@kumsallardagezen12
|
『 Gözlerimin gördüğü tek şey ihanetlerin bedenimde bıraktığı izlerdi. 』
Daha fazla acıya gerek yoktu olanına bile dayanamıyordum ki. Hâlâ tazeliğini koruyan acılarım beni öyle bir ıstırapla sarmalıyordu ki nefes almak bile ölümü görmek gibiydi.
Sesler vardı." Kaç!" diyen. "Arkana bile bakma ve kurtul!" diyen sesler.
Duyuyordum ama verilen emre itaat edemiyor, öylece olduğum yerde darbelerin bana ulaşmasını bekliyordum.
Ve acılarım iyileşmeden ben onlara alışamadan bedenim ve ruhum yeni sızılara misafir oluyordu.
Karanlığın bile ulaşamayacağı yerlere gitmek isterdim. Öyle bir yer var mı? Yok gibi geliyor nedense.
Karanlık yakardı. Karanlık yok ederdi. Karanlık seni senden alacak kadar sana cinnet geçirirdi. Karanlık en büyük korkuyu sunardı.
Peki ben neyden korkuyordum? Karanlıktan mı? Ölümden mi? Acıdan mı?
Hiçbiri....
Çünkü hepsini deneyimlemiştim.
Zihnim yaşadıklarından sonra pata küte devrildi. Önce ölüme tanıklık etti; Kollarım arasındaki bir ölüm ... Sonra en büyük acıyı hissettim; Ölüm benden kaynaklanmıştı... Sonra ihaneti tattım ; sadece boynumdaki kolyenin varlığı yüzünden olan bir ihanet.
Beni inanışlarım öldürdü.
Beni inanışlarım acıya alıştırdı.
Beni inanışlarım kahretti.
Beni inanışlarım ruhsuz bir insana çevirdi.
Beni inanışlarım sessizliğe alıştırdı.
Bana inanışlarım ihaneti yaşattırdı.
Bana inanışlarım intikam almayı fısıldadı.
Buz kesilmiş ruhlarımız güneş ışığı altında ısınmayacak kadar soğuğa maruz kaldı.
Buz kesilmiş ruhlarımız sevgiyi hissetmeyecek kadar ondan öteye savruldu.
Buz kesilmiş ruhlarımız tüm hislerinden yavaşça arındı.
Buz kesilmiş ruhlarımız tamamen yaşamdan koparıldı.
Yok olduk. Yok olmaya itildik. Yaşam zorluklarla doludur. Ve bu zorluklara karşı mücadele içerisinde olmak veya olmamak ise bizlerin elinde. Ya başından pes edersin ya sonuna kadar ilerlesin ya da tam ortasında yaşama elveda edersin.
Seçim senin ellerinde. Acıyı da sen seçersin mutlu olmayı da. Nasıl mı? Her anın kıymetini anlamayı ya da her anın içerisinde kendine küçük mutluluklar çıkarmaya çalışarak.
Zor olan aslında zoru başarmak değildir.
Zor olan o adımı atmayı başarmaktır.
Yoruldum. Şu andan itibaren. Ama bu yorgunluk gelip geçici. Sadece biraz sessizliğe ihtiyacım var. Onu elde ettikten sonra tekrar kaldığım yerden devam edeceğim savaşmaya, çabalamaya ve mücadele etmeye...
Sınırlar... Sınırlar koyup duruyorduk. Kendimize karşı . Çevremizdekilere karşı . Hayallerimize karşı . Yaşamımıza ve ölümlere karşı.
Peki bu sınırlar ne kadar güvenli ya da ne kadar önemli? Bilinmezlik. Bunu yaşamın sonunda anlayacağız gibime geliyor.
Sınırlar koydum bana zarar verenlere karşı ama onları aşıp durmak için çabalayıp duruyorlar. Esila gibi. Dani gibi.
Sınırlar koydum bana ihanet edene karşı. Direniyor bu koyduğum sınıra karşı. Güçlü hamlelerle bu sınırı aşmak istiyor
Ahrar... Her defasında daha büyük hamlelerle bu sınırı aşıp önce kalbime sonra ruhuma sızmak istiyor. En sonunda ise bedenime. Ama bunca hamleleri geri savurmak için çok çabaladım çok direndim. Bu sonuna kadar devam edecekte. Ahrar bana ve koyduğum sınırlara ulaşamayacak. Bunu umuyorum her daim. Diğer türlü bu sınırı aşarsa bir kere daha mahvolurum.
Eğer sonsuzluğa açılan bir yaşam varsa orada daima acının gölgesi hüküm sürecek. Çünkü insanların olduğu yerde muhakkak acıda vardır.
Sonsuzluğa açılan bir yaşam yerine hiç darbe almayacağım ve kendi zihnimin sessizliğinde ölümü beklemeyi isterim. Ve yanımda kimseyi istemem. Anılarım bana yeterince uzun bir gürültüyü sunacaktır.
Hava kararmak üzere. Larut 'un yanından geldiğim gibi hemen kendimi burada kalmam için hazırlanmış odama atmıştım. Onu görmek bana ne hissettirdi diye soracak olursanız şunu söylemek isterim. Bir kere daha amacımın gerçek olması için bir neden gördüm. Çünkü Esila' ya hâlâ aşık ve onun için bir kere yine bir yıkımı başlatacak kadar gözünü karartacaktır.
O asla pişman değil. Neyden mi? Sevdiği kadına yardım ettiği için. Ne için pişman? Yaptıkları birçok ölüme sebebiyet verdi. Buna sevdiği kadının bedenin ölümüde dahil. Başka şartlar altında bu amacı değişkenlik göstersin istediği aşikar.
Larut sevdiği kadın için her şeyi yapacak biri.
Buna bu zaman dilimi de dahil. Belki de hâlâ ona yardım ediyor. Bunu bilemeyiz ki.
Ama şundan eminim ki onunla konuştuğum anda Esila ismini zikrettiğim anda gözlerine öyle bir özlem yer edindi ki sanki asırlardır onu hiç görmemiş gibi bana baktı.
Ya çok iyi numara yapıyordu ya da gerçekti.
Eğer onu görmemişse asırlardır neden Esila hiç onun zihnine sızıp ondan yardım istemedi? Bunda bir gariplik var ama ne? Yavaşça pencerenin önünden çekilip yatağıma doğru ilerledim. Biraz uyumak ve dinlemek istiyorum.
Güneş ışıkları çoktan odamı aydınlığa kavuşturmuştu. Zihnim hâlâ enkazların altındaki ağırlığın sızısını hissediyordu. Üzerimdeki örtüyü kenara iterek yavaşça olduğum yerden doğrulmaya çalıştım. Göz kapaklarımı açmakta zorlanıyordum. Hâlâ uykumun olması garip. Çok az uyumuş olmalıydım o halde. Ayaklarımı yataktan çıkarıp sıcak zeminle buluşturduktan sonra ayağa kalkıp odada bulunan banyoya ilerledim. Banyodaki işim bitince direk üzerimi değiştirip odada fazla oyalanmadan ayrılmıştım. Nedense garip bir açlık yaşıyordum ve biran önce yemek yiyerek doymak istiyorum.
Buranın havası mı suyu mu beni bu hale getirdi acaba? Bulunduğum katta bulunan merdivenlerden yönelip hızla basamakları inmiş ve dün yemek yenilen yemek salonuna geçmiştim. Acaba o kadını bugün görecek miydim? Ahrar acaba dünkü olayları öğrenmiş miydi? Veya Süreyya hanım dünkü yüzleşmeden haberdar mıydı? Aklımda binlerce soru gelip gidiyordu. Sonunda yemek salonuna ulaştığım anda aralık olan kapıdan bir çalışan çıkmış ve beni görür görmez anında selam vererek olduğu yerden ayrılmıştı.
Bende onun aralık bıraktığı kapıdan tam içeri gireceğim anda birden içeriden Süreyya hanımın hoşnutsuz sesini duydum. Hayırdır ne olmuştu? Benden kaynaklı mı acaba diye düşünürken içeriye girdim ve hızla bakışlarımı daha düne kadar yer masası olan ama şimdi bildiğimiz bir geniş daire şeklinde olan yemek masasıyla karşı karşıya kaldık. En tuhaf olanı ise masada büyük bir gerginlik vardı. Bunun sebebi ise masanın en başında duran kişiden dolayıydı. Yavaşça olduğum yerden ilerlerken sonunda beni masadakiler fark edince ifadesiz bir yüzle masaya doğru ilerledim.
Ama o anda Dennis 'in işte şimdi kıyamet kopacak diyişini duydum. Kıyamet kopacaktı ama şimdi mi daha sonra mı bilmiyorum. Masadaki dört kişi çok gergindi Süreyya hanım, Turul bey, Ahlas bey ve Ahrar. Hepsi diken üstündeymiş gibi bir halleri vardı. Vay be o kadar mı korkutucu duruyordum? Bu işime gelir. Yavaşça bakışlarımı masanın başında sessizce duran kişiye çevirdim.
"Demek ki bataklığınızdan çıkmaya cesaret etmişsiniz. Sizin için küçük bir cesaret göstergesi olsa da benim açımdan gereksiz bir gösteri." diye alay ve küçümseme içeren bir sesle konuşunca anında masadaki bakışları beni buldu. Herhangi bir şey demedi. Sadece bakmakla yetindi.
Hepsi bu dediklerimden sonra şaşkın bir şekilde bana bakmış ve Larut 'u nereden tanıdığımı anlamaya çalışmıştı.
Olduğum yerden yavaşça boş olan bir sandalyeye doğru geçerken konuşmamın devamını getirdim.
"O bataklığınızdan çıkmak için illa benim sizinle konuşmamı mı beklediniz? Yazık o kadar mı kimseyle asırlardır hiç konuşmadınız? Acıdım doğrusu ama size değil sizinle şu an burada bulunan kişilere. Çünkü size maruz kalıp duracaklar." demiş ve hemen sandalyeye oturur oturmaz anında önümde duran boş tabağa bir şeyler doldurmaya başladım. Gerçekten çok acıkmıştım.
Yavaşça Dennis 'in benim için doldurup durduğu çay bardağından birkaç yudum içtikten sonra hâlâ masada sessizce ve bir o kadar da şaşkınlıkla beni izleyip duranları umursamadan tekrar konuşmaya devam ettim. Tabii o sırada bir şeyler yemeyi de ihmal etmedim.
"Yasak aşkınız nasıllar?" der demez anında yanımda çay içmekte olan Dennis anında içtiği çayı sertçe püskürtürerek söylediklerime olan şaşkınlığını yansıttı. Keza diğerleride dediğim şeyden sonra ya çaylarını içmeyi yarıda kesmişti ya da öylece gözleri Larut ve ben arasında gelip gitmişti.
Dennis masada bulunan peçeteyi dudaklarına değdirip bakışlarını bana çevirdiği anda ona çok normal bir andaymışız gibi gülümsedim. Dennis bu halime daha çok ne yapmaya çalışıyorsun dercesine bakarak karşılık verdi.
Şimdilik sadece taslak oluşturdum. Daha asıl konuya gelemedim bile.
"Emira -" diyen Süreyya hanımın sesini duyunca anında ona baktım. "Nereden biliyorsun?" diyince ellerimi tabağın her iki yanına bırakıp, yavaşça geriye yaslanarak Süreyya hanımın sorduğu soruya cevap verdim.
"İşaretleri takip ettim. Ve sonunda öğrendim. Aslında merak ettiğim hâlâ ne yüzle bizimle aynı masada olduğu?" dedim ve sonra sanki unuttuğum bir şeyi daha yeni hatırlamış gibi yaparak şunları söyledim.
"Ah unutmuşum!" dedim ve yavaşça bakışlarımı Larut 'a kaydırdım. "Onun ne denli yüzsüz ve gurursuz olduğunu. Malum onca şeye rağmen iki kadının kardeşinin katili olduğu halde onlarla aynı masaya oturuyor." der demez anında bakışlarımı Ahlas beye çevirdim. "Sizde mi genetik bu kadar gurursuz olmak yoksa bu sadece meşru kardeşinize mi özgü?" dediğim anda bu cümleyi anında çaprazımda olan Turul bey kısık ama gerginliğin yaratmış olduğu sesle küçük bir kıkırtıyla dediklerime tepki vermişti. Hiç oralı olmadan tekrar bakışlarımı Ahlas beye çevirdim. Sessizce bana bakmaya devam edince cevap vermeyeceğini anladım.
Bende başka bir yöne baktım. Larut 'a
Bu olan Larut 'un masada duran elinin yumruk olmasına sebebiyet verdi.
"Ah gaddar büyücümüzü çok mu kızdırdım?" dedim sahte bir üzüntüyle. "Yoksa bana da mı zarar vermek istiyorsunuz? Aklınızdaki ölüm nasıl bir şey merak ettim? Siz beni pek bilemezsiniz ama gösterişli sonlar hep dikkatimi çekmiştir. Benim için planladığınız sonu çok merak ettim doğrusu." diyerek olabildiğince en üst seviyeye taşıdım küçümseyici ifademi ve sözlerimi.
Ben çok üstüne gitmeye devam ederken birden Ahlas bey uyarı niteliğinde öksürünce sadece bu haline ifadesizce bakmaya başladım.
" Utanıyor musunuz? "diye sorunca anında Ahlas bey ilk neyi kast ettiğimi anlamadı ama sonradan kimden bahsettiğimi anlayınca hemen göz ucuyla masanın başında sessizce oturmaya devam eden Larut 'a baktı. Soruma cevap verecek değildi bunu zaten biliyorum. Öylesine sorup onu kızdırmak için yapmıştım.
Az da olsa karnımı doyurmuştum. Yavaşça masadan kalkıp ayaklandığım anda yemek salonunu terk etmeden hemen önce şunları söyledim.
"Herkes bakınca ne olduğunu görebiliyor. Pişman değilsiniz bu çok açık ama bari biraz saygı gösterip ölümüne sebebiyet verdiğiniz kişilerin aileleriyle aynı masada oturmaya cüret etmeyin. Pek anlamazsınız ama size şöyle açıklayayım Ahlas beyi öldüren biriyle aynı masada oturur muydunuz?"der demez birden yere çevrilmiş bakışları bana çevrildi ve şüpheyle bana bakmaya başladı. Bunu söylediğim gibi yapıp yapmayacağımı tartmak istedi. Ben o değildim aslında ben kimse değilim.
" Yani rahat kişiliğiniz nedense buna evet cevabını vereceğinizi gösteriyor. Ama şunu da unutmayın bir hesap kesilecekse onu bu hesabın asıl zannına uygularım sevdikleri kişilere değil." demiş ve olduğum ortamı anında açmış olduğum portalla terk etmiştim.
Arkamda nasıl bir enkaz bıraktığımı çok iyi biliyordum.
𓆩 ༺☆༻ 𓆪
Bir çığlık gibi zihinlere düşmüş günahtım sanki burada. Her bela her sorun benim varlığıma çıkıyor, orada her şeyin ucu bana bağlanıyordu.
Yemek salonunu terk ettikten sonra kulenin dışında bulunan gür ve korkutucu şelalelerin arka kısmına geçmiştim. Önümde şiddetli akan sular ve ondan bana ulaşan zemine ve suya çarpma sesleri ulaşıyordu. Burası çoğu kişinin kafa dinlemek için geldiği yerdi. Şansa geldiğim anda hiçbir kişi yoktu. Bende bu fırsatı kaçırmadan buraya geldiğim gibi kendim için küçük huzur bulacağım bir an yaratmıştım.
Elimde bir kalem ve dizlerimin üstüne duran boş bir kağıt parçası.
Zihnimi en güzel bu şekilde huzura kavuşturabilirdim. Bir şeyleri kağıda aktararak bu sayede kafamı dağıtacak ve olduğum andan soyutlanarak küçükte olsa bu olduğum zamanı terk edecektim.
Bazen kaçmak iyi gelirdi ama bazen. Çünkü buna ben dahil herkesin ihtiyacı olurdu.
Çoğu zaman kaçmak korkaklıktır ama doğru anda kendini soyutlamak için yaptığın kaçış sadece bir limanda dinlenmek ve sonrasında yola devam etmekten başka bir şey değildir.
Neredeyse yarım saat belki daha fazla bir zaman diliminde çizim yaptım. Beni gerçeğe çeken anında zihnimi dolduran Ölü Ruh oldu.
"Bir gün beni de çizer misin Prenses?" diye sorunca anında cevap verdim.
"Karşılığında ne alacağım?" diye pazarlığa girişince anında onun gür kahkahası zihnimde yankılanıp durdu.
"Ah seni küçük çıkarcı. Ne istersen verebilirim." diyince hiç itiraz etmeden anında ona karşı çıkacağım ve onun sinir olacağı sözü zikrettim.
"Ah Ölü Ruh kendini sıradan bir ölümlü insana mı çizdirmek istiyor? Belki de resminin yanında Dani veya Ahrar 'ı da eklerim. Ne dersin." diye onu sinir edecek şekilde konuştum.
"Seni şakacı şey! O iki sıradan kişi benim yüce varlığımın yanında ne işi var! Ben onlar gibi değilim küçük Prenses."
Ölü Ruh konuştuktan sonra ona cevap veremedim çünkü birden bulunduğum küçük mağaraya birden Larut gelmişti.
Burada ne arıyor bu adam? Masada onca laf işitti bu ona yetmedi de daha fazlası için mi geldi?
Larut yavaş adımlarla bana doğru gelirken olduğum yerden kalkıp ayakta dikilip onun bana yaklaşmasını bekledim. Birkaç adım sonrasında karşıma gelmiş ve ilk an sessizce beni izlemişti.
Ne yapmaya çalışıyordu?
"Neden buraya geldin? Yoksa beni takip mi ettiriyorsun?" dedim mesafeli bir sesle.
"Hayır." dedi bir çırpıda. Tamam o halde niyeti ne bunun?
"Ne istiyorsun o halde?" dediğim anda Larut birden tam önümde bir şey belirmesini sağladı. Anında yavaşça netlik kazanan şeye baktığım anda gördüğüm şey bir küçük defterdi.
Ne yapacağım bunu ki? Ben sorgulamayınca Larut anında meraklı halimi görünce cevap verdi.
" Bu benim güçlü büyülerimin olduğu defter. Her şey burada saklı. İznim olmadan kimse burada yazılı olan hiçbir şeyi okuyamaz." diyince anında yani bu ne işime yarayacak dercesine bakmış ve anlayacağım şekilde bir açıklama yapmasını beklemiştim.
"Burada yazılı olan her büyü çok önemli ve ender büyüler. Çoğu büyücü bunu kimseye öyle kolay kolay vermez. Çünkü kötü amaçlar için kullanılmasının önüne geçmek ister. Bende onun için sana vermek istiyorum. Güvendiğin birine bunu ilerki zamanda verebilirsin ya da kendin için bunu kullanabilirsin. "dedi ve havada süzülmeye devam eden defteri istekle almamı bekledi.
Bir iş mi çeviriyor bu?
Kararsız halimi görünce ondan ve verdiği şeyden şüphe ettiğimi gördü.
" Hiçbir risk yok. Sana zarar verme amacında değilim. Sana bunu vermemin sebebi senin bu defteri hak ettiği yerde tutacağını bilmemden dolayı."dediğinde anında bakışlarımı deftere çevirdim.
" Bana o kadar güveniyorsun yani. "diye imada bulununca sessizce olduğu yerde dikildi.
" Almayacak mısınız? "diyince anında alacağım dedim ve hemen defteri önce kolyenin gücüyle anında herhangi bir risk taşıyıp taşımadığına baktım.
Hatta bunun için Ölü Ruh 'tan da yardım aldım. Sonunda bir sıkıntı olmadığını anlayınca defteri anında kolyeyle muhafaza ettikten sonra birkaç adım geriye çekildim ve Larut' a baktım.
"Neden bunu vermek istedin? Bir şey biliyor olmalısın ki bu defteri bana sundun." dediğim anda Larut 'un bir şey demesini bekledim ama sessizce arkasını dönüp hızla buradan uzaklaştı.
Arkasından seslensem bile geriye asla dönüp bakmadı ve öylece beni burada soru işaretleri içerisinde bırakıp gitti.
Larut gittikten sonra bende daha fazla burada durmadan geri dönmüştüm. Sonrasında Süreyya hanım birkaç gün sonra geleceğini söylemişti bende geleneğe kalmayarak Avcılar Krallığı 'dan ayrılmış ve Moritanya Kulesi' ne geri dönmüştüm. Dönmüştüm dönmesine ama aklımda binlerce soru işareti var olmuştu. Çünkü hâlâ Larut 'un gerçek niyetini çok merak etmiştim.
İstesem de öğrenmeyecek olduğumu da biliyordum.
Kuleye gelince kısa bir süre dinlenmiş sonrasında yapmam gereken onca iş için sabahın erken saatlerinde ayağa dikilmiş ve üçüncü taşı almak için çalışmalara başlamıştım.
𓆩 ༺☆༻ 𓆪
Hayali bir dünya içerisinde sıkışıp kaldığımı hissettiğim anlar çok olmuştu. Bu anlar içerisinde kendimi gerçeğe döndürmek için çok çabalamıştım.
Bazen bunu başarmış bazense o hayali dünyada kaldığımı oraya hapsedildiğimi düşünmüştüm.
Bir düştü aslında bana göre bu hayat. Bir düşüştü buraya kadar sürüklenmem. Bir düşünceydi bu hayatı bu anı düşlemek.
Gelip giden bir rüzgar esintisi gibi saplanıp kaldım buraya. Ne geri gidebildim ne de ileri.
Canım çok yanmıştı. Canımı çok iyi yakmışlardı.
Kandırılmıştım en hassas noktamdan.
Yaralanmıştım öldüğünü sandığım yerden.
Susturulmuştum bir daha konuşmamak üzere.
Çok fazla değişime maruz bırakılmıştım.
Ama hepsine karşı teke tek mücadele etmeyi bir an olsun asla bırakılmıştım.
Çünkü artık hiçbir koşulda kaybetmek istemiyorum kaybetmeye tahammülüm kalmamıştı.
Kahvaltıya bugün erken indiğim için kimse yoktu yemekhanede. Tek tük çalışanlar vardı gidip gelen. Onlar dışındaki herkes hâlâ uyuyor olmalıydı. Daha uyanmaları için erkendi.
Kahvaltımı ettikten sonra yemekhaneden ayrıldığım gibi Moritanya Kalesi'ne geçmiştim. Sessiz ve kimsenin bakışlarının üzerimde olamayacağı tek yer burasıydı. Burada rahatça çalışmalarımı sürdürebilecektim. Kolyenin gücüyle muhafaza ettiğim not defterimi ortaya çıkartıp, başladım şimdi gitmemiz gereken yeri netleştirmeye.
Aslında seçim yaparken hem bulunduğu krallığı ve ortamın uygunluğuna dikkat ediyorum. Bu sayede herhangi bir sorunu en aza indirmiş oluyordum. Aklımda iki yer vardı ve birini seçmek için şartları göz önünde bulundurmam lazımdı.
Ben kendi kendime düşünürken birden pat diye kapı açılıp içeriye Victoria girince yavaşça geriye yaslanıp bana doğru ilerlemesini bekledim. Toplantı odasına gelmiştim. Burada daha rahat çalışırım diye burayı tercih etmiştim.
Victoria 'ya dikkatle baktığım anda morali bozuk olduğu gözler önündeydi.
"Ne oldu?" dediğim sırada yanımda bulunan sandalyeyi çekip oturdu. Dalgın hali yavaştan endişe kırıntılarının bedenime sızmasını sağladı. Neyi vardı tam olarak? Kötü bir şey mi oldu acaba Asper Krallığı 'nda? Yoksa normal bir yorgunluk muydu?
İlk an cevap vermedi hatta vereceğini bile düşünmedim. Ama sonrasında dalgın bakışları boşlukta asılı dururken soruma cevap verdi.
"Yoruldum." dediğinde bunu öyle bir dile döküp vardığında onu rahatsız eden şeyi tek bir kelimeye sığdırırken. Ama daha çok bunu bakışlarında rahatça yansıtabildi. Çünkü bazen hisleri kelimelere dökmek yetersiz kalırdı. Ama bakışları bunu kolayca yansıtırdı.
" Neyden?" dediğimde az çok vereceği cevabı biliyordum.
"Bilmem belki de her şeyden ya da bazı şeylerden olabilir." dedi umursamaz bir şekilde artık bunun nedenini bile bilmek onun için önemli değildi sadece o şeyden uzak durmak istediğini görebiliyorum.
Bakışlarında bir sis bulutu gibi gölgelenmiş geçmiş ve geleceğin ona sunduğu duygular ve bunun ondaki izleri vardı. Yılların vermiş olduğu yorgunluk ya da vermediği şeylerin peşinde koşmanın yorgunluğu.
"Pes mi etmek istiyorsun?" diyince bilmem dercesine omzunu silkti.
"Victoria çoğu kez pes edip geriye dönmek istedim. Ama bunu hiç yapamadım. Çünkü içimde bir şey bunu engelledi. Belki de nasıl dönülür bilemedim bundan kaynaklı olabilir. Ama şunu biliyorum ki pes edip geriye dönseydim boşlukta gibi hissederdim . Çünkü hep bir yanım yapsaydım ne olurdu derdi. Onun için pes etmek yerine küçük soluklanacağım dinlenme alanları oluşturdum. Böylelikle biraz da olsa dayanak oldu bu bana. Belki de sende bunu yapmalısın. "diyerek onun bu durumunun olağan olduğunu belli ettim.
" Bilmiyorum ki. Zaten Asper Krallığı 'nda yaptığım şey yüzünden de kendime sinirliyim. "dediğinde neyi kast ettiğini sorunca başladı anlatmaya." Bir mahkeme anında bir şekilde evet demem gerektiği halde toplantı öncesinde elçiler oyumu evet olarak kullanmam gerektiğini söyledi. Sırf onların isteği gerçek olup yeni kararların önünü kesmek için bende nedense kıramadım ve onların istediğini yaptım. Ama yaptığım şeyden hiç memnun kalmadım. "dediğinde ona yorgunca gülümsedim.
" Hayır demesini bilmelisin bu bazı gerçekleşecek olayların önünü keser Victoria. Bunu sakın unutma. Senden bir şey mi istendi sen buna karşıysan sakın illa üst mertebe diye onu dinleme ve içinde geldiği gibi yap ne yapacaksan. "dedim gerçekçi bir ifadeyle. Bu bildiğim yaşadığım bir deneyimdi. Çünkü insanların istediği şekle girersen bir daha o şekilde soyutlanmak imkansız hale gelir.
" Ben bilmiyorum bir anda onu kıramadım. Ve bunun için pişmanım da. "dedi hâlâ yaptığı şeyden bir yandan pişman olurken bir yandan da ondan istenen şeyi yapmanın düşüncesi vardı.
" Ben senin yerinde olsaydım asla bunu yapamazdım. "dediğim anda bakışları beni buldu. Sanki olsaydım kesinlikle yapardın diye bakıp duruyordu.
" Çok emin konuşuyorsun. Sana şunu söylemek istiyorum ki benim hayat felsefem şu asla asla demeyeceksin Çünkü birden onu yaparken buluyor insan kendini. "dediğinde anında bu cümlesine alaylı bir üslupla cevap verdim.
" Benim hayat felsefem ise asla kelimesini dilinden katiyen düşürmemelisin. Bu seni bazı sınırların dışına çıkmanı engeller güzel arkadaşım. "dediğim anda Victoria sen iflah olmazsın bakışlarıyla bana baktı.
Sonra kısa bir süre sohbet etmiş sonrasında konu gideceğimiz krallığa gelince sessizleşmiştim. Çünkü daha hâlâ karar vermediğimi söylemiş ve biraz süre istemiştim.
Akşama doğru ancak her şeyi eksiksiz halletmiş, Varisler ve Dennis 'i çağırmıştım. Şimdi hepsi karşımda dururken ben önümdeki notları son kez kontrol ediyordum.
"Prenses bu sefer hangi cehenneme gidiyoruz?" diye sorunca Dehri sakin ama yarı alaylı bir şekilde bunu sorunca anında elimde duran kalemi yavaşça parmaklarım arasında döndürüp sorusuna cevap verdim.
"Dediğin gibi cehennem gidiyoruz konumu önemli mi? Sonuçta aynı şeyler var orada da." diye tek kaşımı kaldırıp muzır bir şekilde konuşunca onu bozmam bir tık onun egosunu zedelemiş olabilirim. Dehri kısık homurtular çıkarsa da pek üzerine düşmedim.
"Bu sefer yine başka bedenlerde mi olacağız?" diye önceden ne olacağını merak eden Kavi 'yi geciktirmeden cevapladım.
"Bunu şartlar ve koşullar belirleyecek." dedim. Her an ne olacak bilemezdim. O an belki bu gerekli olabilirdi.
"Peki asıl soruyu sormak istiyorum bunu kimse sormadığına göre bana düştü." diyince Victoria o an tüm bakışları üzerine çekti. "Her şey planladığın bir şekilde mi ilerleyecek yoksa bazı olağan üstü şeyler olabilir mi?" diye olabilecek herhangi bir ihtimali göze alıp onun için bir plan yapıp yapmadığımız soruyordu.
"Aslında pek bir plan doğrultusunda ilerleyecek değiliz. Bu gittiğimiz yerde herhangi bir kutlama ne de başka bir şey var. Daha çok sessiz sakin bir yer burası. Sadece bir an hariç. İşte bizde o an içerisinde hareket ederek taşı almaya koyulacağız." demiş ve hemen sonra gideceğimiz yeri söylemeye koyulmuştum.
" Sigilat Krallığı'na gideceğiz ve orada ölüm taşını alacağız. Ben size detaylı biliyi vereceğim hem krallık hakkında hemde taş hakkında. "der demez anında Enfal yavaşça dirseğini masaya yaslayıp yavaşça bedenini eğip bana dikmiş olduğu bakışları arasında konuştu.
" O yer hakkında tek bildiğim şey kutsal bir ağaca sahip olmaları. O ağaç için canlarını bile vermeye hazır olacak kadar ona tapıyor olmaları. Çünkü-" demiş ve sonrasında tam devam edecekken yanında bulunan Nehar lafa girmişti.
"Çünkü inançlarına göre o kutsal ağaç onlara sonsuz bir yaşam sunuyor. Hem kendilerine hemde atalarına. Ama ağaç sadece 5 asırdır var. Ama buna rağmen bu ağacın aslında tanrıdan gelen bir armağan olduğunu düşünüyorlar. Bana göre normal bir ağaç. Ona fazla anlam yüklüyorlar."diye ağacın ne kadar basit ve sıradan diğer ağaçlardan bir farkı olmadığını söylemişti.
" En tuhafı o ağaca her yıl defalarca kez kurban sunmaları. "der demez Kavi anında bu bilgiyi ondan yeni öğrenmiştim. Ben bunu nasıl kaçırdım ki?
" Bildiğimiz kurban değil mi? İnsan ruhu mu? "diye teyit etmesini isterken başını evet anlamında salladı.
Bunların da şu kurban sunma olayları bitmiyor ki! Her yerde bir kurban sunuluyor.
" Ama normal insan değil. Bir karanlık ruhun çocuğunu taşıyan kadınlar ve onun kanını taşıyan çocuklar sunulur. Yani burada bile bir ayrım var. Ağaç her ruhu istemiyor. Güçlü veya farklı bir ruhu arıyor kurban olarak. Benim duyumlarım bu şekilde." diye detay verince Kavi başımı anladım dercesine salladım.
" Yani yine tuhaf bir yere gideceğiz diyorsun. "demiş ve sonrasında taş hakkında bilgi vermeye başladım.
" Sigilat krallığında bulunan taş ölüm taşı. "dedim ve önümde duran küçük not defterinin sayfasını çevirip önümde duran küçük sayfada yazılanları seslice okudum.
" Bu taş ruhu yok olmakta olan bedenleri yeniden diriltir. Yani ölüm o bedeni bulduğu anda bu taşı kullanarak o kişiye yeniden yaşam verebilirsiniz." dediğim anda hemen Dehri birden söze atıldı.
"Diyelim ki Esila bu taşı aldı almasına ama sonuçta onun bedeni çoktan öldü. Ruhu ise ölümle burun buruna. Yani ruhunu eski haline döndürmek istedi diyelim bedeni yok. Yeni bir beden arayışında mı olacak? Çok zor bir şey değil mi bu?" diyince masadakiler onu onaylayan mırıltılar çıkardı.
" Belki bu taşı başka bir şey için kullanacak. Başka bir niyeti vardır olamaz mı? "dedi Dehri 'nin sözlerinin üzerine Victoria.
" Ne gibi bir şey? "diye Victoria' nın dediklerini daha açık bir dayanak sunmasını istedi Dennis.
" Bilemiyorum ki. Her şeyi bekleyeceğim bir kadın var karşımda. "dediğinde anında Nehar hemen yanında duran Victoria 'yı onaylayan bir işaret yaptı.
" Tamam bunu düşünmek bize bir şey kazandırmaz. Önemli olan bizim ne istediğimiz ve taşı ondan önce almamız. Daha Esila belki de taşların yerini arıyor olabilir ya da bizim yaptığımız şeyden haberdar ama buna rağmen hiçbir şey yapmıyor da olabilir. Dani ne yaptığımızı az çok biliyor olmalı. Belki de Esila 'ya bunu söylemiş olabilir veya bunun fırsatını kolluyor da olabilir. Onun için elimizi çabuk tutup taşları hemen oldukları yerden alarak güvende olacağı yerlere bırakmamız gerek. "diyerek onları iki durum konusunda bilgilendirdim.
Beni hepsi onaylayınca devam ettim taş hakkında bilgi vermeye.
" Bu taş ruhun bedene geri dönmesini sağlar. Ve o ruhun bir ölümsüz ruh olmasını sağlayacak güçte. " dedim ve devam ettim." Bir ruhun diğer ruha yaşam arz etmesiyle taş kullanılır tüm kapıların birleştiği yerdir Araf, Ruh köprüsü ve ölü bedenlerin bulunduğu yeri birbirine bağlar. "dedim ve anladığım şeyi aktarmaya çalıştım.
" Bu taşı kullanarak Esila belki birini geri döndürecektir. "dediğim anda bir kaos zihnime düştü. Acaba bu taşı kullanıp Dani 'yi geri getirebilir mi? Belki de başında beri onun yanında olan kişi Dani olabilirdi. Onun zihnime sızmasını sağlayan o olabilir miydi?
"Kimi döndürecek ki? Yasak aşkı yaşıyor." diyince Dennis o anda birden dudaklarımdan dökülen cümle bomba etkisi yarattı.
"Müttefiki her kimse." dedim gözlerimde kopan fırtınalarla. Dani büyük bir nefret besliyordu bana ve kolye sahiplerine amacı beni yok etmekti. Esila 'da bunu istiyordu. Neden bunun için bir ortalık olmasın ki?
Zihnime düşmüş olan bu düşünce bir zelzele değil yıkımı sunuyordu. Ve bu yıkım hiç o kadar sessizce olmayacak gibiydi.
"Bu olabilir mi?" dedi Victoria bakışlarımda ne görmüşse Dani' yi kast ettiğimi anlamıştı.
Bilmiyorum dercesine baktım ona. Çünkü emin olamadım bende.
"Tamam bu ihtimalleri düşünüp işimizi aksatmayalım." dedim ve bilgileri aktarmaya devam ettim. "Karanlık ruhların yaşadığı Tenebrisler diyarında olan ruhlarla iletişim kuruduğu gibi onları yönetebilir." demiş ve geriye kalanları okumaya gerek duymamıştım zaten bu kadarı yeterliydi. Ya da ben devam edemedim. Çünkü düşündüklerim beni germişti.
Olduğum yerden birkaç saniye her şeyi tam anlamıyla anlamak için ayrılmıştım. Çünkü buna ihtiyacım vardı. Notları alırken hiç bu yönden düşünmemiştim. Ama şimdi ihtimaller zihnime ağırlık yapıyordu. Toplantı odasını terk edip hemen koridorun sonunda olan terasa çıkan kapıya ulaşmış ve hemen kendimi dışarıya atıp ihtimallerin ağırlığı altında düşünce boşluğuna hapsedilmiştim. Yaşam belirtisi sanki benim için o an yok olmuştu.
"Prenses." diye Ölü Ruh bana seslendiği anda kendimi toparlayıp bakışlarımda varlığını ilan eden endişeyi silip attım.
"Evet?"dedim ve devam etmesini bekledim.
" Niçin bu kadar endişeli duruyorsun? Bir ihtimal mi seni bu hale getirdi? "diyerek hafif kızan bir ifadeyle konuşunca asıl korkumun ne olduğunu anlamadığını fark ettim.
" İhtimal umurumda değil. Sadece eğer düşündüğüm şey doğru çıkarsa büyük bir savaş kapıda demektir ve ben kimse zarar görsün istemiyorum. Sadece ben ve Esila arısından başlayan bir şey olarak kalacağını umuyordum. Bu sayede kimse zarar görmeyecek. Ama diğer türlü zarar görmeleri kaçınılmaz olur. "dediğim an gözlerimin önüne gelen görüntüler irkilmeme sebebiyet verdi.
Dani eğer istediğini alırsa ne kadar ileri gidebilirdi tahmin bile edemiyorum. Çünkü amacı için kan dökmek onun için sorun olmaz. Ama benim için olur.
" Belki de bir savaş kapıda diyelim. Ne olacak?" diyince aslında kendimi her şeye hazırlamamı ve cesurca hareket etmemi istediğini anladım.
"Ölümler olacak. Buna sebebiyet vereceğim, bunu istemiyorum." dedim başımı eğip derin bir nefes alıp gözlerimi yumarken.
" O halde geri dön ve şu taşları hepsini almak için acele et. Çünkü tüm taşları alman senin için bir adım önde olmak demek. Ve Esila için başka çareler aramak demektir bu. "diyerek kara kara düşünmek yerine bir şeyler yapmamı baskıyla söyleyince peki dedim. Sonrasında eğdiğim başımı kaldırıp yavaşça kendimi toparlamaya başladım.
Pes etmeyecektim. Asla pes etmeyerek istediğim şeyi gerçek kılacak ve o ikisini sonsuza kadar yok edecektim. İkisi de bunu kendisi istemişti.
"Gözlerinde gördüğüm korkuyu sevemedim. Ben sende cesarete ve küstahça konuşmana alışığım. Ve bu hep böyle olsun." diyince Ölü Ruh o an dudaklarıma içten bir tebessüm yerleştirip şunları fısıldadım.
"Varlığın için teşekkür ederim."
Bunları dedikten sonra hemen geri toplantı odasına dönmüş ve bizimkilerle kalan kısımlar hakkında konuşmaya başlamıştık.
𓆩 ༺☆༻ 𓆪
Bitip gitmeyen hislere mahkum oluyoruz. Onların bir tutsağı olarak günleri devirip duruyorduk. Hislerimiz bizi hatalar yapmaya sevk ediyor, hayatları mahvetmemize sebebiyet veriyordu.
Hislerin yok edici gücü gözle görülür değildi ama yaşamda izleri anlaşılırdı.
Bir tutsak olmayı hiçbir zaman kabul etmezdim. Ne duygularıma ne nesnelere ne de kişilere. Çünkü bunun olması demek hür iradeni sistem dışı bırakman demekti.
Her anı her günü kendime göre yaşamayı hep sevmiştim ve sevmeye devam edeceğim. Çünkü biliyorum ki yarın belki bana hiç gelmeyecek ve bunu bildiğim halde neden çekincelerim olsun? Neden boyun eğip birine göre hayatımı yaşayacaktım? Ben hep kendimi bildim. Ve bu şekilde ilerledim bir adım öteye.
Yeryüzünde tüm aynaların önüne çıksam bana gösterecekleri tek şey ölü olan ruhumdur. Bedenimde çürümeye yüz tutmuş ve artık yok olmak isteyen ruhumdan kalan enkazlar... Ama bedenim bunu engelliyor. Sebebi ne? Belki de aynı anda yok olmak istemesi olabilir.
Yeryüzünde tüm aynaların önüne çıksam bana göstereceği şey sevginin özünü asla hissetmemiş olmam.
Aynalar ne farklı bir şey değil mi? Bir o kadar da gerçekçi. Size tüm her şeyinizi sunuyor ve siz bunu görebiliyorsun. Biraz ürkütücü yanıda yok diyemem. Çünkü size en savunmasız yanınıza da gösteriyordu.
Masanın etrafında bulunan dostlarım kendi aralarında konuşurken ben sakince onları dinliyordum.
"Bence birimiz önceden gidip oraya bir bakmalı ne dersin Emira?" diye kararı bana bırakınca Kavi anında sessizliği bozarak sorduğu soruya cevap verdim.
"Krallık hakkında bilgi edinip ona göre hareket etmek doğru olur ama şunu unutmayın birimiz tek başına gitse belki bir hata yaparak her şeyi mahvedebilir. Başına iş açabilir bunu göze alamam. Bunun için en makul olan şeyi yapacağım ve bunu ben halledeceğim. Siz son hazırlıkları yapın ve bu sefer yeni bir bahane sunarak birkaç gün için ailelerinize başka bir yerde olacağınızı söyleyin. Orada ne kadar kalacağımız muamma. "dedim sakin bir sesle.
Hepsi dikkatle bana bakıyor bu durgun halimi bir sebebe yormaya çalışıyordu ama hepsi ortak bir noktada buluşmayınca sakince oldukları yerde sessizce beklemeye devam ettiler.
" İstersen seninle ben gelebilirim Emira. "diye gelmek istediğini söyleyince Victoria ona hayır gerek yok demiş ve olduğum yerden kalkıp gideceğimi belli etmiştim.
Biraz tek kalıp kafamı topladıktan sonra bu işin çaresine bakacaktım.
Gece olana kadar kurak araziye gitmiştim. Orada sırtımı yaşlı ağaca dayamış ve zaman su gibi akıp giderken bit yandan düşünmüş bir yandan kafamı dinlemiştim. Sonunda gitmem gerektiğine kanaat getirince olduğum yerden ayrılıp, kuleye geri dönmüştüm. Döndüğüm gibi önce bir şeyler yemiş sonrasında bir duş aldıktan sonra biraz uyuyup, uykumu aldıktan sonra şu krallık hakkında daha detaylı bir bilgi edinmek için işe koyulacaktım.
Adım sesleri duyuyordum. Zihnimde yavaşça yankılanan adım sesleri. Uzaktan olduğum yere doğru gelen adım sesleri. Sert bir zemin üzerine yürüyen bu adım sesleri yavaş ve acelesizdi. Sanki zaten istediğini elde etmişti bunun için acele etmesi gerekmediğinin bilincindeydi.
Gözlerim açıktı ama herhangi bir şey göremiyorum. Nerede olduğumu kestiremiyorum. Bir esinti hissediyorum ama bu esinti üşütmüyor ve ürpertmiyordu. Saçlarımın uçlarının uçuşup durduğunu hissediyorum. Tenimde ılık bir rüzgar esintisi vardı.
Birden olduğum yer hafif sallanınca anında önüm görünür hale geldi. Ve bakışlarım anında bulunduğum yeri anlamak üzere yere çevrildi. Ve gözlerim o an yıkılmak üzere olan bir köprü üstünde olduğumu anladım. Bulunduğum köprü yıkılmak üzereydi. Korkuyla köprünün üstünde dururken tutunmak için bir şey aradım ama hiçbir şey bulamadım. Köprünün üzerinden geçerken tutunmak için herhangi bir şey yoktu.
Arkama çevirdiğim anda bakışlarımı bir anda arkamda köprünün ucunun çoktan yıkılmış olduğunu gördüm. Bense köprünün tam ortasında duruyordum. Nasıl hâlâ ayakta duruyordu o halde? Bakışlarımı önüme çevirince birden köprünün aşağısına baktığım anda orada yangından alevler gördüm. Ama sadece yangınlar yoktu orada yanan bedenler vardı. Ve o anda attıkları çığlıklar olduğum yüksekliğe kadar yankı yaparak ulaşıyordu.
"Korkuyor musun yoksa Prenses?" diye bir ses duyar duymaz anında başımı boşluktan çekip yukarı kaldırdığım gibi köprünün diğer ucunda duran Esila 'yı gördüm.
Işıltıyla parlayan kahverengi hareleri bana büyük bir keyif içerisinde bakıyor, bu halimden büyük bir zevk aldığını açıkça gösteriyordu. Köprünün ucunda hareket etmeden duruyordu. Demek ki duyduğum adım sesleri ona aitti. Kızıl saçları her iki yanına salınıp omuzlarından aşağı iniyordu. Üzerinde bulunan siyah, derin dekolteli elbisesiyle karşımda duruyordu.
Yüzünde her daim o sinsi gülümsemesi yer edinmişti.
"Burası neresi?" dedim sorusunu es geçerek.
"Araftan önceki son durak. Ruhunun bedeni terk ettiği yer. Rohaf sunakları. Burada ruh bedeni terk eder ve beden burada yanarak yok olur." dediği anda aşağıda can çekenlerin durumunu anlamış oldum.
"Bana bunu neden gösteriyorsun? Beni neye hazırlıyorsun Esila? Yapacağın katliamlara mı?" dedim ve şuh bir kahkaha attım. Gözlerimi kısarak ona tüm ciddiyetimle bakıp konuştum. "Böyle bir hayalin varsa şimdiden unut derim. Senin yıkımını göreceğim ve bundan büyük bir zevk alacağım kesin." dedim kendime emin bir sesle.
"Sadece küçük bir gösteriydi bu neden bunu bu kadar içselleştirdin ve bir katliam çıkaracağımı sandın? Emira amacım seni yok etmek neden halkıma zarar vereyim? Diğer türlü kim gücüme kavuştuktan sonra bana hizmet edecek. Kölelerime ihtiyacım var." diye acımasızca konuşunca bir kere daha yapacağım şeyin asla pişmanlığını yaşamayacak olduğumu anladım.
" Sen ve gücüne kavuşmak mı? Çok hayalperest olman seni mahvedecek bunu bilmiyorsun. "dedim ona acıyarak.
O kadar emin konuşuyordu ki sanki kolye onun olabilecekmiş gibi. Ben ölsem bile kolye sonraki sahibine kadar kendini himaye edecek ve Esila kolyenin sahibi asla olmayacak bunu biliyorum.
" Kolye hiçbir zaman seni sahibi olarak seçmedi seçmeyecekte. Sadece Aron istediği için güçlerini sana sundu. Kolyenin olduğum zamana kadar üç sahibi oldu. Yezra, Aron ve ben. Sen bu sırlama içerisinde değilsin olmadın da." dedim onu içerisinde olduğu yalan dünyasından çıkarmak için. Ama hiç bir etkisi olmadı ve bana o iğreti duran gülümsemesiyle bakmaya devam etti.
" Ah Emira o kadar aptalsın ki benim bu kolyenin sahibi olma sıralaması içerisinde olmamı umursayacak olduğumu sanıyorsun. Ben bunu önemsemiyorum ki sonuçta kolye benim olacak benim olmasını sağlayacağım ve onun gücüne daha çok güç katacağım sense bunu görmeyeceksin çünkü çoktan ölmüş olacaksın maalesef. "dedi ve köprü üzerinden yavaşça geriye doğru ilerledi.
" Gidiyor musun? "dediğim anda hayır dercesine başını salladı.
" Ben hiçbir zaman gitmedim sadece ortaya çıkmadım. Ama senin gideceğin gün çok yakında. Hatta şimdi bile sen gideceksin. "dedi ve olduğu yerde bana alay ve acıyarak bakmaya başladı.
O esnada tam tepede gök şiddetli bir şekilde gürledi. Ardından şimşek tamda benim olduğum alana şiddetle çarptı. Şimşek çaktığı anda üzerinde olduğum köprü gürültüyle sallanmaya ve yavaşça çatlayarak yıkılmaya başladı. Dengemi korumak adına ne kadar ayakta durmak için çabalasamda başarılı olamadım ve dengemi yitirip olduğum alandan boşluğa doğru hızla düştüm.
Düşerken istemsizce dudaklarımdan yüksek bir çığlık kopmuştu. Sonrasında hızla yere düşerken havada çırpınıyor, bir şekilde bir yere tutunmak için zaman kolluyordum ama etrafım koca bir boşluğun esareti altındaydı. Düşerken boşlukta Esila 'nın yüksek sesle konuşmasını duymuş ve ses kulaklarıma kadar ulaşmış sonrasında gözlerimi gerçeğe açmıştım. Bu bir rüyaydı değil mi?
"Ah küçük Emira hâlâ anlayamadın sana sadece müsemma gösterdim bu zamana kadar ama bundan sonra böyle bir şey olmayacak ve seni ebediyen ortadan kaldıracağım. Sonrasında kendi saltanatımı kuracağım ama sen bunu göremeyeceksin. Senden sonra sevdiğin herkese çok iyi bakacağımdan emin olabilirsin. Onlar çok güvenli kollarım arasında olacak. Ve senin varlığını tamamen herkese unutturarak onlara çok iyi bir iyilik yapmış olacağım. Sanki hiç var olmamış gibi olacaksın. Ve yaptığın onca şey unutulacak. Herkes her şeyi büsbütün unutacak. "
Uyandığımda gecenin geç saatleriydi. Gördüğüm şey zaten neredeyse aklımın binlerce soruyla boğuşmasını sağlamıştı. Esila az çok ne planladığını bana söylemişti. Hedefinde varlığımı yok etmenin yanında beni herkese unutturmakta vardı. Bunu ne zamandır düşündüğünü merak ettim.
Kendi düşüncelerim arasında çetin bir savaş verirken odadan çıkarak kendimi Yasaklı Kütüphane'ye atmıştım. Orada biraz şu krallık hakkında daha detaylı bilgi edinmek istiyordum.
Kütüphaneye varınca hemen koruma kalkanı etrafıma kurmuş ve Karanlık Sırlar kitabından öğrenmiş olduğum büyüyle şu Sigilat Krallığı'na küçük bir gezi yapmam lazım. Geziden kastım orada olan birinin anılarına sızarak en ince ayrıntısına kadar her şeyi öğrenmekti.
Yavaşça gözlerimi kapatıp büyü sözlerini yavaşça okumaya başladım.
"Zihin köprüleri gölgesine saklanmış anıların kadim gücü. Sun bana en masum ruhun en masum zihnini. Zihnindeki zincirleri kır, anıları bana sun! Saklı kalanlar gölgelerden arınsın ve istenilen şey kadim güce sunulsun. Anılar bir bir zihne kazınarak gerçekleri açığa çıkarsın. Tüm doğrular ortaya çıkarak yalanları yok etsin. Sesler sussun, zihinler görünür hale gelsin, anılar saklanmayı bıraksın. Ve her şey hükmünce gerçekleşsin. "
" O antigo poder das memórias escondido na sombra das pontes da mente. Apresente-me a mente mais inocente da alma mais inocente. Quebre as correntes da sua mente, apresente-me as memórias! Que aqueles que permanecem ocultos sejam purificados das sombras e o que se deseja seja apresentado ao antigo poder. Deixe as memórias serem gravadas na mente uma por uma e revelar a verdade. Que toda a verdade venha à tona e destrua as mentiras. Deixe as vozes silenciarem, deixe as mentes se tornarem visíveis, deixe as memórias pararem de se esconder. E deixe tudo acontecer de acordo com o seu julgamento. "
Büyü sözlerini bitirince anında sanki olduğum yerde bedenimi ruhum terk etmiş gibi hissettim. Sonrasında zihnim başka bir zihinle yer değiştirmiş gibi hissedince gözlerim hızla açıldı.
Gürültülü bir yerde olduğumu son anda fark edince anında bakışlarımı etrafıma çevirdim nerede olduğumu anlamak adına ve bu gürültülerin sebebini anlamak için. Her şey netliğe kavuşunca anında kendimi karanlık sisler içerisinde buldum. Bu normal sisten çok farklıydı. Bu sis sanki bazı şeyleri ört bas etmek için var gibiydi. Etrafımda birden fazla insanın yere çöküp oturduğunu ve aynı anda bir şeyler söylediğini duydum. Bir ağıt gibi geldi o an bana.
Çok içten ve duygu yüklüydü. Bakışlarımı yere çevirdiğim anda yerde bir su birikintisi vardı ama bu tüm yeri kapsıyordu bunu daha dikkatli bakınca fark ettim. Yavaşça elimi suya daldırıp yerde bulunan sıvı ne diye anlamaya çalıştığım anda elimdeki o tuhaf akışkan bunun su olmadığını bana açıkça gösterdi. Ne olduğunu metalik kokusu burnuma dolunca anladım.
Bu bir kandı hemde sıcaklığını hâlâ koruyan kan. Yer kan gölü haline gelmişti. Bakışlarım hemen yerden uzaklaştı ve biraz ilerideki hareketliliği buldu. Sonrasında gözlerim devasa bir ağaçla karşı karşıya kaldı. Ağaç öyle büyük ve öyle kalın bir gövdeye sahipti ki belki de onun bu büyüklüğü bu karanlığı yarattığı düşüncesine girdim. Nerdeyse on ağacın geniş gövde kalınlığında sahipti.
Yavaşça ilerlemeye çalıştığım anda birden ayaklarım yumuşak kıvrımlı bir şeye basınca neye bastığımı anlamaya çalıştım. Ve ayağımla yoklayınca bunun bir ağaç kökleri olduğunu fark etmem geç olmadı. Ama bu ağaç kökleri ince ve kısa değildi. Nerdeyse bir insan kalınlığında bir köktü üzerine bastığım kök.
Ağacın kökleri yarısı yerin altında yarısıysa yerin üzerinde duruyordu.
Binlerce insan ağacın kökleri üzerinde oturmuş bir ağıt yakıp duruyordu. Ağıtın nakarat kısmına geldiklerinde ise yüksek sesle bunu zikredip neredeyse coşup duruyordular. Bazıları sertçe göğsünü, kollarını ve dizlerini dövüp duruyordu. Yavaşça insanların arısından geçip gitmeye başladım. Hızlı adımlarla boşluklardan geçip tam ağacın olduğu alana gitmek istiyordum.
Çünkü orada bir hareketlilik vardı ama bazı insanlar ayakta dikildiği için ne olduğunu görmüyordum. Sonunda insanların arasından sıyrılmayı başardığım anda hemen önümde dikilen kişileride geçtiğim anda birden gördüklerim çığlık atmamı sağladı. Anında elimle ağzımı örtüp hızla çığlığımı avucuma hapsettim.
Bu nasıl bir saçmalıktı? İğrenç bir görüntüyle karşı karşıyaydım. Tam on kişi ağacın dallarına asılmış halde duruyordu. Ve bir adam elinde bulunan bıçakla onların ölü bedenlerin boğazına derin bir kesik atıyor, akan kanın ağacın köklerine ulaşmasını sağlıyordu. Hepsi çoktan ölmüştü. Ama bedenleri hâlâ bir ayin için kullanılıyordu.
Ağacı hem insan ruhu hemde insan kanıyla mı besliyordu bu vicdansızlar?
İnanamıyorum!
Arkama dönüp baktığım anda birden insanlar hep bir anda ellerini yukarı kaldırıp dua etmeye ardından da hemen yere kapanıp öylece durmaya başlıkları anda gökyüzünde aniden ürkütücü şimşekler çakmaya ve gökten yağmur yağmaya başladı. Önce yavaş yavaş sonrasında şiddetini arttırarak yağmur yağmaya başladı.
Ama birden etrafa yaylan koku bir şeylerin tuhaflıklarla dolu olduğunu gösterdi. Tam ağacın dalları altında olduğum için yağmur damlaları üzerime yağmıyordu bunu geniş ağaç dalları engelliyordu. Birkaç adımda öne atıldım ve yavaşça elimi havaya kaldırıp yağmur damlasının avucuma damlamasına izin verdim. Ama daha yağmur damlası düşmeden aldığım koku beni gerçeğe uyandırdı.
Bu yağmur değildi. Bu kandı. Gökyüzünden kan yağıyordu.
Yer ve gök kana bulanmıştı.
Yer ve gök kan kokmuştu.
Yer ve gök katliam yaratmıştı.
Tüm insanlar öylece yere kapanmışken büsbütün kana bulanmış ve bundan asla rahatsızlık duymamışlardı.
Buradakiler tamamıyla kafayı sıyırmış olmalıydı. Bunun başka bir açıklaması olamazdı.
Bakışlarım biraz uzakta olan alana çevirdiğim anda orada bir aydınlık görür gibi oldum. Krallık orada mıydı? O zaman ağaç krallığın çok uzağında bulunuyordu. Yani gelişimiz çok az bir ihtimalle bilinirdi.
İşte bu güzel haber. Yavaşça gözlerimi kapattığım anda kendimi bulduğum zaman dilimi içerisinde bulmuştum.
Gördüklerim gerçekten bir vahşetti. Bir katliam yapıyorlardı ama bunu adak olarak görüp birde bunun için dua çağrısında bulunup duruyordular.
Gerçekten çoğu kişi kafayı yemişti bu kesindi.
Yavaşça zihnimdekileri unutmamak adına hemen bir sayfaya aktarmaya başladım. Hızlı bir şekilde önce ağacı sonra onun etrafında bulunan insanları bir bir boş kağıda çizmeye başladım.
Bu işin sonu nereye varacak bilmiyorum. Çünkü çok fazla tuhaflıklarla dolu yaşamlar görüyordum. Ve hepside iğrenç düşüncelere sahip insanlarla doluydu. Hepsi sadece bir amaç için çoğu şeyi feda etmekten asla ama asla kaçınmıyordu. İnsanlar ne kadar bencil olduklarını her yüzyılda göstermekten geri kalmıyordu.
Nereye gidersen git eğer gittiğin yerde bir insan varsa bil ki orada eninde sonunda bir yanlış var olacaktır. Ve sende bu yanlıştan nasibini alacaksın istesen de istemesen de. Kaçış bazen istesen de olmuyor. Bu elini kolunu bağlasa da bir şekilde karşı koymayı sağlamak zorundayız. Vicdanımız için bunu yapmalıyız.
𓆩 ༺☆༻ 𓆪
Gördüklerimden sonra gerçek ana geçince vakit kaybetmeden hemen Moritanya Kalesi'ne geçmiş ve Varislerle birlikte Dennis 'i acil kaleye çağırmıştım. Victoria' ya da hemen sonrasında haber vermiş ve alel acele buraya gelmesini istemiştim.
Toplantı odasında bir o yana bir bu yana gelip giderken biran önce hemen onların gelmesini bekliyordum. Çok hızlı bir şekilde o kutsal ağacın olduğu alana gitmeli ve hemen oradan taşı almalıydık. Acele etmemin sebebi yaptığım büyü bana geçmişi değil tamda bulunduğumuz anı göstermişti. Yani daha yeni o kurbanlar ölmüştü ve bu bizim için doğru bir zamandı. Ve bir an önce gidip kimse tekrar gelmeden o ölüm taşını almamız gerek.
Birkaç dakikayı devirmişken birden kapı açılınca anında yönüm kapıya doğru döndü. Hepsi telaşla içeriye geçerken anında onlara doğru adımladım.
"Emira ne oldu da bu kadar alel acele bizi buraya çağırdın?" diye endişe içinde olan Dennis konuşunca anında kimseyi daha fazla meraklandırmamak için olanı anlatmaya başladım.
"Hemen şimdi kutsal ağacın bulunduğu Sigilat krallığına gitmemiz lazım." dediğim anda Kavi bir adım öne çıkıp korkuyla konuştu.
"Taşın varlığından mı haberdar oldular?" diye sorunca hayır dercesine başımı iki yana salladım.
"O zaman taş başka yere mi geçecek?" diye bu seferde Dehri soru sorunca tekrar olumsuzca başımı iki yana salladım.
"Ne oldu anlat o halde?" dedi Victoria artık meraktan çatlarken.
"Aslında olay şu kutsal ağaç için daha yeni adak adandı." dedim ve tam devam edecekken sözümü kesti Enfal.
"Sen bunu nasıl öğrendin?" diye kuşku içinde sorarken anında bu benim yaptığım şey her neyse bunun merakını Victoria 'da paylaştı.
"Kötü bir şey yapmadın değil mi?" diyip vereceğim cevaptan ölesiye korkan Victoria' ya maalesef istediğini veremedim.
"Karanlık Sırlar kitabını kullanarak bir şekilde o yer hakkında bilgi edinmek istedim ama ban geçmişi değil de şu anı sundu. Bu geçmişe ziyaret edip anılardan bilgi edinmek için kullanılan bir büyüydü ama ben geçmişe gitmediğimi olaydan çıkınca anladım." diye onlara açıklama yapınca Victoria çılgına döndü.
" Bunu nasıl yaparsın! Emira o büyüleri kullanmak o kadar güvenli değil. "diye bana kızıp dururken tam konuşacakken anda ne söyleyeceğimi sanki bilirmiş gibi konuştu.
" Senin için bile zarar teşkil ediyor. Bunlara kalkışma bir daha kendine zarar vereceksin bu yüzden. Bunu istemiyorum bir daha sakın ama sakın bu büyüleri kullanma!" diye beni sert bir dille uyarınca sadece sustum. Kabul etmedim çünkü çok ihtiyacım olursa bunu yine yapardım.
O suskunluğumu evete yordu ama bu böyle değildi.
" Hadi zaman kaybetmeden bir an önce oraya gidelim ve şu taşı alalım. "dediğim anda hepsi olur anlamında kafalarını salladıktan sonra hepimiz aynı anda buradan aşağı inip geçiş için önceden yapmış olduğum alana doğru ilerledik.
Giriş katta bulunan duvara asılı devasa aynadan Sigilat Krallığı 'na geçiş yapıp o kutsal olarak gördükleri ağacın olduğu alana gidip taşı oradan sorunsuzca almamız lazım.
Zemin kata gelince hemen aynadan geçmek için portalı aktif hale getirdim. Ayna akışkan bir hal alınca hemen bizimkilerin geçmesini bekledim. Hepsi sırayla içerisinden geçip krallığa ulaşınca en son ben geçtim ve ardımdan portal kapandı.
Geçiş yaptığımız alana baktığım anda zifiri karanlık bir alanda olduğumuzu anlamam zor olmadı. Hele ki bu alan bir kurak araziyi andırırken. Büyük geniş bir arazi üzerinde bulunuyorduk. Ama buradan bile metrelerce uzakta olan o kutsal ağacı görebiliyorduk.
"Gerçekten bu kadar büyük bir ağaç görmedim." diyen Nehar 'a anında cevap verdi Dehri.
"Sen alışıksın suyla sulanan ağaçlara. Böyle adak ağacı görünce şaşırman gayet normal dostum." demiş ve yanından geçerek ilerlemeye başlamıştı.
Onun hemen ardından bizde ilerlerken Nehar duyduğu alaylı sözlere herhangi bir cevap vermedi.
Victoria 'yla yan yana yürürken ikimizinde bakışları hep etraftaydı. Herhangi bir hareketlilik anında saklanmak için komut verecektik. Dennis ve Enfal en önde ilerlerken onların ardından Kavi ve Nehar vardı. Dehri ise tek başına birkaç adım uzaklıkta yürüyerek bizi takip ediyordu. Neden aramıza katılamadığı muamma.
"Ağaç insanı nedense ürkütüyor." diye sessizce konuşunca Victoria 'ya anında sen bide bunun önünde yapılan ayini gör demek geldi içimden.
O an insan ayrı bir tuhaf oluyor. Hep bir ağızdan söylenen o ağıta benzeyen sözler. Sonra birden fazla öldürülen kişiler ayrı bir travma sebebi.
" Keşke sadece ürkütücü olsa başka bir şey istemiyorum. Nedense içimden bir ses öyle kolayca taşı almayacağımızı söylüyor." diyince Victoria anında bakışlarını bana dikti.
"Ne kadar zor olabilir?" diye sorunca bilmiyorum dercesine omuzlarını kaldırıp indirdim. Oraya gitmeden anlayamayız.
Neredeyse yarım saat kadar yürüdükten sonra sonunda ağacın yakınına ulaşmıştık.Hepimiz sıra halinde dizilmiş ve devasa ağaca bakıyorduk. Eh beslenmesi farklı görüntüsü normal olacak değil ya.
Yavaşça balçık halinde olan toprakta küçük adımlar atıp birkaç adım bizimkilerin önüne geçip onlara doğru döndüğüm gibi yapmamız gereken şeyi anlatmaya başladım.
"Hepimiz ağacın etrafından dolanıp öyle taşı arayacağız. İkişerli grup olmakta fayda var. Şimdi Dehri ve Dennis siz bir grup. Kavi, Nehar ve Enfal siz bir grup. Ben ve Victoria bir grup. Ağacın etrafından dolaşıp bir şekilde taşın olabileceği yeri bulmamız lazım. "diye uzunca açıklayıcı bir cümle kurduktan sonra tam harekete geçeceğim an Dehri 'nin sorusu duraksamamı sağladı.
" Ya taş en tepesindeyse ağaca mı çıkacağız? Dallarını tırmanıp mı alacağız? "diye sakin bir tonda konuşunca anında ona doğru bir adım attım.
" Taşı almam için bu ağacı yakmam bile gerekse bunu yapacağım. "demiş ve arkamı dönüp ağaca doğru ilerlemiştim.
" Emira -"diye Victoria beni çağırdı anda ses tonundan bir şey olduğunu ve bunun hiç hoşuma gitmeyeceğini anlamıştım. Bakışlarımı ona dikip ne demek istediğini anlamaya çalışırken birden bakışları biraz ileride olan ağacı gösterince içimden küfürler ettim.
Hay lanet olası şey! Ağaç normal bir ağaç olmadığını bir kere daha göstermişti. Normal olarak ağaçlarda canlıdır ama bu ağaç biraz fazla canlı. Çünkü yavaşça dalları kıpırdamaya başlamış ve dalları yere doğru eğilmeye başlamıştı.
"Hay ben böyle işin içine -" diyen Dehri 'nin sözlerini kesen ona dönen bakışlarım olmuştu. Ben ona bakınca susmuş ve içinden duymayacağım şeyler söylemeye başlamıştı.
"Şimdi ne yapacağız?" dedi ardımdan gelip kolumu tutan Victoria.
"Belki zararsızdır olamaz mı?" diye iyimser bir şekilde konuşan Kavi 'ye ;' Ah canım keşke her şey senin kadar zararsız olsa ve dünya senin o saf kalbin ve düşüncelerinden ibaret olsa' demek istedim ama demedim.
"Emin ol ki Kavi işin içinde biz varsak hiçbir şey zararsız olmaz daha fazla zararlı olur. Ben bu ihtimalden başkasını düşünemem." diyen Nehar 'a hak verdim.
"Dediğim gibi üçerli grup olarak yaklaşalım. Hem böylece daha çok aklı karışmış olur ve bundan faydalanabiliriz."diyip komutu verdim.
Komutu alınca hepsi yavaşça ağaca doğru ilerledi. Umuyorum ki tek parça halinde kaleye dönelim yoksa işler çığırından çok güzel bir şekilde çıkmış olacak.
Hep bir anda üç yandan ağaca doğru ilerledik.Yanımda ilerleyen Victoria bakışları ağaçtan asla ayırmadan ilerlerken anında onu kolundan tutup önüne bakmasını sağladım.
" Düşeceksin önüne bak! " diyen uyarım anında kuşku dolu bakışlarını önüne çevirmesine sebep oldu.
Diğerlerine baktığım anda onlarda çoktan ağacın yanına ulaşmış ve bir iz aramaya koyulmuştu. Birden Dehri olduğu yerden hızla ilerleyip ağacın gövdesini tuttuğunu gördüm.
" Bence ona dokunmamalıydı." diye bir felaketi görürcesine konuşan Victoria 'ya tuhaf bir ifadeyle baktım.
Victoria' nın dediklerinden sonra bakışlarımı tekrar Dehri 'ye çektim. Dehri iki eliyle ağacın gövdesini yokluyordu. Diğeride aynı şekilde Dehri' ye katılınca bende bir adım atıp tam yaklaşacağım anda birden koca uzun ağaç dalları anında hareket edip bizimkileri sertçe ağacın gövdesinden fırlatırcasına uzaklaştırdı.
Hepsi sertçe başka yönlere savrulurken başımı Victoria 'ya çevirdim. Hissettiği şey gerçek olmuştu. Diğerleri acı içinde oldukları yerden kalkarken sesimi yükseltip onlara hitaben konuştum.
"Taş belli ki ağacın gövdesi içerisinde bir anda hepimiz aynı anda hareket edip ağacın içerisine girmemeye çalışalım." diye sesimi onlara ulaştırdığım anda Dehri aralarından ilk konuştu.
"İşimiz kolay değil gibi duruyor Prenses." diye bunu çoktan sezmiş bir sesle söyleyince el mecbur yapacak bir şey olmadığını susmakla belli ettim.
Zihin bağından konuşmuştum. Belki bu lanet ağaç bizi duyuyor olabilir diye.
"Üç deyince başlıyoruz." dememle birden Dennis 'in sesini duydum.
" Başlamasak mı sanki prenses?" diyen Dennis' e anında kızdım.
"Saçmalama istersen!" dedim sanki zorunda değilmişiz gibi bunu bilmiyor mu?
"Ağaç cin göz çıktı. Yanına yaklaştırmıyor. Birde acımasızca savurmuyor mı? Az kalsın kafamı kıracaktım. Belim sertçe zemine çarptığı için acayip ağrıyor." diye sızlanan Dehri 'ye ben daha cevap vermeden Enfal söze girdi.
"Nazlı veliahd' a bakın hele ilk anda pes etti. Korkuyorsan geride durabilirsin seni ben korurum." diyince o anda Dehri bu sözlere tam karşılık verecekken birden zihin bağı olduğunu anlayınca sustu.
"Sen kızlara dua et yoksa ben sana ne diyeceğini biliyordum." diye aksi bir sesle konuşunca anında hepsini atağa geçirecek sözü söyledim.
"Bir.... İki...Üç..." dedikten sonra anında hepimiz olduğumuz yerden ağaca doğru koşmaya başladık.
İlk varan Nehar olmuştu ama daha ağacın gövdesinde bir anda açılan delikten içeriye atlayamadan anında sol taraftan gelen uzun ve iri dal bir anda Nehar 'ın ayaklarına çarptı ve Nehar tam dengesini düşürüp düşeceği anda dala tutundu ve olduğu yerden hızla yukarı doğru uçuşmaya başladı. Onun ani çığlığına daha bir tepki veremeden birden göğsüme yediğim darbe beni olduğum yerden çok uzağa fırlattı. Darbe öyle kuvvetliydi ki aldığım nefes bile canımı yakmıştı.
Sertçe sırtımın üzerine düşüp acıyla yerde kıvranırken birden havada ağacın dallarına tutunarak sağa sola doğru gidip gelen Victoria, Dehri ve Nehar 'a bakışlarım çevrildi. Dehri ve Victoria öyle gür bir çığlık atıyordu ki kimse bunu duymasın diye anında koruma kalkanı oluşturdum. Eh artık isteyen istediği gibi bağıracaktı. Elim anında göğsüme gitti sızısı öldüren cinstendi.
Olduğum yerden zorlukla kalkıp ilerlemeye devam ederken bakışlarım oldukları yerde ağaca hâlâ yaklaşmaya çalışan Enfal ve Dennis 'i buldu. İkisi de aynı anda ağaca koşmaya başladıkları anda iki farklı dal onlara doğru ilerlemişti. Dal onlara tam yaklaşıp ileriye doğru fırlatacağı anda ikisi aynı anda bedenlerini eğdi ve dallarda gelecek olan darbeyi boşa götürdü.
İşte bu! Anında oraya doğru koşup ağaca doğru hamlede bulundum. Havada hâlâ oradan oraya savrulan Nehar Dehri ve Victoria çığlık atıp duruyorken birden Victoria 'nın eli kaydı. O tam yere düşeceği anda Kavi olduğu alandan hızla koşup Victoria' yı güçlerini kullanarak havada yavaşça Victoria 'nın süzülerek inmesini sağladı.
"Herkes güçlerini kullansın!" diye bağırıp onları harekete geçirdim. Dehri anında hemen tutmuş olduğu dalı ateş gücüyle yakmaya çalışırken, Nehar birden toprağa hükmetme gücünü kullandığı anda ağaç birden olduğu yerde yavaşça sallanırken anında üçü oldukları yerden hızla yere düşerken onların imdadına Kavi yetişti.
Ağaç aldığı darbelerin ardından daha çok agresif bir şekilde bize saldırmaya kalkmıştı.
"Hepimiz bir yandan saldıralım." demiş ve hızla ağaca doğru tekrar harekete geçmiştik. İlk dal tam Dehri 'ye çarpacakken bir anda dal güçlerini kullanmasıyla yanmış ve parçalanarak yeri boylamıştı.
"Yok öyle hep bizim mi canımız yanacak! Nasılmış bir sende tat!" dediği anda Dehri bir ağaçla olan bu garip konuşması ona tuhaf bakışlarla bakmamı sağlamıştı.
İkinci darbeyi önleyen ise Nehar olmuştu birden yerden çıkan tuhaf şeyler ona doğru gelen dalı tuttuğu gibi yere çekmiş ve onu yerde hareketsiz bırakılmasını sağlamıştı. İyiden iyiye sinirlenen ağaç birden tüm dallarıyla saldırıya geçince bana doğru gelen Dalı ilk bedenimi eğerek engellemiş ardından ikinci dalı anında büyü gücünü kullanıp ortadan ikiye bölerek saf dışı bıraktığım gibi koşmayı sürdürmüş ve aralarında en yakın ben ağacın gövdesinde olan deliğe ulaşmıştım.
Üçüncü bir dal tekrar bana doğru geldiğinde anında kolyenin bordo renginin sunduğu gücü kurulanıp ağacın bana doğru gelen dalını taşa çevirmiştim. Ve birkaç saniye içinde dal çatlayıp yeri boylamıştı.
Arkamdan Dehri 'nin bana yönelik konuşmasını duydum.
"Bunu tüm şu dallara yapmayı düşünmüyor musun Prenses?" dediğinde anında gelen bir yeni dalı tekrar etkisiz hale getirirken cevap verdim.
"Bence ağaç yaşıyorken taşı almak daha mantıklı. İçimden bir ses taşı almadan ağaç canlı kalmalı diyor." dediğimde Dennis ağaç dallarıyla mücadele ederken bir yandan da konuşmuştu.
"O zaman hızlı ol Prenses yoksa ağaçtan geriye hiçbir şey kalmayacak bu gidişle." dediğinde soluk soluğa kalmış bir halde.
Hepsi güçlerini kullanarak ağaç dallarıyla mücadele ederken anında Victoria 'ya kaydı bakışlarım. Onu iki yandan sıkıştıran ağaç dallarıyla mücadele ederken anında bir hareketimle o iki dalı ortadan ikiye kestim.
Victoria bana baktığı anda ondan ne istediğimi anladı. Olduğum yere gelirken bende ona doğru ilerleyen dalları etkisiz hale getirip durdum.
Sonra diğerlerine de aynı işareti verince hepsi olduğum alana doğru koşarken bende tim güçlerimi aynı anda aktif hale getirdim ve her gelen dalı geri püskürtmeye başladım. Birini yakarken bir yandan da bazı dalları kesip durmuşken diğerleri ise ya taşa dönmüştü ya da öylece yerde hareketsiz bir şekilde durmuştu. Çünkü amacım ağacı hareketsiz bırakmaktı. Onu yok etmek değil bu sonraki adımım olabilirdi. Çünkü ağacın ölmesi bazı sorunların ortaya çıkmasını sağlayabilirdi ve ben bunu göze almak istemiyorum. Bu kadar yaklaşmışken her şeyi mahvetmek istemiyorum. Yoksa onca uğraş boşa giderdi. Bunu şu zamanda yapmam beni çok geriletirdi.
Hepsi son anda olduğum alana geldiklerinde bir baş işaretiyle içeriye doğru geçmelerini sağladım. Hepsi içeri girdikten sonra anında bende kendimi gövdenin içerisine attım ve bizi bekleyen şeyi merak ederken ilerlemeye başladım.
İçeri girer girmez yoğun metalik koku genzime kadar ulaştı. Ağacın içerisi hepimizin rahatça sığabileceği kadar genişti ve kötü bir kokuya sahipti. Ağacın içerisinde balçığa benzeyen kanın akışkan ama tuhaf bir hale gelmiş olan varlığı üzerinde yürümeye başladım. Ağacın en tepesinden aşağı doğru yavaşça kan damlaları akıp duruyordu.
Bakışlarımı biraz uzağa çevirdiğim anda tam ağacın ortasında bir geniş dal yukarı doğru uzanıyordu. Ve tam tepede ise küçük bir ışık huzmesi bulunuyordu.
"Orada mı sence?" diye tam arkamda duran Victoria konuşunca bakışlarımı yukarıdan çekip ona çevirdim.
"Oraya gitmeden bilemeyiz." dedim ve yavaşça bu yukarı doğru uzanan dala doğru ilerledim. Dalın tam karşısına geçince elimle dala tutundum ve tutunurken birden vücuduma bir anda bir his yayıldı. Bu can yakan cinstendi. Sanki vücudunuzu ele geçirse anında ölüp gitmenizi sağlayacak bir his. Gözlerimi tam açacağım anda birden bir şeyin varlığını hissettim.
"Yalnız değiliz." dedim zihin bağından hepsine bunu bildirirken.
"Nasıl yalnız değiliz? Kim var ki?" dedi Kavi o anda cümlemi duyduktan sonra.
"Kim olduğu anlaşılmıyor ama normal değiller burası kesin. Dikkatli olun." dedim ve hemen anında elimi daldan çektiğim gibi sırtımı bizimkilere döndüm.
Ve o anda birden ağacın içerisinden bir sisi andıran şey hızla olduğum alana geldiği anda hızla onu büyü gücümü kullanıp geriye savurdum.
Ben bununla ilgilenirken birden başka yerden yine buna benzer siz bulutları çıkıp diğerlerine doğru geldi. Hepsi bir anda kendilerini savunarak bu sis bulutlarını püskürtürken ben sadece o anda ne yapmam gerekiyor diye akıl üretmeye başladım.
Telaşla düşünürken birden Kavi 'nin bu konuda bize daha iyi yardımcı olacağını anladım.
"Kavi etrafımızda güçlü esen bit kasırga oluştur ve yanına yaklaşan her şeyi içinde tutsak tutsun."
Sözlerimden hemen sonra anında Kavi dediğimi yapmış ve yavaşça oluşturduğu ve saniye saniye etrafımızda kuvvetle dönüp duran kasırga bu sis bulutlarını içerisine katıp onları bizden uzak tutarken bir diğer planıma geçtim.
" Nehar anında benim için gücünü kullanıp yukarı çıkmamı sağla." der demez anında bana istediğimi vermiş ve ayaklarımın altında olan zemin yavaşça yukarı doğru çıkmaya başlarken hemen diğer plana geçmiştim.
"Dehri kasırganın önünde yüksek bir kalkan kur ve tepeye kadar çıksın. Ama ağaçla herhangi bir temas kurmasın. Sadece bizi korusun. Sana işaret verdiğim anda teması kurdur ve ağacı yakıp yok et." diyerek ona da bir görev verince anında dediğimi uyguladı ve hemen kasırganın önünde ağacın tepesine kadar yükselen bir ateşten kalkan oluşturdu.
Ben tepeye ulaşınca anında bir ağaç dalının üzerine duran ve havada süzülen ölüm taşıyla karşı karşıya geldim. Ağacın tepesi açık olduğu için ay ışığı içeriye dolup taşın olduğu alana ışık veriyordu.
Onu almak kolay olmayacaktı. Onu aldığım anda ağaç ölecekti ve biz içerisinde hapis kalırdık belki de. Bir lanetle buraya koyulmuş olabilir. Anında diğer plana geçtim.
"Kavi kendinle birlikte herkesi olduğum alana getir." diyerek hepsinin yanıma gelmesini istedim. Kavi saniyeler içerisinde dediğimi uyguladı ve hepsi bir anda etrafımda belirdiler.
"Herkes el ele tutuşup öylece beklesin. Ben taşı almaya çalışırken Dehri sana işaret verince anında kalkanı genişletip etrafın ateş almasını isteyecek ve bu saçma ritüele bundan sonra son vereceğiz." dediğimde hepsi dediğimi yaptılar. Ele ele tutuşup bana bakmaya devam ettiler.
" Emira -"diyen Victoria 'ya çevirdim bakışlarımı." Çok dikkat et. Sana güveniyoruz. "diyince tamam anlamda başımı sallayarak anında bir adım taşa doğru yaklaştım.
Taş ona yaklaşmamla anında yavaşça parıldadı. Eh güçlü bir kaynak yanındaydı parlaması normal. Ama ölüm taşına çıplak elle dokunmamak için güçlerimden yararlanmasın diye hemen elimi bir kalkanla korumaya başladım. Ölüm taşının tesiri altında kalma ihtimalini göze alamazdım. Anında taşa doğru parmaklarımı uzattığım gibi taşı olduğu alandan çekip çıkardım.
"Beni kendine sakla. Güçlerini benimle muhafaza et."
Bu sesi zihnimde duymamla anında kalkana rağmen tesirini geçirmek için büyük bir uğraş içerisinde olduğunu anlamış oldum. Ah bu taş kim bilir Sirius 'a neler fısıldayıp durmuştu da onu nelere sürüklemişti.
Sonrasında birden ağacın içinden kükremeye benzeyen bir ses duyulunca anında bu sefer devreye ben girdim. Hemen hepimizi yukarı ağacın tepesine doğru çıkarmaya başladım.
"Şimdi kalkandan olan ateşi sıçrat ağaca Dehri. "dediğim anda Dehri ateşi daha çok büyüttü ve ateş yavaşça ağacı yakmaya başlarken ben bizi çoktan ağacın içerisinden çıkarmış ve anında açmış olduğum portala doğru yönlendirmiştim.
Ağaç saniyeler içinde yavaşça yanmış ve ateş her yere hızla yayılmaya başlamıştı.
"Büyük bir yankı uyandıracak bu krallıkta." dediğini duymuştum Dehri 'nin. Ama umursamadan portaldan geçmemizi sağlamıştım. Gitmeden hemen önce krallıkta büyük bir alarm sesi duyulmuş ve tüm herkes ayağa kalksın diye çağrıda bulunulmuştu.
Portaldan geçip Moritanya Kalesi'ne geçince rahat bir nefes almıştık ama elimde kalkanla tuttuğum ölüm taşı onu aldığımdan beri söyledikleriyle beni etkisi altında tutmak için büyük bir mücadele veriyordu.
"Güçlerimizi birleştirip en büyük güce sahip olalım."
Zihnimde taşın tuhaf sesi yankılanıp durunca anında başımı iki yana salladım.
"Tüm evren bize itaat etsin böylelikle."
Hala zihnimde onu duymaya devam ederken birden Victoria 'nın bana seslendiğini duydum.
"İyi misin? Ne oluyor seni etkisi altına almak için çabalıyor mu?" dediği anda evet dedim net ve kısa bir şekilde.
" Emira zorlanıyorsan sana yardım edebilirim istersen? " dediğinde Kavi anında bakışlarımı ona çevirdim.
Yoksa o taşı mı istiyor? Onu benden almak mı istiyor? Yoksa hepsi bir şekilde ölüm taşını elde etmek için bana tuzak mı kuracaklar?
Birden ona karşı kuşku dolu gözlerle baktım. Anında ona doğru bir adım atacağım anda ne yaptığımı idrak edince hemen taşı beni yeniden tesiri altına almasına izin vermeden ait olduğu alana gönderdim. Nasıl olurda bu saçma sapan düşüncelere kapılabildim? Bunun için kendime kızarken bakışlarımı Kavi 'ye çevirdim.
"Özür dilerim." dediğimde Kavi neden özür dilediğimi anlamış ama sorun yok derecesine bana bakmıştı.
"Şimdi ne olacak?" diye sorunca Dennis anında ona bedenimi döndürdüm.
"Taşı aldık. Bence artık dinlenme zamanı hızlı ve darbelerin bol olduğu bir gün yaşadık. Ben krallığıma gidip hemen uyumak istiyorum. Tabii sizi bilemem." diyerek Dehri yapmak istediği şeyi dile getirdiği anda Nehar ve Enfal ona katıldığını belirten homurtular çıkarmıştı.
" O halde biz gidiyoruz Prenses. "diyince Enfal anında olduğum dalgınlıktan sıyrılıp konuşmadan olur dercesine başımı sallayarak karşılık verdim. Bu hareketimle anında Dehri, Dennis, Enfal ve Nehar hemen arkasını döndüğü gibi hızla bir diğer portaldan kendi krallıklarına geçmişti. Kavi olduğu yerde dikilmiş bana bakarken bakışlarımı onda çok uzun tutmadan ondan çekip tekrar onun da gitmesini beklerken ara sıra öylece etrafı izleyip durdum. Ama Kavi istediğimi yapmadı.
"Emira mahcup olmanı istemiyorum çünkü normal bir an değildi. O taş yüzünden düşündüğün her şey onun sende düşünmeni istediği şeylerdi yani kendi düşüncelerin olmayan bir şey yüzünden asla bize karşı bir mahçupluk hissetmen olağan bir şey değil. Lütfen bunun için canını sıkma. "diyince anında yelkenlerim suya düşüp anında parçalara ayrıldım.
" Bir anda zihnimde beliren o düşünceyi doğru bulmam ve ona göre tam hareket etmeye kalkışmam ama sonradan bunu durdurmam canımı sıktı. İradem bu kadar zayıfsa ben çoktan kaybetmiş sayılırım." diye düşündüğüm şeyi söyleyince anında Victoria olduğu yerden hareketlenip yanıma geldiği gibi hemen bana sarıldı.
" Böyle düşünme. Taş iradeni zorladı ama bak sonuçta anında ona engel oldun. Kimse kusursuz değildir. Önemli olan aslında kusurlarımızın farkında olup onlardan ders çıkarmak. Sende bunu yapacak irade var." diyince az da olsa içimdeki o suçluluk yavaşça yok olmaya başladı.
Sonrasında Kavi bunun için canımı sıkmamamı tembihledikten sonra krallığına geri dönmüştü. Victoria ve bende pek oyalanmadan anında kuleye geçmiştik. Victoria küçük bir işi olduğu için yanımda ayrılmıştı ama döndüğü anda yanıma geleceğini söylemişti. Bende odama geçip bir duş aldıktan sonra hemen arka bahçeye gitmiş ve salıncakta oturup bugünü düşünmeye başlamıştım.
𓆩 ༺☆༻ 𓆪
Bir insanın varlığına ihtiyacım olmadığını hep kendime hatırlatıp durdum neden mi? Aslında çok basit bir sebep bu.
Neden birinin varlığına ihtiyaç duyayım ki hep d bundan sonra dedim hep kendime ? Zaten ihtiyaç duyduğum kişinin varlığını yitirdim. Yıllar önce bir kayıp tüm insanları bir daha hayatımın noktası yapmamı bana gösterdi. Peki ben ders aldım mı? Hayır almadım ve şimdi onunda pişmanlığını yaşıyorum. Ahrar 'ı sevmiştim. Ama o bana sevgimin ne kadar onun için gereksiz olduğunu göstermişti.
Bana şimdi beni sevdiğini söyleyip duruyor. Peki bu sevgisi neden oyundan önce yoktu? Sonrasında ortaya çıktı? Yine yeni bir yalan mıydı? Bazen diyorum sanki gerçekten beni şu an seviyor. Ama sonradan kendimin bir aptal olduğumu yine aynı yalana kanacak kadar kör olduğumu söylüyorum. O beni hiçbir zaman sevmedi. Sevmeyecekte. Ne önceden sevdi. Ne de şimdi sevdi.
Ben sevdiğini sandım ve bununla bir kere kendimi avuttum. Şimdi bir kere aynı şeyi yapmanın anlamı yok. Yanıma geldiğinde ya da o kitapla iletişime geçtiği anda ona söylediğim iğneleyici ve alaylı sözleri söylerken ne kadar içim yansa da ona olan sevgimin bittiğini göstermek istiyorum. Keza bitmemiş olduğu halde. Ama o bilmesin. Benim ondan nefret ettiğimi sansın. Sansın ki artık beni yaralayacak anı ona vermeyeyim. Diğer türlü canım çok yanıyor. Onun lacivert harelerine baktığımda hiç sevilmemiş bir kadının yansımasını görüyorum ve bu acı veriyor. Kendimden nefret etmemi sağlıyor. Kendime acımamı sağlıyor.
Bilmiyorum belki Esila 'yla olan yüzleşmemden sonra nasıl biri olurum neye dönüşürüm bilemiyorum hatta kestirmek bile güç ama duygularım yok olduğu kadar insanlığımda yok olacak orası kesin. Ahrar artık onu seven bir kadın görür mü baktığında bilmiyorum.
Derin bir nefes alıp başımı gökyüzüne çevirdim. Gecenin sessizliği ve güzelliğine kapılıp gittim. Gözlerimi usulca kapayıp kendimi yavaşça esen rüzgara, uzaktan duyduğum seslere bıraktım. Huzuru hissetmeyeli çok olmuştu. Burası gerçekten çok iyi geliyordu. Burada soluklandığımı, yaşadığımı hissediyorum. Bu salıncakta oturmak ve ayaklarımın boşlukta gidip gelmesi, salıncakta sallanmak iyi geldiği gibi dinlendiriyordu.
Epeyce böyle durdum. Biraz kendimi hissettim. Ama bu bir yere kadar sürdü.
Bir bedenin gölgesi üzerime düşünce onun geldiğini anladım. Hep anladım aslında. Ne zaman yanıma gelse bir anda onun olduğunu seziyor, kokusunu ilk duyumsuyor sonrasında gözlerim onun önce lacivert harelerini görüyor sonra varlığını görüp hüzünleniyordum. Sallanmayı bırakıp yavaşladım. Sonra gözlerimi açtığım gibi onu yanımda buldum. Karşıma geçmemişti bu sefer.
"Buraya gelmeni seviyorum. Çünkü buraya gelmen demek kendini iyi hissedeceğin bir ana ihtiyacın olduğu demektir." dediği anda yavaşça tebessüm ettim. Ahrar gülümsememi görmedi duymadı ama alaylı sesim ona ulaştı.
"Sen gelene kadardı bu isteğim ama şimdi bitti. Her şeyi mahvettiğin gibi bu anımı da mahvettin. Mutlu musun peki?" dediğimde bir anda olduğu yerden yavaşça yere oturup, ayaklarını boşluğa uzattı. Onda olan bakışlarım ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalıştı.
" Buraya gelir misin? "diye rica edip gelmemi istediği anda ona hemen karşı çıktım.
" Gerek yok ben böyle iyiyim. "dedim ve istifimi hiç bozmadan öylece olduğum yerde salıncakta oturmaya devam ettim.
" Lütfen Emira. Kırma beni. Sadece gel herhangi bir temasta bulunmayacağım senin iznin olmadan. Sadece gel ve sana göstermek istediğim şeyi gör. "diye büyük bir istekle onu geri çevirmeden dediğini yapmamı istediği anda birkaç saniye öylesine baktım. Sonrasında sesli bir nefes verip olduğum yerden kalkıp onun yanındaki yerimi aldım.
Yanında yerimi aldığım anda hemen başını eğip bana doğru yandan bakmaya başladı.
"Gece bile güzelliğini ört bas edemiyor." diyince anında kısıkça kahkaha attım. Dediğine kahkaha atmam onu şaşırttı.
"Şimdide taktik değiştirip iltifatlar ederek mi kandırmaya çalışıyorsun?" diyince bu dediğim sanki onu incitmiş gibi baktı.
"Gerçeği dile getirdim sadece." diyince peki öyle olsun bakalım dedim.
"Evet ne göstereceksen göster sonra odama gitmeliyim. Yorgunum ve uyumaya ihtiyacım var." diyince sakin bir sesle anında yorgunum ve uyumaya ihtiyacım var lafıma dikkat kesildi.
"Yorucu bir gün mü geçirdin?" diyince anında bugün yaşadıklarım aklıma geldi. Anında evet anlamında başımı salladım. Hemde ne yorucu bir gün. Ne yaptığımı bilmiyor ama ne yapmaya çalıştığımı tahmin etiğini düşünüyordum.
"Kısmen." dedim sadece cevapsız bırakmamak adına. Anladım dercesine başını salladı ve bakışları benden uzaklaştı ve uçurumun zifiri karanlığına çevrildi.
"Ne yaptığını tam olarak bilmiyorum ama ne zaman yardıma ihtiyacın olursa ben burdayım Emira. Belki de sen dediklerime inanmıyor olabilirsin ama bu gerçek." dediğinde sessiz kalmayı tercih ettim.
"Sana bir ders vermemi ister misin?" diyince anında az önceki ciddiyetimi yitirdim. Ve dudaklarımdan kıkırdamalar döküldü ve bu Ahrar 'ın bir anda bana bakmasına sebebiyet verdi.
"Senin verdiğin ders ruhumdaki sargı bezlerinin ve sargı bezlerine tutuşturulan yara bantlarının açılmasını ve yaralarımın tekrar kanamasını sağladı. Ben bir daha senden herhangi bir ders almak istemiyorum maalesef. En son ki yeterince etkisini gösterdi ve göstermeye de devam ediyorda. Yani demem o ki sağ ol kalsın ben istemiyorum. "dediğim anda bunları Ahrar sadece lacivert hareleriyle gözlerime baktı ve ne denli yara aldığımı görmeye çalıştı. Bende ki enkazın nasıl ne kadar derin olduğunu görmeye çalıştı. Ama o kadar derindi ki oraya ulaşamadı bile. Ve pes edip yavaşça bakışlarını kaçırdı.
"Benim aksime sen bana iyi geldin. Seninle yaşadığım günler benim açık yaralarıma ilaç oldu açık yaralarım kabuk bağladı. Yaralarım iyileşti, yaralarımın izleri silindi. Bendeki tüm izlere sen ilaç oldun. Karanlık tarafım, yalnız hayatım senle yeni bir değişime gebe oldu. Üzgünüm. Çok üzgünüm. Sana bu kadar acı verdiğim için üzgünüm. Ben belki kendimi hiç affetmeyeceğim ama sen beni affet ne olur. "diye bu sözleri acıyla zikrederken ben sadece onun lacivert harelerine uzun uzadıya bakmakla yetindim. Çünkü diyecek bir şey yoktu benim için o an.
Ben yıkıldım. Ben yok oldum. Ölmek bile istedim. Hatta ruhumu yitirmekle burun buruna geldim ama yine de yarına sağ çıkabilmeyi başardım. Ve şimdi onun karşısındayım. Ve ona ifadesiz ama içimde yanan ve daima yanacak bir acıyla bakıyordum.
"Affetmek... Söylenmesi nede kolay değil mi? Ama öyle hissetmiyor insan çoğu zaman. Ben sana baktığım her anda bunu hissetmeyeceğim. Çünkü affedilecek bir yanı yok bu yaptığının. Bazen her şeyi sil baştan başlamak istiyorum. Hep başka bir şekilde hayal ettim kendimizi. Başka bir şekilde yollarımız birleşebilirdi. "diyip kısaca nefeslendiğimde içimde bir ağırlık beni kara bulutlar içerisine çekip tüm toz pembe hayallerin karanlık sisler içerisine gömülmesini sağladı.
" Ama her hayalin sonu nedense birden ihanete çıkıyor. Çünkü sonu yoktu bu yaşadığımız şeyin benim açımdan. Ve hep öyle olacak. Onun için bir müddet sonra hayal etmeyi değil unutmakta için her şeyi sil baştan başlamak istedim. "dedim ve ellerimde olan bakışlarım Ahrar 'ı buldu ve onu yan profilden izlemeye başlarken dudaklarımdan şu cümleler döküldü." Ben, senin sahte dünyanda bir yer edinebilirdim beni gerçek kılsaydın. Ama sen beni bir oyun için kullanmayı tercih ettin. Demek ki bunu yaşamam lazımmış. Bir ihaneti tatmamıştım hayatımda onuda sen üstelendin." diyip iç çekerek bunları dile getirdim.
Ahrar yavaşça kıpırdandı ve bedenini bana doğru çevirdi. Sonra ellerime doğru uzandı. O an sadece bir robot misali ona baktım. Hissizce ne yapamaya çalıştığını bekledim. Küçük ellerimi iri avuçlarını alıp bana doğru eğildi ve yüzlerimizin karşı karşıya olmasını sağlandıktan sonra lacivert hareleri gözlerimi buldu. Karanlık olmasına rağmen onun gözlerindeki ifadeyi seçebilmiştim. Çaresizlik...
Neden çaresizdi? Bunun sebebi neydi ki? Bir eli elimden uzaklaştı ve yanağıma uzandı. İri eli yanağıma usulca yaslandığı anda bir an bakışlarım ellerime indi. Ama sonradan bakışlarımı yavaşça lacivert harelerine çevirdim. Yavaşça yanağımı usulca okşadı elinin tersiyle. Sonra eli omzumun üzerindeki saçlarımı buldu. Saçlarımın uçlarını parmak uçlarıyla yavaşça dokunmaya başladığı anda yerimde rahatsızca kıpırdandım. Bunu fark edince Ahrar yavaşça isteksizce ellerini saçlarımdan çekti.
"Sen zaten benim dünyamda bir yer edinmiştin. Sen gerçektin ve bu hep öyle kalacak. Bak her şeyin her zaman bir açıklaması vardır. Benimde var ve bunu sana söyleyeceğim bir gün gerçek anlamda beni dinlemek istediğin anda." diyip ellerimde bulunan sağ elini çekip yere bıraktı.
" Söylediklerin ve hissettirdiklerin çok apayrı. Gerçekler diyip duruyorsun. Peki hangi gerçek bana bunu yapmana sebebiyet oldu? Ben ne sebebiyle olursa olsun bunu asla anlamayacağım çünkü bu yaptığın şeyin bir dayanağı olmaz. Ahrar sen sanki sadece bana bağırıp çağırmış gibi bir yöne çekiyorsun bu konuyu. Ama bu değil çünkü sen benim duygularımla oynadın. İhanet... Çok büyük bir şey. Bunu kimse ne kaldırabilir ne de affedebilir kolay kolay. "diyip olduğum yerden ayağa kalkıp hızla burayı terk etmeye hazırlandım. Ahrar 'ın yanından ayrılıp tam kuleden içeriye gireceğim anda şunları son anda zikrettim.
" Kelimelerin yetersiz kaldığını seninle öğrendim. "dedim ve arkama dönüp içeriye girdim.
Girmeden önce onun sözlerime olan son atfını duydum.
" Kelimelerin senin bakışlarının yanında yetersiz kaldığını seninle öğrendim."
𓆩 ༺☆༻ 𓆪
Yeni bir güne başlamıştım. Dün bir geçmiş olarak rafta yerini aldıktan sonra bugün yeni bir enerjiyle uyanmak için çabalamış ve odadaki işlerimi bitirdikten sonra dün kuleye gelmiş olan Süreyya hanımı ziyaret etmek için odasına gitmeye hazırlanmıştım. Daha kahvaltıya çok olduğu için onu odasında bulacağımı biliyordum.
Odamın bulunduğu kattan beşinci kata inmiş ve hemen içinde bulunduğum koridorun sonunda olan Süreyya hanımın odasına doğru ilerlemiştim. Kapının önüne gelince usulca kapıyı çalmış ve hemen gel komutunu duyar duymaz kapıyı açıp içeriye girmiştim. Ben içeriye girdiğim anda Süreyya hanım elinde tuttuğu kitabın kapağını kapatmış ve yanındaki küçük sehpanın üzerine kitabı bırakıp, olduğum yöne doğru baktığı anda beni görünce anında yüzünde küçük bir şaşkınlık belirtisi belirmişken bana bakmıştı bir şey diyemeden.
Eh uzun zamandır normal bir şekilde bir araya gelmiyoruz. Hatta artık doğru düzgün kulede bile bulunmuyordum son zamanlarda. Beni burada beklememesine bir şey dememek lazım.
"Emira -demiş ve hâlâ burada olduğuma inanmadığı için devam edememişti. Olduğum yerden Süreyya hanımın olduğu alana kadar ilerledim.
" Umarım rahatsız etmedim. Uzun zamandır karşılıklı konuşmadık hiç onun için bu sabah kahvaltıdan önce sizinle eskiden yaptığımız küçük sohbetlerden yapmak için geldim." diyip olduğum yerde adım atmayı bırakıp Süreyya hanımın bir şey demesini bekledim.
"Ne rahatsızlığı gel şöyle otur." demiş ve yanındaki tekli koltuğu göstermişti. Olduğum yerden harekete geçip gösterdiği yere oturunca bakışlarımı onu bulmuş ve ilk ondan bir atak beklemiştim.
"Nasılsın?"diye basit olan o soruyu sorunca yalan söylememek için susmuş ve bir diğer sorusuna geçmesini beklemiştim.
" Ah aslında bana da bunu sorsalar susmayı yalan söylemeye tercih ederim. Uzun zamandır hiç iyi olmadım. Peki o halde son olan olay yüzünden bana kızgın mısın?" diye sorunca hayır anlamındaki başımı salladım.
Kızgın değilim çünkü en az benim kadar Süreyya hanımın da Larut 'un varlığından rahatsızlık duyduğunu biliyorum. Şartlar yüzünden onun varlığına katlanıp duruyordu.
" Buna çok sevindim. "dediğinde ona kırgın olmam derin bir nefes almasını sağlamıştı." Yorgun duruyorsun. Hiç uyumadın mı? "diye sorunca tekrar hayır derecesine başımı iki yana salladım.
" Bazen uyuyamadım geceler oluyor. Alışığım buna artık ve eskisi gibi pek önemsemiyorum. "dedim bu yüzden yüzünde beliren endişeli hali yok etmek adına ama başarılı olmadım.
" İstersen bunun için sana yardım edecek kişilerle iletişime geçebilirim. "diye bir öneri sununca hayır anlamında başımı iki yana salladım. Gerek yoktu. Uykuyla hiçbir zaman aram iyi olmamıştı. Bundan sonra olmasada olurdu.
" Bunun için üzülmeyin gerek yok ben hallederim bunu. "demiş ve sonra başka konulardan bahsetmiş, oradaki katılmadığım geleneksel oyun nasıldı diye sorunca bana olan biteni anlatmıştı . Sonrasında konudan konuya geçmiş ve baya sohbet etmiştik.
En son konu Dani 'ye gelmiş ve Süreyya hanım onun beni rahatsız edip etmediğini sormuştu. Bense bazı zamanlar gelip gidiyor demiştim. Ama bunun üstesinden geleceğimi ona söylediğim anda istemese de bu konuda herhangi bir şey yapmasına gerek olmadığını söylemiştim. Bunu da halledecektim. İlk önceliğim tabii taşlardı.
Sonrasında Süreyya hanımla beraber yemekhaneye geçip kahvaltı etmiştik. Süreyya hanımın işleri olduğu için kahvaltı sonrasında yanımdan ayrılınca bende hemen aklıma gelen fikirle yemekhaneden ayrılıp beşinci kata geri çıkmış ve Lord Yelit 'in odasına geçmiştim.
Ona bir mektup yazmak istemiştim . Kimseye anlatmadığım her şeyi mektuba aktarmak istemiştim. Mektubu bana öğrettiği bir büyüyle ona ulaştıracaktım. Uzun zamandır onu görmüyordum. Varlığına alışmış varlığım büyük bir özlemle onu arıyordu. Ne zaman geleceği belli değildi. Bunu kimseye söylemiyordu bana bile.
Bu daha çok sabırsızlıkla onu beklememi sağlıyordu. Neden gittiğini de bilmiyordum. Süreyya hanım bunu çok sık yapmasa da ara sıra ortadan uzun zaman kaybolup gittiğini söylese de hep bir merakla onun neden bir anda gittiğini ve neden kimseye nerede olduğunu söylemediğini merak ediyorum. Bilseydim nerede olduğunu ara sıra ziyarete giderdim. Belki de bunun için kimseye nerede olduğunu söylemiyor kimse tarafından rahatsız edilmemek için.
Lord Yelit 'e uzun uzadıya her ne yaşamışsam neyle mücadele etmişsem hepsini detaylı bir şekilde açıklamış ve onun ne zaman geleceğini en son cümlede sorduktan sonra mektubun ona ulaşması için büyü sözlerini fısıldamıştım. Mektup gitmesi gerektiği yere gittikten sonra yavaşça oturduğun yerden kalkmış ve odadan çıkmaya hazırlanmışken birden bir anda zihnimde bir fısıltı duymuştum. Ama o kadar boğuk o kadar kısık bir fısıltıydı ki ne olduğunu anlayamamıştım. Tam tekrar ilerleyip odayı terk etmeye hazırlanırken tam karşımda kapının üzerine bir yazı belirtmişti. Anında dudaklarım kıpırdayarak sözleri okumaya başladım.
"Ölenin son duyduğu ses anıların yankısı oldu. Gözlerin son kez gördüğü renk kapanan göz kapaklarının ardındaki siyahtı. Ölüm düşü bir nefesi sonlandırdı. Ölüm düşü bir canı tırmaladı."
Uzun zamandır buna benzeyen mısraları ne duymuştum nede böyle karşıma çıkmıştı. Sanki her çıktığı anda aslında bana bir şey anlatmak istiyordu da ben ne olduğunu bir türlü anlayamıyordum. Yezra olduğunu düşünüyorum bana bu mesajları iletenin ya da yanılıyor olabilirim. Yazı yavaşça kaybolduğu anda yavaşça olduğum alandan çıkıp yemekhaneye doğru ilerledim. Lord Yelit 'in odasında olduğumdan fazla oyalanmıştım. Nerdeyse akşam olmak üzere. Akşam yemeğini tek yemek istediğim için hemen yemekhaneye gitmiştim.
Yemek yedikten sonra tekrar odama çıkıp bir şeylerle alakadar olurdum. Uzun zamandır kendi kendime pek az şey yapmıştım. Yemekhaneye geldiğimde kimse yoktu. Çalışanlardan rica edip yemeğimi şimdi yiyeceğimi söyleyip benim için yemek servisine başlamalarını isteyince ikiletmeden anında yemeği yemem için hızlı bir şekilde mutfağa geçmişler ve hemen benim için bir şey hazırlamışlardı.
Yemekhanede yemeğimi yedikten sonra direk odama geçmiş ve hemen üzerimi değiştirip yatağıma geçip kitap okumaya başlamıştım. O kadar yapmam gereken şeye odaklanıp durmuştum ki normalde yaptığım çoğu şeyi terk etmiştim.
Elimde tuttuğum kitabı okurken birden aklıma Larut 'un verdiği kitap gelince anında kitabı incelemek içimden gelince hemen kitabı görünür hale getirmiş ve olduğu yerden ortaya çıkarmıştım.
Ama çıkarmadan önce herhangi bir şekilde kimse tarafından izlenmemek adına etrafıma koruma kalkanı yapmayı unutmamıştım. Belki de Larut 'un verdiği bu şey o kadar önemli olmayabilir bunu görünce anlardım. Kitap ellerimin arasında bulununca yavaşça kalın eski ciltli olan kapağını açıp ilk sayfasına baktım. Beni eskimiş bir sayfada bir çiçek figürü karşıladı. İlk bunu Esila için büyüyle var etmiş çiçek sandım ama dikkatli bakınca birkaç yönünden farkı olduğunu fark ettim. Çiçek geniş yapraklara sahipti. Tam ortasında çiçeğin küçük tomurcukları bulunuyordu. Renkli olmadığından nasıl bir rengi olduğunu anlayamamıştım. Diğer sayfasına geçince beni içindekiler kısmını andıran küçük bir özet kısmı belirdi.
- En güçlü zihin büyüleri - En korunaklı kalkanlar - Güçlere enerji katan iksir tarifleri - Savunma büyüleri - Yok eden kara büyüler - Güçlü bir ırk yaratma büyüsü -Büyük bir kara portal açma büyüsü - Ruhları yok eden kara büyüler
Tam dokuz başlık vardı kitapta. Yani bazılarını burada ilk kez okumuştum. En çok dikkatimi çeken ise güçlü ırk yaratma büyüsüydü. Acaba bunu yapan oldu mu? Larut bunu yapmayı hiç düşündü mü? Hayret ben hâlâ neden bu kitabı bana verdiğini anlamadım? Sebebi olmalıydı yoksa neden versin ki bana.
Yavaşça kitabın içerisini karıştırdım ve yazılı olan yazıları okuyamayacağımı sanırken her yazılanı çok rahat okuduğumu anladım. O an bunu bir büyü yardımıyla yaptığını anladım. Eğer yıllarını bu notları çıkarmak için harcamışsa kesinlikle öyle herkes rahat rahat okuyamazdı.
Nerdeyse bir saate aşkın büyülere baktım ve hepsinin öyle basit büyü olmadığını hepsini yapmak için çok nadir bitkilere ihtiyaç olduğunu fark ettim. Neyse işime yaradığı anda bunu düşünürdüm. Kitabı yine ait olduğu yere gönderdikten sonra kaldığım yerden kitap okumaya devam ettim.
Sıkılmadan kendi evrenimden başka bir evrene geçiş yaptım. Biraz kendi sorunlarımdan uzaklaşmak iyi gelmişti.
𓆩 ༺☆༻ 𓆪
Boşluk. Zihnim koca bir boşluğun içine hapsedilmiş gibiydi. Zihnimin çatlaklarından akın akın çığlıklar kaçışıp duruyordu. Çığlık nidaları etrafta yankılanıp duruyor, kulaklarıma ulaşan her nida bende derin izler bırakıp, ilel ebediyet silinmemek üzere ruhuma kazınıyordu.
Sessizliği beklerken etrafımda beklediğim şeyi bulmadım. Birileri etrafımda vardı. Daha fazlası hatta. Kimdi bunlar? Ve yine nereye sürüklenmiştim? Yorgun hissediyorum en çokta zihnimde bir ağrı baş göstermişti. Bunun sebebi neydi? Düşünmek bile bir andan sonra ağrı vermeye başlamıştı. Zihnimin gerisinde fısıltılar vardı ama ne dediklerini tam idrak edemiyordum.
Bana yaklaşmakta olan sesler duyuyordum. Ama bir fısıltıdan öteye gitmedikleri için söylenen şeyler havada uçuşup gidiyordu. Sonra yavaş yavaş her şey netleşemeye başladı. Önce ses sonra ne denildiğini kavramaya başladım. Ama duyduklarım hiçte iç açıcı değildi. Bir felaketi bildiren bir haber gibi bana bir şeyi söylemeye çalışıyordu bu fısıltı.
"Karanlığın gazabına uğrayacak. Onun azabından istesende kaçamayacaksın kolyenin efendisi. Azap senin için var oldu sana ulaşamadan da sona ermeyecek asla. "
Kimdi bu? Bu ses kime veya kimlere aitti? Çünkü ses boğuk olduğu kadar birde yankı yapıyordu. Ama en önemlisi de birden fazla kişi bu cümleyi zikretmişti. Rüya mıydı? Ama hiç rüyadaymışım gibi hissetmiyordum. Ve söyledikleri neyi anlatmaya çalışıyordu? Neyin gazabı beni bekliyordu ve bana ulaşamadan sona ermeyecekti?
Bir şekilde önümü görmeye nerede olduğumu anlamak için gözlerimi aralamaya çalıştım ama başarılı olamadım ve pes ettim bunun için çabalamaya. Öylece beklerken yeniden bir ses duymayı anında beklediğim şey bana ulaştı. Ve bana istediğimi verdi.
" Uyan kolyenin efendisi! "diyen bu sesin hemen ardından yavaşça gözlerim benden istemsiz olarak açıldı. Ve sonunda nerede olduğumu görebildim. Benimle şu an konuşan kimdi? Artık ses sadece bir tane olmuştu.
Gözlerimi açtığımda ilk an etrafımın karanlık bir sisle çevrili olduğunu fark ettim. Her yer karanlıktı. Yavaşça başımı yukarı kaldırdım. Tek bir ışık vardı o da tepemde bulunan küçük ışık huzmesinden yansıtılıyordu üzerime. Bu şey neydi? Yavaşça bedenimi hareket ettirmeye çalıştım ama bir anda bir engele takıldım. Acıtan ve sessiz bir çığlık attıran bir engel . Bileğim hatta bileklerimin bir yere bağlı olduğunu o anda anladım.
Yine mi bir yere bağlı tutuluyordum? Yavaşça başımı yana yatırıp neyin bileğimi sarmaladığına baktım. Ve anında gözlerim irileşmişti. Çünkü hiçbir şey yoktu görünürde. Gözlerim beklediği şeyi göremedi . Hayali bir şey miydi bileklerime acı veren? Bileklerim bağlıydı ama ne yabancı bir nesne hissediyordum ne de başka bir şey.
Soğuk zemin üzerine yaslı olan yanağım buz gibi bir soğukluğu bedenime aktarıyordu. Bulunduğum yer çok soğuktu. Öyle ki bedenimin soğuktan tir tir titrediğini yeni fark etmiştim. Parmaklarımı hareket ettirmek istedim ama o an sanki parmaklarım donmuş gibiydi ve onları hareket ettirmem zaman aldı. Hadi ama bu neyin nesi! Burası tam olarak neydi ki buz soğukluğuna hatta ondan daha fazlasına sahipti? Ama pes etmeye niyetim yoktu bileklerim bağlı olabilir ama belki ayaklarım bağlı değildir.
Hemen o anda ayaklarımı hareket ettirmeye çalıştım ama bu girişimim anında başarısızlıkla sonuçlandı. Bileklerimide bağlamışlardı.
Lanet olsun neyin içerisine düşmüştüm ki ben?
Ve bir şeyin daha farkına vardım o an ;hissetmiyorum. Sanki etrafımda bir kasvet kalkanı vardı ve ben sadece etrafımdaki o karanlığı ve kötü enerjiyi hissetmek dışında başka bir şey hissedemez hale gelmiştim. İnsani duygularım sanki şu an yok olmuştu. Bedenim o kadar üşümesine rağmen ben bunu irdelemeyecek kadar hissizlikle çevrelenmiştim.
Ben tam olarak gerçekten nereye düştüm?
"Ne istiyorsunuz benden?" diye etrafımdaki karanlığa bakıp yüksek sesle konuştum. Ama etrafımda hiç insana veya onun yaydığı enerjisini hiç hissetmedim. Başka bir şeydi bu çok başka hemde. Öyleki kalbimde küçük siyah benekler oluşturan ve içimdeki en küçük aydınlığı bile yavaşça yok eden bir şeydi bu etrafımda olan şeyler. Sanki bir şey vardı ve bendeki aydınlığı sömürüyordu.
Konuşmamdan bir müddet sonra etrafımda ıslığı andıran sesler duymaya başladım. Sanki bir şey oradan oraya gidip geliyor gibiydi. Bu ses bulduğum alandan çok uzaktan duyuluyordu. Kulaklarım ve tüm odağım duyduğum sese çevrildi. Gözlerim bir şey görmek istercesine etrafı pür dikkat izlemeye başladı. Biri vardı ya da birileri bundan eminim . Etrafımda gidip geliyor ve sonra hızla uzaklaşıyordular. Benden ne istiyordular? Bir anda tepemden bir şeyin hızla gidip geldiğini hissedince bakışlarımı en tepeye çevirdim ama kimseyi göremedim. Ben daha bakamadan çoktan gitmişlerdi. Neydi bunlar? Aklımda bir şey vardı ama ihtimal vermedim o şeye.
Olamazdı diye düşündüm. Olmaması benim açımdan iyi olurdu.
Ben kendi kendime bunu düşünürken birden hızla sol tarafımda bir şey öyle hızlı geçip gitti ki ben daha onun geçip gittiği yöne bakamadan çoktan uzaklaşıp gitmişti. Yaşadığım endişe ve korku hızla nefes alıp vermemi, soğuk zemin üstündeki bedenimin ve göğsümün şiddetle inip kalkmasını sağladı. Hiçbir şey göremiyorum her yer zifiri karanlık. Ne yöne baksam sanki bir duvara toslamış gibiyim. Bu o kadar can sıkıcı ki ve elimden bir şey gelmemesi ayrı bir çaresizlik veriyordu.
"Kimsiniz?" dedim bu sefer az önceki sesimin desibelini daha yüksek tutup boşluğa bağırırken.
Ben daha ne olduğunu anlamadan yine bir şey yanımda jet hızıyla geçip gitmiş ama giderken yüksek sesle bağırmamıda sağlamıştı. O an öyle acıyla çığlık atmıştım ki sesim bir zelzele gibi yeri inletmişti. Sol omzumdan dirseğime kadar keskin bir bıçakla kesilmiş gibi bir çizik birden belirmişti. Ama bu bıçağın keskinliği değilde sanki sivri bir tırnağın derime saplaması gibiydi. Yavaşça acısı artmaya başlayan çiziğin olduğu yerden yavaşça bir ıslaklığın tenimden usulca aktığını hissettim.
Sızı öyle kuvvetliydi ki aklım bulanıyor, gözlerim kararıyordu. Yavaşça gözlerimi kapatıp acıya alışmaya çalıştım ama başarılı olamadım. Bedenim kitlenmiş gibiydi. Acıdan başka bir şey düşünemez olmuştum. O an dudaklarımdan kaçan acı dolu iniltilere karşı koyamadım. Acı dayanılmazdı ve bu can acıttığı kadar güçsüzde düşürüyordu. Sanki o anda bu acıdan beslenen bir şey vardı.
Nefes almak bile zor geliyordu o anda. Göğsüm aldığım darbeden sonra hızla inip kalkıyor, vücudum aldığı yaranın karşılığını ödüyordu. Yavaşça sızı tüm vücuduma etkisini gösteriyor, sanki acının git gide daha çok arttığını düşünmemi sağlıyordu.
Saplanıp kalmıştım bu soğuk zemine hareket dahi edemiyordum. Omzumun üstündeki derin çizikten kan akmaya devam ederken birden kulaklarıma bir ses ulaştı.
Sesler de olabilirdi...
Ve o anda dolu yağmuruna tutulan bir zemin gibi bedenim bir anda birden fazla göremediğim darbelere maruz kaldı. Yanımda geçip giden her şeyden sonra vücudumda öyle yüksek çığlıklar atmamı sağlayan derin çizikler almaya başladım ki bir an acıdan soluğum kesildi, zihnim uyuştu.
Bağırıyor, olduğum yerde debelenip duruyor ve gelen darbeleri önlemeye çalışıyordum. Ama nafile bir türlü onları engelleyemiyordum .
Her gelip geçişlerinde öyle yakıcı öyle feryat ettiren çığlıklar döküldü ki dudaklarımdan artık aldığım acının seviyesi öyle artmış beni öyle bitkin bir yola sürüklemişti ki sonrasında sadece çığlık atıyor ancak acıyı göğüslemekle yetinip duruyordum. Acı fazlaydı. Hemde çok fazla. Gözlerim kararıyor ara sıra şuurumu kaybedip duruyor, aldığım yeni darbe beni kendime getirip duruyordu.
Sonra birden ne olduysa artık bana derin izler bırakan şeyler yok oldu. Artık canım sadece önceden aldığım yaralar yüzünden ağrıyor, sızlıyor ve yavaşça kanıyordum. Gözlerimi açık tutmakta zorluk çekiyordum. Bilincim yavaşça beni terk ettiği anda birden yarı açık olan gözlerim bir şey gördü. Tam tepemde bana doğru uzaktan yavaşça yaklaşan bir şey. Bu şey çok farklı ve endişe uyandıran bir şeydi. Son gücümü kullanarak gözlerimi tamamen araladım. Ve sonunda havada bana doğru süzülerek yaklaşan şeye baktım. Bu bir ruhtu..
Boyumun iki ya da daha fazlasına sahip olan bir uzunluğu vardı. Bir forma sahip değildi ve devasa bir görünüşe sahipti. Her yakınlaştığı anda etrafım daha büyük bir soğuklukla çevrelenip duruyordu. Buz soğukluğu bile değildi bu hissettiğim. Daha ötesiydi. Çok daha ötesi... Bedenim artık sanki tüm ısısını yitirmiş gibiydi. Aldığım nefesi bile verirken dışarıya sıcaklığı yok gibiydi.
Bu normal bir ruh değildi. Bunu anlamıştım. Yaydığı enerji o kadar güçlü ve yakıcıydı ki onun varlığı az önce bana zarar veren ruhların sönük ve hissedilmez enerjilerinden farklıydı. Ve evet şimdi anlamıştım biraz önce bana zarar veren şeylerin ne olduğunu. Onlar Karanlık Ruhlar 'dı.
Bana onlar zarar vermişti ama nasıl bunu başarmış ve beni böyle kıskıvrak bir şekilde hapsetmeyi başarmışlardı? Sonunda yüz yüze gelecek şekilde yakınıma ulaşınca o anda onun kıpkırmızı gözleriyle bakıştı mavi harelerim.
"Kolyenin efendisi..." dedi herhangi bir tınıya sahip bile değilken. Sanki bir bilgisayar yardımıyla oluşturulmuş bir sesti duyduğum. Yavaşça eli yüzüme doğru uzandı. Ben yüzüme dokunacak sanırken öylece kaldı eli havada. Ne oldu neden benimle herhangi bir temas kurmayıp duruyor? Ona engel olan şey ne?
"Kolyenin efendisi. Lanet yayan kadın. Ruhlarıma ziyafet çektirdin ama bu kısa sürdü sonrasında hepsi yok oldu. Silinip gitti. Kanın koruma büyüsüyle koruma altında. Ve bu onlara zarar verdi. Çünkü kanın sana bile ait değil. Kalkana ait." dediği anda bunu bildiğine şaşırmadım.
Evet ölüm kalkanını oluşturduğum anda ona önce ruhumu sonra yaşamımı sundum ama kabul etmedi. Ve sonunda aklıma kanım gelmişti. Kabul edeceğini düşünmedim ama etmişti. Ve sonrasında bana istediğim koruma kalkanını sunmuştu. Ve bu kalkanı kurduğum andan sonra akacak bir kan damlamın bile hesabını kalkan bunu yapanlara bedelini ödetiyordu.
Ama bu kalkanı o nasıl geçemezdi? Bu işte bir terslik vardı. Ben kalkanı insanlar için sanmıştım hiç aklıma karanlık ruhlar gelmemişti. Demek ki herkes ve her şey için geçerli bu kalkan.
Onun koyu kırmızı gözlerine baktığım anda hiçbir şey göremedim ama o an tek bir şeyi anladım. Kim olduğumu ve neler yapabileceğimi. Kolyenin kimleri dize getireceğini de.
Yavaşça dudaklarıma bir tebessüm yerleştirip ona baktım.
"Korkuyorsun..." dedim ve yavaşça başımı yaslı olduğum alandan çekip ona doğru uzattım. "Sen kolyenin sunduğu güçlerle yapacağım şeyden korkuyorsun ama şunu merak ediyorsun aşabildim mi o sınırı." dediğim anda o kırmızı gözleri yavaşça titreşti.
Ah doğru şeye değinmiştim. Aferin bana.
"Sana bir sır vereyim mi?" dedim sesimi kısıp o an ona söyleyeceğim şeyi sanki onun duymasını isteyen bir istekle. "Senin kim olduğunu biliyorum. Ama sen benim kim olduğumu tam bilmiyorsun." dedim yakıcı bir ifadeyle ona baktım o an yüksek bir kahkaha dudaklarımdan döküldüğü anda hızla daha o bir şey bile yapamadan öyle bir hızla anında ilk kolyem sonra saçlarım ve hemen ardından gözlerim simsiyah hale geldi.
Tamamen siyahlara büründüğüm anda hızla bileğimde bulunan görünmez engelleri kalırdım ve tepemde duran bu ruhu büyük bir güçle arkaya doğru fırlattım. Anında olduğu yerden arkaya savrulurken bende hızla olduğum yerden birkaç saniye içinde havaya yükseldim ve etrafımda bulunan karanlığın başka bir boyut almasını sağladım. Ve o anda zifiri karanlıkta saklanan onca Karanlık Ruhları gördüm.
Çok fazlaydı. Çok ama çok...
Öylece olduğum yerde havada süzülmeye devam ederken kedime bile yabancı olan sesimle konuştum. Sesim o kadar kudretli ve o kadar yakıcıydı ki bir an konuşan kişi nem miyim diye düşündüm.
"Karanlık Morte kolyesiyle varlığını devam ettiriyor. Ve öylede hep olacak. Çünkü hepiniz onun varlığıyla yaşam enerjisine ulaşıyorsunuz." bunları der demez anında birden hepsi oldukları yerde bana doğru yaklaşmaya başladı. Bir anda ters bir şey söylediğimi sandım ama öyle değildi.
" Şimdi bana itaat edin ve bana itaatkar ruhlar olarak teslimiyetlerinizi sunun. Ve önümde eğilin. Kolyenin efendisine bağlılığınızı gösterin."
Bunları der demez anında etrafımda bulunan tüm karanlık ruhlar birden önümde eğildiler. Bu zaferle gözlerim ışıltıyla biraz ötede öylece bana bakan ruha değdi.
" Sen sıradan bir ruhsun onlara istediğini veremezsin ama ben verebilirim. Tanya... Larut 'ın annesi. Meşru yoldan ona sahip olan o tehlikeli olan ruh. Ama sende farkındasın ne kadar güçlü olsanda asla kolyeye karşı gelemeyecek olduğunu ve onun sahibine de. Bana verdiğin zarar yok olup gider peki benim sana vereceğim zarar sence kolayca yok olacak mı? Hiç sanmıyorum. Hemen onu Molar zindanlarına atın. "dediğim anda birkaç karanlık ruh ona doğru ilerledi ve onu hemen dediğim yere götürdüler.
Ah bilmeden bana ne güzel bir iyilik yaptı haberi yok. Diğer iki kolyenin sahibi karanlık ruhlara asla değil emir vermek onlarla aynı ortamda bile bulunmamıştı ama ben bunu başardım. İstediğimi almak konusunda hep başarılı olmam bana sunulmuş bir hediyeydi.
Buradaki işim bitince anında kolyeme emir verdim ve beni bu zamanın olmadığı alandan kendi zamanıma götürmesini istedim. Kolye anında bana istediğimi verdi. Sonra ne mi oldu? Yarına daha kuvvetli bir güçle uyandım.
|
0% |