Yeni Üyelik
48.
Bölüm

48-Kehanetin Yazgısı

@kumsallardagezen12

『Zihnimin karanlık seslerini çürüttüm geriye sadece gölge isleri kaldı... 』

 

 

İpleri etrafındaki varlıkların ellerine verirsen ipi yöneten değil iple yönetilen olursun. Kendi hakimiyetini kendin sağlamalısın her daim. Zihnin sadece sana boyun eğecek, bedenin sadece senin izin verdiğin acıları göğüsleyecek, ruhun sen izin verdiğin kadarıyla acıyacak. Ve hislerin sadece sen izin verdiğin anda kontrolden çıkacak. İzinleri ve hâkimiyetide sen sağlayacaksın. Kimse seni yaptıklarından dolayı suçlayacak kadar taviz göstermeyeceksin. Hataların dışında.

 

Yaşamak için sanki çok hissiz bir ruha sahipmişim gibi hissediyorum. Yaşamın rotamı uçuruma sürüklemesine bile seyirci kalacak kadar umursamaz halde bulunuyorum. Yaşamın bir anlam ifade etmediğini, sadece yapmam gereken şeyi yaptıktan sonra hayata veda etmenin benim için çok kolay olacağını biliyorum. Yaşam aslında bildiğimiz şeyin değilde onun bir yansıması olduğunu, bulunduğumuz yolun aslında daha başında bulunarak yol kat ettiğimizi düşünüyorum. Yani gidilecek daha çok yol var ve bulunduğumuz anın mahkumu olmamaya dikkat etmeliyiz. Çektiğimiz acıların, hayal kırıklığına kurban olmamalıyız.

 

Ben bunun için çabalayıp duruyordum. Çünkü hâlâ acı ve hayal kırıklığımın gölgesinden kaçmaya çalışıyordum.

 

Herkesin varlığından kaçan ben, onun ruhsuz varlığına tutulmuştum kaçarken. Ahrar beni kendine bağımlı yapmış, yaptıkları canımı yaktığı halde onu unutmamış, zihnimde varlığını canlı tutmaya devam etmiştim. Ahrar bir boşluktan ibaretti. Bir anda içinde bulunduğunuz ama ne ara gelmediğinizi kavrayamadığınız ama buradan da pek çıkmak için mücadele girişiminde bulunmayışınız.

 

Ahrar bir anın son dakikalarında saniyelerin yavaşça akıp, o zamanın bitmeyişini istediğiniz bir dilek. Ahrar yaşam ama bu yaşam çok sancılı.

 

Bir fısıltı Ahrar aslında. Sana ait olan ve senden başka kimsenin duymasını ve bilmesini istemeyişin. Kendine hapsederek, sende sonsuza kadar bulunmasını isteyişin. Ahrar uçurumun sonundan ya dönmeyi başarmak ya da o uçuruma kendi isteğinle atlamaktı. Ahrar aslında ikilemdi. Bir var olmasını isterdin bir yok olmasını. Kararsızlığın vücut bulmuş haliydi.

 

Bir sevgi iki taraflı olmalıdır. Tek taraflı yaralar seven kişiyi ama hiç olmaması işte bu onun nefesini keser. Benim sevgim tek taraflıydı ama nefeste kesiyordu. Ölüm bile hızlı gerçekleşirdi. Ama bu saniyeleri dondurmuş ve o ana takılı kalmanızı sağlayarak acıyı sonsuz bir döngüyü size sunuyordu.

 

Bir sevgi iki kişiye iyi gelmelidir. Tek kişinin menfaati için olmamalıdır. Çıkarlar gözetilmemelidir. Sadece kendi istekleriyle şekillenmeyerek, karşısında olana iyi gelmelidir. Ve sonunda gerçekler ortaya çıktığı anda da pişman olunup karşı tarafa yeni hüsranlar yaşatılmamalıdır.

 

Bir sevgi acıtan olmamalı iyileştiren olmalıdır. Sevgi... Ahrar 'ın sunduğu sevgi buydu işte. Sadece acıtıyordu. Başından itibaren hemde. Bana iyi gelen bir sevgi sanmıştım ama bu kısa sürmüştü. O hayali anılardan çıkışım ani olmuş ve yere hızla çakılmıştım. Parçalamış, un ufak hale gelmiştim.

 

Bir sevgi ihaneti ardından getirmemelidir. Ahrar 'ın sahte sevgisinin zifiri karanlık gölgesinde bu ihanet yatıyordu ve ben onu fark etmiştim. Çok can yakmış, can acıtarak hayata küstürmüştü. Ve hislerin iyi olmadığını yaşayarak görmemi sağlamıştı. Her bakışın aslında ne anlam ifade ettiğini tam anlamayacak kadar toy olduğumu, bunun aslında benim için bir iz olduğunu anlamıştım. Çünkü bu sayede bir keşkem olmayacak, hayata veda ettiğimde kendimi ne için feda ettiğimi bilerek bunun ahını sormayacaktım. Ne kendime ne de hayata. Çünkü bilerek bunu göze alıp onları yaşamıştım.

 

O benim gözümde bir savaş mübaresinde benimle birlikte cenge giden değil, beni o cenk içerisinde gözlerime baka baka beni elinde tuttuğu hançerle öldürendi. O benim gözümde beni kalbimden nişan alıp, ölmemi isteyendi. O benim yaşamıma son veren, ölmemi dört gözle bekleyendi. O aslında hiç olmayan olmasını sağladığımdı. O aslında avcıyken bende av olandım. O kovalayan bende kaçandım. O ölüme sürükleyen bende ölümden kaçandım.

 

Kimseler görmedi öldüğümü, öldürülmeye çalışıldığımı.

 

Kimseler görmedi onun tarafından sayısızca öldürülüp, yeniden hayatta kalmaya çalıştığımı.

 

Kimseler görmedi içten içe ağladığımı.

 

Kimseler görmedi nasıl sevdiğimi nasıl sevilmediğimi.

 

Kimseler görmedi ölüm için beklediğimi, bu bekleyişin ne kadar yakın olduğunu.

 

Kimseler bilemedi aslında benim hiç var olmadığımı.

 

Aslında sonum belliydi ama merakım geri geri gitmemi engellemişti. Görmek istemişti ne olacağını. Neyin onu beklediğini. Neyin onun ölümüne neden olacağını. Ve neyin onu bu denli yaşamdan koparacağını. Ama sonrasında anlaşmıştı. Çünkü gerçekleri görmüş ve yakından tanık olup tüm acıları en yoğun şekilde hissederek bunu kavramıştı. Ve sonrasında alaycı bir tebessümle aynadaki yansımasına bakıp şunları söylemişti ;

 

'İşte gördün sonunu. Şimdi ne olacağını biliyor musun? Ölüm gelip seni alacak. Ve veda edeceksin hayata her şeyinle. Anılarına, hislerine, sevdiklerine, acılarına ve zihnine...'

 

Zaman her şeyi silemiyor...

 

Gün başladığı gibi hemen hazırlanıp odamdan dışarı çıkmıştım. Dün bütün gün kulede değildim ama Victoria haber etmişti bugün Süreyya hanımın ben buraya geldiğim ilk gün evlendirdiği yeğeni ve eşi kuleyi ziyarete gelecekti. Onlar için kulede büyük hazırlık dün yapılmıştı. Şimdi buraya gelmeleri gerekiyordu. Eh kuleden yeterince kopmuş biri olduğum için Victoria sabah odama uğramış ve benimde orada bulunmamı söylemişti. Bende pisi pisine kabul ederek, ona istediğini yapacağımı söylemiştim.

 

Odamdan çıkış yaptığım gibi hemen zemin kata merdivenlerden inmiş ve ön bahçeye giden koridora doğru rotamı çevirmiştim. Etrafta koşuşturan çalışanlara uzaktan uzağa bakmış ve yanlarından geçip kendimi ön bahçeye atmıştım. Önümde olan topluluğa uzaktan kısaca incelemeye başlamıştım. Tam sekiz çalışan çaprazımda durmuş, öylece emir bekleyen muhafızlar gibi bakışları Süreyya hanımın üzerindeydi. Kulede bulunan birkaç eğitmen ve onların eşleride onlarla beraber gelen kişileri ağırlamak için ön bahçeye çıkmıştı.

 

Ön bahçedeki dar ama her yere doğru çıkan dar yolda beklerken gözlerimi kısıp güneş ışınlarının verdiği izin kadarıyla biraz ileride olan at arabasından inen kişilere döndürdüm. Ahşap at arabasının kapısını açan muhafız geriye doğru çekilmiş ve at arabasının içindeki kişinin dışarı çıkmasını beklemişti. Dışarı çıkan kişi adımını at arabasının basamağına yaslamış ve bedenini dışarı çıkarmıştı. Anında yana doğru çekilip gelen kişiye daha rahat bakmak istedim.

 

Önümdeki iki kişinin arasında olan boşluktan gelen kişiye baktım. At arabasından çıkan ilk kişi bir kadın olmuştu. Zümrüt yeşili elbisesi içinde yavaşça hareket edip aşağı inmiş ve kısa bir süre etrafına bakıp, tam önünde bulunan Süreyya hanımın olduğu tarafa doğru ilerlemişti.

 

O indikten sonra onun yaşlarında olan bir adamda at arabasından hızla inip onu takip etmişti. Adam kumral, uzun boylu, kemikli bir yüze sahipti. Üzerinde olan bol gri gömleği ve koyu siyah pantolon giymişti. İfadesiz bir şekilde önünde bulunan kadını takip ediyor ve bakışları olabildiğince etraftan uzak tutuyordu.

 

Olduğum yerden yavaşça ayrılıp sola doğru ilerlemeye başladım. Zaten Süreyya hanımın şu an odağı başka yerde bulunuyordu yani beni görmez, orada olduğumu bile fark etmezdi. Zaten bahçeye gelmiş ve misafiri karşılamıştım. Bizzat gidip hoş geldiniz dememe gerek yoktu. Zaten buradaki varlığımın kimse için bir ifade etmediğini çoktan anlamıştım.

 

Arkadan dolanıp kulenin arka tarafına doğru yol alırken, birden bakışlarım Süreyya hanımın önünde duran kadınla bakışlarım kesiştiği anda birden yönünü bana döndürdüğü anda Süreyya hanım tarafından fark edilmemi sağladı. Süreyya hanım sol tarafına bakıp beni görünce bakışları kısa bir süre bende oyalandı ve neden onlardan uzakta olduğumu anlamaya çalıştı. Sonrasında güneş ışığı altında mavi harelerini bana dikmişken onun yanına gelmemi işaret etti.

 

Onun baktığı tarafa diğerleri de bakınca beni herkes fark etti. Olduğum yerde yavaşça hareket edip onların olduğu tarafa doğru yavaş adımlarla ilerledim. Olabildiğince isteksizliğimi saklamaya çalıştım. Ben Süreyya hanımın olduğu tarafa doğru ilerlerken onu karşısında bulunan kadın beni boydan boya inceledi.

 

Bakışlarında rahatsız edici herhangi bir ize rastlamadım. Son adımımı atıp Süreyya hanımın tam yanında yerimi almış ve bakışlarımı Süreyya hanıma çevirmiştim. Süreyya hanım usulca mavi harelerini bana çevirdi ve bana o anlamlı tebessümüyle bakıp sonrasında elini belime koydu.

 

Bu hareketini tahmin etmediğim için hemen kaşlarım çatıldı ama kimse fark etmeden anında düzelttim. Hadi ama bu beklenilen bir şey değildi. Ne zaman böyle yakın temasta bulundu ki beni birine tanıtmaya çalışırken? Acaba karşısında olan kişiyi mi sevmiyordu? Ben sessizce Süreyya hanımın konuşmasını beklerken ondan önce karşımda bana bakan kadın konuştu.

 

"Halacım yoksa bahsettiğin Prenses Emira bu karşımda bulunan güzel kadın mı?" diyince bir an afalladım. Bu kadın bana neden durduk yere samimi bir şekilde davrandı ki? İnsanlara bu denli şüphe içinde yaklaşmam aslında onlardan dolayı çünkü durduk yere kimsenin benden haz edeceğini düşünmüyorum. Malum boynumda taşıdığım kolyeye herkes sahip olmak istiyor ve bu onların benden nefret etmesini sağlıyor.

 

Onun sözlerine karşı Süreyya hanımın hemen bana bir adım yaklaşması ve içten bir bakışla bana bakıp onaylaması bana daha büyük bir şaşkınlık verdi. Sanırım hayal görüyorum.

 

"Emira —" demiş ve Süreyya hanım karşısında duran kadını göstererek konuşamaya devam etmişti. "Bu kulenin prensesi ve kolyenin ikinci sahibi." dediğinde içimden kolyeye sahip olmasaydım pek bu kuleye prenses olmazdım da.

 

"Denildiği kadar güzelsin Prenses Emira." diyince karşımda duran kadın ona bakarken tereddüt etmeden duramadım. Neden bir nefret hissini sezmiyorum bu kadında? Bana neden ön yargılı olmadı? Yeterince sessiz kaldığım için kendimi öne çıkardım.

 

"Teşekkür ederim asıl o sizin güzelliğiniz." dedim çünkü dediğim şeyde haklıyım. Karşımda benden birkaç yaş büyük bir kadın bulunuyordu. Gerçek yaşı neydi bilmiyordum ama şu an benden en az üç veya dört yaş büyük duruyordu. "Siz beni tanıyorsunuz ama ben sizi tanımıyorum isminizi öğrenebilir miyim?" diye sorunca anında olur dercesine başını salladı.

 

" Ben Hüra Narah." dedi ve hemen elini bana doğru uzattı sıkmam için. Anında elini sıkıp memnun oldum dedim.

 

"Sen geldiğin zaman benim düğün günümdü onun için seninle tanışamadım. Ama şimdi şu an karşındaydım." dediğinde içtenlikle o an sadece tebessümüne bakmakla yetindim. Bu sessizliğimi görünce kaşları çatıldı.

 

"Hiç hakkında söylenen şeylere sahipmişsin gibi durmuyorsun." diyince bu sefer o an hakkımda söylenenleri tahmin ettiğim için sadece bakmakla yetindim.

 

"Birazdan bizzat şahit olursun." diye arkamdan homurdanan Turul beyin sesini duydum. Anında önümde duran Hüra hemen Turul beyin sesini duyduğu gibi yanımdan geçip onun yanına gidince rahat bir nefes verip bakışlarımı Süreyya hanıma çevirdim. O arkasına dönmüş ve Hüra 'nın sevecen bir ifadeyle Turul beye sarılmış o halini izliyordu. Hüra kolları arasında durduğu Turul beyle tatlı tatlı konuşurken ben anında Süreyya hanımın yanına sıvışıp, bakışlarımı karşımda olan ikiliye çevirdim.

 

"Ne tesadüf bu hayatta babanızı sizden başka biri daha seviyor. Benim için tuhaf bir şey. Bir ben sanırım Turul beyle pek anlaşamıyorum çünkü benim dışımdaki herkes onu seviyor. Buda şaşırdığım en büyük şeylerden biri." dediğim sırada Süreyya hanım bu sözlerime sadece sessiz kalarak susmayı tercih etti." Benimle işiniz bittiğine göre ben gidebilir miyim? "diyince Süreyya hanımın bakışları yavaşça bana kaydı.

 

" Hayır. "diye jet hızıyla cevap verince omuzlarım çöktü.

 

" Neden? "dedim hüsranla ona bakarken. Ama onun bakışları çoktan benden uzaklaşmıştı. Önünde hâlâ konuşmakta olan Hüra ve Turul beye bakıyordu.

 

" Dün bütün gün yoktun! İkide bir kuleden kaybolup, ertesi gün geliyorsun. Yine neyin peşindesin sen? Buradan bugün katiyen ayrılmıyorsun! Gözüm üstüne Emira. Hareketlerine dikkat et." diye azarlayıp sonrasında yanımdan ayrıldı.

 

Sorularına bile cevap vermemi beklemeden peşin hükmü verdi. Süreyya hanım yeğeni ve babasıyla beraber kuleye ilerlerken ben onların arkasından bakmakla yetindim. Onların arkasından bakarken birden yanımda birini hissedince aniden başımı sola doğru çevirdim. Ve yanımda az önce Hüra 'yı arkasından takip eden kişiyi gördüm. Bana bakmıyordu. Bakışları önünde, ifadesiz bir yüzle bana hitaben konuşmaya başlayınca şaşkınlıkla ona baktım.

 

"Gerçekten neden sizin hakkınızda söylenen hiçbir sözü şu an yansıtmıyorsunuz? Ya çok iyi bir oyuncusunuz ya da sizi çok abartmışlar." diyen yanımda duran adamın sözlerini duyunca bir anda bu şekilde yanıma yaklaşıp benimle neden bu üslupla konuştuğunu sorguladım.

 

Bakışlarımı bu sefer önüne çeviren ben oldum. Ne bu rahatlık tam dibimde durmuşken birde alaylı bir şekilde benimle konuşuyor!

 

" Hakkımda söylenen sözlerle hiç ilgilenmiyor ve umursamıyorum. Bir daha bu saygısızlığı yapıp yanımda bulunmayın. Haddinizi bilin ve böyle aşağılar bir ifadeyle de konuşmayın benimle." diyip hızlı adımlarla içeriye doğru ilerlerken onun sözlerime karşılık verdiği cümlesi ulaştı kuklalarıma.

 

" Bence söylenenler kadar tehlikeli biri değilsiniz ama küstah olmanızla ilgili olan sözler doğru. "diyince arkamda duran adam, hâlâ yürürken kuleye doğru o anda burnumdan sesli bir nefes verip, istifimi bozmadan kuleye girmeye yakın onun bu sözlerine yüksek sesle karşılık verdim.

 

" O halde söylenenlere uyun ve bu küstah ve tehlikeli kadından uzak durun bayım." dedim ve içeriye girip sinirle burnumdan solurken ilerlemeye devam ettim.

 

O an ise onun sadece kısık ama eğlenen sesini işitmiştim içeriye girmeden hemen önce.

 

"Belki de küstah ve tehlikeli kadınlar dikkatimi çekiyordur." demişti ama herhangi bir cevap vermemiştim. Başıma hiç bela almamak için çünkü yeterince sorunlarım vardı. Bir yenisini ekleyemezdim.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Kuleden içeri girince beni koridorun başında Victoria karşılamıştı. Yeni kuleye gelmiş olmalıydı. Karşısına geçtiğim anda sorgulayıcı bakışlarını üzerime dikmişti.

 

"Ne oldu neden geriden geldin?" diye sorunca ona yürümesi için işaret verip, yürürken sorusunu cevaplamıştım.

 

"Hadsiz biriyle muhatap olduğum için." diye kısaca cevap verince kimden bahsediyorsun dercesine bakmıştı. Omzumun önüne gelen saçımı geriye atıp, ılımlı bir tavırla ona bakmış ve az önceki sinirimi yatıştırmıştım. Küçük adımlarla ilerlerken rotamı üst kata çıkan merdivenlere yönlendirdim.

 

" Hadsiz kişiden kastın kim?" dedi Victoria hâlâ kimden bahsettiğimi anlamadığı için.

 

"Bilmiyorum ki kim olduğunu. Süreyya hanımın gelen misafirlerinden biriydi. Adamın biri anında dibimde bitip, küstah ve tehlikeli oluşumla alakalı duyumlar duyduğunu söyledi. İşte denilenin aksini yansıtıyor bulmuş olmalı ki beni dışarıdan, hiç hakkımda söylenenleri yansıtmadığımı söyledi imayla karışık. Bense o an ters çıkışıp, bulunduğum yeri terk ettim. "dediğimde Victoria duyduklarından sonra bir şey dememiş ve ikimiz beraber üst katta bulunan, dışarıdan gelen misafirlerin ağırlandığı büyük salona geçmiştik. Bu salon altıncı katta bulunuyordu.

 

Oraya doğru ilerleyince bir anda kulağıma piyano sesi ulaşmış ve kaşlarımı çatıp Victoria 'ya bakmıştım.

 

"Hüra piyano çalmayı sever. O çalıyor olmalı." diye merakımı gideren Victoria anladım dercesine bakıp, biraz ileride yarı açık halde bulunan kapıyı öne doğru itip içeriye sessiz adımlarla doğru geçmiştim.

 

Hâlâ piyanoyu çalmakta olan Hüra' ya kısaca baktıktan sonra boş olan bir yere doğru ilerledim. O sırada Hüra beni görünce içten bir tebessümle bakınca hâlâ bu karşılığı beklemediğim için bocalama yaşayıp duruyordum. Benim suçum yok ki. Her gelen kişinin nefret ve aşağılayıcı tavırlarını gördüğüm için bunu garipsiyorum. Pencerenin önünde duran ve köşede duran tekli koltuklara doğru ilerledik Victoria 'yla beraber. Herkesten uzak bir yeri tercih ederek kendi halimizde takıldık.

 

Biz yerlerimize otururken biraz ileride piyanonun çaprazında duran geniş kocaman koltuklara Süreyya hanım, Turul bey ve birkaç eğitmenin eşleri bulunuyordu. Onlar bir yandan konuşup bir yandan da Hüra 'yı dinlerken ben bakışlarımı Victoria' ya çevirdim.

 

"Süreyya hanımdan sabah azarı yedim." dediğim anda Victoria bir anda elinde bulunan ve üstün körü incelediği kitabın kapağını kapatıp bana baktı.

 

"Şaka! Neden peki?" diye sorunca sesini kısıp ben dışında kimsenin duymamasını isterken.

 

"Ortalıktan kaybolup duruyorsun dedi. Bugün gözümün önünde ol diye bildiğin emir verdi. Eh bende çok dikkat çekmeyeyim diye insan arasına karıştım." dedim isteksizlik içinde. Sırtımı tekli koltuğa yaslamış ara sıra pencereden dışarıyı izliyor, bazense içeriye bakıp duruyordum. Kim ne yapıyor ne yapmıyor diye.

 

Biz kendi köşemizde konuşmaya devam ederken Hüra yeni bir müzik notası çalmaya başladı.

 

" Emira —" dedi Victoria ve sesini daha çok kısıp mırıldanarak konuştu. "Ne zaman başlıyoruz?"diyince benden alacağı cevabı soluğunu tutmuş bir halde beklerken.

 

" Çok yakında hemde çok yakında. "dediğim anda birden aralık olan kapıdan içeriye az önce bahçede bulunan o adam girdi. Anında bakışlarımı kaçırıp önüme çevirdim.

Önümde duran küçük masanın üstünde bulunan kitabı görünce ona uzanıp ellerimin arasına aldım.

 

" Dediğin kişi bu mu? "dediğinde Victoria ben kitabın sayfalarını gelişi güzel çevirip dururken.

 

" Maalesef. "diye kısaca cevap verdim.

 

" O kim biliyor musun? "diye bu sefer yine sorunca ona bakmadan başımı iki yana olumsuzca salladım.

 

" Bilsen şaşarım. Sen hep başına belayı nasıl bilmeden çekip duruyorsun? "diye anlamaz ama bir yandanda hayret edercesine konuşunca Victoria sayfayı çevirmeyi bırakıp ona diktim bakışlarımı.

 

" Kim ki o? "dedim sakin bir ifadeyle.

 

" Hüra 'nın eşinin kardeşi. "diyince anında gözlerimi kısıldı.

 

" Ah şimdi anladım onun o üsten bakışlarını. Demek bu yüzdenmiş. Neyse beni alakadar etmez bana buluşamasa iyi olur. Yoksa kendi başına dert alır. "dedim omzumu silkip.

 

Kitabı incelemeye devam ederken birden tekrardan kapının açılmasıyla anında bakmasamda kimin geldiğini anladım. Çünkü Victoria 'nın anında gerilemesi kimin olduğunu anlamamı sağladı.

 

İçeriye giren kişi Ahrar' dı.

 

Göz ucuyla ona bakmaya çalıştım. Uzaktan bakıldığında kitap okuyor gibi gözüküyor olsamda aslında Ahrar 'ı inceliyordum.

 

Ahrar yavaş adımlarla Süreyya hanımın olduğu tarafa doğru ilerlerken, bir anda Hüra olduğu yerden kalkıp ona doğru ilerlemişti. Tanışıyorlar mıydı acaba? Ahrar' ın yanındaki yerini alınca Hüra 'nın sesi duyuldu büyük salonda.

 

"Ah Renas hoca sizi burada görmeyi beklemiyordum. Ne güzel bir sürpriz oldu benim için." diyerek şaşkınlığını dile getiren Hüra' nın bu tavrına göz devirmemek için zor dayandım. Ne sürpriz ama! Kitabını oku seni ilgilendirmez! Dikkatini kitaba ver!

 

Ahrar o an ona sadece hoş geldiniz demiş ve sözlerine bir karşılık vermemişti.

 

" Bir şey bilmen lazım —"diye başladığı cümleyi tam devam edeceği anda Victoria, bir anda Hüra 'nın sızlanması bozdu.

 

" Bilseydim Fulya' nın yanımda gelmesini sağlardım. "dediği anda jet hızıyla bakışlarımı kitaptan çekip Victoria 'ya çevirdim. Dökül diye bas bas bağırıyordu bakışlarım. O sırada da dikkatimi Hüra ve Ahrar' daydı bir yandan.

 

" Eskiden çok eskiden ama—"dedi ve derin bir nefes alıp beni yoklayıp, nasıl devam etmesi gerekiyor diye düşünüp, tekrar devam etti cümlesine." Büyücüler krallığında verilen bir gelenek anında Hüra 'nın kız kardeşi Fulya ona karşı bir his beslemiş. Ne kadar çabalasada pek istediğini elde edemedi." diye kısacası anlayacağım şekilde anlatınca Victoria o an sinir yüklenmesiyle Ahrar' kaydı bakışlarım." Pek büyütülecek bir şey değil diye önemsiz bir şey gibi göstermeye çalışınca ona yakıcı bakışlarımı dikip susmasını istedim.

 

Çünkü Hüra tekrar konuşunca anında şu Fulya denilen kadının yeryüzünden silmek istedim.

 

" Ah burada çok kalacak mısınız? "dediğinde dişlerimi sinirinden sıktım. O an imdadıma Süreyya hanım yetişti. Ya da Ahrar 'a.

 

Süreyya hanım hemen Hüra' yı susturdu ve Ahrar 'a gelişinin sebebini sordu. Bir konuda bir şey için izin istemek için geldiğini dile getirmiş ve sonrasında bana hiç bakmadan oradan ayrılmıştı. Beni görmezden gelmeye mi çalışıyor?

 

Bula bula bugünü mü buldu? Onca an onu uyardım ama oralı olmadı şimdiyse yokmuşum gibi davranıyordu. Hoşuna mı gitti acaba sevgili eski ondan hoşlanan kadının ismini duyduğu için? Egosu tatmin olmuştur kim bilir!

 

Birkaç dakika orada daha durduktan sonra Hüra dinlemek için yukarı çıkmıştı. Ben ve Victoria bundan istifade ederek hemen benim odama geçmiş ve kendi kendimize günün değerlendirmesi yapıyorduk.

 

"Bunlar ne kadar kalır sence?" diye sorunca Victoria bilmem dercesine omzunu silkti.

 

"Neden sordun ki?" diyince o an hemen cevap vermedim. Çünkü çok kalırlarsa sanki Hüra buraya Ahrar 'la bir araya gelmesi için Fulya' yı çağıracak hissiyatıyla dolup taştım.

 

"Hiç öylesine." dedim önemsiz bir şeymiş gibi.

 

"Hı inandım san. Sırf o Fulya acaba gelir mi diye merak etmiyorsan bende Victoria değilim." dedi ve yavaşça yatağımda bağdaş kurup oturduktan sonra bir elini çenesine yaslayıp bana gözlerini kısarak baktı.

 

"Neden öyle bakınıyorsun bana?" dedim şüpheci bir ifadeyle.

 

"Ahrar 'a baktığım sırada olabildiğince senin tarafına asla bakmadığını fark ettim. Ne oldu? Neden böyle davrandı?" diye sorunca Victoria anında bakışlarımı ondan çekip elimde bulunan kalemle boş kağıda gelişi güzel bir şey karaladım.

 

"Bilmem ki." dedim boş vermiş bir sesle.

 

"Dün bir şey olmuş olmalı?" diye sorunca sustum.

 

Yani şimdi ona onunla karşılıklı olamasa da bir kitap üzerinden iletişim kurduğumu söylemek istemedim o an. Hem bunu bilse neden bunu yaptığımı sorup duracak. En iyisi şimdilik bu bilgi

bende kalsın.

 

"Olmadı." dedim gerçeği dile getirmedim. Çünkü Ölü Ruh 'u bilmiyordu. Ve şimdilik bir süre daha bilmemeli.

 

"Hım kendi ruhsuzluğu diyorsun." dediğinde öyledir muhtemelen demiş ve sessizliğe gömüldüm sonrasında.

 

Birkaç saat daha odada oyalandıktan sonra akşam yemeği için zemin katta bulunan yemekhaneye doğru yol almıştık. Zaten bir an önce yarın olmasını ve hemen kuleden uzaklaşmayı istiyordum. Burada kalmak beni sinir olacağım düşüncelere itip duruyordu. Ve bu kedime kızmamı sağlıyordu.

 

Yani durduk yere aklıma daha görmediğim o Fulya denen kadın gelip duruyor, onun suratını tırnaklarımla paramparça ettiğimi düşünüp duruyordum. Ve bu hiç sağlıklı düşünceler değildi. Onun için uzaklaşmak istiyordum ya.

 

Victoria 'yla yemekhanenin önüne ulaşınca bir anda yanımda birinin varlığını hissedince başımı çevirdim. Ve tam yanımda yine o adamı görünce iki adım geriye çekildim. Bu ani çıkışları sinir etmeye başlamıştı. Victoria' da bir anda onun beliren varlığına anlamayan ifadeyle bakınca, ona doğru yaklaşıp bir an önce hemen bu adamın yanımızdan geçip yemekhaneye girmesini bekledim. Ama beklediğim gibi olmadı. Karşımda bana ifadesizce bakan adam konuşmadan bana bakınca bakışlarımı ondan çekip Victoria 'ya baktım.

 

"Bir şey mi oldu?" dedi Victoria benim yapmam gerekeni yaparak. Soruyu duyunca karşımda duran adam yavaşça bakışlarını yanımda duran Victoria' ya çevirdi ve üsten ona baktıktan sonra usulca hayır anlamında başını salladı.

 

"O halde neden içeri girmiyorsunuz?" diye tekrar konuşunca karşımdaki adam elini kaldırıp önden bizim geçmemizi istediğini gösterince o an hızla Victoria 'taş bakışlarımız kesişti. Adamın ne yapmaya çalıştığını ikimizde anlamadık. Bir anda belirip, sessizce bize bakması bizi tedirgin ettiği gibi germişti de. El mecbur Victoria' yla içeri girmek için harekete geçtik ve hızlı adımlarla yemekhaneden içeri girdiğimiz gibi hızlı adımlarla masaya doğru ilerledik. Biz ilerlerken onun arkamızdan geldiğini ve tam birkaç adım arkamızda olduğunu anladık.

 

"Bu adam ne yapmaya çalışıyor?" diyince Victoria zihin bağından iletişime geçince o an masanın yanına gelmiş ve hemen yerlerimize geçmiştik.

 

"Bir anlasam anlatacağım da. Bende tam olarak anlayamadım ki."

 

Sonrasında bakışlarımı yanı başımda duran ama benle muhatap olmayan Süreyya hanımın olduğu tarafa çevirdim. Hüra 'yla konuşuyor, bazende önündeki yemeğini yemeye devam ediyordu. Bakışlarımı önüme çevirdiğim anda Ahrar' ın sessizce yemeğini yediğini fark ettim. Olabildiğince bakışları önünde bulunuyordu. Pek gerekmediği takdirde kimseyle konuşmuyordu. Onu konuşturan kişi genellikle Hüra oluyor, onun sorularına kısa cevap verdikten sonra yemeğini yemeye devam ediyordu.

 

Bende yavaşça yemeğimi yemeye başlarken birden Hüra sanki ben yeni gelmişim gibi beni yeni görmüş gibi bir anda şaşkınlıkla bana seslenmişti.

 

"Ah Emira senin geldiğini fark etmedim. Nasılsın? Bu arada Emira diyebilirim değil mi?" diye sorunca o an aslında çok güzel bir şekilde onun niyetini şimdi fark ettim.

 

Birde Emira diye seslenebilir miyim diyor! Zaten seslendin dememek için zor tuttum kendimi. Elimde tuttuğum çatal bıçağı tabağımın iki yanına bırakıp rahat bir tavırla ona bakarken konuştum.

 

"Ah tabii diyebilirsin Hüra. Moritanya Prensesi ve kolyenin sahibi olduğum için benden çekinip bir resmiyet kurmana gerek yoktu zaten kendince." dedim kolyenin ve prenses kelimesine baskı yaparken.

 

Hüra ise kapalı olan uyarımı fark edince anında kaşları yavaşça yukarı kavislendi. Ve hareleri beni izledi. Amacımı anlamaya çalıştı. Çok zor değildi anlaması. Burada olmak istemiyorum. Ve onun varlığını görmek istemiyorum. İkide bir Ahrar 'ı sohbetine katarak yok şöyle yok böyle diyerek eski günleri kullanıp Fulya denilen o kadının ikide bir ismini zikretmesi sinirimi bozuyor.

 

"Ah peki o halde." dedi ve yavaşça elindeki bardağından birkaç yudum su içtikten sonra yavaşça bardağını tabağının önündeki boşluğa bıraktı.

 

"Cayır cayır yakmak istiyorum bu kadını."

 

Cümlem bitince anında Victoria karşılık verdi.

 

"Nedense bende."

 

Victoria 'ya olabildiğince sessizce yemeklerimizi yemeye çalıştık. Ara sıra kendi kendimize zihin bağından Hüra' nın kurmuş olduğu cümlelere ve o şuh kahkahalarına laf atıp durduk.

 

"Ah bu arada Emira seni tanıştırmayı unuttum sevgili eşimin erkek kardeşiyle." diye Hüra 'nın mahcup sesini duyunca bakışlarımı istemeye istemeye ona çevirdim.

 

Pekte gerek yoktu onun o yanında bulunan gereksiz elemanı tanımama. Çünkü adamın bana olan o rahatsız edici bakışları beni yeterince sinir etmişken onu tanımak gibi bir amacım yoktu olamazdı da. Zaten sırf Süreyya hanımın uyarısı için bugün burada bulunuyordum. Yoksa beni biraz zor görürlerdi burada.

 

Ben Hüra 'ya bakarken birden hemen elini yanında duran adama doğru çevirdi.

 

"Bu eşimin kardeşi Arhel Lodan." dediği anda bakışlarım hiç adama çevirmek istemedim ama üzerimdeki bakışları bildiğim için yavaşça karşımda bir robot gibi duran adama bakmak zorunda kaldım.

 

Kuru ve isteksiz bir sesle konuştum.

 

"Memnun oldum." diye kısa kesip hiç kendimi tanıtma gereği duymadım. Zaten bugün bütün gün beni görmüş, ismimi duymuştu. Hemen cümlem bitince bakışlarımı önüme çektim.

 

"Bende memnun oldum Prenses Emira." diyince bir an ne güzel siz bari prenses hitabını kullanın malum sevgili yengeniz hiç kullanma niyetinde bulunmuyordu.

 

Yemeğimi yemeyi bitirince hemen Victoria kalkmak için hamle girişiminde bulunacaktım ki bir anda Süreyya hanımın ismimi zikretmesiyle bunu yapamadım.

 

"Emira denemeni istediğim bir tatlı var. Onu yemeni istiyorum." diyince ben daha konuşamadan Süreyya hanım bir baş işaretiyle anında önümde bulunan tabağın kendini tatlı tabağına bırakmasını sağladı.

 

"İşkence çekip duruyorum." dediğimde bir anda Victoria bu halime elinden bir şey gelemeyeceğini söyledi.

 

Bir tatlıya bir Süreyya hanıma bakıp duruyordum.

 

"Ee yesene hadi. Seveceksin inan." diyince Süreyya hanım büyük bir istekle yememi isteyince onun bu hevesini kırmamak için yavaşça tatlı çatalını parmaklarımın arasına alıp yavaşça yemeye başladım. Tatlının ucundan yavaşça bir çatal alıp ağzıma götürdüm. Sonrasında yavaşça tadına baktım.

 

"Beğendin mi?" diye sorunca Süreyya hanım ağzımda bulunan tatlıyı yuttuktan sonra evet dercesine başımı salladım. Yani tadı kötü değildi ama benim pek yiyeceğim türden değildi.

 

"Beğenmene sevindim." dedi ve o masada bulunanlarla konuşmaya ederken ben tatlıdan birkaç çatal daha yedikten sonra devamını getirmedim.

 

"Prenses Emira—" diyen Arhel 'in sesini duyunca bakışlarım onu buldu. Bu sırada masadaki konuşmada susmuştu. "Hakkınızda çok şey duydum." dediği anda neden bunu söylediğini anlamaya çalıştım. Bunu ilk onu gördüğüm anda da söylemişti. "Ama sanırım ya yanlış söylemelerdi hakkınızda söylenenler ya da siz çok iyi bir oyuncusunuz çünkü hiç denilen şeyleri yapmadınız bugün bütün gün." dediğinde meraklı ifadesi arasından.

 

"Nasıl şeyler yapmadım?" dedim anlamaya çalışırken.

 

"Çok sorunlu biri olduğunuz söylentiler arasında ama hiçbir sorun yaratmadınız biz geldiğimiz andan beri. Küstah olduğunuz söyleniyor ama buna rastlamadım hiç. Daha çok sessiz ve sakin biri olduğunuzu görüyorum. "dediğinde beni anlamak istediğini ve bir iz görmek için bir sebep aradığını fark ettim.

 

" Buda ne şimdi? "dediğinde Victoria bende kararsız ve kafam karışmıştı.

 

" Anlamadım bende. Ne amacı var? Ve benden ne istiyor? "dedim bir şekilde anlamaya çalışırken.

 

" Gününde değil ondan. Yoksa çoktan bir sorun olurdu. "diye imalı sesini duyunca Turul beyin anında bakışlarım onu bulup, ifadesiz bir şekilde ona baktım.

 

Yaşlı kurta bakın, bulduğu her fırsatta beni illa eleştirecek.

 

" Nasıl yani istediği zamanlarda mı olay çıkarıp duruyor? "diye kafa karışıklığı içerisinde Turul beye birde bana bakıp duran Hüra 'ya çevirdim bakışlarımı.

 

" Turul bey beni çok sever. Bana takılmak onun en büyük hobisi. Espri yaptı ama sanırım siz yanlış anladınız . Öyle değil mi Turul bey? "dedim sona doğru sahte bir sıcaklıkla.

 

Turul bey ise ona olan bu çıkışıma sadece kaşlarını çatarak karşılık vermekle yetindi.

 

Birkaç saniye süren sessizlikten sonra üzerimde yoğun olan o bakışları yok etmek istedim ama yapamadım. Arhel dakikalarca bakıp duruyor. Rahatsız olduğumu bile umursamıyordu.

Anında bakışlarımı yanımda duran Victoria 'ya çevirdim. Onunda bana baktığını fark ettim.

 

" Şeytan diyor ki gelişine bir tane çarp. Büyüyle yaparım ve kimse benden bilmez. "diye fısıldadığımda zihnimde bulunan zihin bağından Victoria' ya . O anda sakın dercesine kaşlarını kaldırıp indirdi.

 

" Yapma! Olay çıkarmadan bugün bitsin. "diyince yüzüm asıldı. Ama anında Hüra 'nın elinin ucunda olan su dolu bardağı büyü yardımıyla Arhel' in üzerine dökülmesini sağladım. Tabii bunu yapan Hüra 'ydı dışarıdan. O anda Victoria masanın altından elimi sıktığı anda alttan alttan tebessümle baktım ona.

 

Sonrasında omuz silkerek yönümü gıcık olduğum Hüra' ya çevirdim. Hem onu hemde şu Arhel denilen adamdan küçükte olsa intikamımı almıştım.

 

Zaten bütün gün onlara katlanarak geçti günüm. Eh birazda ben keyif alayım. Daha fazla durmadan Victoria 'yla bulunduğumuz yerden kalkıp yemekhaneden ayrılmak üzereyken birden istemsizce bakışlarım Arhel' buldu.

 

Omzuna doğru başını hafifçe eğmiş bana alttan alttan ukala bakışlarıyla bakıyordu. Ah tanrı biliyor ki onu öldürme eylemleri kurup, bunu farklı farklı senaryolarla değiştirip duruyordum. Umarım bugün içinde bunu faaliyete de dökerdim. Bu alaylı bakışlarının altında kesin bir şey vardı da hadi neyse.

 

Yemekhanenin çıkışına geldiğimiz anda rahat bir nefes aldım.

 

"Ne çekilmez bir akşamdı." diyip yavaşça sağa dönüp kulenin kuzey kısmına doğru ilerledim. Şu an Victoria 'yla birlikte kuleden ayrılıp Kara Orman'a gidecektik.

 

"Neyse ki bizim için buraya kadar sürdü." dediğinde onu onayladım. Şu an artık kendi işlerimize dönebilirdik.

 

Bu gece Varisler ve Dennis krallıklarından gelecek ve artık tam anlamıyla gerçekten taşları arama faaliyetine geçebilecektik. İlk olarak oylamayla uygun günde taşı almak için o krallıklardan birine gidecek ve tüm önlemleri almış olarak oradaki işimizi bitirip geri dönecektik. Tek kaygımız herhangi bir olay çıkması ya da fark edilmemizdi. Çünkü taşın olduğu krallığı biliyorduk.

 

Taşın tam olarak nerede bulunduğunu değil onun için krallıkta hepimiz bir yere dağılıp, orada taşın olabileceğini düşündüğümüz noktalara gidecek ve zihin bağından iletişim kurarak taşın olduğu yeri kim bulursa anında haber verecek ve ben hemen gidip taşı olduğu yerden alırken onlarda etrafı kolaçan edip duracaktı. Elimizden geldiğince sessiz sedasız bu işi halledip geri kuleye dönmeyi hedefliyorduk. İhtimaller arasında olabilecek riskleride düşünmedik değil. Onun için onlarda önlem alacaktık o sırada. Sayımız çoktu ve olabildiğince bunu lehimize çevirecektik aleyhimize değil.

 

Kuleden ayrılınca Victoria 'yla karanlıkta patikada ilerleyip, sessiz bir şekilde hızlı adımlarla ilerledik. O sırada geçen Ahrar' la olan o tartışma aklımda canlanınca derin bir nefes alma ihtiyacıyla dolup taştım. Çünkü unutmaya çalışsamda o gece bende çoğu yararın yeniden kanamasını sağlamıştı. Ahrar 'a söylediklerim, onun bana söylediklerini unutmamıştım. Onun hemen sonrasında gelişen Ölü Ruh' u aramam üst üste gelmişti olaylar.

 

O günden sonra Ölü Ruh bir daha zihnimede sızmamıştı. Yanlış bir şey yapmış olmalıydım. Ama ne?

 

"Gelmişler midir?" diyen Victoria 'nın sözlerini duyunca kendi dalgınlığımdan sıyrılıp hemen karanlıkta yanımdaki bedenine çevirdim bakışlarımı.

 

"Birazdan görürüz." dedim ve hemen hızla Kara Orman'ın sınırlarından Moritanya Kalesi'ne doğru ilerledim. Zifiri karanlığa sahip olan ormanda siyah elmas gibi ay ışığında parıldayan kaleye kısaca baktıktan sonra Victoria 'yla beraber içeriye girdim ve önümüzdeki geniş holün sonunda bulunan merdivenlerden yukarı doğru çıkmaya başladık. Biz içeri girince büyü yardımıyla etrafımızda olan meşaleleri yakmış ve etrafın aydınlanmasını sağlamıştım.

 

Son basamağıda çıkıp toplantı odasının olduğu tarafa doğru ilerledik.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Bir şeyi affetmek sanıldığı kadar kolay olmuyor çünkü kendine en büyük hatayı yapıyorsun bazen affedince. Verdiğin kararları yıkıyorsun affedince. Neden yaptım diyorsun? Neden bu hatayı affedip kendime bir bıçak sapladım diyorsun? Ve tüm önüne koyduğun barikatlar bu sefer senden taraf oluyor. Ve sen upuzun duvarlara karşı karşıya kalıp, yalnızlaşıyorsun.

 

Sessiz, karanlık ve ürkütücü bir alanda buluyorsun kendini birden bire. Affetmek sandığımız kadar iyi olamayabiliyor çoğu zaman. Bunun içinde bazen herkes tarafından acımasızlığı temsil etsede yaptıkların, bazen oradan geriye dönüş olmamalı. Olursa zararı sana olur karşındakine değil.

 

Lapa lapa yağan kar altında ruhumun karanlıktan aydınlığa çıkmasını sağlıyordum. Sert esen rüzgarın arasından kedimi sıcak köşelere sığınmasını istiyordum. Buz kesen hislerimin çürümesini ve yok olmasını istiyordum. Hayatım artık son bulsun istiyordum. Bir yerden sonra son nefes alışım ve gözlerimi son yumuşum olsun istiyordum. Aslında ben unutmak, unutulmak istiyordum. Zihinlerden, kalplerden, anılardan ve insanlardan..

 

Bir anı olarak bile kalmak istemiyordum hiçbir yerde. Hiçbir zaman...

 

Çürüyecek tüm kalıntıların izleri, zamanın tutsak boşluğunda ve ben sadece o anın gelmesini bekliyorum. Olduğum yerde savunmasız ve pes etmiş bir şekilde. 'Tamam.' diyorum bu da bitecek ama olmuyor. Bitmiyor ve bitmeyecek. Zaman her daim bana yeni bilgilerle gelip aklımla oyunlar oynayacak . Silsileler peşimden sürüklenecek. Acılar benden uzağa gidemeyecek. Gitmesi engellenecek. Ve bende bir gölge vaziyetinde bulunacak.

 

Toplantı odasının içerisinde şöminenin içinde bulunan odunlardan gelen hışırtı seslerinden başka herhangi bir ses yoktu. Hepimiz sanki susma yemini etmiş gibiydik. Ya da ilk benim konuşmamı bekliyordu hepsi. Gözlerimi ateşten çekip, çaprazımda bulunan masaya doğru bedenimi çevirdim. Yavaşça masaya doğru ilerlerken hepsinin beni izlediğini biliyordum.

 

Ne düşündüklerini tahmin ediyordum.

 

Masaya geçip, yerime oturduğum anda hepsi olduğu yerde hafifçe kıpırdandı. Masanın üzerinde duran parmaklarım sessiz bir ritim tuttu ve masanın etrafında oturan dostlarımı teker teker izledim.

 

"Sessiz sessiz oturmaya geldiğinizi düşünmüyorum. Neden kimse konuşmuyor?" diyince anında bu konuşmam onların kendilerini silkelemesine sebebiyet verdi.

 

Dehri sağına soluna bakıp kimsenin ilk adımı atacağını anlamadığı anda ilk o devreye girdi.

 

"Her şey hazır. Bilgileri topladık. Tam sekiz krallığında tüm gelmiş ve geçmişi önümde duran dosyada bulunuyor." diye sert sesiyle konuşup, önünde duran belgeyi bana uzatması için Kavi 'a verince anında Kavi ondan dosyayı alıp bana doğru uzattı. Uzatılan dosyaya kısa bir süre bakıp, bakışlarımı diğerlerine çevirdim sessizce dosyayı almamı bekliyorlardı.

 

Dosyayı yavaşça Kavi' den aldıktan sonra önüme koydum. Sonrasında büyü gücümden faydalanıp dosyanın altı yedeğini oluşturdum. Herkesin önünde bir dosya olunca geriye yaslanıp dosyadan bakışlarımı çektim.

 

"Dosya sizin dışınızda tüm diğer kişilere boş bir dosya gibi gözükecek. Bu sayede dosyayı kaybetseniz bile kimse içinde ne olduğunu anlamayacak." dedim ve onlardan herhangi bir tepki bekledim ama hiçbir şey demedi kimse.

 

"Neden bu kadar sessizsiniz?" dedim kaşlarımı çatıp anlamaya çalışarak.

 

"Aslında sadece gerginiz." dedi hemen Nehar.

 

"Neden?" dedim. Çünkü hâlâ herhangi bir girişimde bulunamamıştık ki.

 

"Korkuyoruz bir sorun yaratmaktan." dedi hemen Nehar 'dan açıklamayı devralan Dennis.

 

"Biz her zaman sorun yaratıp duruyoruz. Ama asıl bu olduğunu düşünmüyorum ben sorunun. Ne var bilemediğim?" dedim ikaz içeren bir sesle. "Benden neyi saklamaya çalışıyorsunuz?" diye hafifçe ses tonumu yükseltip derhal cevap vermelerini bekledim .

 

O anda hepsi birbirine bakmaya başladılar. Ve bakışları sonrasında önlerine döndü.

 

"Bana gerçek korkunuzun sebebini söyler misiniz? Rica ediyorum." dediğimde artık iyiden iyiye merak beni ele geçirmişti.

 

"Zarar gelemeyecek değil mi?" dedi Kavi konuşma cesaretini gösterip. Bakışlarım onu bulduğu anda hareleri bir üzüntüyü yansıtıyordu açık açık. Yüzü hüzünlenmiş ve nefes alış verişi sıklaşmıştı.

 

"Kime size mi?" dedim anlamaya çalışarak. "Tabii gelemeyecek." dedim endişeli halinden sıyrılması için. " Sizi her ne pahasına olursa olsun her şeyden koruyacağım. Her şeyi göze alırım size bir şey olmaması için. İsterseniz buna devam etmeyebilirsiniz." dedim ılımlı bir sesle. "Buna hakkınız var ve bunda özgürsünüz. Bunun için sizi asla zorlamam ve kınamam. Lütfen isteyen bu girişimden ayrılabilir. Kimseye bu yaptığı şey için ne kızarım ne de darılırım." dedim teker teker onlara bakıp kendilerini bunun için sorumlu hissetmemeleri için.

 

" Yanlış anladın zarar gelmesinden korktuğumuz şey kendimiz için değildi senin içindi. "dedi Victoria durgun sesiyle. Bakışlarında ifademin arkasından görmeye çalıştığı gerçek vardı. Bu gerçek her şeyi göze alırken kendi canımı umursayıp umursamayacak olmamdı.

 

" Bazen bazı şeyler için gözünü o kadar karartıyorsun ki kendine gelecek zararı hiç önemsemiyorsun. Bizi her şeyden koruyacağına, bize hiçbir zararın dokunamaması için uğraşacak olmanı biliyoruz. Bilmediğimiz tek şey bunu kendin içinde yapacak mısın?" dediğinde bilmediğim bir yerden darbe aldığım için sarsıldım. Nefes dahi alamadım. Bunun için mi endişeliydiler?

 

Gözlerinde gördüğüm korku kendileri için değil benim için miydi? Birleri tarafından önemsenmek ... Bu muydu? Bu his miydi?

 

" Bir şey demeyecek misin? Biz senden bir söz istiyoruz Emira. Bizi koruduğun gibi kendinide koruyacaksın her şeyden. Bu sözü şu an hepimizin içinde vermeni istiyoruz." diye ısrarcı bir o kadar da umut edercesine konuştuğu anda Dennis, bedenim buz kesti. İfadelerim donuklaştı. Ellerim buz kesti. Ve o an karşımda benim iyi olmam için çabalamamı isteyen arkadaşlarımın umudunu ve hevesini kırmak istemedim.

 

Belki de onlar bunu istemeseydi alacağım zararı asla umursamazdım.

 

"Seni dinliyoruz Emira." diyince Victoria beni bulunduğum düşünce kaosundan çekip alarak.

 

"Peki... Sizin istediğiniz gibi zarar görmemek için çabalayıp duracağım." dediğimde anında hepsi onların istediğini kabul ettiğim için yüzlerine içten bir tebessüm yerleşti.

 

"O halde Prenses ilk rotamız neresi orasını söyle ve hazırlık yapmaya başlayalım." dediğinde Dehri, yanında bulunan Enfal onun omzuna hafif bir yumruk attı.

 

"Bu kadar belalı bir olayın içerisine girmek için fazla can atmıyor musun dostum?" dediğinde yukarı kıvrılmış dudaklarıyla Dehri 'ye bakarken.

 

"Dostum yeterince sessiz sedasız yerimizde durduğumuz yetti. Ne zamandır pederden azar işitmiyorum."dediği anda Dehri hepimiz aynı anda onun bu cümlesine güldük. Nehar hemen onun bu cümlesine senden adam olmaz demiş ve susmuştu tekrar.

 

" Ne var oğlum? Bağımlısı olduğum için her gün azar işitmeye, işitmeyince yoksunluk çekip duruyordum. Ama en çok adrenaline yoksunluk duyuyorum. Gözlerimin önünde canlanıyor oradan oraya koşuşturduğumuz anlar." dediğinde anında Enfal ensesine bir tane geçirdi.

 

" Adama bak ya neyi düşünüyor! Oğlum amacımız eğlenmek değil. Eğer istersen ben seni daha çok eğleneceğin bir yere götürebilirim. "diyince ben ve Victoria ne demek istediğini anlamadık ama erkekler anında sinsi sinsi gülünce iyi bir şey demediğini anlamış olduk.

 

" Yok ben almayayım. Pek benlik değil. Ama sen seviyorsun orası belli. "dediği anda Victoria hafifçe öksürmüş ve dikkatlerini bana çekmişti.

 

" Fazla gevezelik yaptınız. Daha fazla zaman kaybetmeden konumuza dönelim. "dediğim sırada Dehri bak dercesine Enfal 'e kaş göz işareti yapmıştı. Enfal' sen rahatça yerine sinmiş ve dudaklarında hâlâ olan o alaylı tebessümle Dehri 'ye bakıp durmuştu.

 

" İlk nereden başlayalım? "dedim ama ben çoktan karar vermiştim. Sadece bakalım kimler nereye gitmek istiyordu.

 

" Benim için fark etmez. "demişti Nehar.

 

" Sonuçta hepsine gideceğiz seç birini sen prenses. "diye bana bırakmıştı seçimi Enfal.

 

" Aynı fikirdeyim. "diyerek Dennis yanında duran Enfal 'i desteklemişti.

 

" Ben ve Victoria' da sana bıraktık seçimi. "dediğinde Kavi ona peki tamam demiş ve Dehri 'ye bakışlarımı çevirdim.

 

" Prenses sonuçta her krallıkta bir adrenalin olacak benim içinde fark etmez. "diyince onun şu ikide bir adrenalin demesine sadece bıkkınlık içerisinde başımı iki yana sallayarak karşılık verdim.

 

" Adrenalin niyetine seni orada bırakıp gideriz o zaman görürsün pederden azar işitme in en üst seviyesini. "diye açıktan tehdit edince anında kaşları yukarı kıvrıldı ve anında sustu Dehri bu sözümü duyduğu anda.

 

" Ah işte geldi bizim huysuz prenses. Ne zamandır ortalıkta yoktun özlettin kendini. "diye Dehri içinden içinden konuşmuştu ama ne yazık ki ortam sessizleştiği için ne dediğini ben dahil herkes duymuştu.

 

" Dehri gider ayak benden belanı bulma derim. "dedim yüz ifadem tahammülsüzlük izleri taşırken. Anında mesajı alınca susmuş ve bakışları benden uzaklaşmıştı.

 

Tam çaprazımda bulunan Dennis yavaşça yerinden hareket edince anında bakışlarım onu bulmuş ve ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışmıştım. Önce sol dirseğini Victoria 'nın masada bulunan koluna değdirip kendisine bakmasını sağlamıştı. Victoria nedensizce yanına yaklaşan Dennis' e başını usulca yana çevirerek bakmış ve ne istiyorsun dercesine başını yukarı kaldırmıştı.

 

" Sen buna nasıl katlanıyorsun bütün gün? Lafını hiç esirgemeyen biri. Sana da böyle davranıp duruyor mu? Merak ettim . "diyen Dennis, Victoria 'ya doğru eğilmiş ve kulağına konuşmuştu. Ama bunu ne yazık ki biraz yüksek sesle söylediği için hepimiz işitmiştik.

 

Victoria o an kulağına denilen şeyden sonra bana bakmış ve bunu duyduğumu anladığı için ne tepki vereceğimi merak etmişti.

 

Ama yüzümde donuk ifadeyi görünce yavaşça bakışları benden yanında ona bakan ama hâlâ hiçbir şeyi kavramayan Dennis 'e bakmıştı. Ben birde bunlarla bir işe kalkışıyorum. Nasıl işimi sağlama alacağım ki? Bunlar daha gizli saklı iş bile çeviremiyor!

 

Victoria kısa bir sessizliğin hemen ardından Dennis' e hitaben konuşmuş ama o da ben ve diğerlerinin duyacağı ses tonunda konuşmuştu.

 

"Yani bazen çok huysuz oluyor. Ama alıştım. Diğer türlü ne yapsam çaresi olmuyor. Gizli bir kutu gibi üzerine geldiğin anda sana ne sunacağı muamma." diye sanki benden bir yükmüş gibi bahsedince anında Victoria 'nın önünde duran belgeyi önce Dennis' in sonrada onun kafasına sertçe büyüyle çarptım. Dennis 'in bir tık daha sert bir şekilde belge kafasına vurulmuştu. Hak etmişti.

 

Saniyeler içinde kafalarına belge vurulunca neye uğradığını bilememişlerdi ve şapşal şapşal etrafına baktıkları anda lafa girmiştim.

 

"Hakkımda konuşup durmayın! Hem size ne benden, benim huysuz olmamdan? Beğenmiyorsanız bu beni alakadar etmez!" dedim sinirli bir sesle. Kollarımı göğsümde kavuşturmuş onlara ters ters bakarken Victoria başına götürmüş oluğu elini çekip bana surat asarak konuştu.

 

" Ne diye bana vuruyorsun? Vuracaksan Dennis 'e vur! O sordu bende cevap verdim. Benim ne suçum var burada?" diyince masum olduğunu düşünen ama olmayan Victoria' ya sinirle çıkıştım.

 

"Bana katlanıyorsun sen şimdi kıyamam! Huysuz biriyim ya ben sağım solum belli olmaz en iyisi benden uzak durun siz!" dedim dişlerimin arasından nefes nefese kalmışken.

 

"Ya ben onu kast etmedim." diye anında kendini gereksizce savunan Victoria 'ya umursamazca bakıp, yönümü Kavi' ye çevirdim.

 

"Ya bak bana!" diye seslendiği halde Victoria 'dan taraf olmadım. "Hepsi senin yüzünden." diyip bir tane geçirdi Dennis' in omzuna.

 

Dennis ise sadece omzunu tutup çatık kaşları arasından bir bana birde Victoria 'ya baktı.

 

"Siz kadın milletinden korkulur. Bunu her daim söyleyeceğim söylemekten kaçınmayacağım." dediği anda Victoria onun bu cümlesine gözlerini devirmekle yetindi.

 

"Devirme bana gözlerini sende haksızsın." diyince Dennis anında Victoria hiddetlendi ve yönünü ona çevirip yüksek sesle onun yüzüne yüzüne konuştu.

 

"Defol git yanımdan bir Dennis ! Yanı başımda durup durup kadın gibi sızlanıp duruyorsun!" dedi Victoria öfkeli bakışlarıyla ona baştan aşağı bakarken. Sinirlendiği için düzensiz nefesler alıp veriyordu.

 

"Gitmiyorum. Sen kimsin ki? Emira kovmazsa kimse buradan gitmemi sağlayamaz." diyince Dennis, hemen Victoria bana yönünü çevirdi.

 

"Kov bunu hemde hemen!" diye Victoria emir verir gibi konuşunca, rahat bir tavırla yok dedim kafamı sağa sola sallayıp. Victoria ona isteğini vermediğim için kızarıp bozardı.

 

"Kovsana ya!" diye çıkışınca yüksek tiz sesiyle o anda yüzüm kasıldı.

 

"Hayır." dedim ve kollarımı çözüp masaya yasladım . Sonrasında hemen gözlerimi ona dikip eğlenen bir ifadeyle ona istediğini vermeyeceğimi belli eden cümleleri kurdum.

 

"Bir daha kimden taraf olduğunu iki kere düşün derim çünkü elbet her an benden yana olmak isteyecek ve kim için beni karşına aldığını anlamış olacaksın. Yanisi Victoria bu huysuz ve kapalı kutu olarak nitelendirmelerde bulunduğun kişiye eninde sonunda muhtaç olup bende yardım isteyecek ama sana istediğini vermeyeceğim bu yaptığın şeyden dolayı. "diyerek onun daha çok üzerine gidip, iyice çığırından çıkmış bir hale dönüşmesini sağladım.

 

" Defol git Emira! "diye tersledi Victoria beni ve küsmüş bir ifade takınıp, bakışlarını önüne çekip sessizce olduğu yerde sinirden oturmaya başladı. Hayretle ona baktım. Tek ben değil diğerleride Victoria 'nın dediği şeyden sonra uzun bir süre ona bakmaya başladı. Bazen sinirden ne dediğini fark edemiyordu. Yavaşça masaya doğru eğilip onu izledim ama hiç bende tarafa bakmayınca yavaşça bakışlarımı diğerlerine çevirdim. Ve duyduğum şeyi onlara teyit ettirdim.

 

" Kendi odamdan mı kovuluyorum ben şu an?" diye sorarken bizimkilere baktım. Aslında anlamıştım amacım Victoria 'nın ne dediğini idrak etmesini sağlamaktı.

 

Sorumun cevabı olarak hepsi hiç gecikmeden evet anlamında başını salladı. Cevabımı aldığım gibi tasvip etmeyen biri ifadeyle Victoria' ya bakıp dudaklarımı aralayıp konuştum.

 

"Zaten bu tür saçmalıkları ancak aramızda Victoria yapar. Bünye alıştığı için pek bir şey diyemiyorum. Seni kendi haline bırakarak, bir süre sonra düzeldiğin andan sonra bu konuyu konuşmayı tercih ediyorum." dedikten sonra birkaç saniye onun vereceği tepkiyi izledim ama olduğu yerde bakışları beni bulamayınca hiç pes edip eklemem gereken şeyleri söyledim bizimkilere.

 

" Ben nereye gitmemiz gerekiyor karar verdim. Seçimi bana bıraktığınız için bende iyice emin olduğum ve olabildiğince sorunsuz bir şekilde taşı alacağımız yeri kesinleştirdim. Zargana diyarına gidiyoruz. Ruh Taşı 'nı alacağız ve en sorunsuz bir şekilde oradan ayrılacağız. "dediğim anda hepsi bir anda dediklerime kitlendi ve ilk adımı attığımız için bunun gerginliğini yaşadılar.

 

Evet onlar gibi bende gergin ve korkuyorum. Endişelerim onlar gibi çok ama bunu yapmamız gerektiğininde hepimiz bilincindeyiz. Çünkü biz bunu yapamazsak çok büyük bir sorun belki de kapının ucunda hazır olarak bekliyordur. O gelmeden biz onu ortadan yok ederek güvenliği sağlamalıyız. Hem kendimiz için hemde etrafımızda olan sevdiklerimiz için. Diğer türlü kötü son kaçınılmaz ve zor anlar bizi bekliyor olacaktır.

 

Ben yer hakkında elde edeceğim son bilgiyi belirledikten sonra gidecek olacağımız günü önceden haber verecek ondan sonra güvenli bir şekilde oraya gidecektik. Çünkü bir şeyi çok merak etmiştim. Ondan emin olmadan böyle bir adımı atmak istemiyorum. İçim rahat olduğu anda oraya gidecek ve bunu başlatacaktım.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Kuleye geri döndüğümüz anda akşam yemeğine denk gelmiştik ve maalesef ki hâlâ Hüra ve kardeşi kuleden gitmiş değildi. Süreyya hanım laf etmesin bir şey demesin diye Victoria 'yla paşa paşa yemekhaneye gelmiştik. Yemekhane her zamanki gibi çok kalabalıktı. Kapıdan geçip içeri girer girmez yanımda benimle ilerleyen Victoria' yla beraber her zaman oturduğumuz yemek masasına doğru ilerledik. Çoktan yemekler yenmeye başlandığı için herkes yemeğini yerken bir anda içeri girmemizle tüm bakışlar bize dönmüştü.

 

"Bayılıyorum ya herkesin merakla bakıp durduğu biri olmayı. Ne yaptığımız her daim konuşuluyor." diye Victoria zihin bağından iletişim kurunca şımarık bir edayla, anında bakışlarım ona çektim yürümeye devam ederken.

 

Mavi harelerim onun keyifli halini izlerken gerçekleri dile getirmekten kaçınmadı.

 

" Geç geldik ondan dolayı bakıyor olmasınlar mı?" dediğimde Victoria bana göz ucuyla bakıp geniş yemekhane içerisinde yavaş ama kendinden emin adımlarla masaya doğru adımlarken yavaşça omzunun üzerine dökülen saçlarını geriye doğru havalı bir şekilde attı.

 

" Ah canım keşke tek neden o olsa. Gözler en çok böyle bir güzellik gördüğü üzerime çevriliyor." dediğinde bu haline anında başımı iki yana sallayarak karşılık verdim. O anda dudaklarıma yerleşen gülümsemeyi burnuma elimi götürüp yalandan kaşırmış gibi yapıp gizlemeye çalıştım.

 

Masanın yanına ulaştığımız anda kendimi toparlayıp tüm ifadesiz mimiklerimle masanın etrafında yemeğini yiyenlere çevirdim. Sakin ve ılımlı bir sesle herkese önce iyi akşamlar dedim sonrasında yerime oturduktan sonra herkese hitaben afiyet olsun dedim. Sonra Victoria 'da benim gibi yerini aldıktan sonra yavaşça bizde yemeğimizi yemeye başladık.

 

Biz sessizce yemeğimizi yerken masada genel bir konu hakkında sohbet vardı.

 

"Bakışları bir saniye olsun bile senden ayrılmıyor." diyince Victoria o an ona bakmamak için kendimi zor tuttum. Sonra ağzımdaki lokmayı yutup yavaşça bakışlarımı aynaya çevirdim ve onun yansımasına bakıp konuştum kimseye çaktırmadan.

 

"Kim bakıyor ki?" dedim ve bakışlarım Victoria 'nın aynadaki yansımasından ayrılıp direk etrafımı taramaya başladım. Ve daha o demeden maalesef bende fark ettim.

 

Hüra' nın yanında yer alan Arhel pür dikkat bana bakıyordu. Ona baktığım anda bakışları daha derin derin bakmaya başlayınca anında ifadesiz yüzüm bir anda sinirli bir hal aldı. Rahatsız oluşumu saklamayarak ona yansıttım açık açık. Ama o pek bununla ilgilenmedi. Bakışlarımı ondan çektiğim gibi yanımda duran Victoria 'ya baktım. Bakışlarımız kesiştiği anda sakin kal dercesine baktı ve bir şey yapıp yapmayacağımı anlamaya çalıştı. Ona içini rahat tutacak şeyleri verdim.

 

"Şu an tüm keyfim ve iştahım kaçtı. Onu boğazlamak istiyorum. Yapabilirim bunu her an ama şu an bir ceza almamak için kendimi zor tutuyorum. Çünkü yapmamız gereken bir şey var ve onu mahvetmek istemiyorum." dedim sabır dilercesine. Victoria 'ysa bir şey yapmayacağımı anlayınca gizliden kimseye belli etmeden derin bir nefes verdi ve yemeğine döndü.

 

Bense birkaç saniye kendime zaman tanıdım ve yemek yiyemeyeceğimi anlayınca geriye doğru yaslanıp Victoria' nın yemeğini bitirmesini bekledim.

 

Ben yemeğimi yemeye devam etmeyince birden Hüra bunu sorguladı.

 

"Yemeği mi beğenmedin Emira?" dediğinde yalandan bir ilgiyle yok dercesine kafamı salladım. "O halde neden yemiyorsun?" diyince bakışlarımı ondan çekip avucumda tuttuğum bardakta olan yansımama baktım.

 

"İştahım kaçtı." dedim ve bakışlarım kısa bir saniye ona kaydı.

 

"Rahatsız mısın yoksa?" diye ilgisine ve merakına devam ettiğinde yok dedim kısaca.

 

"Sorun yok canı isterse sonra yer." diye konuşmaya dahil olunca Victoria, başımı omzuma yatırıp ona yandan bir bakış attım. Her an patlayacak bir volkanmışım gibi davranıp duruyordu.

 

Ama sakindim. Öyle miyim? Umarım öyleyimdir.

 

Birkaç dakika içinde Victoria yemeğini bitirince kalmak için harekete geçeceğim anda Arhel 'in sesi duyuldu masada.

 

"Ah Hüra' da bu gece kulede sizin misafirperverliğiniz eşliğinde bir şeyler yaparız diye düşünmüştü." diyip pası atıp benden bir hamle bekleyince o an ona tek tek kaşımı çatıp baktım.

 

Ne yapmaya çalışıyordu bu adam?

 

Yanımda duran Victoria hemen olduğu yerden kalkıp elini omzuma yerleştirdi.

 

" Ah isterseniz sizi kulenin yakınında bulunan göle götürebiliriz. Gece hava kararınca orası bir başka güzel oluyor. Oradaki manzara mükemmel." dediğinde ben hiçbir şey demeden Victoria 'ya baktım. Çünkü neden kabul ettiğini anlamaya çalıştım. Bir nedeni olmalıydı.

 

Bu Arhel' in bana yönelik bu tavrını anlamış olmalıydı. Ve kendince bir şeyleri halletmeye çalışıyor olabilirdi. Ona zorluk çıkarmak istemedim.

 

"Victoria 'ya katlıyorum eğer isterseniz sizi oraya götürebiliriz." diyerek bakışlarımı Hüra' ya çevirdim. Birkaç dakika düşündü ve itiraz etmeyerek kabul etti. O kabul edince masadan kalkıp kuleden çıkmak için harekete geçtik. O sırada Süreyya hanımın nedensiz keyfi merakımı cezbetti.

 

Burada ne oluyordu? Anlamış değilim nedense.

 

Biz çıkmak üzereyken Hüra arkasını dönüp Ahrar 'ın da bize katılmasını istemişti. Ben anında zaten kabul etmeyeceğini bu tür şeyleri sevmediğini bildiğim için öylece parmaklarıma bakıp oyalanıp dururken ve Hüra' nın harekete geçmesini beklerken , bir anda beklemediğim bir şey oldu ve Ahrar kabul etti hiç gecikmeden.

 

Bu akşam neler oluyordu? İhtimal vermediğim şeyler oluyor ve ben sadece izlemekle yetiniyorum. Ahrar kabul edince ben ve Victoria önden giderken arkamızda Ahrar, Hüra ve Arhel bizi takip ediyordu.

 

İçimden bir ses bu yaptığımız şey canımı sıkacak diyip duruyordu. Anlamadığım ne olacaktı? Neyi görmek beni sinir edecekti ya da şaşkın? Bu iş git gide başka bir hal alıyordu. Burnuma hiç iyi şeyler gelmiyordu. Kulenin ön bahçesine geldiğimiz anda yavaşça ilerlerken Victoria 'yla da konuşmayı eksik etmiyordum bir yandan.

 

"Ne oluyor ben anlamıyorum? Hadi Arhel bir rahatsız edici yakınlaşma peşinde ya da başka bir şey orasını anladım. Ama Hüra neyin peşinde orasını hâlâ çözemedim." dediğimde Victoria' da benim gibi kafa karışıklığı içerisindeydi.

 

"Bende bunu anlamadım ve nedense aklıma türlü türlü senaryolar gelip duruyor. Bunlar ne peşinde yaşayıp göreceğiz." dediği sırada tam konuşayım derken arkamda bulunan Arhel hızlı adımlarla arkadan ben ve Victoria 'ya ulaşmış ve yanımda ilerlemeye başlayınca yavaşça Victoria' nın olduğu tarafa doğru kayıp onun yanında yürümeye devam ettim.

 

Ama Arhel birkaç adım yanıma yaklaşınca elim yanımda olan Victoria 'nın koluna dokundu.

 

"Bu ne yapamaya çalışıyor?"dedim gerilen bedenimle yürümeye devam ederken.

 

"Bilmiyorum ki?" dedi Victoria' da benim gibi tedirginlikle.

 

Böyle yürümeye devam ederken kulenin çıkış kapısına ulaşmış ve kulenin sınırlarına çıkıp göle doğru ilerlemiştik.

 

Arkamdan Hüra ve Ahrar 'ın konuşma sesleri kulağıma gelip duruyordu. Ah beyefendinin keyfi yerinde sanırım. Ben olsaydım onun yerinde bu hale gelmiş oluşunu fark edip bir şeyler yapardım. Ama o hiçbir şekilde bir şey yapmıyor ve ve görmezden gelip kendi keyfine bakıyordu. Nedensizce yükselmiş ve sinirden kendimi öfkeli düşüncelerim arasında bulmuştum. Diyebildiğim kadar sinirli konuşup içimde azarlayıp duruyordum önce Ahrar 'ı sonra Arhel' i.

 

Sonunda göle yaklaştığımız anda Hüra ve Ahrar 'da bize yetişmiş ve beşimiz yönümüzü göle doğru çevirerek, gölün etrafında olan kayaların üstüne oturmuştuk. Ben sessizce dururken Victoria daha çok Hüra, Arhel ve Ahrar' la muhatap oluyordu. Ben nadir konuşmalara katılıyor daha çok konuşmaktan ziyade dinleyen taraftım.

 

Olduğum yerden kalkıp gölün sınırına doğru ilerledim. Suyun üzerinde yavaşça gelgitler oluşuyordu etrafımızda eden rüzgardan dolayı. Yanıma yaklaşan adım seslerini duyunca omzumun üzerinden ona bakamadım. Zaten görüntüsü suya yansıdığı için kim olduğunu anında anladım.

 

"Gece sizin için çok sessiz geçiyor olmalı. Bir şeyden dolayı mı yoksa her zaman böyle biri misiniz?" diyince Arhel tam o sırada sormuş olduğu soruya yoğunlaştım. Yani son zamanlarda çok sessiz olduğum doğrudur. Ama ne zamana kadar sürecek bilmiyorum.

 

"Bir şeyden dolayı ama sonsuza kadar böyle devam edecek." dedim açıkça cevap verirken. Bakışlarım suya vuran yansımasında gezindi. Olduğu yerde bir adım öne çıktığında bana baktığını gördüm.

 

Arhel yavaşça başını eğmiş ve yan profilimden beni izliyordu. Nedense bir anda tuhaf hissettim ve hemen başımı sola çevirdim. Sanki etrafı izliyormuşum gibi ama dikkatim onda ve onun yapmaya çalıştığı şeydeydi.

 

"Bazen kararlı olduğumuz veya kesin cevap verdiğimiz yanıtlar değişebilir zamanla." diyince Arhel nereye varmak istediğini az çok anladım. Anında başımı ona çevirdim ve gözlerine baka baka onun cümlesine karşılık verdim.

 

"Beni tanımıyorsunuz. Tanısaydınız emin ol benim takındığım tavırlar ve verdiğim cevaplar pek daha doğrusu hiç değişmediğini anlardınız. Ama tanımıyorsunuz onun için dedikleriniz bana gülünç geliyor." dediğimde onun karanlıktan dolayı gölge düşen yüzüne kısa süre bakıp sonrasında tekrar yönümü önüme çevirip, etrafı bu sefer gerçekten dikkatli izlemeye başlarken.

 

Çünkü şu an etrafımda bir varlığı hissediyorum.

 

Biri var çok yakınımda. Biri var çok uzağımda.

 

Tehlike yaratıyordu. Ama tehlikeli miydi bilmiyorum.

 

Yavaşça olduğum yerden ayrılıp ileriye doğru yürümeye başladım. Sanki ben her adım atışımda o bir adım benden uzaklaşıyordu. Yavaşça gölün etrafından uzaklaşıp kulenin sınırlarına çıkan uçuruma doğru ilerledim. Kulenin her iki tarafında uçurum bulunuyordu. Kulenin ön ve arkasında geçit varken diğer sol ve sağ tarafı uçurumla çevrelenmişti.

 

Ben gölün çevresinden uzaklaşıp kulenin sol tarafında bulunan uçuruma ilerlerken etrafımda bulunan karanlık daha yoğun bir hal alıyor neredeyse karanlığın içinde kayboluyordum. Adımlarım yavaş ama kendinden emindi. Önümü göremiyorum ama nasıl davranmam gerektiğini biliyordum. Son adımlarımı atıp uçurumun dibine doğru geldiğim anda yavaşça başımı eğip boşluğa baktım. Sanki o tehlikeli şey bu uçurumun dibinde bekliyordu ve ben buradan kendimi bıraksam anında onun yanına ulaşacaktım. Yavaşça gözlerimi kapatıp hissetmeye başladım. Onun neye benzediğini, ne olduğunu...

 

Rüzgar çok sert esmeye başladı o sırada. Uğultulu bir ses etrafımda yankılandı. Etrafımdaki karanlık yavaşça yok olmaya başlıyor gibiydi. Zihnimde bulunan o boşluk bir anda yok oldu. Karanlık yavaşça soyutlandı. Benden uzağa gitti. Ve tam o sırada biri kolumu sertçe tutup beni arkaya doğru çekti. Ve birkaç adım geriye doğru çekti durdu beni. Uçurumun sınırlarından uzaklaşmam için.

 

"Emira. Burada ne arıyorsun?" gözlerimi açıp karşımda duran Victoria 'ya baktığım anda o an ne yaptığımı idrak etmeye başladım. Az önce sanki bir kukla gibi bu tarafa çekilmiş ve istenilen şeyi yapmayı düşmüştüm.

 

Sahi neydi bunu bana yapan? Öğrenmeliyim hemde hemen.

 

" Sadece buraya gelmek istedim. Kötü bir şey yapmadım merak etme. Çoğu zaman sol tarafta bulunan uçuruma doğruda gidip geliyorum ki." diye olağan dışı bir şey olmadığını söylemeye çalışıyordum.

 

"Evet ama biraz önce ki halin çok tuhaftı. Sanki bilmesem seni buradan atlayacak gibi bir halin vardı." dedi Victoria korkunun izlerini barındıran sesiyle.

 

"İyiyim. Yok öyle bir şey." dedim ve biraz arkada bize bakanlara çevrildi bakışlarım. Sessizce ben ve Victoria 'yı dinliyordular.

 

" Bir anda yanımda ayrılıp buraya doğru geldin. Kötü bir şey olmadığına emin misin?" diyince birkaç adım uzağımda duran Arhel, bir anda zihnimde bir patlama yaşandı.

 

Yönlendirildim biri tarafından buraya. Ama kim tarafından? Ve bende böyle bir şey yapmamı istemesinin nedeni neydi?

 

" Hayır yok sadece buraya gelmek istedim. "dedim soğuktan dolayı titreyen bedenimin izin verdiği kadarıyla. Hepsi bir şey demedi ama hâlâ bu tuhaflığıma anlam vermekle uğraşıp durdular.

 

" Tamam hadi geri dönelim bu kadar göl havası yeter. "dedi Victoria sert bir üslupla. Üçü önden ilerleyip giderken ben ve Victoria arkadan onları takip ederek geliyorduk.

 

" Ne oldu sakın bir şey yok deme! "dedi Victoria zihin bağından hiddetle konuşurken.

 

Bilmiyorum... Hâlâ ne yaptığımı anlamaya çalışıyorum ve neden bu şekilde garip bir olaya sürüklenip durduğumuda.

 

" Bilmiyorum birden bir şey hissettim ve ona doğru yaklaşmak istedim. Amacım hiç uçuruma gelmek değildi. Birden adımlarım beni uçuruma getirdi. Çok tuhaf hislerle doluydum. O kadar ki ne yaptığımı bile tam anlamadım. Sanki bir şey o uçuruma beni sürükledi ve oradan aşağı atlamamı istedi benden. "dediğim anda son cümlemi duyan Victoria anında adım atamadı ve dönüp bana baktı korkuyla.

 

" Nasıl yani ben seni çekemezsem sen orada aşağı atlayacak mıydın? "dedi Victoria sesindeki o endişe kırıntılarıyla.

 

Bilmiyorum. Ama öyle kolay bir şekilde zihnime yön verilmesi kafamı karıştıran bir şeydi.

 

" Hayır. Sonrasında kesinlikle engel olurdum. Sanki bu kısa bir rüya gibiydi. Ve o rüyadan çıkmak elimdeydi ama ben onun sonuna doğru gitmek istedim. Her ne kadar atlasamda biliyorsun ki etrafımda beni koruyan kalkan çok kuvvetli ve bana bir şey olmazdı. Ben sadece aslında neyin beni oraya çektiğini anlamaya çalıştım. Her ne kadar bende küçük bir etki yaratsa da hâlâ zihnimin komutu bendeydi. Sadece kim olduğunu öğrenmek istedim. "

 

Ben konuştuktan sonra Victoria dikkat çekmemek için ilerlemeye devam etti. Ve sonrasında hızlı adımlarla kuleye gelmiş ve herkes kendi odalarına doğru yol almıştı.

 

Ben odama geçer geçmez içeri girmiş ve üzerimi değiştirmiştim. Tam giysi odasından çıkıp yatağıma doğru ilerlemiştim ki bir anda yaptığım dibinde Victoria 'yı otururken görmüştüm. Benden sonra merdivenlerden çıkmış ve kendi odasına gitmek yerine benim odama gelmiş olmalıydı direk kimseye görünmeden.

 

"Ne oldu tam olarak ne gördün?" diyince Victoria onun karşısında duran tekli koltuğa doğru ilerledim ve oturdum koltuğa.

 

"Bir anda çekildim işte. Kim olduğunu görmedim. Neye benzediğini bilmiyorum. Ama ne hissettirdiğini biliyorum. Tehlike ve karanlık. Sonrasında işte sen geldin ve ben çekildim o histen." dedim ve derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Başım ağrımaya başlamıştı.

 

Yorgundum ve sanki bu girişim zihnime zarar vermiş gibiydi. Bu his farklıydı. Esila 'da yaşadığım şey gibi değildi. Farklı ve can acıtan kafa karıştıran bir yönü vardı. Zihnim yorgun değil ama bir boşluğa tıkılmış gibiydi. Can çekişiyor gibiyim.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Victoria odadan gittikten sonra bir süre odada öylece dolanıp durdum. Uykum gelsin diye kitap okudum, resim çizip durdum. Yine de herhangi bir şekilde uykum gelmedi. Yorgun olmama rağmen zihnim inadıma uyumamak için direnip durdu. Daha fazla çabalamaktan vazgeçip direk odadan çıkıp kendimi Yasaklı Kütüphane'ye attım.

 

Bu odada neredeyse çoğu kitabı incelemiştim. Tek incelemediğim bölüm uykusuzluk ve bedenle ilgili olan birkaç kitaptı. Nedense şu ihtiyacım olduğunu düşündüğüm için şimdi o kitapları okumaya başladım. Tam tamına beş kitaptı. Kitapları aldığım gibi pencerenin çaprazında bulunan masaya doğru hızla gidip koluma ağırlık yapan kitapları masaya bırakıp, sandalyeye geçip oturdum. İlk elime gelen kitabı alıp başladım okumaya.

 

Bu elimde bulunan kitapta genel olarak uykusuzluk için önerilen büyü iksirleri, zihni uykuya dalmasını sağlayacak birden fazla büyüden bahsedip duruyordu. Pek bunu yapacağımı sanmıyordum. Onun için kitabı bırakıp diğer kitaba geçtim. Bu kitabın sayfasını açıp ilk girişte yazan cümleyi okudum.

 

'Zihni etki altına alan karanlık gizler. '

 

Birkaç dakika ne anlam çıkarmam gerek diye düşünmüş ve aklıma herhangi bir şey gelmemişti. Karanlık gizler neydi? Ve bu ne kadar etki altına alabilirdi zihni? Kitabın sayfasını çevirirken bu sefer yeniden boş bir sayfada iki cümlelik bir yazı belirdi.

 

'Zihin sonu gelmez bir labirent gibi. Onu kontrol etmek karanlığın işidir.'

 

Zihnim aslında bu yazılan cümleden ibaretti. Fakat onun kontrolünü bile ben zar zor sağlarken bir karanlık gelip ona öyle kolay ele geçirmezdi. Bunu Esila yaparken bile zorlanmış ve bundan etkilenmişti. Çünkü orada olan zifiri ortam gerçek karanlığı bile yok edecek cinstendi.

 

Yani oraya giren bana zarar vermeyi düşünürken iki kere düşünmeli çünkü benim kaybedeceğim kadar oda kayıplar verecektir. Yani öyle kolay bir işe kalkışmış değildi. Her iki tarafta büyük kayıplara sebep olacaktı. Peki ölüm kime ulaşacaktı? Benim merak ettiğim buydu. Sayfayı çevirdim ve burada birkaç paragraf vardı. En üst köşede bir el yazısıyla yazılmış kısa bir not bulunuyordu. Bu sonradan eklenmişti kitaba.

 

'Tehlike her daim zihnin en çok savunmasız kaldığı savaştır.'

 

Bu cümleyi olduktan sonra bende buna hitaben bir itirafta bulundum.

 

"Zihnin en savunmasız olduğu an en büyük kaybı verdiği andır'.

 

Bunu neden mi dedim?

Çünkü sonrasında tüm olan biten ona herhangi bir zarar veremezde ondan. Bazı şeylerin aslında herkese göre farklılığı bulunuyordu. Benim olduğu gibi. Tehlikeli bir şeyle savaşacak belki gücüm vardı ama bir kayıp için bilmiyorum.

 

Yarım saat boyunca kitabı her cümlesine her kelimesine kadar okumuş bitirmiştim. Kitapta aslında zihne karşı görünmez bir nedenin yarattığı şeye karşı bilgiler vardı. Ama daha o nedeni tam olarak kitapta aktarmış değilken bu kitap işimi hiçbir şekilde görmezdi. Kitabı kapatıp diğer kitabı okumaya başladım.

 

Sonuncu kitabı da okumayı bitirmiştim. Ama tam olarak şu yaşadığım şeye bir çözüm bulmuş değildim. Yorgun göz kapaklarım ve ağrıyan boynum dinlenme sinyali verip duruyordu bana. Başımı masaya yaslı olan kollarıma yasladım. Ve gözlerimi kapatıp bana şu an çok tatlı olan uykuya teslim oldum.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Sessizlik... Zihnim kadar etrafta sessizdi ama beni bu sessizlikten çıkarmak için uğraşan bir neden vardı. Bir anda başım boşluğa düşünce hızla gözlerimi aralayıp ne olduğunu anlamaya çalıştım. Ben doğrulmaya çalışırken bir anda bir çarpma sesi duydum. Uyuya kaldığımı zaten ilk dakikadan fark ettim ama dikkatimi çeken tam önümde duran kitabın masanın zemine düşmüş olmasıydı.

 

Bakışlarımı tam onun yanında bulunan kitaba çevirince bana gölge yaparak dik duran kitaba şaşkınca baktım. Ne ara kitabı bu şekilde bırakmıştım? En son tüm kitaplar önümde duruyordu. Olduğum yerde başımı kaldırıp diğer kitaplara bakacağım anda tam karşımda kolları göğsünde kavuşmuş bir şekilde beni pür dikkat izleyen Ahrar 'la karşılaştım.

 

Kimseyi görmeyi beklemediğim için bir an dumura uğramış ve alık alık ona bakmıştım. Sonra kendimi toplayınca kollarımı masadan çekip geriye doğru çekildim. Sırtım sandalyeye yaslandığı anda Ahrar' ın sessizce beni izlediğini ve hiçbir şey demediğini idrak ettim. Hâlâ uykulu gözlerle ve bulanık zihnimle ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.

 

"Günaydın." dedi kuru bir sesle Ahrar benden gözlerini bir an bile çekmeden. Bense elimi yüzüme götürüp kendime kısa bir an tanıdım. İki elimle yüzümü örtmüş ve kısa bir sürede zihnimi toparlamaya çalıştım. Gözlerim hâlâ uykuya ihtiyaç duyuyormuş gibi açılmakta zorluk çekiyordu. Ellerim yüzümden uzaklaştığı anda karşımda hâlâ sessizce duran Ahrar 'a çevrildi mavi harelerim.

 

"Neden buradasın?" dedim onun günaydın diyişini görmezden gelip.

 

Ahrar anında benden bu tavrı bekliyor olmalı ki hiçbir şey yansıtmadan bana bakmaya devam ettiği anda önümde duran kitaplara kısaca baktıktan sonra yine onu buldu gözlerim.

 

"Peki sana burada iyi beklemeler." diyip yavaşça masada bulunan kitapları toplamaya başladım.

 

"Uyku düzenini allak bullak etmişsin." diye Ahrar kendince bir çıkarımda bulununca hiç oralı olmadım ve kitapları üst üste koyup kendime doğru çektim. Ve hızla büyü yardımıyla hepsinin ait olduğu yere gitmesini sağladım. Ben bunları yaparken Ahrar yavaşça kollarını çözmüş ve masaya doğru eğilmişti.

 

"Uyuyamıyor musun?" dediği anda bu cümlesini duyunca sinirden yavaşça güldüm.

 

"Diyelim ki öyle bir şey var. Ne yapacaksın?" dedim bende onun gibi masaya eğilip, gözlerimi onun lacivert gözlerine dikip cevap vermesini beklerken.

 

"Huzurla uyumanı sağlarım." dediği anda Ahrar yavaşça başımı iki yana salladım kınarcasına. Bu hareketimi görünce neden böyle yaptığımı anlamadı.

 

"Bu bu sağlamak istiyor musun?" diyince hemen evet anlamında başını aşağı yukarı salladı.

 

"Tamam o halde bugünden itibaren burayı terk et. Ve senin verdiğin huzursuzluk silinip gitsin." diyince yüzünün asılmasını beklerken dudakları iki yana doğru kıvrıldı mutlulukla.

Bu sefer ben anlam veremedim bu yaptığına.

 

"Neden gülüyorsun?" diye sorunca Ahrar gülümsemesini kesip ellerini masada kavuşturup bana sımsıcak bir ifadeyle bakarken konuşmaya başladı.

 

"Hâlâ sana rahatsızlık veriyor olmam sende bir iz barındırdığımı gösterir. Unutmaya çalıştığın şeyleri gün ışığına kavuşturuyor olmalıyım." diye buradan bakınca olaya sadece onun bu haline üzülerek baktım.

 

"Ah ne üzücü kendini buradan mı öne çıkaracaksın." dedim ve yavaşça başımı yukarı kaldırıp dimdik bir şekilde ona bakıp kısaca süzdüm onu.

 

"Bir iz olabilir ama bu pek iyi bir iz değil. Benim açımdan yapılan büyük bir hata." dediğim anda onu doğru yerden vurmuş olmalıyım ki yavaşça yüzündeki o keyifli ifade kendini ifadesizliğe bıraktı. Ah işte buna nokta atışı denir.

 

Yavaşça ayağa kalkıp ona yukarıdan baktım.

 

" Tuhaf. "dedim kısaca. Ama ne dediğimi anlamayan Ahrar anında sordu.

 

" Ne tuhaf? "dedi durgun sesiyle.

 

" Siz. "dedim yine resmiyeti takınarak ona karşı. Sonrasında devam ettim." Siz benim dünümü çaldınız, yarınımıda yıktınız. Ama buna rağmen hâlâ bana zarar vermeye çalışıyorsunuz. Şimdi söyleyin ben düştüğüm yerden nasıl kalkayım bu yapmaya çalıştığınız şeyle mücadele verirken? Bu çok büyük bir haksızlık ve acımasızlık değil mi? "dedim onu istediği şeyle vurmaya çalışırken. Çünkü her daim konuları buraya getirip duruyordu. Ve bende ona istediğini verirken hiç acımadan yaralamaya çalışıyordum onun bana yaptığı gibi. Etkili oluyor muydu? Bilinmezlik...Koca bir bilinmezlik ihtimali ortasında bulunuyordum onun olduğu yer yerde.

 

"Tuhaf olduğumu kabul ediyorum. Ama sana zarar vermeye çalışmıyorum. Sadece yaptığım hatayı düzeltmeye çalışıyorum. Hani diyorsun ya dünümü çaldınız yarınımıda yıktınız. Amacım hiçbir zaman bu değildi ama sana bu zararları istemeden yapmış olmalıyım. Sen ise bana tam tersini yaptın. Sen benim dünümü inşa ettin, yarınımı vaat ettin. Şimdi düştüğün yerden beraber kalkalım olmaz mı? Bana bunun için izin veremez misin? "diyince sadece baktım ona. Çünkü bazen sözlerden daha etkili olur bakışlar. Oldu da. Gözlerimde olan ifadeyle tim direnci alt üst oldu ve yavaşça bir çiçek gibi olduğu yerde soldu ve söndü. İstediğini alamadı. Çünkü veremezdim. Veremiyorum da.

 

"Sizin ruhuma bırakıp gittiğiniz yara izleri var. Hâlâ varlıklarını koruyorlar. Bunu bilmeme rağmen sizin istediğiniz şeyi size vermek boynuma bir ip takıp, kendi taburemi kendim düşürmek olur bu." dedim bakışlarımdaki soğuklukla. O anda düştüğü boşluktan onu çıkarmadan sadece seyrettim. Ahrar başını eğip bir müddet öylece masanın zeminini izledi. Bense onu ve onun bu halinin yarattığı acıları, hüzünleri...

 

Sessizliğimiz Ahrar 'ın bakışlarını bana çevirmeden söylediği cümleler kesip attı.

 

" Senin de kalbime bırakıp gittiğin, varlığının izleri var hâlâ ve varlıklarını korumaya devam edecek. Ben bunun uzun bir süre sürmesini sağlayacağım. Sen buna her ne kadar oyun desen de bu oyun değil Emira. Bu gerçek ve kimse gerçekleri değiştiremez. " dedi Ahrar acı dolu bir kararlılıkla.

 

Sesindeki o inanç ve buna tutunma sebebiyeti belki de ilk anlarda tanık olsaydım. Evet der ve buna inanır, bundan yola çıkarak bazı şeyleri yapardım. Ama bu yaptığı onca şeyden sonra oldu ve benden bir adım atmamı bekleyemez çünkü ben ona bir adım atmak istemiyorum . Ondan geri adımlarla kaçmak istiyorum ve bunun için kendime nedenler sunup, onlara tutunuyorum.

 

Yavaşça masanın etrafından uzaklaşıp ona son kez bakıp acı dolu bir tebessümle ona bakarken son cümlemi ona söyledim.

 

"Siz benim aslında ulaşmaya çalıştığım ama bir türlü ulaşamadığım hayali ve hiç olmayan bir istasyondunuz. " diyerek tüm bizimle olan anları bir cümleye sığdırdım. Çünkü biz aslında bu cümleden ibarettik.

 

Ben bir yol çizdim ve o yolda kendi hayallerimi inşa ettim ama sonradan o yol alt üst oldu ve başıma yıkıldı. Ve olanlar benim kurmuş olduğum hayalden öteye gidemedi.

 

Arkamı dönüp kapıya doğru ilerlerken Ahrar söylediklerimden sonra benim kurmuş olduğum cümlenin benzerini kurarak bana karşılık vermişti ama bu sadece bir kabullenişti onun için. O artık çoğu şeyi kabullenmişti. Bir olmayacağımızı, bunun artık imkansız olduğunu. Bizden bir şey geriye kalmadığını, kalanınsa bizi tüketecek olduğunu oda anlamıştı.

 

"Sen benim aslında ulaşmak istediğim ama korktuğum için ulaşamadığım, gerçekliğini kabullenemediğim, inanmakta zorluk çektiğim bir mucizeydin." demişti ben kütüphaneden çıkarken. Kapıyı ardımdan kapattım. Diğer şeyleri kapattığım gibi. Ben çoktan pes etmiştim her şey için. Kendim için bizim için.

 

Ama yine de Ahrar benim gibi erkenden pes etmedi direnişine kaldığı yerden devam edip direnebildiği ve gidebildiği kadar gitmeye devam etmekte kararlıydı.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Ahrar 'ın yanından çıktığım gibi üzerimi değiştirmek için odama gitmiştim. Odaya geldiğim gibi kısa bit duş aldıktan sonra dolaptan üzerime zümrüt yeşili bir v yaka tulum giymiştim. Saçımı kuruttuktan sonra dağınık bir topuz yapmış, yüzüme nemlendirici sürmüştüm. Dudağımaysa açık renkte pembe dudak parlatıcısı sürüp, göz çevreme ise koyu tonlara sahip bir far yapmıştım.

 

Kısa bir topuklu burnu kapalı topuklu ayakkabı giymiş ve hemen oyalanmadan daha önce gideceğimiz yer için notlar aldığım kitabı yanıma alıp odadan çıkmıştım.

 

Son bilgilere ve eksik kalan kısımlara ulaştıktan sonra günü belirlemiştik. Bu gece içerisinde orada olacak öncesinden gözlem yapacak ve geceden krallığa sızıp, orada ilk gün ışıkları krallığa ulaşmadan oradan ayrılmak zorundaydık. Bir aksilik olursa hemen ertesi gün yine oraya bir ziyaret yapabilirdik. Çünkü kimse anlamdan oradan ayrılmak zorundayız. Diğer türlü ses getirir ve herkes bunu bizden bilir ve ne aradığım konusunda büyük bir izdiham yaratacak tartışmalar ortaya çıkardı.

 

Odamdan çıkıp aceleci adımlarla merdivenlerin olduğu kulenin güney tarafına doğru ilerledim. Biraz ötede olan merdivenlere ulaşınca hızlı adımlarla basamakları inmeye başladım. O. Sırada da kitabı anında kolyemle büyü yardımıyla muhafaza ettim. Kitabı benden başkası açtığı anda içeride yapmış olduğum çizimleri görecekti ama bense oradaki krallıklarla ilgili edindiğim notları.

 

Bizimkilere haber ulaştırmıştım. Buldukları en uygun fırsatta Kara Orman'a gelmeleri için. Ben bütün gün orada olacak ve onların gelmesine kadar tüm olasılıkları hesaplayacaktım. Gideceğimiz yer hakkında olan her bilgileri öğrenmiştim. Hatta birkaç kişinin zihnine sızmak için uğraşlarda vermiştim.

 

Ve en çok kullandığım nesneleri insana çevirip, orada benim için bilgileri edinmelerini bile sağlamıştım. Nesneleri insana çevirirken onlara sahte ruh formatı oluşturmuş ve bu sayede kimsenin onlardan şüphe etmemesini sağlamıştım. Neredeyse iki haftadır orada görev yapıyor ve onların zihinlerine sızarak tüm krallığı hafızama kazımıştım. Olabildiğince etrafı onların daima zihnine sızarak gözlemlemiştim ama herhangi bir şey dikkatimi çekmemişti.

 

Elimde olsa oradan onlar vasıtasıyla alırdım ama bunun hiçte sanılan kadar kolay olamayacağını bildiğim için orada mutlaka bulunmama gerektiğini biliyordum. Zemin kata dalgın dalgın yürürken sonunda ön bahçeye çıkmış ve bugünlük kahvaltı dışarıda hazırlandığı için biraz ileride duran kahvaltı masasına doğru ilerlemiştim. Bahçede sadece birkaç kişi için kahvaltı masası hazırlamışlardı. Kulenin geneli burada bulunmuyordu.

 

Masanın etrafında olanlara baktığım anda Süreyya hanım ve Hüra koyu bir sohbete dalmışken erkekler sadece onları dinliyordu. Masada bulunan erkeklerden Turul Bey, Ahlas Bey ve Arhel bulunuyordu. Victoria ortalıkta yoktu. Masaya yaklaşınca ilk bakışları beni bulan kişi Turul Bey oldu. Kısaca beni baştan aşağı hoşnutsuz ifadesiyle süzdükten sonra anında önüne döndü bakışları.

 

Huzursuz olduğunu açıkça yansıtıyor ama unuttuğu bir şey var bende onun kadar ondan haz etmiyorum. Huysuz ihtiyar bunu atlıyordu. Masadaki boş bir sandalyeye geçtikten sonra elimde tuttuğum kitabı masanın boş bir kısmına bıraktım. Ardından ışıltılı gözlerle masada bulunanlara herkese tek tek günaydınlar dedim. İki kişi hariç biri Arhel'di bir diğeri Turul Bey. Onlar anında bu yaptığım şey için surat asarken ben hiç oralı olmadım ve boş tabağıma bir şeyler doldurmaya çalıştım. O sırada da Süreyya hanım ve Hüra 'nın bakışları eşliğinde yemeğimi yemeye başladım.

 

"Dün geceye göre toparlamış ve çok iyi gözüküyorsun." diye Hüra dün geceyi gündeme getirdiği anda çok rahat ve çok profesyonel bir şekilde basit bir şeyden bahseder gibi konuştum.

 

"Ah her zaman ki halim aslında. Siz pek beni tanımadığınız için size biraz anormal gözükmüş olabilir. Alışırsın diyeceğim ama pek bir arada olamayacağımız için çok önemseme demekle yetineceğim." der demez umursamaz bir edayla omzumu silkip, çayımdan bir yudum içtim. Sıcak çay kurumuş boğazımda yumuşak bir iz bırakınca yavaşça bardağı eski yerine bırakıp, üsten bir kere Hüra 'ya bakıp nasıl olduğuna bakınınca benim pek dediği şeyle ilgilenmediğimi fark edince yavaşça geriye çekildi.

 

Ah o beni buradan vurmaya çalışmış olabilir ama savaşın kurallarına pek hakim değil.

 

İlk kural her daim umursamaz olduğunu yansıt diğer adım anında atağa geç.

 

Ah deneyim konuşuyor burada. Bildiği gibi şu an en büyük düşmanım Esila. Onu nasıl püskürtüp onda derin yaralar açtım sanıyor. Dediği şey benim için önemsiz olarak yansıtıp, bunun normal olduğunu söyleyip sonrasında buna alışmamasının çok normal oluşunu yansıtıp beni tanımadığını ve asla tanımayacak olduğunu söyledim.

 

Hüra ondan sonra pek bir şey yapamadı. Zaten bugün buradan ayrılacaklardı. Kahvaltımı ettikten hemen sonra Hüra 'yı uğurlayıp anında kendimi Moritanya Kalesi'ne atmıştım.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Kaleye geçiş yaptığım anda çoktan bizimkilerin benden önce kuleye geldiğini toplantı odasına geldiğim anda fark ettim.

 

"Hım dakiksiniz." diyip açmış olduğum kapıyı ardımdan kapatıp yavaş adımlarla biraz ilerde geniş meşe ağacından yapılmış toplantı masasına doğru ilerledim. Hepsi her daim bulunduğu yerlerine geçmiş ve sessizce benim gelmemi bekliyorlardı.

 

"Hayırdır geciktin Prenses. Sen hiç saniye bile aksatmadan burada bulunurdun burada."diyen Dehri 'ye bakışlarım çevrildiği anda merakını giderdim.

 

" Kuleye gelen misafirlerin yanındaydım. Onlarla kahvaltı yapıp sonrasında buraya geldim. Ondan dolayı geciktim. Süreyya hanım onlara meşgul olduğu anda hemen gözler önünden yok olup buraya geldim. Gözleri benim üzerimde herkesin bir şey yapacağımı düşündükleri için dakika başı bir yere kaybolsam şüpheli gözlerle bana bakıp duruyorlar. "dediğim anda masanın yanından geçip masadaki her zamanki yerime geçtim.

 

" Eh yani haklılar. Uzun süredir hiçbir ses yok bizden. Gizliden gizliye merak edip şüphe duymaları normal. "dediğinde Enfal ona yandan sert bir bakış attım.

 

" Yani Enfal ne yapmalıyız? Sonuçta keyfimizden bu işe kalkışmıyoruz. Herkesin ve kendimizin iyiliği için bunu yapıyoruz. "diyerek haklı olan tarafın biz olduğunu üstüne basa basa söyledim.

 

" Boş verin şimdi didişmeyi işimize bakalım hemen. "diye Victoria sert sesle konuşup, bizi sert bakışlarıyla uyarıp asıl konumuza dönmemizi açıkça söyledi.

 

" Evet Victoria 'ya katılıyorum. Söyle prenses son haberleri bize. Atladığımız bir şey var mı? "diyen Nehar sakin sesiyle konuşup olduğu yerde yavaşça yerine sinerek konuşmamı istediği anda yavaşça elimde olan kitabı açıp son yaptığım eklemelerle başladım gideceğimiz yerin ismini söylemeye.

 

" Evet seçimi bana bıraktığınız için ilk gideceğimiz yeri seçtim." diyince cümleme devam edemeden anında meraklı bir kedi edasıyla Dehri konuştu.

 

"Nereyi seçtin? Dur söyleme hemen biz Enfal 'le bir iddiaya girdik. Bakalım kim kazandı?" diyince Dehri heyecanlı heyecanlı, onun bu haline sadece gözlerimi devirmekle yetindim.

 

"Buzlar Krallığına gideceğimizi söyledim." dedi Enfal durgun sesiyle. Dehri' de Zargana diyarına gideceğimizi çünkü senin kaçık bir zekaya sahip olduğunu ve en uçuk yerden başlayacağını söyledi. "dediği anda Enfal anında bakışlarım ondan Dehri 'ye kaydı.

 

" Dikkat et bu kaçık aklım sana kötü şeyler yapacak anlar yaşatmasın. Yoksa seni gideceğimiz Zargana krallığında bile isteye unutur, işkenceler çekmeni sağlarım. Sonrasında ancak kurtulursun. Ama kalan hayatında tam olacağın sözünü veremem. Malum işkence çektiğin anda uzuvlarından bir ya da birkaçından olabilirsin. "dediğimde açıkça onu tehdit ederken. Ben korkacağını düşünürken Dehri olduğu yerden büyük bir mutlulukla kalkıp anında bir elini yumruk yapıp yukarı kaldırdı zaferle.

 

Hepimiz onun bu saçma sevincine sadece gözlerimizi devirdik. Ve onu yok saymaya çabaladık ama olduğu yerde sanki çok büyük bir şey yapmış gibi sevinç nidaları atıyordu.

"Kes!" dedik aynı anda hepimiz ona ama Dehri alttan alttan sırıtıp duruyordu.

 

"Tamam sen kazandın aferin şimdi sus ve beni dinle." diye uyarıda bulunca Dehri yavaşça yerine oturdu ve sessizce Enfal 'e bakıp alttan alttan sırıtıp ona zafer bakışları attı. " Çünkü zaman kısıtlı gece yola çıkacağız sabah olmadan bulmamız lazım o taşı. Bulamazsak tekrar geri gitmemiz lazım oraya. Çünkü çok dikkat çekmememiz lazım. Yoksa tüm bakışları bize çevrilir daha fazla." diyip nefeslenip kısa bir süre hepsine teker teker baktım.

 

Beni pür dikkat dinliyorlardı.

 

" Peki neler öğrendin tam olarak? "diye sorunca Kavi anında bakışlarım ondan çekip önümde duran kitaba çevirdim.

 

" İlk yaptığım şeyi size söyleyeceğim. Orada bize hizmet eden kişiler var. "der demez anında lafımı böldü Enfal.

 

" Kim peki onlar ? "diyince iki elim kitabın yanından hareket edip kitabı kendime doğru çektim.

 

" Aslında işin özünde şu var. "diye tedirgin bir sesle konuşunca anında bu halimi bilen Victoria hemen atağa geçti.

 

" Yine ne yaptın yapmaman gerektiği halde? "diyince Victoria sinirden deliye dönecek bir tavırla.

 

" Küçük bir şey yaptım o kadar büyütülecek bir şey değil. "dedim pek detaya inmeden.

 

" Senin bakış açından öyle olabilir ama Prenses ben öyle sanmıyorum. "dedi Dennis yine ne yaptın derecesine bana bakıp dururken.

 

" Yasaklı büyü —"diyip tam devam edecek anda Kavi korkulu gözlerle bana baktı. Bu hali susmamı sağlamıştı.

 

" Bir taneyle yetindiğini sanmıyorum devamında birkaç tane daha yapmış olabilir. "diye bir çıkarımda bulununca Nehar anında hepsi ona hak verirken başlarını evet anlamında aşağı yukarı salladılar.

 

" Abartmayın! Alt tarafı iki tane kulandım. "dedim ne var bunda bu kadar büyütülecek bir şey diye onlara bakarken.

 

" Hangileri? Umarım tahmin ettiğim değildir Emira! "diye bakışlarıyla umarım yapmamışsındır diye yalvarırcasına bakarken ben hiçte ona istediklerini vermedim.

 

" Biri bir nesnenin insana dönüşmesini sağladım. İkincisi kimse onu anlamasın diye ona sahte bir ruh verdim. "diye masumca yaptığım şeyi anlatınca o an hepsi yaptığım şeyi idrak etmeye çalıştı birkaç dakika.

 

" Kaç kişi peki?"dedi Victoria korkulu sesle.

 

" Ne kaç kişi? "dedim ne dediğini anlamadığım için.

 

" Kaç tane yaptın nesneden insan? "diye sorunca bakışlarımı suçluluk içinde kaçırıp dudaklarımı kemirmeye başladım.

 

" Bana bir şey oluyor. "diyen Victoria 'nın imdadına Dennis yetişti.

 

" Dilim varmıyor sormaya ama prenses bana lütfen çok olmadığını en fazla iki tane yaptığını söyle. "diye ihtiyaç içinde bunu isteyip durunca bir an ona diyemedim tam on kişi.

 

" Kızım sen manyak mısın? Ne diye gidip yasaklı büyü kullanıp, birde onu çoğaltıp duruyorsun? Hızla söyle kaç tane olduğunu. Bir anda duymak sanki daha iyi olur bizler açısından. Çünkü sen bizi daha gitmeden öldürüyorsun." diye sinirle konuşup beni azarlayıp durunca Dennis sessizliğimi kısa bir süre devam ettirmek istedim ama bunun olmayacağını bakışlarıyla bildirdi.

 

" Of on tane yaptım ne var ya bunda! İşimize yarayacak ondan yaptım. Hem bir şey olursa ki olmayacak ben bunun önlemini aldım merak etmeyin." dedim kendimi ve yaptıklarımı savunurken.

 

"Nasıl bir önlem bu?" diyince gözlerini kısıp yaptığım şeyin ne olduğunu duymak isteyen Victoria 'yı daha fazla bekletmedim.

 

"Açığa çıktığı anda bunu hak eden birinin üstüne atıp kendimizi aklayacağım. Böylelikle bizim yaptığımız anlaşılmayacak hemde o kişi hak ettiğini bulmuş olacak." diyince hepsi kimden bahsettiğimi bilemedi.

 

Zaten bilmezlerde. Çünkü tanıdıkları biri değil. Orada olan bir acımasız yöneticiydi.

 

" Beni her geçen gün daha çok korkutmaya başlıyorsun ve bunun sonu gelmiyor. "diyen Nehar 'ı aynı anda diğerleride uyardı.

 

" Ah neyseki aynı tarafta bulunuyoruz onun için korkmanıza gerek yok. "diyip rahat bir tavırla arkama yaslanıp diğer konuya geçiş yaptım. Tabii onlar hâlâ yaptığım şeyi sindirmeye çalışıyordu.

 

" O halde ikinci konuşmam gereken şey şu ; Zargana Diyarına gideceğiz ve oranın özelliği taşlardan biriyle eşleşti. Ruh taşıyla." dedim ve önümdeki kitabın sayfasını çevirdim. Bakışlarımı onlara çektiğim anda hepsine sıra sıra bakıp söyleyeceğim şeye dikkat etmelerini istedim.

 

"Ruh taşı şu an o krallığın bir yerinde. Taşın özelliğini okuyacağım iyi dinleyin çünkü oraya vardığımız anda bu özellikler bizi daha kısa sürede orada taşı bulmak için yönlendirecek ve çok oyalanmadan muhafaza edileceği yeri bulmuş olacağız." diyince hepsi sessizce diyeceklerime pür dikkat kesildi. Bakışlarım onlardan önümdeki sayfaya kaydı ve sayfada yazan maddeleri okumaya başladım yüksek sesle.

 

" Taş mor renkte haberiniz olsun "dedim ilk dikkat etmeleri gereken yeri hemen bildirip sonra başladım maddeyi okumayı." Ruh taşı kişinin ve ruhun ölümsüz olmasını sağlamak için güç verir. Yani bu taşa sahip olan uzun yıllar yaşayabilir. "diye ilk maddeyi okuduktan sonra bir diğerine geçtim.

 

" Hareketsiz olanı canlandırır . Ona ruh verir gerçek bir ruh ama. "dedim ve bu dediğimi duyup şaşkınlıkla bana bakan Kavi 'ye baktım.

 

" Peki bunu ölü birini canlandırmak içinde kullanabilir miyiz? "diye sorunca Kavi o an onun dediği şeye bir cevap veremedim.

 

" Olabilir ama bunun getirisi çok meşakkatli olur. Bunu kimse göze alamaz. "dedi Victoria Kavi' ye dediği şeyin zor bir şey olduğunu söylerken.

 

" Peki devam edelim hadi. "diye konuya dönmemizi isteyen Nehar 'a kulak verdik.

 

" Bu taşı kullanan kişinin canlı ve ölü ruhları çalmasına, kontrol etmesine, manipüle etmesine ve değiştirmesine izin verir. Yani şu an var olan ve olmayan her ruh üzerinde bir hakimiyet kurabilir. "dediğim sırada Dehri kafası karışık bir ifadeyle bana bakmıştı.

 

" O halde bu taşı kullanarak kişi ruhlardan bir ordu bile kurabilmeyi sağlar ve bu sayede çok güçlü ruhları hizmeti altına alabilir. Yaşayan ve yaşamayan ruhlar... Çok tehlikeli bir güce sahip." dediği anda hepimiz onun dediklerini onayladık.

 

"Diğer madde nedir?" diye sırtını yaslamış olduğu sandalyeden yavaşça masaya doğru yaklaşıp daha yakından bana bakan Dennis 'i fazla bekletmeden diğer maddeye geçtim.

 

"Taşı kullanan kişi istediği bir diyara bir kapı açabilir . Ve bu taşla o evrende olan kişilerin ruhuna hükmeder. Yani sadece bu evrende olanı değil birçok farklı evrende, bizim bilmediğimiz var olan her ruha ulaşabilir bu taş kapıyı açarak." dedim ve kısa bir soluk alıp okuduğum şeyi önce ben sonra onlar sindirmeye çalıştı. Çünkü gerçekten kalkıştığımız iş çok zordu. Ve bunun altından kalkmak lazımdı. Ara vermeden bir diğerini okumaya başladım.

 

" Yaşamının çevresinde olan kişilerin ruhları üzerinde kontrol sağlar. Bu demek oluyor ki istediğiniz kişiyi o taşı yanınızda bulundurursanız anında o kişinin ruhuna hükmeder ve ona istediğiniz her şeyi o anda yaptırırsınız. Bedende hüküm süren ruh ama bu. Özgür ruhlardan bahsetmiyorum. Diğer maddede canlı ve ölü ruhları kontrol ediyordu. Ama bu ikisi de bedende bulunan ruhlar değildi. Bu dediğim bedende hüküm süren ruh. "diye onlara iki şey arasında olan farkı söyledim.

 

Hepsi peki dercesine başını aşağı yukarı sallayınca diğer ve en son maddeye okudum. Daha çok vardı ama ben en önemli ve bizim için daha önem arz edeni eklemiştim.

 

" Bu taşın bulunduğu yerde büyük bir ruhun yaydığı güç bulunmalı yoksa taş gücünü devam ettirmez. Buradan anlamamız gereken şey o ruhtan güç alıyor. Onu tüketmiyor sadece onun varlığıyla hayat buluyor. Yani bizimde ilk işimiz bu olacak. Güçlü bir ruhun varlığını arayacağız çünkü o zaman taşın yerini daha kolay buluruz. Oradaki adamlarım çoğu yere ulaşmadı ve bende onların zihnine sızdım ama hiç güçlü bir ruha ulaşamadım. Ya çok iyi muhafaza ediliyor ya da aradığımız şey tam olarak krallıkta değil etrafında. Bunu da anlamak için oraya gitmemiz şart. "dedim ve önümdeki kitabı kapatıp, masanın etrafında olan Varisler Dennis ve Victoria 'ya baktım.

 

" E hazır mısınız gece orada olmaya?"diye sorunca hepsi ilk an bir şey diyemedi." Biliyorum endişe içindesiniz. Keza bende öyleyim ama tüm önlemleri aldık,aylardır araştırma yapıp duruyoruz. Ve sonunda ilk adımı tam anlamıyla atacağız. Zaten bulamazsak tekrar geri geleceğiz çünkü bir anda bulmayı düşünmüyorum. Aklımda çok çözüm yolu var. Çünkü bu kalkıştığımız iş kolay değil ve biz en ufak hatadan kaçınmalıyız. "diyerek onlara cesaret verdim. Ama ne kadar etkili oldu bilemedim.

 

" Her türlü bu işi yapacağız ha şimdi ha aylar sonra. Önemli olan beraber ve sorunsuz olarak bu işin altından kalkmak. "dedi Dennis durgun sesiyle.

 

" Evet yaptığımız şey sadece kendi yaşamalarımız için değil tüm sevdiklerimiz için. Onları düşünerek daha dikkatli olmalıyız. "dedi Kavi kararlılık ve yoğun cesaretle.

 

" Yapmamız ilk gereken şey iyi bir ekip olup hatalarımızı ört bas edip yakalanma riskini en aza indirmek. "dedi Victoria en önemli şeye atıf yaparak.

 

" Onun için de ikişer gruplara ayrılmak lazım ve bu iki kişi birbirini her yönden tamamlayıcı olmalı ki bir hata yapmamalıyız. "diyerek Enfal bir ekip çalışmasıyla aslında en zor işi bile kolayca yaparak, hiçbir sorun yaratmadan onu halledebilir seviyeye getirmeyi dile getirdi.

 

" O halde ekipleri oluşturmak lazım. Kim kimle daha uyum içinde çalışabilir?"diyerek hepsine teker teker bakıp nasıl bir eşleştirme olacak merak içinde bakındım.

 

" Bence şöyle olmalı ; Dennis ve Nehar. Kavi ve Dehri. Enfal ve ben. "dedi Victoria tam da aklımda olan benzer eşleştirmeyi söylerken.

 

" Bende böyle düşünüyorum zaten taşı kim bulursa hepimiz anında oraya akın edecek sonrasında diğerleri etrafı gözetleyecek ben ve birkaç kişi taşı almak için çözüm üreteceğiz. "diyerek işimizin son noktasında bize düşecek olan görev dağılımını da erkenden haber verdim.

 

" Peki o halde şimdi erkenden buradan ayrılıp son kalan hazırlıklara devam edelim. "diyince Nehar herkes bu dediğini kabul edip Moritanya Kalesi'nden ayrılıp gece için tekrar burada buluşma sözü vermiştik.

 

Varisler ve Dennis gittikten sonra ben ve Victoria 'da Kara Orman'dan yürüyerek ayrılıp öyle kısa süren bir yürüyüş yapmıştık kulenin etrafından. Kulenin beş kilometre uzağında olan ormana doğru yürüyüş yaparken birden ağaçların seyrekleştiği yerden atın süratle koşuşturan adımlarını duyunca Victoria' yla beraber arkamıza dönüp baktığımız anda beyaz bir atın üstünde dört nala doğru koşan Ahrar 'ı fark ettik.

 

Aceleci görünüyordu. Öyle ki sanki arkasından koşuşturan birileri varmış gibi atı dizginlerine sıkı sıkı tutunup öyle sol tarafımızdan ilerleyip diğer yol ayrımına gitmişti. Ahrar gözden kaybolduğu anda önüme dönüp sessizce ilerlemeye devam ettim.

 

Ama bu sadece benim için geçerliydi.

 

"Ne oldu?" diye sorunca Victoria hiçbir şey yok dercesine omzumu silktim.

 

"Burada öyle görünmüyor. En son bir şey olmuş olmalı ki sen bile farkında değilsin ama çok dalgınsın. İlk an bu yapacağımız şey için sandım ama değil. Geçen ki olay içinde değil orasını da anladım. Olay o ve sen bundan dolayı bu kadar dalgınsın." diyerek benim bile farkında olmadığım ya da bunu görmezden geldiğim konuya değinince o an Victoria 'ya çaktırmamaya çalışıp derin bir nefes aldım.

 

" Ben ne diyeceğim bilmiyorum. Çok karışığım. Genelde hep hayatımda bir sorun vardır ama ben eninde sonunda onu hallederim ama bu meseleyi halledemiyorum." dedim çaresiz bir sesle. O anda adım atmayı bırakıp ona doğru döndüm.

 

"Bilmiyorum. Çok karışık ve yorucu bir şeyin içerisinde bulunuyorum ve buda beni tüketiyor. Engel olamıyorum bana etki etmesine. O her daim çok rahat bir şekilde yanıma gelip konuşup duruyor. Ama ben öyle yapamıyorum her daim geçmişi onun yüzüne vurup duruyorum. Aslında hata yapıyorum. Bu doğru değil. Unutmam lazım ama unutamıyorum. Ve en çok bunun için kızıyorum kendime. "diye içimi dökünce Victoria bana bir adım atıp her iki ellerini de omzuma koydu. Bakışları kısaca yüzümde gezindi durdu.

 

" Bunun için kendini yıpratma çok normal bu Emira böyle düşünmen, hissetmen ve kendine kızman. Çünkü daha taze ve hâlâ sende varlığını korurken bir anda her şey hiç olmamış gibi davranman asıl saçma olur. Sindirdin belki olanları ama unutman zaman alacak." dediği anda söylediklerini kısaca bir düşündüm. Haklılık payı çok vardı. Ben unutmanın zaman almasını istemiyorum hemen unutmak istiyorum Ahrar 'ı ve onunla ilgili her şeyi. Fakat istediğim gibi olmuyor düşündüğüm şeyler.

 

Ahrar bir zehir gibi öyle içime içme işlemiş ki ondan kurtulmak sandığım kadar kolay olmayacak. Ve ben bununla bir müddet daha savaş içerisinde olacağım gibi duruyor.

 

"Bir şey olduğu anda yanıma gelebilir ve anlatabilirsin Emira. Çekinme lütfen. Çünkü yaptığın hiçbir şey için seni suçlamam ve ayıplamam. Sen yanlış bir şey yapmadın. Bunun için utanman yanlış olur. Hisler yanlış bir şey değil. Utanılacak bir şey de değil. Onun için lütfen kararsız kaldığın anlarda, neden böyle yapıyorum diye düşündüğün anlarda şu aklına gelsin; 'Sevgi utanılacak bir şey değil. Yanlış insanı da sevebilir insan ama önemli olan nasıl sevdiğindir. Belki de o seni sevmeyebilir ama senin sevgin sadece yanlış insanı bulmuştur. Bu utanılacak veya bunun için kendine kızman için bir neden değil. Kendine bundan dolayı kızıp durma. Ve bir daha utanma aklın karıştığı için onu sevdiğin için olur mu? Sadece kendini üzecek şeylerden kaçın. "diye uzun uzadıya benim iyi olmam için cümleler kurup durmuştu Victoria.

 

Ormanda dolaştığımız o bir saat içinde hissettiklerimi ona anlatmış ve doğru yapıp yapmadığım şeyler için ondan fikir almıştım. Sonrasında çok oyalanmadan kuleye geri dönmüştük.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Karanlık... Bir asır hayatı sürgüne götürmüş olan tek neden.

 

Karanlık... Bir canı kendine hapsederek onu kendine muhtaç eden tek sebep.

 

Karanlık... Bir tebessümü yok edip, onu hissizleştiren ebedi kayıp.

 

Karanlık... Üç can... üç ölüm... üç kayıp ...

 

Sonsuz bir hissi sende barındıran, seni yok eden, seni kendine mahkum eden bir gölge.

 

Karanlık gölgeleri seninle güçlendiren, seni ona korka korka alıştıran. Gülüşlerini solduran, çığlıklarını attıran, nefretimi büyüten varlık. O bir hissiyat. Sende var olan ama belli olmayan şey.

 

Gölgeler azizim gölgeler seni acıtarak, yaşamına yön veren ve onu uçuruma sürükleyerek öldüren.

 

İz düşümünde ruhundan izler bırakmayan seni tamamen tükenmeye iten tel sebep; karanlık.

 

Gece çökmüş, sesler susmuş, yaşam yavaşlamış, duygular uykuya dalmıştı. Gölgeler hakimiyetini geri almış, yerlerine geri dönmüş, insanları sarmalamıştı. Açık olan pencereden esen rüzgar bulunduğum odayı turluyor, sıcaklığı yok edip, soğukluğu yayıyordu. Nefes alış verişlerim yavaş ve sakindi. Bakışlarım etrafımda olan kara ağaçların yaprak hışırtısıyla çevrelenip durmuştu. Ay çoktan gökyüzündeki yerini almıştı. Sabah olmasına tam tamına dokuz saat vardı. Kale sessiz ve ıssız...

 

Yaşamın olmadığı yerde yaşamalarını hayat sürdüğü yere gidiyorum.

 

Zargana krallığına.

 

Bu gece o ruh taşını olduğu yerden alıp, taşı olması gereken yere koyacaktım. Öncelikle onları bir yerde muhafaza edecek, tüm taşları aldıktan sonra onları güvenli bulduğum yere koyacaktım.

 

Bulunduğum yatak odasının kapısı açıldığı anda yavaşça arkama döndüm. Kapının gerisinden bana bakan Victoria 'yı görünce herksin çoktan kaleye ulaştığını anladım. Başlıyor... Zaman bizim için saatini tutmuş, onun verdiği süre zarfında yapmamız gereken şeyi yapacaktık.

 

"Herkes hazır seni bekliyoruz." diyen Victoria sessizliği bozup olduğum yerde ona doğru ilerlememi sağladı.

 

"Gergin duruyorsun." diye durum analizi yapınca Victoria daha çok benim dediğimden çok olduğum duruma odaklandı.

 

"Sense çok sakin duruyorsun? Bir sebebi var mı?" dedi bu tavrımın altında yatan sebebi delicesine merak ederken.

 

"Hayır yok." dedim onun karanlıkta rengini yitirmiş gözlerine bakıp sonrasında yanından geçip odadan çıkarken.

 

Odadan çıktıktan sonra ilerde olan merdivenlere yönelip basamakları yavaşça inmeye başladım. Victoria beni geriden sessizce takip ediyor, herhangi bir şekilde bir iletişime geçmemeyi bu sırada tercih etmişti.

 

Zemin katta hazır bir şekilde bekleyen Varisler ve Dennis 'e kısa bir bakış attıktan sonra onların çaprazına doğru ilerledim. Ve tam o sırada karşımda boydan yuvarlak bir ayna duvara asılı halde bulunuyordu. Aynanın karşısında ona doğru ilerlerken kısa bir süre bakışlarım yansımama çevrildi. Hissiz görünüyordum.

 

Ama en çok kaybolmuş gibi bir halim vardı. Aynaya doğru son adımı attıktan sonra yavaşça sol elim aynanın yüzeyine yaslandı. Gözlerimi kapatıp büyü sözlerini söyledim.

 

"Saklı kapıların saklı diyarına geçiş yapan yedi ruhun yolculuğu. Ruhlar bedenle beraber güçlü kalsın. Alınan darbeler geçersiz kalsın. Ve güçler gücüne güç katsın."

 

Ben büyü sözlerini söylemeyi bitirirken bir anda saydam olan aynanın yüzeyi yavaşça bulanmaya ardından da hemen sıvı kıvamını aldı. Gri sisli yüzeyinde artık bir yansıma değil gri sisler yer alıyordu.

 

" Bu büyü —dedi ama devamını getirmedi Victoria.

 

Ona dönüp bakarak cümlesine devam ettim.

 

" Evet asırlar önce yedi bedenin karanlık ruhları portala hapsederek geçiş yapmasını sağladığı büyü. "dedim cümlesini tamamlayıp sonrasında susmaya devam eden diğerlerine baktım.

 

" Her hareketi büyük şaşkınlık yaratıyor ama en çok ürkütücü geliyor. "diye ağzının içinde konuşmaya çalışan Dehri 'nin ne dediğini maalesef yine duymuştum. Bu işte pek iyi değil. Sesini alçaltmadığı için herkes duyuyor onu ister istemez.

 

" Bu olanları önceden planlıyor ve sırası geldi anda kullanıp duruyorsun değil mi? Bilgileri öğrenip hiç bilmiyormuş gibi davranıp, saf ve masum rolüne bürünüyorsun. Dışarıdan sorunlu gibi duruyor ama aslında çok şeyin üstesinden gelebilecek güce sahipsin değil mi?"diyerek beni kendince dile dökmeyi başarınca Kavi, ona sadece bilmem sen söyle öyle miyim dercesine bakmış bir şey deme gereği duymamıştım.

 

" Gerçekten en ufak ayrıntısına kadar her şeyi düşünüp ona göre adım atıyorsun. Aslında bize görev dağıtırken bile sen zaten çoktan her şeyi halletmiş oluyorsun sadece belki de atlamış olabilecek olduğunu düşündüğün bilgiler olabilir düşüncesiyle bunu yapıyorsun ama aslında o düşünce hiçbir zaman olmadı çünkü asla hata yapmaz buna da izin vermeyen bir mizaca sahipsin. "dedi bu seferde Enfal. Düşünceli bir o kadar da kararsızdı. Anlamaya çalışıyordu aslında nasıl biri olduğumu. Ne kadar çok bunun için kafa patlatsada istediği yere ulaşamıyordu. Ve bu da onu birkaç adım gerilemesine sebep oluyordu.

 

" Tamam bu kadar gevezelik yeter. Yapmamız gereken bir şey var." dedim ve bir adım yana kayıp arkamda bulunan aynayı gün yüzüne çıkardım.

 

"Orası güvenli mi diye sormayacağım çünkü kesinlikle güvenlidir. Bin kere kontrol etmiş öyle bize bunu göstermişsindir. O halde hadi gidelim Prenses almamız gereken bir taş var." diyip olduğu yerden hareket eden Dehri 'ye yarım ağız güldüm.

 

Sonrasında yavaşça aynaya doğru ilerledik. İlk giren içeriye Enfal oldu onun hemen sonrasında Nehar, Kavi, Dennis, Dehri, Victoria ve en son ben içeri girdim. Aynadan geçerken sanki içimden bir sıvının geçişi oluyor hissi yaşamıştım. Ayandan geçiş yapar yapmaz kendimizi karanlık bir alanda bulduk. Sessiz ama ürkütücü bir alanda bulunuyorduk.

 

"Burası krallığın sınırı mı ?" dediği anda Kavi etrafında yarım daire dönüp tam olarak nerede bulunduğumuzu kavramaya çalıştı. "Neden bu kadar terk edilmiş bir halde?" dedi Kavi bu seferde.

 

"Bilmiyorum. Sadece dikkat edin ve öyle ilerleyin. Belki de bu bir tuzak olabilir." diyince anında hepsi olduğu yerde gerildi ama bakışları pür dikkat etrafa çevrildi.

 

"Nasıl bir tehlikeden bahsediyorsun Emira?" diyince Enfal o an olduğum yerden bir adım ileriye yöneldim.

 

"Gizli kalkanlar kastım." dedim ve elimi yukarı kaldırıp yavaşça boşluğa tuttum ama herhangi bir geçiş yaşamayınca yakınında olmadığımı anladım. "Etraf şu an gizli bir kalkanla korunuyor olabilir. Ve bu çevreden gelenler için bir göz boyama. Onun için biraz ilerleyip sonrasında krallığın içerisinde oluruz." dedim ve onlara işaret verip yavaşça yürümeye başladım.

 

İlerlediğimiz yollar çamurlu ve girintili çıkıntılıydı. Etrafımızda olan sisler önümüzü görmemiz konusunda engel teşkil ediyordu ama buna rağmen olabildiğince dikkatli bir şekilde ilerliyorduk.

 

" Burası nasıl bir yer? Doğru yerde olduğumuzdan emin miyiz?" diyince Victoria o anda bir adım daha atıp olduğum yerden yavaşça etrafıma baktım. Sis yavaşça artmaya başlamış artık tamamen yolumuz görünmez bir hal almıştı.

 

"Doğru yerdeyiz. Farkında mısın bilmiyorum ama sis git gide artıyor buda ya karşımızda bir tehlike var demektir ya da istediğimiz yere ulaştık demektir." diyince Victoria bana emin misin bakışları atıp diğerlerini takip ederek ilerlemeye devam etti. Ayaklarımız tamamen çamura batmış, parçalarımız mahvolmuştu. Ama buna rağmen pes etmeden ilerlemeye devam ettik.

 

Pus o kadar gözümüzü kör ediyordu ki kaybolmamak için birbirimize yakın yürüyerek ilerliyorduk.

 

Nerdeyse yarım saat boyunca yol yürümüş ama hâlâ herhangi bir şekilde aradığımız yere ulaşmamıştık. Etraf artık sadece sisten ibaretti. Birbirimize yakın durmasak çoktan kaybolup gitmiş olabilirdik.

 

"Daha çok yürüyecek gibi duruyor bu yol." dediğinde tam çaprazımda benden birkaç adım uzakta olan Dennis, onu sadece bir gölge olarak görebiliyordum. Her yeri sarmış gri dumanlar bizi abluka altına almış gibiydi.

 

"İlerlemeye devam edeceğiz. Bu tamamen bir uzaklaştırma politikası. Bu sayede bu krallık onca yıldır hiçbir şekilde işgal edilmiyor çünkü buraya gelen herkes ya pes edip gidiyor ya da kaybolup ölüme mahkum oluyor. Ama biz önce zihnimde burayı aşacağımızı kendimize inandırmalı sonrasında bunu faaliyete dökmeliyiz. "dedim güç bela yürümeye devam ederken.

 

Dizlerimde derman kalmamış, çoktan gücümün yarısını harcamış ve sızlamaya başlamıştı. Ve ben daha ne kadar ilerleyecek oluşumuzu gelişi güzel hesaplamaya çalışıyordum. Benim gibi diğerleride perişan bir halde bulunuyordu. Bu halde birde taşı aramak için çabalayıp duracaktık. Bu iş sandığımızdan daha zor olacak gibi duruyor.

 

Tam tamına iki saate yakın yol yürümüştük. O çamurlu patikaları geçmek bizim için çok zordu ama sonunda yavaşça sisler azalmaya başlamıştı. Ve bu sayede artık etrafı biraz da olsa net görmeye çalışıyorduk. Şu an bulunduğumuz arazi çalılıklarla bezeli kuru topraklara sahip bir yerdi. Neredeyse kurak bir araziye dönüşmek üzereydi bulunduğumuz yer. Hiç ağaca dair iz görmemiştim. Sadece yüksek boylara sahip çalılık ve otlaklar bulunuyordu.

 

Siz iyiden iyiye yok olduğu anda yedimiz sırasıyla yan yana dizilip kısaca etrafa geliş güzel baktık.

 

"Etrafta herhangi bir muhafız yok gibi duruyor." dedi Dennis.

 

"Ya da biz göremiyoruz." dediğinde Victoria az önce konuşan Dennis 'e ithafen.

 

"O halde yanınızda bulunan iksirleri içmeye başlayın. Ve bende koruma kalkanını aktif hale getireyim." der demez anında dediklerime itiraz etmeden onlara haftalar önce yapıp verdiğim iksiri içmeye başladılar. Bu iksirin amacı herhangi bir yaradan ve kazadan onların korunması içindi.

 

Onlar iksiri içtikten sonra bende her biri için yapmış olduğum kalkanları aktif hale getirdim. Birkaç adım öne çıkıp arkamı krallığa dönüp onlara doğru döndüm. Kimse bizi göremezdi ama biz birbirimizi görebilirdik. İksiri yaparken bizzat en çok bunun için uğraşmıştım. Bunun için gizliden büyücüler krallığına gitmek yerine Ahrar 'ın kitaplarını ödünç almış işimi görmüştüm.

 

"Evet grup dağılımını yaptık. Hepimiz ikişerli dağılıp dikkat çeken yerleri izleyecek ve herhangi bir ize rastlarsak birbirimize haber vereceğiz." dedim ve keskin bakışlarımı onlara çevirip onların ne düşünüp durduğunu anlamaya çalıştım onlara bakıp.

 

"Bir şey demek istiyorum." diye konuşamaya başlayan Kavi 'ye devam et dercesine baktım. Benim bu hareketimle anında çekingenliğini atlatıp devam etti konuşmaya. "Ben diyorum ki dağılımı şöyle yapalım herkes bir kısma yönelsin. Birimiz kuzey tarafına birimiz güney tarafına birimizde kalan kısımlarına." diye tamamlayınca Kavi cümlesini anında hepimiz sunduğu fikri kabul ettik.

 

"O zaman herkes bir kısma dağılsın ikişer ikişer grup olarak. Bu işimizi kolaylaştırır." dedim ve hızla bunu söyleyip diğerlerini belli yerlere yönlendirirken gözüme kestirdiğim yere doğru ilerledim.

 

Yüksek surlara sahip krallığın yanında bulunan ve uçurumun dibinde olan uzun eski daire şeklinde olan kaleye doğru yöneldim. Bu daire şeklinde yüksek olan kale nedense dikkatimi çekmişti ve bu oraya gitme merakımı arttırmıştı.

 

Bizimkilerin yanından ayrıldığım anda tek başıma kıyıdan kıyıya yürüyüp kimseye görünmeden gözüme kestirdiğim kaleye doğru ilerlemiştim. Kalenin yanına geldiğim anda kapısının yarı açık olduğunu fark ettim. Bir anda içimdeki merakla beraber kapıya doğru ilerledim. Kapının önüne gelince yavaşça kapıyı ileriye doğru iteleyerek içeriye göz attım.

 

İçerisine bakınca ilk gözüme içeride olan üst üste yığılmış masalar bulunuyordu. Hemen onun çaprazında da örtülerle kaplı olan kutular bulunuyordu. Alt katı tamamen eski eşyalarla doluydu. Bakışlarımı tam kapı dibinde bulunan yukarı çıkan merdivenlere doğru çevrildi. Küçük eski, tozlarla çevrili olan köşeleri kırık olan basamaklara doğru yöneldim. Yavaşça yukarı çıkarken içinde bulunduğum kulenin kırık pencerelerinden eden rüzgar içeride büyük bir ses yapıp kulaklarıma ulaşıyordu.

 

Bilmem kaç basamaklı olan merdivenleri sonunda çıkmayı bitirince sonunda ulaştığım küçük odaya kısaca göz gezdirdim. Oda tamamen bomboştu. İçeride sadece duvarın dibinde duran birden fazla tablolar bulunuyordu.

 

Ve bu tablolar iç içe geçmiş şekilde arkası dönük olarak duvara doğru konulmuştu. Üzerine bastığım eski ahşap zeminin üzerinde ilerlerken çıkan her adım sesi kulağıma ulaşıp duruyordu. Küçük odada bulunan tabloların olduğu kısma doğru geçtiğim anda yavaşça dizlerimin üstüne çöküp bana arkası dönük olan tabloları yavaşça kendime doğru çevirdim. Gözümün önünde duran tabloları inceleyip durduğum anda hep aynı şeyin tablolara çizilmiş halini gördüm.

 

Gümüş renge sahip büyük bir kadeh...

 

Tabloyu olduğu yerden alıp kendime doğru yaklaştırıp daha yakından inceledim. Neden aynı gümüş renge sahip kadehi çizip durmuşlardı? Her kadehin arkasında siyah bir karartı vardı. Bu karartı gümüş renge sahip kadehin değil daha çok bir insan ebatına sahip bir gölgeydi. Her tabloda gümüş kadehin arkasında ya ağaç ya göl ya uçurum ya da bir kırmızı ay bulunuyordu. Bir şeyler anlatılıyordu ama ben şu an çözmüş değildim. Elimde duran tabloyu olduğu yere koyup etrafımda yarım daire dönerek başka herhangi bir şey var mı diye bakındım ama bir şey bulamadım.

 

"Emira acil buraya gel! Burada bir ayin var ve tüm krallık burada ayini yapıp duruyor. Geriye kalan yerler tenha ve bu işimizi kolaylaştırır."

 

Zihin bağından iletişime geçen Dennis 'i duyunca anında aklım dediği şeye takıldı. Ne ayini? Ve neyin ayini?

 

"Tamam geliyorum. Neredesiniz tam olarak?"dedim Dennis' e zihin bağından iletişim kurup nerede olduğunu öğrenmek adına.

 

"Kulenin güney kısmında olan ayin salonunun kapısının önünde bekliyoruz seni."

 

Cevabı alır almaz olduğum yerden hızla ayrılmış, merdivenlerden hızlı adımlarla aşağı doğru inmeye başlamıştım. Bulunduğum yerden ayrılınca birkaç metre uzakta olan kahverengi ve krem rengine sahip kocaman kuleye doğru ilerledim. Şu an bulunduğum yerden ilerlerken kuleye o anda birilerinin koşar adımlarla içeriye doğru koşuşturduğunu gördüm.

 

Ayin için miydi bu acele? Anlamadığım ne ayini yapıp duruyordular? Dennis 'te pek bir şey dememişti. Birkaç adım sonrasında kuleye ulaşınca anında kulenin açık olan demir kapısından içeri girip kısaca etrafımı incelemeye başladım. Kulenin tam giriş kısmında durmuş , içeriyi izlerken uzun ve geniş olan holde bakışlarım dolanıp durdu. Şu an bulunduğum holün başında birden çok kapalı kapı bulunuyordu. Holün sonundaysa yukarı çıkan merdivenler. Holün içinde bulunan pencereler şu an kahverengi perdeler tarafından kapatılmıştı.

 

İçeriye güneş ışığı girmiyor sadece yakılı halde duran meşaleler içeriyi aydınlatıyordu. İlerideki merdivenleri es geçip hemen holün sonunda bulunan kirişe doğru ilerledim. Sanırım bu güney tarafına uzanıyordu. Diğer kirişse kuzey tarafa. Sağ tarafa doğru yönelip hızla ilerledim kirişe doğru. Kirişin önüne gelince anında zifiri karanlıkla karşı karşıya kaldım.

 

Çünkü kirişin sonunda olan kapı kapalı halde bulunuyordu. Bunu hiç bir milim bile rüzgarı olmamasından ve bir sesin gelmemesinden anlamıştım. Yavaşça parmaklarım hareketlendi ve küçük bir ışık huzmesi oluşturup, önümün aydınlanmasını sağladım. Işık etrafımı aydınlatır aydınlatmaz hemen biraz ileride kapalı olan küçük bir kapı gördüm.

 

Tahminlerim doğru çıkmıştı. Birkaç adımda kapıya ulaşınca hemen kapıyı açtım ve açılan kapının ardından önüme çıkan uzun koridora baktım. Koridor uzun ve geniş olmasının yanında birde her duvarda birden fazla tablo vardı. Duvara asılı olan ve yanmakta olan meşaleler yanında bulunduğu tabloları aydınlatıyordu. Her adımda yanından geçip gittiğim tablolara bakındım. Birden çok kişinin tablolarda resimleri vardı. İşin ilginç tarafı bu tablolar bir adama aitti. Adamın her yaşı tablolara aktarılmıştı. Gençliği, orta yaşları yetişkin ve şu an yaşlı halleri.

 

Sadece bir yöneticileri mi bulunuyordu? Bu zamana kadar ondan başka bir yöneticileri yok muydu? Pek köklü bir krallık olduğunu okumuştum ama şu an bakınca bu okuduğum bilgiler beni şüpheye götürdü. Çünkü eğer köklü bir krallıksa neden bir yöneticiye sahipti? Anlamış değildim.

 

Sonunda koridoru geçtikten sonra sola doğru dönmüş ve küçük bir hol karşıma çıkmıştı. Onu geçtikten sonra kulenin güney tarafına ulaşıp kulenin koridorlarında bizimkileri aramaya devam etmiştim.

 

Önümdeki koridordan başka bir koridora sapınca biraz ileride yüksek sesle bağırışımalar, yüksek sesli kelime tekrarları duydum. Sanırım bizimkilerin dediği ayin şu an şu bulunduğum yerde bulunan bu seslere aitti. Bulunduğum koridorun başına geldiğim anda bir anda bakışlarım yere çevrildi.

 

Çünkü yerde koridor boyunca kırmızı bir sıvı bulunuyordu. Ve bu kırmızı sıvı sağ tarafımda bulunan kapıya kadar uzanıyordu. Anında köşeden köşeden ilerlerken kırmızı sıvıya basmamaya çalışıyordum. Aklıma gelen görüntüler şaşırmamı sağlıyordu. Bu kırmızı sıvı üzerine basarak kişiler şu yüksek seslerin geldiği odaya kadar yürümüşler miydi? Peki bu kırmızı şey neyi temsil ediyordu?

 

Sonundaki kapıya ulaştığım anda kapı sonuna kadar açık bir halde duruyordu. İçeriye göz attığım anda bizimkileri kapının dibinde durmuş şaşkın şaşkın içeride olan biteni izlediklerini gördüm. Onlara doğru ilerlerkende bir anda önümdeki manzaraya baka kaldım. Çünkü şu an neredeyse yüze yakın kişi yerde oturmuş yere kapanmış bir halde bulunuyordu. Ve hepsi o konumda dururken bir ileride yüksek bir kısımda buluna kişiyi dinliyor, onun söylediklerinin bazı kısımlarını tekrar ediyordu.

 

Hepsi bembeyaz kıyafetleri içerisinde ayine katılım sağlıyordu. Ayini devam ettiren kişi ise simsiyah bir kıyafet içerisinde ayakta durmuş, yüzünde yanağına sürmüş olduğu iki siyah çizgi ve başında bulunan bir ince gümüşten oluşan taç bulunuyordu. Bakışlarım içeriyi taradığı anda tüm perdeler kapatılmış ve birden fazla meşaleler yanıyor haldeydi. Ortam loş ve tuhaf bir kokuya sahipti.

 

"Ah Emira geldin mi?" dediğinde Victoria benim geldiğimi fark edip olduğu yerde yanıma doğru geldi.

 

"Burada ne oluyor tam olarak?" dedim sesimdeki merakın yoğun izleriyle.

 

"Sen bizim burada olan biteni kavradığımızı mı düşünüyorsun? Nerdeyse buraya geleli yarım saate yakın oldu ama ben hâlâ bu ayinin neye hizmet ettiğini anlamıyorum. Sanırım bir kurtuluş için olabilir bu yapılan ayin." dedi Dehri bir öneri öte attı. Onun yüzündeki hayret ifadesi asla yok olmamış bir şekilde hâlâ önündeki olayları izliyordu.

 

" Bir şey soracağım az önce ben kulenin yakınında olan terk edilmiş bir kalede birden fazla tablo gördüm. Ve bu tablolarda sadece bir tek şey sabitti. O şeyde bir kadehti. Ama ebat olarak büyük bir kadehti. Onlar için önem taşıyor olmalı." diyerek buraya dikkat çekerek bir şey hakkında aklıma geleni dile getirdim." Bu kadehin olduğu yere gitmemiz lazım. Bence belki onun bulunduğu yerde taş olabilir. Çünkü aradığımız ruh taşı yani onu besleyecek şey güçlü bir ruh ya da ruhlar. Yani taş neden bu kadehin olduğu yerde bulunmasın?" der demez hepsi anında bana döndü. Ben bana baktıklarını düşünürken aslında tam arkamda olan şeye baktıklarını anlayınca anında hızla arkama dönüp baktım.

 

Arkama bakınca bir mermer üzerine konulmuş tabloda gördüğüm o gümüş renge sahip kadehi gördüm. Bir insan gövdesi kadar büyüklüğe sahipti. Ve parıl parıl parlıyordu. Dört kişi kadehi koydukları zemin üzerinden kadehi biraz ileride olan ayini yapan kişinin olduğu tarafa doğru yavaşça ve temkinli bir şekilde ilerliyordular.

 

"İşte gördüğüm kadeh buydu. Kocaman..." dedim anda beni diğerleri onayladı.

 

"O kadar araştırma yaptık hiç bunun hakkında bir bilgi edinemedik. Neden bu ayinlerini kimse bilmiyor?" diye sorunca Kavi o an sessiz kaldık buna bir cevabımız olmadığı için.

 

Kadeh sonunda ulaşması gereken yere ulaşınca kadehi taşıyan dört kişi anında kadehi ayini yapan kişi arkasında olan yüksek bir platforma yerleştirdiler. Yüksek bir platform olduğu için bırakıldığı yerden rahatça görünüyordu kadeh.

 

Hayretler içinde bu kadehin ne amaca hizmet edip durduğunu anlamaya çalıştım.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Sırlar... Kendini açığa çıkarana kadar sır olarak kalacağını sanır ama öyle değildir. Hiçbir sır sonsuza kadar sürmez. Tek biri hariç. Bu sır sadece sende saklıysa. O sır tek senle beraber mezara gömülür. Diğer türlü ortağın olan bir sırrı sen ölüme kadar taşısan bile ortağın onu sır olmaktan çıkarır. Ve bulunduğum yerde binlerce kişi bir sırra sahip olup onu sakladığını düşünüyor olmalıydı ama öyle değildi gerçekler.

 

Çünkü şu an ayini yapan bu ihtiyar adam çok rahat gözüksede şu an yaptığı ayin sırasında bir gerginliği taşıyordu vücudunda. Gözleri korkuların gölgesi altında insanlara bakıp duruyor, bir şeylerin belli olmadan açığa çıkmaması için uğraşıyordu. Ama bir yandan da rahat bir yanı vardı.

 

Sanki yapmak istediği şeyi yaptığı için bunu başardığı içinde bir yandan rahat bir tavrıda sergilediğini açıkça görüyordum. Ayini yapan adam konuşmaya başladığı anda etrafında yere kapanmış kişiler anında susmuş ve onun diyeceklerini duymak için sessizliğe sığınıp kalmışlardı. Yavaşça yere kapanan kişiler eğmiş oldukları bedenlerini kaldırıp oturur vaziyette şu siyah kıyafetler içerisinde olan adamı dinlemek için can atıp durmuşlardı.

 

Yanıma ilişen Dehri yavaşça bana doğru eğilip karşımda olanları gösterirken, konuşmaya başladı.

 

"Prenses bir şey sormak istiyorum." diyince sor tabii anlamında kafamı aşağı yukarı salladım. Benden onayı alınca daha bir cesaretle konuştu. "Sence yeniden bir kurban olayına maruz kalmayız değil mi?" diye sorunca sorusunun ardından kaşlarım yavaşça çatılı hale geldi ve ondan çektiğim bakışlarımı biraz ileride olanlara çevrildi.

 

Dehri bu ayinin bir kurban ayini olduğunu mu düşünüyordu? Bakışlarım tekrar onu bulduğu anda rengi solmaya yatkın olan yüzüyle bana bakıp bir cevap vermemi bekliyordu.

 

"Neden böyle bir kanıya vardın ki?" dedim bilmeze yatarak. Benim sorumu işitince yavaşça yerinde hareketlendi. Dehri bakışlarını benden çekerek karşı tarafta bulunan insanlara çevirdi.

 

"Çünkü şu an bu olay bana tehlikeli hisler yaşatıyor. Ruhum rahatsız oluyor. Ve hiç normal bir şey yapılıyor gibi durmuyor bu ortam. Çünkü perdeler her yerde kapalı ve şu an bu gelen kadeh ve senin bu kadehi tablolar üzerinde görmen bir şeylerin hiç doğru olmadığına işaret. Ve bir şeylerin gizli saklı yapılması ve bundan kimsenin haberi olmaması bir tehlike olduğuna bariz işaret. "dedi gözlerini kısmış bir şekilde karşıdaki ayini yöneten adamın anlamadığımız dilde konuşmalarını dinlerken.

 

" Bende şüphe ediyorum bazı şeylerden ama tam kavrayamadan da hüküm vermek istemiyorum. Belki de normal bir ayin olabilir ki keza bu ihtimalde var ama şu an biz gördüklerimizden başka şeyler çıkardık. Ama görüp anlayacağız birazdan." dedim Dehri 'nin dediklerinin olma ihtimalinin benimde zihnimden geçip gittiğini belli ederken.

 

" Emira. "dedi Victoria olduğu yerden hareket edip yanıma gelirken. Victoria yanıma geldiğinde diğerleride onun hemen ardından gelip etrafımdaki yerlerini aldılar.

 

" Biraz daha mı yakına gidip baksak? Olana bitene yakından bakıp ne olduğunu daha iyi anlarız diyorum." diyince Victoria bu önerinin bizler için daha iyi olduğunu ve ne olduğunu anlamak için bir işaret yakalayacak olmamızı söyleyince anında kafamı salladım.

 

" Ben, Victoria ve Dehri sol tarafta bulunacağız tam kadehin çevresinde. Sizlerde etrafa dağılıp insanları gözlemleyin. Bakalım bu krallık ne saklıyor ve neyi amaçlıyor? Sonrasında taşı kıl payıyla buluruz zaten." dedim ve başımla Victoria ve Dehri 'nin beni takip etmesini işaret edip olduğum yerde ayrılıp, kadehin olduğu tarafa doğru ilerledim. Diğerleri çoktan insanlar içerisine karışmak için harekete geçmişlerdi.

 

Yavaşça kadehin olduğu tarafa yaklaştığım anda ayini yapan kişi bir anda kadehin etrafında üç ateş topu yaktı büyüye başvurup. Havada yanmakta olan ateş topları kadehin etrafında döne döne yanarken ayini yapan yaşlı adam birden tam kadehin arkasına geçti ve içi boş olan kadehi olduğu yerden kaldırıp onu yavaşça havaya doğru yükseltti. Sonra kendi dilinde bir şeyler söylemeye devam etti.

 

Yaşlı adam yüksek sesle konuşmaya devam ederken birden yerde oturur vaziyette olanlar onun dediği cümlelerden sonra sadece bir cümleyi tekrar tekrar söylüyordu. Ben bu dile aşina değildim ve ne dediklerini anlayamıyordum. Olduğum durumu kavramaya çalışırken birden zihnimde bir ses yankılandı.

 

'Virtus est ipsa anima.'

 

Aynı cümle zihnimde yankılandı ama bunu söyleyen başka bir şeydi. İç sesim değil.

 

'Güç ruhun kendisidir. '

 

Tekrar edilen cümle anlayacağım şekilde çevrildi. Bunu söylen kişi ise çok yakında tanıdığım biriydi.

 

"Merhaba prenses beni özledin mi?"

 

Ölü Ruh kendini tekrar açık ettiği anda hayretler içinde olduğum durumu anlamaya çalıştım. Çünkü hiç onun geri dönüş yapıp benimle iletişim kuracağını düşünmemiştim.

 

"Ne o seni terk ettiğimi mi düşündün yoksa? Hatırlarım prenses bizim bir ilişkimiz yoktu. Sen var sayıyorsan onun için bir şey yapamam ama bil ki insanlar dikkatimi çekmiyor? Hoş kadınsın ama arzulayacağım kadar tehlikeli değilsin. Ben güçten çok tehlikeyi severim ve sen çok güçlüsün ama tehlikeli olma konusunda hâlâ çıraklık vazifesindesin. "dediğinde Ölü Ruh her zamanki rahat üslubundan ödün vermeyerek. O an dediklerini idrak etmekle uğraş veriyordum.

 

Yanımda bulunan Dehri 'ye kısaca baktıktan sonra bakışlarımı kadehe diktim ve Ölü Ruh' la konuşmaya başladım.

 

" Bir şey fark ettim. "dediğimde anında ne diye sorunca cevap verdim." Yokluğun çok güzelmiş neden geri geldin? "diye sorunca Ölü Ruh burnundan soludu.

 

" Ah sen ve yersiz esprilerin. Düşündüm de bence bu yönünde çok berbat bir şey. "diye açıkça eleştiri yapınca hiç pas vermeden diğer konuya değindim.

 

" Az önce kendince beni mi eleştirdin yok tehlikeli değilmişim yok sen insan sevmiyormuşsun. Altını çizerek söylüyorum lütfen bunu düşünce olarak bile ifade etme çünkü sen ve senin türün inan dikkatimi çekmiyor çekemezde." dediğimde Ölü Ruh alaylı bir şekilde zihnimin içinden kısık bir kahkaha attı.

 

" Ah evet sen daha çok ruhu olmayan insanları seversin unutmuşum. En son ne oldu? O büyük kavganızdan sonra yine bir araya gelip duruyor musunuz iki aşık? "diye tiksinir bir şekilde bu cümleleri dile getirip bana atıf yapınca anında sesli bir soluk verdim.

 

" Bir şey mi oldu Emira? "diye sorunca Victoria yok bir şey dercesine bakıp hâlâ yapılmakta olan ayine odaklandım.

 

Yaşlı adam kadehi tekrar eski yerine koymuş ve bu sefer kadehin yanında duran uzun keskin kılıcı iki eline alıp, kafasından yukarı kaldırmıştı. Bu hareketinin ardından tekrar yüksek sesle buradaki insanlara hitaben konuşmaya devam etti.

 

' Traditio hoc anno durare debet sicuti omni anno. Animus maiorum donari debet. Detur eis altare... Praebetur ut melius vivere possimus.'

 

'Gelenek her sene olduğu gibi bu senede devam etmeli. Bir ruh bağışlanmalı atalarımıza. Onlara bir sunak verilmeli...Verilmeli ki bizler daha iyi şartlar altında yaşam sürmeliyiz.'

 

Ben söylen cümleyi anlamayınca yine bu sefer Ölü Ruh benim için tercüme etmişti.

 

"Ne sunağından bahsediyor bu adam? Sunak olarak bir nesne mi sunacak ya da bir hayvan? " diye sormuştum Ölü Ruh' a.

 

Birkaç saniyede alaycı bir tavırla karşılık vermişti.

 

"Bir hayvan olmayacağı kesin Emira! Canlı bir şeyden bahsediyor. Yani sonsuz canlı bir şey. O da bir ruh oluyor. Sunak bir ruh."

 

Ölü Ruh 'un dediklerini duyduğum anda o an her şey dank etti.

 

"Taş o kadehin içinde mi?" diye sorduğumda anında cevabım gecikmedi.

"Evet orada ama şu an sen göremiyorsun. Taş şu an kadehin önünde duruyor. Sunak verildiği anda açığa çıkacak ve ta ki gücünü yitirene kadar orada görünür halde olacak ardından gücü bitmeye yakın ortadan yok olacak ama hâlâ varlığı orada muhafaza halde bulunacak. Sen ve arkadaşların onu oradan kaybolmadan almalısınız yoksa bir daha ki yıla kadar istesenizde taşı olduğu yerden o gözler önüne çıkmadan alamazsınız. "

 

Ölü Ruh'un söylediklerinden sonra o an denilenlere anlam vermeye çalıştım. Onun için mi o denli önem veriliyormuş bu kadehe. Ondan bir sürü tablosu yapılmış ve yıllarca ona sunak verilip durulmuş. Hayretler içinde olana baktım.

 

" Peki nasıl alacağız? "dedim kararsız bir halde. Merak beni kıskıvrak yakalamış diyeceği cümleyi duymayı bekliyordu.

 

" Sana zamanı ben söyleyeceğim o ana kadar sabırlı ol ve bir sorun çıkarma ne sen ne şu sevimsiz dostların. "dediğinde aksi ve hoşnutsuz sesle, bir şey demeden öylece ondan alacağım komutu beklemeye başladım.

 

Ölü Ruh 'un yardım etmesini beklemiyordum ama bir yandan da içim rahatlamıştı çünkü benden daha iyi mir gözleme ve deneyime sahip olduğunu biliyordum. Olduğum yerden yavaşça kadehe doğru ilerledim ve kadehe daha yakından baktım. Kadeh o gümüş renginden yavaşça kırmızı renge kaçan bir renk almaya başlamıştı. Yerde hâlâ oturmakta olanlar ayini yapan adamın bir emir verici sözüyle oldukları yerden kalkıp köşeye doğru çekildiler. Ve bulunduğumuz büyük loş odanın ortasını boş bıraktılar.

 

Sanki bir şeyin gelmesi için yer hazırlıyorlardı.

 

"Ne oluyor?" dedi Enfal çaprazımda durmuş insanların aniden oldukları yerden kalkıp köşeye çekilmesine karşı.

 

"Ayin yeni başlıyor dostlarım." demişti Enfal 'in sorusuna cevaben Dennis. Gözleri birazdan olanları tahmin eden bir ifadeyle bakıyordu etrafa. Arkasında olan kolana sırtını yaslamış ve rahat bir tavırla etrafta heyecanla kıpırdayıp duranları izleyip onlara sertçe ve nefret edercesine bakıyordu.

 

Enfal 'den çektiğim bakışlarımı tam solumda duran ayini yapan ihtiyar adama çevirdim. Gözleri ışıl ışıl bir şekilde kadehe bakıyor ve çok değerli bir ana seyirci olacağı bilincindeyken bunun hemen yaşanıp bitmesini isteyen bir ifadeyle yanımda duruyordu. Yaşlı adam çoktan kılıcı indirmiş ve onu elinde tutuyordu. O kılıcı ne için getirdiğini az önce öğrenmiştim. Şeytan diyor ki vur kılıcı boynuna da ruh taşını bu sene o beslesin.

 

"Imm vahşet en sevdiğim şeydir. İstersen yap buna hayır demem. Hatta bu sıkıcı ayin şenlik kazanır bu sayede." dediğinde Ölü Ruh düşüncelerimi okumaktan utanmadan birde bu düşüncemi gerçek kılmak için cesaret verip duruyordu.

 

"Sen bir sesini kessene!" dedim sinirli sinirli.

 

"Ben susarsam sana uygun zamanın haberini nasıl vereceğim prenses? Bunu istersen seni kırmam ve susar sadece izleyici olurum. Zaten siz her türlü bir sorun çıkacaksınız. İzlemesi keyifli olur sussam bile." diye benim şu an ona muhtaç olduğumu alttan alttan gizli bir şekilde söylemden direk yüzüme söyleyince pes dedirtti bana.

 

" O halde konuş ama ben seni duymayayım sadece zamanı vereceğin an sesin kulağıma ulaşsa çok makbule geçer. "diyerek yavaşça geriye doğru çekildim çünkü ihtiyar adam yavaşça yerinden ayrılıp benim olduğum tarafa gelmiş ve kadehin sağ tarafına geçmişti.

 

O sırada bizimkilerle beraber açık kapıdan içeri giren ve bir zemin üstünde elleri bağlı şekilde duran hamile bir kadın dikkatimi çekti. Dört beyaz elbiseli adam kadını omuzlarına almış oldukları zemin üstünden olduğumuz tarafa doğru taşıyordu. Kadının elleri ve kolları gibi gözleri de bağlıydı.

 

Düşündüğüm şey olmayacaktı değil mi? Bu kadar iğrenç olamazlardı!

 

Tam bir adım öne atılıp bir şey yapacağım anda beni sertçe uyardı Ölü Ruh.

 

"Sakın aklından geçeni yapma! Her şeyi mahveder ve amacına ulaşamazsın. Sandığın gibi olmuyor merak etme ayin." diyince onu göremedim ama bakışlarımda ne anlatmaya çalışıyorsun ifadesi yatıyordu.

 

Zemin üstünde bulunan kadını taşıyan dört beyaz elbiseli adamlar kadını omuzlarından aşağı indirdiler. Ve yavaşça tam kadehin dibinde bulunan zemine kadının yatmış olduğu zemini yere bırakıp yavaşça geriye doğru çekildiler. Kadın hiç ses çıkarmadan öylece uzanıyordu. Baygın mıydı? Yoksa kaderine mi razı gelmişti?

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Kadın kıpırdamadan durmaya ederken ayini yöneten yaşlı adam elinde tutmaya devam ettiği kılıcı yavaşça kaldırdığı anda kılıcı hamile kadının karnını deşecek diye düşündüm ama düşündüğüm gibi olmadı. Yaşlı adam elinde tuttuğu kılıcı yavaşça kendine doğru çekti ve yavaşça bir şeyler söylemeye başladığı anda büyü tarzı bir şeyler söylediğini anladım.

 

Kılıca bir şeyler söylemeye devam ettiği sırada siyah kabzası olan demir kılıcın yavaşça renginin maviye döndüğünü fark ettim. İhtiyar adam söylemeye devam ettikçe rengi yoğun bir maviye saniye saniye kaçıyordu. Sonunda ihtiyar adam kılıca doğru söylediği cümleleri bitirir bitirmez anında kılıçtan yavaşça bir ışık demeti yavaşça kadının karnına doğru ilerlemeye başladı.

 

Işık demeti kadına ulaşıp karnını çevrelediği anda birden kadının yavaşça olduğu yerde ilk kez hareket etmeye başladı. Canı mı yanıyordu? Kadın artık nasıl şiddetli bir acıyla baş başa kalmıştı ki birden dudaklarından bir çığlık feryat etti ve sessiz ayin odasında yankılana yankılana bana ve diğerlerine ulaştı. Kadının karnında çevrelenmiş ışık demeti birden ikiye bölünmeye başlayınca bir ucu kadının karnında yavaşça etrafında dönerken bir ucu yavaşça olduğu yerden tam sağımda bulunan kadehe doğru ilerledi.

 

Ben o an olanları idrak edemeyince Ölü Ruh beni bu konuda bilgilendirdi.

 

"Kadının karnında bulunan bebeğin ruhunun yarsını aktarmak için bir köprü kuruyor. Saniyeler içinde bağ kurulduktan sonra kadehe doğmamış bebeğin ömrünün yarısı bağışlacak."

 

Ölü Ruh bilmem gerekenleri söyledikten sonra sadece bu ana seyirci kaldım. Yapacağım bir şey yoktu. Ama şimdilik çünkü sonrasında bu bebeğe yapabilirsem ona sorulmadan alınan zamanını iade etmeye çalışacağım. Umarım bunu başarırım. Köprü tamamlanır tamamlanmaz anında yerde bir zemin üstünde yatan kadın usulca yukarı doğru çıkmaya başladı. Kadın yukarı süzülmeye başladığı anda benim bakışlarım sağımda yavaşça parıldayamaya başlayan kadehe çevrildi.

 

Bu kadehin ismini bilmiyorum varsa tabi ama ben ona bir isim vermiştim.

 

Ölüm Kadehi...

 

Çünkü tamamen öldürmesede çoğu kişinin hayatının bir kısmını çoktan öldürmüş kalanıyla yaşamasını sağlamıştı.

 

Kadeh git gide parıldamaya başlayınca ayini yapan adam birden olduğu yerde ayrılıp kadehe doğru yaklaşmaya başlarken birden içeriye iki muhafız girdi. Ben bize doğru gelen muhafıza bakarken onlar benim olduğum tarafa bir adamı kollarından tutup sürükleyerek getiriyordu.

 

Adam gözleri ve ayakları bağlı bir şekildeydi. Kolları da getirilirken açılmış olmalı çünkü bileklerinde olan kırmızı şeritler bunun izlerini yansıtıyordu. Adamı tam ayin yapan adamın önündeki basamağın önüne getirtip diz çöktürerek oturtup ardından açık halde bulunan kollarını belinin arkasından muhafızdan biri bağlamaya başladı. Sonra iki muhafız oldukları yerden ayrılıp geldikleri yolu geri gittiler.

 

Muhafızlar gittikten sonra ayini yapan adam yavaşça hareket edip, diz üstü önünde duran yaşlı ve kir pis içinde olan adama doğru eğildi.

 

"Mors prope est."dedi bir fısıltıyla ve beraberinde yandan profiline baktığım anda gözlerinde bir gerçek vardı, anlatmak istediği ama anlayamadığımız bir ifadeyle karşısında bulunan adama baktığı sırada.

 

"Ölüm yakınında."

 

Ölü Ruh benim için o an tekrar onun lafını çevirmişti.

 

"Mors est actu me. Mox me videbis."dedi tekrar başka bir ima altında yatan cümlesiyle sonra yavaşça doğrulup ona aynı hizadan bakmayı kesip.

 

"Ölüm aslında benim. Beni birazdan göreceksin."

 

Bu sefer yine Ölü Ruh o adamın sözünü çevirdiği anda neyi kast ettiğini tam olarak anlamadım. Elinde tuttuğu kılıçla beraber olduğu yerde birkaç adım geriye doğru gitti. Ve ona sessizce bakan insanlara gülümseyerek baktı ve bu sefer konuşurken onlara hitaben konuştu.

 

"Antecessores nostri ante saecula vitam aeternam et exitium aeternum. Mors eos terrebat, sed vitam aeternam appetebant et eam appetebant. Ne species nostra exstinguatur. Et illi in saecula nisi sunt, et in fine hoc ritum facere volebant. Sed non primo prospere rem gestam. Tum, subito rite peragendum ritum curarunt et tandem immortalitatis ianuam invenerunt quam volebant. Quam ob rem hoc ritum singulis annis centum facimus, et animam Spiritui Calici offerimus ad vitandum sicut majores nostri exstinctionem. In forma rituali significat bonum et malum. Hoc modo, utramque vitam accipimus, utramque oblatione continuamus ostendere. Nunc autem peracto ultimo sacrificio, immortalitas nos expectabit. "

 

"Bundan asırlar öncesinde atalarımız yıllar önce sonsuz yaşam ve sonsuza dek yok oluşla karşı karşıya kalmış. Ölüm onları korkutmuş ama onlar sonsuz yaşamı arzulamış be bunun için çabalamış. Türümüz yok olup gitmesin diye. Ve onun için çabalamış sonunda istediklerini yapmak için bu ayini yapmışlar asırlardır. Ama ilk başlarda başarılı olamamışlar. Sonrasında bir anda ayini doğru yapmayı başarmışlar sonunda istedikleri ölümsüzlüğe açılan kapıyı bulmuşlar. İşte bizde yüz yılda bir bunun için bu ayini yapıyor, atalarımız gibi yok olmaktan kaçınmak için Ruh Kadehine bir ruh sunuyoruz. İyiliği ve kötülüğü sembol eden bir ayin şeklinde. İkisinide sunarak yaşamın her iki tarafını da kabul ettiğimizi gösterip duruyoruz bu sayede. Ve şimdi son kurbanı verdikten sonra bizi ölümsüzlük bekliyor olacak. "

 

Ölü Ruh adamın dediklerini çevirdiği anda hemen sonra ayini yapan adam birden elinde tuttuğu kılıçla beraber dizleri üstünde oturan adama doğru ilerledi. Elinde bulunan kılıcı adama sertçe saplamadan hemen önce bir şeyler söyledi dudaklarını kıpırdatarak. Sonrasında kılıcı ona sapladı ve adamın ölümünü gerçekleştirdi. Sonrasında yine parlayan kılıcın etrafından siyah dumanlar çıkarken kadehe doğru yol aldığını fark ettim.

 

Günahkar ruhun ölümüde bu şekilde mi oluyordu?

 

Bu bir katliamdan başka bir şey değildi. Benim gibi diğerleri de bu olaylara şokla bakmış ve sadece oldukları yerde durmuş olan bitene seyirci kalmıştılar. Victoria korkuyla bana doğru gelirken diğerleri yan yana gelmiş oldukları yerde olan biten hakkında münakaşa ediyordular.

 

"Emira —" dedi Victoria korkunun kapanına sıkışmış bir halde yanıma vardığı anda. Karşıma geçip irileşmiş gözleri üzerimde gezindi. "Ne oluyor? Neden bu kadar sakinsin? Bir şey neden yapmadın? O adamın ölümüne seyirci neden kaldın? Kadına ne yaptı bu adam ?" dedi üst üste sorularını soluk almadan söylerken.

 

"Önce bir sakin ol." dedim ve onu iki kolumun arasına alıp yüzlerimizi karşı karşıya getirip konuştum." Şu an bir şey yapamam neden diye soracak olursan eğer ayine mani olursak taş ortaya çıkmayacak. "der demez anında bakışları kadehe çevrildi.

 

" Evet aradığımız taş kadehin yüzeyinde. Ama şu an görmüyoruz. Açığa çıkacak ayin bitince ve birkaç saat içinde yok olacak sanırım. Ve biz o süre bitmeden onun olduğu yerden almak zorundayız. "dediğimde bunları nasıl bildiğimi sorguladı. Kendi içinde bunlara ulaşma yollarını kurguladı ama tam bir noktada tıkandı. Tıkandığı içinde cevabını bana bıraktı anlaması için ama şu an bunu uzun uzadıya anlatamazdım onun içinde şu an bunu erteledim ." Boş ver sen şimdi neyi nasıl öğrendiğimi. Sen ve diğerleri hemen bu kadeh genel olarak nerede bulunuyor nereye konulup muhafaza ediliyor onu bulmaya çalış. Çok dikkat edin çünkü belki bir büyüyle korunuyor ve bundan dolayı sakın kendinizi açık etmeyin. Kadehin yerini öğrenince sakın bir şeyler yapmayın tek başınıza. Öğrenince sadece ne yapacaksınız söyledim. Bulduğunuz gibi beni çağır çünkü taşı alır almaz açmış olduğum portaldan kuleye kendimizi göstermeden geri dönmemiz gerekecek. Ben gelene kadar bir bela çıkarmayın başımıza. Çünkü ben yeterince çıkarmış olacağım yanınıza geldiğim anda ." dediğimde onca dediğim şey arasından son cümleme odaklandı.

 

" Şimdilik sorularını cevaplamayacağım sonra sorarsın. Şimdi git ve bana o kadehin olduğu yeri bul ve bana haber ver. "dediğimde Victoria itiraz etmedi ve dediğimi yapmak için yanımdan hareket edip diğerlerinide alıp dışarıya doğru yöneldi. Onlar gittikten sonra kısa bir süre etrafımı izledim. Neresi daha uygun olur acaba? Ben bunları düşünürken kısa süredir sessiz kalan Ölü Ruh kendini açık etti.

 

" Sen çok tehlikelisin. "dediği sırada Ölü Ruh anında başımı eğip yüzümü gizleyerek sırıttım. Belki biraz ama bunlar yapacağım şeyi çoktan hak etti. Ama en çok bu yaşlı ihtiyar. Onun sonu daha acılı olacak. Çünkü bunu kendisi hak etti yaptıklarından dolayı.

 

" Neden? "dedim aptala yatıp. Ama yaptığım oyunu göremezden gelip bendeki şaşırdığı noktalara değinip onları anlatmaya başladı. Bense sadece onu dinledim. Çünkü bildiklerimi duyuyordum ondan.

 

" Nasıl bu kadar kısa sürede parçaları birleştirip olanı biteni kavrayıp anında plan yaptın hayret ettim doğrusu. O kıvrak zekanı küçümsemişim aslında göründüğünden daha ötesindesin değil mi? Kolye neden seni seçmiş şu an anladım. Diğer sahipleri senin gibi değildi olamazda. İşte şimdi eğlenmeye başladım. "dediğinde Ölü Ruh hayretler içinde düşündüğüm şeyler adına konuşunca sadece tehlikeli bir şekilde güldüm.

 

" Bekle asıl eğlenceli tarafı birazdan başlayacak. "demiş ve olduğum yerden ayrılıp kapıya doğru ilerlemiştim.

 

Ne mi yapacaktım? Burasını yerle bir edecektim. Bu krallık en büyük çöküşü yaşayacak bir daha da unutmayacaktı. Hepsini de bu saçma sapan olan ayin üzerinden yapacaktım.

 

Loading...
0%