Yeni Üyelik
50.
Bölüm

50-Fısıltılar ve Çığlıklar

@kumsallardagezen12

『Ölüm bakidir ama yaşam dar ve kısa sürelidir. 』

 

 

 

İsteklerimiz sırtımızdaki yüklerden ibarettir. O yükleri serbest bırakmak bizim elimizde. Ve o yükleri ileriye taşımakta onu geriye atmakta bizlerin elinde. Yükleri kabullenmek ve onunla yaşama devam etmekte bir karar onu kabul etmeyip ondan kurtulmak için çaba göstermekte bizim ellerimizde. İsteklerimiz bir yük gemisinde bulunan yolculardan oluşuyor. O yolcular özgürlüğüne kavuştukları anda yükümüz hafifliyor ve yeni denizlere yelkenler açıyoruz.

 

Yapmamamız gereken sadece olan bitenin farkında olmak. Bundan sonra her şey başlıyordu.

 

Olmayacak bir şeyi hayatımın her noktasında oldurmak istedim. Olmayacakmış ama ben oldurmak için uğraşmıştım. Zorlamış ve onu almak için elimden geleni yapmıştım. Ama istediğime ulaşamamıştım. Ve geriye doğru çekilerek, olanı kabul etmiştim.

 

Zor olmuştu. Yormuştu. Kabullenmek güç olmuştu. Kaybetmek koymuştu. Kavramak bir hayli üzmüştü. Geriye çekilip olanı izlemek bir hayli acımıştı. Aslında yaşam beni bazı avcıların izlerine çoktan alıştırmıştı. Ben aslında hep kendime zarar veren taraf değilmişim. Zararı geri püskürterek kendimi kollayanmışım.

 

Kıran onlardı, onaran bendim.

İnciten onlardı, iyileşen bendim .

Öldüren onlardı, yaşamaya çalışan bendim . Unutturan onlardı, hatırlayan bendim . Giden onlardı, kalan bendim .

 

Terkeden onlardı, terk edilen bendim.

Silen onlardı, yazan bendim. Yok eden onlardı, var etmek için çabalayan bendim. Savaş açan onlardı, savunma hattı oluşturan bendim. Saklayan onlardı açığa çıkaran bendim. Susan onlardı, çığlık çığlığa bağıran bendim. Kanatan onlardı, iyileştiren bendim. Yaralayan onlardı yara alan bendim. Hata yapan onlardı, hataları düzelten bendim.

 

Kırık ayna parçasında kendi yıkık hislerimi gördüm.

 

Kırık ayna parçasında kendi acılarımı gördüm.

 

Kırık ayna parçasında kendi ölümümü gördüm.

 

Kırık ayna parçasında kendi sonumu izledim.

 

Kırık ayna parçasında bana yapılan acımasızlıkları izledim.

 

Kırık ayna parçasında bana yönelik olan öldürme planlarını izledim.

 

Kırık ayna parçasında gözyaşı döktüğümü gördüm.

 

Çok acı çekmiş, çok yara almış, çok kanatılmış, çok darbe almıştım. En büyük olanı Ahrar 'dan gelmişti.

 

Kendi hayatım hiçbir zaman önceliğim olmamıştı ama onun için benim hayatım önem kazanmıştı. Öncelikleri her daim bendim. Öyle söylemişti. Peki doğru muydu? Keşke...

 

Ahrar benim en büyük muammamdı. Onun varlığı benim için düğümden ibaretti. Ve ben bu düğümü bir türlü ne çözebilmiştim ne de bu düğümden kurtulmuştum. Öylece etrafım bu düğümle sarmalanmış ve beni kendine tutsak etmişti. Zaman bir gölge silsileleriyle beni kuşatmış ve bir adım dahi atarken birden fazla sorunla bir araya gelmemi sağlamıştı.

 

Bense o sorunları halletmek için canla başla çaba sarf ediyordum. Bazılarını halletmiş bazılarını halletmeye çalışıyordum. Sonunda tüm sorunlardan arınarak burayı terk etmeyi düşünüyorum.

 

Önce burayı sonra zihnimi sonra anılarımı sonrada kendimi.

 

Kendimi büsbütün kaybetmek ve bir daha geriye dönememek istiyorum. Mazinin o silik izi dahi benimle gelmesin istiyorum gideceğim yere. Çünkü kalan yaşamımda dudaklarıma konan tebessümde bir acının küçük izleri bulunsun istemediğim için. Diğer türlü ne önemi olur bu yaptığım şeyin.

 

Gün aymış ve ben sakince terasa çıkmış bugünü burada geçirmek istemiştim. Bahar havası olduğu için şu an kulenin ön bahçesinde gülüşme sesleri, çocuk koşuşturmaca sesleri, onların şen kahkahaları ve o cıvıl cıvıl havanın verdiği o eşsiz huzuru hissediyor, duyuyor ve görüyordum. Hava güneşli olduğu için bugün kahvaltı dışarıda yapılıyordu. Süreyya hanım, Turul bey, Ahlas bey ve diğer herkes dışarıda bulunuyordu. Hepsi keyifli bir kahvaltı yapıyordu.

 

Bense sabaha doğru öğrenmiş olduklarım yüzünden doğru düzgün bir şey bile yiyememiştim. Öylece izliyorum. Dışarıda olan biteni, benimle alakalı her her şeyi izliyor, anlamaya çalışıyorum. Karmaşık bir labirent içerisinde yönümün nereye çıkacağını düşünüyor, çıkış için bir güvenli yol arayışı içindeydim. Yavaşça terasın geniş mermer kısmın geçip oturdum. Ve bacaklarımı uzatarak dışarıya daha yakından bakamaya başladım. Hava güneşliydi bundan ötürü kimse çıplak gözle yukarıya uzun bir süre bakamazdı. Bundan mütevellit beni burada kimse göremezdi.

 

"Yalnız küçük kuş." diye zihnimde bir ses duyunca anında bakışlarım titredi.

 

Kollarımı göğsümde kavuşturdum. Ve başımı omzuma doğru yatırdım.

 

"Hayrola ne oldu da buradasın? Yani zihnimde." dedim aramızdaki olan o bağ ile iletişim kurarken.

 

"Bir bakmak istedim küçük savunmasız kuşum ne halde diye. Hata mı ettim prenses?" dediği anda kaşlarım çatıldı.

 

"Öncelikle bana kuşum demesen sevinirim. İkinci olarak ne o sen tarafından özlendim de bunu meraka mı yordun?" dedim bilmişlikle. Bu söylemim tabii onu memnun etmedi. Ses tonuna yansıyan o aksi ve hoşnutsuz sesi duymam doğru düşündüğümü yansıttı.

 

"Sen ne çok bilmişsin öyle küçük kuş. Ama yanılıyorsun. Neden aşağıda değilde burada onları izliyorsun? Git ve keyfini çıkar sende havanın onlar gibi. Uzaktan izlemek sana bir şey kazandırmaz." diyince derin bir nefes aldım.

 

"Yalnız kalmak istiyorum." dedim usulca dilimden dökülen cümleyle.

 

"Neden peki? Canın sıkkın onu görebiliyorum. Canını sıkan şeyi merak ettim doğrusu. "diye sorusunu yanıtlamamı hemen isteyen bir istekle konuşunca bakışlarım buğulandı.

 

Dolup taşıyor gibi bir hisse kapılınca o anda hemen bakışlarımı başka tarafa çektim ve deri bir nefes alma ihtiyacıyla göğsüm derince şişti.

 

" İyi görmüyorum seni. Ne olduğunu anlat prenses."diyerek iyiden iyiye meraklanan Ölü Ruh 'a birkaç saniye cevap veremedim. Çünkü düşünceler benim direncimi yıkıp geçmek üzereydi.

 

Geniş mermer üzerindeyken bağdaş kurarak oturma pozisyonu alıp iyi olduğumu anlayınca hemen bakışlarımı sol tarafa çevirdim. Sanki oradaymış gibi boşluğa bakıp konuştum.

 

Ama bu sefer onunla olan konuşma bağı ile değil normal bir insanla konuşur gibi konuştum.

 

"Bir karmaşa içinde bulunuyorum. Dün bu karmaşayı bir nebze olsun kavradım." dedim dişlerim arasından kaçan nefes arasından.

 

"Ne karmaşası?" diye sorunca Ölü Ruh 'un bilmediğini anladım.

 

"Kolyenin asıl sahibi kim biliyor olmalısın. Yezra' nın öz anne ve babasının azılı bir düşmanı varmış. Bu onların tanıdığı biriymiş. İşte Yezra ölünce annesinin ölümünü ondan bilen bu adam yani Dani kolyeyi yok edemediği için bu sefer kolye sahiplerine zarar vermek istiyor. Şu an hedefinde ben varım. "dedi im kısaca üsten anlatırken.

 

" Dani... İsmi tanıdık. Ama sen ne alaka? Mesele seni neden bağlıyor? Sonuçta Yezra ve annesi öldü artık konu kapandı. "diyince herkesin vereceği tepkiyi de ondada görürken.

 

" Bilmiyorum. "dedim hâlâ bende Dani 'nin yaptığı şeyin ne denli saçma oluşunu düşünürken." Yezra' ya bir müddete kadar zarar verememiş ama sonrasında o fırsatı bulurken kolyenin varlığı onu engellemiş aslında yine de küçük çapta olsa bile ona hayatı zindan etmiş ama bu ona yetmemiş sanırım. Ne olduysa kolyeye kin gütmüş olmalı. Eh burada da devreye biz kolye sahipleri giriyoruz. Bizlere zarar vermeyi amaç edinmiş. Ve şu an benimle uğraşıyor. En hassas noktamdan beni avlamak istiyor. "diyerek susunca anında konuştu.

 

" Bunuda kardeşin üzerinden yapıyor olmalı. "diyince evet anlamında başımı sallayarak susmaya devam ettim.

 

" Peki ne yapmayı düşünüyorsun? "diye hemen sorunca tam olarak bende bilemediğim için sessiz kaldım.

 

" Prenses Dani bildiğim kadarıyla hiçte tekin bir ruh değil. Karanlık ruhlar arasında epey zalimlikleriyle tanınıyor. Ve bu hale gelmesi daha önceden yaptığı bir şeyden ötürü olmalı. Sana her koşulda zarar verecek şeyden kaçınmayacak kadar acımasız bir zihne sahip. Ondan kendini koruman lazım. En çokta zihnini. "diyince acıyla güldüm.

 

Tebessümü gördüğünü biliyorum ama neden güldün diye sormamıştı.

 

" Bunu biliyorum ama açığımı biliyor. Oradan vurmaya çalışıyor. Direnceğim ama benim önceliğim kendimi toparlamam. Ve hedefimi gerçekleştirmek. Buna engel teşkil edeceğini biliyorum. Ama onu t tanımıyorum bile. Nasıl kendimi ona karşı koruyabilirim ki?" diye savunmasız bir halde konuşunca o anda Ölü Ruh 'un sesi çok takımımda hissettim.

 

" Ah küçük kuşum. "diye konuşmasına başladığı anda sinirden sesli güldüm. He koşulda benimle uğraşıyordu. Bundan asla vazgeçmiyordu da." Dani seni tanıyor olabilir ama beni değil. Ne yapacağımı kimse kestirmez. Ve şu an küçük kuşumu rahatsız ediyor. Ona haddini bildirmem lazım. Kimse benim küçük kuşumu rahatsız edemez ben dışında." diye cümlesini tamamladığı anda bakışlarım minnetle ona baktı.

 

" Ama hâlâ küçük kuş demene izin vermiyorum! "diye çıkışınca sesli kahkaha atmıştı." Ve teşekkür ederim. "dediğim anda bir şey diyememiş olmasına takıldım.

 

Sonrasında zaten ortalıktan kayboldu. Kısa bir süre tamamen gittiğini anlayınca bakışlarımı bahçeye çevirdiğim anda aşağı tarafta çardakların olduğu tarafta bulunan Ahrar 'ın bana baktığını gördüm. Kuşku dolu bir hali vardı. Onu bu yüksekten bile net görebiliyorum. Neydi onu bu denli endişeye iten? Dünkü olay olmaz çünkü bunu kimseye Turul bey ve Süreyya hanım söylemezdi.

 

Acaba konuşma anıma mı tanık oldu? Kendi kendime konuştuğumu görmesi onu bu hale getirmiş olabilir. Gözlerimi kısıp onu inceleyip durduğum anda yavaşça olduğu yerden ilerlemeye başladığını fark ettim.

 

Neyse şu an ders saatiydi. Ve bir müddet yanıma gelip bu olanları sormazdı ama içten içe bütün gün gördüklerini düşünecek ve ne olduğunu anlamaya çalışacak. Umarım en sonunda deli olduğum düşüncesine varmazdı. Birde küstah lafı yerine kaçık sıfatını kabullenemezdim.

 

İyiden iyiye çıldırır tüm hıncımı çıkartırım bunu söyleyen kişi ve kişilerden hemde hiç acımadan.

 

Öğlene doğru terastan çıkmış ve alt katta bulunan dersliklere inmiştim. Hâlâ ders saatinin bitmesine az kaldığı için herkes şu an derste olmalıydı. Sessizce koridorda dolaşırken dersliklerden dışarıya gelen eğitmenlerin sesi, öğlencilerin kahkaha ve konuşmadı duyuluyordu. Birkaç adım uzağımda olan dersliğin kapısı hafif aralık duruyordu.

 

İçeride hangi eğitmen var diye bakacağım anda birden Ahrar 'ın sınıfın içinde gelip gitmesini görünce onun olduğu sınıfa denk geldiğimi fark ettim. Ahrar anlatırken çoğu zaman öğrencilere bazende boşluğa bakarak anlatırdı. Birkaç kere daha denk gelmiştim. Olduğu yerden yavaşça geriye doğru gidip arkasında olan masaya yaslandı ve kollarını göğsünde kavuşturup sınıfa yüksek bariton sesiyle soru sordu. Yan profilinden görebildiğim kadarıyla gayet sağlıklı ve dinç duruyordu.

 

Uykusunu almış olmalı. Çünkü ne zaman uyumazsa yavaşça yüzü soluyor ve yorgunluğu anında ona bakınca anlaşılıyordu. Her zaman ki gibi siyah rengin hükmü altında bulunuyordu. İri ve sıkı vücuduna giymiş olduğu gömlek tam oturmuş haldeydi. Bakışlarını ara sıra kısarak ortamı inceliyor, öğrencilerin ne yapıp yapmadığını kontrol ediyordu.

 

İlk soruya cevap veren olmadığı için ilk soruyu kendisi cevaplamıştı. İkinci sorusunu sorduğu anda sınıfta bir uğultu kopmuştu.

 

"Evet tehlikeli büyüler hakkında neler biliyorsunuz?" dediğinde bu soruyu sorar sormaz bir anda sınıftan bir kişi alaylı bir sesle konuşmuştu.

 

"Hocam tehlikeli büyüler hakkında pek bir bilgimiz yok ama tehlikeli bir prenses hakkında çok bilgimiz var." diyince içlerinde olan ve görmediğim bir erkek sesiyle sınıf anında coştu.

 

"Sessiz olun!" diye sert bir dille uyardığı anda Ahrar hepsi bir anda susunca bu tavrı ben dahil herkesi şaşırtmıştı.

 

"Hakkında konuştuğun sıradan biri değil. Bir prenses ve ondan bahsettiğin anda sözlerinin nereye gittiğine dikkat et. Ve o tehlikeli dediğin prenses sizi büyük bir belaya karşı korumuşken, onun bu yaptığına karşı bir nankörlükte bulunaman hiç doğru değil." diye açık bir dille onu uyarınca bu cümleleri kuracağını tahmin etmediğim için epeyce bir şaşırdım.

 

" Ben sadece şaka yapmak istedim hocam. "diye ağzında gevelemeye başladığı anda tüm sınıf sessizce Ahrar 'ın vereceği cevabı bekledi.

 

" Şakaların haddi aşacak yollara sapmasın bu senin yararına olur. "diye aksi bir sesle konuşunca Ahrar, bir daha o erkek sesi sınıfta konuşmadı.

 

Ben olduğum yerde durmuşken birden Ahrar olduğu yerden yavaşça arkaya doğru bedenini çevirip tahtanın olduğunu düşündüğüm yere doğru geleceği anda aralık kapıdan bakınca beni görmüştü. Hareket etmeyi bırakıp bana bakınca olduğum yerde yavaşça hareket ederek hızla geriye doğru gittim. Ahrar 'ı ardımdan kafası karışık bir şekilde bırakırken.

 

Merdivenlerden hızlı nefesler alıp verirken dikkatli adımlarla inmeye başladım. Böyle bir olaya tanık olacağımı düşünmemiştim. Zemin kata ulaşır ulaşmaz kendimi arka bahçeye çıkan koridora doğru yönlendirdim.

 

Arka bahçeye gelir gelmez birkaç metre uzağımda duran salıncağa doğru ilerledim. Adımlarımın sonunda salıncağa ulaşınca hemen sol taraftan salıncağın önüne geçip yavaşça oturup bir öne bir geriye doğru sallanmaya başladım.

 

Salıncakta sallanmak şimdiden iyi gelmişti. Zaten her daim iyi gelirdi. Burada olmak beni yeniliyordu. Ve bu yenilik bana güç katıyor, yeni fikirler üretmemi, sorunları burada düşünerek halletmemi sağlıyordu. Burası bana büyük bir enerji veriyordu.

 

"Yine buradasın. Bir sıkıntın olmalı." Bu cümleleri duyar duymaz anında başımı omzumdan geriye çevirdim.

 

"Dersin bitti mi?" dedim sorusunu es geçerek. O an da Ahrar yavaşça birkaç adımda sol tarafımdan uçuruma doğru ilerledi.

 

Bakışları uçurumun boşluğuna sabitlenmişti. Şimdi daha yakından onun sol profilini görebiliyorum.

 

"Derste söylenen şeyleri duymuş olmalısın." dedi bu sefer o benim sorumu es geçerken.

 

"Evet." dedim ve sallanmayı bıraktım. Ahrar tamda o anda bana doğru dönüp üsten bana bakmaya başladı.

 

"Kırılmadın umarım." diyince hayır dercesine başımı iki yana salladım.

 

"Alışığım ben burada hakkımda kötü ithamları duymaya." dediğim anda sözlerimde ciddi olup olmadığımı ve bunun beni gerçek anlamda rahatsız edip etmediğini anlamaya çalıştı. Bakışlarımda her ne görmüşse ikna olduğu için peki derecesine usulca başını salladı.

 

" O halde sormak istediğim bir şey var. Bugün çardakta bulunurken rastlantı sonucunda bakışlarımı terasın olduğu tarafa çevirdim ve seni gördüm. Sola doğru dönmüş ve konuşuyordun ama yakınında ne kadar bakarsam bakayım kimseyi göremedim. Yani yanlış anlama ama -"diye konuya girdiği anda ne diyeceğini bildiğim için devamını ben getirdim.

 

" Yanımda biri yoktu. "dediğim anda anında bunu söyleyeceğimi beklemediğinden şaşkınlıkla o çok sevdiğim lacivert gözleri irice açıldı. Ve o sert kemikli yüzünde ifadesi usulca gerildi. Bense bu haline içten içe güldüm. Çok şapşal duyuyordu. Ve onun her iki yanağından tutup sıkma isteği oluşturdu bende. Ahrar yavaşça dumura uğrayan ifadesinden soyutlanmaya başladığı anda daha ılımlı bir tonda konuşmaya başladı.

 

"Ama biriyle konuşuyordun?" dedi sorarcasına. Başımı evet anlamda salladım.

 

"Sormayacak mısın kiminle konuştuğumu?" diye soruyla karşılık verince birkaç an düşmüş olduğu boşluktan çıkamadı.

 

"Yaşadığın şaşkınlığı anlamadım. Ama iyi günümde olduğum için sana sorunun cevabını vereyim." dedim ama hiç iyi günümde değilim ve ona yalan söylemek zorunda kalacağım. Çünkü kimse Ölü Ruh 'u bilmemeli bir süre daha. "Bir zihin bağından bizimkilerle konuşuyorum. Bu basit bir iletişim aramızda. Sende ona denk gelmiş olmalısın. Genelde pek sesli konuşmam hatta bir harekette bile bulunmam ama o ara biraz hararetli bir konuşma geçtiği için anında sesli bir şekilde kendimi konuşurken buldum. Sende ona denk gelmiş olmalısın. Yani çok abartılacak bir şey değil. "diyerek kafasını karıştıran meseleyi açıkladığım anda yavaşça gerilen yüzü yavaşça bir rahatlama meydana geldi.

 

" Peki o halde bir dahaki sefere bu konuda dikkatli ol çünkü dışarıdan çok tuhaf duruyor. Kimsenin bir de küstah lafının yanına kaçık lafını eklenmesini istemiyorsan bunu kimseye yansıtma." dediğinde anında kafama takılan şeye odaklandım ve diğer dediklerini önemsemedim.

 

" Sen nasıl bunu biliyorsun? "diyince yarım ağız gülerken soruma cevap verdi.

 

" İzliyorum. Seni çok dikkat ederek izliyorum hemde her detayıyla. O an da sana kim küstah derse yüz ifadende herhangi bir şey belirmiyor ama gözlerinde ortalığı ayağa kaldıracak bir öfke beliriyor. Ve bundan çok rahatsız olduğun belli ama kimseye yansıtmak istemiyorsun ki seni buradan vurmasın. Ve kaçık lafını sevemediğini birkaç yerde kullandığım anda fark ettim. Zaten bir daha da kullanmamaya dikkat ettim. "diyince bu sefer şaşıran bendim. Bunu bildiğini ve bunu gizliden gizliye ört bas ederek rahatsız olduğumu bilerek kullanmamaya çalıştığını öğrenmek epey şaşırttı. Doğrusu bu kadar iyi gözlemleme yeteneği olduğunu fark etmemiştim.

 

" Sağ ol. "dedim kuru bir sesle. Bu cümlemden sonra yavaşça önemli değil dercesine başını iki yana salladı.

 

" Her ne kadar inanmak istemesende seni çok önemsiyorum Emira. Ve en ufak bir zararın bile sana ulaşmasını istemiyorum. Kendine iyi bak. Kendin ve benim için. Ve dikkatli ol bir sıktın olduğu anda bana gelmekten asla çekinme ve lütfen herhangi bir art niyet arayacağımı düşünme sana yardım ederken. Çünkü senin iyi olman benim nefes almam demek. Beni nefessiz bırakma. "dedikten sonra yanımdan hemen çekip gitti. Ahrar konuşmama izin bile vermeden.

 

Neden gittiğini biliyorum ters bir cevap almamak için. Ona kırıcı bir cümle kurmayayım diye. Niyetini bilmemi istedi. Bunu hemen söyleyip çekip gitmekle göstermek istedi. Çünkü kalsa kendimi biliyorum kesin bir iğnelemeyle ona cevap vereceğim. Bunu duymamak için apar topar söyleyeceği şeyi söylemiş ve hemen burayı terk etmekle bulmuştu çareyi. Peki hep böyle mi yapacaktı? Çünkü ne derse desin geçmişte yaptığını önüne hep serecektim.

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

 

Akşam yemeğine de katılmadan odamda zaman geçirmeye devam etmiştim. Saat çok geç olduğu bir vakitte anında yorgun bedenimi dinlendirmek için yatağıma geçip yatmıştım. Zihnim yorgundu. Düşüncelerim uyuşmuştu. Ruhum bir muallaktaydı.

 

Bağırış çağırışlar duyuyordu zihnim ama o kadar yorgundu ki zihnim bunları geriye öteledi ve kaldığı yerden uykunun o huzur bahşeden kollarına koştu. Yatakta sola döneceğim anda yeri ayağa kaldıracak o çığlığı tekrar duyunca yavaşça gözlerimi araladım zor bela. Ne olduğunu bilmiyorum anlamadan tekrar bir ses duydum. Ben o çığlığın gerçek olmadığını düşünürken birden gerçeğe uyandım.

 

Kulede aniden tekrar bir çığlık sesi yükselmişti. Öyleki öyle derinden gelen bir sesti ki kayıtsız kalmak çok zordu. Öyle bir çığlıktı ki aniden yataktan hızla kalkıp kapıya doğru koşar adımlarla ilerleyip kapıyı açar açamaz hemen sol tarafa dönüp görüş açıma gelen merdivenlere doğru ilerledim.

 

Çıplak ayaklarım zeminde süratle ilerlerken hızla basamakları hızla aşıp aşağı doğru ilerledim merdivenlerden. Hâlâ kim bu çığlığı atıyorsa devamlı sanki bir şey karşısına çıkıyorda onu görür görmez o çığlığı atmaya devam ediyor hali vardı. Ne oluyordu bu saate bu kulede? Neydi bu çığlığın sebebi? Uyku sersemi oluşumdan ötürü birkaç kere basamakları inerken düşme tehlikesi ile karşı karşıya kalmış son anda kendimi düşmekten kurtarmış, uyuşmuş zihnimi zor bela ayık hale getirmiştim.

 

Aşağıdan çoktan gürültünün kaynağı olduğu yerde kuledekilerin sesleri yukarıya kadar ulaşmıştı. Epey bir gürültünün kaynağı olan zemin kat buradaki kişilerin şaşkın nidalarıyla dolup taşmıştı. Öyleki gürültü artık kadının çığlığını bana ulaştıramaz hale getirmişti.

 

Kulenin en üst kısmında olduğum için en son olay yerine ben gelmiştim. Son basamağı inip sağ tarafta doğru ilerlemiştim. Seslerin kaynağı o taraftan geliyor, çoğu kişi o tarafa doğru ilerliyordu. Bende hemen insanların arasında zor bela geçerek kulenin ön tarafına doğru ilerledim, sesin geldiği yeri son anda fark etmiştim. Zemin katta bulunan benim odamın olduğu tarafta bulunuyordu kalabalık. Her ne olduysa odamın olduğu kısımda olmuş olmalı. Ben toplantı odasında olduğunu düşünmüşken. Yavaşça insanların seyrekleştiği alandan olayın olduğu tarafa doğru ilerledim.

 

"Ne oldu anlat?"

 

"Nasıl oldu?"

 

"Ne gördün?"

 

Sorular o anda havada uçuşup gitti. Hâlâ tam olarak önümdeki insanların varlığı yüzünden kim çığlık atmıştı ve ne oluyordu görmüş değildim. Hemen o kalabalıktan sıyrılıp olayın gerçekleştiği alanın olduğu yere doğru ilerledim. Sonunda istediğim yere ulaşınca bakışlarım titredi.

 

O sırada bakışlarım bir kızın etrafını saran topluluğu gördü ilk an. Bunlar ; Süreyya hanım, Ahlas bey ve Turul beyden başkası değildi. Hepsi kızın etrafını sarmalamış ve ona sorular soruyordu. Ama kız o kadar korkmuştu ki sorulan sorulara cevap bile vermiyordu.

 

Süreyya hanım sakin kalmaya çalışırken kızın konuşmasını isterken ben sadece etrafımdaki konuşmaları ve önümde olan manzaraya bakıp duruyordum. Kız ne yaşamışsa korkudan olduğu yerde zangır zangır titriyor, sakin kalmak için çabalayıp dursada bunu başaramıyordu. Bir his belirdi ve o hisse kapılarak bakışlarımı önümden çektim.

 

Aniden başımı sağa çevirdim ve bir şey gördüm. Beklemediğim bir şey. Kimsenin daha önce endişe yüzünden fark etmediği bir şey. İz tam kapının üstünde bulunuyordu.

 

Benim odamın kapısının üzerinde boydan boya bir yazı vardı. Yavaşça olduğum yerden harekete geçtim. Ve bu yazının yeni yazıldığı ve o yazının kanla yazıldığını kapıya doğru ilerlediğimde fark ettim. Hâlâ akmakta olan kan damlaları kapıdan süzüle süzüle aşağı doğru yol alıyordu. Daha dikkatli bakınca bu kanın renginin kırmızı değilde siyah olduğunu anladım. Ben kapıdaki yazıyı okurken daha çok idrak etmeye çalışırken korkan kız yeni yeni konuşmaya başlamıştı.

 

Kesik kesik konuşarak olan biteni anlatıyordu. Tam kapının önüne gelince herkesi her şeyi gerimde bırakmış, bir anda olduğum yerden soyutlandığımı hissetmiştim. Sesler boğuk boğuk geliyor, tam cümleleri duyamıyor anlayamıyordum.

 

Arkamda duran kalabalık hâlâ kızın söylediği şeylerle ilgilenirken ben bunu yapanın kim olduğunu anlamıştım. Biraz zor bir an olsada benim için bunu net bir şekilde kavramıştım. Süreyya hanım sorular sorarak kızın çığlık atma sebebini fark ettiği anda sesler kesilmiş ve bir anda o koca gürültü bir anda yok olmuştu. Herkes sonunda kapıda yazılanı fark etmiş olmalıydı.

 

Bunu yazan kimdi biliyor ve düşünüyordum.

 

Çünkü yazıda yazılan şey ban yönelik bir uyarıydı. Anlamını, içerdiği mesajı anlamıştım. Her ne kadar doğrudan söylemezsede uyarı bana yönelikti. Ve hiçte masumane bir içerik yoktu yazılan cümlede.

 

Kim tarafından mı? Karanlık ruhlardan Esila 'nın emriyle kardeşimi öldüren ruhlardan biri. Dani... Acıması olmayan zalim bir ruh yazmıştı bunu kapıya.

 

"Ölümün izlerini takip etmeye kalkma. Ölüm senin etrafında ve sen buna rağmen beni mi arıyorsun? Kaç benden çünkü şu an avım sensin. "

 

Beni küçümsemek için yazdığı cümlelere hissizce baktım. Verdiği o göz dağı sadece gözlerimi devirmemi sağladı. Kaç diyordu. Bilmiyordu ki bu zamana kadar kaçan değil kaçıran olduğumu. Beni çok hafife alıyordu.

 

Birkaç kere yaptığı girişim yüzünden kolay bir av olduğumu düşünüyorsa yanılıyor. Çünkü söz konusu itibarım ve sevdiğim kişiler olduğu anda gözüm hiçbir şey görmez. Sınırları yerle yeksan ederek her şeyi yakıp geçebilirim. Şu an bana yaptırmak istediği ya da yaptıracağı şey buydu. Dani daha henüz beni tanımıyordu. Bu kabahati ona çok kötü bir şeye maal olacaktı. Canına....

 

Sessizlik çok can sıkıcı bir hal almaya başladığı anda birkaç adım sesi duyuldu ardımdan. Gelen her kimdi biliyorum. Süreyya hanım. Arkamda durmuş yazılan yazıyı okuyordu daha yakından.

 

Herkesin şaşkın olduğunu yaydığı enerjilerinden anlayabilmek zor değildi.

 

"Zor bir gece oldu. Herkes yataklarına." diye gür bir ses tüm bu kalabalığı dağıtmak için konuştuğu anda ben sadece yazıya bakıyor, kimseyle göz teması kurmuyordum. Kalabalık istemeye istemeye dağılınca zemin katta belli başlı kişiler kaldı.

 

"Emira."diye bir ses duyunca hızla arkamı döndüm.

 

Donuk yüzüm, hiçbir duygu ifade etmeyen yüzüm onlara ne anlatıyordu bilmiyorum ama bu beni beklemedikleri barizdi. Korkmuş bir Emira mı bekliyordular? Ya da endişeli bir Emira mı? Zannetmiyorum onlar böyle bir Emira görmezdi. Neden mi? Çünkü kaybedecek bir şeyim yoktu. Çünkü bir daha kaybetmemek için durgun bir zihne, donuk bir ifadeye ve güçlü bir idareye sahip olmam lazımdı.

 

Ahlas beydi bana seslenen. "İyi misin?" diye sorunca yüzüm ne oldu dercesine bir ifadeyle şekillendi.

 

"Evet iyiyim neden sordunuz onu anlamadım?" dedim bakışlarımda yatan anlam vermeyen ifadeyle ona bakarken. Bilemezden geldim yazının benle bir ilgisi olduğunu .

 

"Yazılan yazı-" diye başladığı cümleyi yarıda kestim.

 

"Yazılan yazı kime yönelik muamma. Her kapıya yazılan yazıyı üzerime alınacak değilim. Ha bana yönelikse bile pek bir değişiklik olmaz yine. Neden mi?" dedim bir adım öne çıkıp derin bir nefes alıp verdikten sonra. Konuşurken bir sırrı deşifre etmemek için çabalayan bir kişi edasıyla konuştum. "Ahlas bey şunu asla unutmadım. Korkmuyorsan kaybedecek bir şeyin yoktur. Korkmuyorsan kaybetmezsin. Yazılan yazı birazdan silinip gider. Önemli olan bendeki etkisi. Pek bir etkisi de olmadı da. Olan uykuma oldu. Her ne istiyorsa keza benden istiyorsa tabii istediğini alamayacak ve bunun için üzülecek gibi ama bunu umursamıyorum. Sizinde dediğiniz gibi çok geç oldu. Yatmam lazım. İyi geceler."dedim ve arkamı dönüp hızla zemin katta bulunan merdivenlerin olduğu tarafa doğru ilerledim. 'Keza geceler iyi mi bundan sonraki günlerde göreceğiz. '

 

Odama geldiğimde hemen kapıyı kapattığım gibi sırtımı kapıya yasladım. Demek ki Dani kartları açık oynamaya başladı. Pekala benden de cevap gecikmeyecek. Bunu yakında anlayacak. Karşısında kolay bir lokma yok. Ben ne Yezra' ya benzerim ne de Aron 'a.

 

Canımı yakanın canını öyle bir yakarım ki bundan dolayı alacağım yarayı gram umursamam. Ve Dani hiç öyle kolay bir lokma olmadığımı bizzat görecek ve canı fena yanacak. Hem öncekilerin hemde kendi hesabımı kapatacağım onunla. Görecek kim av kim avcı.

 

Umuyorum ki gördüğü anda çok pişman olacaktır. Çünkü onunla ilgili çok güzel planlarım var. Ve şimdiden bunun heyecanıyla yanıp tutuşuyordum.

 

Ama öncelikle uykumu almalıyım çünkü çok uykusuzum. Ve onun gereksiz şovu yüzünden uykumdan oldum. Bunu hemen telafi etmeliyim. Hemde hemen.

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

Güne biraz geç uyanmıştım. Sabaha karşı olan olaydan dolayı geç uymuş ve uykumu alana kadar zihnim o uyku halinden geç ayrılmıştı. Uyanınca banyoya geçmiş kısa bir duş aldıktan sonra giysi odasında zümrüt yeşili renkte kısa kollu bir elbise giymiş, saçlarımı tepeden sıkı bir at kuyruğu yapmış, düz taban bir spor ayakkabı giymiştim. Yüzme hafif tonlarda makyaj yaptığım gibi aynada kendime kısaca bakıp herhangi bir eksiklik görmeyince odadan ayrılmıştım.

 

Öğlene doğru uyandığım için şu an çoktan herkes işinin başında olmalıydı. Basamakları inerken aklıma dün geceden beri takılan soruya bir türlü cevap verememiştim. Sabaha doğru zemin katta olan olaya rağmen Ahrar 'ın orada olmayışı aklımı kurcalamıştı. Neredeydi de o sese rağmen bizim olduğumuz alana gelmemişti?

 

Belki de kulede değildi? Neydi onu bu gürültülere rağmen kuleden uzak tutan şey? Kulede eğer dün gece bulunmuş buna rağmen gelmemişse önemli bir şeyle ilgileniyordu ki bu seslere kulak tıkamıştı ya da kulede bulunmuyordu.

 

Bu adam neyin peşindeydi?

 

Kuleden çıkmış Kara Orman'ın derinliklerine doğru giderken uzaktan gelen sesler kulağıma ilişti.

 

Fısıltıları andırıyordu. Yavaşça adım atmayı kesip sese odaklandım. İlk başta ses boğuk ve kesik kesik geliyordu ama sonradan daha dikkatli dinlemeye başladığım anda ses yavaşça netlik kazanıyordu.

 

"Geleceğim. Çok yakında çok yakında."

 

Bu sesi duyduğum anda yavaşça etrafımda daire oluşturacak şekilde dönmeye başladım. Kimdi? Bu ses kime aitti? Yavaşça döndüğüm anda etrafımda kuru ağaç hışırtı sesleri kulağıma dolmaya başladığı anda fısıltı yavaşça yok oldu. Bilinmezlik her daim ürkütücüydü.

 

Ama şimdi yeni yerler keşfeden korsanlar gibi heyecanla o bilinmezliği öğrenmek istiyordum.

 

Olduğum yerde tekrar ilerlemeye devam ettim. Moritanya Kalesi'nde almam gereken bir şey olduğu için oraya gidiyordum. Sessiz ve kasvetli ormanda ilerlerken birden hızla bir şeyin arkamdan geçip gitme sesini duyar duymaz anında tüm algılarım açıldı ve kulak kabarttım sese. Birkaç metre gerimde bulunan ağacın ardından ses gelmişti. Yavaşça arkamı dönüp baktığım anda ağaçlar dışında herhangi bir şey göremedim.

 

Ne yani beni bu yollarla mı korkutacaktı? Sabaha doğru yaptığı olaydan sonra şimdi de Kara Orman'ın sessizliği içerisinde saklambaç mı oynayacaktık? Bu an bana o klişe korku filmlerinde olan olayı hatırlattı. Bende hatırlatmak isterim ki korku filmi seven biriyim. Yani bana sökmez bu tür şeyler.

 

Olduğum yerden tekrar harekete geçip ilerlemeye devam ettim.

 

Birkaç adım sonrasında etrafımda sertçe eden rüzgar elbisemi uçuşturdu. Rüzgar sertçe esiyor, yapraklar hışırtılar çıkararak oradan oraya uçuşuyor, ağaç dalları bir aşağı bir yukarı doğru hareket edip duruyordu eden rüzgardan ötürü.

 

Donuk bir ifadeyle etrafımı izledim.

 

Tam o sırada rüzgarın getirdiği bir fısıltı kulağıma çalındı.

 

"Cesaret. En takdir ettiğim şeylerden biri ama sende bunu pek beğenemedim. Ürkek bit prenses görmek isterdim doğrusu."

 

Fısıltıyı işitince artık tamamen emin oldum bunu yapanın Dani olduğuna.

 

"Cesaretimin neler yapabileceğini yakında göreceksin. Korkak kelimesini duymamış gibi yapalım çünkü her şey olabilirim ama Dani korkak biri asla olmam. Kartlarımıda açık oynarım senin gibi arkadan gizli kapaklı işler çevirip kimseyi oyunuma dahil etmem ve kimseye zararım dokunmaz. Ama bu senin için geçerli değil. Malum sen oyunlarına hile karıştırmadan, en kolay yoldan halletmeden duramazsın. İşte seninde kusurun bu. Yazık. "dedim uzun cümlemi tamamlayıp öylece etrafa üsten bir bakış atıp ondan bit şey duymayı beklerken. Ama beklediğim olmayınca tekrar konuştum.

 

"Seni kalemde ağırlamak isterdim ama davetsiz misafir pek sevmem başka bir sefere haber verirsen senin için belki hazırlık yapar kalede seni ağırlarım." dedim canlı bir sesle. Olduğum yerde durmuş etrafa bıkkın bir ifadeyle bakıp duruyordum.

 

"Şimdi gitmem lazım. Sonra tekrar uğramak istersen böyle basit oyunlara girişmeden karşıma çıkmanı çok isterim. Malum sen beni gördün ama ben hâlâ seni göremedim. Kendini göstermek istemesen anlayış gösterir miyim bilmiyorum? O kadar çirkin misin ki kendini göstermiyorsun? "dedim ve olduğum yerde yavaşça harekete geçip ilerlemeye başladım.

 

Sonunda Kara Orman'ın tam ortasında bulunan Moritanya Kalesi görününce adımlarım temkinli ve kendinden emin bir şekilde ilerliyordu.



" Bu üsten bakışların ve kibirli halinin bir bedeli olacak."

Dani yapması gereken tek şey olan tehditkar cümlesini kurunca yavaşça dudaklarım iki yana doğru kıvrılıp küçük içten bir gülümsemeye dönüştü.

 

"Ah seni çok mu kızdırdım? Kusura bakma sen belki daha çok ürkek, senden korkan ve sana yalvaran tonda konuşan bir kişi bekliyor olmalıydın ama maalesef yapım gereği ben bu şekilde davranmam. Bende böyleyim ne yapacaksın maalesef." demiş ve alaylı bakışlarım arasında kaleye doğru ilerlemiştim.

 

Kaleden içeri girdikten sonra onun varlığı çoktan uzaklaşmış olmalı. Çünkü istese dahi bu kalenin içerisine sızamaz. Buna müsaade etmeyen bir şey vardı. O da Aron' un varlığı. Çünkü onun hâlâ varlığı bu kule etrafında bulunurken onu aşıp bu sınırları zorlayamazdı. Onun için en büyük engel kolyenin ikinci sahibinin varlığının verdiği Hurah gölge kalkanıydı.

 

Bu kalkan kolye sahibinin öldüğü yerde var olurdu. Aron 'da bu kulede öldüğüne göre kalkan da burada varlığını göstermişti. Dani birde Yezra' nın öldüğü yerde yanıma yaklaşamazdı. Bu iki yerde gayet güvendeyim. Kaleden içeri girince önüme çıkan merdivenlerden yukarı çıkmaya ve burada bulunan odama doğru gitmeye başladım.

 

Aron 'un ölümünden sonra buraya izin verdiğim kişiler dışında kimse girmezdi. Hiçbir kişi. Buna karanlık ruhlar, tüm var olan ruhlarda dahildi.

 

Bunu nasıl mı öğrendim? Dehliz sayesinde. Kaleye girmek istemişti ama girmemişti beni ziyarete gelmek istediği bir anda Taki ben kaleden ayrılıp ormandan dışarı çıkana kadar kale etrafında beklemiş, ben çıktıktan sonra bana olan biteni anlatmıştı. Tabii buna çok sevinmiştim. Bu burada güvende tutabileceğim şeyleri muhafaza edeceğim anlamına geliyordu. İsteğim olmadıkça buradan bir eşyayı izin verdiğim bir kişi gelipte götürmezdi.

 

Peki neden bu kalkan beni koruyordu? İşte bu benim içinde cevaplaması güç bir soruydu. Aklıma gelen tek neden kolyenin üçüncü sahibi oluşumdan ötürü olabilirdi. Ama belki de gerçek neden bu olmayabilirdi.

 

Buradaki odamda bulunan kitabı almak için buraya gelmiştim. Odada bulunan kitabı alıp hemen geldiğim hızda burayı terk etmeye hazırlanmıştım. Elimde bulunan kitap taşlar hakkında bilgi topladığım ve her edindiğim bilgiyi aktardığım kitaptı. Yeterince zaman kaybetmiştik.

 

Şimdi ikinci taşı almak için harekete geçmek lazımdı. Ve gideceğimiz ikinci yeri kararlaştırıp, bir toplantı yapıp, gideceğimiz yere gitmek için hazırlıklara başlamamız lazımdı. Çünkü yeterince başımda birden fazla bela oluşmaya başlamışken, onlar daha atağa geçmeden ben yapmam gereken ne varsa hemen onu yapıp kendimi bir adım ötesine taşımam lazım. Çünkü düşmanım bir değil iki.

 

Ve onlar acımasızca saldırıya geçerken ben eli boş durmamalıyım. Yoksa büyük bir darbe alacağım ve bu gerilememi sağlardı. Benimde şu an öyle bir niyetim yoktu. Olamazdı da.

 

Kuleye gitmektense kendimi gölün olduğu kısma yönlendirmiştim. Birazdan Victoria da burada olurdu. Burada değildi ve Asper krallığında olduğu için tüm her şeyi kaçırmıştı. Ona anlatmak içinde burada bir buluşma hazırlamıştım. O gelene kadar da üstten bir kitaba göz atıp, sonraki hedefi belirlemek istiyordum.

 

Bir taşı sonunda almış geriye yedi taş kalmıştı. Ve şimdi en kısa sürede diğer belirlemiş olduğum yerde bulunan taşı almak için bir plan yapıp ona göre hareket etmeliydik. Sayfaları çevirdiğim anda şu an gitmemiz için uygun olan krallığı bulmak istedim. Öyle bir anda orada olmalıyız ki başka uğraşları olduğu için bizim gelişimiz pek dikkat çekmemeli. O uğraşları yüzünden bizler en ufak hata bile yapsak bu öğrenilmemeli. Sayfaları çevirip gözden bilgileri geçirip duruyordum.

 

Şu an elediğim birkaç krallıkta herhangi bir kutlama, ayin veya düğün benzeri gibi bir şey yoktu.

 

Tekrar sayfayı çevirdiğim anda önüme Panah krallığı hakkında bilgiler çıktı. Hiç okumadan sayfayı çevirip diğer sayfaya geçeceğim anda birden bir ses çınladı zihnimde.

 

"Panah şehrinde şu an bir kutlama hazırlığı yapılmakta. Kral varisine tacını devredecek. " diyen sesi duyunca bakışlarım sayfa üzerinde gezinip durdu.

 

Kısaca uyarısını yapan Ölü Ruh 'a minnet besledim.

 

"Teşekkür ederim." diyince sadece bir homurtu duymuştum. Hah iyilik yapsa bile teşekkür beklemiyordu. Bu Ruh çok tuhaftı.

 

Ben kendi kendime düşünürken birden asım sesleri beni düşüncelerimden sıyrılıp gerçeğe uyandırdı. Victoria birkaç adım ötede olduğum tarafa doğru ilerliyordu. Bakışlarımın onu bulduğunu görür görmez adımlarını hızlandırdı.

 

Bana doğru gelirken konuşmayı da ihmal etmedi.

 

"Bir gün kuleden ayrı kalıyorum anında olaylar olaylar." dediğinde iki kollarını yana kaldırıp dayanamıyormuş gibi yaparken. Onun bu haline kısaca baktıktan sonra ellerimin arasında olan kitabı kapatıp hızla ait olduğu yere gitmesini sağladım.

 

"Büyük bir olay değildi. Çalışan kız korktuğu için biraz büyüdü olay." dedim durgun bir sesle.

 

"Eh hakkın var." dedi Victoria ve tam karşımdaki küçük kaya parçasının üzerine oturup konuşmasına devam etti. "Kız bizim gibi olaylardan olaylara koşmadığı için onda büyük bir şok etkisi yaratmış olmalı gördüğü şey. Onu suçlamamak lazım." diyerek hafiften atıfta bulununca yaşadıklarımıza haklısın dercesine baktım.

 

"Eh senden dinlemek lazım birde bu olayı." diyince Victoria 'ya kafam karışık bir halde baktım.

 

"Victoria neden böyle büyüklerin konuştuğu kelimelerle konuşuyorsun?" dedim çünkü geldiği andan beri sanki bir tiyatro oyununa sadık kalması gerekiyormuş gibi elinde olan senaryoda yazan sözleri okuyor gibi bir hali vardı.

 

"Ay yine mi!" dediği anda ne yine mi dercesine baktım. "Toplantıda bir kadın var o bu tarzda konuşuyor herkeste ona uyum sağlamak için onun kullandığı kelimeleri kullanıyor. Eh haliyle bende kullanıyorum herhangi bir uyarı almamak için. Alışınca biraz zor özüme dönüyorum." diyerek olanı anlatınca neden bu cümleleri kurduğunu anlamış oldum.

 

Victoria 'nın da işi zordu.

 

" Neyse konumuza dönelim o halde. İşte olayları biliyorsun. O uçuruma çeken kişi kim öğrenmiş oldum. Dani.."dedim yavaşça bakışlarımı boşluğa çekerken.

 

" Şimdi ne olacak? "dediğinde Victoria bir müddet sorusuna cevap bulamadım.

 

" Bilmiyorum ama şu an biraz bu konuyu geri plana atmam lazım. Çünkü şu an benim için önem arz eden şey ikinci taşa ulaşmak. "der demez Victoria karın ağrımın ne olduğunu anladı.

 

" O halde yer kesinleşsin direk gidiyoruz yani? "diyince yavaşça yerimden hareket edip güneş ışınlarının altında mavi gözlerimi kısarak ona baktım. Mavi hareleri merakla diyeceğim cevabı bekliyordu. Hızla kırpıp durduğu kirpikleri arasından.

 

" Belirlendi bile yer. "dedim nasıl bir tavır sergileyecek diye ona bakarken. Anında cevabı verince daha doğrusu beklemediği cevabı verince hafifçe yüzü kasıldı ve merak içerisinde hangi krallığa gideceğimizi ona söylememi bekledi.

 

" Hadi kalk! "diyip oturduğum yerden kalkıp onunda kalkmasını sağladım.

 

" Eee? Söylesene Emira nereye gideceğimizi? "dediğinde bu meraklı haline yandan bir bakış atıp yavaşça gölün çevresinden uzaklaşmaya başlayıp yürümeye devam ettim. Ben yürürken ardımdan meraklı bir kedi gibi gelmeye ve soru sormaya devam etti.

 

" Neden söylemiyorsun? Hadi ama merak ettim. "diye konuşup durduğu anda hiç istediğini ona vermedim.

 

" Diğerleriyle birlikte aynı anda öğrenirsin. "diyince anında bu tavrıma sinir olduğunu belirten bir ses daha doğrusu kısık sesle çığırınca dudaklarım iki yana kıvrıldı.

 

Onu sinir etmeyi seviyorum.

 

" Bilerek yapıyorsun biliyorum! "diye yüksek sesle ardımdan bağırınca hiç cevap verme lüksünde bulunmadan hemen sol tarafa doğru döner dönemez kulenin yüksek surları etrafında ilerleyip, kulenin ama giriş kapısına doğru ilerledim.

 

" Emira!! "diye ardımdan yüksek sesle daha doğrusu sinirle bağırınca kısık sesle kahkaha attım. Kapının önüne varınca kapının yanında duran iki muhafıza rağmen Victoria 'nın uzaktan gelen sinirle attığı çığlıklarına sesli bir şekilde güldüm.

 

Muhafızlarsa dün onca şeye rağmen hâlâ bu kadar keyifli oluşuma sadece şaşkınlıkla bakarak karşılık verdi. Ah insanlar üzerinde olan bu etkim beni ayrı bir mutlu ediyordu. Ne bekliyordular ağlamamı mı? Sanmıyorum! Ağlamaktan çok ağlatmayı tercih ederim. Ya da süründürerek acı çektirmeyi. Kimse ben istemedikçe beni ne küçük düşürebilir ne de ağlatabilir. Buna izin vermem. Vermemi de beklemesin!

 

O Dani ise şu an ona karşı bir atakta bulunmadığım için bana güçsüz biri olarak bakmasın. Sadece önceliğim taşlardan bir diğerini almak sonra onunda icabına bakacağım. O zaman kadar istediği kadar üzerime gelsin. Yapabildiğini yapsın çünkü sonrasında hiçbir girişimi yapamayacak hale gelecek.

 

Bahçeden içeri girdiğimde anında Victoria bana çoktan yetişmiş ama küskün bir tavırla yanımda ilerliyor, gönlünü almamı ister bir halle yakınımda yürüyerek kuleye doğru gidiyordu. Birkaç dakika hiçbir şekilde ona bir adım attığımı görmeyince daha çok kızarıp morarınca bu hali çok komik gelmişti. Daha kuleye varmadan sesli bir kahkaha atmış ve kahkahamın boş bahçede yankılanmasını sağlamıştım. Tekrardan kahkaha attığımı gören Victoria iyiden iyiye sinirlenmişti.

 

Bense onun bu haline daha çok gülmeye başladığım anda tam bana doğru atılacakken birden Victoria hızla yanından geçmekte olan çalışanlardan birine çarptığı anda onun elinde bulunan su ile dolu olan kovadaki su anısına onun üzerine döküldü. Victoria o an neye uğradığını anlamadı. Bense o anda sesli bir şekilde kahkahalar atarak gördüğüm şeye olan tepkimi koymuştum.

 

Tam dibinde duran kız korkuyla Victoria 'ya bakmış sonrasında korkusu kendini mahcupluğa bıraktığı anda özür dilemeye başlamıştı. Victoria yavaşça burnundan nefes alıp sabır dileye dileye kıza önemli değil demiş ve gitmesini istemişti. Kız anında aldığı emri yerine getirmiş ve hemen yanımızdan uzaklaşmak için girişimde bulunmadan önce tekrar özür dilemişti. Kızın özrünü tek elini kaldırıp çabucak gitmesini isteyen Victoria kesmişti yarıda. Kız anında susmuş ve benle Victoria 'yı baş başa bırakıp koşar adımlarla yanımızdan uzaklaşmıştı.

 

"Eğleniyor musun çok?" diye sorunca Victoria evet dercesine başımı aşağı yukarı salladım. "Ne güzel birimiz için güzel geçiyor gün." demiş ve sonrasında sinirle kuleye doğru ilerlemişti. Bende hemen onun ardından içeri girmiş ve sessizce yan yana yürümeye başlamıştık. Her yanımızdan geçen kişi Victoria 'ya şaşkın şaşkın bakıyor sonrasında bıyık altından gülüyordu. Tabii bunun farkına varınca Victoria anında öldürücü bakışlarını o kişiye çeviriyor ve onu bakışlarıyla susturuyordu.

 

Birkaç kişiye aynısını yaptıktan sonra sonunda Victoria' nın odasına varmış, kapıyı açıp içeri girmiştik. Victoria anında banyoya doğru ilerlerken ben kendimi odada bulunan tekli koltuğa atmış onun üzerini değiştirmesini beklemiştim.

 

Victoria üzerini değiştirene kadar bende bedenim küçültüp yere diktiğim bakışlarımla öylece düşüncelere dalıp gitmiştim. Zihnimde iki şey vardı. Taşı elde edebilmek ve Dani 'ye ulaşma ihtimalim. Taşı almak için elimden geldiğince acele etmem lazım ama Dani' ye ulaşmak için öncelikle birtakım önlem almam lazım. Çünkü onu tam anlamıyla tanımıyorum ve yapacakları hakkında bir bilgim olmalı ki ona göre bir adım atabileyim. Nerede yaşadığını bile bilmiyorum. Anında aklıma gelen fikirle anında yerimden doğrulup koşar adımlarla kapıya doğru ilerledim.

 

Çıkmadan hemen evvel Victoria 'ya Kara Orman'a gideceğim diye seslenmiş o daha konuşma fırsatı bulamamışken hemen kapıyı açtığım gibi odadan çıkmıştım.

 

Uzun geniş koridorda ilerlerken olabildiğince sakin ama bir o kadar da hızlı adımlarla ilerliyordum. Sonunda koridorun sonunda olan merdivenleri görünce adımlarımı hızlandırdım. Hızla basamakları inerek aklımdan geçeni gerçekleştirmek istiyordum. Bana bu konunda en büyük yardımı olacak kişiyle iletişime geçecektim.

 

Zemin kata ulaşınca kimseyi görmeyince hızla koşarak koridorda ilerlemeye başladım. Yemekhanenin önünden geçip sol tarafa doğru yöneldiğim gibi çalışanların kullandığı kapıdan geçip kulenin arka tarafına ulaştım. Bu kapıyı kullanmamın nedeni arka bahçede Süreyya hanım ve Ahlas beyin enerjilerini hissetmemdi.

 

Çalışanların kullandığı kapı direk Kara Orman'a çıkan kapıya ulaştığı için benim işimi kolaylaştıracaktı. Ama kapıdan kule dışına çıkarken dikkat etmem lazımdı beni görmemeleri için. Bahçeye vardığımda yavaşça sağ tarafımı kolaçan edince Süreyya hanım ve Ahlas beyin hararetli bir konuşma içinde olduklarını anladım. Onlar kendi işlerine dalmışken uzaktan muhafıza emir verdim kapıyı açması için. Anında dediğimi yapıp kapıyı açtı. Ama hâlâ her türlü beni görme ihtimalleri vardı.

 

İşte tam o sırada ardımdan gelen üç çalışan kulenin arkasında bulunan kasabaya doğru gittiğini görünce hemen onların arasında bedenimi sakladım. Beni yanlarında gördükleri anda şaşırdılar ama işaret parmağımı dudağımla örtüp sus işareti yapınca hepsi bana ayak uydurmak zorunda kaldılar. Onlarla beraber kuleden dışarı çıkınca gitmek istediğim yöne doğru giderken kısık sesle onlara minnettar olduğumu bildirdim. Kızlar kendi yoluna giderken bende patikadan ormana doğru giden yolda yürümeye başladım.

 

Bakalım bu Dani tam olarak kim? Kara Orman'ın sınırlarına ulaşınca hemen içeriye hızlı adımlarla geçip gitmem gereken yöne doğru ilerledim. Dehliz' den bir şey istemek için onu buraya çağırmıştım. Kara Orman' ın tam ortasına. Çünkü bana bu konuda kuralsız şartsız destek olacağını biliyordum. Ondan isteyeceğim şeyi benim için anında yapacağınıda biliyorum. Bu konuda ona itimadım tam. Çünkü beni yarı yolda bırakmayacak bir Dehliz güvendiklerim arasında. Ben kendi kendime düşünürken zaman su gibi akıp geçiyordu.

 

Dehliz birkaç saniye sonra gelmişti. Tam karşımda durmuş bana bakıyordu. Yaydığı enerjiden endişeli halini hissetmiştim.

 

"Emira acil bir şey mi oldu?" diyince Dehliz hayır anlamında başımı iki yana salladım. Merak edip neden onu buraya çağırdığımı öğrenmek istiyordu haliyle. Gecikmeden ona istediğini verdim.

 

"Senden o karanlık ruhu bulmanı istiyorum ve bana onun yerini söylemeni." diyince o an bunu yapıp yapmamak konusunda kararsız olsamda doğru bir şey olduğunu kendime tekrar tekrar söyledim. Onu bulmak ve ona onun anlayacağı dilden konuşmak istiyordum.

 

"Kimi bulmalıyım?" dedi Dehliz anlamayarak. Eh birkaç olay oldu ve o sanırım hiçbir şeyden haberi yok. Ya gündeminde başka bir şey olduğu için geriye ötelenmiş olabilirim bu gayet normal.

 

"Kardeşimin ölümü için maşa olan karanlık ruhu." dedim ve bir adım öne çıkıp nefretle onun ismini zikrettim. "Dani... Bana onu bul Dehliz." diyince Dehliz bir müddet sessiz kaldı. Onun bu sessizliği kafamı karıştırdı.

 

"Sen bu bilgiyi nasıl öğrendin?" diyince Dehliz her şeyi bilip bilmediği düşüncesi bir anda belirdi.

 

"Sen onun yaptığını biliyor muydun?" diye sorunca sessiz kaldı. Bu bildiği anlamına geliyordu.

 

"Sana bunun için kızacak değilim. Zaten o bir aracı. Benim meselem Esila 'yla. O sadece burada bir köprü. Ama sonradan kendini ön plana atacak faaliyette bulunduğu için onu da intikam planıma dahil ettim. Yani kendi belasını kendi istedi." dedim tüm gerçeklerle.

 

" Peki sen nasıl istersen. Ama bilmeni isterim ki amacım saklamak değildi sadece o başka bir meseleydi. Bunu yapan asıl fail Esila 'ydı. Yoksa senden saklamak gibi bir niyetim yoktu. "dediğinde Dehliz hiç bir kırgınlık belirtisi olmadan konuştum.

 

" Seni tanıyorum Dehliz. Kendini açıklamanın bir gereği yok. Bende zaten o kendini göstermese onu merak etmiş değildim ama son zamanlarda çok karşıma çıktığı için onu merak ettim. Benim için onun nerede olduğunu, ne yaptığını, ne güce sahip olduğunu öğrenmeni istiyorum. Şu an zaten bizi bizden başka kimse duymuyor. İyi bir kalkanla şu anı koruyorum. Yani bu ana benim iznim olmadan kimse ulaşamaz. "diyerek akıllarda olabilecek her soruya açıklık getirdim.

 

" Peki istediğin şeyi yapacağım ama bana biraz mühret vermen lazım."diyince anlayışla kafamı salladım.

 

" Sorun değil zaten bende o sırada taşı aramak için bizimkilerle Panah krallığına gideceğiz. "dediğimde kafasını tamam anlamında salladı. Sonrasında Dehliz 'le biraz sohbet ettikten sonra yanımdan çekip girmişti. O gittikten sonra bende anında geri dönüp kuleye doğru gittim.

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

Fısıltılar... Çığlıkları bile bastıracak kadar güçlü olan fısıltılar. Sessizliği kasvete boğan fısıltılar. Boğuk ama ürkütücü bir enerji yayıyordu. Soğukluk hissediyorum. Öyle ki tenim buz kütlesi üzerindeymiş hissiyle sarmalanmıştı. Yorgun hissediyorum kendimi. Sanki üzerimde koca bir ağırlık var gibiydi. Parmaklarım karıncalanıyor, sıcak bir hisle karşı kalmak istiyordu.

 

Zihnimdeki tek ses nefes alışlarımın yarattığı sesten başka sese yer yoktu. Çatırdamalar duyuyordum. Sanki bir buz kütlesi üzerinde bulunuyordumda ses oradan geliyordu. Uyanmak ve etrafımda ne olduğunu kavramak istiyorum. Bunun için kendimi zorlayıp duruyordum.

 

Zihnimde sertçe uyan diye bağırıyor, bir an önce bulunduğum yerin neresi olduğunu fark etmesini emrediyordum. Sonra ne oldu bilmiyorum ama birden göz kapaklarımdaki ağırlık, zihnimdeki uyuşukluk, bedenimdeki ağırlık bir anda yok oldu. Ruhumla birlikte her şey hafifledi. Ve ben bu rahatlamayla birlikte gerçeğe daha doğrusu görmem istenilen şeye uyandım.

 

Nerde miyim? Buzla kaplı olan bir yemek salonunda. Her yer soğuk her yer buz. Bense buzun üzerinde uzanıyor vaziyette bulunuyordum. Tenim bunun için soğuk, ruhum bunun için ürperiyordu. Yavaşça pürüzsüz yüzeye avuç içimi bastırıp yavaşça olduğum yerden doğrulamaya çalıştım.

 

Ama o anda bir şey fark ettim. Üzerimde buzla aynı renge sahip elbise vardı. Beyaz saten elbise upuzundu. Bazen üzerimde beyaz elbise olurdu bu tür yaşadığım şeylerde ama bu sefer bir farklılık vardı. Elbise değildi aslında üzerimde olan beyaz bir gelinlik. Başımda sade bir duvak ayak ucuma kadar uzanıyordu.

 

Neden bunlar üzerimdeydi? Yavaşça dizlerimi buz zemine yaslayıp yukarı doğru doğrulup elbiseye dikkat ederek ayağa kalktım. Sonrasında üzerimde olan elbiseyi incelemek istedim ve tam o sırada birkaç metre uzağımda saydam bir buz kütlesinde yansımamı gördüm.

 

Ve dikkatle kendime baktım. Duvağın kenarları dantel işlemeye sahipti. Dantel figürleri dışında duvak sadeydi. Elbise ise c yaka hafif bir dekolteye sahipti. Belime sımsıkı oturmuş elbisenin bel kısmından aşağı inen etek hafif kabarık bir formdaydı. Üzerimde bulunan saten gelinlik ve duvağa kısa bir süre baktıktan sonra yüzüme kaydı bakışlarım.

 

Kusursuz yüzüm gayet sağlıklı duruyordu. Parıl parıl mavi harelerim ön plandaydı. Kiraz kırmızısı dudaklarım, mermer rengi cildime kısa bir süre baktıktan sonra yavaşça bakışlarımı etrafa çevirdim. Sessiz ve soğuktu etraf. Kimse yok gibiydi. Olduğum yer bomboş bir halde bulunuyordu. Yemek salonu olduğunu anlamamı sağlayan biraz ötede bulunan yemek servisinde kullanılan aletlerin yerde bulunmasından dolayıydı. Sanki burası boş değilde boşaltılmış gibi bir hali vardı.

 

Yavaşça adım atıp başka yerlere bakma düşüncesiyle hareket edeceğim anda birden adım atmamla ayak tabanımım üşümesini hissedince ayaklarıma çevirdim bakışlarımı. Daha önce duvağa bastığım için yerin soğukluğunu hissetmiştim. Ama duvak ayağımın altından çekildiği anda buz zeminin soğukluğuyla karşı karşıya kalmıştım.

 

Sahi ben neredeydim? Burası neresiydi?

 

Olduğum yerde ayak tabanlarım üşüye üşüye ilerlemeye devam ettim. Çünkü merakım nerede olduğumu bir an önce anlamak ve görmek istiyordu. Yavaşça yemek salonunun kapısına ulaşmış ve sonrasında koridora çıkmıştım. Geniş ve uzun buzlarla sarılı olan koridora kısa bir bakış atıp yavaşça koridora ayak bastım. Bakalım yine nereye sürüklenmiştim.

 

Uzun ve geniş koridorun sonunda önüme çıkan aşağı ve yukarı çıkan merdivenlere kısa bir göz attıktan sonra yavaşça yukarı çıkan basamaklardan ilerlemeye başladım. Sonrasında yukarıda işim bittikten sonra aşağı iner orada ne olduğuna bakardım.

 

Birkaç kat daha çıktıktan sonra hislerimin sürüklediği alana doğru ilerledim. Bulunduğum katta herhangi bir kapı bulunmuyordu. Bir sürü geniş ve kocaman heykelin bulunduğu bir alana gelmiştim. Her heykel bir beyaz örtüyle kapatılmış halde bulunuyordu. Tek bir heykel hariç.

 

Tam çaprazımda bulunan ve bulunduğum düzlük alanın sonunda bir dikdörtgen şekilde olan bir alanın tam üstüne konulmuştu bu heykel. Heykele dikkatle yaklaştığım her an daha net görmeye başladım heykeli. Orta yaşlarda olan bir adamdı bu. Uzun, iri yarı bir hali vardı. Keskin bakışları olan bu adam dikkat ederek bakıldığı anda bir kral olduğu anlaşılıyordu.

 

Yavaşça heykelin dibine doğru yaklaştığım anda yavaşça sağ elim heykele dokunduğu anda birden bedenim bir darbe almışçasına olduğu yerden soyutlandığını hissettim. Sonrası bir boşluğa çekilme anıydı.

 

"Çok güzel."

 

"Çok tatlı."

 

"Ne denli uslu."

 

Sesler duyuyordum. Ya da dur konuşma sesleri hemde tam dibimde. Yavaşça gözlerimi araladım ve karşımda bana doğru eğilmiş iki kadın gördüm. Bakışlarım kısıldı ve bu kadınlar kim diye anlamaya çalıştım. Kimdiler ve yanımda ne arıyordular?

 

Birden bir bebek ağlaması duyunca tam yakınımda anında bakışlarım sesin geldiği tarafa çevrildi.

 

"Ah uyandı. Acıkmış olmalı."diye tepemde duran kadın konuşunca onun baktığı tarafa doğru yönelince aradığım şeyi bulmuş oldum. Ama görür görmez anında nefes alamadım. Tam kucağımda bir küçük bir bebek ağlıyor vaziyetteydi. Bu bebekte kimindi?

 

" Hadi kraliçe onu emzirin. "diye tutturunca kadın ona aval aval baktım.

 

" Ben mi? "diye şaşkın şaşkın sorunca kadın iki yana kıvrılmış dudakları arasında kuru bir evet demiş ve benden bir atak beklemişti.

 

Bense kucağımda ağlayan bebeğe şaşkınlıkla bakıyordum.

 

" Hadi ama bakın daha fazla durmaz açlığa. "diye ısrar etmeye devam edince kadın anında korkuyla bedenimi geriye çektim.

 

" Bu benim değil. "diyince kadın bir anda o yumuşak ifadesinden sıyrılıp bana anlamayan ifadeyle bakmaya başladı.

 

" Bu sizin bebeğiniz Kraliçe Feral. "diyerek beni gerçeğe uyandırmak istedi. Bense başımı iki yana salladım. Ben sizin kraliçeniz değilim diye yüksek sesle konuştum. Kendimi kaybetmiş bir halde elimde duran bebeği ona uzattım." Al bunu bu bana ait değil. "dedim ve bebeği kucağımdan almasını sağladım. Kadın şaşkın bir yandan da garip garip bana bakarken bebeği kucağımdan alıp birkaç adım geriye gitti.

 

" Ben Kral Yevtal 'e haber vereyim. "diyince olduğum yerde bakışlarımı etrafa çevirip ne ara heykelin önünden buraya geldiğimi anlamaya çalıştım.

 

" Burası neresi? Neredeyim ben? Sisler de kimsiniz? "diye üst üste sorular sormaya başladığım anda içeride olan iki kadın şu an sorduğum sorulardan ötürü bana deli muamelesi yapmaya başlamıştılar.

 

" Kraliçem iyi olduğunuz konusunda şüphelerim var. İsterseniz siz dinlenin ben Kral gelene kadar sizin başınızda durayım. Yorgun olmalısın-" sözünden sonra birden gözlerim kapanmaya başladı. Bilincim bir boşluk içerisinde sıkışıp kaldı.

 

Hafifledim o an sanki ama bu çok uzun sürecek gibi değildi. Öyle de oldu zaten. Beni boşluktan çekip alan bir adım sesi oldu.

 

" Öyle masum ki kıyamıyor insan bunu yapmaya." diyordu bir adam hem konuşup hemde etrafımda dolanıp dururken.

 

Bense o anda bir anda vücudumu ele geçiren korkuyla gözlerimi açıp yine nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Ve bir anda bakışlarım tavanla karşı karşıya geldiği anda hemen olduğum yerden hızla doğrulup tam önümde elinde hançer olan adama baktım.

 

"Sen -" dedim ama nefes alamadığım için sesim çıkmadı. Çünkü etrafımda birden fazla kadın bulunuyordu. İşin garip tarafı hepsi aynı kıyafetler içinde durmuş öylece bakıyordu. Ve bende onların giymiş olduğu kıyafetlerden gitmiştim. Bulunduğum ortam loş bir ortamdı. Meşalelerden gelen cılız ışıkla etraf aydınlığa kavuşuyordu.

 

Ben neyin içerisinde bulunuyordu?

 

"Korkma." diye bir kelime dökülünce adamın ağzından anında bakışlarım onu buldu.

 

Elindeki parlak hançerin ucunda bulunan bir damla kan dikkatimi çekti. Bir elini kaldırmış ve bana doğru uzamıştı. Daha dikkatli baktığım anda sol avcunun kanadığını ve akan kanın yere damladığını gördüm. Avcunu mu kesmişti? Peki neden? Etrafımda bulunan kadınlar hareket dahi etmiyordu. Canlı mıydı hepsi? Yavaşça geriye doğru sendelendim.

 

"Sen ne yapmaya çalışıyorsun?" diye yarı korku yarı anlamaya çalışır bir sesle konuştum. Benim sorum dudaklarımdan dökülüp ona ulaşınca yavaşça olduğu yerde bana doğru adım atınca anında iki adım geriye doğru çekildim. "Yaklaşma!" diye hiddettle bağırdım. Ben bağırınca anında adım atmayı kesip gözlerini bana dikip hal ve hareketlerimi dikkatlice incelemeye başladı.

 

Etrafımdaki kadınlar sayıca çoktu. Bir robot misali öylece oldukları yerde durmuş sanki şu karşımda bulunan adamdan komut bekleyen bir halleri vardı.

 

"Neyi amaçlıyorsun sen? Bu kadınlar kim?" diye sordum bakışlarımı ona dikip vereceği cevabı beklerken.

 

"Sevdiğim kadınlar." diyince bir darbe yemiş gibi oldum.

 

"Nasıl yani?" dedim ve yavaşça yakınımda olan kadınları inceledim. "Hepsi mi?" dedim hâlâ kadınları incelerken.

 

"Evet." diye bir ses duyunca anında bakışlarım jet hızıyla ona döndü.

 

"Neden böyleler?" dedim anlamadığım bu hallerini öğrenmek için.

 

"Duygularını aldım onlardan." diyince ne demek istediğini anlamadım.

 

"Nasıl?" dedim korkunun o anda ruhuma sızarak nefesimi kesip, kalbimin duracak kadar hızla atmasını sağladığı anda.

 

"Bana ait olanı onlardan alarak." diye konuşur konuşmaz anında adamın elinde tuttuğu hançeri buldu gözlerim.

 

"Kalplerini mi alıyorsun?" dedim dehşetin göğsümü yararak, acı çektirmeye başladığı anda. Sesler yavaşça uğultu hale geldiği anda ben o an buz kestim ve hareket bile edemedim. "Ama neden? Neden onlara bunu yapıyorsun?" diye sorarken buldum kendimi. O ise o anda yavaşça rahatsız edici bir gülümsemeyle bana baktı.

 

"Çünkü itaatkar bir muhafız grubu istediğim için. Koşulsuz şartsız bana itimat edecekler. Ne istersem yapacaklar. Karşı gelmek yok. İsyan yok. Bir kral daha ne ister ki? Sen söyle." diye pişkin bir üslupla konuşunca o anda o elinde tuttuğu hançeri ona saplamak istedim.

 

" Sen bir katilsin. Sen iğrenç bir yaratıksın. Sana insan bile demek istemiyorum. "diye sinirli sesle konuşunca sadece bu halime kahkaha attı.

 

" Yapma ama beni üzüyorsun bu sözlerinle. Ben senin ve benim iyiliğimi düşünüyorum. "diye birde bu yaptığı şeye kılıf bulunca olduğum yerde cinnet geçirdim.

 

Asıl işin garip tarafı burada olmamın bir sebebi olmalıydı. Burada ben olarak bulunuyordum. Bana doğru adım atmaya kalkıştığı anda hızla arkaya doğru geri geri gitmeye başladım. Geriye doğru gittiğimi görünce kaşları çatıldı ve yavaşça sinirlenmeye başlamıştı.

 

" Yorma beni güzel kraliçem ve gelip bana kalbini teslim et." diye çok normal bir şey istiyormuş gibi konuştuğu anda etrafıma bakıp nereye gidebilirim diye düşündüm.

 

Ama sanki burası kapısız bir yerdi. Kaçmak için herhangi bir geçit bile bulamadım.

 

"Buradan çıkamazsın. Burası normal bir yer değil." diye ne yapmaya çalıştığımı anladığı anda gözlerim bir ona değiyor bir de ondan kaçabildiğim kadar uzağa gitmek için alan arıyordum.

 

Yavaşça arkama dönüp hızla ayakta dikilen kadınların arasından koşarak en uç noktaya kadar ilerledim. Onunda ardımdan duyduğum adım sesleri geldiğini duyunca yanından geçerken gördüğüm bir içinde çiçek olan vazoyu hızla aldığım gibi onun geldiği tarafa atıp hiç ara vermeden koşturmaya devam ettim. Vazonun çarpma sesinden sonra kırılma sesi kulağıma ulaştı. Sonrasında yüksek bir acı nidası.

 

Sandığım gibi ona değmiş olmalıydı.

 

Hızla kadınların arasından geçip bir köşede bulunan kocaman bir çiçeğin arkasında olan yere saklanıp ona bakmaya başladım nerede diye.

 

Biraz ötede bacağını tutuyordu. Ah ne güzel istediğim yere gelmesede bir şekilde acı çektirmiş olmama sevindim.

 

"Seni lanet kadın! Bu yaptığının bir bedeli olacak!" diye konuşup durduğu anda elim boynuma gitti ama parmaklarım istediğim şeye ulaşamadı. Eh burada normal bir kişi olarak mücadele vermem lazımdı. Bununda üstesinden gelirim elbet.

 

O kadar kolay bir yem değildim.

 

Olduğu yerden yavaşça hareket etmeye kalkıştığı anda hemen olduğum yerde yavaşça eğilip beni fark etmesini engelledim.

 

"Nereye kadar saklanabilirsin ki? Kimse benden kaçamadı sende kalamayacaksın. Ama yaptığının bir bedeli var onu ödemden kalbini alamayacağım güzel Kraliçe." diye yüksek sesle konuşunca yavaşça etrafıma daha dikkatli bakıp onu etkisiz hale getireceğim bir şey aradım. Ve buldum da. Biraz ileride bir sopa vardı. Arkasından dolanıp o sopayı aldığım gibi hemen onun kafasına vurup onu bayıltırım. Sonrasında burasına çıkmak için bir şeyler yapardım. Yavaşça ona gözükmeden çiçeğin sağ tarafından sopanın olduğu tarafa doğru ilerledim.

 

Yavaşça yerimden ayrılıp sopanın olduğu tarafa ulaşmak için kadınların arkasından yavaşça eğilerek ilerlemeye kendimi ona göstermemek için ses çıkarmadan parmak uçlarımın üstünde ilerlemeye başladım.

 

Sopanın yanına yaklaştığım anda tam elimle onu kavrayacakken birden omzumda iki el hissettim. Anında korkuyla çığlık atarken birden iki kolumdan sertçe tutulup ayağa kaldırıldım. Kollarımı bu sıkı tutuştan kurtarmaya çalıştım ama başaramadım. İki kadın ruhsuz bakışlarla kollarımdan tutup beni olduğum yerden çekiştire çekiştire o adamın bulunduğu tarafa doğru götürüyor, her ne kadar karşı koysamda başarılı olamıyordum onların güçlerine karşı.

 

"Bırakın beni!" diye sertçe bağırdım. Ama ikisi de beni dinlemiyor, aldıkları emri yerine getirmek için beni süratle gitmem gereken yere doğru götürmek için çabalayıp duruyordular.

 

"Ah onların sadece benden emir aldıklarını unuttum söylemeyi. Yani ne kadar konuşsan nafile. Eh sana demiştim itaatkar gruptan kastım buydu. Koşulsuz şartsız bana itaat edip sözümden dışarı çıkmıyorlar. Nasıl büyüleyici değil mi?" diye karşısına geçip durduğum anda bana karşı keyifle söylediği sözleri duymazdan geldim.

 

" Birde bu iğrençliğine iltifat mı bekliyorsun? Ne acınası senin için bir övgü alma içerisinde bulunman! "diye kınayan ama bir o kadar da küçümseyen bir üslupla konuşunca anında yüzü düştü ve sinirli bir nefes alıp verdi.

 

" Bu dik başlılığın biraz sonra yok olacak. "diyince gözlerimi kısıp ona üsten üsten bakıp onu kınadım.

 

" Cık cık cık. "dedim ve yavaşça dudaklarıma yerleşen o iğrelti duran gülümsemeyle ona baktım." Bende hisler yok olacak diyorsun da ya zihnim. Sence bunu unutur muyum? Ya da şunu söylemek istiyorum sence ben kimim? Bir anda arkanda belirip seni ummadığın anda etkisiz hale getirebilirim veya hiç beklemediğin bir anda bir başkası olarak karşına çıkıp seni bu yaptıklarından dolayı mahvedebilirim. "diyince ilk anda bu dediklerimin ondaki etkisini gördüm. Sonrasında yavaşça bu ifadeden kurtulup yine o iğrenç iadesini takındı.

 

" Sen kendin diyorsun bilirim. İhtimalleri önüme sunma Kraliçe. Olan belli olacak olanda. Yani sende şu yanında duran kişiden farklı olmayacaksın." diyince o anda öyle hızla kollarımı yanımda bulunan iki kadından hızla kurtarıp hemen ona atılıp elinde duran hançeri hızla ondan çektiğim gibi onun kalbine sapladım. Ve ellerim arasında akan kana baktım.

 

Ama sonrasında bir şey oldu ve kendimi bir anda zemin üzerinde uzanmış bir halde buldum. Kollarım ve ayaklarım o kadınlar tarafından sımsıkı tutulmuş bir şekilde uzanıyor vaziyetteydim.

 

Sonrasında adamın üzerime doğru eğildiğini gördüm. Ve bir anda yaşadığım acıyla çığlık attığımı duydum. O anda bedenimin hakimiyeti bende değil gibiydi. Ve adam yavaşça doğrulduğu anda elinde duran kalp gözlerimin önünde belirdi. Kalp atıyor bir yandan da kan damlıyordu kalpten.

 

"İşte istediğim şeye ulaştım." dediğini duydum. Sonrasında birden gözümün önünde kalbimi çiğ çiğ yemeye başladığını görünce öyle bir çığlık nidası koptu ki olduğum yer zangır zangır sallanmaya ve olduğum yerde her yer yıkılmaya başladı. Sonrasında yavaşça küllere ayrıldığımı fark ettim.

 

Ve gözlerim kapanıp tamamen olduğum yerden soyutlandığım anda etrafımda olan tüm kadınların bir bir bana tıpatıp benzediğini ve bana korkutucu bir tebessümle baktığını fark ettim. O anda istemsizce olduğum yerde sıçradım ve birden elim bir yere tutunma ihtiyacı duyduğu anda elime gelen şey keskin ve ıslak bir şey olmuştu. Gözlerim kapalı olsada onun ne olduğunu sert pürüzsüz yüzeyinden anlamıştım.

 

Kalbimi alırken kullanılan hançerdi elimle tuttuğum şey. Sonrasında yavaşça zihnim bulanık bir hisle idrak yeteneğini kaybetti.

 

Sonrasında olduğum yerden sıçrayarak uyandım. Ve uyandığım anda üzerimde bir örtü olduğunu fark ettim. En son terasta uzanıp gökyüzünü incelerken uyuya kalmıştım. Ve şimdi bu örtüyü kim üzerime attı diye bakarken biraz ileride tekli koltukta oturmuş ve pür dikkat beni izleyen Ahrar 'la bakışlarım kesişti.

 

Şaşkın halimden sıyrılıp kaşlarımı çatarak dudaklarımı aralayıp konuştum.

 

"Ne arıyorsun burada?" dediğim sırada olduğu yerde yavaşça kıpırdadı. Sağ eli çenesine doğru uzandı ve yavaşça çoktandır uzattığı sakallarını sıvazladı.

 

"Uykunda huzursuzdun. Ne gördün?" diyince histerik bir şekilde gözlerimi devirip hah dedim.

 

"Soruma cevap vermen lazım soru sorman değil." diye huysuzca konuşunca Ahrar parıltılı bakışları arasından sinir olduğum şey şeyi yapıp susmayı tercih etti.

 

Üzerimdeki örtüyü alıp ikili koltuğun kenarına bıraktım. Sersem gibiydim ve başım ağrıyordu.

 

"Başın mı ağrıyor?" diye sorunca parmak uçlarımın şakaklarımda olmasından bu kanıya vardığını anladım.

 

"Ne halde olduğum seni ilgilendirmez." diye sertçe tepki verince Ahrar yavaşça iki dirseğini dizlerine yasladı ve ellerini birbirine kenetledi.

 

"İlgilendirir." dedi kısaca ve keskin bir tınıyla.

 

"Seninle uğraşamayacağım Ahrar istediğini düşün." dedim ve yavaşça olduğum yerden kalkmak için harekete geçecekken birden tam önümde bir kum saati belirdi.

 

"Bu da neyin nesi?" diye sorunca Ahrar anında sorumu cevapladı.

 

"Kum saatinin bir haznesinden diğer hazneye doğru süre dolana kadar benimle konuşmanın ve sana sorduğum sorulara cevap vermeni istiyorum." diyince ifadesizce önümde duran bir haznesinde siyah diğer haznesinde beyaz kum olan kum saatine baktım.

 

"Benim buradan ne kazancım olacak ki?" dedim öylesine sorarken.

 

"Benden istediğin bir şeyi yapabilirim eğer kabul edersen." diye alayla gülünce anında tekrar konuştu. "Kuleden gitmeni istiyorum veya benimle konuşmanı sana yasaklıyorum gibi istekler geçersiz. Başka bir şey iste benden." diyince anında u dönüşü yapmasına gözlerimi devirdim.

 

"Peki." dedim kuru bir sesle. Belki de ilerde yardımı dokunacak bir olay olur da yardım eder düşüncesinde değildim.

 

Sadece ne amaç güdecek merak etmiştim. Kabul etmemle birlikte anında Ahrar küçük bir büyüyle anında önümde duran kum saatini başlattı. Haznede bulunan kum bir diğer hazneye akarken siyah renkten beyaz renge dönüyordu. Hazinenin altında az bir kum birikintisi bulunuyordu. Süre başlamış ve o sorusunu sormuştu.

 

"Tamam o halde bu sabah olan olaydan sonra nasılsın?" diye sorunca bu sorusunu hiç beklemiyordum. Sahi o neredeydi? Bende bunu soracaktım.

 

"Sen orada değildin ki nasıl haberin oldu?" diye sorunca anında dudakları iki yana kıvrıldı.

 

"Demek ki orada olmadığımı onca şeye rağmen fark etmişsin." diye buradan kendine pay çıkarınca abartılı bir şekilde gözlerimi devirdim.

 

"Her şeyden kendine pay çıkarma." diye sertçe konuşup sonrasında sorusuna cevap verdim. "İyiyim pek bir farklılık yok." dedim basit bir cevap vererek.

 

"Peki şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sorunca anında şu an olan duruma güldüm. "Neden güldün?" dedi merakla.

 

"Ahrar Ruh halimi merak ediyorsan korkmuyorum veya endişeli değilim. Şu ana kadar ilk düşmanım ya da ilk sorunum değil bu. Herhangi bir gariplik arıyorsan bende bulamazsın." dedim.

 

"Peki o halde bir diğer soruma geçmek istiyorum." diyince sırtımı geriye doğru yaslayıp, soruyu duymayı bekledim.

 

"Senin için hiç affedemem dediğin şey nedir?" diyerek konuyu bildiğim yere getirince anında hiç tereddüt bile etmeden cevap verdim.

 

"İhanet." dedim. Şaşırmadı. Vereceğim cevabın bu olduğunu biliyordu. O anda bakışlarım kum saatini buldu. Yavaşça kum bir diğer hazneye akıyor ve siyah kumun bulunduğu haznede kum azalmaya başlıyordu yavaş yavaş.

 

"Ya altında bir neden varsa veya gözüktüğü gibi değilse hiçbir şey?"diye sorunca bakışlarım ona çevrildi.

 

Lacivert harelere uzun uzadıya baktım. Ona bakınca yavaşça gerginliğini gördüm. Vereceğim cevabı ölesiye merak edip duruyordu. Sanki bu soruyu uzun zamandır sormak ister gibi bir hali vardı.

 

Ve şu an o zamanı yakalamış gibiydi.

 

"Hiçbir şey bunun varlığını ortadan kaldıramaz. Çünkü bu bir bahane benim nezdimde. Bir kaçış. Ve ben kaçışlardan nefret ederim. Her şey açık ve net olmalı benim hayatımda." dedim hiçbir ödün vermeden. Bu cevabım onu huzursuz ettiği gibi gerilmesini sağladı.

 

" Hâlâ hiçbir şeyi tam anlamıyla konuşmadık. Hiçbir şey açıklığa kavuşmadı. Buna izin vermiyorsun. Emira -"diye devam edeceği anda tek elimi kaldırıp onu susturdum.

 

" Aramızda konuşulacak tüm sözleri söyledik. Kelimeler tükenip yok oldu. Aynı karanlık bir ayazda bakışlarımızın kaybolup gitmesi gibi. Bana her şey açığa kavuşmadı deme. Çünkü her şey gözler önündeydi." dedim buz gibi bir sesle onun dediklerini inkar ederken.

 

" Aramızda hala konuşulmayan sözler var."dedi bunu anlamam için cümleleri bastıra bastıra söylerken." Ayrıca kaybolan hiçbir şey yok sadece eksilen şeyler var. Ve karanlık elbet aydınlığa bırakacaktır kendini güneş doğduğunda. Hiçbir şey gözler önünde de değil. Her şey göründüğü gibi olamaz. Bunu hem görmüş hemde yaşamış olmalısın." dedi artık anlamamı isteyen bir inatla.

 

Zaman geçiyordu ama hiçbir şey değişmiyordu çoğu zaman.

 

" Ne dersem diyeyim sen yine kendini haklı göreceksin. Boşuna konuşuyorum. "diyince Ahrar o anda olduğu yerde başını iki yana salladı bunu kabullenmeyen bir kararlılık içerisinde .

 

Kollarımı göğsümde kavuşturup kısaca onu izledim. Sonrasında dilime gelen cümleleri serbest bıraktım.

 

" Kusursuz olduğunuzu düşünmüştüm ama siz başlı başına bir kusurmuşsunuz. Ve bu ortadan asla kalkmayacak. Asla acımasız yönünüzü ve haklı olduğunuzu düşünme fikri sizi terk etmeyecek." dediğim anda Ahrar benim bu kadar kesin bir eleştiri yapmamı beklemediği için bocaladı ve kaşları çatıldı. Doğru söylemiştim. O dışarıdan çok kusursuz, muazzam duruyordu ama böyle değildi.

 

" Kusurda bir doğallık değil midir? Böyle kabul edemez misin beni?" diye sorunca hayır anlamında başımı iki yana salladım.

 

Direk cevap vermem onu susturdu ve düşünceli bir hale itti. Hemen cevap vereceğimi beklemiyordu. Düşünüp belki de sessiz kalacağımı sandı. Ondaki kusur herhangi bir şey değildi ki kabul edip görmezden geleyim. Bana yaptığı şey bir hata değil kasıtlı bir girişimdi. Yavaşça diğer haznede birikmeye devam eden siyah kum taneleri artık çok azalmıştı. Olduğum yerden usulca kalkıp son cümlemi zikrettim.

 

"Bir sevgi iki taraflı olmalıdır. Tek taraflı yaralar seven kişiyi ama hiç olmaması işte bu onun nefesini keser." dedim ve arkamı dönüp birkaç adım uzakta olan kapıya doğru ilerledim. Ben bunları söyledikten sonra anında onun sesi duyuldu ardımdan.

 

"Bizim sevgimiz hiçbir zaman tek taraflı değildi sadece bunu hissettirmem geç oldu. Nefesler kesildi ama bu sevgisizlikten değil sana olan sevgimden." dediğinde dudaklarıma bir tebessüm yerleşti. Çok güzel lafları çevirip, çok güzel cümleler kuruyordu. Gerçek olmasını isterdim. Ama değildi değil mi?

 

Ahrar 'ın yanından ayrılıp direk odama doğru ilerlemiştim. Birkaç dakika içinde odama gelmiş ve hemen rüyada gördüklerimi hatırlayıp bunları bir köşeye not etmiştim. Çünkü artık gördüklerim sıradan bir şey olmuyordu. Bunlar sanki işaretti ve ben bu işaretleri unutmamak için bunları kenara not etmem lazımdı.

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

Her şey oluruna varırdı aslında. Boşuna bazen hayatımız boyunca çabalar dururduk. Her şeye rağmen istediğimizi değil istenilen hayatı yaşardık. Ve bunu bile bile aynı yoldan ilerlemeye devam ederdik hiç ders almadan. Hiç ders çıkarmadan hayatımızı karanlık bir gölgenin altına yaşayarak ölüme uğurlardık. Ve bu asırlardır böyle geldi ve böyle gidecek.

 

Ahrar 'la olan son konuşmamızı zihnimde tekrar tekrar başa sarıp dinlerken gözlerim hayali bir boşluğa takılıp kaldı.

 

Onun hayatında hiç benimle ilgili bir hayal yoktu ve öyle devam etti. Bense hayal ettim onunla bir hayatı sonrasında unuttum o kurduğum hayali. Çünkü sonu gelmedi. Çünkü o yollar artık çok yabacı artık bana. Ve o yollarda artık şu var; sancılı bir ıstırabın büyük yakarışında bir nida var. "Gitme!" diyen. "Dur!" diyen. "Her şey bir hayaldi. Hiçbir zaman sana zarar vermek istemedim." düşüncesi yatıyordu. Ama bunlar benim zihnimde kuruduğum ondan duyduğum cümlelerdi.

 

Ama bunlar gerçek zaman diliminde hiç sesli bir şekilde zikredilmedi. Hiçbir zaman da zikredilmeyecekte. Çünkü hiçbir şekilde ders çıkarılmadı yapılan onca hatadan. Daha çok yapmak zorunda kaldım denildi. Ek kolay yöneteme sığınıldı.

 

Çok basit ve çok buruk bir gerçek bu. Gözlerde bir hüznü daima canlı tutacak bir kaçış yönetimi. Bir acının asla hafiflememesi için ve asla bedenden kopup girmemesi için güzel bir taktik. Ahrar yaptığı onca şey ardından hâlâ bir şekilde geriye dönüş istiyor. Ama bunu ona veremem. Neden mi? Çünkü sevgimi ezip geçecek kadar daha kuvvetli olan bir duyguya sahibim ya da hissiyat; Gurur...

 

Bunu göz ardı edemem. Zaten izinde vermez ki gururum bana yapılanlara karşı. Susmaz. Susturulamaz. Ahrar her şeyden önce ona karşı olan kırılgan yönümü yok etti. Gururumu ön plana çıkardı. Ve affedici yönümü yıkıp geçti. Gözleri ne anlatırsa anlatsın ben duyduklarıma göre hareket ederim. Ve o an orada Serra 'yla konuştuklarını duyduktan sonra benden herhangi bir adım beklemesin! Bazen gördüklerimi bile dudaklarımdan sonra yok sayarım.

 

Ruhuma sinmişti onun ihaneti. O bu ihanetin baş kahramanıydı. O bu ihanette beni öldüren kendini haklı görendi. O bu ihanetin en büyük suçlusu. O bu ihanetin en büyük yanlış kararıydı. O bu ihanetin başlangıcı bense bitişiydim. O her şeyi başlatmış ve öyle devam ettirmişti. Bense gelişme kısmından olaya el atarak ihaneti bitirip sonlandırandım. O yazmış ben oynamıştım. O söylemiş ben dinlemiştim. O unutmuş ben hatırlamıştım. Ve o durmuş ben terk etmiş taraftım.

 

Bir olacağımızı sandım ama biz apayrı biri olduk. O benimle bir araya gelmemek için elinden geleni yapmış, bense bir olalım diye bazı şeyleri gözden çıkarmıştım. Ama şunu fark ettim ki boşuna kendimi harp etmiştim. Çünkü ortada bildiğimi sandığım hiçbir şey yoktu. Hepsi yalan hepsi yamandı.

 

Bakışları yalandı tamamıyla. Hisleri yalandı tamamıyla. Sözleri sahteydi bütünüyle. Dokunuşları hepsi öylesineydi. Elimi tutması, bana sarılması... Varlığı aslında olması gereken bir nesne gibiymiş yanımda.

 

Ne acı değil mi söylediklerim? Ne acı değil mi hissettiklerim? Ne denli üzülüyorsunuzdur şimdi bana? Ama boş verin bazen olur böyle şeyler. Neden mi? Darbe almadan günyüzüne çıkmak anlamsız gelir kişiye. Yaşanmışlıklardır seni hayatın kıymetini kavramaya iten. Odur hayatı sana tattıran. Odur seni senden öteye iten. Odur seni ölümle başa başa bırakıp, sana hayatı zehir edip sonrasında seni o zehirden kurtaran. Her şey birbirine bağlı bir zincir halkası. Ve bu halkalar onca duyguya aşina. Onca duyguyu görmüş ve hissetmiş.

 

Geçmiş bir döngüsel hareketten ibarettir. Geçmiş bir türlü geride kalamayan tek geçiş döngüsüydü. Geçmiş seni terk etmeyen yegane şeydi. Yağmur yağıyordu. Öyleki bardaktan boşalırcasına. Hayatın dengesiz anları vardır ki buradaki her şey bundan nasibini almış gibi.

 

Kara Orman bu yağmur damlalarıyla sessizliğini terk etmiş gibi. Cama vuran yağmur sesleri eşliğinde bekliyorum. Gecenin en geç saatlerini seçmiş ve bizimkileri çağırmıştım. Nedeni belli aslında taşlar. Belki de gelmezlerdi ama ben yine de burada bekleyeceğim. Zaten şu an yapacak başka bir işim yoktu. Uyku deseniz beni çoktan terk etmişti.

 

Sırtımı iyice sandalyenin gövdesine yaslayıp sessizce görebildiğim kadarıyla pencereden dışarıyı izlemeye çalıştım.

 

Pat diye bir kapı açılma sesi anında oraya bakışlarımı çevirmemi sağladı. Gelen Dehri 'ydi ama biraz sinirli duruyordu.

 

"Gecenin bilmem kaçında ne diye bizi ayağa dikersin Prenses!" diye yarı sinirli yarı azarlayan sesiyle konuşup hızla boş bulduğu bir sandalye geçtiği gibi başını hızla önünde duran masaya koydu. Aralık bıraktığı kapıdan yavaşça diğerleri yarı uyanık yarı ayık halleriyle içeri girdi. Her zamanki toplanma alanımıza gelmiştik.

 

Dehri masaya başını yasladığı anda uyuyor mu diye düşünürken birden hızla başını kaldırıp bedeni dikleştirip bakışlarının bana çekti.

 

"Eğitimlere bile bu kadar erken kalkmış değildim ben!" diye tekrar sızlanmaya başladığı esnada anında yanında geçen Dennis onun kafasına bir şaplak atıp tam onun solunda bulunan sandalyeye geçip oturdu.

 

"Tabii veliaht hazretlerinin uykusu çok önemli aman kimse bir daha onu bu saatte kaldırmazsın!" diye sert bir üslupla konuşan Dennis 'e kötü kötü bakamaya başladı o anda Dehri.

 

"Hah bir veliaht olmadığın için sakın bana yükselme! Saat ne kadar erken uyanmak için bilmiyor musun?" diye sorunca Dehri tam yakında duran Dennis' e bakarken. Uykudan dolayı gözlerini çok zor açık tutabiliyordu.

 

Onun bu hali altan altan sırıtmamı sağladı. Nehar ve Enfal çoktan yerine geçmiş ve ayılmak için kendilerine zaman tanıyor, bir yandan da bu ikilinin konuşmasını dinliyordu.

 

Kavi ve Victoria yan yana oturmuş ve Victoria başını Kavi 'nin omzuna yaslamış yarı açık gözlerinin ardından öylece Dehri' nin abartılı tavırlarını izliyordu sessizce.

 

"Bir şey olmaz alış artık buna ve o rahat yatağından aniden ayrılma ihtimaliyle yüzleş artık." diyerek ona artık bunu öğrenmesi gerektiğini söylerken Dehri hiç oralı olmadı be başını yavaşça omuzuna doğru eğip bakışlarını bana çevirdi.

 

"Evet prenses söyle bakalım gecenin bu erken saatinde bizi buraya ne diye diktin?" diyerek konuşurken Dehri o sırada bilmem kaç kere esnemişti. Bu halini geçmesi için anında büyüyle önünde bir fincan kahve bardağı belirdi.

 

"İç şunu da şu uykudan bir an önce ayrılıp aramıza dön. "dedikten sonra önünde duran fincanı fark etmişti. Anında dediğimi yapıp bir dikişte sımsıcak olan kahveyi içmiş ve sonrasında bakışları tekrar bana çevrilmişti. Dili hiç mi yanmadı bunun? Çok garip.

 

Bazen buradaki insanları normal saymak benim hatam.

 

"Dehri 'de ayıldığına göre asıl konumuza dönelim. Bildiğiniz üzere ikinci taşı bulmamız lazım ve sıra onu almakta. Yer belli." diyince hepsi bir anda bana baktı. Bunu dememi beklemiyordular. Belki de bu toplantıda yeri belirleyeceğiz sanmışlardı. Öyle olmayacaktı ama daha çok o yer hakkında bilinen bilgileri aktarmak için onları buraya çağırdım.

 

" Yer belli oldu mu? Ne ara? "diye sonunda uykudan uyanan Dehri sorusunu sorduğunda aniden diğerleride vereceğim cevaba pür dikkat odaklandı.

 

" Aslında öylesine bir seçim denilemez bir işaret diyelim. "diyince hepsi neden belli oldu yer anladılar.

 

" Bu işaretlerde bir sana geliyor. "diye huysuzca konuşan Dehri 'ye birden ensesine atılan şaplak komut verdi.

 

" Sana mı gelecek oğlum bu tür işaretler? Anında ya unutursun ya da mala bağlayıp karıştırır durursun. Doğru kişiye doğru bilgiler geliyor. Ne diye huysuzca konuştun? "dediğinde Dehri anında omuzlarını düşürdü.

 

" O işaretler bazen hiç iyi şekilde gelmiyor. "diyince Dehri anında herkes aslında onun karın ağrısını anlamış oldu. Bu kadar ince düşünemiyorum beni tüm olumsuz etkilerden uzaklara götürdü.

 

" Merak etme bu sefer rahat ve kolay bir şekilde ulaştım. "diyerek içinin ferahlaması için nasıl ulaştığımı üstün körü anlatmış oldum.

 

" Eh güzel. "dedi kısık sesle ama bunu ben ve diğerleri duydu.

 

" Ateş krallığının veliahdına da bir bakın. "diye ona takılınca Enfal Dehri ona bakışlarını dikip yüzünü kasıp korkutucu bir şekilde ona bakmaya başladı.

 

" Tamam asıl konumuza dönelim. "diye ortamı dağılmış konuya verdiğim komutla geri çektim.

 

 

 

Hepsi anında yönlerini bana döndü.

 

" Yer neresi? "diyince uzun zamandır konuşmayan Kavi anında sorusunu yanıtladım.

 

" Panah krallığı. "dedim ve hepsi sakince devam etmemi bekledi." Güç taşını oradan almaya gideceğiz. Ondan önce sizi krallık hakkında bizi ilgilendiren şeylerden bahsedeceğim birde taş hakkında kısa bilgileri aktaracağım. "der demez hepsi bir ağızdan tamam dinliyoruz dediler.

 

İsteğim üzerine anında taş ve krallıklar hakkında not tuttuğum kitap önümde belirdi. Anında kitabı açıp Panah krallığının bulunduğu sayfayı açıp okumam gereken yerleri okumaya başladım.

 

" Önce taş hakkında bilgi vermem lazım. Taşı kullanmak isteyen kişi her türlü enerji veya güce erişebilir veya güçleri manipüle etmesine izin verir. Yani sizin güçlerinizi istenilen yönde yönetebilmesi demek oluyor bu." dedim bakışlarımı yazılarla dolu sayfadan çekerken.

 

" Yani kötü birinin eline geçse neler olur bilmeyiz. "dedi Nehar dediklerimin üzerine. Başımı evet anlamında sallayarak kabul ettim.

 

" Şu ana kadar olduğu yerde gayette varlığını devam ettirmiş gibi. "diyince Enfal bu dışarıdan bakış açısı keşke gerçek olsaydı. Ama sıra ona da gelecekti.

 

" Ya da belki çoktan bulundu ve kullanılacağı güne kadar hiçbir girişimde de bulunmuş olmayabilir. "diye fikrini sunan Dennis 'e beklediğim cevabı vermesinden ötürü başımı vay be dercesine salladım. Yine şaşırtmadı beni. Engin görüşleri ve ileriye dönük düşünceleri ayrı taktir ettiğim bir yönüydü.

 

"Peki yer belli ya onun hakkında tam olarak ne biliyoruz?" diye merak ettiği şeyi sorunca Victoria anında ona istediğini verdim.

 

"Panah şehri aslında Ruh taşı için yaratılmış bir yer diyebilirim. Nasıl mı? Dinle derim." dedim ve bakışlarım sayfaya çevrildi.

 

"Taş kullanan kişinin fiziksel güçlerini ve dayanıklılıklarını, herhangi bir insanüstü yeteneğini güçlendirmek ve diğer beş taşın etkilerini artırmak gibi güçleri vardır. Tam potansiyelde, kullanan kişinin her şeye gücü yetmektedir. Panah şehri ise şu yönden ön planda birden fazla muazzam kimsede bulunmayan güçleri olan insanlarla dolu. Ve bir araya gelen bu farklı güçler eşsiz bir güç potansiyeli ortaya çıkarıyor. Orada birden fazla güçlere has bitkiler yer alıyor. Ve orada asla karanlık yoktur. Gece kavramı bulunmuyordu. Bütün gökyüzü rengarenk ışık demeleriyle bezeli. "dediğim anda hepsi aslında gece hiç yok dediğime takılmıştı. Onlar düşünürken ben konuşmaya devam ettim.

 

" Taş kullanana güç ve hız sağlar. Dengesiz yönüde var tabii. Bunu unutmamak lazım. Taş kullanıcısını yok edebilir. Canlı şeylere tepki verip yok eder. Nasıl mı o canlı şey eğer ondan güçlü ise taş onu yok etmeyi amaç bilir. Panah krallığında özel güçlü insanlar gizlenir. Kimden mi? Soylulardan. Neden mi? Çünkü onların güçleri onlardan kendilerine öldürmek pahasına alınır. Ve o kişi ölür. Bunun için orada sıradan olmak lütuf. Farklı olmak cezadır. Farklı olanlar kendilerini gizler. Ama nereye kadar? "dedim ve bir diğer maddeye geçtim. Ben diğer maddeye geçerken Dehri sıyrıldığı uykusu arasından bana şunu sordu.

 

" Peki orada neden hâlâ yaşıyor halk? Kaçıp gitsinler. "diyince acı bir tebessümle dudaklarım kıvrılıp bakışlarımı sayfadan çekmeden konuştum.

 

" Çünkü oradan çıkmak için güçlerini terk etmen gerek. Diğer türlü ölsen bile çıkmazsın. Ama zaten güçleri olamasan ne kadar yaşayabilirsin diye sorulacak sorular oluştu değil mi zihninizde."dedim

 

" Yani her türlü ölüme doğuyor oradakiler. "diye ekleme yaptı Victoria. Onu can sıkıcı bir ifadeyle onayladım.

 

" Devam ediyorum. "diyince hepsi et dedi keyfi kaçmış bir şekilde.

 

" Taş kişiye enerjiyi manipüle edebilme ve fiziksel gücü artırma yetenekleri sunar. Taşın sahibi, neredeyse her şeyi yok edebilecek bir güce sahip olur. Panah şehri güçleri manipüle edip kendilerine alıp istedikleri kişiye aktarabilir seviyeye ulaşmış bir krallık. Aslında amaçları kendi dışında hiçbir krallık bırakmamak ya da kendileri için hizmete tabii tutmakta diyebiliriz."

 

" Burada yaşam çok zor. "dedi. Kavi üzüntülü bir sesle. Ona bakamadım. Çünkü bu sorunun gitmesini benim kadar o da çok istiyordu ama nasıl giderebilirdim bilmiyorum. Bunu zamana bırakmak lazımdı şimdilik.

 

" Evet her şey bu kadar demek isterdim ama bir sorun var. "dediğim sırada bu odada bulunan o hava bir anda kendini gerginliğe bıraktı.

 

" Ne gibi bir sorun var? "dedi çaprazımda olan Nehar.

 

" Gideceğimiz anda bir kutlama olacak. "dedim parça parça onları aydınlatırken.

 

" Ne kutlaması bu? "dedi Dehri.

 

" Aşina olduğunuz bir kutlama. "dediğim anda birden öne atılıp sordu Dennis.

 

" Neye aşinayız biz? "dedi merakın kol gezdiği ses tonuyla.

 

" Veliaht 'ın kral olma töreni. "

 

Benim sözümü duydukları anda hepsi birbirine baktı. Dennis ise düşündüğü şeylerin aslında gerçek olma ihtimaliyle yüzleşti.

 

" Peki bu kralın isteğiyle olan bir kutlama mı?" dedi Enfal merakın kuytu köşeden çıkıp onun zihnini ele geçirip durduğu anda.

 

"Bilmiyorum." dedim çünkü bunu oraya gidip görmeden bilemezdik.

 

"Ya o taşı bulmuş ve bunu kullanmak için gerekli zamanı kollamışsa." diye tekrar fikrini öne sunduğu anda Dennis onu gerçek anlamda tebrik etmek istedim.

 

"Olay aslında tamda senin dediğin gibi. Kralın oğlu aslında daha önce kendi kabuğunda yaşayan biriymiş ta ki bundan on yıl önceye kadar. Bir anda o suskun hali yok olmuş. Fikirleri, gücü ve davranışları bir anda değişmiş ve takdir kazanamaya başlamış. Ve şu an kral olma yolunda. Taşı bulduğunu düşünüyoruz. "dediğimde hepsi son dediğim kelimeye odaklandı.

 

" Düşünüyoruz derken? Siz kim? "diye kaşlarını çatmış ve cevap bekleyen bir ifadeyle bana bakınca Victoria o an bir şey diyemedim.

 

" Şu an bu bende kalsın. Konumuza mı dönsek Victoria? "diye gözlerimle onu uyarınca istemeye istemeye bakışları benden çekildi.

 

" Eğer taşı almışsa ondan nasıl onu alabiliriz ki? "dedi Kavi en çok kafamı kurcalayan soruyu sorduğu anda bıkkın bir nefes kaçtı dudaklarımdan.

 

" Orası şu an tam belli değil. Yani tam anlamıyla taş onda mı? Ondaysa ne kadar hakimiyeti var taşa bilmiyorum. Oraya gitmeden de öğrenemeyiz. "dediğimde bu sefer işimizin bir tık zor olduğunu anladıkları anda iyice endişe ve gerginlik onları ele geçirdi.

 

" Bakın belki işimiz zor ama önce krallığın içerisinde iyi bir gözlem yapar ondan sonra daha iyi bir planla taşı almaya bakabiliriz. Şu an dışarıdan yapacağımız müdahale çok kısıtlı aynı bir şey söylemek kadar." der demez hepsi peki dedi.

 

"Hep beraber olacağız. Kafa kafaya verip bu taşı nasıl alacağımızı en ince ayrıntısına kadar düşünürsek bence bu iş istediğimiz şekilde sonuçlanacağını düşünüyorum ben." dedi. Kavi mantıklı bir taraftan olaya bakmamızı ifade ederken.

 

"Peki ne zaman oraya gideceğiz?" dedi Dehri.

 

"Aslında kutlama iki gün sonra ama biz önden gidip gözlem yaparız diye düşündüm ben. Ne diyorsunuz siz?" diye sorunca hepsi bu fikrimi kısa bir süre düşündü.

 

"Peki yine görünmez mi olacağız?" diye soran Victoria 'ya hayır anlamında başımı salladım.

 

"Oraya davetli olan krallıklar için gelen hizmetliler olarak gireceğiz. Ama kendi yüzümüzle değil onlara ait bedenler ve yüzle gireceğiz." dedim ve verecekleri tepkiyi bekledim.

 

"Nasıl yani birinin bedenine mi gireceğim?" dedi Dehri tiksinir bir ifadeyle. Onun bu ani çıkışına ben dahil diğerleri tuhaf tuhaf karşıladı.

 

"Şu an taktığın şey bu mu? Başka birinin bedeninde olma ihtimali mi? Sana inanmıyorum Dehri!" dedi Victoria kınayan bir ifadeyle.

 

" Kızım ben sizin gibi öyle kılıktan kılığa girip krallık krallık dolaşmadım. Bana ters bu işler." diye Victoria 'nın dediklerine çıkışınca Dehri anında Victoria' yla atışma seansları başladı.

 

" Hah görende ölüme gidiyor sanacak. Alt tarafı bir bedene gireceksin. Öl demedik. Hem istemiyorsan gelmezsin olur biter. Seni zorlayan yok sonuçta. "diyen Victoria 'ya Dehri sadece homurtu çıkararak karşılık verdi.

 

" Tamam yine başlamayın. Dehri bizde meraklı değiliz zaten milletin bedenine girmeye. Ama yapmak zorundayız. Diğer türlü kuleye giriş yapamayız. "dedim ve ortamda bulunan gerginliğin yönünü değiştirip dağıttım.

 

" Peki Prenses bu bedenlere nasıl gireceğiz? "dediği anda Enfal hemen aklımdaki fikri ona sundum.

 

" Şöyle ki aslında bir büyü yapacağız. Ben ve Victoria buna aşinayız. Bedenin içerisine gireceğiz ama bedenin sahibinin zihni uyuyor formatta olacak. Sonrasında o gün yaşanılan ne varsa oradaki herhangi biri gibi anılar onun zihnimde yer alacak. Yani bir nevi ona başka birinin anısı aktarılacak diğer türlü bizlerin yaşadığı şeyleri anı olarak hatırlasa bizler için hiç iyi bir şey olmaz."dedim her daim yapmış olduğum şeyi ona anlatırken.

 

" Vay be bende diyorum ki bunlar nasıl o kadar bedene sızdığı halde bir sorun olmuyor. Taktiği çözmüşsünüz sizi gidi uyanıklar. "diyerek yaptığı kız şeyin ne olduğunu kavradığı anda yaşadığı o duyguyu bir bir yansıttı.

 

" Yapacak bir şey yok o anlarda bunu yapmak zorundaydık. "dedi Victoria benden önce davranıp konuşurken.

 

" Peki -"diye lafa başlayınca Kavi anında bakışlarım onu buldu." Ne zaman gidiyoruz? "diye sorunca anında söyleyeceğim şeyin onlarda yarayacağı etkiyi izledim.

 

" Yarın sabah. Neden mi? Misafirlerden bazıları erkenden geliyor krallığa ve bende erken gelenlerden seçtim bedenlerine sızacağımız kişileri. "dediğim anda hepsi daha önceden her şeyin belli olduğunu yeni yeni fark etti.

 

" Aslında her şey belirlemiş prenses bize uymak düşüyor. "diyince Victoria kinayeli sesiyle konuşurken.

 

" Hadi ama Victoria yapma. Sadece olabildiğince en az sorunla bu işi bitirmek istiyorum. Size güvenmediğim için değil zaten bu işe ortak olup benimle birlikte hareket ederek kendinizi riske atıyorsunuz. Birde tüm yükü sırtlanmanızı bekleyemem. Ben olabildiğince kendim halletmek ve sizi en ufak şeyde rahatız etmek istemiyorum. Bunu hallettim. Bir sıkıntı çıkmadı şu an. Çıkmaması için uğraşacağım da. "dediğimde yine ve yine onları bu işe mecbur bıraktığım için kendimi kötü hissettiğim anlayınca hepsi aynı anda bana kızdı.

 

" Emira sana başında ne dedik. Hep beraberiz bu işte bunun için canını sıkmanı ve kendini kötü hissetmeni istemiyoruz. "dedi ilk konuşan Dennis.

 

" Biliyorum ama yine de mecbur değilsiniz. Her daim bunu söyleyeceğim. İstediğiniz anda bırakıp gidebilirsiniz. "dediğim anda Dennis tekrar konuştu.

 

" Yapma başladık bu işe ve geriye dönmek diye bir düşüncemiz yok. Hem ben sonuna kadar gideceğim orası muamma ama Dehri için aynısını söyleyemem. "diyerek sonunda Dehri 'ye atıfta bulunduğu anda Dehri sert bir şekilde ona baktı ve omzuna bir tane geçirdi.

 

" Kes sesini! Saçma sapan konuşma. Yok öyle bir düşüncem olamazda. Kendi kendine uydurup duruyorsun. "diyen Dehri' ye alttan alttan güldü Dennis.

 

" Oğlum tamam asma yüzünü takılıyorum "dedi gönlünü almak için Dennis.

 

Bu sözleri tabi Dehri 'nin bozuk suratını düzeltmedi.

 

" Tamam gitme daha üzerine hem herkesin bu işte gerçekten gönüllü olduğunu biliyorum. Söylememize gerek yok. Şimdi herkes dağılsın ve sabah olunca burada tekrar buluşalım. Biliyorum pek iyi dinlenemediniz ama bu seferki biraz üst üste gelecek gibi duruyor. "diyince hepsi oldukları yerden kalkıp yavaşça buradan ayrılmak için harekete geçti. Gitmeden önce hepsi sabah görüşürüz dedikten sonra beni burada baş başa bıraktılar.

 

Bizimkiler gittikten sonra bende kuleye dönemden burada bulunan odama doğru ilerledim. Biraz orada dinlenip ardından sabah olunca yine toplantı odasına gelirim.

 

Kapıdan çıkar çıkmaz anında önüme çıkan geniş ve karanlık koridorda ilerlemeye başladım. Her adım atışımda boş olan koridorda adım sesleri yankı yapıyordu. Nefes alışlarımın bu sessizlik içerisinde duyuyordum. Yavaşça koridorun sonunda beliren merdivenlere ulaşınca basamaklara dikkat ederek yukarı doğru çıkmaya başladım.

 

Yanından geçtiğim duvarda bulunan küçük pencereden içeriye vuran ay ışığı sayesinde basamakları görüyor, öyle yukarı tırmanıyordum. Sonunda merdivenleri çıkmayı bitirince sol tarafta bulunan koridor boyunca ilerledim. Odam koridorun sonunda bulunuyordu. Sessizliğin garip hissettirdiği o anda kapalı olan kapıya kadar yavaş adımlarla ilerledim.

 

Kapının önüne gelince kapıyı açıp içeri girdim. Ardımdan kapıyı kapatıp odada bulunan geniş ve büyük olan yatağa doğru ilerledim. Yatağın ucuna gelince hemen sağ tarafına doğru ilerledim ve yatağa uzandım. Yorgunluğun verdiği o ağrıyla yavaşça gözlerimi yumdum.

 

Ve uyumayacağımı bildiğim halde uykunun beni bulmasını bekledim. Çünkü zihnim bir girdap içerisinde sıkışıp kalmış gibi bir anlaşmazlık içerisinde bulunuyordu.

 

Gölgeler kol geziyordu. Bense geçmiş ve gelecek arasında bulunan o arada sıkışıp kalmıştım. Kim olduğumu unuttuğum anlar olmuştu. Nerede olduğumu unuttuğum anlar olmuştu. Ne için mücadele ettiğimi unuttuğum anlar olmuştu. Kim düşman kim dost unuttuğum anlar olmuştu. Kim iyi kim kötü niyetle etrafımda vardı unuttuğum anlar olmuştu.

 

Tek unutamadığım sevginin beni nerden nereye getirmiş olduğu anı hafızamdan silmemdi.

 

Hayallerin bir sis perdesi gibi görünür hale geldiği anda kendimi birden suda çırpınan biri gibi buldum. Hayallerin ve kabusların bir bütün olduğu bir anda kendimi buldum.

 

Görüyorum.

 

Soft bir odada bir sandalye ve o sandalye üstünde oturan Serra'nın karşısında olan kişiye bir mucizeyi anlatır gibi anlatımını görüyorum.

 

Sesler boğuk, hisler soğuk, sözler sahte.

 

Ahrar sonra belirdi birden olduğu yerden kalkıp bir ileri bir geri giderken konuşmaya başladı. Fakat sesi bana gelmedi. Duyamadım. Ne diyordu bilmiyorum ama tahmin edebiliyorum.

 

Bu anı aslında beni geçmişin hâlâ var olduğunu göstermeye çalışıyor. Serra olduğu yerde onu ikna etmeye çalışıyordu. Ahrar 'sa denileni yapamamak için ısrar eden bir hali vardı buradan gördüğüm kadarıyla. Serra yine ne istiyordu kim bilir? Serra birden hiddettle yerinden kalkıp Ahrar' a doğru hızla ilerledi. Karşısına geçip işaret parmağını ona doğru gösterip konuşmaya başladı.

 

Cümleleri çok yavaş ve bastırırcasına söylüyor gibiydi. Konuşması bittiği anda bir adım geri çekilip Ahrar 'a üsten bir bakış atıp hemen olduğu yerden ayrıldı. O sırada ise Ahrar birden öfkesine sahip çıkmadı ve arkasında duvarda asılı duran aynaya sertçe bir yumruk attı.

 

Ayna parçalara ayrılırken Ahrar' ın parmak boğumları yavaşça kanamaya başladı. O an o sızıyı hissettim sanki. Yavaşça eli kanamaya başladığı anda Ahrar 'ın bir anda yaptığı şeyle kan birden yok oldu ve sanki hiç duvara vurmuyormuş gibi akan kan akmamaya başladı. Eli eski haline geri dönmüştü. Ben olayın şaşkınlığını hâlâ yaşarken birden olduğum ortamdan soyutlandım.

 

Bu sefer kendimi hiçbir şeyin olmadığı bir alanda buldum.

 

Burası neresi?

 

Ben etrafıma bakıp dururken birden birinin varlığını hissettim. Tanıdığım ve hiç tanımak istemediğim biri.

 

Esila...

 

Bana doğru geldiği anda hemen ona üsten bir bakış atıp konuşmaya başladım.

 

"Bende nerede kaldı diyordum kendi kendime. En son ki mesajın üzerinden epey bir zaman geçti. Çok mu zor iletişim kurabildin de ondan mı gelişin bu kadar uzun sürdü?"diye alaylı sesle konuşunca Esila o kıpkırmızı saçlarını geriye atıp bana acıyan bir bakışla bakmaya başladı.

 

" Seni küçük kız çocuğu. Meğerse ne kadar canın yanmış. "diyince ne demek istediğini ilk an anlamadım ama sonradan o öngörülüyle yaptığı ve yapmaya çalıştığı şeyi kavradım.

 

Anında sesli bir şekilde kahkaha attım.

 

" Çok geriden geliyorsun sen. Çok fazla hemde. "diyerek ona hiç bu yönden beni üzmeye çalışması bende bir etki etmeyeceğini ona gösterdim.

 

" Hadi ama birkaç işim vardı. "dedi yüzünde beliren sahte bir mahcupluk ifadesiyle konuşurken." Ondan dolayı seni bir tık boşladım "diyince Esila anında ellerimi belimin arkasında kavuşturdum.

 

Bir sır verecek edasıyla konuşmaya başladım.

 

" Esila biliyor musun hiç alınmam beni boşladığın için. İstersen hiç uğrama bana inan kırılmam sana. Eh malum pek senden haz etmem birde verdiğim onca zarar var sana. En iyisi sen benimle pek alakadar olma sonra sana oluyor olan biliyorsun." diyerek sakin ama altında ne imalar ne uyarılar içeren cümlemi bitirince vereceği tepkiyi izlemeye koyuldum.

 

İlk an gözleri sinirden titreşti, dudaklarını sinirden sıktı, eller yumruk haline geldi. Sonraysa anında bu etki onun üzerinden silinip gitti. Sonra sahte maskesi yüzüne yerleşti. O kırmızıya çalan gözleri beni öldürmek istediğini açık açık yansıtırken bir adım öne geldi.

 

"Hâlâ buradayım. Gördüğün gibi bana zarar vermek öyle kolay değil." diyince başımı yana yatırdım.

 

"Aslında tam olarak seni yok ederken bende oradaki payımı aldığım için patlamanın gücü azaldı ve etkisi sende bir tık azaldı. Ve bu azalma senin ölümünü geçiştirdi. Yani öyle bana bir şey olmaz kafasına girme derim. Her an bir anda pençelerimi boğazında bulabilirsin. Ardını kolla. "diye sert bir üslupla onu uyarınca anında kaşları yukarı kalktı ve düşüncelerimi görmek ister gibi gözlerimin tam içerisine baktı.

 

" İnatçı küçük bir çocuksun sen. "dediğinde devam edeceği anda ona cevap vermem gecikmedi.

 

" Ah evet ve bu inatçı küçük mücadeleci çocuk senin sonun olcak haberin yok. Ama göreceksin Esila yaptıklarının seni nasıl bir sona hazırladığını çok yakında göreceksin. "demiş ve ona doğru birkaç adım atarak tam dibinde durmuştum. Bunu beklemediği için birkaç adım geriye doğru gideceği anda iki kolundan tutup onu kendime çektim sertçe.

 

" Ne o seni korkuttum mu? "dedim ve bakışlarımı kısarak onu inceledim.

 

" Hayır tabii ki. "dedi ve geri çekilmek isterken anında tırnaklarımı onun derisine sertçe batırdım.

 

" Ah ne kötü ama korkman lazımdı. Neyse bu senin için süpriz olsun o zaman sen korkmamaya devam et. Ama bu sahte gösterin bana geçmedi bilesin. Titreyen bedenin ve güm güm atan kalbin bana hiç öyle hissettirmedi." diyince bir darbe almış gibi sarsıldı.

 

"Saçmalama istersen." diye inkara başvurunca peki dercesine başımı sallayarak geriye doğru çekildim.

 

"Toparlanmış gördüm seni onca zaman sonra." diyerek vereceği cevabın ne olacağını duymayı bekledim.

 

"Her daim savaşçı özelliğimi yitirmem ve gücüm sonsuza kadar beni ayakta tutar. Ne darbe alırsam alayım." diyince güldüm.

 

Göreceğim ben senin gücünün tükendiği andaki halini! O zaman da böyle karşımda rahat rahat konuşabilecek misin bakalım? O zaman çok yakında ve o günü iple çekip duruyorum. Bekle ve senin sonunu nasıl getiriyorum gör Esila.

 

Gülmem onu gerdi. Bazen bir hareketiniz bile karşı tarafta büyük etki bırakır. Bu onu kaale almamam ve hiçbir şekilde dediklerinin bende etkisi olmadığını fark etmesi onu sinir edip duruyordu.

 

" Yapma ama Esila bana oynama bari. Seni öyle bir yaraladım ki toparlanman hâlâ sürüyor. Bana yok ben gayet iyiyim yalanını bari söyleme. Çünkü sende verdiğim zararın gayette farkındayım. Çünkü bunu bilerek bu yola giriştim ve bakıyorumda gayette nokta atışı yapmış bulunmaktayım. Bak şimdi diyeceksin ki o kadar zarar verdin ama hâlâ karşına çıkabiliyorum. Ama zihnimde bunu yapabilirsin çünkü hâlâ gerçek hayatta karşıma çıkacak kadar gücün yok. Hayali anlarda ancak borunun öttüğünü sende biliyorsun. Ama bilmezden gelip bana karşı yersiz özgüvenle konuşup duruyorsun. Sen unutmuş olabilirsin ama ben unutmam ve unutturmam. Seninle işim hâlâ bitmedi. Ve bil diye söylüyorum bu sefer vereceğim darbe seni tamamen silecek. Yok olacaksın. Bunu için çok uğraşacak olacağımı bilmeni isterim. "dedim ve keyifli bir halde onu izledim.

 

" Sen hâlâ beni tam anlamıyla tanımıyorsun. "diyince başımı iki yana salladım hüsranla.

 

" Asıl sen beni tanımıyorsun Esila söz konusu ben değildim hiçbir zaman onun için temkinli hareket ediyorum. Onun için her adımım planlı. Sen yanlış yaparak sevdiğim kişi üzerinden beni avlamak istedin. Oldu da. Peki ben bunun karşılığını vermeyecek miyim? Tabii ki vereceğim. Öyleki ibret olacak herkese sana yaptıklarım. O kadar ki kimse unutmayacak unutturmayacakta. "diyerek yavaşça olduğum yerde onun yavaşça sinirden küpelere binmesini izledim.

 

" Bana en fazla ne yapabilirsin ki? Hiçbir şey. Beni yok edemezsin. Buna gücün yok. Olamazda ama benim var ve seni yok edeceğim. 'diyince bu haline dudaklarım kıvrılarak cevap verdim.

 

" En büyük hatan ne biliyor musun? Rakibini küçümsemek. Farkında mısın bilmiyorum ama ben hiçte küçümseyeceğin biri olamam. Sende biliyorsun beni. Her şeyi yapabilecek kapasiteye sahibim. Öyleki kafam atarsa kendimle beraber herkesi yok edebilecek potansiyelde biri olurum. Bir anıma bakar. "dediğim anda bakışlarımda her ne gördüyse bu onun dumura uğramasını sağladı.

 

" Sınırı aşamazsın o kadar. Burada bulunanlara zarar vermezsin. "dediği anda niye olmasın dercesine baktım.

 

" Niye ki? Sonuçta buradaki herkes benden nefret ediyor. Neden onlara zarar vermeyeyim? Bilakis büyük zevk alırım bunu yaparken. Bir yangın eğer beni yakmak için varsa neden rüzgarla o yangını başka yerlere sürüklemeyeyim? Neden bunu yapmaktan çekineyim? Beni kim ve kimler durdurabilir? "diye bir sadist gibi konuştuğum anda bu halim çok fazla onun kafasını karıştırdı. Doğru mu değil mi diye. Bunu yapacak kadar gözü kara olup olmamı tarttı kendince.

 

" Sevdiğin insanlar burada var onlara rağmen bunu yapar mısın? Zannetmiyorum. "dedi yarı alaylı bir üslupla.

 

Gözlerimi kısarak sözlerine cevap verdim. Bu durgun olma halim onu korkutmadı değil.

 

" Sevdiğim insanlar? Kim onlar buradakilerden mi kastın? Onlar benim hiçbir şeyim. Burada biriz diye onları sahiplendim mi sanıyorsun? Sence amacım seni yok etmek olmasaydın ben burada bir dakika daha durur muydum? Ben cevap vereyim tabii ki hayır. Burada bulunmak bana hiç iyi gelmiyor ve hiçbir kişi için amacımdan şaşmam. Tüm savaşlarda böyle olmadı mı? Herkes gözden çıkarıldığı anda galibiyet seni bulur diğer türlü yok olmaktan kaçamazsın. Ve benim yok olmaya hiç niyetim yok. Bunun farkına varman gerek. "dedim Esila 'nın tam gözünün içerisine baka baka bunları söyleyip daha sonrasında yavaşça berraklaşan zihnimle olduğum alandan çekilip alınırken. Ben gitmeden önce son kez gözlerinde olan o büyük korkuyu son anda görmüştüm. Ve bu bana büyük bir keyif vermişti.

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

 

 

Loading...
0%