Yeni Üyelik
52.
Bölüm

52-Zamanın Kaybettiği İnsanlar

@kumsallardagezen12

『 Sarsılmış bir kadının duruşu karşısında olanlar için sakıncalıdır. Neler yapabileceğini ya da neleri göze alacağını bilmezsiniz..』

 

 

Ruhumda var olan izler öleli çok oldu. Öyle ki varlığının izlerini bile bedenim iyileştirdi. O izlerden sadece hissiyat kaldı. Tenimde görünmüyordu ama ben varlığını hissediyorum. Ruhuma kazınmadan önce tenimde var olan o görünümü hâlâ aklımda. Yavaşça tenimde ruhuma sızdığı anı an be an hatırlıyorum. Canım yanmıştı. Öyleki sessiz çığlıklarım göğüs kafesimin içerisinde büyük bir zelzele yaratmış ama bunu dışavurmamıştım.

 

Beni yakacak bir acıyla o izler bende var olmuştu. Şimdi ise benden silinip gitmişti. Gitmişti değil mi? Yanılmıyorum?

 

O izlerin bile varlığına alışmış olmam. O izleri sahiplenmem bir sığınağa saklanmak gibi. Sana zarar verecek şeyin orada olduğunu biliyorsun ama yine de oraya koşar adımlarla gidip sığınıyorsun. Aslında o bir sığınak değil, bir ölüm çukuru. Ama sen geride olan onca zararı bildiğin zarara tercih ediyor ve o sığınağa teslim oluyorsun. Belki oradan gelecek darbeyi bildiğinden belki oradaki darbeyi sırtlanacak olmandan kaynaklı. Bunun adı çaresizlik değil kabullenilmişlik.

 

Zaman, kurak bir toprakta bir yudum suya muhtaçlık. Sana iyi gelecek günleri hasretle bekliyorsun ama aslında sana gelecek olan tek şey bir acı yığını. Ben unuttum diye kendimi avutup duruyorken aslında ne kadar yanıldığımı şu an anlıyorum. Unutmayacaktım. Ben aslında yaşadığım hiçbir şeyi unutamayacağım. Yaşadığım kaybı... Yaşadığım ihaneti...

 

Ben sevgimiz gerçek sandım ama bir ihtimalmiş zihnimde geçen. Bir hayalin tatlı gölgesinin yansımasıymış zihnime düşen. Bir yalanmış. Ahrar 'ın sevgisi yalanmış. Benim hislerim karşılıksızmış. Hayatımın büyük bir anının hırsızı Ahrar. O bir yalancı o bir sahtekarmış. Onun gerçek yüzü buymuş. Kendi amaçları için birinin tüm hayatını tepetaklak edecek bir insanmış. O hayatımda bulunan en büyük yalancıymış.

 

Ahrar 'ı hiç affetmeyeceğim...

 

Lütfen bu söz her daim zihnimden gitmesin. Gerçekleri öğrendiğim an bu cümle asla zihnimden bir an çıkmadı. Bana vermiş olduğu sevgi yalanmış. O baştan sona bir hayalmiş. O benim saf duygularımı bir çakmakla yakıp yok etmişti. Bu oyunu hayatımı mahvetti. Benim hayatımı çaldı aslında. Hayatımın bir parçası eksik ve yok oldu.

 

İlişkimiz sayfalarda dökülmeyecek sanarken bir kelimeye sığdı ; ihanet..

 

İlişkimizi çok şeye sığdırdı Ahrar.

 

Bir yalanın gölgesinde ona olan sevgimi yavaş yavaş kurutup, öldürüyormuş. Bundan haberim çok geç oldu.

 

Aslında hiç olmamış bir hissi gerçek sanmıştım. Ben beni seviyor sanmıştım ama değilmiş. 'Bırakmayacağım ' demişti. Hiç tutmamış ki bıraksın. 'Seni her daim seveceğim' demişti. Hiç sevmemişti. 'Sensiz bir hayatım olamaz' demişti. Ama ben onun zaten hiç hayatında olmamışım.

 

'Seni seviyorum' demişti. Ama bu baştan sonra hissiz bir duyguyla kurulan bir cümleymiş ve ben buna inanmıştım.

 

Ne acı değil mi bir daha mavi harelerim onun lacivert harelerine uzun uzadıya bakamayacak ve ondan kaçışıp duracaktı her yere. Çünkü ona her baktığım an yaşadığım bu olayı ve aptal yerine konulduğumu her daim hatırlayacaktım. İhanet öyle kolay unutulmuyor. Bunu çok iyi yaşamış ve tanıklık etmiştim. Öyle kolayca varlığı sizden silinip gitmiyor. İçinizi öyle bir yakıyor ki bu acı öyle kolay kolay dinmiyor. Varlığını hep hatırlatıp duruyor. Buradayım diyor. Ve sebebi bundan dolayı diyerek sizin unutmanıza mani oluyor.

 

Artık onu gördüğümde kalbim tekmelemiyor. Kalbim kırıldığını hissediyor, kanadığını hissediyor. Ve nasıl bir acıyla sınandığını.

 

Uyuyamıyorum. Ya da uyumak istemiyorum. Odamda öylece durmuşken bir şey yapmadan düşünüyorum. Neyi mi? Şu anı... Dünü... Yarını... Ve sonumu...

 

Zihnimde bir savaşın son çatışma anı var. Bitti bitecek ama çok kayıplar verdim. Çok yaralar aldım. Kazansam da kaybetsemde ben eskisi gibi olmayacaktım. Mağlupta olsam galipte olsam bu bende bir şey ifade etmeyecek. Çünkü ben zaten aslında her şeyi önemsemeyi bıraktım. Sadece yapmam gerekeni yapıyorum.

 

Ve sonrasında ise vedamı edeceğim...

 

Gün benim için erken başlamıştı ama herkes için yeni. Kulede yavaş yavaş sesler yükselmeye başlamıştı. Çalışanlar çoktan kuleye gelmiş ve yapması gereken işlere koyulmuştu. Bense yemekhaneye gelmiş ve büyük kocaman pencere önünde mermer üzerine oturmuş bir yemekhane içerisinde kahvaltıyı hazırlayan çalışanlara bakıyordum birde pencereden dışarıyı izliyordum.

 

Bahçe işleriyle uğraşan çalışanları izlerken onların keyif alarak yaptığı işe küçük tebessümle karşılık verip önümde dizimin üzerine yaslamış olduğum boş sayfa bir şeyler karalayıp duruyordum. Erken uyandığımı tüm kule biliyordu ama bu sabah bir farklılık yaparak erkenden yemekhaneye gelmiş ve onları karşılamam bir tık onlara şaşkınlık yaratmıştı. Hatta eminim ki Süreyya hanımın sadık çalışanları çoktan burada olduğumu haber uçurmuştu.

 

Ve bu sebeple Süreyya hanım hemen kimse daha yemekhaneye inmeden buraya gelerek son üç gündür nerede olduğumu ve ne için ortalıktan yok olduğumu kesin sorgulayacaktı.

 

Verecek çok cevabım vardı aslında ama ben sadece suskunluğu tercih etmeyi düşünüyorum. Diğer türlü soruları bitip durmuyor Süreyya hanımın. Ardı ardına soru sorup beni kendince şaşırtmaya çalışarak cevap almayı düşünüyor ama hiçbir zaman ona bu fırsatı vermedim. Konuşmam aslına kendimi açığa çıkarmamdan dolayı değil sadece bu zamana kadar benden her şeyi saklamayı tercih ettiler. Ve bunda istikrarlı ilerlediler. Bende benimle ilgili herhangi bir şey söylemek istemiyorum. Bilmesinler de. Diğer herkes gibi onlarda sonradan duysun. Süreyya hanım ve Ahlas bey ve Turul bey...

 

Bakışlarım çizmeye devam ettiğim sayfayı inceledi. Bir tabut çizmiştim. Simsiyah, kırık ve yıpranmış bir tabut. Gördüklerimi aktarmayı severim genelde ama bu sefer hissettiğim şeyi aktarmak istedim.

 

Karamsar hislerin etkisi altında olan düşüncelerim beni bu çizimi yapmaya itti. Dünden beri içimdeki o his beni uyutmadığı gibi tüm mutluluğu benden silip almıştı. Ve şu an bir büyük parçam benden alınmış ve bir daha geri gelmeyecek hissi tamamen hakimiyetini ele almıştı dünden beri. Zihnim bir karanlıkla bir olmuş bir kayalıktan aşağı yuvarlanıp parçalara ayrılmıştı. Dağılan parçalarım bir saha eskiye dönmeyecek ve bir daha eskisi gibi hissettirmeyecek eksikliği sunmuştu.

 

Üzgün müyüm yoksa başka bir duyguyla mı mücadele ediyorum bilemiyorum.

 

Tek bildiğim benden geriye hiçbir şey kalmayacağı. Ve yok olmanın sonuna erişecek olduğum. Çalışanlar sonunda kahvaltı masasını hazır etmişlerdi. Birazdan herkes kahvaltı etmeye inerdi. İştahım hiç yoktu ama masada da bulunmam gerekti. Yavaşça olduğum yerde doğrulamaya başladığım anda birden yemekhane kapısı açıldı ve içeriye ilk Turul bey ardından Süreyya hanım ve Ahlas bey girdi. Turul bey dalgındı. Tek başına ilerlerken Süreyya hanım ve Ahlas bey hararetli bir konuşma içerisindeydi.

 

Umarım mesele benimle ilgili değildir. Sabah azarı çekmeyecek kadar yorgunum. Onlar masaya doğru ilerlerken bende yerimden usulca kalkıp isteksiz adımlarla biraz ileride duran masaya ilerledim. Turul bey dalgın bakışlarını yerden çekip etrafa çevridiği anda birden bakışları olduğum yeri buldu. Ben o bakışlarda rahatsızlık ifadesini göreceğim sanırken beklediğimi bulamadım. Turul bey sessiz ama dalgın halinin yanında bir duyguya tanık oldum. Üzüntü.

 

Neye üzülmüştü? Bana mı yoksa başka bir şey mi vardı? Sonunda Ahlas bey ve Süreyya hanım da beni fark edince oldukları yerde adım atmayı bıraktılar.

 

Niye şaşırdılar? Burada olmamda ne vardı ki ? Sonuçta burada yaşıyorum. Beni görmeleri çok normal bir şey. Bugün geleceğimi mi acaba unutmuştular?

 

"Emira -" dedi Süreyya hanım ilk ne diyeceğini bilmeyen bir ifadeyle. Bu şaşkınlığı ne içindi bilmiyorum ama bakışları yanına duran Ahlas beyi buldu. Sanki bu durumu normal bir hale çevirmesi için yardım istiyor gibi gözüktü o an bana. "...erkenden burada olacağını düşünmedim." diye Süreyya hanım dağılmış ifadesini topladı ve her zamanki gibi bana bakan ifadeleri daha çok bir şey çaktırmamaya çalışır vaziyette bana bakmaya başladı.

 

"Üç gün sonra geleceğim demiştim size gitmeden önce." dedim sakin ama hiçbir duygu barındırmayan bir sesle bunları zikrettim. Bu cümlemden sonra Süreyya hanım bana doğru bir adım attı.

 

"Ah aslında geç geleceğin kanaatine vardım. Belki sabaha doğru gelirsin diye umdum." dediği anda çoktan karşıma geçmiş ve bana garipsediğim bir ifadeyle bakmaya başladığı anda.

 

"Bir şey mi var?" dedim önce Süreyya hanım bana doğru adım attıktan sonra masaya geçip oturan Turul beye bakmış sonrasında beni her daim gördüğü yerde günaydın demekten kendini alıkoymayan Ahlas beye bakmıştım çünkü sessizliği dikkatimi çekti. Neyden dolayı bu garip hallere büründüklerini anlamak istedim.

 

"Hayır yok neden bunu düşündün ki?" diyince Süreyya hanım sesindeki titrek bir sesle konuşunca yavaşça dudaklarım iki yana kıvrılıp ona muzur bir bakış atarak sorusuna yanıt verdim.

 

"Çünkü garip davranıp duruyorsunuz . Turul beyi ilk kez bana nefret dışında bir ifadeyle bakarken gördüm. Bu şaşkınlık değildi. Hüzün vardı o bakışlarda. Ahlas bey ise çok sessiz. Genelde beni gördüğü yerde önce günaydın der sonra nasıl olduğumu sorar ama bu sefer sormadı. Siz ise -"diyip ona doğru bir adım atıp ellerimi arkamda bağlayıp yavaşça Süreyya hanıma eğilip gözlerine daha yakından baktım."...sesinizde olan bu anlam vermediğim tınıyla konuşup o sevecen bakışlardan uzak bir ifadeyle bakıp duruyorsunuz bana. Bir şey olduğu kesin. Ve bunu hiç seni gördüm muhabbetine yormayın yemem. Başka bir şey var ve belki ki bunu öğrenmem istenmiyor orası da belli. Ama şunu unutmayın ki eninde sonunda o sakladığınız şey önüme çıkar. Bence şimdiden söyleyin. "dedim ve tam ısrar etmeye devam ediyordum ki birden içeriye koşar adımlarla bir muhafız girdi.

 

" Efendim her şey hazır. Kahvaltıdan sonra at arabalarıyla yolculuk için hazırız. "diye gür sesiyle konuşan muhafızdan bakışlarım Süreyya hanıma çevirdim.

 

" Tamam herhangi bir sorun çıkmasın. Gerekli önlemler alınsın herhangi bir aksilik olursa tüm sorumluluğu sizden biliriz. "diye sert sesle konuşan Ahlas beye kaydı bakışlarım.

 

" Peki efendim. "diye gür sesini duydum muhafızın ama ona bakmadım.

 

" Yolculuk mu var? Nereye gidiyorsunuz? Ya da gidiyoruz?"diye sorgulayan sesle konuşup bir cevap almak için Süreyya hanıma baktım.

 

Kaygılı hali daha çok merakımı cezp etti. Olduğu yerden yavaşça hareket edip yemek masasında bulunan yerine geçti. Sorumu duymadı mı yoksa duymazlıktan mı gelmeye çalışıyor?

 

" Bir soru sorduğumu hatırlıyorum." diye kesin bir tavırla konuşup beni görmezden gelişinin asıl sebebini anlamaya çalıştığımı anlamasını sağladım.

 

"Sıradan bir ziyaret aslında. Her sene yaptığımızı bir şey." dedi Ahlas bey. Anında ona dönemden bakışlarımın hedefinde olan Süreyya hanıma bakmaya devam ettim. Neden gözlerini ben dahil her yerde gezdirip duruyordu?

 

Yavaşça ona doğru adım atmaya başladım. Masaya iki elimi yaslayıp hemen Süreyya hanıma doğru kafamı eğip bakışlarımın onun gerginliğin kasıp kavurduğu harelerine çevirdim. Birkaç saniye sadece bakışları beni buldu. Sonrasında yine benden kaçırdı bakışlarını.

 

"Ne ziyareti bu tam olarak?" dedim hâlâ Süreyya hanıma bakmaya devam ederken.

 

Sorumu duyduğu anda birden bedeni küçük bir titremeye kurban gitti bunu fark ettim. Ne sebebiyle benden bu kadar kaçıp duruyordu?

 

Sorumu cevaplayan kişi Ahlas bey oldu yeniden.

 

" Oğullarımızın avcılar krallığında her iki senede bir yaptıkları bir müsabaka var. Ona hepimiz katılacağız. Bu müsabakalarda güçler yarıştırılır ve oradaki Avcılardan bir kazanan olunca Tagol ordusuna komutanlık yapma şerefi verilir. Bu yılda olacak ve ona katılacağız. "dedi Ahlas bey sakin ve ifadesiz tutmaya çalıştığı bir sesle. Ona bakmasamda onunda gergin olduğunu sesinden fark ediyor ve hissediyordum.

 

" Avcılar krallığına gidiyoruz yani. Tamam birkaç dakikaya yanınızda olurum. "diyerek olduğum yerden hareket edip odama doğru gideceğim anda Süreyya hanım telaşlı sesiyle konuştu.

 

" Sende mi geleceksin? "diye sorduğunda Süreyya hanım aniden tek kaşım kavislendi. Bu ifadem anında onun direncini yitirdi ve iradesi zayıfladı. Yavaşça derin bir nefes alıp olduğu yerden yavaşça kalktı.

 

" Ne o gelmemi istemiyor musunuz? "dedim anlamaza yatarak. Tabii ki gelmememi istemiyordu. Ahlas bey ve Turul beyde dahildi buna. Ayağa kalkmış ama hiçbir harekette bulunmayan Süreyya hanımın konuşmasını bekledim.

 

" Hayır ben yani gelmek isteyeceğini düşünmedim ondan senin için herhangi bir hazırlık yaptırmadım." diyince yavaşça dudaklarım iki yana kıvrıldı.

 

"Ah boş verin zaten oraya gidince bunu halletmek çocuk işi olur. Hem Dennis'te orada onunla uzun zamandır iyi bir vakit geçirmiyorum ve bu ziyaret sayesinde eskisi gibi bir arada olacağız. Belki de Varisler 'i de çağırmak gerek." diyip onun iyiden iyiye değişen yüzüne baktım. Bakışları hızla etrafa çevrilip duruyor arkamda olan iki adamdan yardım dileniyordu. Hemen arkama dönüp Ahlas beye baktım." Varisler' de gelebilir mi? "diye sorunca Ahlas bey sorumu duymuştu ama hemen cevap vermedi. Neden mi çünkü arkamda Süreyya hanımın kaş göz işareti yaptığını biliyorum. Bu onun bocalamasını ve sessiz kalmasını sağlıyordu.

 

Anında olduğum yerden harekete geçip burayı terk etmeye başladım. Terk etmeden hemen önce son sözlerimi dile getirmeyi unutmadım.

 

"Gelmemi istemiyorsunuz bunu görebiliyorum ama boşuna uğraşmayın her türlü orada olacağım. Çünkü benden bir şey saklanıyor ve ben onu hemen bulacağım. Siz önden gidin ben sizden birkaç saat sonra orada olacağım." dedim ve birkaç adımda kapının önüne geldiğimde aralık olan kapıdan çıktım. Bedenimi arkaya doğru çevirdim ve kapıyı kapatmadan önce şunları da ekledim. " O her sakladığınız neyse onu iyi saklayın geldiğim anda onu bulacağım. Ve biliyor olmalısınız ki saklı olan her şey merakımı çok cezbediyor yani eninde sonunda ona ulaşacağım." demiş ve kapıyı kapatarak onları kendi kokuları ile baş başa bırakıp odamın olduğu tarafa doğru ilerledim.

 

Odama gelince adımlarım beni banyoya götürdü. Bir duş alıp uymaya çalışacaktım. Sonrasındaysa hazırlanıp gelmemi istedikleri Avcılar Krallığı'nda gitmeyi düşünüyorum. Çünkü Süreyya hanımın bu garip hali hiç hoşlanmayacağım bir şeyin beni beklediğini düşünüyorum. Ve bu da oraya gitme istediğimi cezbediyor. Bakalım ne varmış orada? Çok merak ediyorum doğrusu neyin beni beklediğini. Banyoya geçince ilk iş küveti doldurmuştum .

 

Sonrası üzerimde olan kıyafetleri çıkararak sıcak suyla bedenimi buluşturdum. Her daim duşa girmeden etrafımda bir kalkan oluşturmayı ihmal etmezdim. Çünkü etrafımda her daim bir tehlike ya da bir ruh mevcut olurdu. Bu onlara karşı aldığım bir önlemlerden biriydi. Suyla buluşan bedenim yavaşça rahatlarken kafamı soğuk küvetin kenarına yasladım ve gözlerimi kapatıp zihnimi sis bulutları ardına sakladım. Ve sadece sessizliği dinledim. Kalp atış seslerim... Nefes alış verişlerim... Suyun içerisinde oluşumdan dolayı suyun dingin sesi...

 

Küvetin içerisinde mayışacak kadar durduktan sonra iki elimi küvetin kenarına yaslayıp yavaşça küvetten dışarı çıkarak kenarda bulunan havluma doğru ilerledim. Havluyu ellerimin arasına alıp hemen bedenime sardım havluyu.

 

Paytak adımlarla banyodan çıkıp giysi odasına geçtim. Üzerime rahat bir şey giymek için dolaba doğru ilerledim. Dolabın kapağını açarak içinde bulunan gizli çekmeden kendim için siyah geceliğimi alıp, bir alt çekmeceden de iç çamaşırlarımı aldıktan sonra dolabın önünden çekilip üzerimi giymeye başladım.

 

Beni dakika içinde giyindikten sonra saçımı el havlusuyla kurulamaya başladım. Kurtulma işlemi bittikten sonra hafif nemli saçlarımı toplamadan birkaç adım uzakta bulunan makyaj aynasının önüne gelip küçük markizin üstüne oturup önümde duran saç fırçasını alıp saçlarımı taramaya başladım . Tarama işlemi bittikten sonra yavaşça aynadaki yansımama baktım. Dışarıdan gayet sağlıklı duruyordum. Ama sanki dermanı olmayan bir hastalık tarafından ele geçirilmiş bir ruhun acısı içinde kıvranıp duruyordum.

 

Mavi harelerimin o ruhsuz hali çok net bir şekilde gözler önünde duruyordu. Bir cesedi andırıyor gibi hissediyorum kendimi. Bedenim ölmüş sanki ama ben zorlayarak son nefesleri tüketiyor ve hayatta kalacağım yalanı ile kendimi kandırıyorum. Çünkü umut değildir seni hayata bağlayan yalanların o uçuk hissettirdiği hislerdir.

 

Keza bende bunu yapıyorum çünkü umudun beni getirdiği bu son nokta bana büyük bir ders vermişti. Ve bir daha kendimi umudun o yaralayan mahsenine atmayacak kadar kendi dersimi almıştım. Bir daha umut etmek yoktu. Ve bir daha umudun onarıcı tarafının hiç olmayacağını olmaması için çabalandığını görmüş ve yaşamıştım.

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

Patlama sesleri.... Çığlıklar.... Işık huzmeleri... Koşuşturmacalar... Yıkımla sesleri...

 

Sarsıntı... Büyük bir sarsıntı. Çarpma sesleri. Kulaklarıma ulaşan bir çınlama sesi. Sonrasında bir şeyin bir şeye çarpıp çıkardığı sesler. Ne oluyordu? Yine neyin içersinde bulunuyordum? Bulunduğum an gerçek miydi yoksa rüya mı? En son ne yaptığımı bile hatırlamıyorum. Sahi en son neredeydim? Ben bunları düşünürken birden zihnimde bulunan o sessizlik yavaşça yok oldu. Bir sese odaklandım. Tek bir sese. Bir emir kipi eşliğinde bir hareketliliğe. Ve onaylayan bir mırıltı sesine. Çaresizlik içinde bir kabullenişe.

 

Önümü göremiyorum. Ama hareket ettiğimi hissediyorum. Gözlerim kapalıyken nasıl ilerliyordum? Neredeyim? Ya da neyin içerisindeyim? Bir ses duyuldu ve birden etrafım bir netlik kazandı. Kalabalık bir yerde bulunuyordum. Tepede kara bulutlar ve sağanak yağmur altında bulunduğumu sonra anladım. Ipıslak bir halde ilerliyordum.

 

Bakışlarım ilk birden fazla kırmızı üniformalı kişileri buldu. Kimdi bunlar? Neden hepsi emir kipi kullanıyor? Birden ayağım ıslak zeminin yüzeyinden dolayı sendelendi sonrasında hızla dizlerimin üstüne düştüm sertçe. Ben düşerken birden ellerimin zincirlerle bağlı oluşunu gördüm. Bu çınlama sesleri ve çarpma sesleri bileğimde bulunan zincirlerden geliyor olmalıydı. Peki neden ellerim bağlıdı? Dizlerim çamura batmış ve kirlenmişken ben ıslak zeminle bakıştım bir süre. Anlamaya çalıştım. Zor olacaksada.

 

Ben yere düşünce önümdeki ve arkamda bulunan kişiler ilerlemeyi bıraktığı için hemen çaprazımda bulunan muhafız anında sert bir üslup kullanarak hızla yerden kalkmanı istedi. Dediğini ilk an yapamadım. Çünkü gördüklerimin şokuyla öylece olanı biteni inceledim. Bir sıra düzüne insan ellerinden zincirlenmiş bir şekilde ilerliyordu. Bende onların arasında bulunuyordum. Kim tarafından bu hale gelmiştik? Etrafımda bulunan herkes Moritanya krallığından birileriydi. Hepsi neden esir düşmüştü? Kim yüzünden?

 

Peki Süreyya hanım ve diğer herkes neredeydi? Şu an bir yıkımın içerisinde bulunuyordum. Daha dikkatli bakınca etrafa biraz uzakta bir yıkıntı alanı fark ettim. Ama gördüklerim tüm gücümün çekilmesini sağladı. Çünkü bu yıkıntı alanı Moritanya kulesine aitti. Kule yerle bir olmuş ve tamamen yok olmuştu. Eski halini aratacak hiçbir iz yoktu. Kim ya da kimler bunu yaptı? Herkes bir savaşın ortasında mıydı? Ama hiç savaşma sesleri yoktu daha çok savaş sonrası bir andı bulunduğum an.

 

"Ayağa kalk!" diye bir emir duyunca bakışlarımı konuşan kişiye çevirdim. Kırmızı üniformalı muhafız çatık kaşlarla bana bağırıyor ayağa kalkmamı bir an önce istiyordu. Ona istediğini verdim. Yavaşça yerden kalktım ve yavaşça zincirlerin çıkarıp durduğu çarpma sesiyle ayağa kalkıp ilerlemeye devam ettim. Dediğini yaptığım için muhafızın bakışları bende çekildi.

 

Ne oldu burada? Nasıl bir savaştı bu? Herkes iyi miydi?

 

Ben kendi kendime düşünürken birden biraz ötede bir gölge fark ettim. Kocaman siyah bir gölge. Adımlarım bu sefer tekrar durdu ama bu sefer muhafız bana kızmak yerine yanıma gelip beni olduğum yerden hareket ettirdi başka bir yöne doğru gitmem için.

 

O an ilerlemeden hemen önce diğer kişiyle bir olan zincir bağını çıkardı muhafız ve hâlâ zincirli olan bileklerimle öne doğru ilerlemem için beni ittirdi. Sertçe itmesinin ardından yavaşça o kocaman ve korkutucu ola gölgeye doğru ilerledim. Gölge büyük ve kocamandı tam kulenin harabeleri üstünde duruyordu. Kule yıkılmış sadece enkazları bulunuyordu. O gösterişli halinden eser kalmamıştı. Kuleyi bu hale getiren o gölge miydi?

 

Son on adım attıktan sonra başımı yukarı kaldırıp gölgeye baktım. Yağmur hızla yağmaya devam ediyordu. Yağmur damlaları yüzüme doğru düşüp tenimden usulca akarken ben zor açık tuttuğum gözlerimin ardından tepemde bulunan gölgeye bakıyordum.

 

Simsiyah; bir gecenin koyuluğuna sahipti.

 

Korkutucu duruyordu. Ve kötü bir enerji yayıyordu.

 

Bakışlarım aşağı çevrildi ve biraz ileride yerde bulunan bedenler gördüm. İlk an kavramak konusunda çok zorlandım ama sonrasında bu bedenlerin ve yüzlerin kime ait olduğunu fark ettim. Sevdiğim ve hayatımda önemli bir yere sahip kişilere aitti.

 

"Eserimi beğendin mi?"

 

Bir çınlama ya da yankı duyduğum anda sesi tam tanımasam bile üslubundan bu sesin Dani 'ye ait olduğunu kavradım.

 

"Onları öldüren sen misin?" dedim zor çıkan sesimle. Benim aksime onu bir az önce sesi çok keyifli çıkmış ve gayette memnuniyet dolu bir üslupla konuşmuştu.

 

"Evet beğendin mi? Yoksa üzüldün mü?"

 

Sorusu öylesine sorulmuş bir tavır içeriyordu. Sakindi. Benim aksime çünkü şu an yavaşça içimde bir acının günyüzüne çıkmak için can attığını ve yaşadığı acının izlerini yaymak istediğini fark ettim.

 

"Onları öldürdün mü?" dedim olduğum yerde hareketsiz kalarak. Soğukluğu o an ilk kez hissettim. Ya da belki korku ve üzüntü tüm kanımın çekilmesini sağlamıştı.

 

"Öldürmek mi? Ben buna katliam derim Prenses ama senin için bunu ölüm olarak adlandırabiliriz. Evet gördüklerin sana ne hissettirdi?"diye sorunca ilk an sessizce olduğum yerde dikildim. Ne ileri gidebildim ne de geriye. Sessizce soluklarımın sesi kulağıma ulaştı. Zihnimde bir çınlama sesi duydum. Sonrası tüm anılar hızla akın etti. Her anı bir diğer anıyı eze eze ortaya çıktı.

 

Sesler duydum ilk an sonra kahkahalar sonrasında azarlamalar. Sinirli haller ve kızgınlıklar....

 

Sonra her şey silindi. Renkler gitti. Hisler yok oldu. Duygular intihar etti. Sesler sustu. Ruh kapıyı çekip terk etti bedeni. Beden bir ceset gibi toprağa karıştı.

 

"Bir anı mı? Yoksa gelecekten bir kesit mi?" dedim doğruyu söylemeyeceğini bildiğim halde.

 

"Sen söyle hangisi?" diyince Dani yavaşça olduğum yerde dizlerimin üstüne çöktüm. Dani her konuştuğu anda etraf korkutucu bir şimşekle dolup taşıyor, gök sertçe gülüyordu. Karanlık ortam saniyelik bir ışığa kavuşuyordu. Karanlık bir ışığın sadece anlık onu yenmesine izin veriyordu.. Ama bu kadar kolay olmamalı!

 

Biraz ileride duran cansız bedenlere baktım. Sonra yıkılmış olan kuleye. Zincirlere bağlanmış krallık halkına. Hepsi çaresizlik içerisinde benim olduğum tarafa bakıyordu. Bu sefer onların bakışlarında bana yönelik bir nefret izlerini göremedim. Daha çok sanki onları bu karanlıktan çekip almamı bekliyordular. Yapabilir miyim?

 

Gerçek değil! Bunların hepsi bir yanılsama Emira. Kendine gel! En son nerede olduğuna odaklan. Ve gerçeğe dön, hayalden uzaklaş!

 

"Hepsi sahte! Hepsi senin küçük oyunlarından biri! Bu an gerçek değil! Sen sadece yapabileceğin şekilde bana saldırıyorsun! Bir korkak gibi zihnimde varlığını gösterip duruyor, kartlarını açıkça oynamayacak kadar korkakça hareket ediyorsun! Sen korkaksın!" diye bağırarak konuşup sonrasında hemen bileklerimi sertçe iki yana açınca bileğimde duran zincir anında hiç zorlanmadan kırılmıştı. Yavaşça olduğum yerden ayağa kalktım. Islak kıyafetlerimin arasından tepemde duran o yoğun karanlığa baktım.

 

" Seni yok etmek benim için büyük bir zevk olacak!" der demez anında gözlerimi kapatıp hızla kolyemin varlığıyla bedenimden dışarıya salınan yoğun bir ışığın hızla etrafa yayılmasını ve tüm karanlığı dağıtmasını sağladım.

 

"Işık her daim karanlığı yok eder. Işık varsa karanlık orada olmaz aynı senin olmayacağın gibi. Ben olduğum müddetçe sen asla varlığını göstermeyeceksin Dani bunu sakın unutma ve zihnine kazı!" demiş ve son cümlemi söyledikten sonra ortamdan yavaşça soyutlanmıştım.

 

Gözlerimi açtığım anda kendimi koltukta uyurken buldum. Ne ara uyuyakalmışım bilmiyorum. Zaten Dani yine yapmıştı yapacağını. Amacı neydi? Genelde her daim tek benim olduğum rüyalarla karşıma çıkarken şimdi ortamı değiştirmiş ve diğer herkesi eklemişti. Bir şeyler mi çeviriyordu yoksa öylesine bir rüya mıydı?

 

Yavaşça ağrıyan boynumu sıvazladım ve uzandığım yerden yavaşça ayağa kalkıp pencereden dışarıya baktım. Öğlen olmuş olmalı. Çoktan Süreyya hanım ve Ahlas bey krallığa varmış olmalıydı. Bende çok geç kalmadan gitmeliyim.

 

Giysi odasına doğru ilerledim ve dolabın önüne geçip ne giyeceğime karar vermeye başladım.

 

Avcılar Krallığı 'na daha önce birkaç kere gitmişliğim var ama halkın arasına öyle rahatça girmişliğim yoktu. Onların ne tür giyimi kuşamı olduğunu biliyorum bunun için daha rahat bir kıyafet ve koyu tonlarda bir kıyafet seçecektim.

 

Dolaptan acı kahverengi bir elbise seçmiştim. Elbise v yaka ve kısa kolluydu. Havalar artık sıcak olduğu için yanıma herhangi bir şey alma gereği duymadım . Elbise bileklerime kadar uzanıyordu. Bel ksımıına kadar göğüs kısmı dar olsada bel kısmından aşağı kadar etek kısmı hafif kabarık bir modele sahipti.

 

Elbiseyi giydikten sonra saçlarımı yapmak için makyaj aynasının önüne geçtim. Açık bırakmayı es geçerek saçlarımı önden birkaç perçem çıkararak dağınık ense hizasında bir topuz yapmış sonrasında yüzüme doğal bir makyaj yapmaya başlamıştım. Makyajım giymiş olduğum elbisenin tonlarındaydı.

 

Çıkmadan hemen önce kısa topuklu bir ayakkabı giymiş sonrasında bileğime kolyemle uyumlu bir yılan figürlü bileklik takmıştım. Gümüş renginde olan yılan figürlü bilekliğin uzunluğu bileğimden dirseğimin birkaç santim aşağısına kadar uzanıyordu. İnce ve zarif bir bileklikti. Öyle çok göze batacak bir bileklik değildi. Yılan figürünün orta kalınlığa sahip olması ve bileğimdeki duruşu çok hoştu.

 

Kolyemdeki siyah ve beyaz yılan figürlü iki yılanın görünüşü bileklikle tezat olduğu için anında kolyemdeki iki yılan figürünü bir yapıp rengini değiştirdim. Kolyeyi her şekle evirme imkanım olmasını seviyorum. Kolye aslında her kalıba ayak uydurmak konusunda mükemmel bir iş sergiliyor.

 

Hazır olduktan sonra hemen odadan çıkarak aşağı inen merdivenlere yönelmiştim. Yavaşça aşağı inmeye başladım ve yeterince geciktiğimden dolayı aklımda hâlâ benden saklamaya çalıştıkları şey dolanıp duruyordu.

 

Sonunda zemin kata ulaşınca anında kulenin ön çıkışına doğru ilerledim. Avcılar krallığı çok uzak olmadığı için atlı arabayla gitmeyi düşünüyorum. Hem bu sayede biraz olsun benim için değişiklik olurdu. Para küte portaldan gitmek istemiyorum. Normal bir şekilde krallığa giriş yapmak şu an tercihlerim arasında. Ön kapıdan dışarı bahçeye ulaştığım anda bakışlarım at arabasını aradı. Birkaç metre uzağımda olduğunu görünce oraya doğru tam ilerleyecekken birden at arabasının arka kısmından öne çıkan bedeni görünce adım atmaya kalkışmadım.

 

Umarım düşündüğüm şey başıma gelmezdi.

 

Ahrar olduğum tarafa doğru dönmüş öylece beklerken ben yavaşça onun bulunduğu alana doğru ilerledim. İlerlerken göz ucuyla onu baştan aşağı incelemeyi unutmadım. Genelde hep siyah tonları tercih eden adam bu sefer ne şans ki başka bir renk tercihinde bulunmuştu. Kahverengi..

 

Kahverengi bir gömlek ve krem renginde bir pantolon vardı üzerinde. Her ne kadar yüz ifademi sabit tutmaya çalışsam da şaşırmıştım. Bu bir rastlantı mı yoksa kasıtlı bir şey miydi? Bu adam beni takip mi ettiriyor? Son adımlarımı atıp onun karşısına geçtim.

 

Görüş alanına geçtiğim anda beni az öncekine nazaran daha dikkatli incelediğini gördüm. Lacivert harelerinde yoğun kavurucu bir ifade yatıyordu. Yüz ifadesine nazaran hareleri her duygu bir bir yansıtması kaçınılmazdı. Birkaç saniye daha incelemeye devam ettikten sonra hareleri sonunda mavi harelerimle kesiştiği anda ilk konuşan ben oldum.

 

"Burada ne arıyorsun?" dedim mesafeli bir tavırla.

 

"Çok güzel görünüyorsun." dediği anda kaşlarımı çattım. Lacivert hareleri büyülenmiş bir halde hâlâ incelemeye devam edince anında gözlerinin önünde parmaklarımı şıklatmamla odağı bana kaydı.

 

"Ne işin var burada?" dedim o anda Ahrar kendine gelmek istercesine yavaşça başını iki yana salladı ve soruma cevap vermeye hazırlandı.

 

"Seninle Avcılar Krallığı 'na gelmem istendi. Bende burdayım işte." diyince Süreyya hanımın hiç tedbiri elden bırakmamasına göz devirdim.

 

"Atla mı bizi takip edeceksin?" diyince Ahrar yavaşça hayır dercesine başını salladı ve bakışları arkasında bulunan at arabasına çevrildi. Şaka yapıyor olmalısın.

 

"Seninle o at arabasına binmeye niyetim yok." der demez Ahrar anında birden parmaklarını şıklatınca birden avuçlarım arasında küçük bir not belirdi . Yavaşça notu göreceğim kadarıyla avuçlarımı açtım.

 

Notta yazan şunlardı.

 

'Biliyorum bu emrivaki olacak ama Avcılar Krallığı' na Renas hocayla gitmeni istiyorum Emira. Bir sebebi var yakında anlayacaksın.'

Lord Yelit....

 

Notu okuduktan sonra bakışlarımı ona çevirdim. Sanki her şeye vakıfmış gibi rahatça benim vereceğim tepkileri izliyordu. Az önceki sözümü nasıl çiğneyerek onunla gideceğimi bildiği için baya baya keyifli duruyordu beyefendi! Hiç konuşmadan onun önünden çekilip hızla kapısı aralık olan at arabasına doğru ilerledim. Ben at arabasına binmeye çalışırken arkamdan onun sesini duydum. Baya keyifliydi hemde.

 

"Yardım etmemi ister misin?" diye soran Ahrar 'a aksi bir sesle karşılık verdim.

 

"İstemez! Yol boyunca sessiz olursanız ne mutlu bana. " dedim açık ve net bir şekilde her şeyi dile getirirken ve sonrasında at arabasının içerisine geçip cam kenarına geçip oturdum. Ahrar' sa benden sonra içeriye girip yanıma oturmak yerine tam karşıma geçip oturdu. Hah keyfi yerinde ondan bu rahatlığı. Karşı gelemediğim için bu olana modu düşmedi. Modu düşen ben oldum. Ahrar 'da geçtikten sonra at arabası harekete geçti.

 

Yol boyunca elimden geldiğince onu görmezden gelmeye çalışacağım.

 

"Sen öyle san!" diye Ölü Ruh' un sesini zihnimde duyunca sinirim daha da yükseldi. Birdiler şimdi iki oldular! Çıldırmayacağımın garantisini vermeyeceğim. O da gayet eğleniyordu. Zaten benim sürünmem ve acı çekmem herkesin işine geliyor!

 

"Yine ne istiyorsun?" diye sorunca Ölü Ruh ilk dakikadan cevap verdi.

 

"Bu anının keyfini çıkarmayı sen peki?" diyince anında pencereden geçip gittiğimiz yerlere bakarken şunları söylemiştim.

 

"Bu anın hiç yaşanmamasını!" diye huysuz bir tonda konuştum. Ben bunları diyince Ölü Ruh 'un beni ayıplayan sesini işittim.

 

"Cık cık. Hiç senin gibi bir Prenses' e bunalr yakışıyor mu? Şu an bir küçük kız edasıyla duruyorsun. Bu senin şu aşığın için izlemesi çok zevkli bir an haline geldi." diyince anında bakışlarımı Ahrar 'a çevirdim. Pür dikkat beni inceliyordu hatta dudakları yavaşça kıvrılmış bir haldeydi. Hah zevk mi alıyordu bu tavrım yüzünden?

 

"Ne bakıyorsun öyle?" dedim sinirle.

 

"Hiç öylesine." diye yanıt verince anında daha çok öfkelendim.

 

"Öylesine bakacağın yer dışarısı olsun Renas bey!" dediğim anda hemen diğer ismini kullanmam sebebiyle anında yüzündeki o sırıtış yok oldu ve yüzü düştü.

 

Ah ne zevk verici! Biraz da o sinir olsun.

 

" Ahrar hoca veya Ahrar demeni temenni ederim." diye huysuz bir şekilde konuşunca omuz silkerek bakışlarımı pencereye çevirdim.

 

"İstediğim şekilde hitap ederim sizden emir alacak değilim." diyerek onu olduğu yerde çıldırtma işlevinden dolayı mutluluk duydum. Ahrar 'sa düşen ifadesi yüzünden canı sıkılmış bir halde dışarıya bakıp durdu. Ara sıra bir şeyler homurdanıyor ama pek ne dediğini anlayamıyordum çok kısık ve içinden söylediği için.

 

Hep ben mi sinir olacağım biraz o da olsun da ne çektiğimi anlasın beyefendi! Dur bu yolculuğun sonuna kadar ona bu yolu dar etmek için elimden geleni yapacağım. Öyle kolay değil her şey!

 

At arabasıyla ilerlemeyi sürdürürken Ahrar 'ın her ne kadar sessiz olması işime gelirken bana attığı o bakışlar diken üzerinde olamamı sağlıyordu.

 

Bir yandan Ahrar bir yandan Ölü Ruh' un varlığı iyice gerilmemi sağlıyordu.

 

"Hadi ama Prenses hâlâ bana alışamadın mı?" diye sorunca derim bir nefes almamla göğüs kafesim derince şişti. Elimle başımı sıvazladım. Yani şu yolculuk bir an önce bitmeli hemde hemen.

 

"Ne alışmasından bahsediyorsun? Ummadık anda ortaya çıkan bir bölüm sonu canavarı gibisin. Hiçte alışacak türden değilsin. Hem emin ol ki o kadar şey yaşıyorum ki yaptığım şey alışmak değil alttan almak ve sabretmek. Ya gidip birine ruhlarla konuştuğumu anlatsam bana deli der herkes. Üstüne üstlük birde bir değil iki tane. "diye içinde olduğum dehşet anına dikkat çekince beni bir nebze anlar sandım ama o daha çok sanki ona hakaretler söylemişim gibi alınganlık gösterdi.

 

" Beni o sıradan Dani 'yle bir tutman hiç hoş bir davranış değil Prenses. O aciz ve acınası bir ruh ama ben öyle değilim." diyince gözlerimi yumdum ve sabır dilendim.

 

"Hiç senin o gereksiz özgüvenini ve ben eşsiz biriyim diyen cümlelerini duymak istemiyorum ve lütfen kendini ondan ayrı tutma seansına başlama. Çünkü benim için ruh ruhtur. Bir ayrım görmedim aranızda da. Sen görüyorsan o senin bileceğin iş." dedim çok düz bir şey olduğunu anlatmaya çalışarak. Çünkü sonuçta her şey bir kapıya çıkıyordu. İkisi de ölümsüz bir ruhtu. Bedene sahip değillerdi.

 

" Hadi ama o kötü bir ruh. "diye kendince bir ayrım yapınca dişlerimi sıktım sinirden bağırmamak için.

 

" Görende senin iyi masum bir ruh sanacak! Senin ondan kalır yanın yok Ölü Ruh! "diye direk açıkça kendi kimliğini ona hatırlattım.

 

" Sen kiminle konuşuyorsun? "diye bir ses duyunca anında bakışlarım karşımda olan Ahrar 'ı buldu.

 

" Gayette iyi bir ruhum bunu sende biliyorsun. Geçenlerde sana yardım ettim hatırlamak isterim. "diyince Ahrar' ı görmez oldu bakışlarım ve boşluğa takıldı.

 

" Hah bir iyilik yaptın diye milyonlarca yaptığın kötülüğü unutmak çok zor olacak. "diyince tam Ölü Ruh konuşacağı an Ahrar yeniden konuşunca anında dikkatim ona kaydı.

 

" Beni duyuyor musun? "diye endişe izlerinin kuşattığı bakışları beni dikkatle izliyordu.

 

"Bu konuşacak mı böyle?" dedi Ölü Ruh bezgin bir sesle. Sinirlenmişti. Keza bende.

 

"Ne o? O konuşunca baya keyif alıyordun daha düne kadar." dedim alaylı bir üslupla.

 

"Emira sana sesleniyorum." diyerek şu ana dönmemi isteyince Ahrar'a tam bir şey demeye hazırlanıyordum ki bir anda Ölü Ruh konuşunca pür dikkat ona dikkat kesildim.

 

"Ne keyfi bu insancık canımı sıkmaya başladı." diye rahatsız olduğu ses tonundan gayette belli oluyordu. Her haliyle şu an Ahrar 'ı öldürme arzusu içinde olması bir tık endişelendirmedi değil.

 

"O insancık şu an senin varlığını bile bilmiyor. Ne için canını sıktı ki?" dedim daha uzlaşmaya varmak adına.

 

"Lafımı kesip durdu birde şu an sen benimle konuşuyorsun onun ne haddine de araya girip duruyor!" diyince parmaklarımı avucuma geçirdim.

 

"Bilmen farkında mısın bilmiyorum ama o senden haberdar değil!" diye konuşunca Ölü Ruh 'un aksi bir şekilde homurtusunu duydum.

 

"Emira -" diye lafa girişince Ahrar anında Ölü Ruh' la aynı anda konuştuk.

 

"Sen bir susar mısın artık!" dedim.

 

"Sen bir susar mısın artık!" dedi Ölü Ruh.

 

Bu ani çıkışımla Ahrar olduğu yerde şaşkınlıkla baka kaldı bana.

 

Ah kafa mı bıraktı bu ikisi bende. Tüm algım dağılıp gitti. Ahrar hâlâ bu olanı biteni anlamaya çalışırken bir anda ona açıklama yapmaya başladım.

 

" Ahrar şu an hiç doğru bir zamanda değilim ve kimseyle konuşmuyorum. Lütfen bana biraz zaman ver." diyerek ona kısa bir açıklama yaptım. Biliyorum ki hiç ikna olmadı ama sorgulamadı da. Ama merakı gözlerinden okunuyordu açıkçası.

 

"Hah şöyle sussun." diyen Ölü Ruh 'u anında susturdum.

 

"Sende kes sesini! İyiden iyiye kafayı yedirteceksiniz bana! Krallığa varana kadar ne sen konuş ne de Ahrar! Sessizlik istiyorum ve huzur anlaşıldı mı?" diye cevap beklemeyen bir ifadeyle konuşmuş ve bakışlarım geçip gittiğimiz yola çevirip sakin kalmaya çalışmıştın.

 

Birkaç aya kalmaz kendi kendime bunlar yüzünden kafayı kesinlikle yerdim.

 

Düşmanlarım kendilerini yormasınlar sağ olsun hayatımda onca kaçık kişi var. Biri yüzünden kesinlikle kesin kafayı ya yerdim ya da ölüp giderdim. Malum içten zarar görüyorum dışa gerek duymadan. Şimdiden başım ağrımaya başladı daha asıl soruna doğru gitmeden. Gün çok güzel başladı benim için çok!

 

Sabaha kadar daha başıma neler gelecekti kim bilir? Bir olay yaşamak filan istemiyorum hele de bu benden kaynaklanmayacaksa. Az da olsa huzuru istemem çok mu fazlaydı? Ben fazla olarak görmüyorum ama evreni bilemem. Bir yandan kendi sorunlarım bir yandan da etrafımda bulunan kişilerden bana ulaşan sıkıntılar bir yandan da iki ruhla olan muhabbetim.

 

Uzkatan bakınca ne talihsiz biri olduğum aşikardı. Yakında arkamdan kaçık prenses lafınıda duymazsam iyidir. Ahrar bile biriyle iletişim kurduğumu anlamaya başladı. Bunun devamı da gelirdi muhtemelen. Bunun önünü kesmek için bir şey yapmam lazım ama ne?

 

İyiden iyiye canım sıkılmıştı bile. Bu mesele için başka bir gün üzerine düşünmem lazım. Şu an ne düşünsem boşa çıkardı. Zaten çoktan Ahrar 'ın radarına yakalandım. Bu iki oldu bir şeyler anlamış olmalı. Asıl merak ettiğim bunu Süreyya hanıma yetiştirir mi? Belki de başka bir amacı için kullanabilirde.

 

Her şeyi beklemek lazım çünkü o benim bildiğim Ahrar değil. Hiçte olmadı ki. Ben onu öyle sandım. Ama ne sanmak sonunda her şeyi açıkça anladım. Ama bir tık geç kalmış biri olarak. Neyse geç olsun güç olmasın demişler. Benim için hem geç oldu hemde güç. Bunu kendi kendime atlatmaya çalışıyorum.

 

Zor olacak olma ihtimali çok yüksek olduğu halde. Patika yoldan krallığa gidene kadar bir süre Ahrar sadece meraklı haliyle beni izlemiş göz ucuyla bana dikmiş olduğu bakışları yakalamıştım. İçten içe merak ediyor sormak için can atıyordu ama herhangi bir şekilde ona bakmayışımdan dolayı gardını alamıyordu bana karşı.

 

Nerdeyse yolun yarsını kat etmiştik at arabasıyla. O ana kadar Ahrar nedense onu susturamamdan sonra bir daha konuşmamış ve yolunun devamında büyü yardımıyla ortaya çıkan kitaplarıyla haşır neşir olmuştu. Bende o kendi haline dönünce çizim yapmış yolda gördüklerimi aktarmıştım beyaz kağıda.

 

"Çizim yapınca bulunduğun ortamdan soyutlandığının farkında mısın?" diye uzun bir süre sonra konuşan Ahrar 'ın sesini duymuş ama bakışlarım onu bulmayarak önümde duran çizimi kalan kısmını devam ettirmeye çalışmıştım.

 

"Bu kötü bir şey mi?" dedim sakin ama vereceği cevabı merakla beklerken.

 

"Çok normal değil mi? Sonuçta bir uğraş içerisindesin odağın oraya kaymasının neresi tuhaf?" diye sessizliği aynı anda bozan Ölü Ruh 'ta mekana geri dönünce yine aynı olaylar birbirini takip edecek düşüncesinde bulundum.

 

"Hayır değil." diye kısa bir cevap verince Ahrar anında Ölü Ruh' un aksi dolu sesi duyuldu zihnimin içerisinde.

 

"Sevimsiz mahluk!" dedi. Bu iki kelimeyi kullanırken sesine yansıyan rahatsızlık ve kınayan hali dikkatimi çekti.

 

"Hayırdır?" dedim ve yavaşça elimde bulunan kalemi parmaklarım arasında çevirdim. O sırada Ahrar 'ın benden bir cevap beklediğini bildiğim için Ölü Ruh' a sorduğum sorudan sonra hemen ona döndüm.

 

"O halde herhangi bir sorun yok." dedim ve hemen sorumu cevaplayan Ölü Ruh 'a döndüm.

 

"Ne hayırdır?" diye sorunca hemen cevabı verdim.

 

"Nedir bir anda beliren Ahrar nefreti? Adamı bir kaşık suda boğmak isteyen halinin sebebini merak ettim.'" diyince Ölü Ruh bir an cevap vermedi.

 

Hatta sonrasında ise sessiz kalınca bunun öylesine bir şey olmadığını bir neden yüzünden bu halde olduğunu anladım ama ne kadar üzerine düşsem her halükarda bir cevap alamayacağım için üstüne düşmemeye tercih ettim.

 

O sırada Ahrar tekrar bir konuşma içerisinde bulununca zihnimde onun huysuz mırıldanmaları yankılandı. Neyse çıkardı yakında kokusu bu iş.

 

"Küçüklüğünden beri mi çizim yapıyorsun?" diye sorunca anında rahatça geriye yaslandım ve bakışlarım ondan bir an bile ayrılmadan sorusuna cevap verdim.

 

"Ne o şimdi başka bir taktik mi deniyorsun? Bunu daha önce yapman lazımdı hani oyununun ilk anlarında. Şu an bunun için biraz geç değil mi?" demiş ve işaret ve baş parmağımımla bunu fiziksel olarak göstermiştim. Bu hareketimi görünce bir anda lacivert harelerine çöken o garip ifade anında bunu yapmamın hiç onun açısından iyi olmadığını yansıtıp durmuştu.

 

Ben onca şey söylerken bile olabildiğince gayet makul bir şekilde hislerimi yansıtmaya çalışıyordum ama o bunu hiç denememiş ve oyunu için tüm yolları denemişti.

 

"Sadece -" dedi ve yavaşça öksürerek düştüğü o girdabtan çıkarak sorumu yanıtladı. "merak etmiştim ama sorma fırsatı bir türlü bulaşmamıştım." demiş ve bakışları daha fazla üzerimde oyalanmadan tekrar önüne dönmüş ve açık olan kitabın sayfalarını okumaya devam etmişti.

 

Ona baktığımda hiç sayfada yazılan şeyleri okumadığını bir dehlize düşüp orada acı dolu anlarla mücadele ettiğini anladım. Sahici bir yansımaydı karşımda olan. Nasıl mı anladım bir gün onu Lord Yelit 'le konuşurken yakalamıştım ve aynı bu ifadeyle duruyordu o günde. Ve ben orada değildim. Lord Yelit' e pek numara yapmadığı gözler önündeydi.

 

Bu hali içimde birden fazla şeyi yıkıp geçtiği için daha fazla dayanamadım ve ona istediğini verdim.

 

"Küçüklüğümden beri çizim yapıyorum. Sonrasında bunun eğitiminden geçerek profesyonel bir şekilde çizim yapmaya başladım." demiş ve konuştuğum anda bakışları ilk anda bana kaymış ve ben konuşana kadar hiçbir şey demeden beni sessizce dinlemişti. Sonrasında ben cümlemi bitirir bitirmez anında bakışlarında birden beliren o sıcaklık ve parıltı içimdeki buz çatlaklarını yavaşça eritmeye başlamıştı.

 

Konuşmamdan sonra yine bir sessizliğin dehlizinde kaybolup gitmiş kendi dünyalarımızda acılar ve sorunlarla cebelleşip durmuştuk.

 

Biraz daha çizim yapmaya devam etmiş sonrasında çizim yapmayı bırakıp kalan yolu dışarıyı izlerken geçirmiştim.

 

"Avcılar Krallığı 'nda daha önce bulundun değil mi?" diyen Ahrar' ın sorusunu duyunca göz ucuyla ona bakmıştım. Başını önünde duran kitaptan kaldırmış ve beni izliyordu. Her daim ne zaman benimle bir iletişim içerisinde olsa anında lacivert hareleri daima uzun uzadıya beni izler ta ki ona cevap verene kadar sonrasındaysa hemen odağı verdiğim cevaba kayar onu tartıp düşündükten sonra tekrar bakışlarını bana çevirirdi.

 

"Evet daha önce birkaç kere gittim ama öyle baştan sona orayı gezmedim. Daha çok belli alanlarda bulundum." dedim.

 

Sorusunu hemen cevapladığım için ve herhangi bir şekilde onu terslemeden konuşmam onun yıkılmış direncini yeniden diriltiyordu. Bu da merak ettiği her soruyu bana sorma cesaretini veriyordu. Aslında ben o andan sonra Ahrar 'ın benimle konuşma cesaretini yakıp geçmiştim. Belki de bundandır her daim diken üstünde olma hali. Ona sinirli bir şekilde karşılık verme ihtimalim.

 

Sonrasında bir soru sormak için can attı ama onu soracak cesareti kendine bulamadı. Onun için hepten kendini önümde bulunan kitabın sayfasında yazılanlara verdi ki ne o soruyu sorsun ne de alacağı cevap onu mahvetsin.

 

Ne sormak istediğini biliyorum.

 

'Benden sonra biri oldu mu?'

 

Bu soruyu sormak istediğini biliyorum. Çünkü ilk bir araya geldiğimiz andan bu yana hep o soru aklında dolanıp duruyor ama bir türlü sormaya cesaret edip sormuyordu. Çünkü öğreneceği şeyin onda yatacağı darbeden korkuyordu. Aslında kendisi için değildi korkusu. Benim birini hayatıma alma ihtimalim onu mahvediyordu.

 

İşte bu hali beni arafta bırakıp duruyordu. Çünkü o bir oyun için beni hayatına almışken ne diye benim sonraki yaptıklarımı merak edip duruyor? Sevmediği hiç sevemeyecek olduğu bir kadının ondan sonraki hayatı onu ne ilgilendirir ki? Ahrar acaba bu oyuna kendini çok mu kaptırdı ki beni gerçekten sevdiği biri olarak gördü ve ondan sonraki yaşamımı merak eder oldu?

 

Bu şekildeyse büyük sıkıntıları var demektir çünkü ben onun hayatında hiç olmamışken yaptıklarım ancak ve ancak sadece beni ilgilendiriyor. Ben ona hiç sordum mu buna hakkım olduğu halde. Ne hakkı diyecekseniz ben onu sevmiştim. Onun aksine ve bir nebze olsa merak etmem saçma kaçmaz ama onun kaçar çünkü beni hayatında bir yere koymaktan aciz olan oydu ben değil. Yani buna hakkı yok. Bununla ilgili bir şey sormaya hiç mi hiç hakkı yok. Olamazda!

 

Onu bu istemişti ve bende onun oyununa ayak uydurmak zorunda bırakılmıştım.

 

Yolu kat ettikten sonra sonunda bu uzun sessizliği bitirmiş ve sonunda krallığa gelmiştik. Krallığın girişinde durduğum anda bir ormanın ortasında kurulu olan krallık dikkatimi çekmişti. Ben daha çok içeriden görmüştüm. Ama şu an tam karşımda yeşillikler arasında olan krallığa bakıp duruyordum. At arabasını süren muhafız benim için kapıyı açıp çıkmamı beklerken hemen olduğum yerden kalkıp kendimi dışarı atmıştım. Ve daha yakından krallığa bakmaya başladım.

 

Muazzamdı. Kesinlikle doğayla iç içe olması insana seyir keyfi yaşatıyordu.

 

Burada bulunan krallık dışında tüm evler ağaçlar üzerine inşa edilmişti. Koca ağaçlar evlere temel görevi görüyordu. Krallığın ilk girişinde yedi muhafız vardı. Sadece yedi muhafız. Neden daha fazlası yok diyorsanız bizim krallık nasıl ki iki yakından uçurumla çevrelenip durmuşsa burada ise iki yandan şelale vardı. Hızla akıp duran buraya kadar o suyun hızlı akışı ve zeminle buluştuğu anda ortaya çıkan o ürkütücü ses.

 

Tam şelalenin her iki yanında büyük kayalıklar vardı. Avcılar herhangi bir şekilde kulenin etrafına bir şey örmemiş, kendi has görüntüsü gözler önündeydi.

 

Arkamdan duyulan adım sesleri beni dalmış olduğum o büyüleyici andan çekip çıkarmıştı.

 

"Hadi gitmeyecek miyiz?" diyince Ahrar başımı evet anlamında kısaca sallamış sonrasında yavaşça olduğum yerden harekete geçmiştim. Düz çimenlerle örülü olan zeminde yavaşça ilerlemiş ve geniş patika yolundan krallığa doğru harekete geçmiştik.

 

Krallığın giriş kısmına geldiğimiz anda girişte duran muhafızlar hiçbir şekilde bizi durdurmaya kalkışmamıştı. Ya beni tanıyorlardı ya da önceden haber verilmiş olmalıydı.

 

Bakışlarım her köşeye değiyor ve görebildiğim tüm o güzel görüntüleri hafızama kazımak için heyecanla yanıp tutuşuyordum.

 

Ama aklımda benden saklamaya çalıştıkları şey hiç çıkmıyorduda. Krallığın içerisine geldiğim gibi uzaktan bana doğru hızla gelmekte olan Dennis 'in çoktan fark ettim. Hemen adımlarımı hızlandırdım ve onunla karşı karşıya gelene kadar hızımı kesmedim. Dennis beni gördüğü için yüzündeki o memnuniyeti saklamadan anında yüz yüze geldiğimiz anda hemen bana sımsıkı sarılmıştı.

 

Kolları bedenimi bulunca sarılışına karşılık verdim.

 

"Hoş geldin Prenses krallığa." dedi içten ve sesindeki canlılıkla.

 

Sarılmamız benim çekilmemle son buldu.

 

"Hoş buldum." dedim ve ona çevirdim bakışlarımı. Ama onun bakışları arkamda bulunan Ahrar 'a çoktan kaymıştı. Hemen onu küçük bir baş işaretiyle selamladıktan sonra anında elini belime yerleştirip ilerlememi sağladı. İlerlemeden hemen önce Ahrar' ı bana ve Dennis 'e tuhaf bir ifadeyle baktığını göz ucuyla son anda görmüştüm. Yok artık! Dennis' in arkadaşım olduğunu biliyor. Bu gereksiz tavrı hiç mantıklı değil.

 

"Eee daha önce birkaç kere geldin ama bu kadar içinde olamadın. Nasıl beğendin mi?" diyince Dennis onaylayıcı bir mırıltı çıktı dudaklarımdan. Buna memnun oluşunu dudaklarına yerleşen kıvrım belli etti.

 

"O halde seni buradaki büyük elçilikte bulunan üstatlarla tanıştırdıktan sonra seni götürmek istediğim yerler var oraya gideriz." diyince olur dedim ve ilerlemeye devam ettik.

 

Ahrar bizi arkadan takip ediyordu. Sonunda kuleye ulaşınca açık halde bulunan gümüşten olan kapıdan içeriye girdik. İçeriden yukarı kısma bile bakınca kaç katlı olduğu zor anlaşılan holün giriş kısmından holün ortasında bulunan ve yukarı doğru uzanan merdivenlere doğru ilerledik. İçerideki birden fazla çiçek türleri ve pencerelerin önünde bulunan küçük tatlı sarmaşıklar dikkatimi çekti. Birden fazla çalışan oradan oraya gidip duruyordu.

 

Burası sandığımdan bile daha sıcaktı. Şimdiden sıcak basmıştı bedenimi.

 

"Çok sıcak olması normal mi?" diyince Dennis bu dediğime güldü. Çünkü son gelişimde herhangi bir şekilde bu sorunu yaşamadım.

 

"İçerisinin sıcaklığı ayarlanıyor biliyorsun ki kışları bile burası ve krallık çevresi büyüyle normal bir sıcaklığı olsun diye büyü yapılıyor. Bu yüzünden kısa bir süreliğine bu sıkıntı olacak ama sonrasında rahatça hareket edeceğin bir sıcaklık ortamı sağlanacak. "diyerek uzun bir açıklamada bulununca sadece tamam anlamında başımı salladım.

 

Merdivenlere ulaşınca yavaşça yukarıya doğru basamaklardan çıkmaya başladık.

 

Birkaç dakika içinde olmamız gereken kata ulaşınca anında Dennis beni içerisine girmem gereken kapıya doğru yönlendirmişti. Peşi sıra Ahrar birkaç adımda yanımda biterek aynı hizada yürümemizi sağlamıştı. Bu hareketi sadece sesli bir nefes verip, bezgince nefes almamı sağlamıştı.

 

Ahrar bu hareketimi gördü ama herhangi bir şey demeden benle aynı anda içeriye girdi. Dennis 'se bizden birkaç saniye sonra içeriye girmişti. İçeriye girince koca bir salonda büyük geniş koltukta oturan insanları buldu bakışlarım. Dennis' in elçilikte bulunan üstatlar dediği kişileri tekli yan yana dizilmiş koltukta otururken buldum. Koskocaman salonda onlardan başkası yoktu. Bizimkiler neredeydi acaba?

 

İçeriye girip onlarla tanışmış sonrasında hemen Dennis bir çalışana Ahrar için hazırlanmış odaya götürmesini istemişti. Ahrar istemeye istemeye yanımdan ayrılıp çalışan kadını takip etmişken ben anında bakışlarımı etrafta gezdirmeye başlamıştım.

 

"Bizimkiler ne alemde?" diye sorunca anında Dennis kollarını göğsünde kavuşturup sorduğum soruya cevap vermeye hazırlandı. Bende o esnada hemen olduğum yerden yavaşça sol tarafa dönüp gözlerimi kapattım. Odaklanmak için kendime zaman tanıdım. Yavaşça tüm sesler sustu. Yoğun bir şekilde etrafımda bir rüzgar gibi esmekte olan enerjilere odaklandım. Ve zihnimde bulunan düşüncelerin inzivaya çekilmesini sağladım ki rahatça algılayabileyim her şeyi.

 

Ve o anda tüm enerjileri hissetmeye başladım. Yoğun enerjiler yavaşça zihnime, bedenime nüfuz etmeye başladı. Hepsi yavaşça kimliğini açığa vurdu. Bir kişiliğe büründü ve bana kendilerini sundular. Teker teker hepsinin kime ait olduğunu anlamaya başladım. Eledim yavaşça hepsini seçe seçe hemde . Teker teker hepsini yavaşça gruplara eledim.

 

"Ne yaptığını öğrenebilir miyim?" diye Dennis 'in anlamayan sesini duyunca cevap vermeden yaptığım işe odaklandım. Bahse girerim ki şu an ne yapmaya çalıştığımı algılamaya çalışıyordu. Birazdan anlardı zaten çok kendisini yormaya gerek yoktu ki.

 

En yoğun enerjiler ve ondan çok az ölçüye sahip enerjileri bir bir açığa çıkardım. Hepsi bir sis bulutunu andırıyordu. En yoğun olanlar gri renge sahipti bunlar daha çok en güçlü olan kişiliklere aitti. İçinde nedense Ahrar yoktu. Ahrar 'ın bulunduğu sis bulutu tek ve siyahtı. Ondan başkası bu gruba girmiyordu. Diğerleri beyaz kırmızı, sarı, yeşil ve mavi sis bulutunu andırıyordu. Hepsi bu renk sis bulutları arasında gruplara ayrılıyordu.

 

"Bir şey arıyorum." dedim epey bir süre sonra Dennis 'e cevap vererek merakını giderdim.

 

"Kimi?" diye sorunca anında kapalı olan gözlerimi açıp hızla ona doğru dönüp baktım. Ah keşke bende bilebilseydim.

 

"Bilmiyorum." diyince anında Dennis ifadesiz bir şekilde bana baktı. Kafası karışmış olmalı. Eh normal. Çünkü aldığı yanıt pekte açıklayıcı değildi.

 

"Daha ne aradığını bilmeden bir şey mi arıyorsun? Kimse neden normal olmuyor ki?" diye sona doğru kendi kendine konuşurken bu haline sadece gülüp geçtim.

 

Çok normal değil mi çünkü burası pek normal bir yer değil. Bu halde olması bunların olmasını garip karşılamamalı. Hem burada her şey başlı başına bir bela sorun ve tuhaflıklarla dolu.

 

"Aslında yani Süreyya hanım ve Ahlas beyin buraya gelmeden önceki halini düşününce ta aradığım şey bir insan ya da nesne. Bende onu aramaya çalıştım az önce ama herhangi bir şey bulamadım tuhaf kaçan. Belki daha farklı bir şey olabilir." diyerek ona amacımın temelinde yatan nedeni sununca bir nebze de olsa bir şeyler rayına oturmuştu.

 

" Burada senden saklanan ne olabilir ki? "diye sorunca bilmem dercesine omuzlarım kalkıp indi.

 

Bunu bilsem bir dakika burada durur muyum? Anında oraya gider ve ne saklanıyor anlamaya çalışırdım.

 

" Bakışların Süreyya hanım ve Ahlas bey de olsun her daim. "diyip harekete geçecekken Dennis bir anda konuştu.

 

" Sen o arada ne yapacaksın ki? "diyince otuz iki diş gülümsedim.

 

Gülümsememle anında olduğu yerde gözleri irileşmiş bir şekilde bana baktı.

 

" Yok lütfen düşündüğüm şeyi yapma! "diyince sevimli bir şekilde ellerimi çenemin altında birleştirdim ve ona yavru kedi bakışlarımla bakıp ikna olmasını sağladım.

 

" Başıma iç açacaksın Prenses. "diyerek bu işe kaklışmamamı belli edince içi rahat olsun diye dudaklarımı aralayıp konuşutum.

 

" Sadece küçük bir ziyaret yaptıktan sonra aranıza döneceğim. Belki de gözler önünde değil aradığım şey. Ama önce hemen bir gözler önünde bulunayım sonra direk krallığın etrafında küçük bir ziyaret girişimim olacak ki her şeye tamamen vakıf olduktan sonra aramaya başlayacağım. "demiş ve hızla Dennis 'in sol kolunu tutarak arkamdan onu sürüklemeye başlamıştım.

 

Süreyya hanım ve Ahlas bey arka bahçede bulunuyordu. Yanlarına giderek kendimi göstermem lazım sonrasında onların verdiği açığı kavrayıp işimi kolaylaştırmam lazımdı. Diğer türlü biraz işim zor gibi. Çünkü tam olarak bende ne aradığımı bilmezken nasıl kolayca burada o şeyi arayacağım ki? Diğer türlü işim bir hayli zaman alırdı. Kolay yolda halletmek varken hemde.

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

Bir çığlık ve onu takip eden zelzeleler.

 

Yer yarıldı içinde ruhlar tutsak kaldı. İblis intikam istiyordu. Bunu da güçsüz halka ödetti. Yakıp geçti. Tutsak etti ölü halkın ruhlarını kendine. Kendi pis işlerini hep bu tutsak ruhlara yaptırdı.

 

İblis tek bir şey istedi; Kaos.

 

Bunu elde de etti. İstediğini büyük bir acıyla elde etti. Ve bu acıyı yıllardır acı çeken halktan çıkardı.

 

İblis öldürdü. Ruhlar yok oldu. Halk acı çekmeye maruz kaldı.

 

İblis kazandığını sandı. Ruhlar kurtuluş yok sandı. Halk umudunu asla kaybetmedi.

 

İblis kaybetti. Ruhlar özgür kaldı. Halk özgürlüğünü geri aldı.

 

Asırlardır inzivaya çekilmiş ruhlar kaçışarak özgürlüklerine kavuşmak istiyordu. İblisin tek isteği onları hapsetmek ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettirmekti. Yaptıda bunu yıllarca. Ama bir yere kadar...

 

Bir kasırgada her şey yok olmuştu. Her şey bir lanetin yıkımı altında karanlığa çekilmişti. İnsanlar kaçışları sayesinde hayatlarını başka bir evrende kurmuş ama o kaçış bir mahsene tıkılmakla eş değerde olmuştu . Güneş çok uzaktı. Karanlıksa çok yakın. Huzur yok olmuştu. Her şey bir tehlike terazisinin üzerine kurulmuştu. Sağ taraf ağır bassa ölüm onlara ulaşacaktı. Sol taraf ağır bassa onlar kurtuluşa erecekti. Ama bu çok uzun bir süre sonra sıkıyor olacaktı.

 

Gürültünün özlemiyle yanıp tutuşyor sessizliğin varlığı onlara rahatsızlık veriyordu. Yeni yaşamaları onlar için bir özgürlüğün yok olması esaretin başlamasıydı.

 

Bir kurtarıcı bekliyordu herkes. Asırlardır kurtarılmayı bekleyen insanlar ölüp yenileriyle yer değiştiriliyordu. Ama değişen hiçbir şey olmamıştı. Yine hepsi tutsak bir hayatın içerisinde sıkışıp kalmıştı. Ama umutları asla bir mum gibi sönmemiş daima yanmaya devam etmişti.

 

Tam ki bir avcı o laneti yok edene kadar. İblisi alt etmiş ve kendi gücünü göstermişti. Avcı eski yaşamını istiyordu. Bu yaşama kavuşmak için her şeyi yapmıştı. İnanmış ve direniş göstermişti.

 

Avcı ölüme koşmuştu. Avcı ölümle savaşmıştı. Ölüm onu çepeçevre sarmış ve onunla beraber yenilmişti. Atalarımız her şeyi bizler için kurmuş bu yaşamı bize onlar sunmuştu.

 

İblis yok olmuş halk yeniden yaşamlarına geri dönmüştü.

 

Lanet bitmiş, sessizlik yerini sevinç nidalarına bırakmıştı.

 

Avcı bir krallığın kuruluşuna ön ayak olmuştu. Ve Avcılar krallığı var olmuştu.

 

Daima yaşa ey yüce Avcı....

 

Önünde durduğum taşın üzerine yazılı olan küçük ama ne yaşamlar barındıran yazıyı okuyunca geçmişin ne denli geniş ve karışık olduğunu anladım.

 

Tek bir geçmiş yoktu. O geçmişin altında milyonlarca geçmiş yaşamların kolonileri mevcuttu.

 

"Beğendin mi?" diye bir ses duyunca hemen hızla bakışlarım arkama çevrildi. Ve birkaç adım geride bana bakan bir kadınla karşı karşıya kaldım. Birkaç saniye onu detaylıca incelemeye başladım.

 

Uzun boylu, zayıf bir kadındı. Üzerinde bulunan kahverengi elbiseyle karşımda duruyordu. Elbise aslında normal bir elbise değildi. Etek kısımları geniş pilelere sahipti. Ve çıplak bacaklarını değilde elbisenin altında giymiş olduğu deri bir kahverengi tayt benzeri bir şey giymişti. Kolları çıplaktı ve tam dirseğinin üzerinde iki adet siyah şerit bulunuyordu. Ayağına bakınca deriden yapılmış bir terlik benzeri bir ayakkabı giymiş haldeydi.

 

Saçlarına bakışlarım kayınca tam tepeden bağlamış ve örgüyle saçlarını örmüş, iki ince sivri parmak boyutunda bulunan demirleri saçlarını topladığı kısımdan çapraz bir şekilde geçirmişti. Yüzüne bakışlarım kayınca uzun kemikli bir yüze sahipti. Uzun kemikli burnu kalın ama kısa kaşları vardı. Kahverengi gözlerini örten kirpikleri sık ve gürdü. Yüzünde herhangi bir ize rastlamadım. Tek kulağında bulunan küçük demir halklar dikkatimi çekmişti.

 

Onu incelemem bitince hemen olduğum yerde yavaşça hareket ederek sorusuna cevap vermeye hazırlandım.

 

"Çok tanıdık bir geçmiş." dedim sorusuna karşılık olarak.

 

"Hım -" dedi ve yavaşça bana doğru yaklaştı. "Hangi geçmişle aynı merak ettim." diyince bunu gerçek bir merakla sorduğunu görünce hemen cevap verdim.

 

"Bende saklı kalsın." dedim ve yavaşça olduğum yerden hareket ederek Dennis 'in gittiği yöne doğru ilerlemeye başladım. Onu gerimde bırakmak biraz kaba dursada sorgulamasının önünü kesmek için bunu yapmak zorundaydım.

 

"Dennis' i mi arıyorsun?" diye arkamdan yüksek sesle konuşunca arkamı dönemden cevap verdim.

 

"Nerede olduğunu bildiğim birini aramam oraya giderim." demiş ve sola dönerek birkaç metre uzağımda biriyle konuşan Dennis 'i bulmuştu gözlerim. Başında bulunduğum koridordan ona doğru hareket edince konuşup durduğu kişi benim varlığımı fark edip konuşmasını yarıda kesmesi anında Dennis' in bakışlarının bana dönmesini ve hemen yanında bulunan kişiye küçük bir baş işaretiyle gitmesi gerektiğini anlatması bir oldu.

 

"Geciktin?" diye sorarcasına konuşunca anında yanına varmış ve sorusunu yanıtlamıştım.

 

"Şu duvarda asılı olan yazıyı okumakla meşgul olduğum için." diyince anladım dercesine başını sallamıştı.

 

"O halde gidelim mi?" diyince hemen hareket edip önden ilerlememle cevabı çoktan vermiştim.

 

"Senin şu hareketlerin bazen can sıkıcı oluyor." diye huysuz bir tonda bunları söyleyince anında şuh bir kahkaha döküldü dudaklarımdan.

 

"Oyalanmayı hiçbir zaman sevemedim. Daha çok bunu dışa yansıtmayı sevmişimdir. Onun için cevap vermek yerine bunu eyleme döktüm ne var bunda ki?" diye keyifli bir sesle konuşunca Dennis adımlarını hızlandırmış ve bana yetişmişti. Yan yana ilerleyip gitmemiz gereken yere kadar ilerlemiştik.

 

Dennis 'le beraber Süreyya hanımın bulunduğu kattaki yemek salonuna ilerlemiştik. Sanırım maaile beraber yemek yerken sohbet ediyor olmalı. Bu anı bozmak istemezdim ama bulamam gereken o şeyi onların yanında olmakla bulabilirdim. Çoktan hava karardığı için şu an belki de kalabalık olabilirdi yemek salonu. Pek insan içine karışmak gibi bir niyetim yoktu ama başka çarem olmadığı için buna katlanacaktım bir süre.

 

Umarım beni rahatsız edecek herhangi bir kişi yoktur ve olay olmaz. Çünkü gece iyi bitsin istiyorum. Burada da Süreyya hanımın bana yönelik herhangi bir azarı veya öğütlerini dinlemek istemiyorum. Çoğu zaman benden istem dışı gerçek olan olaylar başıma kakılıp duruyor sanki bile isteye ben bunları yapmışım muamelesi görüyorum. Bu hiç hoşuma gitmiyor her daim. Sonunda yemek salonun kapısına ulaşmıştık.

 

Dennis benim için kapıyı açıp içeri girmemi beklerken hemen onu bekletmeden içeriye doğru adımalayıp, içeriye kısaca bir göz attım. Beklediğim bir yemek solunu karşımda yoktu. Ben yemek masası ve sandalyeler beklerken bakışlarım yerde uzun geniş yer masasını buldu ve onun her iki yanında duran kare şeklinde olan büyük minder tarzı şeyler duruyordu yerde. Masanın en başında yaşlı bir adam bulunuyordu.

 

Ahlas beyin babası mı acaba? Turul beyi bakışlarım aradı ama onu bulamadım. Hayırdır ihtiyar bunak bu gece erkenden odasına mı çekilmişti? Şaşırdım doğrusu. Yavaşça bakışlarım etrafı talan ettiği anda bir duvar köşesinde bulunan çalışanları ve hemen onların arkasında bulunan yemek servisi için kullanılan malzemeler ve yemeklerin bulunduğu yüksek bir masa gördüm. İçeride toplam yirmiye yakın çalışan vardı.

 

Duvarlarda tablo beklerken her duvarda çeşitli resimler çiziliydi. Hepsi de şu yarım saat önce okuduğum yazıya eş değer çizimlerdi. Bembeyaz duvara siyah boyayla bir ibils ve onun arkasında silik insan ruhuna benzeyen şeyler. Daha çok gölgeyi de andırıyordu da. Ve sonrası birkaç metre uzakta iblis ve onun boyutunda bir insan çizimi vardı. Bu bahsedilen Avcı olmalıydı. Tüm yemek salonu duvarı bu ve bunun benzeri çizimle dolup taşımıştı.

 

Sonunda bakışlarımı yemek yiyenlere çevirdiğim anda Süreyya hanımın çoktan olduğum tarafa baktığını gördüm. Ah hiç o keskin gözlerden kaçar mıyım! Asla hemde.

Yavaşça olduğum yerden hareket ederek masaya doğru yaklaşırken Dennis hemen arkamdan beni takip ediyordu. Masada Ahlas bey, Süreyya hanım ve oğulları bulunuyordu. Tanıdıklarım bundan ibaretti. Hayret Ahrar 'da bu gece yemek masasında olmayanlardandı.

 

İçimden bir ses Turul beyle olduğunu söyleyip duruyordu. Bu adama nasıl katlanıyor? Masanın tam karşısına geçtiğim anda kendim için bir yer baktım ve birkaç kişinin ötesinde boş iki yer buldum. Hemen o tarafa giderken ardımdan beni Dennis takip etti.

 

Ben yerime geçerken Süreyya hanım beni masada bulunan kişilere tanıtıyor yanlarından geçip gittiğim her kişiye başımla selam verip küçük bir tebessümle selamlarını alıp duruyordum. Bu yerime geçene kadar böyle devam etti.

 

Masada bulduğum yere geçince hemen yanımda Dennis 'te yerini almıştı. Sessiz olamaya çalışarak ona merak etiğim şeyleri sormaya başladım.

 

"Bu kadar kişi tek yemek yiyor. Diğerleri nerede yiyor. Daha önce geldiğim alanda mı yemek yiyor geriye kalanlar?" diye fısıltıyla konuşup sadece sesimin ona ulaşmasını sağladım.

 

Anında başını evet anlamında salladı ve önündeki boş tabağa bir şeyler yerleştirip yemeğini yemeye başladı. Bense önümde duran yiyeceklere garip bakışlarla bakmaya başladım. Yiyeceğimi sanmıyorum bu yiyecekleri. Zaten pek aç değilim de. Benim yemediğimi fark edince Dennis sorgulayan bakışlarını üstüme dikince anında cevap verdim.

 

"Pek aç değilim." diye kısa bir cevap verince üstelemedi ve kaldığı yerden yemek yemeye devam etti. O sırada bende bakışlarımı Süreyya hanıma diktim. Ona bakıp durduğumu tabii ki biliyor ama asla bakışları beni bulmuyordu. Hatta Ahlas beyde bu tavrı sergiledi onun hemen akabinde. Ne oluyordu bunlara?

 

Var bir şey de bakalım çıkar kokusu yakında. Ne çevirdiklerini yakında anlarım. Aklımda üç şey vardı ve hiçbiri tam aklıma yatan bir şey olmadığı için pek onlara yoğunlaşamadım.

 

Herkes yemeğini yerken birden kapı açıldı ve içeriye simsiyah bir elbise içinde içeriye giren bir kadın olduğumuz tarafa doğru hızla geliyordu.

 

Bu kadın da kimdi? Ve neden herkes kahverengi ve onun tonlarında giyinip duruyorken bu kadın simsiyah renklerin hükmü altında bulunuyordu? Bu işte bir terslik var öyle hissettim.

 

"Bence de Prenses."

 

Ölü Ruh anında ortaya çıkıp beni oynaylayınca yanılmamam ve desteklenmem merakımı daha da arttırdı. Bu kadın kim hemen öğrenmek can attım.

 

Yanımda duran Dennis 'e baktım. Ve kadın yerine geçerken sorumu sordum.

 

"Bu kim ve niye siyahlar içinde?" diye sorduğum anda Dennis önündeki tabaktan bakışlarını çekip bana baktı.

 

"Sende bir dönem siyah giyinip duruyordun." ye kendince normal bir durum tespiti yapınca ona gözlerimin devirdim.

 

"Dennis burada şu an sana çatmak istemiyorum sende beni zorlama ve bana istediğimi ver. Hem ben buraya ait değilim ve bir dönem siyah giymemin bir sebebi vardı ama senin anlayacağını sanmıyorum." diyerek son cümlemde alttan alttan ima yapmayı unutmadım. "Bırak şimdi beni de bana bu kadının kim olduğunu anlat!" diye sertçe çıkışınca Dennis bu ani çıkışıma sadece sertçe yutkunarak cevap verdi. Sanırım bir anda böyle ona diklenmemi beklememiş olmalı.

 

"Masanın başında duran üstadın eşi oluyor." dediği anda hemen bakışlarımı masanın başında tek nefeslik canı olan adama çevirdim.

 

Buradan küçük bir darbeyle ölecek bir halde olduğu görünüyordu. Çok halsiz ve uykusuz duruyordu. Bu adamın nasıl böyle bir karısı olabilir ki? Bu bile tuhaf ki! Hem desem adamın mevkisinden dolayı evli onla ama bildiğim kadarıyla burada şu an krallığın başına geçmesi gereken kişi Süreyya hanımın oğulları olmalı. Yani bu kadının amacı farklı.

 

"Kaç yıldır evliler?" dediğim anda Dennis bunu sormamı tekrar garipsedi ama cevap vermese anında sinirleneceğim için sorumu hemen cevapladı.

 

" Birkaç ay sonra bir sene olacak."diyince Dennis anında dudaklarıma sinsi bir gülümseme yerleştirip, bakışlarımı çoktan masaya oturmuş ve oturduğu anda gelen misafirlere kendince verdiği selamdan sonra yemek yemeye başlayan kadına çevirdim. Bakalım neyin peşindesin? Kadın nedense masada olan konuşamadan olabildiğince kaçınıyor hatta hiç bakışları etrafa çevrilmeden sadece önünde duran tabaktan asla çekmiyordu.

 

Benim ona baktığımı bile biliyor olmalı ama buna rağmen dönüpte bana hiç bakma girişiminde bulunmadı. Bilerek yaptığı aşikar ama bende bunu kullanırım orası gerçek.

 

Masada olan konuşma Süreyya hanımın Moritanya Kulesi'nde olanları anlatmasından başlayıp şu yapılacak müsabakaya doğru evrilmişti. Bu anlarda kadın yemeğini yemiş ve birkaç kere sadece yanında bulunduğu Üstatla sadece birkaç kelime dışında başka hiçbir şekilde konuşmamıştı.

 

Tam çaprazımda olması ve benim ona dikmiş olduğum bakışlarımı görmesi kaçınılmazken neden bir kere bakışlarını kaldırıp bana bakmıyor? Benden çekiniyor olma ihtimali yok ya! Ya da başka bir şeyde olabilir . Belki de sakladığı bir şeyden dolayı. Onu ne yaptığını anlayacağımı mı sandığı için bu şekilde davranıp duruyordu?

 

Belki de bir teşviğe ihtiyacı vardı.

 

"Geldiğiniz andan beri hiç konuşmadınız. Bir rahatsızlığınız mı var?" diye dudaklarımdan dökülen cümle ortamda bir bomba etkisi yaratmış gibi hemen masada olan konuşma yok oldu ve tüm bakışlar üzerime çevrildi. Benim bakışlarımı takip ettikleri anda soruyu kime sorduklarımı anladılar.

 

Ama o anlamazlıktan geldi. Boşuna bir uğraştı yaptığı şey ama o bunu bilmiyor. Öğretiriz sıkıntı yok.

 

Ben bir an bile ondan bakışlarımı çekmeden onu izlerken onun yanında bulunan kadın konuşacağı anda hemen elimi kaldırıp, o daha konuşmadan onu susturdum.

 

"Bence kendisini gayet ifade edebilecek yaşta. Sözcüsü olmanıza gerek yok." dedim ve kısa bir süre yanında konuşmaya kalkan kadına baktım. Gözlerimdeki ifade onun direncini iyiden iyiye kırmış yok etmişti. Başını evet anlamında salladı ve anında tekrar konuşmaya kadına baktım." Sorum o kadar zor bir soru değildi. Cevaplaması neden bu kadar uzun sürdü anlayamadım?" dedim ve elimde bulunan çatalı sımsıkı tuttum. Bir an bakışları tam tuttuğum bıçağa kayacakken hemen kendini toparladı ve tekrar o garip karşıladığım ifadesine geri dönüş yaptı.

 

" Aslında pek sorun etmiyorum. Çünkü beni tanımıyorsunuz ve istediğimi alana kadar asla pes etmeyecek bir kişiliğim olduğunuda bilmiyorsunuz ama öğreneceksiniz." dedim ve alaylı bir gülümsemeyle ona baktım. Anında bedeni kas katı oldu ve yüzünde acı çeken bir emare belirdi.

 

Ah doğru yoldayım desenize. O kadar onca eğitimi boşa almadım bir yerde kullanmak lazım!

Ve ne tesadüf ilk onda kullanacağım. Eğlenceli duruyor.

 

"Emira -" diye şaşkın bir sesle konuşunca Süreyya hanıma bakışlarım döndü ve ona içtenlikle gülümsedim. Hemen ardından hızla yerde oturmakta olan kadını arkasında duran duvara sertçe fırlattım. Kadın son sürat arkasında duran duvara sertçe çarpıp orada asılı dururken birden masadakilerin şaşkın nidaları duyuldu etrafta. Üstat ise öylece duvarda olan kadına baktı. Bu yaptığım şey için herhangi bir girişimde bulunmadı.

 

Duvara asılı bir şekilde duran kadın hemen olduğu yerde çırpınmaya ve burada bulunanlardan yardım dinlenmeye başladığı anda yavaşça yerimde rahat bir pozisyon alarak öylece ona bakmaya başladım.

 

Süreyya hanım sonunda yaşadığı şaşkınlıktan çıkınca hemen olduğu yerden kalkıp tam kadına doğru gideceği anda birden kadının etrafında bulunan kalkanla karşı karşıya geldiği için o sınırı aşamadı.

 

Ve bu yaşadığı şeyin hiddetiyle bana doğru döndü ve işaret parmağını arkasında duran kadını gösterip yüksek sesle konuşmaya beni bu yaptığım şeyden dolayı azarlamaya başladı. Ve bir an önce buna son vermemi.

 

"Ne yapıyorsun sen!" dediği anda harelerindeki o küçük çatlaklardan açığa çıkan siniri gördüm. Göz bebekleri irileşmiş ve yaşadığı durumun onda yarattığı tepkiyle bana bakmaya başladı. "Hemen buna bir an önce son ver! Nasıl böyle bir saygısızlık yaparsın?" dedi sona doğru bu yaptığım şeyden dolayı yaşadığı şaşkınlığı tam atlatamamışken.

 

"Ben bir saygısızlık görmüyorum ortada." diye rahatça olduğum yerde konuşmam Süreyya hanım dahil herkesi dumura uğrattı.

 

Yanımda bulunan Dennis 'se hiçbir şeyi boşa yapmadığımı bilecek kadar beni tanıdığı için Süreyya hanımın oğullarının bana olan girişimlerini durdurmakla meşguldü. Dost konusunda olan seçimimi bir kere daha takdir ettim.

 

"Ah ne iyi bir dost ama!" diye konuşan Ölü Ruh' u görmezden geldim.

 

"Emira ne yapıyorsun? Kadının canı yanıyor." diye lafa başlayan Ahlas beye sadece ifadesiz bir şekilde baktım.

 

"Daha canının yandığı kısma gelememiştik ki oysa." dediğimde bir kere daha herkes dediklerimi işitince anında oldukları yerde çaresiz bir şekilde birbirlerine bakmaya başladılar. "Şimdiden vereceğim rahatsızlık adına özür dilerim." demiş ve daha kimse ne olduğunu anlamadan bir anda masada bulunan tüm çatal ve bıçaklar kadının bedeni etrafında bir halka oluşturacak şekilde duvara sabitlenmişti. Birazdan şahit olacakları şey çok çığlık içerebilirdi. Kulaklar sağır olmazsa ne ala....

 

Gürültüyle duvara sabitlenmiş olan bıçaklar ve çatallar şimdiden bedeninin hafiften titremesine sebebiyet vermişti. Ah hadi ama daha bu fragmandı.

 

Yavaşça tim gücümü ellerimden parmak uçlarıma yönlendirdim. Gücü tamamen bedenimdeki hakimiyetini bit noktada sabitledikten sonra her şeyi kontrol altına aldım. Şu an yapacağım şeyler burada ve diğer herkese asla zarar vermeyecekti. Yavaşça kollarımı iki yana doğru yavaşça kaldırmaya başladım. O sırada avıma sabitlediğim bakışlarımı bir an ondan asla çekmedim. Korkuyordu. Ah doğru yoldaydı.

 

"Hâlâ konuşamamak konusunda olan bu ısrarın gözlerimi yaşarttı. Bir şey söylemeyecek misin? Peki o halde sen bilirsin" dedim ve anında parmaklarımın ucundan küçük alevler çıkmaya başladı.

 

Ateş yakmıyor sadece varlığını parmak uçlarımda gösteriyordu. Ne yapmaya çalıştığımı anladığı anda birden yüksek bir çığlık koptu dudaklarından. Bu çığlık öyle yüksek ve öyle tiz bir çığlıktı ki eğer buradaki herkes kalkanlarla korunmamış olsa anında hepsi sağır olmuştu çoktan.

 

Yavaşça olduğum yerden yüklemeye başladım. Ve bir anda etrafımda bulunan ışığı yok ederek tek ışığın benden kaynaklı olmasını sağlandıktan sonra bir anda pataklarım hareket etti ve bir anda kadının etrafında bulunan çatallar ve bıçaklar anında alev alarak yanmaya başladı.

 

Ah birazdan gösteri başlayacaktı.

 

Kadın anında yanan alevi görür görmez soğuk soğuk terlemeye başlamıştı.

 

Ateşe dayanamıyorlardı. Onlardan gelen sıcaklığa bile tahammülleri yoktu. Bunlar kim miydi?

 

Karanlık ruhların kendi kara büyüleriyle ruha çevridikleri araf ruhlarıydı. Ve bu ruhlar insanların zihnine sızıp onları ele geçirir, kendine itaat ettirirdi. Bu kadına olan şeyde oydu. Varlıklarını hemen bulmak zordu ama bunun dersini almış ve birkaç kere bu olayı yaşadığım için anında anlamıştım.

 

Öyle kolayca anlaşılan bir şey olamazdı bu. Bunun için yaydığı o gizli enerjiyi bulmak için hissiyatınızın güçlü olması lazım. Ve kadın bunu bildiği için benden uzak duruyor olabildiğince göz temasından kaçışıp duruyordu. Çünkü göz göze geldiğimiz ilk anda bunu anlardım.

 

Neden mi? Çünkü onun içinde bulunan Araf ruhu için bedenim paha biçilemez bir şeydi ve kadın onun o arzusuna engel olmaya çalışırken Araf ruhu sabırsızlıkla benimle bir şekilde bir iletişim kurmak ve bedenime sızmak için zihnime baskı yapmak için can atıyordu.

 

Kadın her ne kadar engel olmakta başarılı olsada Araf ruhu hata yaparak kendini belli etmişti. İlk girdiği anda kadının bedeninden çıkmak için bir girişimde bulunduğu anda kadın onu durdurmuştu. İlk o an başka bir şey zannetmiştim ama sonrasında her şey rayına oturunca anlamış ve onun üzerine gitmeye çalışmıştım.

 

Kadın ve Araf ruhu oldukları yerde debelenip dururken bende yavaşça gözlerimi kapatıp ateşin yoğunluğunu arttırmaya başladım. Kadının bilinci açıktı. Yani Araf ruhunun bedeninde olduğunu biliyordu. Buna rağmen ondan kurtulmak için herhangi bir girişimde bulunmamış olması onunda bu işin içinde olduğunu gösterir.

 

Kapalı olan gözlerimi araladığım anda görmesem de gözlerimin ateş kızılı rengine döndüğünü biliyorum. Ve yavaşça parmak uçlarımda olan ateş tüm bedenimi ele geçirdi.

 

Yanmıyordum...

 

Daha çok ateş bana kalkan olmuş vaziyette bulunuyordu.

 

Kadın bu halimi görünce anında olduğu yerde daha çok debelenerek onu tutan gizli bağlardan kurtulacağını sandı bu yapmaya çalışıp durduğu şeyle. Ama bu görünmez bağın onu daha çok kıskıvrak sarmasına neden oldu.

 

"Beni bırak!" dedi gür ve tınısı garip olan bir sesle konuştu. Konuşan kadın değildi bu barizdi. İçindeki kişiydi.

 

"Ah üzülüyorum ama Araf ruhu bana bir merhaba demeden emir verip duruyorsun. Ve üstelik ben bana emir verilmemesinden ölesiye nefret ederken." dedim ve yüzümde sahte bir üzüntü emaresi belirdi ve sıkıntılı bir şekilde omuzlarımı aşağı yukarı kaldırıp yapacak bir şey dercesine baktım.

 

" Bırak! "dedi. Yorgun ve sinirli bir haldeyken. Ama pek oralı olmadım ve yavaşça kadının etrafında bulunan çatalların ve bıçakların tamda teninin dibinde bitip daha yakından ateşe temas etmesini sağladım. Bunu yapmamla anında tekrar bir çığlık atma girişimi oldu kadının. Korkmasın biraz sonra bu acılar tamamen yok olacaktı.

 

Olduğum yerde yavaşça büyünün sözlerini söylerken çatal ve bıçaklar yavaşça oldukları yerden ayrılıp etrafında bir halka oluşturacak şekilde dizildi ve her biri bir diğerine söylediğim büyü sözleriyle güçlü bir bağ kurarak bağ kurmaya başladı. Kadınsa olduğu yerde yaptığım şeyleri izliyor, çırpınarak kurtulmaya çalışıyordu boşuna olmasına rağmen.

 

Anında tüm çatal ve bıçaklar bir bütün oluşturduktan sonra yavaşça büyü sözlerini yavaşça sesli okumaya başladım.

 

"Beden konağında izinsiz gezen ruh. Ruhun yazgısı senin pençelerinden kurtulacak. Beden özgür kalacak. Konak eski sahibine geri dönecek. Ruh bedeni terk ederek yok olacak. Ruh yok olacak ruh kayıp olacak. İblisin sesi duyulmayacak. Beden hür kalacak. Zihin bağdan kurtulacak. Sesler susacak. Hisler tende tekrar can bulacak. "

 

"Anima vagans in corpore mansione sine licentia. Fata animae liberabitur e manu tua. Corpus liberum erit. Ad priorem dominum mansionem redibit. Anima relinquendo corpus evanescet. Anima erit. Pereat et anima peribit. Vox daemonis non audietur. Corpus liberum erit."

 

Büyük sözlerini söyledikten sonra hemen birden kadının bedeninde canhıraş bir çığlık nüksetti ve kadının bedeni benim müdahalem olmadan sertçe duvara çarpıp durdu. Ah büyü tesirini gösteriyordu. Araf ruhu çıkmamak için direniş gösteriyordu. Ama bu daha ilk adımı sırada ikinci adım vardı.

 

Tamamen ölmesi ve bir daha bedene geri dönmemesi içinse başka bir büyü sözü okumaya başladım.

 

"Bir ruh, bir ruhun hapsi. Bir beden, bir bedenin mahkumiyeti. Bir zihin, bir zihnin çığlığı. Bağları yok et ey ışığın hakimi! Karanlığı yok et ey ışığın sahibi! Araf ruhlarını evrenden söküp at. Onları donuktaştır. Onları ait oldukları alan gönder hiç olamamış gibi hiç var olmamış gibi. "

 

"Anima, carcer, animae. livorem, damnatio corporis. Mens, clamor mentis. Solve vincula, rector lucis; Solve tenebras, o domini lucis, animas aufer. Purgatorium ab universo."

 

Büyük sözlerini bitirdiğim anda birden bir zelzele olmuş gibi yer sarsılmaya başladı.

 

O sırada birden her yerde çığlıklar yükseldi. Öyle yüksek öyle tehlike arz ediyordu ki ölümü sunuyordu sanki. Daha yerin sarsıntılarına alışmadan yeni bir saldırı daha gerçekleşti.

 

Burada bulunan pencereler birden tuzla buz olup parçalara ayırıp etrafa dağılıp durdu. Ses herkesin anında oldukları yerde panikle hareket etmesini sağladı ama herkesin etrafında bulunan kalkanlar onların başka bir yöne gitmesine engel oldu .Ve hepsi endişe içinde olan bitene seyirci kalmaya devam etti. Sonrasında ikinci bir darbe daha geldi.

 

Tüm yemek salonunda bulunan nesneler oldukları yerden sertçe havalanıp, duvarlara sertçe çarparak kırıldı, dağıldı ve yerdeki herhangi bir alana savruldu. Ortalık savaş alanına döndü. Bu işin sonu nereye varacak merak ettim. Ve bu şey biter bitmez Süreyya hanımın bakışlarını görmek dahi istemiyorum. Sonra kırılmış pencerelerden kuvvetli bir rüzgar hızla içeriye doğru esmeye başladı.

 

Bu rüzgarın hedefinde sadece içerisinde bulunan Araf ruhuna konak olan kadından başkası değildi. Kadının etrafını sarmış olan bu kuvvetli rüzgar anında oluşturmuş olduğum ateş kalkanını es geçip anında kadının bedenini sarmaladı. Ve hızla sanki esmek yerine içerisine bir şey çekmek için varlığını gösterdi. Kadının bedeninin içerisinde olan Araf ruhunu olduğu yerden kendisine doğru hızla çekmeye başladı. Uyguladığı kuvvet öyle güçlü ve karşı konulmaz olması sebebiyle anında Araf ruhunun ilk pençeleri gözüktü ve duvara sabitlendi.

 

Büyük ve korkutucu duran pençeleri duvara değer değmez duvarda bir darbe izi yarattı ve duvar ufalanarak yavaşça çatlamaya başladı. Öyle güçlü bir çekilme çekiliyordu ki ona karşı koyması çok zordu. Araf ruhunun iki pençesiyle duvara tutunmaya çabalarken birden pençeleri kaydı ve hızla olduğu konaktan dışarıya doğru hızla çekildi.

 

İlk bakışlarım onun o iri bedenini gördü. Simsiyah ve kocamandı. Bedeninden sonra o ürkütücü yüzünü gördüm. Sadece gözleri vardı. Daha doğrusu gözü. Tam alnının ortasında bir kocaman göz. Ve bana attığı o korkunç bakışı son anda yok olmadan görmüştüm. Rüzgar onu olduğu yerden çekip aldıktan sonra geldiği hızla geriye dönüp ortaklıktan yok oldu. Ve o kasvet bir anda kendini dinginliğe bıraktı.

 

Ah şimdi selamın okunduğu ana gelmiştik değil mi? Süreyya hanım kesin gebertecek beni acaba hemen tüysem mi buradan? Anında olduğum yerden yavaşça aşağı inip bakışlarımı Dennis 'e çevirdim.

 

Dennis bana şaşkınlıkla bakarken anında bakışlarımla Süreyya hanımı gösterince anında birkaç adımda yanımda bitti. Ne yapayım soruna öyle odaklanmıştım ki sonrasını hesaba katmadım. Aslında bundan sonra böyle tür şeyler olunca sonrasında kendimide oradan yok edip başka bir yere geçmeliyim. Bundan sonrasında bu yönetimi uygulayacağım. Tabii Süreyya hanımdan fırsat bulursam.

 

Duvara asılı olan kadını yavaşça yere indirmiştim. Kadın onca yaşadığı şeye dayanamamış olmalı ki baygındı. Yere bıraktığım anda birden yere düşeceği anda hemen onu sertçe düşmekten kurtardım ve yere usulca bıraktım.

 

"Biri onu revire götürsün." diye fısıltıyla konuşunca anında Süreyya hanımın unuttuğu varlığım konuşmamla günyüzüne çıktı ve kadından çektiği bakışları beni buldu.

 

Göz göze geldiğimiz anda yaşadığı şaşkınlık kendisini korkuya bıraktı. Ben sinirle bana bakacağını sanırken o yanında öylece dikilen Ahlas beye döndüğü gibi gözlerinde hâlâ kendini koruyan korkuyla bakıp sanki aynı şeyleri düşünüyormuş gibi uzun bir süre göz temaslarını kesmediler. Ahlas beyin hareleri korku ve çaresizlikle çevrelenip durdu. Neyden korkuyorlardı? Benden mi? Ama herhangi bir zarar yaratmış değilim daha çok zararın önünü kesmiştim.

 

İçimden bir ses aslında korkuları bana yönelik değil daha çok başkasına yönelik bir korku diyordu. Ve bu korkunun altında benim varlığımdan kaynaklı bir şey vardı.

 

Ben onları sessizce izlerken birden bir hareketlilik oldu ve yerde yatan kadına doğru Üstat ilerlemeye başladı. Geldiğimden beri sessiz ve hareketsiz olan adamın ilk kez olduğu yerden ayrılması şaşırmamı sağladı.

 

Sonrasında hemen bir baş işaretiyle kadının olduğu yere iki kişi ilerledi ve onu olduğu yerden kaldırıp burayı terk ettiler. Üstatsa hiçbir şekilde bana bakmadan öylece yavaşça olduğu yerden çıkışa doğru ilerledi. İçeride bulunan Süreyya hanımın oğullarıda burayı terk ettikten sonra dört kişi kalmıştık. Ben herhangi bir azar beklerken birden Ahlas bey ve Süreyya hanım da hızla burayı terk edince kaşlarımı çatarak olana anlam vermeye çalıştım.

 

"Herkese ne oluyor?" diyince Dennis bende anlamadım dercesine kollarını iki yana kaldırıp indirdi.

 

"Burada bir terslik var." dedim tam olarak ne olduğunu bende anlamış değilken.

 

"Nasıl bir terslik?" dedi Dennis neyi kast ettiğimi anlamak için.

 

"Kızmadı hatta gözlerinde herhangi bir sinire dahil iz bile bulamadım. Bu işte bir iş var!" dedim ve olduğum yerden hızla ayrılmak için harekete geçtim.

 

Ben yemek salonunu terk ettikten sonra Dennis arkamdan gelmek için harekete geçeceği anda onu burada bulunan birileri çağırınca el mecbur yanıma gelmedi. Kararsız bir şekilde bana baktığını biliyorum ama onu koridorda çağıran kişinin yanına gitmesi gerekti önemli bir mevzu olduğu belliydi adamın çağırışı bunu belli ediyordu. Dennis en sonunda onu çağıran kişiye doğru gitmek için olduğu yerden harekete geçti Koridora aynı anda çıkınca ben sağ tarafa o sol tarafta doğru ilerledik.

 

Nereye gitmem lazım bilmiyorum ama burayı bir an önce birkaç saniye olsada terk edip uzaklaşmak istiyorum. Çünkü artık bir şekilde bu benden saklanan her neyse canımı sıkıyor onu bilmemek nefesimi kesip, beni rahatsız ediyordu.

 

Bir süre kimseyle karşı karşıya gelmek istemediğim için kimsenin gelemeyecek olduğu bir yere gitmek istedim. Çok önceleri burası hakkında Dennis 'le konuşurken buradaki bir ormanda bir kısmının yasaklı bir alan olduğu oraya gitmenin cezayla sonuçlanacağını söylemişti. Bence tamda bana göre bir yerdi ve kimse yanıma gelemezdi. Hem kafamı da dağıtırdım bu yerdeki yasağı bulmaya çalışırken.

 

Yemek salonundan çıkıp zemin kata ulaşmıştım. Gideceğim yer kulenin arka kısmında bulunuyordu. Arka taraftan daha rahat gidebilirdim o kısma. Önümdeki uzun dar geçitte ilerlemeye başladım. Bu dar geçitte birden fazla kapı bulunuyordu.

 

Ve bu kapıların ardında halk için bir kütüphane, yatmaları için küçük misafirhane, yemek yemeleri için bir yemekhane mevcuttu. Buralara daha önce hiç girmemiştim sadece Dennis 'in anlattıklarından ibaretti bilgilerim. Buralara bakmayı es geçip yoluma devam etmeye çalıştım. Ta ki ardımda bırakıp durduğum kapının ardından kulağıma çok tanıdık gelen sesi duyana kadar. Bu ses Turul beye aitti.

 

Bu katta ne işi olabilirdi ki? Ya da ne için bu kata gelmişlerdi? Yavaşça sessizce arkamı dönüp sesin geldiği kapıya kadar ilerledim ve gölgem kapının alt kısmında gözükmesin diye anında bedenimi büyü güçlerimi kullanarak görünmez hale getirip anında soyutlanmış bedenim şeffaf halini aldığı gibi kapıdan içeriye doğru geçiş yaptım. Ve Süreyya hanım, Ahlas bey ve Turul beyin bir yemekhane içerisinde sıkıntılı bir halde konuşurken buldum.

 

Sorun neydi? Ya da benim hakkımda mı konuşuyordular?

 

"Olacak iş değil! Bu yaptığı şey onun ne denli bir güç kazandığının simgesi. Emira artık sıradan biri değil. Aslında hiç olmamıştı değil mi? İlk kuleye geldiği zamanlardaki gibi tecrübesiz hiç değil. Her geçen gün kendini geliştirip durduğu aşikar. Bu onun bir amacı olduğunu gösteriyor . Siz orada o kadının içinde bir Araf ruhunun olduğunu anlamadınız ama o hemen anlamış. Bu kolyeyi tamamen sahiplendiğini ve artık kolyenin ona değil onun kolyeye hakim olduğunu gösteriyor. Kolye nasıl ilk sahipleriyle bağ kurmuşsa şu an Emira 'yla daha yoğun bir bağı paylaşıyor. "dedi Turul bey artık her şeyin eskisi gibi olmadığını ve asla aynı kalmayacağını dile getirirken.

 

Turul bey ifadesizce önünde duran Ahlas bey ve Süreyya hanıma bakıp duruyor, olanları bir kere daha herkesin tamamen anlamasını umuyordu. Her ne kadar yansıtmak istemesede bakışlarında geleceğe dair olan endişesi kendini bariz belli ediyordu.

 

" Bu zaten öngörülen bir şey değil miydi? Herkes kolyeye olan hükmünü görebiliyor. Esila' yla olan mücadelesi bile onun ne denli kendini güçlü kıldığını kolyenin gücünü tamamen sahiplendiği gibi ona yön verdiğini gösteriyor. Emira daha fazlasını istiyor. Daha güçlü olmak için çabalıyor. Çünkü bir nedeni var. Esila 'yı yok etmek istiyor. Kardeşinin intikamını almak istiyor. "diyen Ahlas beye baktım. Olduğu yerde dalgın dalgın konuşup yüzündeki endişeyle öylece kıpırdamadan konuşmuştu.

 

Ahlas bey sanki başka bir nedenden dolayı bu halde bulunuyordu. Neydi sebebi.

 

Öylece kapının önünde durup onları inceledim detaylı bir şekilde. Hepsi gerin ve ne yapması gerektiğini bilmeyen bir ifadeyle birbirlerine bakıp duruyordu.

 

"Burada Emira asla gelmemesi lazımdı. Biz çıkmaya doğru gelmesi ve nereye gideceğimizi bilmesi hiç iyi olmadı. Zaten bizde açık verdik. Bu onun merakını daha cezb etti. Merakı daha da arttı. Ve o şeyi bulmadan duracak gibi bir hali de yokta." dedi. Süreyya hanım gerginlikle ellerini sıvazlarken. Olduğu yerde bakışları boş masaya sabitlenmişti.

 

Bir şey düşünüyor ama düşündüğü her neyse o şey korkusunu daha fazla arttırıyordu. Üçünü bu hale getiren sebebi daha çok merak ettim.

 

Birden Ahlas bey olduğu yerden kalktı ve gerginlik içerisinde bir ileri bir geri yürümeye başladı.

 

"Tam zamanında Larut geri döndü. Ne güzel yıllardır yoktu. Herkes huzurluydu. Ama şimdi geldi ve tüm huzursuzluğu ardından getirdi." diye Ahlas bey kızgınlık içinde konuşurken siniri kimeydi? Onu nedense anlamadım ben.

 

"Onu gönder demiştim sana ama beni dinlemedin ve bunu yapmadın! Ve onun burada aylarca yaşamasına müdahale edemedin!"diyen Süreyya hanım birden sesini yükseltip konuşunca Ahlas beyin bakışları yerden uzaklaştı ve onu buldu.

 

"Süreyya ben bunu sence istedim mi? Defalarca kez Larut 'la konuştum ama beni dinlemedi. Burası bana ait olduğu kadar onada ait. Onu kovamazdım ya! Ben sence bu olanlardan dolayı gergin ve endişeli değil miyim? Larut geri döndü ve şimdi Emira bunu bilse ona ne yapar? "dedi endişeli ve bir o kadar da bu söylediklerinin ihtimalleri hayal edip dururken. Larut kimdi ve geri dönmesi neden bu kadar gerginlik yaratıyordu?

 

" Benim yapamadığımı yapacağı kesin. Onun soluğunu keser. "dedi Süreyya hanım soğuk bir tınıyla. Bunun olması asla onu rahatsız etmeyeceğini yansıtan bir tınıyla.

 

İlk defa onun bu kadar soğuk bir ses tonuyla konuştuğunu görüyorum. Dalgın bakışları boşluğun arasında kaybolmuş gibiydi. Bir diğer şaşkınlığımı Turul beyin Süreyya hanımın dediklerini duyduğu anda gözlerindeki o bundan memnun olacağı bakışı beni şaşırtmıştı. Ben neden tanımadığım birinin soluğunu keseceğim? Bunu anlamış değilim. Süreyya hanımın söylediklerini işitince Ahlas bey aniden yıkılmış gibi oldu. Ne söylese fayda vermeyecekti bunu anlamış ve kabul etmişti.

 

" Ben de onun hatalı olduğunu biliyorum ama onun ölmesini istemiyorum." dedi ve Ahlas bey Süreyya hanımın olduğu tarafa ilerledi ve sağ elini onun eline koydu ve yavaşça dizlerinin üstüne çöküp aşağıdan Süreyya hanıma bakarak konuştu. "O benim kardeşim. Her ne kadar Esila yüzünden büyük hatalar yapmış olsada. Onun ölmesini istemem. Hem o yıllardır yaptığının farkında ve bunun vicdan azabını çekip duruyor." dedi Ahlas bey.

 

O benim kardeşim...

 

Bu cümle her şeyi tamamen açığa çıkarmıştı. Ondan mı bu korkuları? Ona yapacağım şeylerin ihtimalleri hepsini korkutuyor. Onun için buraya gelme ihtimalim ilk an onları korkuttu. Ve onun için böyle sessiz bir yerde konuşup duruyorlar. Hepsi aslında çok apaçık bir şekilde gözler önünde.

 

O adamı mu koruyorlar? Hadi Ahlas beyi anlarım ama nasıl olurda Turul bey ve Süreyya hanım bunu benden saklar ve o adamı korurlar? Esila ve şu Larut denilen adam yüzünden ölenler arsında Süreyya hanımın kardeşi ve Turul beyin oğlu ;Aron da vardı. Bunu nasıl bile bile o Larut denilen adamın buraya geri dönüş yapmasına müsemma gösterip birde o adamın varlığını saklamaya kalkarlar anlamış değilim?

 

"Aron 'da benim kardeşimdi." demişti Süreyya hanım acı dolu bir sesle. Bakışları hüznün emaresiyle yanıp kavrulmuş, bedeni amansız bir titremeye kurban gitmişti

 

"Ben -" demiş Ahlas bey ama devamı gelememişti.

 

"Olan oldu Emira burada. Amacım senin o iğrenç kardeşini korumak değil hiçbir zaman olmadı da Ahlas sadece Moritanya Prensesi zarar görsün istemiyorum. O adamı Emira 'dan uzak tut. Olduğu yerden asla çıkmasın ta ki Emira gidene kadar. Çünkü Emira da bizim kadar yaralı. Onu ancak biz anlarız. Emin ol Asper elçileri onun için koruma emri vermeseydi onu zaten çoktan ben öldürmüştüm. Emira' ya kalmadan. Ölmemesi için çabala çünkü Emira aptal bir kadın değil hiçte olmadı. Çoktan saklanan neyse onu aramaya çıkmış olmalı. "dedi Turul bey ve olduğu yerden bir anda yok oldu. Burayı terk etti.

 

Asper elçileri emir mi vermişti Larut ölmesin diye? Sebebi neydi? Onun için mi Süreyya hanım benim yapamadığımı o yapar dedi biraz önce? Onun için mi onun varlığını korumaya çalışıyorlar benden?

 

Aslında görünen ve olan şey çok farklı. Turul bey az önce ne denli Larut 'u öldürme arzusu içinde olduğunu açıkça gösterdi. Bir zorunluluk yüzünden onun varlığını gizlemeye çalışıyorlar öylemi?

 

Bu zorunluluk niye öğrenmek istiyorum. Yavaşça olduğum yeri terk ettim. Larut' un yerini biliyorum. O yasaklı alanda olmalı. Ve ona kendimi gösterip aylar önce ona iletmem istenilen mesajı da ona ileteceğim ama önce şu emir neden verilmiş bir öğrenmek icap eder.

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

Her ne kadar yaptığım şeyin pişmanlığını yaşayacağımı bilsemde işim acil olduğu için şimdilik Dehliz veya Ölü Ruh 'la konuşamadım. Keza Dehliz çoktan iki gün önce bana aciliyeti olan bir durumdan dolayı bir müddet burada olmayacağını söylemişti.

 

Ölü Ruh' da genelde bana hiçbir zaman kendi hakkında bir şey söylemese de sabaha kadar bir süre istesem bile ona ulaşmaya kalksam dahi onunla herhangi bir şekilde asla iletişim kuramayacağım bir yerde olduğunu söylemişti. Yani iki seçeneğim de devre dışı bırakılmış haldeydi. Ve el mecbur bu konu hakkında beni detaylı bir şekilde bilgenidirecek tek kişi vardı.

 

Ahrar...

 

Onun yanına gidip ondan bu konu hakkında beni aydınlatmasını isteyecektim. Olduğum yerden hızla sessiz olmaya çalışarak hemen üst katta onun enerjisini hissettiğim yere doğru ilerledim.

 

Bulunduğu kata gelir gelmez anında etrafı yokladım. Herhangi biri yoktu olduğum yerde bende sessizce Ahrar 'ın bulunduğu odanın kapısının önüne gelince elimi kaldırıp tam kapıya vuracağım anda birden karşı taraftan bir kapı açılma sesi duydum.

 

Daha kim çıkıyor diye bakmadan anında Dennis ve Süreyya hanımın oğullarından en büyüğü olan Afil' le olan konuşma sesleri kulağıma ulaşınca daha kapıyı çalmadan pata küte içeri daldım ve hızla ardımdan kapıyı kapatıp beni görmelerine engel oldum. Yüzüm kapıya dönük vaziyette dururken birden hızla arkamı döndüm çünkü onun o anda arkamda olan varlığını hissettim.

 

"Ben birden öyle kapıyı çal-" daha cümlemi tamamlamadan yarıda kesmek zorunda kaldım. Neden mi? Çünkü şu an onu kitap okurken, uyurken ya da çalışırken beklerken karşımda onu yarı çıplak görmeyi asla ama asla beklemiyordum. Bir anda susmam onun dikkatinden kaçmadı. Ahrar birkaç adım uzağımda bulunuyordu.

 

Üzerinde sadece belinden neredeyse düşmek üzere olan gri renge sahip bir pantolonu vardı. Elinde ise küçük el havlusu. Saçlarını mı kuruluyordu ben pat diye içeriye girmeden hemen önce? Gece gece duş mu alası tutmuştu şansıma? O daha konuşmadan nedense birden onu izlerken buldum kendimi.

 

Bakışlarım ilk ıslak saçlarını buldu. Yeni duş almış olmalı hâlâ saçları ıslaktı ve geriye doğru gelişi güzel taranmış haldeydi. Bakışlarımı yüzüne indirdiğim anda hâlâ yüzünde birkaç su damlası alnından aşağı doğru yavaşça yol alıp ince uzun burnundan çenesine doğru yol alıyordu. Sakallarını da kesmişti.

 

Keza ona sakallı halini daha çok yakıştırıyordum. Ama bu hali de ayrı bir karizmatikti. Her hali aslında beni büyülüyordu... Lacivert harelerine yerleşen o şaşkınlık hâlâ yerli yerinde duruyordu. Hemen bundan faydalandım.

 

Her ne kadar bana yasak olsada bakışlarım yüzünden aşağı indiği anda kaslı bronz teni gözlerimin önündeydi. Göğsü alıp verdiği nefesten ötürü yavaşça inip kalkıyordu. Pürüzsüz sert kasları gözlerimin önündeydi. Kaslı yapısı hiçte kaba duruyor değildi. Onu ayrı bir çekiciliğe itip duruyordu keza. Bakışlarım yukarı doğru tırmandığı anda tam omzunun üzerinde küçük bir kıvrımlı bir iz gördüm. Dövmesi mi vardı? Daha önce neden hiç bahsetmedi? Saçmalama Emira ne diye söyleyecek ki?

 

Ahrar ıslanmış kirpiklerinin altından bana bakıp duruyor bir şey dememi bekliyordu. Adamda bu halimden dolayı dumura uğradı. Onu bu denli uzun uzadıya izlemem onda şaşkınlık yaratmıştı. Ama lacivert harelerinde birden beliren o yoğun ifade ve memnuniyet beni anda kendime getirdi.

 

Sertçe öksürdüm ve bakışlarımı hemen ondan çekip etrafta bir tur gezdirdim . Daha fazla sessiz kalmamamın bana zararı olacağı için lafa girdim.

 

"Ben pat diye içeri girmek istemedim ama koridorda kapıyı çalmak üzereyken birden Süreyya hanımın oğullarından birini görünce anında içeriye böyle pat diye girdim. Çünkü bu saatte burada olmamı hem yanlış anlarlar hemde bu başka bir anlamda duyulurdu. Bunu istemediğim için odana böyle izinsiz girdim. "dedim hızla sarf ettiğim cümlelerin arasından araya yaptığım şeyden dolayı utanç duyduğumu da belli ederek.

 

" Sorun değil. "diyince Ahrar anında mavi harelerim onu buldu. Nasıl utanmışsam artık Ahrar anlayış içerisinde bakıp duruyordu." Bu saatte neden buraya geldiğini merak ettim doğrusu. Gelişinden rahatsız olmadım olmamda asla ama önemli bir şey olmalı ki seni bana getirmiş. Yoksa sen pek benimle aynı ortamda bulunmak istemezsin." diye son cümlesini zikrettiği anda bu durumun ona ne denli bir sıkıntı verdiğini görmüş oldum.

 

" Aslında ben bir şey için gelmiştim. "dedim ve her ne kadar gözlerine bakmak için çabalasam da istemsizce bakışlarım göğsüne inip duruyordu." Acaba üzerine bir şey mi giysen? "diye çekinerek konuşunca anısına Ahrar bu halim sebebiyle anında otuz iki diş sırıttı. Tamam dercesine başını salladı ve hemen çaprazımda duran dolaba doğru ilerledi.

 

" Sen tekli koltuğa geç geliyorum. "diyince hemen onun dediğini yaptım ve olduğum yerden hareket ederek dediği yere doğru ilerleyip, koltuğa yaklaşınca hemen geçip oturdum. Bakışlarım anında ona çevrildi. Dolabın çekmecesini açıp içerisinden bir tişört alıp üzerine geçirmeye çalışırken birden sırtıyla bakıştım Ahrar kollarını kaldırmış tam tişörtü giyeceği anda birden gördüklerimle anında konuşunca kolları hareketsiz kaldı öylece.

 

"Dövmen olduğunu bilmiyordum." der demez kolları aşağı indi.

 

Tam sırtının ortasında bir daire ve o dairenin içerisinde ince bir daire şeriti ve hemen onun tam orta kısmındaysa yıldızı andıran bir çizim bulunuyordu. Yıldızın içerisi siyah renkteydi. Yıldızın içerisinde ince beyaz şeritlerden oluşan bir çizim vardı. Yıldızın bir ucu yukarı ensesinde biterken diğer ucu belinden aşağı doğru iniyordu.

 

"Çok eskiden beri vardı." diye soğuk bir sesle bunu dile getirdikten sonra hızla tişörtü üzerine geçirdi ve çıplak ayakları zeminde ses çıkarta çıkarta yanıma kadar ilerledi.

 

Sanki sırtındaki dövmeyi unutmuşta ben söyleyince hatırlamış gibiydi. Ahrar tam önümde bulunan küçük orta büyüklükte olan sehpa üzerine oturduktan sonra dizilerini dizlerime yasladı. Bunu birkaç kere daha yapmıştı. Bilerek mi temas kurmaya çalışıyor?

 

Sert kemikli yüzünde herhangi bir ifade yoktu. Az önceki sözlerimden sonra bu hale gelmişti. Merak ettim neden dövmeden bahsetmem onu rahatsız etti?

 

"Evet seni dinliyorum." dedi sakin ve merak içeren sesiyle. Lacivert hareleri bana kitlenmiş ve avını kaçırmak istemeyen bir kararlılıkla bana bakıyordu.

 

Yüzlerimiz arasında az bir mesafe bulunuyordu. Ve onun ılık nefesini hissetmek garip hissettiriyordu. Her nefes alıp verişinde göğsüyle birlikte geniş omuzları inip kalkıyor bakışlarımın oraya kayıp dikkatimin dağılmasını sağlıyordu. Bunu da mı bilerek yapıyor? Kendine gel Emira!

 

Çok yakınımda olması sağlığım açısından iyi değildi. Hemde hiç iyi değil! Ellerini iç içe geçirmiş bir şekilde parmaklarını hareket ettirip dururken odaklanamıyorum. Ve her şey benden ayrı gelişiyor! Bu da sinirlenmemi sağlıyordu.

 

Tamam bu kadar iradesiz olmazsın! Çabuk toparlan!

 

"Ben sana çok eskiden verilmiş bir kararın nedenini öğrenmek için geldim." der demez hemen devam et dercesine başını salladı.

 

"Aslında bende bunu yeni öğrendim. Soracağım çok kişi vardı ama şu an hemen öğrenmek istediğim için sana geldim. Bana açık olacağını ve hiçbir şeyi atlamadan anlatacağını umuyorum." diyip bakışlarımı yerden çekip ona çevirdim. Lacivert hareleri düşüncelere dalmıştı. Ne düşünüyordu?" Larut -"der demez anında dalgınlığından jet hızıyla ayrıldı ve lacivert hareleri mavi harelerimle keşişti. Sorguluyordu. Neyi? Nasıl öğrendiğimi mi? Yoksa ne soracak olduğumu mu?

 

" Larut uzun zamandır kayıp yani ona bulmak istesen bile bulmazsın. Çünkü çoğu kişi onu yıllardır aradı. En başında Tarsis Kralı." diye son cümlesinde Tarsis Kralı 'nın adını andığı anda bunu nefret içeren bir sesle zikretmesini tuhaf karşıladım. Aralarında ne vardı?" Ama kim ne yapsa yapsın onun yerini bulamadı. Onu mu arıyorsun? "diye sorduğunda hayır anlamında başımı iki yana salladım. Onu hiç aramak gelmedi içimden. O bir kuklaydı. Benim aradığım o kuklayı yöneten kişi. Ben onu arıyorum, hesabım onunla.

 

" Neden kimse onu bulamadı yıllarca? "dediğim anda Ahrar yavaşça başını iki yana sallayarak alaylı bir üslupla konuştu.

 

" Lanet herif işini iyi yapıyor. "dediği anda kollarını göğsünde kavuşturup başını yana eğip bana bakarken cümlelerine devam etti." Ahlas beyle kardeş değiller. "dediği anda kaşlarım çatıldı. Nasıl kardeş değiller? Peki neden Ahlas bey ondan kardeşim diye bahsetti?

 

" Kardeş değiller mi? "dedim kafam karışık bir halde. Ahrar bu halime sadece eğlenen bir ifadeyle baktı. Şaşkınlığım hoşuna gitmiş olmalı.

 

" Aynı anneden değiller. Aslında aynı babadan bile meşru bir yolla olmadı. Larut bir kara büyü ustası. Annesi karanlık soydan gelen bir karanlık ruh." dedi Ahrar ama açıklaması daha çok kafamı karıştırdı. Nasıl bir karanlık ruh doğurabilir ki? Onlar cinsiyetsiz değil miydi?

 

" Kafan karıştı biliyorum sana şöyle açıklayayım. Larut 'un annesi daha ruhu karanlık ruha dönüşmeden hemen önce ona hamileymiş, ruhu karanlık ruha dönüştüğü anda Larut' a hamileymiş yani yarı insan olduğu kadar yarı karanlık ruh. Onun için normal insanlardan daha güçlü yanları var. "dediğinde anında bu olayı hazmetmeye çalışıyordum ama çok kolay olacak değildi.

 

" Peki meşru yoldan Larut 'a hamile kalmadı dedin. Nasıl başardı onu? "diyince Ahrar vın kolları çözüldü ve ellerini üzerine oturduğu küçük komidine yaslayıp yavaşça bana doğru yaklaştı bir sır verir edasıyla başını eğip bakışlarını bana dikmiş bir şekilde konuştu. O sırada gerilen bedenim onun kaslı pazularına kaydı. Çıplak teni gözlerimin önündeydi. Damarları belirginleşmişti. Kolları gerilmiş ve aldığı nefes yüzümde sıcak bir meltem etkisi yaratıyordu.

 

Aklım tamamen bana karşı gelip duruyordu. Çok yakınımda olması ayrı bir uyuşturuyordu zihnimi.

 

"Meşru çünkü Ahlas beyin annesinin bedenine sızıp onunla bir olmuş. Larut onun ruhuna tohum olarak düştü. Sonradan bir bedene kavuştu. Yani tamda kardeşi sayılmaz sanki." diyerek hepten aklımın karışmasını ve dumura uğramamı sağladı. Lacivert harelerinde olan o ifade ne çok bu halimden memnuniyet duyduğunu yansıtıyordu. Hoşuna mı gitti böyle şapşal şapşal bakmam? Anında yavaşça geriye çekilip aramıza mesafe açtım. Tabii bu yaptığım anında kaşlarının çatılmasına sebebiyet verdi.

 

"Anladım. Neyse bu konular beni ilgilendirmez asıl merak ettiğim neden Larut Eslia 'ya yardım ettiği için bir ceza almadı ve şu an korunuyor? Asper elçileri onu kendi himayesi altında tutmasının altında yatan sebebi öğrenmek istiyorum." dedim neden böyle saçma sapan bir karar alınmış diye merakla beklerken.

 

" Aslında çok basit bir şey sadece odaklanmadığın için kaçırdın sanırım. "diyerek aslında her şeyi söylediğini söyleyince sesli bir şekilde yutkundum.

 

Nasıl yani?

 

" Sırf yarısı karanlık ruhu yansıttığı için mi onu koruyorlar? Saçmalık! "dedim sinirle ve hâlâ bu saçma sapan kararın ne denli gereksiz olduğu fikrindeyim.

 

" Hayır onu öldürmek demek Larut 'un annesinin hedefi olmak demek. Annesi hâlâ yaşıyor. Ve sence oğlunu öldüren birine dünyaya dar etmez mi? "dediğinde histerik bir şekilde güldüm.

 

" Asıl o annesi onun yaptığı şeylerin bir bedeli olduğunu nasıl kabullenmez. Larut ölümü de cezayı da çoktan hak etti. Ve bunun için kimseye herhangi bir şey yapamaz! "diyerek olduğum yerden yavaşça kalkıp, onun yanından ayrıldım.

 

Hah! Birde sanki masummuş gibi korunması mı gerekiyor! Kaç kişinin ölümüne sebebiyet verdi o pislik adam! Ölümü gecikti bile!

Kapıya doğru yaklaşan adımlarımla tam kapının kulpunu tutup açacağım anda birden hızla bileğimden tutuldum ve hızla arkama doğru çekildim. Sonrasında belimde bir el hissettim. Ahrar 'ın belimdeki eli beni kendine çekti ve yüzlerimiz karşı karşıya kaldı.

 

Ani dönüşümün sebebiyle göğsüm hızla inip kalkıyor, sıcak nefesim Ahrar' ın dudaklarına doğru usulca bir yol alıyordu. Bakışları yüzümün her noktasını talan edip duruyordu. Hâlâ bileğimde bulunan sol eli ince bileğimi tutmaktaydı. Sonra yavaş yavaş bileğimi usulca okşadı.

 

"İnandının ne denli bir şey olduğunu biliyorum. Sakın kendine zarar verecek bir şey yapma. Larut 'tan uzak dur." diyince emir veren sesini duymam iyice sinirlenmemi sağladı.

 

"Larut' u mu koruyorsun?" dedim sorgulayan bir sesle ama Ahrar bu sorumu es geçti ve bana sana inanmıyorum dercesine baktı.

 

"Larut 'un canı cehenneme ben seninle ilgileniyorum. Eğer onlardan sana bir zarar gelirse ikisini de mahvederim. Bunu yapacağımı o ikisi de çok iyi biliyor." dediği anda sesindeki o tehditkar ve kararlılık bir an yumuşacık olmamı sağladı. Ama son anda kendimi toparladım.

 

" Hani annesi bir karanlık ruhtu? Tehlikeli değil mi? Beni onun için uyarmıyor musun? Bu tehlike seni ürkütmüyor mu? "dediğim anda birden Ahrar 'ın dudaklarından küçük bir kahkaha döküldü ve bu büyülenmiş gibi ona bakmamı sağladı.

 

" Hadi ama güzelim sen beni daha tanımıyorsun. Neler yapacağımı, seni üzenleri, canını yakanları ne hale getireceğimi bir bilsen bunları dile getirmezdin. Ama sorun değil beni böyle tehlikesiz bilmen hoşuma gidiyor." dedi ve belimdeki elini daha çok bastırıp beni göğsüne doğru çekti.

 

" Seni şu an çok feci öpmek istiyorum ama senden alacağım tepki korkutuyor beni. "dediği anda bu sefer sesli bir kıkırtı benim dudaklarımdan döküldü. Anında bunu kaçırmamak için dikkatli bir şekilde bana bakmaya başladı.

 

" Sen gel onca şeyden çekilme ama benim vereceğim tepki sana engel olsun. O kadar da korkusuz değilmişsiniz Ahrar bey. "diye oyunbaz bir sesle konuşup onunla alay edince Ahrar sadece bana yoğun hareleriyle pür dikkat bakmaya devam etti. Hareleri öyle derin bakıyordu ki sanki gözlerimin arkasında olan biteni tüm ilkleriyle bilmek istiyor, bana karışıp benimle bir bütün olmak istiyordu.

 

"Haklısın benim mutluluğumda korkumda sensin. Diğer her şey boş verilecek türden. Bu arada hiç çok güzel güldüğünü ve bunun beni ölüme ittiğini söylemiş miydim?" diyince anında kolları arasından çıkıp geriye doğru geri geri gitmeye başladım.

 

"Hayır demedin." dedim ve önüme dönüp hızla olduğum yeri terk ettim. Ve kimsenin olmadığı koridorda sessizce ilerledim. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi değil hayat bulmuş gibi düzenli ve güvenle atıp duruyordu. İşte bu en çok yaralayan şeydi beni.

 

Bazen hiç o şeyler yaşanmamış gibi geliyor ama sonra birden kalbim kırık bir ritimle her anı günyüzüne çıkarıp beni gerçeğe çekip duruyor.

 

Şu an belki sahte ya da ben gerçek gibi hissediyorum ama keşke yalan olmasa ve ben hep onun kollarında yaşam bulsam ve o hep düşündüğüm kişi olsa. Ama hiçbir şey öyle değil. Ve olmayacakta. Bu ise beni çok yaralıyor.

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

Gökyüzü kucak açtığı yıldızları bir bir yeryüzüne bırakıyordu. Ve yeryüzü tamamen yıldızların cesetleriyle dolup taşıyordu.

 

Gökyüzü huzuru yavaşça yok ediyordu. Kasvet yeryüzünde bir rüzgar gibi esip geçiyordu.

 

Gökyüzü ölümü sunuyordu. Yaşamın ne denli zor olduğunu tüm evrene gösterip duruyordu.

 

Gökyüzü beni çağırıyordu. Yok olmak için. Yok etmek için. Ses kulak vermemek elde değil ki. Uğultulu bir ses zihnimde yankılanıp duruyordu. Bir iblis misali öldürme arzusunu zihnime fısıldayarak bunu icrata dökmemi istiyordu.

 

Ona istediğini verecek miyim? Emin değilim.

 

Kaçıp kurtulmak istediğim her şeyin pat diye içerisinde buluveriyordum kendimi. Birden hiç planda yokken başka koşuşturmacalar içerisinde sürüklenip duruyordum. Ahrar 'ın yanından kırık kalbimin varlığıyla ayrılıp kendimi dışarıya atmıştım. Birazdan hava aydınlanır ve her şey gün ışığında kendini gösterirdi. Ve görmek istediğim gerçekleri tüm çıplaklığıyla görmüş olurdum.

 

Kuelden ayrıldığım gibi yasaklı alana doğru ilerlemiştim. Burası kulenin her iki yanında bulunan şelalenin at kısmıydı. Neden buraya kimse gitmemeliydi anlamış değilim? Acaba Larut 'un varlığı yüzünden miydi bu yasak yoksa daha önceden olan bir olay yüzünden mi buna karar vermişlerdi? Bilinmezlik...

 

Güneş yavaşça doğmaya başlamıştı bile. Ama nedense kavurucu bir sıcaklık anında baş göstermişti. Normalde hava serin oldurdu bu saatlerde ama burada öyle değildi. Bu şimdiden zorluk çekeceğim anlamına geliyordu.

 

Kuleden ayrılınca sanki bir dağdan aşağı inercesine yüksek bir alandan aşağı iniyor, adımlarıma dikkat ederek ilerliyordum. Burada yabani otlar, yabani bitkiler çok fazla vardı. Neyse ki daha önceden kendim için kalkan oluşturdum da hiçbir şekilde onlardan bana küçük bile olsa bir zarar gelmemişti.

 

Büyük kocaman kayalıklara tutuna tutuna aşağı iniyor, büyük ağaç dalları üstünden bazende altından geçerek bu vahşi ormanda ilerliyordum. Buradaki ben çok fazlaydı. İnsan bu boğucu havada çok zor duruyordu. Kaç kere soluklanmak adına durmuş sonrasında kana kana su içtikten sonra yola kaldığım yerden devam etmiştim.

 

Nereye gitmem gerekiyor onu bilmiyorum çünkü onun enerjisini hissetmiyorum ama ondan bu alanda bir ize rastlayacağımı biliyorum. Çünkü hissediyorum. O burada. Başka bir yerde olamazda. Sessizliği istiyorsa ve kimseyle muhatap olmak istemiyorsa muhakkak burada bir yaşam kurmuş olmalı.

 

Devasa ağaç köklerinden yeşermiş ağaç yapraklarının altından geçe geçe ilerlerken artık sıcaktan ve nemden sırılsıklamdım. Giymiş olduğum elbise tamamen üzerime bir ikinci bir deri gibi yapışmış haldeydi. Neyse birkaç dakika sonra bu üzerimdekileri değiştirip daha rahat bir şey giyer sonrasında yola devam ederdim.

 

Nerdeyse ormanda adım atacak yer yoktu. Her yer ağaç dalları, kökleri ve yabani bitkiler tarafından ele geçirilmişti. Tepede olan güneşse çok yardımcı oluyordu bana. Gerçekten kim burada yaşamak ister ki? Aklını kaçırmış biri ancak burayı yaşam alanı olarak görür. Daha fazla bu sıcaklığa dayanacak değilim. Anında birden üzerimdeki kıyafetleri değiştirip hızla kalkanın içinde soğuk hava esintisi yaratacak bir rüzgar oluşturdum. Güçlerimi yerli yersiz kullanmak istemiyorum ama daha fazla bu sıcaklığa dayanacağımı sanmıyorum.

 

Sonunda rahatlamış bir şekilde ilerlemeye devam edince bir düzlük alana çıktığımı son anda fark ettim. Vay be demek bu yabani otların bulunmadığı bir alan varmış!

 

İşime gelir bu. Anında olduğum yerden hareket edip düzlük alana tam adım atacağım birden bir ses duyunca hemen önümde bulanan büyük ağaç yaprağının arkasına saklandım. Kimse yoktu ama sesi duymuştum.

 

" Margar! Hemen buraya gel seni kaçık!" diye çatallı ama bir o kadar da yorgun bir ses duymuştum. Ses birkaç metre ileride bir ağaçtan gelmişti.

 

Ağaç ev miydi o? Dışarıdan hiçte içerisinde biri varmış gibi durmuyordu. Acaba bir büyüyle saklı mı tutuluyordu?

 

Oraya gitmeden bunu bilemem. Hem Margar dediği şeyde neydi merak ettim. Normal bir şey olmayacağını biliyordum. Yavaşça olduğum yerden harekete geçip sesin geldiği alana kadar ilerledim. O sırada da etrafımı kolaçan etmeyi ihmal etmedim. Ne olur ne olmaz her an her şey beklenirdi bu adamdan.

 

Sonunda adımlarım beni ağacın önüne getirdiği anda birkaç adım atıp ağaca elimi yaslayacakken birden bir kalkandan içeri geçtiğimi anladım. Nasıl yani dışarıdan ağaç gibi duran şey aslında bir kulübe miydi? Arkama baktığım anda hiçbir sorun yoktu. Ama önüme dönen bakışlarım iki katlı bir kulübe gördü. Kulübenin kapısı açık vaziyette duruyordu.

 

Geniş ama eskimiş pencereleri açıktı. İçerideki perdeler dışarıya doğru uçuşup duruyordu. Her ne kadar kapı aralık olsada içerisini görmüyordum. Birkaç adım öne atarak elimi kapıya yaslayıp yavaşça içeriye doğru süzüldüm. Olabildiğince sessiz olmaya dikkat ediyordum. Kapıyı aralayıp içeri girdiğimde kapının ses çıkarmamasına sevinmiştim. İçeriden sesler gelip duruyordu.

 

Hım varlığımı ya daha fark etmemişti ya da bu onun bir taktiği olabilirdi. İçeriye girince beni ahşap zemini çatlamış bir kısa ama geniş bir giriş karşıladı. Sağımda duran kapı aralık vaziyette olduğu için oranın mutfak olduğunu anladım.

 

Tam çaprazımda bulunan kapı açık olduğu için orasının küçük bir oda olduğunu anladım. Yukarı çıkan merdivenlere bakışlarım kaydı. Zemin çatlak ve eski olduğu için ses çıkarmam kaçınılmazdı. Bunu önlemek adına yavaşça kendime yerde ilerlemek adına görünmez bir zemin oluşturdum ve onun üzerine basa basa ilerlemeye başladım.

 

Eh güzel bir çözümdü. Yavaşça merdivenlerin başına varınca aynı görünmez zemin benim basamaklarıda çıkmamda yardımcı oldu. Sonunda ikinci kata ulaştım ve sesin geldiği yöne bedenimi çevirdim. Kapı çok az aralık olduğu için içeriyi tam görmedim . İçeriden bir şeylerin alınması sonra tekrar yerine bırakılma sesi duydum.

 

Bakalım bu Larut neyin nesi. Yavaşça ayağımın altında bulunan görünmez zeminle sesin geldiği kapıya kadar ilerleyip kapının dibinde durup içeriye girmek için an kolladım. İlk önce omzumu kapının pervazına yaslayıp ayağımın ucuyla kapıyı öne doğru iletedim. Kapı açılır açılmaz anında konuştum.

 

"Ben buraya geldiğim için kardeşinizi görememişsiniz. "diye konuştuğum ilk anda sessizliğin içerisinde birden ortaya çıkan sese doğru bakışları kaydı ve beni gördü. Hemen araladığım kapının ardından içeri girdim." Ne güzel değil mi heyecanlanla görmek istediğiniz kardeşiniz hayatta. "diyerek iğneleyici bir ifadeyle konuşmuş ve içeriye girdiğim gibi kısaca onu üsten incelemiştim.

 

Oysa benim varlığımı bir anda görmesinden dolayı büyük bir şaşkınlık yaşamış, uğraştığı işi yarım bırakarak bana öylece bakmıştı. Ah buraya geleceğimi hiç mi tahmin etmedi? Birkaç dakika öylece bana baktıktan sonra kendini son anda toplamıştı. Ve hızla bakışları benden uzağa giderek etrafa bakıp durmuştu. Ama biliyorum ki sadece bakmak adına bunları yapıyordu. Zihni, ruhu ve bedeni benim varlığımla meşguldü şu an.

 

"Bakışlarınızı kaçırıyorsunuz. Neden? Yaptığınız şeyden ötürü mü? Yoksa başka bir sebebi mi var?" dediğimde son anda eline alacağı kitabı raftan almayarak söylediğim şeyden hemen sonra bana baktı. Gerilmiş hatta öyle bir rahatsız olmuştu ki buradan bir an önce çıkıp gitmek istediğini anladım. Varlığımı görmeyi hiç mi hiç beklemiyordu öyle mi? Ama burdayım. Ve şu an gitmeye hiç niyetim yok. Ben yokmuşum gibi davranmaya devam etti. Söylediğim hiçbir şeye bir tepki veya bir cevap vermedi.

 

"Susuyor olmanız psikolojik baskıdan mı? Varlığım sizi huzursuz mu etti? Çünkü sizin yüzünüzden neler olduğunu açıkça biliyorsunuz ." dedim ve olduğum yerden yavaşça ayrılıp gözüme kestirdiğim boş bir sandalyeye doğru ilerledim ve oraya oturup olduğum yerde bacaklarımı üst üste atıp rahat bir tavırla ona bakmaya devam ettim. Bu rahat tavrım onu daha çok dumura soktu. Ne yapmamı bekliyordu? Bağırıp çağırmamı mı yoksa burayı darmaduman etmemi mi? Sıra belki ona da gelirdi.

 

"Ben -" diye konuşmak üzereyken anında tıkandı. Kendini konuşmak için birkaç kere daha zorladı ama bunu başaramadı. Ve tekrar susmayı tercih etti. Eh bende hemen söze atılıp bir şey diyeceğini beklemiyordum zaten. Biraz teşviğe ihtiyacı var. Ama sorun değil onuda yapalım.

 

"Siz ne?" dedim sakin ama bu ses tonumun altında yatan sinir ve öfkeyle konuşup. "Siz bir katilsiniz . İster dolaylı yoldan ister doğrudan olsun. Bir katilsiniz. Siz Aron ve kardeşimin katilinden birisiniz büyücü Larut. Ya da katil Larut bey mi demeliyim? Siz seçin. " diye tamamladım cümlemi. İsmini zikrettiğim anda nefretle ismine baskı yapmış ve gözlerinde küçük titreşimler oluşmasını sağlamıştım.

 

"Siz lanet bir aşk için iki canın son bulmasını sağladınız. Siz tam bir korkaksınız. Siz katilsiniz . Anladınız mı? Sakın beni burada onlardan sanmayın. Ben sizi asla Esila 'nın kurbanı olarak görmüyorum. Siz onun ortağısınız. Bugüne kadar sizi aramadım çünkü ilk işim ortağınızın sonunu getirmekti. Ama siz şu an karşıma çıktınız . Ve kendinizi önüme attınız . Siz söyleyin size şu an ne yapmam gerekir? "der demez sesli bir şekilde yutkunduğunu ve o an elinde olan kitabı sımsıkı parmaklarıyla sıktığını gördüm. Ne o üzülüyor muydu? Neden inanasım gelmiyor? Neden ona bakınca sadece nefret hissiyle dolup taşıyorum? Şu an onu neden tüm benliğiyle yok etmek istiyorum? O suskunluğuna sığınıp durmuşken benim susmaya niyetim yoktu.

 

"Ahlas bey sizi koruyor ama hata yapıyor. Siz ölümü çoktan hak ediyorsunuz. Şu ana kadar yaşamanız bana ve Süreyya hanıma hakaret. Ölmeniz lazımdı. Hemde çok önceden . "dedim hiddetle. Soluklarım hızlanmış gözlerim avının hiçbir anını kaçırmak istemeyen bir avcı gibi ona kitlenmişti. Sözlerim onu tesiri altına almıştı. Her cümlem ona büyük bir darbe indirmiş. Tüm konuşma cesaretini parça parça yok etmişti. Öyleki bakışları ve başı yerden asla kalkamaz hale gelmişti. Hah üzülüyor muydu? Buna bile hakkı yok.

 

Olduğum yerden yavaşça kalkıp ona doğru adım attım . Ayağa kalkmam onun saliselik bir zaman diliminde bana bakmasını sağladı. Tam yanındaki masaya doğru yaklaşınca yavaşça masada bulunan eşyalara parmak uçlarım dokundu. Önümde duran tuhaf aletlere bakıp duruken aylar öncesinden de Tarsis Kralı 'yla yaptığım konuşma zihnime düşmüştü. Nasıl hisstemişti onunla bir araya geleceğimi? Tecrübe mi demeliyim yoksa kader mi bunu sağladı?

 

"Size çok sevdiğim değer verdiğim birinden bir mesajım var. Öngörüleri kuvvetli biri olmalı ki sizinle bir araya geleceğimden emin olduğu için bu cümleleri aylar öncesinden zikretti. Duymak ister misiniz? Keza istemezseniz bile söyleyeceğim yani vereceğiniz yanıtla ilgilenmiyorum. "dedim ve elime aldığım küçük bir cam hazneye baktım. Sonra zihnimde kendine yer edinmiş sözleri dile getirdim.

 

'Dönüşü olmayan bir yola girdin. Pişman olmadığın belli ama ya pişmanlığın şimdi başlayacaksa? Ya onunla olan bir konuşma yaptığında bu olacaksa? Biliyorsun ki onu uyandıracak kişi yakınlarda. Bu sefer korkaklık yapacak mısın?'

 

"Bunları söyleyen kim biliyor musunuz? Tarsis Kralı." der demez elinde bulunan kitap düştü. Ah korkmuş muydu? Hayret geldiğimden bu yana farklı bir tavrı sergilemesi hoşuma gitti. Ondan korkuyor muydu?" Durun daha devamı da var. Onu hemen söylemem lazım." dedim ve geri kalan tek cümlelik sözü de aktardım.

 

'Ve benimle konuşmasını iste herhangi bir yerde onun istediği bir yere geleceğim. '

 

Bunu der demez bakışları anında yerden çekildi ve hızla bana baktı. Harelerine korku öyle bir yerleşti ki onu istese de söküp atamadı. Beni görünce şaşırmış ama bu cümleleri duyunca neden korkmuştu?

 

"Ne o korktunuz mu? Tarsis Kralı sizi çok mu korkutuyor? Onunla bir araya gelecek cesaretiniz var mı? Bence yok onun için asırlardır saklanmıyor musunuz?" dedim onu kışkırtmak ve üzerine giderek konuşturmak için. Ama konuşamadı. Tam tersini yaparak olduğu yerden harekete geçip burayı terk etmeye hazırlandı. Tam yerinden ayrılacakken anında saf düşüncelerimi dile getirdim.

 

"Ölüm sizi nasıl bulmadı? Ben şunu anlamıyorum vicdan azabı hiç mi çekmediniz ? Ben bile sebep olmadığım halde benden dolayı Esila yüzünden öldürülen onca insan için hep kendime kızmışken. Siz nasıl olurda hiç bunun kahrını çekmeyerek bugüne kadar geldiniz ? Gelmeyi başardınız ?" dedim ve anında elimin altında duran boş şişeyi hiddetle ittim ve yere düşmesini sağladım. Sonrasında arkamı dönüp biraz ileride olan kazanın kaynadığı yere ilerledim. Bence birkaç dokunuş yapılması lazım ben tarafından.

 

Ve kaynamakta olan kazanın içinde olan karışıma baktım. Ben kendi kendime odada turlarken Larut sessizce beni izliyordu. Ne yaptığımı anlamaya mı çalışıyordu kendince?

 

"Susmaya devam ediyorsun hâlâ!" dedim ve yavaşça kazanın içerisine gezerken gözüme kestirdiğim birkaç farklı bitkiyi masanın yüzeyinden almış ve kazana doğru ilerlemiştim.

 

Birkaç dakika önce bulduğum malzemeleri yavaşça kazana ekledim. Sonrasında az önce fark ettiğim ve onun için önemli olduğunu düşündüğüm çiçeğe bu karışımın dökülmesi için büyü gücümü kullandım. Kazan olduğu yerden havada süzüle süzüle oraya doğru gitti ve çiçeğin olduğu saksıya boydan boya döküldü karışım. Bakışlarımı ona çevirdim. İfadesiz bir şekilde bitkiye bakıyordu. Ah duygularını iyi saklayan bir oyuncu. Ne ala!

 

"Senin için değerli olduğunu biliyorum. Çünkü bunu Eslia için üretmiştin. Ne aşk ama büyüleyici duruyor dışarıdan bakılınca." dedim ve kollarımı göğsümde kavuşturup hülyalı hülyalı konuşmaya başladım. "Yıllardır onu uzaktan uzağa seviyorsunuz. Hâlâ bile ona karşı bile hisleriniz var. Onu hâlâ bekliyor musunuz? Ama o çoktan sizi unutmuş bile. Siz buna rağmen onu sonsuz bir sevgiyle seviyorsunuz. Gözlerim yaşardı bu duruma gerçekten!" dedim ve kollarımı iki yana açıp etrafımı gösterdim.

 

"Bu bataklık gibi olan yerde bile hâlâ onu düşünüyorsunuz. Vay canına! Fakat Esila maalesef size o kadar sadık değil! Yani demem o ki siz onun için bir kukladan başka bir şey değildiniz . Ne yazık size ama !" dedim onun bu haline acır gibi bir edayla. Ama hiçte üzülüyor değilim o da bunun farkındaydı zaten. Çünkü sözlerimin altında yatan alayı çoktan sezdi.

 

"Nefretini anlıyorum." diyince Larut o an kahkaha attım. Geçekten birde bana teselli cümleleri mi kuracaktı? Ve hayret konuşmaya başladı paşamız sonunda onu konuşturmak için doğru yolu buldum desenize.

 

"Nefret mi? Sana karşı olan hislerim ve düşüncelerimin yanında az kalır nefret! Şu an gözlerimin önünde can vermeni ne çok isterdim." dedim dişlerimin arasında ona iğrenç bir şeymiş gibi bakarken.

 

Bu çıkışımı beklemediği için kaşları çatılmış ama hemen sonrasında tekrar eski düz halini almıştı. Ne o ona süslü cümleler ya da naif cümleler kurmamı mı bekliyordu? O zaman çok beklerdi! Arkamı dönüp sakin kalmak için kendime kısa bir süre tanıdım. Sakin kalıp dediklerimi diyerek buradan gitmek istiyorum. Meselem onunla değil sadece bazı şeyleri söylemek istediğim için buradayım.

 

" Peki sana herhangi bir şey demeyeceğim. Sadece konuş ve içini dök. Çünkü belli ki buraya nefretini kusmaya gelmişsin "dediğinde bu haline başımı iki yana sallayarak cevap verdim.

 

" Ne dersem diyeyim senin için bir şey ifade etmeyecek olduğunu bildiğim için kendimi yormayacağım. Ama bende şunu merak ediyorum neden geldin? Onca zaman yoktun şimdi neden geldin? "dedim ve yönümü ona çevirdim.

 

Soruma cevap vermedi. Sadece öylesine bana baktı. Ve sessizce olduğu yerde dikilmeye devam etti. O konuşmayınca aklıma gelen bir diğer cümleyi dile getirdim.

 

" Yalnız gitmeden önce son kez şunu söylemek istiyorum. Bu iğrenç mekanında bir başına sizi kahreden düşüncelerinle geberip gideceksiniz. Zavallının tekisiniz. Ve öyle de hep kalacaksınız . "dedim

 

" Ben alışığım bu tür sözlere ve bu yaşamı ben tercih ettim. "dediğinde anında kahkaha attım. Kahkaha atmamı beklememiş olmasından dolayı kaşları yavaşça yukarı doğru kavislendi.

 

" Tercih mi? Pek sanmıyorum. Siz yalnızlığa itildiğiniz için bu yaşama hapsoldunuz. Hadi kendinizi yıllarca kandırdınız ama beni kandırmayın bari. Siz tamamen bu hayata mahkum edildiniz. Ve kaçışınız olmadığı için bu hayatı kabul ettiniz. Bu yalanlarla kendinizi kandırmanız sizin acizliğiniz. "dedim ve hemen çaprazımda olan kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açıp dışarı çıktım.

 

Şimdi o tercih ettiği yalnızlığında boğulup kalabilirdi. Ama çıkmadan önce ona küçük bir sürpriz yaptım. Anında odada çıktıktan sonra bir anda patlama sesi duyuldu. Her şey parçalara ayrılmıştı.

 

Odada bulunan rafların üstünde duran tüm cam şişeler, küçük bir büyü yardımıyla oldukları yerde çat diye kırılmış ve etrafta saçılmıştı. Tüm çarpma sesleri ve yere düşme sesleri ben aşağı inene kadar kulağıma ulaşmıştı. İyi bir büyücü ise hemen o küçük patlamadan kendini kurtaracaktı. Değilse de bedeninde küçük kesiklerle bir müddet sıkıntı yaşayacaktı.

 

Biraz da olsa yapmam gereken şeyi yaptığım için mental olarak bir rahatlama yaşamıştım.

 

Loading...
0%