdu.

 

" Siz bana yalan söylemeye başladığınızdan beri bu bende büyük iz bıraktı. Ve bu izler güven hissiyatımın üzerine kazındı bir daha silinmemek üzere. Yani size güvenmemi beklemeyin bayım. Hele de sizden yardım alma düşüncesinde olmamı!"

 

Bu cümleyi söyledikten sonra yavaşça gözlerimi yumdum. Ve yaşadığım o anı hatırladım. Pençe izleri boynumdan silinip gitmişti. Ama ara sıra bazen o pençelerin varlığını hissediyor gibi oluyordum. Ben kendi kendime düşünürken birden sayfada bir parıldama olunca gözlerimi açıp, sayfada yazılan cümleye baktım.

" Ben her yalan söyleyişimde aslında gerçekleri dile getiriyordum. Bunun farkına varmam geç oldu. Bende de birçok iz bırakıldı.Ama en büyük izi sen bıraktın silinmemek üzere."

Gerçekler? Gerçekler neydi? Oyunu mu? Beni kandırması mı? Kendi söylediği cümleleri şimdi söylememiş gibi mi yapacaktı? Serra ona o gün ona acıyor musun ona diye sorduğunda acıyorsam acıyorum dememiş miydi? Şimdi ne değişti? Sonradan fark ettiği şeyler yaptığı şeyleri silip atmıyordu. Ben bana olan bakışları ve sözlerinin oyundan ibaret olduğunu biliyorum. Çünkü kendini bu oyuna çok kaptırmış ve öyle devam etmişti. Belki de bu oyuna kendini kaptırıp durduğu için olanı gerçek sanmıştı. Onda iz bıraktığımı söylüyor. Ne izi? Ben onda ne izi bıraktım? Konuyu deşmenin bana bir getirisi olamayacağını bildiğim için genel bir sözle onu susturmak ve konuyu kapatmak istedim.

 

"İnsan kendisini anlayanın yanında çiçek açarmış. Bu söz çok güzel bir söz. Demek ki siz beni hiç anlayamadığınız için anlamak istemediğiniz için ben size ruhumu benliğimi açamamışım. Bu çok acımasızca değil mi sizce de?"

 

Bu cümleyi sesli bir şekilde söyledikten sonra birkaç saniye bana yansıyan anlamını düşündüm. Gerçekten öyleydi. Tam anlamıyla kendimi ona açmadan her şey yok oluşa sürülmüştü. Ve bir daha bu olmayacaktı. İşin acı tarafı bu ya.

 

" Anladım ama anladığımı belli edemedim. Sen ruhunu da benliğinide açtın ama ben bunu gösteremedim. Daha büyük acımasızlıklar da gördüm."

 

Anlamamıştı. Anlasaydı beni ne hale getirdiğini fark etmiş olur ve bana bu oyunu oynamak istemez ve buna devam etmezdi. Ama görmezden gelip kendi amacına yoğunlaştı. Gördüğü daha büyük acımasızlığı yaptığı şey olabilir mi?

 

" Günün birinde bu yaşadıklarımız dün olarak raflarda yerini alacak ve bu günü geçmişim kirli sayfalarında hatıra olarak hatırlayacağız ama acı bir hatıra. Yaşanan acı bir anı."

 

Bu cümleyi yazıp artık bu yazışmaya son vermek istedim ama anında Ahrar bana cevap verince kitabı elimden bırakamadım.

 

"Günün birinde de geleceğin sonunda da bu dün olarak kalacak ama unutulmuş kirli sayfalarda değil zihinlerin anılarında hatırlayacağız. Acı bir hatıra değil dudaklarda bırakılan küçük bir tebessüm kıvrılması olarak. Yaşanmış acı bir ders."

 

Yazdıklarını okuyunca hayret ettim. Bir anı olacağı aşikardı ama tatlı bir anı olacağını da sanmıyorum. Anında aslında hiç dillendirmediği konuya değinip gerçeği yüzüne vurmak istedim.

 

"Siz benimle yaşadığınız bu şeyi oyun sandınız. Ben ise bu oyunu yaşamımda kendime ders aldım."

 

Bu cümleyi sesli söylerken ne de canım yanmıştı. Cümlem yavaşça silinmeye başladığı anda sayfanın üzerinden bir anda ondan gelen yanıtı gördüm.

 

" Seninle yaşadıklarımı hiç bir zaman oyun sanmadım bilakis gerçekliğini hissettiğim anlardı seninle olduğum anlar. İkimizde yaşadıklarımızdan ders aldık unutmamak üzere."

 

Evet son cümlesine hak veriyorum. İkimizde bunu ders aldık. O bu oyunu kendince bitirmediği için bunu hata olarak algıladı. Bende böyle bir oyuna ait olduğumdan hayatımdaki en aptal hatam olarak bunu zihnime kazıdım. Başka bir şekilde onu acımasız cümlelerimle vurmaya devam ettim. Ama bu üst üste kurduğum cümlelerdi.

 

" Sen benim hayallerimin korkularını silebilir kişiydin ama ben yanıldım sanırım çünkü sen sileceğine yeni korkular ekledin. "

 

Bu cümlemi söyledikten sonra Ahrar o an bir şey diyemediği için ben devam ettim kurduğum cümlelerime.

 

"Hayatında olmadığımı varlığım senden uzakta olsa da yaşayabilmenden anladım. Çünkü ben senin yaptığını yapamazdım. "

 

Bu cümleden sonra Ahrar sadece küçük bir cümleyle karşılık vermişti.

 

"Özür dilerim. Çok özür dilerim."

 

Kısa ve netti. Ama bende etkisi olmadı. Ve devamını getirdim. Ve bu sefer ben ona uzun bir paragraf yazdım.

 

"Sandım ki bana değerli hissettiriyordunuz ama meğersem benim hayalimmiş aslında olanla var olmayanı kavrayabilmemişim. Ve böyle böyle yaparak kendi kendimi uçurumun dibine sürüklemişim. Sizse bunu görmenize rağmen uyarmamış,ölüme gitmeme seyirci olmuşsunuz. Yeni yeni fark ettim siz hiçbir zaman kalıcı olmadınız yanımda. Varlığınız sadece bir bakıp çıkmak için vardı hep yanımda. Ve öyle de oldu. Şimdi yoksunuz . Ve geri dönmek için çabalıyorsunuz ama farkında değil misiniz bu sefer gerçekleri biliyorum. Kör değilim artık size karşı. Ve bana artık zarar vermenize izin vermeyeceğim. İnsan yalnızlığı ister mi? Ben istedim. Ve bunu siz sağladınız. Uzaklaştım sizden, herkesten en çokta kendimden. Biz sizinle aynı yolda yürüyen iki insan değiliz. İki farklı yolda yürüyen insanız. Yolları katiyen kesişmemsi gereken iki insan. Çünkü biz sizinle aynı yolda yürüyemeyiz. Bu karanlığın ve aydınlığın birleşmesi kadar imkansız. Bu gece ve gündüzün aynı anda olması kadar tuhaf. Ve bu hayatta zıtlıklar karşı karşıya gelir yan yana değil bayım. Suskunluğuna onca şey sığdırabilen siz, benim koca sevgimi o küçücük kalbinize sığdıramadınız bayım. Suskunluğuma çok şey sığdırabildim ben ;acıları, ihanetleri, hüzünleri... Ama nedense bir türlü sığdıramadım ben sizin varlığınızı suskunluğuma çünkü sizin varlığınız tüm hücrelerimi kaplıyor, varlığımdan taşıyordu. Garip değil mi? Her şey çok garip ve çok imkansız. İşte onun için bir daha beni bu yollara çekmeyi düşünmeyin. Ve bir daha lütfen yalandan beni sevdiğinizi söylemeyin. Her şey bitti bunu kabul edin. Siz bu oyunu oynarken her şeyi bitirdiniz ve şimdi hiçbir şey olmamış gibi devam edelim diyemezsiniz. Bu aptallık olur. Ve artık buradan yazmayı da bırakın sadece zaman kaybı oluyor ikimiz için de. "

 

Söylediklerim sayfada birkaç saniye durduktan sonra yavaşça kayboldu onun sonrasında yavaşça kitabın kapağını kapattım çünkü cevap vermeyeceğini biliyordum. Kitabı kapattığım gibi çekmeceye geri koyup çekmeceyi kapatıp yatağıma uzandım. Ve onun canını yakmak için kurduğum cümlelerin aslında en çok benim canımı yaktığını fark ettim.

 

Ahrar bendeki bu bıraktığı yaranın iyileşmemesi için çabalarken yara git gide fena bir hâlâ geliyordu.

Gözlerimi kapattım ve kalbimde devamlı ağrıyan o sancıyı hissederek kendimi uykuya teslim etmeye başladım. Hayat bana adil davranmıyordu. Ama asıl asil davranmayan kişi benim kendime. Bile bile onun bana bunu yapmasına izin veriyorum. Ve bunun sonunun gelmeyeceğini bilerek ona ve cümlelerine karşılık veriyorum.

 

Loading...
0%