Yeni Üyelik
51.
Bölüm

51-Yarılan Dünya

@kumsallardagezen12

『Acı yığını gibi devrildim zihinlere. 』

İhanet yaşamın gölgelerinde saklıdır.

 

O gölgelerde sevgiler yokoluşa sürüklenir. O zifiri gölgelerde ruhlar ölümü kucaklamak ister. Yaşamı anında terk etmek ister beden. Ve sürüklenir bir boşluğun en derinliklerine. Işığa kavuşamamak üzere. Son kez hissetmemek üzere.

 

İç çekişler bir zihnin ölümünde kol gezmekte.

 

Yaşanan o koca ihanetin izi derin bir üzüntünün açığa çıkmasının en büyük başlangıcı olur. Ve yavaşça bedende bir patlama meydana gelir. Hayal kırıklığı... Ve pişmanlık. Sonrasında her şey yavaşça açığa çıkar. Ve zihin düşünür. 'Hata ettin.' der. 'Seni bir aptal yerine koyup seni aldattı der.'

 

Ve sonrasında kalpte bir ölüm meydana gelir. Yok olan hislerin cesetleri kazınır o an kalbe. 'Bir hatanın ne kadar yokluğa ittiğini yaşamış olur sevgisizliğin yarattığı kalp.'

 

Ölüm yaşamın son durağında soluklanmaktır.

 

Kaçışlar olur. Ama bu seni gideceğin gitmeni istediğin yerden sadece belli bir müddet uzak tutar sonrasında yine ve yeniden kendini o anda bulursun.

Bulunman gereken yerde ölüm kalım mücadelesi verirken bulursun kendini.

 

Bazı acılar sonsuza dek sürer; İhanet gibi. Ölüm gibi. Terkediliş gibi.

 

Bazı acılar sona dek sürer. Kaybediş gibi. Yaşam gibi.

 

 

Yaralı ruhlarız göğüs kafesi boşluklarında. Ne diye bu hayat mücadelesi içerisinde bazı şeyleri yok olmaya doğru itiyoruz? Kendi yaralarımızı görmezden gelip başka yaralara sebebiyet veriyoruz? Aslında her şey bizim yaptıklarımızın izlerini taşıyor. Hayatta her yerde bizden izler var. Bu izlerin sebebi bizlerken ne diye başka bir suçlu arıyoruz?

 

Yaralı ruhlara sahibiz bu sonlu yaşamda. Gözlerimizi yarına açmak dışında ne büyük savaşı veriyoruz bu dünyada? Ne için bu gereksiz kazanma mücadelesi? Ne bu yaşamları yalan ve ihanetlerle yok etme hırsı? Ne bu ölümü arzulama mücadelesi?

 

İnsanlar hep bir arayış içinde ama nedense her arayışta onlardan bir şeyler yitip gidiyor. Mesela yaşam enerjisi. Azalıyor yavaşça bizden kopa kopa. Çünkü yoğun bir baskıyla karşı karşıya kalıyor ve sonrasında kendinden büyük ödün veriyor. Ve sonrasında yaşama dair hiçbir isteği olmayan boşu boş zihin ve bedenlerle hayat sürüp gidiyor.

 

Bu hayatta iki ölüm ve iki acı vardır.

Birini kaybettiğinde yaşadığın acı ve sende meydana gelen hislerin ölümü.

Birinin ihanetini yaşayıp onu zihninde öldürüp yaşadığın acı. Hepsi aslında görünmez bir şekilde olur ama varlığını hissettirir sana. Çünkü hepsini sahiplenen sensindir. Böyle böyle ölümler birbirini takip eder gider. Ve seni kendine hapseder.

 

Zihnim hayatım boyunca hiç aklına gelmeyecek bir şeyle karşı karşıya geldi. Sahte bir aşkın izlerini taşıyan bedenimin çöküşünü izledi. Sahte aşkı gerçek sandı zihnim. Ve onu kendine kattı. Ve günün sonunda kaybettiğini ve her şeyin aslında hiç olamamış olduğunu her şeyin kendisinde olan bir hayalden öte olmadığının farkına vardı. Acı vericiydi aslında ama olması gereken bir yüzleşme olduğunu anladığı için olmaması durumunda daha büyük bir acıyla karşı karşıya kalacağını biliyordum. Oldu ve bitti

Kayıplara sebebiyet verdi. İzleri derin bir şekilde bedenimde, ruhumda ve zihnimde var oldu.

 

Güçlü olmak zorunda değilim güçsüz olup hayata karşı ayakta durmak zorundayım. Çünkü kim güçlüyüm derse desin bu bir yalan. Herkesi devirecek bir hamle mevcut bu hayatta ve her daim olacakta. Herkes bir an en büyük darbeyle yıkılıp gidecek. Ondan geriye bir şey kalmayana kadar.

 

Zaman gelmişti. Her şey planladığım gibi adım adım ilerleyip gidecekti. Sabah olup gün ışıkların etrafı aydınlatır aydınlatmaz anında Moritanya Kalesi'ne gitmiş ve bizimkilerin gelmesini beklemiştim.

 

Gün ışınları karanlık olan Moritanya Kalesi'ni aydınlatırken ben tam kalenin giriş kısmında durmuş onların gelmesini bekliyordum. Saniyeler içinde ilk kuleye giriş yapan Victoria olmuştu. Gayet dinç ve enerjik bir halde içeriye girip olduğu tarafa doğru geldi. Sessizce yanımdaki yerini aldığında ona yandan bakıp bana tavır yapıp yapmadığına bakındığım anda benim gözlerimin bir eşi olan mavi harelerinde herhangi bir tavrı yansıtan ize rastlamadım.

 

"İyi misin?" diyerek teyit etmek istediğim anda bakışları boşluktan bana doğru kaydı.

 

"Evet iyiyim. Asıl sen iyi misin?" diyerek iyi olup olmadığımı oda sorunca hızla evet cevabını yapıştırdım.

 

"O halde bir sorun yok." diyince anında Victoria anında sol elim beline yerleştirip ona daha yakın olduğum anda başını eğip omzuma yasladı.

 

"Bizi ne bekliyor kim bilir ama günün sonunda hepimiz bir arada bu kapıdan içeri gireceğiz orası belli." dediği anda onu mırıltı eşliğinde onayladım.

 

Birkaç saniye sonra anında kapıdan hızlı adımlarla Varisler girmiş ve tam aynı bizim hizamızda sıralanmıştılar. En son Dennis 'te bize katılıp ekip tamamlanınca hemen elimi Victoria' nın belinden çekerek bir adım öne atılıp hemen önümde duran bizim için geçit kapısı olan aynayı aktif hale getirip gitme işlemini başlattım.

 

Ayna saydam bir hale geldiği anda arkama dönüp bizimkilere baktım.

 

"Hazır mısınız?" diye sorunca hepsi aynı anda başını salladılar. "O halde gitme vakti geldi artık. Haydi." diyerek hepsini harekete geçirdim. Hepsi aynaya doğru ilerleyip içinden geçmeye başlayınca onların gidişini izledim. En son ben kalınca hemen olduğum yerden harekete geçip bende onların ardından aynanın saydam yüzeyinden geçtim. İçeriden geçtiğim gibi kendimi ormanlık içerisinde bulmuştum.

 

Bizimkileri birkaç metre ötede konuşurken görünce onların olduğu tarafa doğru ilerledim. Oldukları yere varınca nereye baktıklarını gördüm. Ve o anda gözlerim irileşmişti. Çünkü ormanın önündeki uzun, dar ve tozlu yolun üzerinde birden fazla atlı araba vardı ve hepsi birkaç kilometre uzakta olan Panah Kalesi'ne doğru yol alıyordu.

 

"Bu davetin bu kadar kalabalık olması normal mi?" demişti ağaçların arkasında durmuş ve giden yüzlerce atlı arabaya bakmakta olan Dehri. Yan profilinden onun yaşadığı şaşkınlığa tanık oldum. Kaşları düz bir halde bulunuyordu ama gözlerini kısarak olan bitene bakıp duruyor. Düzenli nefes alıp verirken ara sıra bakışları bize çevriliyor bizimde onun gördüklerini görüp aynı tepkileri verip vermediğini görmeye çalışıyordu.

 

"Demek ki her yerden krallıklara haber verilmiş." diye bir çıkarımda bulunan Kavi 'nin cümlesini duyan Victoria anında bana dönüp baktı. Ne soracağını bildiğim için o konuşmadan ben konuştum.

 

"Bizimkiler gelmez." dedim.

 

"Neden peki?" dedi Dennis tam ikna olmadığı için.

 

"Çünkü daha çok ittifak halinde oldukları krallıklara davet gönderildi. Ve bilin bakalım kim bu ittifak arasında değil? Sizin krallıklar ve Moritanya krallığı. Yani rahatız bu konuda." diyerek akıllarında olan o kuşkuya son verdiğim anda hepsi rahat bir nefes alıp verdi.

 

" Ah ilk defa bizim krallığı takdir ediyorum. "diyen Dehri 'ye sadece göz devirdim. Çünkü aylar öncesinde bir krallıkta sorun çıkarmış ve bu yüzden kötü bit ceza almıştı. Sonrasında kral olan babasından o krallıkta tüm ilişkilerini bitirmesini istemiş ama bu istediği yerine gelmemişti. Onun için bu olaya gönderme yapmıştı şimdi.

 

"Tamam oyalanmayın." diyerek hepsini harekete geçirtip ardımdan daire olarak sıralamasını istemiştim. "Şimdi herkese yapması gereken şeyleri söyleyeceğim. Beni iyi dinleyin. Ve sakın dediklerimin dışına çıkayım demeyin hepimiz için kötü olur ve iş çıkmaza sürüklenir ona göre." diyerek ne kadar dikkatli olmaları gerektiklerine dikkat çektim.

 

"Dennis ve Victoria." dediğim anda ikiside jet hızıyla bana baktı. "Sizlerin görevi şu buraya gelen orta yaşlı bir çift yerine geçeceksiniz." dediğim anda ikisi de bunu diyeceğimi tahmin etmediklerini için şaşırdı. "O çift olarak kuleye gireceksiniz. Ve ortalıkta beraber dolaşıp taşı sessiz sedasız bulmaya çalışacaksınız." diyerek onlara görevlilerini ve yapması gerektiği şeyleri açıldıktan sonra bir diğer iki kişiye geçtim.

 

"Kavi ve Nehar sizde buraya gelen abi kardeş kılığında olacaksınız. Yapmanız gereken şeyleri gün içinde size söyleyeceğim. Ama krallığa gidince orada hemen ortaya çıkayım demeyin. Çünkü bu abi kardeş daha çok gün içinde odalarında olur. Geceleri insan içine karışırlar. "diyerek onları yapmaması gereken şey hakkında uyardıktan sonra geriye kalan iki kişiye döndüm.

 

" Enfal ve Dehri ikiniz baba ve oğul olarak krallıkta bulunacaksınız. Ve bu baba oğul hiç iyi anlaşamaz ona göre davranın. "diyerek herkese görevini söyledikten sonra bir adım geriye çekildim. Hepsinin o an soracağını tahmin ettiğim soruyu bana meraklı ve sabırsız arkadaşım sordu.

 

" Sen kim olarak içeride olacaksın? "dediği anda Victoria anında dudaklarıma bir tebessüm yerleştirip ona ve diğerlerine bakıp soruyu yanıtladım.

 

" Oraya yeni kralın müstakbel nişanlısı olarak gideceğim dediğim anda birden Dennis ve Dehri sertçe öksürdü. Sonrasında bu öksürük krize dönüştü.

 

" Sen nasıl bir tehlikeli konumda olacağını düşünmüyor musun? "diye azarlayan sesle konuşunca daha çok sırıttım. Bu halim tabii onların kafasını daha çok karıştırdı hatta belki de bir kaçık olduğumu düşündüler.

 

" Hadi ama korkmayın. Çünkü kim sevdiği kadınının ve doğmamış çocuğunun katiline herhangi bir yakınlık gösterir? Daha çok onun canını yakmak için fırsat arar. Bende bu fırsatı kendi aleyhime çevireceğim." diyerek açıklama yapınca hepsi şaşırıp kaldı.

 

"Ya sana büyük bir zarar verirse?" diyen Victoria 'ya sadece bakmakla yetindim.

 

"Yani en fazla ya cümleleriyle ya da küçük cezalarıyla bunu yapmaya çalışır ama karşısında ben olacağım ve beni bilirsin kırılma noktamın çıtası yüksek. Ve iğneleyici sözleri bende bir etki etmez ki çünkü bana değil ona söyleyecektir ve yalandan alınganlık yapmak yerine üzerine gider bende ona karşılık veririm. En fazla ne yapar ki? "diyerek omuz silkerek rahat bir tavırla birkaç adım öne atıldıktan sonra yapmam gereken bir diğer şeyi yapmaya başladım.

 

Yapmış olduğum büyüyle bedenlerimizi güvenli bir yerde tutarken ruhlarımız girmemiz gereken bedenlere geçiş yapmasını sağladım.

 

Gitmeden önce son kez konuştum.

 

"Kalede görüşürüz. Zihin bağından iletişim kuracağız. Hâlâ varlığını koruyacaktır." demiş ve hemen sonrasında gözlerim kapanmıştı. Sonrasında ne mi oldu? Anında ruhlarımız bedenlerimizi terk etti ve saydam hallerimizle anında birden bulunduğumuz alanı terk edip olmamız gereken yerde olduk.

 

Gözlerimi açtığım anda birden kendimi aynanın önünde buldum. Şaşkınlıkla olduğum anı anlamaya çalışırken birden etrafımda birilerinin varlığını fark ettim.

 

Üç kadın etrafımda durmuş bir şey söylerken bende sessizce olduğum ana anlam vermeye çalıştım. Gözlerimi aynaya yansıyan görüntüye çevirdiğim anda kendimi şaşalı bir odada buldum. Hım demektir ki burada bir hazırlık var ve bu bedeninde bulunduğum kadın bir şey için hazırlık yapıyor. Ama ne?

 

Aynaya bakışlarım çevrildiği anda karşımda uzun simsiyah saçları olan bir kadın vardı. Pürüzsüz, kemikli ve uzun bir yüze sahipti. Gözleri açık kahverengi, dudakları ince ve küçüktü. Tam dudağının kıvrımında bir küçük ben bulunuyordu. Bakışlarımı yukarı çıkarınca başının üstünde duran beyaz taşlara sahip tacı gördüm.

 

Bakışlarımı aşağı indirdiğim anda içinde olduğum bedenin zümrüt yeşili bir balo elbisesi içerisinde gördüm. Bel kısmından etek kısmına doğru kabarık bir eteğe sahipti. Kol kısmı kısa dirseklere kadar balon kolluydu. Elbisenin göğüs kısmı dantelliydi. Derin bir dekolteye sahip göğüs kısmına baktıktan sonra şu an olduğum durumu kendimce anlamdırmaya çalıştım.

 

" Prenses Hazel üzerinizde olan kıyafeti beğendiniz mi?" diye konuşan sesi duyunca aynadaki bakışlarımı anında sol tarafımda duran yaşlı kadına çevirdim. Kimdi bu?

 

Yüzümde herhangi bir mimik olmadığından kadın suratıma korkuyla baktı. Şu an bu karakterin kişiliğini tam öğrenmeden bir şey diyemedim de. Ama soğuk bir cevap vererek şüpheli bir durumdan da kendimi kurtarmak lazımdı.

 

Kuru bir sesle konuştum. Soğuk, duygu barındırmayan bir üslupla. "Evet isteğime yakın bir model." diyerek bu sessizliği kesip attım.

 

"Çok uğraştım istediğiniz bir modele yakın elbise oluşturmak için. O halde siz elbiseyi çıkarın ben geri kalan küçük dokunuşları davete kadar halledeyim." diyince sessizce olduğum yerde yavaşça harekete geçtim.

 

Anında yanımdaki iki genç kadın benden önce davranıp bir anda önümden ilerleyip gitmem gereken tarafa emin adımlarla ilerlememde yardımcı oldu.

 

Odanın uç kısmında bulunan kapıya ulaştıkları anda kapıyı açıp içeri girecekleri anda onları durdurdum.

 

"Siz gelmeyin ben hallederim." diyince ikisi de şaşkınlıkla bana doğru kafalarını çevirdiler. Ne o bu kadın tek başına bir şeyi halletmiyor mu? "Yalnız kalmak istiyorum. Odada kimseyi istemiyorum." diye devam ettiğim anda yüzlerinde olan o şaşkınlık bir anda bir anlam kazandığı anda bu isteğimi hoş gördüler ve oldukları yerden ayrılıp içeri girmemi sağlamak için bana yol verdiler.

 

İçeriye girmeden hemen önce terzi olduğunu düşündüğüm kadına dönüp şunları söyledikten sonra içeri girdim.

 

"Elbiseyi birkaç saat sonra almaya gelin." diye keskin bir söylemle konuşunca kadın hiçbir şey diyemeden beni onayladı ve odada bulunan üç kadın odadan çıkmak için harekete geçince bende sında önümde bulunan açık kapıdan içeri girip anında kapıyı kapattım.

 

İçeri girer girmez anında derin bir nefes alıp sırtımı kapalı olan kapıya yasladım. Elim kalbime doğru uzandı ve hızla atıp duran kalp atışlarımı hissettim. Sonrasında olduğum bu zor süreci sindirmeye çalıştım. Ben biran önce bu kadının kimliğini çözmek zorundayım yoksa büyük açık vereceğim orası kesin.

 

Üzerimdeki elbiseyi anında bu bedene girmeden önce ruhumda gizlemiş olduğum kolyeyle çıkardım. Kolye şu an gözle görünür bir halde değildi. Kimse bir şey anlamasın diye kolyeyi saklı tutacaktım bu üç gün içerisinde. Sonra yapmam gereken şey için açığa çıkması gerekti. Elbise üzerimden çıktıktan sonra bu giyinme odasında bulunan dolaplara doğru gidip dolapta ilk elime gelen kıyafeti giymeye başladım. Çünkü kısa bir göz gezdirdikten sonra her kıyafeti fazla abartılı olduğunu görünce birinde karar kılıp anında dolaptan çekip aldım.

 

Anında içerisinde bulunduğum bedenin anılarına sızarak işime yarayacağını düşündüğüm bilgilere ulaşmaya başladım. Bakalım nasıl bir bedenle karşı karşıyaydım?

 

Birkaç dakika içinde işime yarayacak bilgilere anıları sayesinde ulaşmıştım.

 

Pek sevgili müstakbel eş adayıyla iyi anlaşmıyorlardı. Bu işime gelirdi. Tanımadığım bir adamla bir yakınlık kurmak istemediğim için bu bedeni tercih etmemi Ölü Ruh önermişti. Aslında çoğu şeyde ondan yardım almıştım. Bu süreçte çok yardımları olduğunu söyleyebilirim. Ama bunun için bir şart koşmuştu. Bu olay sürecinde zihnimde bulunacağını ve ondan zihnimi terk etmemesini istememi şart koşunca her türlü ben istesem de istemesem de zihnimde bulunacağını bildiğim için kabul etmiştim. Anlamıyorum zevk mi alıyor beni gözlemlemekten?

 

Hâlâ bu ruhu çözmüş değildim.

 

Her şeye tamamen ulaşınca anında giysi odasını terk edip yatak odası kısmına geçtim. Birkaç saat dinlendikten sonra işe girişmem lazımdı.

 

Uykumdan uyanmamı sağlayan şey kapının çalınması olmuştu. Uyku mahmurluğundan sıyrılmama izin verilmeden aniden odaya birkaç kişi girmişti. Bu daha önce o terzi kadının yanında bulunan kızlardı. Yanlarında birde tanımadığım birkaç kız daha gelmişti. Hepsi ardı ardına sıralanmış ve başları eğik vaziyette ayakta karşımda duruyorken neden hâlâ konuşmadıklarını anlamaya çalışırken konuşmayı ihmal etmedim.

 

"Ne var? Ne oldu?" dedim çatallı sesimle. Sesim kısık ve hafif boğuk çıkmıştı. Aniden sorumla birlikte kızların arasında en önde duran kişi konuştu. Bakışları yerde oyalanırken soruma cevap verdi.

 

"Efendim akşam yemeği yaklaştığı için sizi hazırlamaya geldik. Bu gece veliahdımız sizinle akşam yemeğini yiyeceğini söyledi. Erkenden hazırlıklara başlayacağınızı düşündüğümüz için daha öncesinden sizi hazırlamaya geldik. Uyanmış olduğunuzu sandığımız için odaya geldik. "diye tamamlayınca cümlesi anında nefesimi tuttum. Buda şimdi nereden çıktı?

 

Hâlâ tam uyanamadığım için birkaç saniye ayılmayı bekledim. Birde bu kızlar tarafından hazırlanma anı vardı değil mi? Hem erkenden veliahtla karşı karşıya geleceğimi düşünmedim. Ben daha çok kuleyi gezerek bilgiler edinmeyi düşündüm. Hatta veliahdın odasına girmeyi düşmüştüm. Ama şimdi tüm planlar suya düştü. Sırası mıydı şu an yemek yemenin? Gören de diyecek birbirlerini çok seven iki insan gibiler!

 

Hazel 'in anılarına sızdığım anda birbirlerine olan nefretleri ve birbirlerine yapmış oldukları öldürme girişimleri hiçte iyi anlaşan bir çift olmadıklarını gösteriyordu. Ve şimdi onunla yemek mi yemek istiyor? Birde bana kaçık derler bunlar benden daha beter halde! Ah! Uzun süre sessiz kalmamdan ötürü anında yataktan doğrulup kızların oldukları alana doğru ilerledim.

 

Karşılarına geçince hepsi yavaşça irkildi. Bu kadar bu kadından korkmaları hiç hoş değildi!

 

"Siz çıkın ben kendim hazırlanırım siz o ana kadar dediklerimi halledin. Sevgili müstakbel eşime küçük bir sürprizim varda." diyince dudaklarıma tehlikeli bir gülümseme yerleştirip onlara yapması gerekenleri anlattım.

 

Kimse bilmiyordu ama veliadın beyaz güllere alerjisi vardı ve bende yemek salonunu beyaz gülle donatarak kendime alan açacağım ki herhangi bir sorun ortaya çıkmadan bu gece kısa bitsin. Yoksa bir şeyler anlaması kaçınılmaz olur. Hâlâ tam olarak bu bedene ve onun özelliklerine alışmış değildim. Bunun için kendime zaman yaratmak zorundayım. Hem veliaht küçük bir rahatsızlık yaşarsa bende odasına gidebilmeyi başarır ve güç taşına ulaşırım bu sayede.

 

Kızlar odadan çıktıktan sonra bende hemen daha önce giymiş olduğum ve uykuya daldığım anda üzerimde bulunan elbiseden kurtulmak için giysi odasının yolunu tuttum.

 

Giysi odasında beğendim gri ve lacivert renkli bir elbise giymiştim. Elbiseye uygun lacivert taşları olan bir ince naif bir tacı salık bırakmış olduğum saçlarının üzerine yerleştirip rahat edeceğimi düşündüğüm ince topuğa sahip bir ayakkabı giymiştim. Makyajımı çok sade gri ve kahverenginin ağırlıklı olduğu pastel tonlarında seçmiştim. Dudaklarıma parlatıcımı sürdükten sonra elbiseye uygun mücevheride unutmamıştım. Elbise çok çarpıcı olduğu için sade bir beyaz taşlı kolye ve küpe takmayı tercih etmiştim.

 

Hazır olduktan sonra odadan çıkıp kapının önünde bekleyen bana eşlik etmek üzere bulunan kızlarla yemek yenilecek yemek salonuna doğru harekete geçmiştik. Ben kapıdan çıkıp sol tarafta doğru gideceğim anda birkaç adım gerimde bulunan çalışan kız anında beni durdurmuştu.

 

"Efendim yemek yenilecek alan değişti. Veliaht sizinle terasta akşam yemeğini yemek istediğini söyleyince tüm hazırlıklar oraya yapıldı." diyerek beni yaptığım yanlış konusunda bilgilendirdiği anda kaşlarım çatıldı. Bu adam bir şey mi planlandı? Onun için mi yer değişikliği yaptı?

 

" Veliaht bugün herhangi bir sorun yaşadı mı? "diye sordum. Belki bir olay olmuş olabilir umuduyla. Çünkü olursa aklı onunla meşgul olacaktı ve bunlar birbirlerine yaptıkları tehlikeli oyunları şu an yapmayacak olurdu. Yani aslında veliaht yapmayacaktı.

 

Kadın hemen beni başıyla olumsuzca onayladı. Hım kesin bir bit yeniği var bu işin içinde. Pekala yapacak bir şey yok gidip oraya yapmam gereken şeyi yapacağım.

 

"Dediklerimi yaptınız değil mi?" diyince anında evet anlamında başını salladı. "O halde yolu göster. Hangi terasta olduğunu nereden bileyim." diye aksi bir sesle konuşunca kız aniden hemen olduğu yerden ayrılıp birkaç adım önden giderek bana yolu gösterdi.

 

Bende onu arkasından takip etmeye başladım. Kızgınlığım kıza değildi ama içinde bulunduğum bedenin sahibi bu tarzda konuştuğu için bende bu üslupla konuşmak zorundaydım. Kız önden gidip beni olduğum koridordan ilerletip koridorun sonunda bulunan merdivenlerden yukarı çıkmamı sağladı. İki kat çıktıktan sonra önüme çıkan loş ve ferah koridorda ilerlemeye başlarken bakışlarım etrafta dolaşıp durdu.

 

Kız adım atmayı bırakıp bana eliyle bulunduğum koridorun ucunda bulunan ve başka yere geçiş yapan küçük girişi gösterince anında geri kalan yolu tek başıma yürüyecek olduğumu anladım.

 

Ah umarım burada büyük bir cenaze gerçekleşmez çünkü daha yeni geldim. Birinin ölmesini istemem hele hele benim yüzümden. Olduğum yerden ayrılıp o küçük girişe doğru ilerlediğimde birden yerde gül yapraklarını görünce sesli kahkaha atmak istedim. Görende birbirini seven iki insan sanacak bunları! Bu ikisinin ilişki durumu ben ve Esila gibi.

 

Bizim gibi birbirlerini öldürmek için can atıyorlar. Ama biz iki düşmanız. Onlarsa yakında evlenecek olan eş adayları. Vay be ne sevgi! Hem o kadar birbirlerini seviyorlar ama neden evlenmek istiyorlar? Ve ayrıca bu bedeninde bulunduğum kadın en yakın arkadaşının ölümüne sebep olmuştu.

 

Sırf bu mertebeye erişmek için. Ama Veliaht'ın ondan kalır yanı yok. Bu Hazel bir alt tabakada bulunan bir generalle küçük bir ilişkiye sahipmiş. Eh bunu öğrenen Veliaht 'sa anında bu generali önce herhangi bir kadınla evlendirip sonrasında onu öldürmüş. Yani Hazel' e üst üste iki acıyla sınamış.

 

Bunlar birer kaçık! Ve buna rağmen birbiriyle evlenmeyi hâlâ düşünüyorlar. Bu ikisini gören bana şükreder. Birde sorunlu ve küstah kaçık olan benim. Tuhaf olan her şey bende mevcut! Hah! Bu ikisini görsünler bakalım bana bir daha bunu diyebilirler mi? Bildiğin ikisi ölümle dans ediyor.

 

Gül yapraklarının sonuna ulaştığım anda kendimi muazzam bir dekorla süslenmiş terasta buldum. Anında bakışlarım beyaz gülleri aradı. Tamda istediğim gibi masanın üstünde duruyordu ama başka bir renkte. Kızlardan beyaz laleyi yapay bir boya ile boyamasını istemiştim. Böylelikle Veliaht olayın farkına varamayacak. Birkaç metre ötede öylece durmuş ve terastan dışarıyı izleyen adamı buldu bakışlarım. Sırtı bana dönüktü. Uzun ve iri bir bedene sahipti. Ortam yarı aydınlık olduğu için saç rengi siyaha çalıyordu. Belki de siyahtı bilmiyorum.

 

Birkaç adım atıp öne çıktığım anda adım seslerimi duyduğunu biliyorum ama herhangi bir şey yapmadan öylece dışarısını izlemeye devam etti. Bende o an etrafımı dikkatli incelemeye başladım. Ortama hayran olduğumu düşünmeyin sakın! Daha çok gelebilecek tehlikeyi fark etmeye çalışıyorum. Bakalım yine küçük bir plan yapmış mı? Aslında küçükten kastım öldürmeyen ama süründüren bir plan.

 

Baktığım kadarıyla herhangi bir sorun yok gibi duruyordu. Hatta bunu güçlerimi kullanarak da anlamaya çalıştım ama bir şey bulamadım.

 

"Gel." dedi geldiğim andan beri konuşmayan Veliaht. "Bu sefer bir tehlike yok. Arama boşuna." diyince ne yaptığımı anlamış olmasını beklemiyordum. Hım zeki bir adam! Hiç sevmem diyormuşum! Aptallarla mücadele etmektense zeki ve dâhilerle mücadele etmeyi yeğlerim neden mi çünkü daha keyifli oluyor karşı tarafı mağlup etmek.

 

Olduğum yerde yavaş adımlarla biraz ileride bulunan geniş masaya doğru geçtim.

 

"Umarım yemekler zehirli değildir." dedim neden mi? Geçen sefer bu olayın benzerinde yemeğin içerisinde zehir olduğu için Hazel bir hafta yataktan çıkamamış. Yine aynısı mı diye iğneleme yapıp olabildiğince Hazel 'in üslubu ve kinayeli tavrıyla karşılık verdim.

 

" Hâlâ hayatta olman o yemeğin zehirli olmadığını gösterir." dediğinde dudaklarım hafifçe kıvrılır gibi oldu ama anında yok ettim. Vay canına nasılda kelime oyunu yapıyor!

 

Ama unutuyor ya da bilmiyor benim en sevdiğim ve kullandığım yöntem budur. Ah sanki gece güzel geçecek gibi.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷ ꒰ఎ ♡ ໒꒱ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Masaya geçip oturduğum andan sonra onunda masaya geçmesini bekledim ama hâlâ olduğu yerde dikilmeye devam ediyordu. Hım belki de bende bir adım bekliyor olabilir. Hım onu bu masaya getirmem lazım çilekleri soluması hatta elleri arasına alması lazım.

 

"Müstakbel eşim benimle yemek yemeyecek mi?" diye sorunca o an olduğu yerde kasıldığını gördüm. Nokta atışı mı? En bayıldığım. Ve yavaşça arkası dönük olan adam benden tarafa dönünce yavaşça onu baştan aşağı inceledim.

 

Kumral tene sahipti. Arkaya doğru taramış olduğu gür saçları rüzgardan hafifçe dağılmıştı. Bakışlarım yüzünü bulduğu anda bal rengi hareleriyle karşı karşıya kaldım. Düz, sert ve mimik dahi bulunmayan ifadesiyle bana bakıyordu. Düşüncelerini okumak isterdim o an. Ve karşısında bulunan bu kadına olan hislerini öğrenmek isterdim . Kemikli yüz hatlarına ve ince uzun buruna sahipti. Kaşları gür ve kavisli bir yapıya sahipti. Sakalı yoktu. Sakalsız yüzü pürüzsüz ve herhangi bir savaş izi bulundurmuyordu.

 

"Beni bu kadar uzun incelemeni yanlış anlayacağım." diyerek sessizliği böldüğü anda anında onu inceleyen bakışlarım ciddi bir hal aldı.

 

"Ah daha doğrusu seni kötü beklerken bu kadar sağlıklı görmek moralimi bozdu. Ne yapsam da rahatsız etsem diye düşünüyordum." diyerek alaycı bir üslupla konuşup asıl Hazel 'i sunduğum anda birden tüm keyfi kaçtı.

 

"Çekilmez biri olman kısmında hep haklıyım. Bazen nefesini kesmek için can atıyorum. "diyince dudaklarım iki yana kıvrılıp ona sahte bir tebessümle baktım. Gözlerimdeki o parıltı onun daha da sinirini bozdu.

 

" Ah ama biliyorsun ki Kral olman için bana ihtiyacın var."dedim bu nedenle hayatta oluşumu ona sunarken." Diğer türlü Kral olamayacaksın. "diyerek üzücü bir kısmı olduğunu da ona sunduğum anda keyfi iyiden iyiye kaçtı.

 

" Yoksa kim zorla tecavüzle sahip olduğu kadını terk edip onun bebeğinin ölümüne sebep olan bir adamı bu krallığa Kral yapmak ister ki? "diyince anında bir adım öne atılıp tam bana doğru ilerliyordu ki son anda adım atmayı bırakıp bana nefretten ziyade öldürmek isteyen bir istekle baktı.

 

Ah evet yanlış duymadınız. Bu içerisinde bulunduğum kadın tam bir plan kadını. Ve yaptığı planla kendisini öyle bir koruma altına almış ki istese dahi Kral ona evlenene kadar zarar veremez. Evlendikten sonra da kadın kendini korumak için almış olduğu planı anılarından ulaşmıştım. Ve baya iyi bir plandı. Yani yaptıklarını bilmesem teklif götürür onunla birçok işe kalkışırdım. Zehir gibi bir kafaya sahipti.

 

"Sen o ana kadar yaşamın tadını çıkar sonrasında sana yaşamı öyle bir dar edeceğim ki nefes almak bile sana zor gelecek." diye sözlerime karşı büyük bir nefretin izleriyle karşılık verince anında rahatça sırtımı sandalyeye yaslayıp elimi öne doğru uzattım.

 

" Ee sevgili müstakbel eşim hâlâ benimle yemek yemeyecek misin? "diye hiç duyduklarımdan rahatsız olmamış bir tavırla konuştuğum anda olduğu yerde çıldırmaktan beter olmuş bir şekilde sert adımlarla bana doğru ilerledi ve tam da karşımda bulunan boş sandalyeye geçip oturdu. Keyfi iyiden iyiye kaçtığı için pek öfkeli ve öldürmek isteyen biri hal içinde bulunuyordu.

 

"Ölümü senin sayende bu adamın elinde olacak. Çok üzerine gitme de Hazel 'in diri bedeni bize lazım. Ölü bedeni değil." diyince artık saklandığı yerden çıkıp kendini açığa çıkaran Ölü Ruh'a anında cevap verdim.

 

"Hadi ama iyi yaptım. Bir kadını küçümsemesi sinir bozucu bir şey. Evet içerisinde olduğum kadın pek iyi biri değil. Eğer Veliaht iyi biri olsaydı emin ol ki ona yardımcı olurdum ama değil ve ona karşı ne susarım ne de onu alttan alırım." dediğimde aniden Ölü Ruh 'tan bu cümlemi eleştiren bir ses çıktı.

 

" Cık cık.. "dedi ve sonrasında devam etti." Sen iflah olmazsın. Ama dikkat et prenses. Karşında senden ölesiye nefret eden biri var. Belki Esila kadar değil ama onunda kendince bir amacı ve planı var. Her yerden darbe gelebilir. Temkinli ol. Bende en ufacık bir sorunda yanında olacağım."

 

Ölü Ruh bunları söylediği anda ona minnet duydum. Yaptığı şey çok büyük ve anlamlı bir şeydi ve olabildiğince bu yaptığı şey için ona teşekkür etmekten başka öteye gidemeyeceğimi ama ona dostluğumu daima sunacağımı biliyorum. Ve o da bunun farkında. Ve hiçbir rahatsızlığı ve isteği yok bunun dışında. Beni ben oluşumdan dolayı etrafında görmek istiyor.

 

Başka bir amaç gütmüyor. Bunun için ne kadar mutlu olduğumu ve onu her ne kadar eleştirsemde yanımda oluşu bana güven verdiğini söylemeden edemeyeceğim.

 

Ölü Ruh sensizliğe gömüldüğü anda bakışlarım karşımda duran adamı buldu. Küçük bir planım vardı. Onun aklını dağıtarak bazı yerlerde bana karşı alaycı bir üslupla konuşarak dikkat dağınıklığı yaratarak bu birkaç santimetre önünde olan beyaz güllere dokunmasını hatta solmasını sağlayacağım.

 

Karşımda beni nefretle izleyen adamı birkaç dakika görmezden gelip masada bulunan yemekleri inceledim.

 

"Ah beni ne kadar iyi tanıyorsun. Öyle ki hiç yemeyeceğim yemekler masada bulunuyor. Ah beni bu kadar düşünmen gözlerimi yaşartıyor." diyince onun yaptığı şeyden sanki duyusal bir an yaşıyormuş izlenimi verirken bazı aşina olduğum yemekleri masada bulunan boş tabağıma yerleştirip yavaşça ona baka baka yedim.

 

" Unuttuğun bir şey var geri geldiğinde asla yapmam denen şeyleri yaparım. Ve nefret ettiğim şeylerle yaşamımı devam ettiririm bu benim için zor olmaz." dedikten sonra yavaş bir lokma daha aldım önümde bulunan tabaktan. Sonra sol elimle içinde gülden yapılmış içeceği alıp yavaşça dudaklarıma doğru götürür gibi yaptım ve son anda hızla elimi ters çevirip bardağın içinde bulunan içeceği yere döktüm.

 

" Ah! Elimden kaydı." dedim yalancı bir mahcuplukla. Ama o bardağı devirip ona yalan bir ifadeyle bakınca burnundan sesli bir nefes aldı. "Sevgili müstakbel eşim beni ne kadar düşünüyor ki asla içmemem gereken gül içeceği bardağımın içerisinde. Ah ya içseydim ne olurdu? Hasta olurdum ve kendimle beraber senide uzun bir sürece itmiş olurdum ama işte gel gör ki buna izin vermedim ve anında tehlikeden kurtuldum. "dedim ve boş bardağı masaya bıraktığım anda Veliaht masaya doğru yavaşça eğilip tek kolunu masaya yasladı.

 

Sonrasında yavaşça bakışları bende kısaca oyalandıktan sonra hareleri tam önünde duran vazoyu buldu. Ve yavaşça sol eli güle doğru gidince anında bakışlarımı ondan çektim çünkü istekli halimi görünce anında bir şeyler anlayabilirdi.

 

Yavaşça kaldığım yerden yemeği yerken birden tam çatala yiyeceği batıracakken Hazel 'in bir diğer alerjisi olan sebzeyi görünce anında dudaklarım iki yana kıvrıldı. Bunu öğrenmiş çünkü bunu şu ana kadar sevdiği adama ve kendisi bilirken şu an Veliaht' da biliyordu. Acaba nereden öğrendi? Ve sebze beyaz renkte bulunuyordu ama şu an rengi yeşildi. Benim yaptığım şeyi yapmış olmalı. Güçlerim sayesinde kokuları ayrıt etmemden kaynaklı sebzenin göründüğü sebze olamadığını anlamıştım.

 

Göz ucuyla ona baktığım anda beni izliyordu. Hım oyun mu istiyor vereyim ona istediğini. Çatalı sebzeye batırıp yavaşça ağzıma doğru götüreceğim anda bakışlarım onu buldu. Gözleri büyük bir istekle bu sebzeyi yememi istiyordu. Yemesine yerdim de işte Hazel 'in alerjisi vardı. Ama bir yanım ye diyor mors olsun olduğu yerde ama şüphe uyandırmak istemiyorum. Dudaklarımı açıp ağzıma atacak gibi yapıp anında çatalı ağzımdan uzaklaştırdım.

 

"Hadi ama o kadar basit mi?" diyince anında kaşları çatıldı. "Sence ben akşam yemeği yenilecek haberini aldıktan sonra o mutfağa kendi adamlarımı yerleştirip bana yönelik herhangi bir girişimde bulunduğunu öğrenmeyecek kadar aptal mıyım? Hemde ikinci bir mutfakta bu yemekler yapıldı. Diğer mutfakta yapılan yemekler asıl yemekler bile değildi. Hadi ama o kadar küçümseme beni kırılıyorum. "dediğim anda masada bulunan sağ eli yumruk halini aldı.

 

" Sen ne denli bir hastasın? "diyince o an bu kadar sinir ettiğim için onu yüksek bir kahkaha attım.

 

" Bilmem sen söyle. Nasıl bir hastayım? "dedim tehlikeli pırıltılarla parlayan harelerim arasından.

 

" Sen ne denli tehlike bir kadınsın orasını anladım. Ama bilmiyorsun ki ölümün benim elimden olacak. Kaçık bir karaktere sahipsin. "dediğinde o yüksek içerisinde ne volkanların patladığı sesiyle bana nefretle bakıp konuşurken anında bana isteğimi verdi. Ve yavaşça tam karşısında duran vazoda bulunan çiçeğe uzanıp onu parmakları arasına alıp dalını sımsıkı tutarken çiçeği yüzüne doğru yaklaştırdı.

 

"Dışarıdan herkes için bu çiçek kadar naif, güzel ve masum görünüyorsun ama öyle değilsin. Ve ben bunu biliyorum." diyince yavaşça soluklandı. Çiçeği solurken ben ona ifadesiz bir şekilde baktım. Sanırım alındığımı düşünüyor. Ama ben zaman kolluyorum. "Siz kadınlar kendinizi bir şey sanıp duruyorsunuz ama güçsüz ve aciz varlıkların teksiniz. Sizlere acıyorum . Her daim kendinizi bir yerde konumlandırmak için çok çabaladınız ama buna biz izin verdiğimiz kadarıyla başardınız. Siz güçsüz varlıklarsınız. Ve bizim kadar hiçbir zaman güçlü olmayı başarmayacaksınız. "diye cümlesini tamamlayıp sustuğu anda ona içimden kahkahalarla güldüm. Bakalım biraz sonra aynı şekilde düşünecek mi?

 

" Sen hiçbir şey bilmiyorsun. "diye cümleye başladığım anda o sadece çiçeği soluyup, gözlerini yumdu. Sanki gözlerini kapatsa şu an daha çekilir bir hale gelecek gibiydi onun için. Her soluduğu anda keyfim yerine daha çok geldi. Ah nasılda bilmiyor biraz sonra yerde sürünecek hale geldiğini.

 

Bir Emira atasözü der ki ; Damarıma basanın damarını patlatırım.

 

Öyle kolay değil biz kadınları hafife alarak kendi üstünlüklerini ortaya koyması. Maalesef ona istediği sessizliği ve huzuru vermedim ve beni görmesede sesimi duydu. Ve yavaşça kırmızı hale gelen suratını keyifle izledim.

 

" Ah biliyorum sen bayrakları aşağı indirdin ama benim öyle bir niyetim yok Veliaht. Bu akşam senin için pek güzel geçmeyecek maalesef. "dediğimde gözlerini açmadı ama çatık kaşlarıyla konuşama devam etmemi bekledi. " Ve ben bana yaptığın bu zehirli akşam yemeğinin bedelini alerjin olduğunu öğrendiğim beyaz laleyle ödetmek istedim." diyince bir anda gözleri hızla açıldı. Elinde tuttuğu gül birden masanın üstüne düştü. Yavaşça olduğum yerden kalkıp, masadan uzaklaştırdım bedenimi. Birkaç saniye içinde nefes alış verişleri sıklaştı. Yavaşça damarları patlayacak gibi gözle görünmeye başladı boynunda, ellerinde ve alnında. Ah acı zor şey.

 

Veliaht olduğu yerde kıvranıp duruyordu. Veliaht oturduğu yerden hızla yere düştüğü anda hiç istifimi bozmadım ve ona bakmaya devam ettim. Bulunduğum yerden rahatça onu görebiliyordum.

 

"Canın çok mu yanıyor müstakbel eşim? Yardım çağırmam gerekiyor mu? Ama hiç içimden gelmiyor. Birkaç dakika bekleyebiliriz diye düşünüyorum malum daha yeni oldu. Biraz süre geçsin." diyince anında kıvranıp durduğu yerde bana hakaret etmeye başladı.

 

"Ah hiç oluyor mu böyle? Neyse biz konumuza dönelim. Şimdi biraz önce eline aldığın güller beyaz gülerdi. Tabii sen fark etmedin. Neden mi? Çünkü yapay boyayla onu pembe rengine çevirdiğim için anlaman zor oldu." dediğim anda olduğu yerde zor nefes alan adama baktım. Epey bir zorluk çekiyordu bunu artık yavaşça inip şişen göğsünden anladım.

 

Umarım ölmez. Ölmesin de. Çünkü hâlâ onunla işim bitmedi. Sadece bayılacağını biliyorum bunun önlemini de aldım ve sabaha kadar kendine ancak gelecek o da ben ona bu rahatsızlığı gitsin diye verdiğim ilaçtan sonra. Yani vermezsem birkaç gün böyle rahatsız olabilir. Benim de niyetim bu yönde gibi. Ruh taşını böylelikle daha kolay alırım. Ah bir taşla iki kuş vurmak diye buna derim. Daha ne isterim ki! Yav bilinci gittiği anda ona doğru ilerlemeye başladım. Hım şimdi usta bir oyuncu olma vakti.

 

Olduğum yerde olabildiğince yüksek bir çığlık attım ki ne gerekçi oldu. Sevdiği adamı kaybeden bir kadının nidası yankılandı bulduğumuz terastan etrafa.

 

Bir kere daha çığlık daha attıktan sonra birden içeriye dört muhafız girdi. Beni gördükleri anda yalandan akıttığım gözyaşlarımın arasından yerde yatan Veliaht 'ı göstererek ağlamalarım arasından konuşmaya başladım.

 

"Yemek yiyorduk birden içtiği şeyden sonra yere devrildi." dedim ve büyük bir oyuncu edasıyla yerde bulunan Veliaht' a yaklaşıp hemen onu yerden kaldırmalarını istedim. "Onu hemen bir hekime gösterin. Ona ne oldu bilmiyorum." diyerek onları harekete geçirdim ve muhafızlar oldukları yerden koşar adımlarla gelip Veliaht 'ı yerden alıp terastan çıkarmak için alel acele hareket etmeye başladılar. Ah bende üzgün bir eş adayı durumuyla onların arkasından gittim. Bakalım şimdi ne olacak? En çok onun uyanma anındaki halini merak ediyorum.

 

Bakalım bu sefer de bir kadını küçümseyerek kendini yüceltecek mi o bulunduğu anda? Zannetmiyorum ama bunun bedelini ödeteceği kesin ama buna mani olup tekrardan bir ayakta bulunmam lazım.

 

Olduğumuz yerden ilerlerken etrafımızda birden fazla insanın belirdiğini fark ettim. Hım büyük bir yankı yapmış olmalı bu planım. Umarım başıma patlamaz ve ayağıma sıkmam. Çünkü bu gece odaya gelip giderek Ruh taşını aramam lazım o vakte kadar da bu adam uyanmamış olmalı.

 

Muhafızlar Veliaht 'ı odasına doğru götürüyor olmalı ki birçok insan o tarafta yoğunlaşmış olmalı. Her ne kadar bakışlarımda şaşkınlık olsa da en çok acı ve korku ön planda olsun diye uğraşıyorum. Hem kimse bunun benim yüzümden olduğunu anlamamalı. Ve olabildiğince güzel oynamalıyım ki herkes benim duygularımı sahici sansın ve bir kuşku duymasınlar.

 

Muhafızlar sonunda Veliaht 'ın odasının bulunduğu kata geldiklerinde anında birkaç kişi kapıyı onlara açarak içeri girmeleri için yol vermişken bende aradan içeri girerek kendimi odaya attım. Bakalım nerede bu Ruh taşı. Muhafızlar Veliaht' ı yatağına doğru yönlendirirken o sırada birkaç kişi koşar adımlarla hekimin odaya gelmesi için kapıda bulunan muhafızlara emir vermişti.

 

Bense öylece yavaşça olduğum yerde odayı bir yandan gözlemliyor bir yandan da yatakta uzanmış olarak baygın olan Veliaht 'ın yanına doğru ilerliyordum. Tam baş ucunda durup sessizce iç çekerek olan biteni izliyordum. Eminim ki çok acılı duruyordum dışarıdan. Ah bunu yapmak zorundayım.

 

"Hekimler nerede kaldı?" dedim sert bir sesle. Anında hepsi sesimle irkildi ve atağa geçip oldukları yerde bana bakmaya başladılar endişe içinde "Görmüyor musunuz baygın halde duruyor hemen hekim gelsin ve neyi olduğunu söylesin!"diye emrederek konuşup onun için endişeli imajı vermeye çalıştım.

 

" Birazdan burada olacak hekim Veliaht 'a bakmak üzere Prenses. "demişti birden odaya gelen orta yaşlı bir kadın. Anında bu kadın kim diye düşünürken birden anıların arasından bu kadını gördüğümü fark ettim. Ah tabi Veliaht' ın halasıydı. Ve ona çok bağlıydı. Oğlu gibi sevdiğini Hazel 'in anılarından anlamıştım. Bakalım bunun için bir suçlu ararken Hazel' i suçlayacak mı?

 

"Sen endişe etme ona hiçbir şey olmayacak." diye yanıma gelip beni teselli etmeye başladığı anda bu sıcak tavrı beni bir tık düşündürdü. Hım numara mı değil mi öğrenirim birazdan.

 

Ve sonunda hekim odaya geldiği anda hemen yatağa doğru yaklaştı. Malzeme çantasını yatağın ucunda bulunan komodinin üstüne bırakıp anında içinden birkaç malzeme alıp kontrol etmeye başladı.

 

O sırada bende öylece bakıyordum. Yanımda duran Veliaht 'ın halası beni teselli etmeye devam ederken bende hekimden sabaha karşı anca uyanır cümlesini duymayı merakla bekliyordum.

 

Nerdeyse yarım saate yakın bir kontrolden sonra hekim bir şey diyebilmişti.

 

"Bu zehirlenme değil. Daha çok yediği veya içtiği bir şey dokunmuş olmalı. Vereceğim ilaçla ancak sabah karşı bilinci yerine gelecektir." diyince nerdeyse dudaklarım iki yana kıvrılacakken anında kendimi tuttum.

 

Bir anda yatağa doğru eğilip yatağın ucuna oturdum. Hekime bakarak konuştum.

 

" İyi olacak değil mi? Bir sorun yok? "diyince hayır dercesine başını iki yana salladı." Peki teşekkürler. Ben bu akşam burada sabaha kadar başında bekleyeceğim bir şey olursa muhafızlardan sizi çağırmasını isterim. Onun için yakınlarda bulunun. "diyip susunca anında halası tam konuşacakken tekrar sözü devraldım." O bu halde bulunurken benim odamda dinlenmemi bekleyemezsiniz. Bu gece ben başında olacağım. "diye kesinkes konuşunca üstelemedi kimse.

 

Onlar odadan çıktıktan sonra hemen baş ucunda durduğum adamdan uzaklaştım. Kısa bir an yüzüne baktığım anda soluk yüzünde rahatsız bir ifade içinde olduğunu anlamak zor değildi. Bunu yapmak zorundaydım Veliaht müsveddesi. Yoksa işime taş koyacak kadar katı bir kalbe sahipsin. Bakışlarımı hemen ondan çekip direk biraz ileride olan çalışma masasının bulunduğu kısma çevirdim.

 

Tabii ki taş burada değildi. Ama bu taşı bulmak için bir çalışma yapmış olmalı ve bende bu çalışma alanından bir sonuca ulaşamayacağımı farz ediyorum. Yavaşça olduğum yerden ayrılıp masaya doğru ilerledim. Masanın etrafından dolanıp sandalyeye doğru geçip oturduğum gibi hemen masada bulunan açıkta olan evrakları bir gözden geçirdim. Bana yarayacak bir bilgi bulmak adına.

 

Ama birkaç dakika sonra her evrakın beni ilgilendirmeyecek meselelerle ilgili olduğunu anlayınca bu sefer de masanın çekmecelerine bakmaya başladım. İlk çekmecenin kulpunu parmaklarım kavradı ve sessizce açmaya çalıştım. Ne olur ne olmaz bu adamın uykusundan uyanacağı tutar. Aslında uykusu uzun sürsün diye büyü mü yapsam?

 

Aslında iyi fikir yapmaktan ne zarar gelir ki? Anında bildiğim bir büyü yönetimiyle anında uykusunu daha da ağırlaştırdım. Tedbiri elden bırakmamak lazım bu anlarda. İlk çekmeceyi açtığım anda içinde beni birden fazla kapalı halde bulunan zarflar karşıladı. Hım ne vardı içinde acaba? Anında zarfı açıp dışına kısa bir göz atıp anında aynı zarftan bir tane eşi benzeri olan güçlerimle oluşturdum. Ve anında elimde bulunan zarfı açıp içerisinde bulunan kağıtları incelemeye başladım.

 

"Ne o Prenses şimdi de özel alanı ihlal mı ediyorsun?" birden Ölü Ruh'un sesini duyunca bunu beklemediğim için bir an korktuğumdan elimde duran kağıtlar masaya düştü.

 

Korku yavaşça beni terk ettiği anda hemen kağıtları alıp tekrar incelemeye başlamıştım.

 

" Rica ederim bir dahakine böyle pat diye sessiz ve bir iş üzerindeyken ortaya çıkma."

 

Bunları söyledikten sonra günlüğe benzeyen kağıt sayfalarına kısa bir göz atıp bir diğerine bakmaya başladım. Hiç aşk dolu sözleri ve hayat hikayesi okumayacak kadar meşgul bir durumda bulunuyordum.

 

" Hadi ama böyle anlarda senin şu korku dolu hallerini izlemek keyif verirken bundan vazgeçmemi bekleme benden."

 

Ölü Ruh bunları derken ben gözlerimi devirip işime kaldığım yerden devam ettim. Bu zarfta bana yarayacak bir şey bulamayınca aynı eski halinde olacak şekilde zarfa koyup zarfı kapatıp diğer kapalı zarflara geçtim.

 

Birkaç dakika sessizce bu kapalı olan zarflara bakıp durdum ama işime yarayacak bir şey bulamadım. Bu çekmecede işime yarayacak bir şey bulamayınca bir altta bulunan çekmeceye geçtim. Tam yarım saate yakın bu üç çekmeceyi inceledim ama hiçbir şey bulamadım.

 

Demek ki görünen yerde değil görünmeyen yerde bulmam lazım aradığım şeyi. Sırtımı sandalyeye iyice yaslayıp odanın loş ışığında gözlem yapmaya başladım.

 

"Sana bir soru Ölü Ruh." dediğim anda herhangi bir onaylama alamadım ama beni dinlediğin biliyordum onun için devam ettim cümleme . "Sen olsan bu veliaht yerine sen nereye koyardın Ruh Taşını?"

 

Sorumu sorduktan sonra o cevap verene kadar ben yine daha detaylı bir şekilde incelemeye devam ettim kaldığım yerden. Yani hâlâ güçlerini tam kullanmayacak kadar güçsüzse onu bir yerde muhafaza etmeli ama nerede? Onu bulmam lazım. Şansa Hazel 'den de nefret ettiği için bu kadına bir şekilde bunu söylemesi imkansız.

 

Ama ya o ölen sevdiği kadına söylemişse?Bunu nasıl öğrenebilirim ki?

 

Ben kendi kendime düşünürken birden Ölü Ruh' un sesi zihnimde yankılandı.

 

"Saklaması zor bir taş. Ve bu küçük velet belki de bu kulede bunun daha önce muhafaza edildiği yerde onu saklıyor olabilir ve onun bulunduğu yer güvende tutuluyor olabilir. Seninkiler bir baksın bir etrafa dikkat ederek sende bu odada işine yarayacak bir şey bulmaya çalış. "

 

Ölü Ruh bunları söylediği anda birden içime bir şüphe doğdu. Bir şey biliyor olmalı ki beni çizgileri aşmadan uyarıyor. Ama hangi konuda orasını bulmak lazım.

 

Anında Victoria 'nın zihnine ulaşıp mesajımı aktardım.

 

" Victoria sen ve Dennis bir an önce kimseye gözükmeden hemen ortalığı arayın ama sakın bir sorun çıkarmadan bunu halledin." dediğimde anında Victoria' dan yanıt gecikmeden geldi.

 

"Tamam merak etme dikkat edeceğiz. Sen neredesin ve neden sende gelmiyorsun?" diyince aniden kızacağını bile bile sorusunu yanıtladım geciktirmeden.

 

"Sevgili müstakbel eşim fenalaştı. Onun başında bekliyorum." diyince Victoria birkaç saniye bir şey diyemedi.

 

"Adamı mı zehirledin sen?"diye şaşkınlıkla konuşunca beklediğim tepkiyi göstermişti." Kafayı mı yedin kızım sen? "

 

Victoria telaşla diğer sorusuna geçince anında ona cevap verdim.

 

" Hayır sadece alerjik bir reaksiyon yaşadı. Zehirlenmedim adamı sadece biraz uyuması ve ortada dolanmaması gerekti bende bunu düşündüm. Siz Ruh taşının olabileceği yeri aramaya başlayın bende bu adam neyle meşgul amacı ne onu öğreneceğim."

 

Cümlem bitince anında işime odaklandım.

 

Odada bulabildiğim her noktaya baktım ama asla Ruh Taşı'na rastlamadım. Odada değildi. Ama bir yerde muhakkak olması lazımdı. Ve bunun bulunduğu yere çıkan bir iz de bulunuyordu ama ben ona ulaşmış değildim. Ama bu çabalamayı bırakacağım anlamına gelmiyordu. Eninde sonunda o iz önüme çıkacaktı.

 

Bulunduğum yerden ayrılıp tam pencereye doğru ilerleyip dışarıyı izleyecekken birden Veliaht 'ın uzandığı yerde bir cismi yatağın altında ucunun çıktığını gördüm. Bunun ne olduğunu görmek için hemen yatağa doğru ilerledim. Yatağın yanına gelince dizlerimin üstüne çömelip hemen başımı eğerek yatağın altında olan şey ne diye baktım. Ve bakınca dudaklarıma büyük bir şaşkınlık yerleşti.

 

Doğru mu görüyorum ben?

 

"Geç fark edeceğini sandım ama gördün Prenses."

 

Ölü Ruh bunları söyledikten sonra yavaşça geriye doğru çekildim. Ve anında yatağın altında duran şeyden uzaklaştım.

 

"Nasıl yani bu şey tam olarak ne?" dediğim anda sorumu anında cevapladı.

 

"Şu an tam bedeni olmayan ve ruhu bir nesneye sıkıştırılmış bir çocuk bu." diyince Ölü Ruh anında elim ağzıma gitti.

 

"Nasıl yani onu kurtarmak için mi Ruh Taşını elde etmek istiyor? Oğlu yaşıyor mu? O halde sevdiği kadını da kurtaracak." dediğim anda hâlâ yatağın altına bulunan cismi görmesem de bakmaya devam ettim o noktadan gözümü çekmeyerek.

 

"Şu an yasaklı büyülerle bunu yapabilmiş. Ama Ruh Taşı'yla bağlantı kurduğu anda çocuk bir insan görünümü haline gelecek. Ama kadın için bunu söyleyemem çünkü onun ruhu silindiği için istese de onu geri getiremez. Veliaht ise şu an çocuğu için mücadele ediyor. İşler biraz riskli ve her şey olabilir. "

 

Olduğum yerden kalkıp yataktan uzaklaştırdım kendimi.

 

Şu an Ruh Taşı yakınlarda bir yerde olması lazım. Hemde çok yakında. Ve bunun içinde veliaht uyanmak zorunda. Bu sayede onu takip ederek taşın olduğu yeri öğreneceğim.

 

" Uyandır onu ve yapman gereken şeyi yap."

 

Ölü Ruh zihnimden geçene karşı bir cümle kullanınca anında odadan dışarı çıkmak için harekete geçtim. Uyanmalı ve onu davete kadar gözlemlemeliyim bu yolla istediğim şeye ulaşacağım.

 

Hazel 'in odasına geçince anında hem yaptığım uyku büyüsünü kaldırdım hemde alerjik reaksiyon için olduğu uykudan onun çekip aldım. Bir an önce atağa geçmem için onun bana uyanık zihni lazımdı.

 

Uyanınca bunun hıncını alacak ama önemli olan neler yaptığı gün içinde. Bunları bilirsem her şeye ulaşabilirim. O gördüğüm varlık ise çok ürkütücü duruyordu. Bir insan bedeninden çok bir ruh formatının sıvı hali vardı önümde. Hareketsiz, cansız ve birde yüzü olmayan bir kafaya sahipti. Sadece yatağın altında uzanıyordu. Sanırım bu içinde olduğu şey onun ruhunu canlı tutuyordu. Ve ta ki bir bedene kavuşana kadar orada bulunacaktı.

 

Acaba Hazel bunu biliyor muydu? Ya da başka biri? Veya kimse bunu bilmiyor olabilirdi de. İş çok garip bir hal aldı. Bu konuyu bir bizimkilerle konuşmam lazımdı.

 

Victoria 'yla tekrar bir zihin bağından iletişim kurmuştum ve hepsini ormanın çıkışına çağırmıştım. Bu işi yüz yüze konuşmak daha makul olacaktı bizler için.

 

Ben önceden ormana geçip onların gelmesini bekleyecektim. Ve aklımda olanları ve gördüklerimi anlatıp onların da görüşlerini de almak istiyorum. Bakalım benim gibi onlar da bu olaylara ne tepki verecek? En çok Dehri 'nin vereceği tepkiyi merak ediyordum. Çünkü o an alacağı yüz ifadesini şu an az çok tahmin etsem de net bir şekilde o an o olacak şeye yaklaşamayacak olduğumu biliyorum.

 

Ormana geldiğim anda sessizliği her ne kadar duysam da ara sıra arkadan gelen yabani hayvan ve baykuş sesleri kulağıma ulaşıyordu. Ara sıra esen rüzgar yakınımda bulunan ağaçları hareket ettirip ağaç dallarında bulunan hışırtıların kulağıma ulaşmasını sağlıyordu.

 

Sessizliğin verdiği bu hissiyatla karanlık ormanın kuytunda dostlarımın olduğum yere gelmesini bekliyordum. Öylece olduğum yerde durmuş düşüncelerin karanlığı içine alan varlığıyla düşünürken uzaktan gelen fısıltılar beni anında hemen bulunduğum ana çekti. Biraz ileride ağaçların arasından gölgeler belirince bu gölgelerin bizimkilere ait olduğunu anladım. Ama kendi bedenleri değildi burada bulunan kişilerin bedeniyle ormana gelmiştiler.

 

İlk görüş alanıma Dennis girmişti. Ay ışığı az da olsa bu zifiri ormanı aydınlığa kavuşturuyordu. Dennis gözüktükten hemen sonra onun birkaç adım gerisinden anında Victoria gözükmüştü. Hızlı davranıp hemen Dennis 'in arkasından öne çıkarak olduğum yere koşar adımlarla geldi. Dennis ve diğerleri geride yavaşça ilerlerken bana doğru birden Victoria hızla karşıma geçip boynuma sarıldı.

 

"Seni özledim. Çok sıkıldım bütün gün seni görme şansımda yoktu." diye küçük bir kız edasıyla sızlanıp, annesine bugün yaşadığı şeylerden dolayı yakınan bir kız çocuğu gibi göründü bir anda. Kollarım onun beline sarılıp onu görünmez bir hisle sarmaladım.

 

" Şu an buradasın bak. "diyince görmesem de bakışlarında bundan dolayı bir rahatlama olduğunu biliyordum. Victoria sarılmayı bırakıp yanımdaki yerini alırken diğerleri çoktan etrafımda çember oluşturmuştu.

 

Hemen bir kalkan oluşturup kendimizi güvene aldık.

 

" Eh prenses söyle ne haberler var bakalım?" diye sorunca Dehri içerisinde olduğu bedenle karşımda dururken.

 

"Peki iç açıcı değil onu baştan söylemek isterim." dedim ve lafı uzatmadan konuyu baştan sona anlatmaya çalıştım. "Öncelikle içerisinde bulunduğum kadın acımasız biri. Veliaht 'ın çocuğu ve sevdiği kadını çok kötü bir şekilde ölüme sürüklemiş. Ve bunun karşılığında ise Veliaht' da onun sevdiği adamı öldürmüş."diyip cümlemi yarıda kesip ne halde olduklarına bakındım.

 

" Aslında yapılması tahmin edilen şey olmuş. "dedi Nehar bu durumu sakin karşılayan bir ifadeyle.

 

" Hım çift taraflı katliam olmuş desene. "diyince Dehri onunda bu durma pek şaşmaması tuhaftı benim için. Neyse daha asıl konuya gelmedim.

 

" Asıl olayı bilseniz. Veliaht şu an o ölmüş çocuğunu yasaklı büyü kullanarak bir akışkan halde bulunan nesneye hapsetmiş. Odasında yatağın altına buldum onu." dedim.

 

"Adamın odasında ne işin var senin?" diye sinirle soluyan Dehri 'ye baktım. Az önceki rahat tavrı bir anda yok olmuştu.

 

"Sence ne işim olabilir orada?" dedim tek kaşım yukarı kavislendi ve ne cevap verecek merak ettim.

 

"Adamı öldürmek için odasına mı gittin? Kızım sen seri katile bağlamadın değil mi? Ben kan görmek istemiyorum." diye yarı şaşkın yarı korkuyla konuşunca sabır dilercesine nefes verdim burnumdan.

 

"Ne saçmalıyorsun Dehri! Ne ölümü? Adam bana sağ lazım." dedim sinirle anlaması için.

 

"Ha yani işin bitince adamı öldürecek misin? Prenses yolun başından söylemiş olmalıydın adam öldürmenin de işin içinde olduğunu." diyerek ciddi ciddi bu konuyu önüme serince parmaklarımı sertçe avucuma sapladım.

 

"Dennis saçmalıyorsun. Eğer birini öldürecek olsaydım bu sence ilk sen olmaz mıydın? Ee bakıyorum gayette sağlıklı bir şekilde karşımda durduğuna göre böyle bir şey yok. Konuyu başka yere çekme ve anlatmamı bekle. Ve Ruh Taşı 'nı kullanarak çocuğunu yaşatmak isteyecek. Ve bence şu an yaş nerede çok iyi biliyor. Onu izleyeceğim davet gününe kadar ki taşın yanına gitse anında bende oraya gider ve taşı nerede muhafaza ediyor öğrenirim. "dediğim anda hepsi dediklerimi ilk birkaç dakika sindirmeye çalışır vaziyette sessizliğe gömüldüler. Ama bu kısa sürdü Dennis 'in konuşmasıyla.

 

" Ya o da yerini bilmiyorsa? "diyen Dennis' e o an bir şey diyemedim.

 

" Bilmemesi gibi bir ihtimal asla yok bence. "dedim en sonunda ve sonra devam ettim." Veliahtlığını erken ilan ediyor. Bu bile bir şey bildiği anlama gelir. Acelesi ne? Kardeşi yok. Onunla aynı pozisyonda olacak kimse yok. Bir sebep onu buna erken itiyor ve bu sebep size söylediğim şey olmalı. Erkenden ruhu canlandırmak istiyor. O çocuğuna kavuşmak istiyor. "dedim cümlemi bitirir bitirmez anında hepsinin dediğim şey yüzünden bir durgunluk yaşadığını gördüm zar zor.

 

" Emin misin o şeyin bir çocuk bedeni olduğunu? "dedi bu sefer yeni bir soruyla farklı biri karşıma gelirken. Kavi bunları söylediği anda ne demek istediğini pek anlayamadım.

 

" Neyi kast ettiğini anlayamadım. "dedim daha net bir şey söylemesi adına.

 

" Bence gördüğün çocuk değil sevdiği kadın. Onu uygun bulduğu bir bedene yerleştirip acele ederek o içerisinde olduğu şeyde yok olmaması için uğraş veriyor olabilir. "diye Kavi hiç olanak vermediğim şeyi söyleyince durdum.

 

" Ama ruhu silinmiş. "dedim bu olamaz diye neden öne sunarken.

 

" Ama kara büyüye başvurdu diyorsun. Beden sevdiği kadını getirmek varken çocuğu olsun ki önceliği? Her türlü onu kurtardıktan sonra yeniden bir evlat sahibi olabilir. "diyerek bir adım öne çıkıp beni gerçekle sınayan Kavi 'ye baktım.

 

" Yani o şeyin içerisinde olan sevdiği kadın mı? "dedim hâlâ inanmayan bir durumda." Ben öyle düşünmüyorum. Aslında bu işte bir gariplik var. "diyince anında Victoria söze atıldı.

 

" Nasıl bir gariplik? "dedi ne demek istediğimi anlamaya çalışırken.

 

" Sanki aslında her şey göründüğü gibi değil daha farklı bir boyut bar bunun yanında ama biz bilmiyoruz gibi hissediyorum kendimi. Ya da kendi kuruntularından biri. Belki de olan size dediklerim. O şeyin içinde olan çocuğu olmalı." dedim zihnimde beliren başka bir düşünceyi yok etmek isterken ilk düşüncemi tekrar öne sürerken.

 

" Ben o olduğunu düşünüyorum. "dedi Kavi. Çok net bir tavırla bunları söylemiş ve benimde bir an önce bu ihtimale alışmamı beklemişti.

 

" O zaman -"dedim ve zihnimi toparlamak için kendime zaman tanıdım. Şimdi he şey tekrar yeniden başa sarıyordu." O şey için vereceği mücadelesinde onun etrafında olup taşın olduğu yeri bulup hem taşı almalı hemde bu yapacağı yanlışa mani olmalıyız. "diyerek artık sınırları belli olan yolda hepsinin ne denli bir iş yükü olduğunu belli ettim." Ben kuleye geri dönüş yapıp Veliahtı yakın takibe alacağım. Sizde o sırada aramaya devam edin. Ben hemen gidip bir an önce ayağa kalkmadan odasında yakınında olmalıyım." diyerek görev dağılımını tekrar hatırlatıp tam gideceğim anda birden Enfal tarafından durduruldum.

 

" Dikkat et o adam her şeyi göze almış biri. Belki de şu an ortak noktanız sevdikleriniz olduğu için riske girmekten gocunmazsınız ikinizde. Şunu unutma ama onun bir hayali var sevdiğini geri getirme ihmali olan hayal. Ama sen Emira sadece son istenilen gibi değil olması gereken gibi olsun diye çabalıyorsun. İkiniz aynı hırsa sahip olabilirsiniz ama amacınız farklı. Ve bu uğurda zarar görmeyeceğin adımlar at ve onu saf dışı bırak o kıvrak zekanla. Tedbiri elden asla bırakma. "diye uzun bir cümle kurup bana içerisinde olduğum gerçeği tam anlamıyla hissetmemi ve ona göre hareket etmemi açıkça söylemişti.

 

" Beni bilirsin Enfal yeri geldiğinde ben bile yapacağım şeyden korkarım. Ve amacım için her taşı yoldan almak benim için kolay bir şey olur. O Veliaht bana istediğimi vermeli. Ha diyelim vermedi. Beni bilirsin istediğim şeyi elde etmek için ne kadar inatçı olduğumu. "dedim tüm kararlı tavrımla. Bu sesime yansıdığı gibi ifademe, duruşuma ve bakışlarıma da yerleştiğini de biliyordum. Yavaşça olduğum yerden ayrılıp geldiğim yoldan geri kuleye doğru yürümeye başladım.

 

O taşı elde etmek benim için kardeşimin ruhunu canlı tutacak bir etken gibi ve ben bunu hiç riske atar mıyım? Hayır asla...

 

Veliaht kendi amacı doğrultusunda hareket ediyor ama bu yanlış çünkü o taşın bulunması gereken yer benim belirlediğim yer. Bu yerde ise işim taşlarla bittikten sonra bulunacak taşlar.

 

Bakalım Veliaht kendine gelince gerçekleri hatırlarken bana karşı nasıl bir kişiliğe bürünecek?

 

Sonunda krallığa vardığım anda hemen içeride olan kargaşa dikkatimi çekti. Davet hazırlıkları son iki gün kala başlamıştı. Her çalışan büyük bir özveriyle kulenin içerisinde hazırlıkları büyük bir özenle hazırlıyordu. Etrafıma kısa bir süre bakarken birden bakışlarım biraz ötede açık olan kapıdan içerisi gözüken çalışma odasına kaydı. Çünkü Veliaht çalışma odasının içerisinde duruyordu. Ama karşısında bulunan iki muhafızla konuşuyor haldeydi.

 

Beni fark etmemişti. Eh kendimi gösterme zamanı geldi. Bakalım beni görünce tepkisi ne olacak? En çok ise onun yoğun öfkesinin neyle sonuçlanacağını merak ediyorum?

 

Çalışma odasının olduğu kısma doğru yürüdüm. Bulunduğum kısımda çok ses olduğu için benim adım seslerimi duymadı. Hatta beni oradan oraya giden bir çalışan bile zannetmiş olabilir çünkü pür dikkat karşısında duran iki muhafıza bir şey anlatmakla meşguldü. Acaba konu neydi? Aralık kapının önüne gelince hiç kapıyı bile çalmadan aralık halde bulunan kapıdan içeri girip yavaşça onların olduğu alana kadar ilerledim.

 

Bir anda ilk beni fark eden Veliaht olmuştu. İlk an öylesine bakmış beni herhangi bir çalışan sanmış olmalı ki bakışları önüne çevrilmişti. Sonrasında yavaşça kaşları çatılmış ve bulunduğum alana doğru hızla başını benden tarafa çevirdi. O an hareleri bir nefretle sarmalandı. O sustuğu için muhafızlar pür dikkat öylece yerlerinde dikilmeye devam ediyordu. Hiçbir rahatsız olma belirtisi göstermeden Veliaht 'ın olduğu kısmın karşısında duran boş koltuğa geçip oturduğum anda iki muhafıza çıkın emri verdim. Ben bunu söyleyince Veliaht öfkelendi ama bunu dışa konuşarak yansıtmadı.

 

Muhafızlar hızla bulunduğumuz alanı terk edip bizi baş başa bırakınca alaycı bir tebessümle karşımda duran adama baktım.

 

"Görüyorum ki hemen eski gücüne kavuşmuşsun müstakbel eşim." diye alttan alttan imamı yapmayı eksik etmemiştim. Dışarıdan belki ilgili biri olarak gözüküyordum ama o da bende bunun yalan olduğunu biliyoruz.

 

"Sen ne yüzle karşıma çıkıyorsun?" dedi dişleri arasından bu cümleyi zar zor söylerken. Kendini zapt etmek için uğraş verdiği belliydi. Ama pek etkisi olmadı gibi. Sonradan yüksek sesle konuştu. "Beni zehirledin!" dediğinde çok normal bir şey söylercesine konuştum.

 

"Unuttun mu önce sen beni zehirlemek istedin ama sana bu fırsatı veremedim. Ama sen verdin. Nasıldı?" diyince ne nasıldı dercesine bakınca cümleme devam ettim. "Dışarıdan çok acı çekiyor bir halin vardı orası gözler önünde duruyordu. Ama benim merak ettiğim beklemediğin bir anda aldığın darbe sana ne hissettirdiği?" diye sorunca anında yaşadığım o galibiyet zevki onu deli etti.

 

"Sınırları fazlasıyla aştın!" diyince omuz silkerek hiç umurumda değil imajı verdim.

 

"Sınırlarını aşmayı ne kadar sevdiğimi bilemezsin aslında sen benle ilgili hiçbir şey bilmiyorsun. Ne yazık!" diyince anlamadı ne demek istediğimi. Bende üstüne çok düşmedim zaten.

 

"Sadece doğru anı bekliyorum." diyince dudaklarıma alaycı bir tebessüm yerleşti. Bu halim anında onun merakını açığa çıkardı. Sormak istediğini biliyorum bu halimin nedenini ama cevap vermeyeceğimi bildiği için susmayı tercih etti. Bende onu onun cümlesinin bir eşi benzeriyle karşılık verdim.

 

"Doğru an... Herkesin beklediği ama kimsenin isteği şeye tam olarak ulaşamadığı an. Evet bende doğru anı bekliyorum diyebilirim." diye bu cümleyi zikrettiğim anda yaptığım imayı anlamaya çalışır gibi gözlerimin tam içerisine baktı.

 

Öyle ki görmeye çalıştı zihnimden geçen şeyin ne olduğunu ama koskoca kapalı demir kapılarla karşı karşıya kaldı. İfadesiz kalabilmek... Benim için hiç zor bir şey değil. Hayatımın çoğu anında yüzümde hiçbir ifade yer almadan yaşadım. Yeri geldiğinde ifadeleri ben şekillendirdim. Dikkat çekmemek için. Ayak uydurmak için. Ama zihnim koca bir boşluğu kendinde saklı tutuyordu o anlarda. Bunu kimse bilmeden.

 

"Bu Hazel bana çok yabancı." diye kurduğu bir cümleyi gülerek ben tamamladım.

 

"Ah eski Hazel çok aptalca şeylere katlandı bu Hazel yenilendi ve gerektiği şekilde herkese davranması gerektiğini anladı. En çokta sana. Çünkü şu an ikimiz de birbirimize saf nefret besliyoruz. Ve senin kazanman benim kaybedişim demek. Ve ben kaybetmek istemiyorum. Ya ben kazanacağım bu savaşı ya da hiç kazanan olmayacak bu savaşı. Diğer türlü hiç güzel sonuçlar doğurmaz savaş. "diyince öne doğru yavaşça eğildi. Kolları dizlerinde dururken başını yana yatırıp bana üstten alaycı bir bakış attı.

 

" Cümlelerin çok anlamlı ama boş cümleler çünkü bu savaşın bir galibiyeti olacak o kişi de benim. Hazel yıkımın çok yakında. "dedi ve yavaşça olduğu yerden acelesizce kalkıp aralık olan kapıya doğru ilerledi. Gitmeden önce son kez dönüp bana baktı. Ve şunları ekledi cümlesine." Yokluğunu hiç aramayacak olmamı bilmeni isterim. "dedi ve o alaycı sırıtışıyla odayı terk etti.

 

Bense yerimde oturmuş onun gidişinden sonra karşımda duran raflara baktım.

 

" Son gülen iyi güler. Ama her daim son cümleyi ben söylerim. Çünkü sonuç uğraşımın getirisi olur. Bakalım o anda bu sefer de gülebilecek misin?" dediğimde sakin bir sesle çoktan uzaklaşmıştı bulunduğum yerden.

 

Bende fazla oyalanmadan olduğum yerden Hazel 'in odasına gittim. Ve odaya gelmeden Veliaht' ın arkasından onu daima takip edecek bir hulah ruhunu görevlendirdim. Bu ruhlar sadece istenilen emirleri yerine getirirdi. Ve onu oluşturan sahibine sonsuz itaatkar olurdu. Duygusuz ve arzuları bulunmayan bir ruh türüydü. Belli bir ana kadar yaşar sonra yavaş yavaş yok olurdu.

 

Bakalım Veliaht neler yapıyor gün içinde?

 

Hulah ruhu onu takip ederken bende odada biraz dinlenmek istemiştim. Uykusuz kalmak istemiyorum. Rahat ve dingin bir zihinle her şeyi daha iyi halledeceğimi biliyorum. Birkaç saat uyuduktan sonra kalan görevime geri dönebilirdim.

 

Zaten yeterince burada bulunmuş ve Süreyya hanım ve kulede bulunanların dikkatini çoktan çekmiştim. Her ne kadar Varisler 'i ziyarete gideceğimi söylesem de pek etkili olmadı bu Süreyya hanım için. Kesin kaygılı bir şekilde nerede ve ne yaptığımı merak etmişti. Her ne kadar yansıtmak istemesem de Ahrar' ın merak edip etmediğini düşünüp durdum. Belki de oyuncağı uzun bir süre kulede olmadığı için canı sıkılmış olabilir. Yanımda Ahrar 'ın benimle konuşmak için iletişim kurduğu kitabı getirmedim.

 

Oraya yazıp durmuş olabilir ya da hiç yazmamışta olabilir. Bu benim kendi saçma sapan düşüncelerim. Hâlâ onu tam anlamıyla söküp atamadığım için kendimden ölesiye nefret ediyorum. Ama bunu başaracağım o ihtimal her ne kadar uzak olsa da bunu başaracağım. Ahrar bir gün sadece mazi olacak. Çünkü öyle olması gerekiyor. Diğer türlü olan zarar sadece yine ve yine bana olur. Yatağa geçip etrafımda koruyucu kalkanı oluşturduktan sonra yavaşça gözlerimi yumup uykuya teslim oldum.

 

Piyano tuşlarının sesi yankılanıyordu zihnimde. Ruhum sanki bedenimden ayrılıp gitmiş gibiydi. Özgür ve hafifti. Huzurlu ve mutluydu. Acısız ve dingindi. Yine bir rüyanın içinde olduğumu anlamıştım. Ama bu sefer ki rüya bir garipti. Sanki bana bir anı gösterilmek isteniliyor gibiydi. Yavaşça sesin geldiği yöne doğru ilerledim. Olduğum an boş bir alandı. Her yer bir boşluktan ibaretti. Ama tek bir şey vardı. Bir piyano ve bana sırtı dönük bir adam.

 

Bu duyduğum ses onun çaldığı piyanodan geliyordu. Kimdi bu adam? Ve ben neyi yine görmek zorunda bırakılmıştım?

 

Garip.... Bu cümle artık dilime pelesenk olmuş ve kelime daracığıma kazınmıştı.

 

Yavaşça ona doğru yaklaştığım anda birden yüzünde maske olduğunu fark ettim. Neden yüzü gizliydi? Yanına yaklaştığımı fark edince bile piyanoyu çalmayı bırakmadı.

 

Birkaç saniye onu tanımaya çalıştım ama maske yüzünün her yanını gizlediği için hiçbir şekilde kim olduğunu anlayamadım. Onu üsten incelediğim anda orta boya sahip olduğu kanaatine vardım. Maskeden dolayı yüz hakkında herhangi bir yorumda bulunamadım. Saçları ense hizasında duruyordu bembeyaz saçlara sahip oluşu ayrı bir şaşkınlık yaratmıştı. Bu zamana kadar doğal beyaz saçlı kişi görmüş değildim. Üzerinde beyaz gömlek ve pantolon bulunuyordu. Geniş omuzları dik ve yapılıydı. Keza vücudu sıkı bir spor geçmişi olan adamların vücuduyla eş değere sahipti.

 

"Sen de kimsin?" diye dudaklarımdan kelimeler dökülünce yavaşça başı yukarı kalktı.

 

Beni duyuyordu demek.

 

"Hiç kimseyim." diye basit bir cevap verince kaşlarım çatıldı bu kurduğu cümle karşısında.

 

"Peki neden buradayım?" dedim bu sefer başka soru sorarak.

 

"Gerçekler seni buraya getirdi." dediğinde hangi gerçek demek istedim.

 

"Peki sen neden buradasın?" diye sorunca çalmayı birden bıraktı ve uzun kemikli parmakları piyano tuşları üzerinden çekildi.

 

Ve başı benden tarafa döndü. Maskeyel çevrelenmiş yüzünü göremedim sadece maskenin açık kalan göz çevresinden onun gri gözlere sahip olduğunu fark ettim.

 

"Ben buradayım çünkü seni yakın bir zamanda kendi bulunduğum yerde ağırlayacağım prenses. O güne kadar kendine iyi bak. Ve beni o zamana kadar unutma. Sevgili kayıp bir ruha sahip Emira. Şimdi hoşça kal."

 

Bunları dedikten sonra sanki göğsüme sert bir darbe almış gibi hızla geriye doğru çekildim. Ve ondan kilometrelerce öteye gittim. Sonrasında o yok oldu bende var olduğum yere geri döndüm.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷ ꒰ఎ ♡ ໒꒱ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Veliaht 'ın Kral olmak için verdiği davet günü....

 

Gözlerimi o rüyadan sonra açmış ve o günün içerisinde bütün gün gördüğüm rüyayı düşünmüş ve bu sırada da Veliaht 'ı adım adım izlemiştim. Ama o gün bütün gün hiçbir kuşku uyandıracak bir hareketi olmamıştı. Şimdi ise davet günü gelip çatmıştı. Kulede büyük bir hazırlık ve kargaşa vardı.

 

Bugün diğer krallıklardan kişiler gelecekti. Ve akşam kendisini kral olarak taktim edecekti. Veliaht her ne kadar heyecan içinde olsada bir yandan da korktuğunu görebiliyorum. Benimle en son konuşmamız ardından pek iletişime geçememiş benden olabildiğince uzak durmak için elinden geleni yapıp durmuştu. Bende sadece bu yaptığı şeyi izlemekle yetinmiştim.

 

Şimdi öğle vaktiydi ve herkes birkaç saat dinlendikten sonra akşam için hazırlıklara başlayacaktı. Krallığa çok kişi gelmişti. Öyleki olabildiğince bu kalabalıktan kaçamak için kendimi kulede en sessiz yere atmıştım. Hâlâ taşı bulamadığım için gergindim. Bizimkilerle konuşmuş ve onlarda hâlâ aradıklarını ve herhangi bir ise rastlamadıklarını söylemişti.

 

Peki bu taş neredeydi? Nasıl bir yere saklamıştı bu Veliaht? Ya da saklamış mıydı? Çünkü hiç onun bu taşı tam yanında bulundurduğu düşüncesi yüzünden o gece boynuna bakmamıştım. Keşke baksaydım. Bu sabah odasına bile gitmiştim bu yüzden ama odasında yoktu ve şu an nerede olduğunu bilmiyordum.

 

Çünkü yapmış olduğum hulah ruhu onu bir süre sonra kaybetmiş olduğunu söyleyince tüm sinirlerim gün yüzüne çıkmıştı. Çünkü o an taş onun yanında olma ihtimaliyle yüz yüze kalmıştım. Ama taş onun boynunda ya da yanında ise ona zarar vermez miydi? Bu soru benim elimi kolumu bağlıyordu.

 

Çok güçlü bir taştı. Muhakkak o taş ona zarar veriyor olmalıdır. Ama bu olsaydı görmez miydik? Kafam o kadar karışıktı ki sorularım bile yanıt bulamaya bulamaya çoğalıp duruyordu.

 

Sıkıntılar beni bir karabasan gibi ele geçirdiği anda yavaşça ellerimi önümde duran korkuluğa sımsıkı yasladım ve avuçlarım onu sıkıca tutarak tüm sinirimi ondan çıkarmak istercesine parmaklarımı ona kenetlendim.

 

Düşün Emira. Her şeyi eksik bir yanı olma ihtimaliyle düşün. Taşın özelliklerini biliyorsun. Her şeye hakimsin ama atladığın bir şey var. Peki ne? Bakışlarım uzakta bulunan ormana kaydığı anda aklıma düşen bir gerçek dehşet etkisi yarattı.

 

Lanet olsun. Bunu yapmış olabilir mi?

Bu acımasızlığın en son hali!

 

Tabi ya! Her aslında gözümün önünde ama biz fark etmedik. Veliaht aslında gerçek kişi değil! Bunu anlamam lazımdı. Aslında o kişi gerçekten Veliaht 'ın babası olan Kraldı . Ve taşın varlığını öğrendiği anda ona güçlü bir şey susması lazımdı. Bu da kan bağı ya da kan bağından gelen biri olmalıydı. Kendi torununu öldürmüştü.

 

Bunu da oğlunun sevdiği kişiyi öldürerek yapmıştı. Ama bu yeterli gelmemiş olmalı ki sonra ailesinden birini daha sunması lazımdı. Ve bu da oğlu olmuştu. Taşa sunduğu kişiler ölmüyor daha çok bedenlerini yitiriyordu. Çünkü yaş yakınında olan kişiye zarar veriyordu gücünden dolayı. Kral da kendisi zarar görmesin diye öne önce kendi torununu ve onun annesini sunmuş bu yeterli gelmeyince de kendi oğlunu gözden çıkarmıştı hiç gocunmadan. Peki Hazel bunun neredesindeydi?

 

Onun için Kral geceki davette olmayacaktı. Peki nasıl başarmıştı oğlunun bedenine girmeyi? Ve ne zamandır taşın varlığını biliyordu? Onun için mi geçen gün kral o odada Hazel 'i tehdit etmişti. Aslında ona alttan alttan yaşayacağı şeyi söylemişti bile. Onu da gözden çıkarmıştı çoktan ama daha zamanı gelmemişti. Yaptığı ölümü ise Hazel yapmış gibi gösterip kendini çok güzel bu işten sıyırmış ve kendi işine bakmıştı. Ama Hazel neden şu an buradaydı? Ona ne yapmayı düşünüyordu?

 

O yatağın altında bulunan gerçekten de Veliaht mıydı? Peki geri dönüş var mıdır onun için acaba? Şu an bu olayda ona en çok üzülmüştüm. Her şeyini yitirmişti. Sevdiği kadını, çocuğunu ve kendisini. Kim tarafından babası tarafından hemde. En çok güvendiği kişiden almıştı bu darbeyi. Peki öğrenmiş miydi?

 

Aklıma iki gün önce ormanda bizimkilerle buluştuğum an aklıma düşen diğer fikir gelmişti. Bir gariplik olduğunu ve her şey görünen gibi olmadığını söylemiştim ilk an. Ama sonrasında bu fikri ötelemiş ve bilinmesi gereken şeyi gözler önünde tutmuştum. Ama şu an he şeyi kavramıştım. Ve bu hissin gerçekten var olduğunu ve doğru yolda olduğumu anlamıştım.

 

Bir Emira atasözü der ki ; Ben hiç bir konuda asla yanılmam!"

 

Öylede olmuştu. Düşündüğüm şey gerçekti.

 

Aslında veliaht beyaz laleye alerjisi yoktu. Kralın vardı onun için Ölü Ruh bana beyaz laleleri o gece o yemekte bulundur demişti. Onun için odayı iyice gözlemle demişti. Çünkü görmemi istemişti. Bu şekilde bu fikre ulaşmıştım. Aslında bana ben bilemeden her şeyi sunarak gerçeğe ulaşmamı sağlamıştı. Başarmıştı da. Ama hâlâ taş nerede bulunuyordu o konuda herhangi bir şey söylememişti ya da ben hâlâ farkına varmamıştım.

 

Merak ettiğim Kral nasıl oğlunun bedenine geçiş yapmıştı? Kral hasta mıydı? Onun için mi oğlunun bedenine geçmişti?

 

Ağrıyan şakaklarımı parmaklarımla sıvazladım ve gerçeğin ne olduğuna ulaşmak için tüm yollara doğru yol aldım. Elbet öğreneceğim.

 

Birkaç kendi kendime kaldıktan sonra akşam için hazırlanmak için odaya geçmiş ve Hazel 'in daha önceden kendi için diktirdiği kıyafeti giyerek kalan son hazırlıkları bitirip odadan çıkmıştım. Hatırlanmak için odaya gitmeden önce her şey hakkında bizimkileri kısaca bilgilendirmiş ve olabilecek her şeye hazırlıklı olmaları konusuna uyarmıştım.

 

Bakalım gece nasıl geçecek? Ve neler bizi bekliyor olacaktı? Yavaştan hava kararmaya başlamış ve davetliler çoktan davet alanının bulunduğu yere geçmişti. Aşağıdan şimdiden müzik sesleri duyuluyordu. Merak ettiğim bu canı cehenneme olan Kral neredeydi? Nereye kaybolmuştu? Davet alanına onunla beraber gitmem gerektiğini onun en sadık muhafızından öğrenmiştim.

 

Bu yüzden merdivenlerin başında durmuş ve onun gelmesini bekliyordum. Bakışlarımı aşağı çevirince birkaç kişinin davet alanına doğru heyecanlı bir koşuşturmaca içinde gittiğini gördüm. Ah ne güzel! Bilmiyorlardı ki cehenneme doğru koşuşturduklarını. Gece hiçte sanılan gibi olmayacaktı. Bundan adım gibi eminim.

 

"Güzel müstakbel eşim." diye bir ses duymam ve bir elin varlığını sol omuzumda hissedince anında bakışlarımı aşağıdan çekerek arkamda duran bedene çevirdim.

 

Veliaht'ı daha doğrusu Kral'ı tam karşımda bulunca ifadesiz yüzüm hiçbir değişiklik göstermeden onu buldu. Bir an beni baştan aşağıya inceledi. Ama bu kısa sürdü. Beğeniden daha çok gözlerinde yaşayacağım şeye dair bir ifade vardı. Sonumun geldiği ve bunu bildiği için attığı o bakışı anlamamak aptallık olurdu. Ama görmezden geldim. Diğer her şey gibi. Ama benimde gecenin sonunda söyleyeceğim şeyler olacaktı. Ve bakışlarımda ona yönelik galibiyet bakışı onu mahvedecek.

 

" Beklettin." dedim kısaca. Bakışlarım onun o parıltılı harelerinde uyandı. Çok mutlu görünüyordu. Ve çok heyecanlı. Neydi bunun sebebi? Bu kısa cümleme sahte bir mahcupluk takınırken cevabını anında verdi.

 

"Ah sadece halletmem gereken küçük pürüzler vardı." diyince sırıtışı midemi bulandırdı. O küçük pürüzleri göstereceğim ben ona! Bakışlarımdaki keskinliği yok edip sevgilisine tavır yapmayı bırakan ve onu affeden kadın haline büründüm.

 

"Hım pekala o halde bu güzel geceyi varlığımızla taçlandıralım." dediğim anda gözlerinden öyle bir ifade gelip geçti ki.

 

O anda nasıl bir planı olduğunu deli gibi merak ettim. Ama bunu çaktırmadan hemen bana doğru uzattığı koluna elimi yerleştirip, basamakları teker teker inerken onunla konuşmayı ihmal etmedim. Olabildiğince kendimi ona aptal biri olarak gösterip, hiçbir şeyden haberi olmayan biri olarak sunmaya çalıştım. Ama asıl aptal kendisiydi farkında değildi!

 

Basamakları inmeyi bitirince ikimizde çift kanatlı açık olan kapıdan içeri doğru yavaşça ilerledik.

 

"Çok kalabalık." diye kısa bir gözlem sonucu ulaştığım sonucu ona söyledim.

 

"Evet ve bu heyecanlandırıyor." dediği anda Kral hangi konu acaba dememek için zor tuttum kendimi. Ne vardı onun o acımasız zihninde kim bilir? Ama her ihtimale karşı önlemler almıştım. Planım çok basit ve muazzamdı. Bu planı yaparken Ölü Ruh eksik yanlarını kendisi söylemiş ve onları da eklemişim plana.

 

İçeri girdiğimiz anda birden alkış tufanı koptu. Asalaklar birazdan ölüm fermanınızı imzalayacak olan adamı alkışladığınızı keşke bilseniz. Neyse ki yollarımız bitişti de sizi kurtarıyor olacağım biraz sonra. Yoksa pisi pisine bu acımasız adamın kurmuş olduğu plana av olacaktınız. Alkışlama biz Veliaht için hazırlanmış olan alana kadar sürdü. Yüksek bir makamda iki adet gösterişli altın işlemeli taht koltuğu bulunuyordu. İkimiz o alana geçince hemen yerlerimize geçtik.

 

"Zaferini kutla." dedim ama içimden devamını getirdim. Şimdilik ama sonrasında sana bu zafer sandığın şeyi mağlubiyet olarak yansıtacak ve yaptıklarının bedelini ödeteceğim.

 

"Bu ikimizin zaferi." diye söyleyince yüzümde alaycı bir üslupla ona baktım. Ya ne demezsin. Bakışlarım olabildiğince stabildi. Çünkü hislerimi yansıtamak istemiyorum daha amacımı gerçek kılmadan.

 

"Doğru diyorsun da ama burada en çok benim zaferim ön planda. Bunu sende fark edeceksin." diyince bu cümleme kaşlarını yukarı kaldırıp, o iğreti duran otuz iki diş sırıtışıyla karşılık verince pençelerimi yüzüne geçirmek için can attım.

 

Başını benden tarafa çevirip davet salonunda bulunanlara çevirdi.

 

Bende onun yaptığını yapıp gelen davetlileri izlerken birden aklıma anlık gelen soruyu ona sordum.

 

"Amacın ne? Şu an artık bir Kral'sın. Ne yapmayı hedefliyorsun?" dedim ne cevap verecek diye. Vereceği cevap az çok aklımda kurmuş olduklarımla örtüşecek sanırken tam tersi bir cevap verdi.

 

"Yarılan Dünya..." diyince ne dediğini anlamadığım için ona baktım. Ben ona baktığımda onun çoktan beni izlediğini fark ettim. Bakışlarımız kesiştiği anda yarım kalan cümlesini tamamladı. "Yıllar önce burada dünyanın yarılması yüzünden toprağa gömülen atalarımın yeniden toprak üstüne çıkmasını sağlamak istiyorum. Ve her krallıktan daha üstün olup, her krallığa hükmetmeyi."diye gözlerinde geçen o kararlı ve o anın olma arzusuyla yanıp tutuşurken konuşmuştu.

 

" Bu biraz uçuk bir hayal. "diyince anında bu cümleme kahkaha attı.

 

" Belki. Ama imkansız da değil. "dedi ve yavaşça soluklandı.

 

Yarılan Dünya demek. Bu hikayeyi merak ettim. Neden bu olay olmuş ve neden bu olayı baza alarak onları yeniden hayata döndürmek istiyor?

 

Kim bilir belki de bu gece aslında burada bulunanlar bir kefaret için burada olabilirdi. Çünkü çok kalabalık bir davetti. Ya burada bulunan herkesi yer altında bulunan ataların ruhu için kurban ilan etmek istiyorsa?

 

İhtimaller dahilinde olabilir. Bu kaçık adam gözünü karartmış bu yerin altında olanlar için. Bir an önce yapacağı şeye hakim olup, taşı olduğu yerden ya da ondan alıp burayı terk etmem lazım. Ama önce taşı bulmam lazım gerisi kolay olur çünkü taş yoksa o da güçsüz olur ve amacını gerçek kılmaz.

 

Bu adam tam olarak neyi amaçlıyor? Kral oturduğu yerde insanların davet alanında olan eğlencelerini izlerken bende biraz ötede olduğum tarafa bakan bizimkileri gördüm. Hepsi farklı yerde ayrı masalara geçmişti.

 

Zihin bağını kullanarak iletişime geçtim onlarla.

 

"Bu Kral biraz önce bana amacını söyledi. Yarılan Dünya sebebiyle ataları yer altında kalmak vasıtasıyla cezalandırılmış. Ve bu onları kurtarmak istiyor. Bunun yüzünden bu daveti verdiğini düşünüyorum. Ve üstelik burada bulunan kişiler ise bence o amaçla kullanılacak bir piyon olarak görüyor. "diye sözümü tamamlayınca anında dediklerimi işten Dennis hemen konuştu.

 

" Yarılan Dünya mı? Bu bir efsane değil mi? "diye sorunca anında Enfal sorusunu cevapladı.

 

" Bende öyle hatırlıyorum. Gerçek miymiş? Vay canına ne umduk ne bulduk. Adamın amacı tamamen farklı bir şeymiş. "diye gerçek olana şaşkınlığını dile getirip durduğu anda bu sefer zihin bağında konuşan Dehri oldu.

 

" Şimdi ne olacak? Kesin taş onda orası belli ama nasıl taşı ondan alacaksın ve ona nasıl mani olmayı düşünüyorsun? "diyince Dehri yapacağım planı öğrenmek ve bu olan biteni nasıl durdurmaya çalışacağımı merakla beklerken ona hemen istediğini verdim. Olduğu yerde durmuş ve ara sıra bakışları beni buluyor, fazla oyalanmadan sonra bakışlarını hemen üzerimden çekip, dikkat çekmemek için büyük bir ustalık içerisinde başka yerlere bakıp duruyordu. Ama bakışları uzağa çevrili olsada tamamen odağı bendeydi.

 

" Önce taşı nerede olduğunu kestirmem lazım. Diğer türlü bu işi her türlü kendi amacıma döndürecek bir planım var. "demiş ve hemen bakışlarımı yanımda duran adama çevirdim.

 

" Dans etmeyecek misin? "diye sorunca neden böyle bir teklifle geldiğimi düşündü hatta şaşırdı.

 

" Ne oldu bir anda? "diye soruma soruyla cevap verince bıkkın bir nefes verdim. Sahteden sıkılmış bir kişi rolünü üstlendim.

 

" Sıkıldım. Geldiğim andan beri burada kös kös oturmuş haldeyim. Davet alanında bulunanları bile ziyaret etmiyorsun. Bu nasıl davet anlamadım. Sıkıcı geçiyor benim açımdan. İnsanların dans edişini izlemeye ve oturmaya mı geldim? Öyleyse geri odama geçip sıkılmayacak şeyleri yapabilirim. "diye sahteden sızlandığım anda birden bu halime tuhaf bir ifadeyle baktı. Kararsız bir hali vardı ama sonradan ne olduysa kararı değişti.

 

" Peki o halde tamam dans isteğini kırmayacağım. Hadi dans edelim. "diyince teklifimi geri çevirmeyişini sahte bir tebessümle karşıladım. Yalandan çok mutluymuş rolü yapıp olduğum yerden doğrulup bana uzattığı eline avucumu yerleştirip onunla birlikte dans eden çiftlerin arasına katılmak için olduğumuz yerden ayrıldım.

 

Alana geçince karşı karşıya geldiğimiz anda hemen belime eli yerleşti. Sonrasında bir elimi omzuna bir elimse az önce tutmuş olduğum avucunun içerisindeydi. Bakışlarımız kısa bir süre kesiştiği anda harelerinde bir ifade yakaladım. Sabırsızlık.

 

Biraz üzerine gitmem lazımdı. Yavaşça sağa sola doğru salınıp dans ederken ilk hamleyi gerçekleştirdim.

 

"Kral neden bu davete katılmadı. Uzun zamandır onu göremiyor. Odasında gittiğim halde geri çevriliyorum hep." diye ilk yemi atmış bulundum

 

"Dinlenmesi lazım." dedi ama bunu derken bir anda cevap vermesi zor oldu. Ne düşüncesi geldi o an zihnine? Düşüncelerini okuyamadım da çünkü geldiğimden beri zihni bir kapı ile kilitiydi. Ne büyüsü yapmıştı ve ben kolyeme rağmen bunu aşamıyorum?

 

"Ama sadece küçük bir ziyaret benimki." diye masumca konuştuğum anda birden aksi bir tavırla bana karşılık verdi.

 

"Beni dinlemiyor musun? Kimseyi görmeyecek kadar yorgun." diye sinirle konuşunca anında doğru yolda olduğumu anladım.

 

"Peki öyle olsun bakalım. Sen onu ziyaret ediyor musun?" diye sorduğumda aniden olduğu hali bir durgunluğa bıraktı kendini.

 

"Son günlerde bu davet için koşuşturmaca içerisinde olduğun için yanına gidemedim." dediği ana şaşırmış gibi yaptım. Bu halimi görünce kaşları yukarı kalktı.

 

"Sen mi? Baban senin için ne kadar değerli olduğunu biliyorum. Onu bir an görmesen aniden onu görmek için işlerini bitirip duruyordun. Nasıl olur da işlerin onun önüne geçer?" diyince bakışları buğulandı. Bir boşluğa takılmıştı şu an.

 

"Öyle mi? Çok mu önemliydi onun için? "diye sorunca yalandan kaşlarımı çattım bende az önce onun yaptığı gibi.

 

" Anlamıyorum. "der demez anında hafifçe öksürdü ve kendine çeki düzen verip hemen o ifadeden sıyrılıp bana az önceki acımasız haliyle bakamaya başladı.

 

" Ona değer veriyorum tabii sadece son birkaç gündür yanına gitmiyorum. "diyince ikinci plana geçtim.

 

" Her daim Kral olmak istemediğini söylerdin. Baban gibi bu işleri asla doğru düzgün yürütemeyecek olduğunu söyleyip dururken ne oldu da Kral olmaya karar verdin? "diye ikinci darbeyi gerçekleştirdiğim anda bakışlarında bir ifadeyi azda olsa yakaladım.

 

Özlemi...

 

Onun varlığını özlüyordu. Amacı uğuruna oğlunu feda etmişti. Bu ne önemli bir dava olsa gerek. Sağa sola doğru dans etmeye devam ederken onun bir düşünce uçurumuna sürüklediğimi bilmiyordum.

 

Ama belki de dediklerim onu yapmak istediği şeyden alıkoyabilirdi. Ya da ben iyimser düşünüyor olabilirdim. Sonuna geldiğini düşündüğü bu işten geri dönmek gibi bir düşüncesi olmayabilirde. Bunu göreceğiz gecenin sonunda. Elimden geldiğince herkesi en az zararla bu işten alıkoymaktı. Ve bu daveti kötü bir sonla sonuçlanmamasıydı.

 

Hâlâ dans ederken birden dans figürleri değişik bir evreye kayarak nabzı yükseltecek bit dansa geçiş yapıldı. Kral hiç gram şaşmadan anında etrafta dans edenlerin yaptığı dansa hemen ayak uydurunca anında bende bildiğim bir dans olduğu için içimden binlerce kez dua ettim. Yoksa bir şekilde açık verecektim. Çünkü bu krallığa ait bir danstı şimdi çiftlerin başlattığı dans.

 

Kral yavaşça beni etrafımda döndürerek dans figürlerini yapmaya başladığında soluğumu tutarak ona ayak uydurup herhangi bir hata yapmamaya çalışıyordum. Tam üç kere etrafımda beni döndürdükten sonra hızla beni kral kendine doğru çekip sağ eli belime yerleştirip yavaş ritimle sağa sola doğru salınmaya başladık.

 

Kesik kesik aldığım nefesler arasından zar zor konuşabildim.

 

"Çok enerjik olman dikkatimi çekti. Ne seni bu kadar motive eden?"diye dudaklarımdan kaçan soluğum ardından konuştum.

 

Tam o sırada yavaşça belimi büktü ve bana doğru eğilerek diğer dans figürüne geçti. Bedenimi aşağı doğru eğerek bana doğru yaklaşmaya başladığı anda aklıma daha önce çoğu kez dans edişlerim aklıma geldi. Ve hepsinin arasında Ahrar 'la olan o beni büyüleyen yakınlaşma analarımız.

 

Hiçbiri bu kadar isteksiz ve bu kadar duygusuz değildi. Sadece iş icabı bu adamla dans ediyorum. Yoksa bana dokunmasını hiç mi hiç istemiyorum. Kral bana doğru eğilip belimi büküp kısa bir süre beni bu pozisyonda tuttuğu anda o konuşacağı anda birden aralık gömleği arasından birden bir kolyenin ucu çıkıp açığa çıkarak önüme serildiği anda bakışlarım parıl parıl parlayan kolyenin taşına kaydı. Küçük, pürüzsüz ve yuvarlak bir boyutu vardı.

 

"Gecenin sonu beni heyecanlandırıyor ve-" dedi ama ben onu dinlemiyordum.

 

Kral o anda daha olanı fark etmeden konuşmaya devam ettiği anda hemen sol elim omzundan kaydı ve kolyenin ucunu tuttuğum gibi kendime sertçe çektim. Anında kolyenin kopmasıyla avucumda sımsıkı taşı tuttum. Ah her şeyi beklerdim ama kolayca avucumun içerisine gelmesini asla beklemezdim. Benim yaptığım şeyi sonunda anlayınca anında belimde duran sağ eli sol elimin bileğini buldu ve sımsıkı bileğimi sıktı.

 

"Ne yapıyorsun sen?" diye sinirle konuşunca anında sağ elimle onu ittim ve olduğum yerde doğrulup onun karşısında dimdik dikildim.

 

"Bilmem sen söyle müstakbel eşim." dedim ve sol elimi tutan sağ eline bakarak konuştum. "Elimi bırakır mısın? Canımı yakıyorsun. Ve üstelik bu taşı çok beğendim kendime almak istiyorum. Biricik sevgiline vermeyecek kadar değerli bir taş mı bu?" diye sakin sakin konuşmaya başladığım anda tedirgin bakışları tuttuğu bileğime kaydı.

 

"O taş bir iş için bana lazım sana başka bir taş veririm. Onun için şimdi onu bana ver." dedi.

 

Makul bir sesle konuşarak beni ikna etmeye çalıştı ama başaramadı. Bakışları her ne kadar uysal ve sesi her ne kadar sevecen çıksa da bunun numara olduğunu biliyorum.

 

" Maalesef sana istediğini vermeyeceğim Veliaht. Ah ya da Kral mı demeliyim? Ama sen zaten Kralsın. Oğlunun bedenini zorla ele geçirmiş bir Kral. Ne acımasızlık ama! "diye gerçeği yüzüne söyleyince anında alnı kırıştı, damarları seğirdi. Nefretle bana bakarken hızla nefes alıp verdi.

 

" Seni küstah! Nasıl bunları bana dersin! "diye kindarca konuşunca anında ona gülümserken birden bir adım geriye çekilmek istedim ama buna izin vermedi. Ve tam o sırada kalkanı oluşturdum. Bizi dışarıdan herkes dans ederken görüyordu ama gerçek öyle değildi.

 

" Bileğimi bırak! "diye sinirle konuşunca bir adım bana doğru yaklaştı ve bileğimi var gücüyle sıkmaya başladı.

 

" Hayır. "dedi ve bileğimi kendine doğru çekmeye başladı. Ama var gücümle ona karşı koydum." Hemen bana o taşı veriyorsun yoksa sana neler yaparım aklın şaşar. "diyince kahkahalar attım o anda.

 

" Pek zannetmiyorum. Sen bana hiçbir şey yapamazsın. "diyince anında var gücümle öyle bir güç kulandım ve sağ ayağımla karşımda bulunan Kral 'ın karnına sertçe tekme attım. Aldığı darbeyle benden uzağa savruldu. Aldığı darbeden dolayı parmakları gevşedi ve bileğimi serbest bıraktı. Sonrasında anında olduğum yerde geriye doğru kaçıştım.

 

Ve o anda zihin bağından bizimkilere şunu söyledim.

 

"Şimdi hemen herkesi buradan çıkarın!"

 

Ben bunları söylerken sahteden yangın çıkmış olduklarını söylediler gelenlere ve hepsi korkuyla dışarı doğru kaçıştı. Kral aldığı darbeden sonra yavaşça yerden doğrulup bana en saf öfkeyle bakmaya başladı.

 

"Bu yaptığının bir bedeli olacak." diyince ona hiç sanmıyorum bakışları attım.

 

Bana doğru geleceği anda hemen hızla onu olduğu yerden arkasında bulunan yarım saat önce oturduğumuz alana doğru sertçe fırlattım. Bunu beklemiyordu ve hazırlıksız yakalandığı için bu yaptığıma karşı koyamadı. O olduğu yerde sertçe bir platform üstünde duran onun için ayrılmış tahta sertçe çarptığı anda yüksek bir acı nidasıyla kıvrıldı.

 

"Ah ben daha çok bedel ödemeyi seviyorum ödemeyi değil maalesef. Ee şimdi ne yapacağız?" diye alaycı bir üslupla konuşunca onun birden onca acıyı çekmesine rağmen yerinden doğrulup kalkmaya çalıştığımı görünce hemen ikinci planı gerçekleştirdim.

 

Bakalım ne kadar etki edecek onda. Bana doğru yavaşça gelince anında sahip olduğu güçle bana saldırmaya kalktığı anda hemen yapmış olduğu büyüyü geri püskürtüp herhangi bir zarardan kendimi alıkoydum. Yapmış olduğu büyü arkamda duran büyük kapıyı olduğu yeren söküp koridora büyük bir yankıyla düşmesini sağladı. Bizimkiler hâlâ burada değildi. Onun için onlar adına endişe etmeme gerek yoktu . Hepsi burada bulunan herkesi dışarı çıkarmak için uğraş veriyordu.

 

Yaptığı saldırıyı Kral engellediğimi görünce anında başını iki yana salladı.

 

"Ben çok güçlüyüm beni alt edemezsin. Birazdan sana yaptığın hatanın bedelini ödeteceğim." dedi gür bir sesle. Ve yavaşça tekrar saldırıya hazırlandı. O an hemen taşı oluşturmuş olduğum küçük güvenli bir kalkan içerisinde tuttum. Bakalım atak sırası bana geçtiği anda böyle konuşacak mı? Yapacağım saldırıdan hemen önce konuşmayı ihtimal etmedim.

 

"Belki dediğinde haklısın ama unuttuğun bir şey var ben daha güçlüyüm sende bunu biliyorsun. Ya da biradan anlayacaksın." dedim ve yok edici bir ateş topu ile onu geriye püskürtmek için en etkili saldırımı gerçekleştirdim.

 

Ve Dehliz 'in öğrettiği mahuna ateş topunu oluşturduğum gibi ona doğru hızla attım. Öyle ki o daha saldırısını yapmadan ben ona karşılık vermiştim tekrardan. Anında ona doğru hızla ilerleyen mor mahuna ateş topu hızla olduğu yerde onun bedenine çarptığı anda etrafta bulunan her şey bu patlama sesiyle bir yerlere savruldu. O sırada önüme siper ettiğim kalkan beni kurtardı. Ve herhangi bir darbe almadım.

 

Patlama öyle bir ses çıkardı öyle bir tozu dumana kattı ki. O an etrafta uçuşan toz bulutlarını solumak zorunda kaldım. Olduğum yerde öksürük tutunca hemen kalkanı etrafıma tam oluşturmak isterken birden beklemediğim bir anda karşıdan bana doğru hızla bir saldırı geldi. Ve olduğum yerden hızla geriye doğru savruldum.

 

Ama son anda kendimi yapmış olduğum büyüyle düşüşümü yavaşlattım. Yıkılmış olan kapının bıraktığı boşluktan koridora doğru saldırı yüzünden savruldum. Sırtım çok sert olamayacak bir şekilde duvara çarptı. Ama bu bile acı vermişti. Yüzüm kasılmış ve sırtım büyük bir acıyla baş başa kalmıştı. Kafamı son anda duvara çarpmaktan alıkoyabilmiştim. Avuç içlerim yere sürtünürken yavaşça bedenimi acıyı hissetmemeye özen göstererek kımıldatmaya çalıştım.

 

Az hasarla almış olduğum zararı atlatmaya çalışıyorken birden Kral olduğu yerden kalkıp havada süzülen Ruh taşına doğru ilerledi ve taşı olduğu yerden aldığı gibi avucuna gömdü. Bana acıyan bir ifadeyle bakınca yavaşça olduğum yerden kalkıp onun tekrar karşısına geçtim.

 

"Ah Hazel sen bana karşı koyabileceğini nasıl düşünebilirsin? Ben sadece izin verdim neler yapabilirsin diye. Pek bir şey yapmadın da." dedi tüh o kadar boşuna çabaladın dercesine bakıp. "Harcanıyorsun bu hayatta ve harcayanlardan biride ben olacağım." diye kendine emin bir sesle konuşunca iki elimi belimin arkasında kavuşturdum.

 

"Benim de harcadığım insanlar oldu. Sıkıntı etme sen bu durumu. Sana bir şey söyleyeceğim." diyince söyle dercesine baktı amacım sadece seni oyalamaktı ve bunu başardım. Buradaki herkesi krallıktan uzaklaştırdım. Ve baş başa kalalım dedim. Neden mi? Çünkü sana öyle bir saldırıyla karşılık vereceğim ki maalesef sen sen olmaktan çıkacaksın. Zaten oğlunun bedenini aldığın için artık oğlunun ruhu bedenine geri giremez. O halde sen neden yaşayasın ki? O çok sevdiğin atalarının yanına uğurlayacağım seni. "dedim ve hemen bir adım öne atılıp koridordan içeriye kısaca bir bakındım.

 

" Sen bunları nasıl öğrendin? Ve sen bu büyüleri kimden öğrendin ? "dedi daha önceden sorması gereken onca şeyi şimdi sormaya başladığı anda bıkkınlık içinde ona baktım.

 

"Birincisi sende idrak sonradan geliyor onu fark ettim. İkincisi ben Hazel değilim." diyince büyük bir şaşkınlık yaşadı. "Üçüncüsü daha etkili olacak gibi. Elinde tuttuğun taş aslında ruh taşı değil. İstersen bir sık bak anında kırılacak kadar sahte ve dayanıksız. "diyerek anında onun gerçeğe bir an önce uyanmasını sağladım.

 

O olanı biteni anlamaya çalışırken hemen yerden hızla yükselen sarmaşıklar onu ayağından yere doğru sabitçe kıskıvrak yakalamaya başladı. O hâlâ taş sahte değil diye taşı incelerken birden tüm sarmaşıklar onu çoktan ele geçirmişti. Ah bu sarmaşıkları seviyorum.

 

"Ne yapıyorsun bana?" diye sonunda bu ana geri döndüğünde hemen cevap verdim.

 

"Cezanı veriyorum. Hem sana demedim mi bendimde harcadığım insanlar oldu bir yenisini ekliyorum şimdi. O sensin." dedim rahat bir üslupla. "Kıpırdamaman senin için daha iyi olur çünkü bu sarmaşıkları daha hareketli yapıyor. Ve ben Hazel değilim dedim ya kim olduğumu bilmek ister misin?" diyince yavaşça başını salladı sadece.

 

"Hım pek itici Kral ben aslında senin ulaşmak istediğin şeyleri isteyen bir kişiyim. Ama bunu kendi çıkarım için değil herkes için yapıyorum. Ve ben kim miyim? Prenses Emira. Morte kolyesinin üçüncü sahibi." der demez sesli bir şekilde yutkundu.

 

"Sen..." dedi. Ama devam edemedi.

 

"Neyse benim gitmem lazım. Sizi Yarılan Dünya sebebiyle yok olan atalarınızın yanına göndereceğim. Onlara selamımı iletir misiniz." dedim ve hemen olduğum yeri terk etmeye başladım. Çünkü biraz sonra krallık yerin altında olacaktı.

 

Sarmaşıklar artık onu tamamen ele geçirmişti. Ve biraz sonra o yok olacaktı. Evet belki onun ölümüne sebebiyet vermiştim ama sadece yapmam gereken buydu çünkü durmayacaktı. Ben onu şimdi geri püskürtsem tekrar bu işe kalkışacaktı. Eğer Veliaht 'ın ruhu bedenine geri dönme ihtimali olsaydı bu yolu denmeye kalkmam ve krallığı tamamen yıkmazdım.

 

Ama bu ihtimal söz konusu bile değildi ve onun için yapamam gereken bu olduğu için bundan başka bir şey yapamazdım. Aslında Kral' a kendi benliğini unutturmayı bile düşünmüştüm ama maalesef bu sonradan bir şekilde yok olma ihtimali vardı. Ölü Ruh benimle açık açık bu konuyu konuşmuş ve tek çarem bu olduğunu söylemişti. İlk başta her ne kadar inkar edip bunu yapmayacağımı söylesem de önümde tek çıkış vardı o da bunu yapmaktan geçiyordu.

 

Yapamasam sonraki aşamalarda bu önüme bit bariyer olarak çıkacaktı. Ama şu an halledeceğim için bir daha çıkamayacaktı. Ölü Ruh birde bu olayları hepsini Veliaht 'ın intikamı olarak gösterecek ve Hazel' in bu işten en az zarar almasını sağlayacaktı. Ve bu krallık tamamen ona ait olacak. Gitmeden önce son kez Hazel 'e gerçekleri göstermiş olacaktım ve Veliaht' ın değilde bu yaşadıklarının sebebi Kral olarak hatırlayacaktı.

 

Bunu tüm krallıkta olan kişiler bilecekti. Kral kendi torununu ve gelinini öldürdüğünü bunun yüzünden de Veliaht tüm hıncını bu krallıktan çıkarmış gibi gösterecek ve Hazel 'in bu krallığa karşı herhangi bir zulüm yapmasını bu sayede önleyecek sevdiği adamın katilini Veliaht olarak değil' de Kral olarak bilecekti.

 

Kral neden öldürdü onun sevdiği adamı sorusu zihninde bir tek nedenle karşı karşıya gelecekti. Hazel bir ruhbaz soyundan geldiği için Kral soyunun ondan devam etmesini istediği için Hazel 'i oğluyla evlendirmek istemiş gibi gösterecek, Veliaht' ın çocuğunu ve sevdiği kadını bu yüzden öldürmüş olma ihtimalini herkese aşılayacaktık.

 

Krallığı terk edip ormana doğru ilerledim. Herkes ormana gönderilmiştir. Hemen Hazel 'in bedeninden ruhum ayrıldı ve o anda plan devreye girdi. O anda bilmesi gereken her bilgi o ve diğerlerine aktarılmaya başlandı. Bizimkileri biraz ileride daha önce içinde bulunmuş oldukları bedeni terk edip beni biraz ileride beklediklerini gördüm.

 

Hazel 'in bedeninden çıktığım gibi onların karşısındaki yerimi aldım.

 

"Her şey bitti değil mi? Taşı aldık değil mi?" diyen Victoria' ya başımı evet anlamında salladım ve arkamı dönüp biraz ileride büyük gürültüyle yıkılan kaleye bakan insanlara baktım.

 

Hepsi korkmuş ve çaresizdi. Ölmedikleri için mutlu olmalılardı. Çünkü onları acımasız bir planın elinden kurtardım ama onlar bunu hiçbir zaman bilmeyecek.

 

"Peki o halde gidelim. Daha fazla burada durmak istemiyorum." diye arkamdan konuşan Victoria 'nın istediğini hemen yerine getirdim.

Tam bir adım atıp geçişi açacağım an birden Dehri bana doğru ilerledi ve bileğimi avucunun içerisine aldı.

 

"Morarmış." diyince bakışlarım onun baktığı yere gitti. Evet baktığım anda Kral' ın sımsıkı tutuşu sebebiyle bileğim şimdiden morarmış ve acıyordu. Garip tarafı ben bunu daha yeni fark etmiştim ." İncinmiş olmalı." diyince durgun bakışlarımı Dehri 'in ilgili bakışlarına çevirdim.

 

"Boş ver ya geçer. Amacımızı gerçekleştirdik ya gerisi önemli değil. Zaten kuleye gidince ilgilenirim ben." diye pek önem arz etmediğini öne sununca Dehri bu halime kaşlarını çatarak karşılık verdi. Bakışları benden uzaklaştı.

 

"Victoria kuleye gidince hemen ilgilen bu morlukla. Prenses 'e kalsa bakmayacak kendi haline bırakacak kesin." diyince hemen Victoria ilgileneceğim dercesine bakınca sesli bir nefes verdim.

 

Sonrasında açmış olduğum geçişle buradan ayrıldık. Gitmeden hemen önce kale büyük bir yıkımın sesiyle toprağa gömülmüştü.

 

Moritanya Kalesi'ne gelince önce hemen geri ruhlarımız bedenlerimize geri girmişti sonrasında Varisler hemen zaman kaybetmeden krallıklarına dinlemek için gitmişti. Birkaç gün dinlenip sonrasında bu olayı dingin bir zihinle konuşacaktık. O güne kadar herkes paydos vermişti.

 

Moritanya Kalesi'nden ayrılıp kuleye geçiş yapmıştık. Yorgun olduğum için direk hemen odama geçmiş ve Victoria 'nın da odasına geçmesini sağlamıştım. Gitmeden önce bana bileğimle ilgilenmem gerektiğini bin kere söylemiş yapmazsam gecenin bir saatinde gelip kendisi ilgileneceğini söyleyince pes ederek kabul etmiştim. Odama gelince hemen bir kısa duş almıştım. Duştan sonra üzerime rahat bir şey giydikten sonra vermiş olduğum sözü yerine getirmek için harekete geçmiştim.

 

Odada bulunan komodinin çekmecesinden bir krem alıp morluk olan kısma kremi sürdükten sonra uyuyamayacağıma kanaat getirince hemen odamdan ayrılıp, her zaman gittiğim terasa doğru yol almıştım. 3.katta bulunan terasa merdivenlerden geçip ulaştıktan sonra yalnız başıma bugün olanları baştan aşağı düşünüp durmak için zaman vermiştim.

 

Terasta bulunan tekli koltuğa geçip oturmuştum. Ve gecenin o zifiri karanlığı içerisinde yapmış olduğum şeyin ağırlığı altında kendimi sorgulamıştım. Belki bunu yapmam lazımdı ama yaptığım içinde binbir pişmanlık yaşayacağımda kesindi. Zor bir şeydi bir hayata son vermek. Bazen bin kişi için bir kişiyi ölüme itmek zor geliyormuş. Bir kişi bile insana dünyayı dar edecek hissiyatı veriyormuş. Ölüm çok zor bir şey. Bunu yapmak çaresizlik için bile olsa insana, zihnine ve en çokta kalbine ağır geliyor.

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷ ꒰ఎ ♡ ໒꒱ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Zihnim bu dünyaya çok yabancı ve zihnim bu insanlara çok fazla. Zihnim bu dünyaya çok savunmasız ve zihnim bu insanlara çok yalnız. Zihnim çok acemi bu diyarın en acımasız karşılaşmalarına en acımasız sonlara ve terk edişlerine.

 

Zihnim aşina ölümlere. Zihnim aşina acımasız planlar içerisinde bulunmaya ve orada hayatının en büyük yüzleşmesini yaşamaya. Zihnim aşina bir söz ile mahvolmaya. Zihnim aşina sessizliğe ve orada yaşamaya tutunmaya. Zihnim aşina bir karanlığında ona yuva olmasına. Zihnim aşina tercihlerin ondan yana olmayışlarına.

 

Zihnim bir istasyon durağında yalnızlığa terk edilmiş ve sessizliği kendine yuva edinmiş. Zihnim her acıyı kendine has kılarak ona tutunmuş. Zihnim kendini ölüm boşluğunda kimsesiz yaşama tutunmayı öğretmiş. Zihnim bu savaşı en başından kaybetmiş ve bunu kabullenmiş. Zihnim kaçıp gitmeye değil istenmediği yerde durmamaya çoktan alışmış.

 

Her şey bir kaybedişin üzüntüsü içerisinde yok olmaya yüz tutmuştu.

 

Kaybetmiştim kardeşimi ve bu benim sonumun ne olacağını umursamamamı sağlamıştı.

 

Kaybetmiştim sevdiğim adamı ve bu benim ne büyük bir sevgisizliğin içerisinde kendimi var etmeye çalıştığımı açık açık gözler önüne sermişti.

 

Kaybetmiştim artık vicdanını yavaş yavaş sesini. Ölümlere aşina olmaya mı başlamıştım? Ya da vicdanımı mı öldürmüştüm bu yolda? Belki de her ikisi de...

 

Sonunu bildiğim bir şeyin başlangıcını yapmam. Ama bu sözü yerine getirmediğim anlar çok oldu. O anlar bana ölüm oldu. O anlar bana kan revan hale getirdi . Anıları gölgelerde saklı tutmaya çalıştım. Çünkü hatırlamak bana acı verdiğindendi bu kararı aldıran.

 

Bu karara sığınmak en büyük galibiyetimdi. Anıların o sesini duymamak için sağır kesildim. Çünkü bas bas bağırıyor ve 'Kandırıldın,' diyordu. 'Bir aptal gibi seni kandırdı ve sende anlamadın hiçbir şeyi!' diyordu. En acısı da şuydu ; 'Sen bir oyunun en masum piyonu olabilirsin ama bu masumluğunu yaşam sana da kaybettirecek.'

 

Doğruyu söylüyordu ama bir şey eksikti. Bu masumluğu kaybettiğim an belki bende yaşamazdım. Kim bilir gözlerimi yumduğum anda masumluğumla beraber kayıp gidecektim.

 

Hissedilenler acıdır. Bir paslı çivi gibi yakar canınızı.

 

Hissedenlerse sonsuz bir müzikal içerisinde yaşama tutunmak için dayanak bulanlardır. Anılarıyla, geleceği düşlemekle, ölümü beklemekle...

 

Hissedilenler yaşamın ezeli düşüdür. Hayal kırıklığı yaratır.

 

Hissedenler yaşamın ücra köşesinde ölümü bekleyenlerdir. Ve oradan düşmektedirler. Bir bataklığa ya da cehennem ateşine... Ve orada yalnızdır kimsesi yoktu öncesinde olduğu gibi sonrasında olacağı gibi. Bu onun en büyük cezasıdır belki de.

 

Yalan elbet kendini doğruya teslim edecektir . Her zaman bu böyle oldu. Ve böyle de devam edecek. Süre belli değil belki ama sonuç kaçınılmazdır. Ve o sonuç herkes için büyük bir aydınlanmadır.

 

Umursamaz insanlar için uğraş vermeyelim. Neden mi? Onlar için onca emek harcarken kendine kıyarsın. Ölüme adım adım ilerlersin. Onlar seni görmez sende kendini getirdiğin hali göremezsin. Onlar seni tüketir sende seni alır. Sense hâlâ kendini yavaş yavaş öldürmeye devam edersin ta ki gerçeği anlamaya başladığın anda ama o zaman da çok geç olmuş olur. Senden geriye hiçbir şey kalmaz.

 

Benim bu hayatta silemeyeceğim bazı şeyler vardır ama onlarda vazgeçilmezim değildir hiçbir zaman. Çünkü bilirim ki ben onları çıkarmazsam hayatımdan kendime en büyük kötülüğü yapmış olacak ve bunun bir geri dönüşü olmayacaktır.

 

Yavaşça zihnimin başka bir boyuta geçtiği anda birden terasın kapısının açıldığını fark ettim. Yavaşça omzumun gerisinden arkaya bakınca karşımda az önce beni düşündüren bir diğer etmeni karşımda bulmuştum.

 

Ahrar birkaç adım gerimde durmuş ve bana bakıyordu.

 

"Buradasın." diye bu kelimeyi kullanınca kaşlarım çatıldı. Nerede olamamı bekliyordu? Hemen olduğu yerden buraya koşar adımlarla ilerleyince yavaşça geriye doğru çekildim. Ve bakışlarım önüme çevrildi.

 

Ahrar birkaç adım sonra karşıma geçmiş ve hemen önümde duran geniş, camdan oluşan orta sehpaya geçip oturmuştu. Dizlerimiz birbirine değiyordu bu yaptığı şeyle. Ahrar tam karşımdaydı. Göz göze gelmemiştik çünkü bakışlarım yerden onun lacivert harelerine çevirmemiştim.

 

"Emira." dedi kısık ama yalvaran bir sesle. Bir o kadar çok özlemi hissettim. Peki neden? Neden? Yavaşça bakışlarım gelişi güzel onu buldu.

 

"Ne istiyorsun? Yorgunum ve hiç seninle kelime oyunları yapacak enerjim yok. Hiç görmemiş gibi yapıp gidebilirdin. Bu iyiliği bana yapmak yerine yine karşıma geçmeyi tercih ettin. Yine ne yalanlar söyleyeceksin? Lütfen kısa olsun sonra gidip uyumam gerekiyor. "diye çok huysuz ve sinirli sesim onun o gözlerinde olan özlemi bir anda yıkıp yerine mahcup bir ifadeyle çevirdi.

 

" Sadece uzun bir süre yoktun kulede. "dedi ve kısa bir nefeslendiği andan sonra devam etti cümlesine. Bense sadece boşluğa bakıp duruyor bazense gözlerim birleşmiş olan dizlerimize kayıyordu. Ne tuhaf bu temas eskiden olsa tuhaf hissettirmez ama şimdi hissettiriyordu." Nerede olduğunu sormayacağım çünkü cevap vermeyeceğini biliyorum." dediğinde tam ona cevap vermeye hazırlanmıştım ki birden hızla bana doğru eğildi ve sol bileğimi iki elinin arasına aldı. Bunu o kadar hızlı yapmıştı ki onu durduramadım bile.

 

"Bileğine ne oldu? Nasıl bu hale geldi?" diye endişe içinde konuşunca çok sakin ve umursamaz bir edayla cevap verdim.

 

"Siz bu dünya üzerinde bana en büyük izi bırakan kişisiniz. Bu küçük iz hiç kalır bile. Önemsiz bir şey o kadar canım yanmadı. Daha büyük bir acıyla sınanmış olmamdan ötürü olabilir belki de." dedim sakin ama ne anlamlar içeren bir mesajla ona cevap verdiğim anda başını yavaşça kalırdı ve sadece dediklerime o lacivert harelerinde beliren ve hoşlanmadığım ifadeyle bakınca yavaşça bileğimi onun tutuşundan kurtardım. Bu yaptığım tabi onun benden uzaklaştırmadı. Aynı pozisyonda dururken bana şunları söyledi.

 

" Belki haklısın bu dünyada sende derin izler bırakan kişilerden biriyim. Ama bunun için pişmanım bunu da görüyorsunuz. Ama inanmıyorsun da. Ve bu büyük bir şekilde canımı yakıyor bu da benim sana yaptığımın cezasıdır. Ama şunu unutma sen bu dünya üzerinde bana en büyük sevgiyi hissettiren kişisin. Ben bunu seninle hissettim ve sen olduğun için çok mutluyum. Hayatımın en değerli insanı olman beni mutlu ediyor. Sana sandığın şeyi yapmadım. Bunu bir gün anlayacaksın. Ve ben o günü iple çekiyorum. "dedi bu dediğinin bir gün var olacağına olan inancıyla.

 

Ben pek sanmıyorum ama o kendini bu yalanlarla avutsun. Oyununda ki piyonu kaybetti belki ondan bu üzüntüsü. Belki de benim onu sevmeme aşina olduğu için şu an garip hissediyordur.

 

" İçimdeki yaşama bir nebze bağlı olan kadını öldürüp onu ruhsuz bir kadına çevirdiniz. Şimdi benden sizin hislerinize inanmamı bekliyorsunuz. Boşuna yormayın ne beni ne kendinizi. Çünkü ben bu defteri kapattım size de aynısını tavsiye ediyorum. Yoksa kendi kurumuş olduğunuz o inanç içinde yok olacaksınız. Ben sizin yaptığınızı yapmayıp olmayacak şey hakkında sizi bilgilendiriyorum. Bu da size son iyiliğim olsun. "dedim ve dizlerimizin arasında mesafe açtım ayaklarımı baldırımın altına alırken. Bu teması kesmeme ses etmedi. Ve sadece beni sessizce birkaç dakika izledi.

 

" Sense içimdeki ruhsuz adamı canlandırıp onu ruhu olan bir adama çevirdin. Emira sevgiyi ben senle tattım. Ve ben sensiz yapamam bunu çok iyi anladım. Üç gündür yoktun kulede ve burası senin varlığın yokken bir hiç. Senin varlığını hissetmek bana yaşama sebebi veriyor. Sensiz solmuş bir çiçekken sen gelince güneş ve su görmüş bir çiçeğe dönüşüp hayat buluyorum. Sen inanmak istemesen de ben seni çok seviyorum ve her daim seveceğim. Kalbimde varlığını daima koruyacak kadın sensin bu hep böyle olacak. "dedi.

 

Sözleri nasılda içe dokunuyor onu kıskıvrak sarmalıyor değil mi? Ama şüphe... Bir kere insan bununla karşı karşıya kaldığı anda bir daha inancı eskisi gibi olmuyor. Bende de böyle. Düşünüyorum bazen pişman ama gerçek mi? Seviyor bunu görüyorum ama yine oyun mu oynuyor? He şey bildiğin gibi değil diyor ya aslında her şey bildiği gibiyse? Ben yine tutunduğum yerden incinmek istemiyorum. Ve bu sefer Ahrar 'a inanırsam kırılmam ki ölürüm ben.

 

"Sizin tarafınızdan sevilmeyi bırakın anlaşılmadım bile. Eğer anlasaydınız bu oyunun beni ne denli yıkacağını bilir ve yavaşça hayatımdan çıkardınız ama öyle yapmıyorsunuz. Hâlâ size inanmamı bekliyorsunuz. Renkleri hiç bilmeyen bir kişi için ona renkleri anlatmak gibi bir şey bu. Bildiğim bir şeyin hiç olmadığını söyleyip duruyor sonrasında benden bir adım bekliyorsunuz ama hata yapıyorsunuz en başından beri. Ben artık sizi hayatımda istemiyorum. Bunu artık anlayın. "dedim tane tane bunları zikrettim. Yavaşça mavi harelerim onun lacivert harelerine değdi." Anlayın artık biz hiç olmadık ki devam etme şansı olsun bizim için. "diye dudaklarımdan ikimizede ağır darbe etkisi olan cümle döküldü dudaklarımdan.

 

Lacivert hareleri çok üzgündü. Savaşı kaybeden bir asker edasıyla savaş alanını izleyen bir ifadeyle bana baktı. Kahrolduğunu o an yüz ifadesinden görebildim ama tepkisiz kaldım. Yavaşça bana doğru eğildi ve elimi o iri ve nasırlı avucuna aldı. Bakışlarım küçük elimin onun eli arasındaki komik haline baktım. Ellerim sımsıcaktı onun aksine. Ahrar beni izlerken ben ellerimize bakıp duruyordum. Kokusu şu an çok yakından bana ulaşıp tüm hücrelerime sızıyor beni eski anılar götürüp duruyordu. Çaresiz bakışları benden bir adım bekliyor ama alamayınca yıkılıyordu. Ama o beni çoktan yıkmıştı. Şimdi benim bunu yapmam adaletsizlik miydi?

 

"Senin tarafından sevildim ama anlaşılamadım. Yanlış bir adım atarak seni kendimden uzaklaştırdım. Yapma Emria bizi bizsiz bırakma. Her şeyi açıklamama izin ver. Lütfen buna izin ver ki ayrı değil bir olalım." dedi bir yakarışla. Ama benden istediğini maalesef alamazdı bir daha bunu kendime yapmazdım çünkü. Ellerimi onun tutuşundan kurtardım ve avucundan çıkan ellerimi koltuğa yasladım ve yavaşça doğrulup ona gecenin son cümlesini kurdum.

 

" Siz bana bu hayatta yaşadıklarımı unutup ilerlememi değil ardıma bakıp yaşamamı sağladınız. Benden geçmişi unutmamı beklemeyin ve bir daha bu konuyu açmayın çünkü kendinizi yormakla kalıyorsunuz bunun sizde farkındasınız. İyi geceler . "dedim ve bedeninin izin verdiği ölçüde önünden geçip terasın kapısına doğru ilerledim.

 

Kapıyı açıp dışarı çıkınca onun sözlerime olan atfını duydum ama bir cevap vermeden odama doğru yol aldım.

 

" Sense bu hayatta yaşadıklarımı unutup geriye değil ileriye dönük olmamı sağladın."

 

 

 

 

 

 

꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷ ꒰ఎ ♡ ໒꒱ ꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷꒦꒷

 

Loading...
0%