Yeni Üyelik
55.
Bölüm

55-Yaşama Direnen Cesetler

@kumsallardagezen12

『 İnsanlar yapılan ihanetleri kabul ettiği sürece ihanetler yapılmaya devam edecekti. 』

 

 

Zihnim söylemeye cesaret edemediğim sözlerle dolu. Ve her biri büyük biri ağırlık yaparak göğüs kafesime darbeler indirip duruyordu.

 

Zihnim hayal kurmaya cesaret edemediği anıların özlemiyle dolu. Ve her biri bunun hayalden öteye girmeyeceğini acımasızca söyleyip duruyor.

 

Zihnim ileriye dönük herhangi bir sözü veremeyecek kadar ürkek. Sadece olanı anlamaya ve onu yaşamaya mahkum bırakılmış.

 

Gidişleri yaşamaya alışık olan zihnim kalbim ve bedenim büyük bir çaresizliği göğüsledi.

 

Dönüşleri hayal etmeyecek kadar acılıydı kalbim. Gelemeyeceğini biliyordu ondan gidenlerin bir daha ona geri dönüş yapamayacak kadar acımasız olduğunu.

 

Hiçbir şey bıraktığım yerde durmuyor, hiçbir şey aslını koruyamıyor. Her şey yok oluyor. Yok olmak için var olup ona doğru sürükleniyordu.

 

Ben her şey içerisinde adım adım ilerliyor, kalbimin bir daha atmadığı ana doğru umursamazca ilerliyordum. Ölümü hiçbir dönemde bu kadar arzuladığımı hissetmedim. Ölümün benim için bu kadar kurtuluş olduğunun bilincinde olmadım.

 

Hislerim pençelerden örülmüş bir zindanda tutsak halde. Bir daha tekrar yıkım onu bulup soluğunu kesmesin diye kendini muhafaza etti. Bir daha acıyı bu denli hissedip, canı ölüm acısıyla sınmamasın diye hep bu çırpınışları.

 

İsterdim bir ana sonsuza kadar takılı kalmayı.

 

İsterdim hiçbir şeyin bu kadar çıkmaza sürüklenmemesini.

 

İsterdim ihaneti tatmayacak bir sevgiye sahip olduğum bir yaşamı.

 

İsterdim acıların benden uçsuz bucaklara sürüklenmesini.

 

Silemediğim birden fazla hatam oldu zihnimde. Ama hiçbiri sevgiyi ve aşkı kalbime yerleştirip, bu ikisinden alacağım darbenin etkisi kadar pişmanlık yaratmadı.

 

Pişmanım hemde çok. Birini sevdiğim için. Ona koşulsuz şartsız güvendiğim için. Kendimi bu yoldan sınadığım için. Ve onu aptalca nedenleri bahane ederek affetmeyi istediğim için. Onu unutmayacak kadar sevdiğim için.

 

Kaç aydır ben ben değilim. O ihanet gününden beri ben sadece hâlâ yaşadığımı yansıtıp durdum. İçimin ne kadar kan ağladığını dışa yansıtmadım. Kalbimin ne kadar acıdığını belli etmedim. Zihnim kaç kere unut diyerek bana acı ve azap verdiğini kimseye belli etmedim ve söylemedim.

 

Zihnimde bir melodi vardı hep. Aynı notlar tekrarlanıp durdu. Şunu bildiriyordu; "Kaçtığın en büyük yüzleşmeden en büyük darbeyi aldın." Doğru diyordu. Sevgiden doğan ihanet em büyük korkum oldu ve en büyük dersim. Sarsıldım bunu öğrendiğim anda ve bu sarsılma her şeyi yerle bir etti.

 

Savruldum. Hemde ne savrulmak! Öyle ki kayboldum. Kim olduğumu unuttum. Amacımdan şaştım. Ama sonrasında yolumu kaybola kaybola buldum. Ve amacımı hatırladım. Ne için burada olduğumu. Neden onca şeyi göze aldığımı, neyden vazgeçecek kadar kedimi kaybettiğimi. Her şey yavaş yavaş rayına oturdu.

 

Ve şu an burada he şeyi bir kenara itecek iradeye sahipken yapmam gereken şeyi yapıyorum. Savaş mübaresinde ölümü bile göze alacak mücadeleye girişiyorum. Amacım kazanmak, bu uğurda bana ne olacağıyla pek ilgilenemedim hiçbir zaman ama tek amacım var yok etmek ve yıkımın darbesini herkesten sakınmak. Bu darbe ancak ben ve Esila 'ya zarar verebilir ancak. Başka bir acıyan olmayacak. Bunun için en büyük uğraşım.

 

Savaş kapıda. Hemde çok ve o bana ulaşmadan ben ona ulaşmaya çalışıp tüm eksikleri halletmek zorundayım. Yoksa bir anda darbeye maruz kalıp yaralar alabilirim ve ben bunu istemiyorum. Çünkü yara almak demek birileri derin bir acıya maruz kalacak demektir. Savaş belki çoğu kişiye zararlar vererek kazanılır, büyük kayıplara sebebiyet olabilir ama ben bu savaşın diğer tüm savaşlarda farklı kılmak için çabalayacağım.

 

Umut ediyorum. Ve hep edeceğim de.

 

Umut etmenin sancısı var bedenimde.

 

İnanmanın darbesi var kalbimde.

 

Pes etmemenin yıkımı var ruhumda.

 

Affetmenin sancılı acı dolu bir haykırışı var kulaklarımda.

 

Geçmişin yorgunluğu var üzerimde.

 

Kazanmanın vereceği cesaretin getireceği kabulleniş var benliğimde.

 

Ölümü arzulayan istediğin izleri var hücrelerimde.

 

Bu hikaye benim ve çok şey yaşadım. Yaşamaya devam edeceğim gibi duruyor. Ve ben her şeyi yapmayı düşünüyorum çünkü geriye dönüş bir pişmanlığım olmasın diye. Belki de bunu istemeyecek kadar tükenmiş olmamadan dolayı olabilir.

 

Daima insanları kandırdım.

Daima iyiyim diye yalan söyledim.

Daima iyi olmayacak kadar yaralıyım. Daima düşmanlarım oldu bu hayatta ve olamaya devam edecekte. Daima acıların gölgesi etrafımda olacak ve buna alışmaya başlamam lazım. Belki de çoktan alıştım. Daima güvensizliğin verdiği şüpheyle insanlara yaklaşacağım ama günün sonunda olan şeyi ya kabul edecek ya da onu hayatımdan uzaklara göndereceğim.

 

Savaşmaktan asla kaçınmayacak gidebildiğim son noktaya kadar ulaşamaya çabalayacağım.

 

Her şey çok hızlı gelip çattı. Yarınlar o kadar uzakken şimdi dün olup askıda ki yerlerini aldılar. Gelecek bir muammayken şu an ne olduğu engin denizler kadar seçilebilir hale geldi. Ufukta neler var görebiliyorum. Rüzgar hızla beni olmam gereken yere savuruyordu. Gözümün kestirdiği bir anda her şey başlayacak aynı bir anda belli olmaya başlaması gibi sona da erecek. Bir göz açıp kapanıncaya kadar olan gerçekleşip mazideki yerini alacak.

 

Sonrasında her şey nasıl olması gerekiyorsa öyle olmaya devam edecek.

 

Son olaydan sonra kulede bir kargaşa vardı. Hep bir toplantı yapılıp duruyordular. Ara sıra başka krallıklardan gelenler oluyor bazen de başka krallıklara gidip geliniyordu. Her şey çok ciddi bir titizlikle yapılıyordu. En kritik noktalara önem veriliyor ve eksik olunan yerler tamamlanmaya çalışılıyordu.

 

Herkes büyük bir tehlikenin çok yakında ortaya çıkacağını anlamış ve ona göre herkes kendini ve diğerlerini korumak için elinden geleni yapıyor, üzerine düşen her neyse onu aksatmamak için büyük bir uğraş verip duruyordu. Kimse kimseye üstünlük taslamıyor, eksik olan yönleri beraber gidermeye çalışılıyordu.

 

Her gün yeni bir toplantı. Her gün yeni kararlar ve fikirler alınıp duruyordular. Herkes çok gergin ve endişeliydi. Korkuyordu herkes. Bunu hiç kimse saklama gereği durmuyordu. Çoğu toplantıya katılıyor, herkesin söylediği öneriyi dinliyor, eksik yönlerini kendimce tamamlıyor ,yeni fikirler sunmaktan kaçınmıyordum.

 

Bu koşullar arasında herkes herkesi adam akıllı dinleyip ne gerekiyorsa onu yapmak için canla başla çalışıyordu. O kadar yorucu bir ana girmişti ki krallıklar hepsi çoğu işi gücü bırakmış çoğu şeyi ertelemiş ve her şeyin önüne bu savaş olayını koymuştu. Çünkü herkesin Esila 'nın büyük bir yıkım getirecek kadar gözü kara olduğunu biliyor ona göre daha güçlü planlar kurup, daha kuvvetli ihtimallere sarılıp duruyordu herkes.

 

Olasılıklar üzerine yorum yapılıp bunlar kaale alınmaya ona göre hareket edilmeye çalışılıyordu. Zordu. Her şey çok zordu. Ve ben bu yoğunlukta birde taşları alma girişimini devam ettiriyordum. Çok yorucu bir zaman dilimi içerisinde olduğumuz söylemek lazım.

 

Ve çoğu zaman sıfır uykuyla günleri devirip duruyordum. Bu da sağlıklı kararlar almamı etkiliyordu. İşim baya zorlaşmıştı. Çoğu kişi bendeki yorgunluğu ve uykusuzluğun farkındaydı. Her ne kadar dinlenmemi çoğu zaman Süreyya hanım tembihlesede iki yönden de savaşın sonuçlarının etkisini azaltmak için çabalayıp duruyordum.

 

Nerdeyse bir haftadır bir Moritanya Kulesi 'nde bir Asper Krallığı' nda mekik dokudum. Her iki krallık arasında gidip gelmek beni hayli bir yordu. Bu bir hafta içerisinde kendimce biraz yavaş hareket etsemde gideceğimiz yeri seçmiş ve onun için akşam yapılacak toplantıyı ayarlamış, bunun haberini Varisler ve Dennis' e bildirmiştim.

 

Onların da ara sıra Asper Krallığı 'nda görüyorum ama olabildiğince normal bir şekilde konuşup duruyorduk. Zaten tüm dikkatler Esila ve ondan gelecek darbe üzerine yoğunlaşmışken bizler herhangi bir sorun çıkarmamak için çok bir araya gelmiyorduk. Bir olay patlak verip onca kişinin olduğu yerde rezil olmak ve utanç duymak gibi bir niyetimiz yoktu.

 

En son bu sabah tekrar Asper Krallığı'na gitmiştim. Dönüşte Süreyya hanımdan birkaç gün dinlenmek istediğimi söylediğim anda bu isteğimi olumlu karşılamış ve istediğim kadar dinlenmem konusunda beni serbest bırakmıştı. İlk işlem hallolduktan sonra kuleye gelince anında ilk yapmak istediğim uyumaktı. Son zamanlarda çok düzensiz bir uyku uyuyordum ve bunun yüzünden bir yerlerde yığılıp kalmak istemiyorum. Bunun için bu geceye kadar rahat uyuyup, gece olunca bizimkilerle buluştuktan sonra erkenden sabaha karşı yola çıkmamız lazımdı.

 

Odama geldiğimde üzerimi değiştirip hemen yatağa geçip uyumaya hazırlandım. Başımı yastığa koyar koymaz anında göz kapaklarıma yoğun bir uyku izleri yer edindi ve orada hiç zorlanmadan uyuya kaldım.

 

Zihnimin o karanlık ve sessizliği çok sürmemiş ve gözlerim yavaşça kıpırdayarak gerçeğin olduğu ana açılmıştı. Diğer alemden kolayca kopup bulunduğum zaman dilimine gelmiştim.

 

Uyandığım anda havanın kararmak üzere olduğunu pencereden dışarıya baktığım anda gördüm. Odam çoktan karanlığın hükmü altına girmişti. Yavaşça yataktan çıkarak tam ayılmak için kendime zaman tanıdım. Sonunda algılarım açıldığı anda giysi odasına geçip rahat olacağımı düşündüğüm kıyafetleri alıp giyinmeye başladım.

 

Giyindikten hemen sonra beraber gideriz düşüncesiyle Victoria 'nın odasına gitmek için odamdan çıkıp merdivenlere yöneldim. Basamakları yavaşça inip, ses çıkarmamaya çalışarak iki kat aşağıda bulunan Victoria' nın odasına doğru ilerledim. Gitmek istediğim kata ulaşınca hemen yavaşça koridorda ilerlemeye başladım. Kimsenin bulunmadığı koridorda ilerlerken biraz ileride çaprazımda bulunan odanın kapısının açık olduğunu fark ettim.

 

Bu oda Arın hocaya aitti. İçinde onu görmeyi beklerken Ahrar 'ın sırtı dönük vaziyette pencereden dışarıyı izlediğini gördüm. Adım atmayı bırakıp ona bakmaya devam ettim. Orada ne yapıyordu bu adam? Merakla dolup taştığım için yavaşça ona doğru ilerledim. Kapıya ulaşınca yavaşça işaret parmağımın tersiyle kapıyı iki kere tıklatıp beni fark etmesini sağladım. Kapının çalınma sesini duyduğu anda Ahrar yavaşça yönünü bana doğru döndü. Kim geldiğine bakınmak için baktığı yönde beni görünce ilk lacivert harelerinde şaşkınlık emaresi belirdi.

 

Hafifçe kaşları çatılmış, öylece olduğu yerde bana bakmıştı. Yorgun olduğu her halinden belli olan erkeksi yüzüyle bana bakıyordu. Son zamanlarda sadece kısa kestirip durduğu kirli sakalları ve her daim giymekten vazgeçmediği siyah kıyafetleri ile karşımda duruyorken olduğu yerden yavaşça hareket etmeye başladı. Olduğum tarafa gelmeye başladığı anda bende içeriye göz attığım anda Arın hocanın içeride olmadığını fark ettim.

 

"Emira." dedi hâlâ şaşkın olan sesiyle Ahrar karşımdaki yerini alınca. İçeriyi incelediğimi fark edince merakımı gidermeye başladı. "Bir şey mi oldu? Arın burada değil. Bende onu bekliyorum." dediğinde sessizliğimi bitirip konuştum.

 

"Bir şey yok sadece burada seni görünce bir sorun mu var sanıp geldim." dediğimde aslında beni yolumdan çeviren sebebin kendisi olduğunu öğrenmek onun o yorgun ifadesinde küçük bir ifade belirlemesine sebep oldu. Biri tarafından merak edilme hissinin verdiği o duygu. Ahrar anladım dercesine başını salladı.

 

" Nasılsın? "dediğinde Ahrar ona doğru bir adım attım. Bu hareketimi anında gördü ama öylece durmaya devam etti.

 

" Ben iyiyim ama sen neden bu kadar yorgun duruyorsun? "dedim artık merakım beni içten içe yerken buna kayıtsız kalamayarak. Ahrar bu sorumu duyunca ilk an bir şey diyemedi hatta sağ eli ensesine uzandı ve sertçe ensesini sıvazlarken bakışları benden uzaklaştı ve arkamdaki bir yerde kısa süre oyalandı.

 

Lacivert hareleri nedense bu soruya cevap vermek istemiyordu. Bunun için göz temasını kesiyordu. Çünkü ne zaman karşısına geçip konuşsam Ahrar 'ın asla harelerine benden bir saniye bile olsa ayırmadığını biliyorum. Sorum onun canı sıkmış gibi susmasını sağlamış, konuşmamak için göz temasını kesmekte bulmuştu çareyi.

 

"Cevap vermek istemiyorsun bu belli hal ve hareketlerinden. Seni zorlayacak değilim. Zaten bu senin vereceğin bir karar. Bana cevap verme zorunluluğun yok zaten." diyerek onun hayatında bir önemim olmadığını belli etmekten kaçınmadan. Bu yaptığım şey onu bir anda olduğu yerde yapmış olduğu sanki çok büyük bir yanlışmış gibi anında bu yaptığı şeyi düzeltmek için bir şey yapmaya çalıştı. Ahrar bu yaptığı şeyi nasıl düzeltecek olduğunu bilemediği için çaresizce karşımda hareketsizce durmasına sebep oldu.

 

Kararsız bakışları vereceğim tepkiyi görmeyi bekledi.

 

"Bu kadar gerileme gerek yok Ahrar. Bazen sorulan soruya verilecek cevap olmayabilir. Bunu anlayacak olgunluğa sahibim. Ama yapacağım bir yardım olursa çekinmeden benden yardım isteyebilirsin. Seninde bunu benden istediğin gibi." dediğimde sözlerim onu bir nebze olsun rahatlattı.

 

" Bu biraz karışık bir durum ve seni buna alet etmek istemiyorum. "dediğinde birden bana doğru iki asıl atıp yüzlerimizi aynı hizaya getirtmek için yavaşça başını eğdi. Şimdi o müptelası olduğum lacivert harelerine daha yakından bakıyordum." Zaten onca sorunla ilgilenip duruyorsun. Benim önemsiz sorunlarım seni oyalamasın." dediğinde bunu kendime dert etmemi istemediğini açıkça belli edip.

 

"Ben gideyim o halde." dedim ve arkamı dönüp Victoria 'nın odasına doğru yol alınca Ahrar' ın kısık sesle konuşmasını duydum.

 

"Nasıl başarıyorsun bilmiyorum ama sen varken her şey aslında bir hiç olduğunu anlıyorum. Ve hiçbir şeyin o kadar dert edilecek bir şey olmadığının defalarca kez farkına varıyorum senin varlığın yanımdayken." dediğinde dönüp ona bakmadan birkaç adımda Victoria 'nın odasına ulaşmış ve hemen kapıyı çalmadan içeri girmiştim.

 

Kapıyı kapattıktan hemen sonra onun son cümlesini duydum.

 

" En büyük mucizemsin ve bunun benden kayıp gitmesine izin vermeyeceğim. "

 

Bu cümleyi duyduktan sonra dışarıdan çok ifadesiz durduğumu biliyorum ama kalbim bunu duyunca sanki yaşam bulmuş gibi daha hızlı atmaya başlamıştı. Ruhum o karanlık girdaptan kurtulmuş ve aydınlığa çıkmıştı. Hislerim gömülü oldukları yerden yaşama tutunmuştu. Buz tutmuş zihnim bu cümle karşısında yavaşça eriyerek günyüzüne çıkmıştı.

 

Derin bir nefes alıp kedime gelmeye çalıştım. Kapılma bu cümlelere kapılma Emira! Ne olacağını sanmıyorsun? Yine yara alan yine üzülen taraf sen olacaksın! Yapma bunu kendine yapma! Hiç yaşanmamış gibi davranmak daha iyi olacak benim için.

 

Bakışlarımı odada gezdirip kafamı dağıtmanın yolunu aradım. Victoria 'yı bulmak için geldiğim odada Victoria' yı yatakta uyurken görünce hemen onun olduğu tarafa ilerledim. Yatağın etrafından dolanıp hemen Victoria 'nın baş ucuna gelip ona yukarıdan bakmaya başladım. Uyuyor olmasını yadırgadım. Pek bu saatte uyuyan biri değildi. Acaba çok mu yoruldu da ondan mı uyudu? Yavaşça geriye doğru çekildim.

 

Odada bulunan tekli pencere önünde bulunan koltuğa geçip bakışlarımı Victoria 'ya çevirdim. Benden tarafa dönmüş, düzgün alıp verdiği nefesler arasında huzurlu bir uyku çekiyordu. Açık olan saçları yastıkta dağılmış, bir tutam saçı boynundan aşağı doğru sarkıyordu. Uyurken hareketli olan tiplerden değildi. Nasıl uyuyorsa öyle kalkıyordu. Birkaç kez beraber aynı odada uyurken bunu fark etmiştim.

 

Onu uyandırmak istemediğim için o uyuyana kadar başında bekleyecektim. Erken uyanmazsa bu gece olacak olan toplantıyı iptal ederdim. Bu süreçte herkes çok yıpranmışken birde dinlenmek için zaman bulamazsak her şey tam çığırından çıkardı. Victoria rahat bir uyku uyurken bende tam masa ucumda bulunan kitabı ellerimin arasına alıp incelemeye başladım. Bir romandı. Ama basit bir roman değil. Bir aşk romanı. Demek ki güzel arkadaşım bir romantik kitap kurduydu. Ben genelde daha çok macera ve polisiye kitapları okumayı severim.

 

Kitabı aldığım yere bıraktıktan sonra sessizce zamanı öldürmeye başladım.

 

Tabi bu o kadar uzun sürmedi.

 

"Ah Prenses neden bu anında sana eşlik etmemi istemiyorsun benden?" diye birden zihnimin içerisinde Ölü Ruh 'un sesi patlak verince sessizliğin bir müddet benden uzaklara gittiğini fark ettim.

 

"Gerek duymadım olamaz mı?" diye soruyla karşılık verdim. Bu sakin çıkışım onu daha çok üzerime gelmesine sebebiyet verdi. Çünkü bu acımasız Ölü Ruh beni sinir etmeyi nedense çok seviyordu.

 

"Ah ama kırılıyorum şimdi. Benim varlığım neden senin varlığın tarafından bir sevgi bulunmayıp, kalbinde bir yer edinmiyor? Şu sevimsiz dostlarından neyim eksik?" diye birde dostlarımı araya katınca tahammül seviyem düştüğünü yansıtmaktan kaçınmadım.

 

"Ruhların kalbi olmaz." dedim ve sonrasında devam ettim cümleme. "Bir kere seni neden seveyim ki? Ve seninde dediğin gibi dostlarım. Sen benim dostum musun Ölü Ruh?" diye konuşarak vereceği cevabı dinlemeye koyuldum.

 

"İlk tespitin doğru bir kalbe sahip değiliz ama seni kırmamak için senin dostun olabilirim. Yoksa sen başka bir şeyin mi olmamı istersin? "dediğinde anında hayret edercesine bakmaya başladım.

 

" Cıvıtma yine! Dostum ol diyen olmadı. Sen kendi kendine gelin güvey oldun. "dedim sona doğru ona kendisinin bir kuruntusu olduğunu açıkça belli ederek.

 

" Ah Prenses içten içe benim gibi muhteşem bir ruhun senin dostun olmasını istediğini biliyorum. Çekinme lütfen bunu sesli dile getir. Merak etme bunun için sana kızacak değilim. Eh bende olsam benim gibi birinin dostum olmasını isterim." diyerek yine kendi kendisini övmeye başlama seansı başlayınca sadece gözlerim devirdim gördüğünü bilerek ve bıkkın bir nefes verdim.

 

" O koca egonu lütfen benim yanımda bulunurken rafa kaldırıp gel. Çünkü egon benim seninle iletişime kurmamı engelliyor. Meraklısı değilim seninle konuşmaya ama yapacak bir şey yok. Bildiğin zihnimi istila ettin. Çekip gitmeyi düşünüyor musun ileride acaba zihnimi? "dedim gerçekten bu son dediğim şeyi merak ederken.

 

" Bir müddet hayır gitmeyi düşünmüyorum. Ve bu ego değil canım muhteşem olan tarafım ama sen nerede bileceksin ki sıradan insancık. Ve ben olmasam can sıkıntısı yüzünden ölüp gideceksin. Bana teşekkür etmen lazım. Yakınman değil. Minnet nedir bilir misin sen? "diye beni hem azarlamış hemde küçük görmüştü. Hah öldüreceğim bunu günün sonunda bir gün. Olacak olan bu!

 

" Sen bir susmayı mu tercih etsen acaba Ölü Ruh? Malum kafamı dinlemek istediğim her an seni birden zihnimin içerisinde konuşurken buluyorum. Kasıtlı yaptığını artık düşünmeye başladım. Başka anlarda gelme ama ne zaman ben sessizce bir yerde düşünmeye başlasam birden sen geliyorsun. "dedim çok önceden dikkatimi çeken bir şeyi ona söylerken.

 

" Aslında bilerek olan bir şey değil bir anda gelirken seni hep tek başına buluyorum. Benim amacım seni kalabalık bir yerdeyken çıldırtmak ama bunu çoğu zaman kaçırıp duruyorum. İstersen şöyle yapalım sen ne zaman böyle kalabalık bir anda bulunursan anında beni çağır. Ne dersin? "dedi sesindeki keyifli bir tınıyla.

 

" Cehennemin dibine kadar yolun var. "diye sinirle çıkıştım. Bu sözümü anında duyunca hemen kahkahayı bastı.

 

" Ah Prenses böyle yaparak beni daha çok keyiflendiriyorsun. Eh buda seninle uğraşma istediğimi uyandırıyor. "dedi hiç gocunmayarak.

 

" Ben senin oyuncağın mıyım? Ya da başka bir şey? Normal şekilde gel! Ne o birden ortaya çıkmalar! Beni çıldırtmak için çabalamalar! "dedim keyfi düşmüş ifademle. Yani iki dakikada çok güzel sinir etmeyi başarıyor.

 

" Hadi ama küsme küçüğüm. "dediğinde olduğum yerde sinirli bir nefes alıp masadaki kitaba uzandım ve sinirle kitabın sayfasını çevirmeye başladım. Sakin kalmak için kendimi oyalayacak bir şey bulmam lazımdı o da Victoria 'nın aşk dolu kitabı olmuştu.

 

" Ah şu tarz kitaplar mı okuyorsun? Aşk... Siz insancıklar ne buluyorsun bu histen?" dediğinde yavaşça gözlerim kısıldı. Kitabı yavaşça parmaklarımla sıkmaya başladım.

 

"Ne o sen hiç aşık olmadın mı yoksa?" dedim merakla aslında onun hayatını çok merak ediyordum. Ama sormak istemiyordum. Belki de sormamam gereken bir şey sorar onu incitirim diye.

 

"Aşk mı? Hayır." dedi kısaca. Anında anladım dercesine başımı aşağı yukarı salladım.

 

"Sen peki hâlâ şu sevimsiz şeye karşı şu hissi besliyor musun?" diye sorduğu anda elimde duran kitabı sertçe kapattım. Çok sert kapatmış olmalıydım ki Victoria yavaşça olduğu yerde hareket etti. Uyanmaya başlıyordu. Bakışlarım Victoria 'dayken yavaşça Ölü Ruh' un sorusunu yanıtladım.

 

" Mayınlı bölge orası ve oradan uzak duruyorum. Bu sayede hayatta kalmam kolaylaşıyor. Yani beni oraya gitmeye zorlama senden ricam." dediğimde bir müddet konuşmadı. Zaten sonrasında Victoria olduğu yerden yavaşça doğrulup bana bakıp ayılmak için kendine zaman tanıdı.

 

" Emira uyuya kalmışım sen ne zamandır buradasın? "derken yavaşça olduğu yerden kalkmaya başladı.

 

" Çok olmadı gelişim. Sen elini yüzünü yıka ben seni kapının önünde bekliyorum. "dedim ve olduğum alanı terk ettim. Kapının önüne çıktığım anda biraz ileride Arın hocanın odasında yüksek konuşma sesleri duydum. İçerisinde her ne oluyorsa tansiyon yüklemiş olmalı. Ben olduğum yerde kapıya bakarken birden kapı sertçe açıldı ve içeriden Ahrar çıktı.

 

Sinirli ve çok gergin duruyordu. Hızlı alıp verdiği nefesler yüzünden göğsü şişip duruyor, iki elini yumruk haline getirmiş olmasından dolayı kol damarları kabarmıştı. Bileğine kadar gömleğinin kolunu kıvırmış, gömleğinin ilk iki düğmesi açık halde duruyordu. Sinirden yüzü gerilmişti. Ne zaman sinirli olsa bağırıp çağırmamak için çenesini sımsıkı sıkardı. Aynı şu an yaptığı gibi.

 

Lacivert irisleri öfkenin hükmü altındayken hedefinde içeride kim varsa oydu. O kadar sinirliydi ki beni bile fark etmedi. Olduğum yerden yavaşça Ahrar 'ın olduğu alana ilerledim. Birkaç adımda onun yanına vardığım anda varlığımı hissederek anında başını yana doğru hafifçe çevirdiği anda beni gördü.

 

Bakışları beni bulunca öfke izleri yok oldu ve hemen şaşkınlıkla bana bakmaya başladı. Sanırım beni beklemiyor olmalıydı. Anında öfke onu terk etti. Bedeni yavaşça rahatladı ve nefes alış verişleri düzene girdi. Bakışlarımı ondan çekip içeriye çevirdiğim anda içeride Süreyya hanım ve Turul beyi buldum. Birkaç adım geride sessizce bekleyen Arın hocayı.

 

Hepsi bana bakıp duruyordu. Sanırım işler pek iyi gitmemiş olmalı ki herkes fazla gerilmişti. Ben tam konuşacakken arkamdan Victoria 'nın odasının kapısı açıldı.

 

"Hadi Emira gidelim." dediğinde Victoria' ya bakmadım. Bakışlarım Süreyya hanıma çevrilmiş ve ondan bir adım beklerken susmayı tercih etmesi hiç hoşlanmayacağım şeyler olduğunu belli ediyordu. Çünkü bakışlarında bir suçluluk ifadesi vardı. Bunu Turul beyin ifadesinde de görmüştüm.

 

"Ortam baya gerilmiş." diye söze başladığım anda Süreyya hanım hemen bakışlarını benden çekti. Yere çevrilmiş olan bakışlarına bakıp alayla güldüm. "Belli ki hoşlanmayacağım bir şey olmuş olmalı. Bakışlarınızı kaçırmayın Süreyya hanım. Bu daha çok merak etmemi sağlıyor. Ama şansınız var. Şu an yapmam gereken önemli bir işim var ve oraya gitmem lazım." dediğimde Süreyya hanım anında bakışlarını bana çevirdi. Ne diyeceğini biliyordum. Nereye gideceğimi soracaktı. Ama buna cevap vermeyecek olduğumu şu durumdan daha net anladı.

 

" Hadi Victoria biz gidelim. "dedim arkama dönüp ilerlemeye başlarken. O sırada Ahrar olduğu yerden göz ucuyla bana bakarken ben anında Süreyya hanımın gözlerinin içine bakıp ona yaptığı şeyden dolayı neden pişmanlık yaşadığınız anlamaya çalıştım. Ne yapmış olabilir ki bu onu şu hale getirdi. Victoria yanıma gelince yan yana ilerledik. Merdivenlere yönelmiş aşağı inerken Victoria alık alık bana bakıyordu.

 

"Ne olduğunu merak ediyorum." dedi kolumu tutup söylememi isterken. Basamakları inmeyi bıraktım ve onun odasından çıktığım gibi gördüklerimi anlattım. Sonrasında Victoria 'yla arka bahçeye çıkmış Kara Orman'a doğru ilerlerken Victoria anlattıklarımdan yola çıkarak çıkarımlar yapmaya başlamıştı.

 

"Renas hoca kızgın diyorsun ama diğer üçü sakindi. O halde belki konu senle ilgili değil." dediğinde bende bunu ilk düşündüm ama sonradan Süreyya hanım mahcup bakışları bu düşüncemi yerle bir etti.

 

"Konu benimle ilgili bir şey bunu Süreyya hanımın bakışlarından anladım. Bu mesele kafama çok takıldı ama şu an onu ertelemek zorundayım sonra bunu öğrenmek için çabalayıp duracağım ama önce şu işi halledelim." demiş ve Victoria 'yla hızla Kara Orman'ın derinliklerine kadar ilerleyip hemen Moritanya Kalesi'ne geçmiştik.

 

Biz geç geldiğimiz için diğerleri çoktan buluşalım dediğimiz yere gelmiş ve bizi bekliyorlardı. Hemen zemin katta bulunan yemek salonuna geçmiştik. İçeri girdiğimiz anda hepsi gecikme sebebini sormuş onlara Victoria olan biteni anlatmaya başladığı sırada bende not defterini ortaya çıkarmış ve Victoria anlatmayı bırakana kadar bende gördüklerimi zihnimde canlandırıp bir sebebe yormaya çalışmıştım. Ama hiçbiri gerçeğe yaklaşmış değildi.

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

Zamansızlığın içerisine hapsedilmiş gibiydi hayat. Her şey seyrine göre ilerliyor ama sanki aynı şeyleri tekrar tekrar yaşıyor gibiydik. Bazı zamanlarda bunu daha net anlayabiliyordum. Suskunluğum Victoria 'nın anlatması gerektiği şeyi bitirmekle sona erdi. O olan biteni anlattıktan sonra bende asıl konuya gelebilmek adına sahte bir öksürükle bakışları üzerime çektim.

 

Hepsini bakışları beni bulunca sandalyeye rahatça yaslandım.

 

"Günlük dedikodu seansı bittiğine göre asıl konumuza dönelim mi?" dedim hepsine teker teker bakıp işin ciddi boyutunu bir kere daha kavramaları için. Hepsi peki olur anlamında başını sallayıp benim konuşmamı devam ettirmemi bekledi. "En çok merak ettiğim yere gidiyoruz." dedim ve kısa bir süre sustum.

 

Dediğimi duyunca hepsi merakla bana bakmaya başladı. Nereden bahsettiğimi anlamaya çalıştılar kendilerince. Dennis yavaşça masaya doğru eğildi ve hepsinin arasından herkesin sormak istediği şeyi sordu.

 

" Nereye gidiyoruz?" dedi tok sesiyle. Meraktan uzak ama sorduğu soruya cevap isteyen bir istek vardı. Zaten onun için her yer aynıydı. Aynı amaç için çabalayıp duruyorduk. Ha burası ha şurası ne fark ederdi ki?

 

"Buzlar Diyarı 'na gidiyoruz. Soğuk ve ürpertici değil mi sizce de?" dediğimde Dehri anında olduğu yerde surat asarak bana baktı.

 

"Soğuğu pek sevmem." dedi mızmız bir ifadeyle.

 

"Ah doğru ya sen alevli şeylerden haz duyarsın daha çok." dedi Enfal ona takılmayı es geçmeden.

 

"Göstermemi ister misin birde?" diyerek parmaklarını sola doğru eğip parmakları arasında küçük kıvılcımlar yaratarak. Kıvılcımlar büyüyerek ateşe dönüşünce Enfal anında avucunu açıp küçük bir su topu oluşturdu.

 

"Ben daha çok söndürmeye tercih ederim." diyerek ona karşı başkaldırınca anında elimde tuttuğum kalemi masaya sertçe vurdum.

 

"Size hünerlerinizi gösterin diyen olmadı! Benim size bir şey göstermemi istemiyorsanız sesinizi kesin ve birbirinize sataşmayı bırakın! Birbirinize karşı değil düşmanımıza karşı bir olun. Anlaşılmayan bir şey?" diye tehditkar bir şekilde konuşunca ikisi de anında suspus oldu.

 

" Sen devam et Emira bu iki çocuğa bakma sen! "diye ikisini kınayan bir üslupla konuşunca Victoria anında Dehri ve Enfal hemen surat asarak olduğum tarafa baktı.

 

" Tamam asıl konumuza dönelim. Aradığımız taş Kara Lanet taşı. Taşın rengi mavi. "dedim ve taşın kendimce çizdiğim resmini bizimkilere gösterdim. Sirius taşları bu yerlere göndermeden önce görebildiğim taşları zihnime kazımış ve onları unutmadan resmettim bu not defterime.

 

" Buzlar Diyarı duyduğum kadarıyla buradan çok uzakta ve oraya pek giden yok. Çünkü hava şartları orada insanların bulunmasını engelliyor. Zor bir durum olmazsa kimse oraya öyle kolay kolay gitmez." dedi Kavi olduğu yerde bana dikmiş olduğu endişeli bakışlarıyla konuşurken. Başka bir şey mi biliyordu o yere ilişkin?

 

" Belki hava şartları bizi zorlayacak ama yapacak bir şey gitmek zorundayız. Bu keyfiyete göre verilecek bir konu değil. Zorlanacağım diyen olursa gelmemesini anlayışla karşılarım." der demez anında masada bulunan herkesin bakışları benden hızla uzaklaşıp tam karşımda bulunan Dehri 'ye çevrildi.

 

Bakışların ona döndüğünü görünce Dehri anında olduğu yerde ne bakıyorsunuz dercesine baktı.

 

" Saçmalamayın tabii ki geliyorum. Farkında mısın bilmiyorum ama ben orada olmak zorundayım çünkü buzu eritecek güç bende var sizde değil." diyerek yine kendini övecek bir sebep bulduğu anda hepimiz ona iflah olamayacağına dair bakışlarla baktı.

 

"Peki sen farkında mısın Emira da isterse o buzu eritecek güce sahip. Siz bir ara dalaştığınız anda sizi durduran kimdi?" diye kafa tutunca Victoria anısına Dehri Victoria 'yı öldürücü bakışlarla baktı.

 

"Sana çok pis ayar oluyorum Victoria son zamanlarda." diyince Victoria ona tatlı tatlı gülümsedi. Cici bir kız tavrıyla konuştu.

 

"Sen son zamanlarda ama ben en başından beri ayar oluyorum sana. Bunu ne yapacağız?" dediğinde Victoria ikinci kez masaya sertçe kalemle vurdum.

 

"İyice konudan sapıyorsunuz. Bir daha bu olursa bedelini ödeyecek bunu yapan kişi." dediğimde anlamaları için ama faydası olmadı. Ve aynı anda Victoria ve Dehri bir çocuk edasıyla suçluyu gösteren çocuklar gibi birbirini işaret ettiler. Ah akıllanmaz bunlar!

 

" Susun ve beni dinleyin. "diyerek hemen bilgileri aktarmaya başladım.

 

" Taş kişiyi karanlığın ıstırabından korur. Varlığın karanlığın sinsi düşüncelerle delirmesini önler. Ama taş istediğimi gücü bulamayınca varlıktan yavaşça bulunduğu alandaki varlığı tüketmeye çalışır. "dedim sözümü tamamlayıp. Bunu dediğim sırada Kavi dikkatle bana baktı.

 

" O halde belki Sirius bu yüzden yavaşça her şeyden şüphe etmeye başladı. Taş kendisini besleyecek bir şeye ihtiyaç duyuyor. Bulmadığı anda hemen Sirius 'a yöneldi. Bu taş için kuvvetli bir varlık lazım yoksa zarar görebilme ihtimalimiz var gibi duruyor." diye kendince çıkarımda bulunduğu sırada anında onu destekledi Nehar.

 

" Kısa süreliğine zarar vereceğini düşünmüyorum. Zaten taşı aldıktan hemen sonra Emira onu güvende olacağı yere götürür. Hem belki de taşı alacağımız yerde onu besleyen şeyi yanımıza alsak bu sorun hallolur." dediğinde Nehar bu sefer başka bir fikir öne sürüldü.

 

" Bunu gittiğimiz yerde anlayacağız. O zamana kadar ihtimalleri değerlendirmek lazım. "demiş ve hemen sonrasında geri kalan önemli yönlerini anlatmaya devam ettim.

 

" Varlık bununla beraber gücünü aktif tutar taşın varlığıyla ve gücü her geçen saniye daha da güçlü hale gelir. Yani taş zarar verdiği kadar büyük bir güç sunmaktan geri kalmıyor da. O güç için çoğu kişi bu sorunu görmezden gelecek kadar şuurunu kaybedebilir. Taşın sunduğu güç onları vereceği zarara kör edebilir. "dedim, zaten bunu göze alacak tek bir kişi tanıyorum. Esila bu zarar verici yönlerini görmezden gelecek kadar şuursuz birine dönüştü.

 

" Desene her taş aslında iyi ve kötü yönlere sahip. "diye bunu zikreden Victoria evet dercesine başımı aşağı yukarı salladım. Bana devam et dercesine bakınca kalan son kısımları okumaya devam ettim.

 

" Bu taş soğuk yerlerde muhafaza edilir. Çünkü yaydığı lanet aslında canlı olan her şeyi yok etme gücüne sahip. Buna taşın sahibi de dahil olmak üzere." dediğinde zaten bu özellikten yola çıkarak daha soğuk olacak yerlere bakacaktık Buzlar Diyarı'nda.

 

"Her yer soğuk ama Buzlar Diyarı' nda." diyince Kavi anında Nehar ona hak verdi işaret parmağını doğru diyorsun dercesine ona doğrulturken.

 

"Soğuğun gerçek kaynağına ulaşmak gerek. Her şeyin bir kaynağı vardır ve bu kaynağın olduğu yerde olacağını düşünüyorum. Bunu oraya gidince daha net anlayacağız." demiş ve devam etmiştim başka biri daha konuşmadan.

 

"Taşın oluşumu bir ruhun bedeninden alınıp lanetli bir büyü ile elde edilmesiyle oluştu. Yani taş bir varlığın gücüyle ortaya çıktı. Bu varlığı çok merak ettim doğrusu. Acaba kimin varlığının gücünü taşıyor?" bunu dedikten hemen sonra not defterini kapattım.

 

" Her şeyin kaynağı gerçekten var dediğin gibi. O olmadan var olamıyor hiçbir şey. "diyerek konuşunca Dennis kimse bir şey demedi bu dediğine. Ama zihinlerde hepsi onun bu dediğini kabullendi ve onayladı.

 

" O halde gitme zamanını da söylemek istiyorum. Çok gecikmeden gidelim diyorum. Zaten son olayları biliyorsunuz. Bunu bildikten sonra bence zaman kaybetmeden bir an önce harekete geçelim." dediğimde hiçbiri buna karşı çıkmadı. Hepsinin bakışları bu dediğimi onaylarcasına bakıyor, son diyeceğim şeyi duymayı bekliyordu." Bu sabah erkenden Buzlar Diyarı 'nda olacağız.."

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

Konuşmamdan hemen sonra hepimiz krallıklar geri dönmüş oradaki işlerimizi güneş doğmadan halletmiş sonrasında tekrar Moritanya Kalesi'ne geri gelmiştik. Hepimiz zemin katta toplanıp Buzlar Diyarı' na geçmek için oluşturmuş olduğum portaldan geçmiştik.

 

Buzlar Diyarı' na geldiğimiz anda bizi buz gibi içimizi bile titreten bir soğukluk karşılamıştı. Önümde bulunan Dehri anında sızlanmaya başlamıştı.

 

"Oğlum bu ne?" demiş yanında onun gibi çoktan üşümeye başlayan Enfal' e. İkiside elleriyle kollarını sıvazlarken ben olduğum yerde üşümeme rağmen bunu görmezden gelip bakışlarımı etrafa çevirdim.

 

"Çok soğuk olduğumuz yerde üşümekten öleceğiz." diye Victoria 'da sızlanmaya başladığı anda hemen onları bu soğuğa karşı koruyacak kıyafetleri büyü yardımıyla üzerlerinde olmasını sağladım. Hepimizin üzerinde tek renk vardı beyaz. Çünkü her yeri beyaz rengin hükmü altında bulunan diyarda başka renk giymek aptallık olurdu. Üzerlerinde hepsinin kalın onları soğuktan koruyacak kürklü pelerin bulunuyordu.

 

Dehri pelerinin şapkasını başına geçirip yanıma geldi. Soğuktan dolayı yüzü şimdiden pembeleşmiş, ellerini sık sık soğuktan dolayı sıvazlarken buldum onu. Buzun üzerinde kaymamak için temkinli adımlar atarak yanıma gelmişti. Yanımdaki yerini aldıktan sonra gelişi güzel bir çevreye baktı.

 

"Çok sessiz kimse de yok. Ve her yer beyazlar içinde biri olsa bile fark etmek güç." dediğinde Dehri bunları söylerken gözlerini yoğun beyazlıktan dolayı kısmış ve etrafta bir şey olup olmadığına bakındı.

 

"Ne yapacağız?" diyince önümde duran Dennis 'e bakındım.

 

Hepsi etrafımda durmuşken bir şey dememi bekliyordu. Bense sessizce etrafımı izlemeye devam ettim. Şu an bulunduğumuz alan büyük bir denizin üzereydi. Ama deniz bu dondurucu soğuğun etkisiyle donmuş vaziyette bulunuyordu. Ve bu kocaman denizin tam ortasında bir kale vardı. Duvarları buzla çevrili olan bir kale. Bir kristal gibi parlıyordu bulutlar arkasında duran güneşi ışınlarının vurması sebebiyle. Elimi kaşlarımın üzerine örtüp gözlerime paravan yaptım ve küçük bir gölge altında etrafa şüpheci bakışlarla baktım.

 

Şu an tam denizin kıyısında bulunuyorduk. Ve bu denizin etrafı ağaçlarla çevriliydi. Ağaçlar bilgimiz yeşil renge sahip değildi. Yoğun bir karın altında renkleri kamuflaj edilmişti.

 

"Şu an bu yoldan gitmek demek açık hedef olmak demek. Ormanın kenarından dolaşıp kaleye doğru ilerleyeceğiz. Ama dikkat edin. Taşın nerede olduğunu bilmiyoruz. Her yere dikkat edip öyle hareket etmemiz lazım." diyerek onlara yapmamız gereken şeyi bildirdikten sonra yönümü ormana çevirdim . Yürürken yavaşça beyaz pelerinin şapkasını başıma geçirip buzun üzerinde kaymamak için büyük çabalar vere vere ilerledim.

 

Ben ilerledikten son hepsi beni takip etti.

 

Ama aralarında fısıltılar eksik olmadı.

 

"Bana bu kadar soğuk bir yer olacağını söylemediniz. Oğlum ben soğuğa gelemem." diye mızmız bir çocuk edasıyla her zaman ki Dehri söylenmeye başladı. "Sen suyu yönetmiyor musun? Bu diyarı bu kadar soğuk olmaması için gücünü kullan." dediğini ve hemen sonrasında durduğunu ve ters yöne adım attığını duydum. Başımı geriye çevirip ne yaptığına baktım. Arkasını dönmüş ve şimdi de Kavi 'ye bulaşmıştı. "Şu gücünü kullan ve hava birkaç derece düşsün. İnsanın yaşam şartlarına uygun bir hale gelsin." diyerek kendi için bir yol girişiminde bulununca anında yerden aldığım karı kar topu haline getirip ona attım.

 

Kar topu ona çarpınca sinirle arkasına döndü. Bunu yapanın Enfal olduğunu düşünmüş olmalı ki tam ona kızacakken benim olduğumu fark edince anında yüz ifadesi gerildi ve bir şey diyemeden bana baktı.

 

"İstersen birde haber vereyim bizim burada olduğumuzu onlara Dehri! Sen aptalsın biliyorsun değil mi? Bu isteklerinin yerine gelmesi demek bir şeylerin ters olduğunu anlamaları demek. Ve bu bizim varlığımızı fark etmelerini sağlar. Benim böyle bir niyetim yok. Senin var sanırım? "diye yarı kızgınlık yarı alayla konuşup yaptığı şeyin çok saçma olduğunu ve doğuracağı sonuçları ona söyledim. Bana üzgünüm bakışları attı ama umursamadan önüme dönüp ilerlemeye devam ettim.

 

Biliyorum çok zor bu soğuk altında ilerlemek buna alışık değil. Kimse değil aramızda ama şu an buna katlanmak zorundayız. Şu soğuktan hepimizin bedeni kas katı olduğu için adım atmak çok zor. Üşüdüğümüz için daha yavaş ilerliyor, düşüp bir yerimizi kırmamak için büyük bir çabaya giriyorduk.

 

Bende isterim üşümemelerini ama korkuyorum ya bunun için yaptığım bir büyünün varlığı fark edilse ne olurdu. Anında bu diyarda bulunan herkes anında aramaya koyulur ve bu büyünün geldiği yeri bulmaya çalışırlardı.

 

"Prenses." diye Dehliz 'in sesini duyunca adımlarım yavaşladı ama ilerlemeye devam ettim.

 

"Bir şey mi oldu Dehliz?" diye merak içinde konuştum.

 

"Nerede olduğunuzu biliyorum. Senin ve arkadaşların için zor bir durum olmalı. Onların üşümemesini ve bu yapılan büyünün fark edilmemesi için sana ormanın içerisinde olan bitkiyi göstereceğim. O bitkiyi yesinler onlara iyi gelecek. Bir zararı yok. Buradaki halk bunu kullanılıyor zaten bunun için. "diyerek bu halimize bir çözüm sununca içimdeki o vicdan azabı yavaşça azaldı.

 

Benim yüzümden zaten buraya gelmişlerdi ve üşüyordular. Bir çözüm de yoktu. Şimdiden bu kadar üşürken sonrasına kadar dayanamayacak olmalarını tahmin ediyordum. Zaten onları gönderme düşüncesi çoktan zihnimi işgal etmişti. Dehliz tam zamanında imdadıma yetişti.

 

"Biraz ileride büyük dalı kırık olan bir ağaç var onun altında bulunan kar yığınının altında bulunuyor bitki. Onu alın ve yiyin. İyi gelecek size." diyince anında adımlarım hızlandı ve dalları kırık olan ağaca doğru ilerledim.

 

Ağacın önüne geldiğimde anında yere doğru eğilip iki elimle kar yığınını kenara iterek Dehliz 'in dediği bitkiyi bulamaya çalıştım soğuk karın altında. Sonunda parmak uçlarım bir yaprağa dokununca anında tim kar yığınını elimin tersiyle itip anında bitkiyi ortaya çıkardım. Bitkiyi kökünden koparmaya başladığım anda arkamdan Victoria' nın meraklı sesini duydum.

 

"Ne yapıyorsun sen?" diyince anında son yaprakları da koparıp ayağa kalkıp onlara doğru döndüm. Elimde bulunan yaprakları onlara uzattım.

 

"Hadi bunları yiyin ısınmanızı sağlayacak." dediğimde anında hepsi bir bitkinin bunu yapacağına inanmadı. Birbirlerine şüpheci bakışlarla baktılar.

 

"Emin misin bunun bizi soğuktan koruyacağını?" diyen Kavi 'ye olumlu anlamda başımı salladım. Anında Kavi bir adım öne çıkıp avucumda bulunan bitkiden alıp çiğnemeye başlayarak yemeye başladı. Diğerleri de hemen ardından ona katıldı. Hepimiz bulduğum şeyi yedikten hemen birkaç dakika içinde ısınmaya çoktan başladık.

 

Dehliz haklı çıkmıştı. İlk andan işe yaramıştı bile. Yavaştan ısınan bedenim direnç kazanmamı sağlamıştı. Bu normal bir bitki değildi bunu hepimiz anlamış olduk.

 

"Gerçekten bir anda yiyince bu bitkiyi yavaşça bedenim ısınmaya başladı. Nerden bildin Emira bu bitkinin vücudumuzu ısıtacağını?" diyerek Victoria olduğu yerde yüzüne can gelmiş bir şekilde soru sorunca tek omzumu silkip yavaşça bitkiyi topladığım alana geri dönüp dönüp bitkiden kalan son yaprakları topladım.

 

" Söylemeyecek misin? "diye ısrar edince Victoria kısa bir cevap vermekle yetindim.

 

" Bir dost söyledi. "dedim tam detay vermeyip onların da daha fazla soru sormasının önünü kapatırken." Hadi devam edelim oyalanmadan. "demiş ve önden ilerleyip onları geride bırakmıştım.

 

Biliyorum ki hepsi bana bakıp merakla bu bilginin kaynağını deli gibi merak ediyorlar ama söylemeyeceğimi bildikleri için daha fazla soru sormayı bıraktılar. Yumuşak karın üzerinde ilerlerken koca ağaç dallarını bir altından bir üstünden geçerek kaleye ulaşmaya çalışıyordum.

 

Her yer o kadar bembeyazdı ki artık gözlerim bir süre sonra sadece beyaz renge aşina olmuştu. Kalenin üzerinde bulunduğu deniz o kadar geniş ve kocamandı ki yürü yürü bitmiyordu. Düz bir alanda ilerlemediğimiz içinde zaman kaybı yaşıyorduk. Sadece bir kere dinlenmiş sonra kaldığımız yerden devam etmiştik ilerlemeye. Yediğimiz bitki hâlâ bizi sıcak tutmaya devam etmişti. Son aldığım yaprakları pelerinin cebine koymuştum. Lazım olunca kullanmak için.

 

"Yol çok uzun hâlâ gelemedik. Güneş çoktan doğudu bile." diyerek önden ilerleyen Dennis bunu diyince etrafıma baktım. Hâlâ etrafta herhangi bir insan görmüş değildik. Buzlar Diyarı çok sessizdi. Ve ürkütücü bir görünüme sahipti. Kaleye az kalmıştı. Yarım saat içerisinde ancak orada olurduk.

 

" Neden kalenin etrafında herhangi bir küçük yaşam alanı yol. Ormanın derinliklerine girmedik ama hiç bir hayvan ya da insana da rastlamadık. Bu daha da insanı geriyor." dedi tam yanımda benimle beraber ilerleyen Nehar bunları zikrettiği anda hepimizin başından beri aklına takılan şeyi dile getirdi.

 

Evet bu insanın diken üstünde durmasını sağlıyor. Çünkü sanki olduğumuz alan terk edilmiş bir yer. Kimse yok. Bir hayvan sesi bile duymadık ormanın derinliklerinden olduğumuz alana kadar. Burada tam olarak ne dönüyor? Bir şey vardı ama ne onu bilmiyorduk.

 

"Unuttun mu Prenses?"

 

Birden adım atacakken bir ses duyunca etrafa baktım. Bu seste nereden geldi. Diğerleri duymadı çünkü hâlâ hepsi ilerlemeye devam ediyordu. Onları şüphelendirmemek için ilerlemeye devam ettim. Bir ses miydi duyduğum yoksa bazı zamanlarda duyduğum bir fısıltı mı? Ben karın üzerinde zorlana zorlana giderken tekrar bir ses duydum.

 

"Hatırla! Zihninde sana sunulan şeyi hatırla."

 

Tekrar yeni bir fısıltı duyunca artık bir şekilde bilmem istenilen bir şey olduğunu anladım ama neyi hatırlamam lazımdı? Ben neyi tam olarak unutmuştum? Bunu anlamadığım için gerilmiş ve hemen geride kalmamak için hızlı adımlarla önümde bulunanları takip etmiştim. Birkaç adımda onlara ulaşıp hemen Dennis 'le yan yana yürümeye başladım.

 

"Ne oldu bu bakışlarının sebebi ne?" diye Dennis bakışlarını yoldan çekip bana bakmış çenesiyle yüzümün bu halini sormuş sonra hemen önüne dönerek yürümeye devam etmişti.

 

"Bilmiyorum ama iyi şeyler hissetmiyorum." dedim. Hele de biraz önce bir şeyi unutup durduğumu söyleyen bir fısıltı duymuşken.

 

"Sıkma canını hallederiz. Sorunlar her daim hayatımızın bir parçası Prenses önemli olan onun üstesinden gelecek gücümüzün bizde bulunup bulunmaması. Ve gördüğüm kadarıyla bu senede fazlasıyla var." dediğinde Dennis anında sağ elimle omzuna hafif bir yumruk attım. Sahteden acımış gibi yüzünü kırıştırdı ve telsim oluyorum dercesine ellerini yukarı kalırdı. Amacı kafamı dağıtmaktı ve bunu başarmıştı.

 

" Sağ ol. "dedim ve bakışlarımı önüme çevirip düşüncelerimi geri plana attım. Çünkü şu an bunun zamanı değildi. Kaleye bu kadar yaklaşmışken hemde.

 

Sonunda artık ormanın içerisinde bulunurken kaleye yaklaşmıştık. Birkaç metre kala ilerlemeyi bırakmıştık. Biraz uzaktan kuleyi izleyip ona göre bir şey düşünecektik.

 

"Herhangi bir hareketlilik yok gibi." dedi Enfal keskin bakışlarıyla uzun bir süre kaleyi izledikten sonra edindiği gözlemi bize aktarırken.

 

"Şimdi ne yapacağız?" dedi Victoria bir şey demem adına. Duyduğum sorudan sonra arkamda olan koca kayaya doğru ilerledim. Kayanın üzerine oturup ağaçlar arasından gözüken kaleye baktım.

 

"Kaleye gireceğiz ama farklı yerlerden. Kimseye gözükmeden üçerli bir grup kurmalı ve herkes farklı alanlara dağılmalı. Görünmez bir şekilde girmemiz gerekiyor aslında ama sanki bunu yapmamız aleyhimize olacak hissiyle dolup taşıyorum. Sanki herhangi bir güç kullandığımız anda her şey bizim varlığımızdan haberdar olacak. Şu an sanki herkese görünmez bir şeklide bulunuyoruz ama ne zaman güçlerimizi kullanmaya kalkacak olursak işte o an bizim için bir felaket doğacakmış düşüncesine kapılıyorum. "dedim neden bu kadar uzun yoldan buraya girme durumumuzu onlara açıklarken.

 

" Sorun yok. Bizim için önemli olan üşümemekti. Onuda hallettin . "dedi Kavi yavaşça bana doğru gelip elini omzuma koyup bu konuda herhangi bir üzüntü yaşamamam için. Diğerleri de sonra etrafıma doluştu.

 

" Peki o halde şu grup dağılımını yap Prenses ve hemen işe koyulalım. "diyen Nehar 'ı pek bekletmedim ve ona istediğini verdim.

 

" O halde Victoria, Enfal ve Kavi bir grup. Dennis, Nehar ve Dehri bir grup olacak. Ben ise tek başıma gideceğim. "dediğimde hemen karşı çıkmaya çalıştı Victoria ama onu bakışlarımla durdurdum." Endişe etmeyin bu daha mantıklı. Ben tek gitmeliyim. Merak etmeyin dikkatli olacağım bir sıkıntı olsa zaten zihin bağından size haber veririm. Şimdi çok oyalanmadan hemen harekete geçelim." dedikten sonra oturduğum kayadan kalkıp anında belirlediğim yerden yavaşça etrafı gözetleyerek ilerlemeye başladım. Kaleye yaklaştıkça içimde tarifi olmayan bir his doğup duruyordu. Neydi bunun sebebi?

 

Kalenin buzla kaplı olan duvarlarına ulaşınca etrafından dolanıp yavaşça içeri girmek için bir kapı ya da pencere aradım. Kalenin etrafında yukarı doğru gitmeye başladım. Tam o sırada ise Nehar Dehri ve Dennis 'in çoktan oldukları yerden hareket ettiklerini fark ettim. Sırasıyla hepimiz olduğumuz yerden ayrılıp öyle kaleye doğru ilerleme kararı almıştık. İlk giden ben olmuştum. İkinci grup ise Dehri, Dennis ve Nehar' dı.

 

Diğerleri ise onlardan sonra yerlerinden ayrılacaktı. Ben hâlâ kalenin etrafını dolaşırken birden küçük bir kapı bulunca anında yavaşça soluklandı ve parmaklarımı kapıya yasladım herhangi bir tehlikeli bir şey var mı diye hissetmeye çalıştım. Ama hiçbir enerji hissetmeyince önümde bulunan kapıyı yavaşça öne doğru iteledim.

 

Kapı öne doğru sessiz bir şekilde açılınca yavaşça kapıdan dolayı açılan boşluktan içeriye kafamı soktum. Ama herhangi bir şey göremedim içerisi çok karanlık olduğu için. Daha fazla kapıyı açınca yavaşça içeriye güneş ışınları dolunca içerisi azda olsa aydınlandı. Ve içerisinde olduğum yerin bir yer altı tüneli olduğunu anladım. İçeride bir şey yoktu. Sadece yukarı çıkan merdivenler bulunuyordu. Anında içeriye doğru adım attım ve içeri girmemle bulunduğum alan kapkaranlık hale geldi.

 

İçerisini aydınlatmak için kapının açık olması gerektiğini anlayınca kapalı olan kapıyı zor bela açmaya çalıştım. Ve yerde bulduğum taşı kapının önüne koyup hemen merdivenlere doğru ilerledim. Yavaşça yukarı doğru çıkmaya başladım.

 

Basamakların sonunda beni bir kapı karşıladı. Kapıyı açıp dışarı çıktığım anda uzun geniş ve görkemli pencerelerin bulunduğu bir holde buldum kendimi. Pencerelerin ve pencere önünde duran perdelerin hepsinin saydam bir buz tarafından sarmalanmış olduğunu gördüm. Zemin karla örülmüş, açık olan pencerelerden esen rüzgarın içeriye esmesi buradaki sessizliği az da olsa kırıp geçiyordu.

 

Yavaşça karlı zemine ayak basıp sağa sola bakındım. Hol iki tarafa doğru uzanıyordu. Sağ tarafta büyük bir kapı bulunurken sol tarafta aşağı inen ve yukarı çıkan merdivenleri gördüm.

Seçimimi holün sonunda bulunan kapıdan yana kullanıp kapının olduğu tarafa doğru yol aldım. Kimse yok muydu bu kulede? Neden bu kadar sessiz? Yoksa hâlâ herkesin bulunduğu alana geçmedim mi?

 

Temkinli adımlarla ilerliyor, herhangi birinin gelme olasılığı sebebiyle duvara yakın yürüyordum ki biri geldiği anda kendimi bir yerlere kolayca saklayacak fırsatım bulunsun diye. Ama kapıya ulaşana kadar ne biri geldi ne de ben birinin sesini duydum. Sanki burada yaşam yok gibiydi. Kapının önüne geline açık olduğu için kolayca kapıdan çıkıp diğer holün olduğu kısma geçtim. Burasıda az önceki yer gibi buzla kaplı halde bulunuyordu.

 

İçerisi çok soğuktu. Yediğim bitki her ne kadar üşümemi engellese de bu soğuğu hiç hissetmeyeceğim anlamına gelmiyordu. Bu sefer iki yana doğru yol alan bir holde bulunmadığım için sağa döndüğüm gibi birilerin olduğu alana gelince hızla kendimi tam geri çekeceğim anda karşımda bulunan kişilerin öylece kıpırdamadan ayakta dikilip durduğunu fark ettim.

 

Yüzüme merak ifadesi yerleşti ve yavaşça buzdan olan duvara yaslı olan elimi çektim ve yavaşça bir adım öne çıktım. Öylece durdukları yerde önlerine bakıyordular. Yavaşça yerimden ayrılıp hemen onlara doğru ilerledim.

 

Önümde bulunan dört kadın kıpırdamadan öylece dikilirken yavaşça biriyle karşı karşıya gelip yavaşça elimle ona dokunmaya çalıştım. Parmak uçlarımla önce tenine dokunup hayatta olup olmadığını anlamak istedim. Parmak uçlarım kadının tenine değince buz soğukluğunu hissetti. Tenleri de aynı bu yer kadar soğuktu. Bunlar nasıl bu hale geldi?

 

Buna sebep olan şey ne? Yaşam onlardan koparılmış halde bulunuyor. Diğer kadınlarda aynı bu kadın gibi soğuk ve bir ölüden farkları yok halde bulunuyordu. Onlar adına üzüldüm çünkü hayatlarının geri kalanını bu şekilde devam ettirdiğini düşününce onlara üzüldüm. Kim ne yaptıysa yaptığı şey kendisiyle birlikte onları da mahvetmişti.

 

Olduğum alandan ilerlerken bizimkilerin zihin bağını kullanarak konuşup durduğunu son anda anladım.

 

"Burada herkes donmuş vaziyette." demişti Dehri.

 

"Ya da ölmüş diyebiliriz. Çünkü yaşam fonksiyonları yok. Bunlar kim bilir ne zamandır ölü halde bulunuyor? Ama ne sebep oldu buna merak ediyorum." merakla konuşan Enfal 'e çok hak verdim.

 

Benimde merak ettiğim buydu. Burada ne oldu? Bir anda neden burası buzlarla çevrildi? Öncesinde de böyle miydi? Yoksa sonradan mı bu halde geldi burası? Bu nedense bir muamma. Olduğum alandan ayrılıp bu kata bakınmaya başladım.

 

Baktığım çoğu yerde ya insanlar uyurken bu şeye maruz kalmıştı ya yemek yerken ya kitap okurken ya da herhangi bir yerden başka bir yere geçerken. Burada ne olduysa bir anda meydana gelmişti. Sonrasında kimse kendini kurtarmayı fırsat bulamadan anında donmuşlardı.

 

Onlar için ani ve beklenmedik olduğu aşikar ama merak ettiğim buna kimin sebebiyet olduğu?

 

Olduğum alandan çıktıktan sonra bir kapının tek bulunduğu alana geçmiştim. Burası zemin katta bulunan bir yerdi. Bulunduğumuz kale çok büyüktü ve diğerleriyle hiç karşılaşmadım. Nerede olduklarını sorduğum anda kalenin kuzey tarafından olduğum alana doğru ilerlediklerini söylemişti hepsi.

 

Onlar gelene kadar bende burada bulunan bu kapının ardında bulunan şeye bakar onalar gelince şu taşı arama işini topluca hallederdik. Çünkü hiç taşın bulunacağı bir alandan geçtiğimi düşünmüyorum. Önümde duran kapının önüne gelince usulca kapıyı öne doğru ittim. Kapı yavaşça açıldığı anda birden önünde oldukları yerde kaçışırken donmuş halde olan binden fazla insan gördüm.

 

Gördüklerimden sonra yavaşça dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Herhangi bir şey diyemedim. Çünkü burada bulunan kadınlar birbirine çok benziyordu. Tıpatıp aynılardı. Hepsi beyaz bir elbise giymiş, açık sarı saçlarını omzuna doğru salık bırakmışlardı. Bazıları koşarken bazıları yere düşmüş halde bulunuyordu.

 

Bu gördüğüm bana haftalar önce rüyamda gördüklerimi hatırlattı. Ben aslında daha önce burada bulundum. Bunu hatırlıyorum. Rüyamda gözlerimi açığım anda önce elimde bir bebek vardı daha sonra başka bir ana geçiş yaptığım anda bir adamın kalbimi almak istediğini hatırlıyorum. Ve benimde vermemek için direndiğimi ama daha sonra onu kalbimi yerken bulmuştum.

 

O adam mı sebebiyet oldu bunca şeye? Çünkü bir şey yapıp durduğu aşikar. Yoksa neden birbirine bunca benzeyen insan olsun ki? Hem kendisi de bunu dile getirdi. Kendisine sadık bir ordu kurma amacı vardı. Ve dediği gibi o rüyamda gördüklerim asma çok sadık bulunuyordu.

 

Bu adamın tam olarak amacı neydi? Bu orduyu neden kuruyordu? Ve yaptığı ne bunca kişiyi bu hale getirdi? Yavaşça onca donmuş halde bulunan insanların yanında geçerek ilerlemeye başladım. Çünkü o adamı burada göreceğimi biliyordum.

 

Dikkat ederek birbirlerine benzeyen kadınların arasından geçip sonunda boş bir alana geçtiğim anda birden karşımda tahtında oturmuş, gözlerindeki o kaybedişin izlerini gördüğüm adamı fark ettim. Öylece sonunu bekleyen biri gibi karşıya bakıyordu. İki kolu tahtın he iki yanında duruyordu. Üzerinde siyah bir pantolon ve yakası geniş bir beyaz gömlek bulunuyordu. Omzunda bulunan kırmızı pelerini üstünde oturduğu tahtın her iki yanından aşağı doğru süzülüyordu.

 

Başında bulunan görkemli taç başında dururken , boynunda bulunan kolyeye kaydı bakışlarım. Kolye kalp şeklinde bir elmastan oluşuyordu. Acaba rüyada gördüğüm gibi burada bulunan kadınların kalplerini mi sökmüştü? Ama bu kadınlar kalbi olmadan nasıl yaşıyor? Aklım almıyor bunca olan biteni.

 

Ben kendi kendime düşünürken Victoria 'nın zihin bağından yaklaşmakta olduklarını söylediği anda tam geriye dönüp olduğum alandan uzaklaşacakken birden bir fısıltı duydum.

 

"Hoş geldin."

 

Bir anda arkamı dönüp olduğu yerde oturmaya devam eden adama baktım. Bu ses ondan mı geldi yoksa bazen duyduğum o fısıltı mıydı? Victoria tekrar konuştuğu anda duyduğum şeyi geri plana atıp tekrar harekete geçtim. Birkaç adım atıp boş alandan çıktığım anda tekrar duydum o sesi.

 

"Yuvana hoş geldin."

 

Bu başka birinin sesiydi. Çünkü bir kadına ait değildi ve gelişim onu mutlu etmişti bunu sesinden anlamıştım. Ama bu ses kime aitti? Arkamda bulunan kişiye mi? Yoksa herkes beni görüp duyuyor da ben mi anlamadım? Bu olabilir mi? Hepsi canlı mı hâlâ?

 

"Geleceğini biliyordum. Ve geldin."

 

Tekrar konuşup durduğu anda bu ses gerçekten o adama aitti. Artık bundan emindim. Yavaşça ona doğru yaklaşmaya başladım karşısında durunca yavaşça onun hizasına kadar eğilip gözlerine çevirdim bakışlarımı. Dikkat ederek baktığımda hiçbir kıpırtı yoktu gözlerinde. Acaba ben mi yanlış bir fikre kapıldım. Tam her şeyi boş verip gideceğim an yine bir ses duydum.

 

"Kurtarıcım sensin. Hep sendin."

 

Bunu duyduğum anda karşımda dursa adamın göz bebekleri titreşince anında korkuyla geriye kaçınmak istediğim anda tekrar konuştu.

 

"Korkma sana zarar verecek değilim. "

 

Korkularım bir anda bedenime sızdı. Endişe içerisinde etrafa bakındım. Arkamda bulunanlar harekete geçip bana saldırmaya kalkacaklarını düşündüm. Ama bunun düşünceden ibaret olduğunu herhangi bir hareketlilik olmadığında anladım. Yavaşça karşımda duran kişiye baktım. Öylece duruyordu az önce olan hareketlilik yoktu göz bebeklerinde.

 

Derin bir nefes alıp arkama dönüp kaldığım yerden ilerlemeye devam edecekken birden anında bir çatlama sesi geldi. Ve çatlaklardan dışarıya sızan karanlık gibi anında etraf bir kasvetle dolup taştı. Ve birden bir şeylerin yere düşme sesleri geldi. Anında olduğum yerden önüme doğru döndüm ve az önce tahtında oturan adamın yerinde olmadığını gördüm. Anında korkularım beni ele geçirdi.

 

Nefes almayı bıraktım ve etrafımda daire oluşturup onu aramaya başladım etrafımda. Ne ara yerinden kalkıp ortalıktan kayboldu? Bakışlarımı burada bulunan kadınların etrafında dolaştırıp onu aramaya başladım. Yoktu. Ne ona dair bir iz ne de onun yaydığı enerjiyi soludum. Nereye kayboldu bir anda? Olduğu yerden yavaşça ayrılıp bulunduğum odada onu aramaya daha yakından başladım. Her kadının arkasını solunu sağını arasam da onu bulamadım. Bir anda odadan dışarı mı çıktı?

 

"Beni mi arıyorsun? Bu beni mutlu etti." kendinden emin ve kibirli bir ses duyunca hemen arkama dönüp sesin geldiği yöne baktım. Biraz ilerde bir kadının arkasından çıkmış ve bana bakıyordu. Bakışlarında yatan o tuhaf ifade anında göz bebeklerimin titreşip bir tehlike bekleyen birinin ifadesiyle etrafı dikkatle baktı.

 

"Seni geriyor muyum?" bunu öylesine sormak için sorduğunu ses tonundan fark ettim. "Amacım bu olmasa da bu hoşuma gitmedi diyemem." alaylı gülümsemesi sinirimi bozdu. "Sandığımdan daha güzelsin." gözleri beni boydan aşağı inceledi. O hoşnut bakışları beni fazlasıyla rahatsız etti ." Böyle güzel bir kurtarıcım olması beni ne denli mutlu etti bilemezsin. Göğsüm kabardı bu manzarayı görünce." dedi.

 

Olduğum yerden ona doğru ilerlerken bakışları bir an boynumda duran kolyeyi buldu. Titreşen bebekleri anında tehlikeyi sezmiş ve olduğu yerde rahatsızca kıpırdandı. Bakışlarım durduğu anda bakışlarım onu inceledi.

 

" Ne anlatmaya çalışıyorsun ? Ve benden neden kurtarıcı olarak bahsedip duruyorsun?"dedim sert bir şekilde. Bakışlarım bu olan biteni sorguladı. O karşımda durmuşken bu soruma sadece parıltılı gözlerle baktı." Buradaki insanlar neden donmuş halde? Sen nasıl bir anda canlandın? "diye üst üste sorduğum sorular onu sadece daha çok gülümsemesine yol açtı.

 

Bir adım öne doğru çıktı." Ah ne de meraklı bir kurtarıcı! "diye şaşıran bir sesle konuştu. Kollarını her iki yana doğru açtı ve etrafını gösterdi." Burası benim krallığım. Ama uzun bir zamandır bu krallığın Kralı olamadım ama şimdi her şey eskiye dönecek. "dediğinde bir sırrı açığa vuracak bir ifadeyle bana baktı." Senin varlığının sayesinde. "başını sensin dercesine kaldırıp beni işaret ederken.

 

Gözlerim kısıldı ve ne demeye çalışıp durduğunu kavramaya çalışırken onun bana doğru geldiğini görünce anında ona doğru elimi kaldırıp durmasını sağladım.

 

" Dur yaklaşma! "diye yüksek sesle konuştum. Sesimdeki o hakimiyet gözle görülecek bir şeydi." Amacın ne? İkide bir kurtarıcı diyip duruyorsun. Ne kurtarıcısı? "diye olan biteni açıklamasını isterken. Yavaşça ortaya çıkan bu öfkeye kapılmamak için çabalarken onun bu sakinliği beni daha çok öfkeye sürüklüyordu.

 

" Sinirli olmanı anlamıyorum. Bunun için buraya gelmedin mi? "dedi. Bu halim onu meraka iterken.

 

" Ne gelmesinden bahsediyorsun? Ben buraya seni kurtarmak için gelmedim! "diye çıkışınca hemen ona doğru bir adım attım. Bu adımım onun başını öylemi dercesine sallamasını sağladı.

 

" Zorluk çıkarıyorsun. Peki öyle olsun bakalım. Ben her şeye varım. "dediğinde ne demek istediğini anlamadım.

 

" Sen kimsin? Buzlar krallığında ne mevkiine sahipsin? "dedim ilk soracağım soruyu şimdi sormayı akıl ederken.

 

" Ah! "dedi bu sanki onu kırmış gibi." Kral Yetval Boryahl krallığının kralı. Senin deyiminle Buzlar Diyarı Kralı. "

 

" Sen? "dedim ve etrafımda bulunan kadınları gösterdim." Onlara ne yaptın? Hepsi birbirinin aynısı! Sen nasıl birisin ? Ne hedefliyorsun? "üst üste sorduğum soruyla anında şuh bir kahkaha attı.

 

" Ben güçlü bir kralım ve kendime yenilemez bir ordu kuruyorum. Ve bu gördüğün kadınlar ise benim yenilmez ordum. Ve sense benim kurtuluşum olacaksın. Ve şu an bana nasıl bir güç vaad ettiğini bilmiyorsun. Sen benim en güçlü muhafızım olacaksın." dedi bunun olması onun için çok önemliymiş gibi. Ve bu onun için hayatta kalma mücadelesinin sebebi olduğunu bizzat yansıtırken.

 

" Birincisi ben senin muhafızın değilim. İkincisi ise ne hayal ediyorsan onu unut derim. Çünkü senin gibi bir ruh hastasının hedefine ulaşmasına izin vermeyeceğim." kesinkes konuşup ona istediği şeyi yapmasına izin vermeyeceğimi belli ettim. Bu dediğime kahkahalar atarak cevap verdi.

 

" Ah benim güzel kurtarıcım sence ben bunu senin iznini isteyerek mi yapacağım? Sence izin isteyen birine mi benziyorum? "dedi iki eliyle kendini göstermiş ve alaycı bakışlarını bana çevirmişken onun bu tavrına sadece göz devirdim.

 

" Ah peki sence ben bu istediğini yapmana izin mi verecek birine mi benziyorum? Hiç sanmıyorum. "dedim son cümlemde iyiden iyiye sinirimi yansıtmaktan geriye kalmayarak.

 

" Tamam yeter bu kadar. "dedi sertçe konuşup bana sanki had bildirecek biriymiş gibi konuşurken. Keskin bakışlarıyla bana bakarken olduğu yerden harekete geçip bana doğru gelince anında geriye doğru adımladım sersemlemiş bir şekilde.

 

" Yaklaşma bana! "dedim durmasını isteyen bir sesle ama bunu kaale almadı ve bana doğru gelmeye devam ettiği sırada anında kendimi korumak adına hemen bir el hareketiyle onu olduğu yerden sertçe arkaya az önce oturduğu tahta sertçe fırlattım. Olduğu yerden hızla geriye doğru giderken tahta çarpınca taht devrildi ve sırtı yüzeyle sertçe çarptı. Taht kırılıp parçalara ayrılıp büyük bir ses çıkarmıştı.

 

"Anlaşılan beni zorlayacaksın ama sorun değil bunu halledebilirim." dediğini duydum devrilmiş tahtın gerisinde dururken. "Zoru severim ama en sevdiğim itaatkarlık. Ve seni itaatkar birine dönüştüreceğim anı sabırsızlıkla bekliyorum." Bu dediğini bir an önce yerine getirmek istediğini ses tonundan anladım. Ve gardımı alıp bana saldırmasını bekledim.

 

Aniden olduğum yerden sertçe havalanmış ve arkamda bulunan donmuş kadınlara çarparak savrulup yere düşmüştüm. Sırtım soğuk buz zeminle buluştuğu anda bir sızı bedenime saplanmıştı. Nerdeyse beş kadına çarparken yer düşmüş ve aldığım darbeyi daha atlamadan bir yenisi daha gelmişti.

 

Birden olduğum yerden arkaya doğru zeminin üzerinden geriye çekilmiş ve sırtım duvara pat diye çarpmış, aldığım darbe nefesimi kestiği anda yukarı doğru bedenim yükselmiş ve öylece duvara yaslı bir şekilde ona bakarken kendimi bulmuştum. Ne ara olduğu yerden ayağa kalkmış ne ara tam karşımda yerini almıştı görmemiştim.

 

"Yapacağın tek şey bu mu?" diye onu kışkırtmaya çalıştığım anda bu oyunuma kanmayıp sadece beni baştan aşağıya incelemiş ve acırcasına bakmıştı bana. Sanırım güçsüz olduğumu düşünüyor.

 

"Canını yaktığım için üzgünüm ama bu şekilde yola geleceksen bunu yapmaktan geri kalmam." demiş ve bu yaptığı şeyden memnun olmadığını ama yaptığı için de pişman olmadığını dile getirmişti.

 

"Sen adi bir adamın ta kendisisin! Seni pislik herif. Birde utanmadan karşıma geçip bana bunu yaptığın için üzgün olduğunu mu söylüyorsun? Cehenneme kadar yolun var." diyerek tüm nefretimi kusmuştum. O bu dediklerimi duyunca sadece bana alaycı bir bakış atmış ve sonrası kendisini göstererek şunları ilave etmişti.

 

" Ah kurtarıcım ben zaten cehennemin ta kendisiyim. Yani zaten cehennemdeyim. Bu beni korkutur mu sanıyorsun? Ah bu arada bir ismin var mı yoksa sana kurtarıcım dememi mi tercih edersin?" ukala ukala konuşması anında beni harekete geçirdi. Her ne yapıyorsa buna bir an önce son verdim. Beni duvarda tutan büyüsünü bozdum ve hemen olduğum yerden yere doğru indim. Bir anda yere ayak basmam onun tedirgin bakışlarla bana bakmasına sebep oldu.

 

"Bir ismim var. Emira... Bana kurtarıcım demeyi kes çünkü ben senin kurtarıcın değil sonun olacağım." demiş tehlikeli bir tınıyla ve anında burada bulunan tüm donmuş kadını hızla ona doğru savrulup ona çarpıp parçalara ayrılmasını sağlamıştım.

 

Hızla tüm buzdan olan bedenler ona çarpıyor ve hareket etmesini önlüyordum. Tüm bedenler ona doğru çarpıp durunca ona doğru ilerledim. Darbeler çok keskindi ve çok can yakıcı. Yani ölmesi ihtimaller dahilinde bulunuyordu. Amacım onu öldürmek değil ama bayılıp kalmasını istiyorum. Sonrasında gitmeden önce son buraya gelip onu sonsuz bir uykuya dalmasını sağlayacağım.

 

Tüm bedenler ona çarpıp sona erince yerde yara bere içinde olan bedenine baktım. Kıpırdamadan yatıyordu orada. Gözleri kapanmış ve öylece sırt üstü, gözleri kapalı bir şekilde duruyordu.

 

Bayıldığını anladığım anda hemen burayı terk ettim.

 

"Victoria kaleden ayrılıp dışarıya çıkın!"

 

Sözlerimi bitirip hızla kalede çıkışa doğru ilerledim. Kapıdan çıkınca biraz ileride beni beklediklerini gördüm. Onlara çok uzaktım. Neredeyse donmuş denizin sonunda bulunuyordular.

 

"Taş kalede değil. Buranın etrafında olmalı. Ormanı arayın. Acele edin. Ben size yetişirim." dediğimde beni ikiletmeden anında ormana doğru gittiler. Bende arkama son kez bakıp buza dönmüş denizin üzerinden onlara doğru ilerlemeye başladım.

 

Neredeyse denizin ortasına geldiğim anda birden ayağım sertçe geriye çekildi ve dengemi kaybedip hızla yüz üstü zemine çarptım. Her ne kadar yüzüm çarpasın diye ellerimi zemine yaslayıp önlemeye çalışsam da bu yeterli olmadı ve alnımı sertçe soğuk buz kütlesine çarptım. Ani darbe bir anda tüm dengemi yitirdi. Gözlerim kapandı ve algım bir süre dağıldı.

 

Öylece yüz üstü uzanmış ve kendime gelmek için beklerken birden bir kol beni sırt üstü çevirdi. Tam bu kişi bizimkiler sanıp teşekkür edecektim ki hafif aralık gözlerim arasından karşımda Yetval 'i gördüm.

 

"Güzellikle olmazsa bende zorla alırım alacağım şeyi." dediğini duyunca onu itmek için kollarım tam hareket edecekken birden iki kolumdan beni tutup sertçe başımı kaldırıp hızla soğuk buz kütlesine vurdu. Ani gelen darbe gözümün kararmasını ve olan bitene tepki vermeme engel oldu.

 

Gözlerim benden istemsizce kapandı ve gözümün önü karardı. Ben kendimi daha toparlayamadan ikinci bir darbe daha geldi. Başım ikinci kez tekrar buza çarptı. Gözlerim kararırken kollarımı kaldırıp onun yüzüne çıkarıp, onu durdurmaya çalıştım. Ama pek başarılı olamadım. Anında iki kolumu sımsıkı sarıp acıtarak sıkmaya başladı.

 

İki kolumun bileğinden tutarak tek elinde iki elimi sımsıkı tutup diğer eli başıma uzanırken anında bundan faydalanıp büyü gücümü kullanıp onu geriye doğru savurdum üzerimden. Gözlerimi açıp önümü görmeye çalıştım. Bir elim başıma gidip ağrıyan yere dokundu. Parmaklarım ıslak bir sıvıya dokununca kanadığını anladım.

 

Diğer elimi soğuk buz kütlesine yaslayıp ayağa kalmak için tüm gücümü kullanmaya çalıştım. Ayağa kalkmayı başardığım anda arkama dönüp koşmaya başladım. Hiç iyi değildim ve onunla mücadele edecek gücüm yoktu. Bizimkilere seslenip bu işi onlara bırakacaktım. Adımlarımı hızlandırıp koşmaya başladığım sırada omzumun gerisinden ona baktığım anda çoktan yerinden doğrulup bana doğru koştuğunu gördüm.

 

Anında adımlarımı hızlandırıp buzun üzerinden ilerlemeye devam ettim. Bir ara gözümün önü karardı aldığım darbenin hâlâ hasarı üzerimde bulunurken ama dengemi kaybetmeyip durmadan ilerledim.

 

Koştum tüm korkularımla.

 

Koştum tüm kaygılarımla.

 

Koştum tüm yaralarımla.

 

Koştum tüm acılarımla.

 

Ama ne olduysa bir anda saçımdan tutulup geriye doğru çevrildim ve hızla bağ üstü sertçe yere fırlatıldım. Düştüğüm anda ayağım kaydığı için daha sert bir şekilde başımın yere çarpmasına sebebiyet verdi. Bana doğru Yetval ilerlediği anda hızla ayağımı onun bileğine sertçe vurup onun düşmesini sağladım.

 

O dengesini kaybedip yere ayaklarımın dibine düşünce anında biraz doğrulup elimle ona sertçe bir yumruk attım. Başı yana düşünce ayaklarımdan destek alarak üzerimden ittim. Geriye doğru ellerimden destek alarak uzaklaşmaya çalışınca Yetval aldığı darbeyi hemen atlatıp hızla bana doğru atıldı.

 

Ayağa kalkıp beni tutacakken bende ayağa kalkıp ona karşılık vereceğim an birden aynı anda ikimiz dengemizi yitirdik ve o üzerime benimle beraber geriye doğru düştü. Artık buz inceden inceye çatladığı için zemin hassasiyet kazandığı için bu darbeyi kaldıramadı ve ikimiz çatırdayıp, çatlaklar açılan ve bu çatlaklardan dolayı içeriye çöken buz paralarıyla beraber soğuk suyun içine düşüp, dibe doğru çekilmeye başladık. Düştüğüm gibi anında son nefesimi içime hapsettim ve nefesimi tutarak suya gömülmeye başladım.

 

Düştüğümüz anda soğuk su içime kadar sindi. Bedenim bu soğuğa karşı önlem alamadı. Bir anda bedenimi hareket ettiremedim ve öylece olduğum yerde kıpırdayamadan dibe çekilmeye başladım. Yetval birkaç metre önümde benimle dibe doğru çekilirken ne olduysa harekete geçip bana doğru yüzmeye başladı. O birden bana doğru yüzünce hızla korkudan geriye doğru gitmeye başladım.

 

Ama ben çok yavaş hareket etmiştim. Yetval bana doğru yaklaşıp aniden iki elini boğazıma yaslayıp beni boğmaya çalıştı. Ellerim anında onun ellerine çıktı ve onu durdurmaya çalıştı. Ama o kadar ani güç uyguladı ki bunu bu aldığım birden fazla olan darbeden dolayı engelleyemedim.

 

Bir ara gözlerim kapanacak gibi oldu ama son anda bunu önledim ve canıma tak ettiği için daha fazla dayanamadım onu gücümü kullanıp taşa çevirdim. Aniden bedeni bir taş gibi sert olduğu anda yavaşça geriye doğru çekildim. Artık ciğerlerim bana baskı yapmaya başladığı için nefes alma ihtiyacıyla yüzeye doğru yüzmeye başladım. Yüzeye çıkıp ellerimi kırık buz zemine yaslayıp dibe çekilmemek için buza tutundum.

 

O anda nefessiz kalan ciğerime derin bir nefes çekip, içimdeki sızının bitmesini bekledim. Birkaç dakika soğuk suda zangır zangır titrerken yavaşça yüzeye çıkmam gerektiğini anlayınca yavaşça iki elimi sımsıkı buza bastırıp yavaşça bedenimi sudan çıkarmaya çalıştım. Tam dizimi soğuk zemine atacakken o sırada bir ses duymamla aniden bu yaptığım şeye ne son verdim. Çünkü duyduğum şey tüm dengeleri değiştirmekle kalmayıp onları tamamen yok edip geçti.

 

"Gitme! Gitme Prenses. Aradığın şey burada. Aradığın şeyi burada bulacaksın. Suyun derinliklerinde. Armaya devam et. Mücadele etmeyi bırakma." fısıltı kulaklarıma ulaşınca anında neyi yapmam gerektiği fikrine çoktan vardım.

 

Ellerimi buz zeminden çekip yavaşça suya daldım. Anında suya girmemle bir anda bedenim darbe almış gibi sarsıldı. Vücudum bugün fazlasıyla soğuğa maruz kalmıştı. Bedenim soğuktan dolayı düzgünce hareket etme kabiliyetini kaybetmişti.

 

Kollarımı iki yana açarak suda yüzmeye ve suyun içinde aradığım taşı bulmak için tüm gücümle yüzmeye başladım. Gözlerimi aralamış ve yukarıda bulunan çatlaktan içeri sızan gün ışığıyla aydınlanan suyun içerisinde bir şekilde gözlerimi gezdirip taşa benzeyen bir cisim aramaya çalıştım.

 

"Emira.." zihnimde ismimi duyunca anında bir an yüzmeyi bırakıp sese odaklandım. Bu ses Victoria 'nın sesiydi. "Neredesin? Neden hâlâ yanımıza gelmedin?" sorusunu duyunca anında zihin bağından konuşmaya başladım.

 

"Denizin dibinde taşı arıyorum." dedim ve cevap vermesini beklerken anında hızla yüzeye doğru yüzmeye başladım.

 

Yüzeye hızlı kulaç atarak ulaşmış, suyun yüzeyine çıkmıştım. Soğuk artık tüm hücrelerimi ele geçirmişti. Hızla alıp verdiğim nefesler dışarı salınınca sıcak bir buhar yüzümün etrafında uçuşup duruyordu. Ellerimle dibe çekilmemek için buz kütlesine tutunmuştum.

 

Parmaklarım uyuşmuş ve kıpkırmızı kesilmişti. Ciğerlerim uzun süre oksijene maruz kalmadığı için yavaştan yavaştan sızlayıp duruyordu. Yeterli bir zaman dinlediğim için tekrar dibe doğru bırakmıştım bedenimi. Suya dalmadan önce derin bir nefes alıp onu ciğerlerime hapsettim.

 

Zaten artık daha fazla normal bir şekilde yüzeye çık in yapamayacağım. Büyüye başvurup suyun içinde rahatça nefes almamı sağlayacaktım. Su beni kendine doğru çekerken gözlerimi aralayıp hızla koca denizde taşı aramaya devam ettim.

 

"Emira geldim. Neredesin? Sakın bana bir başına su içerisinde taşı arayacağım deme seni öldürürüm!"diye sinirlenen ve söylediği şeyi yaparsam yargarayı çıkaracağını bildiğim için sessiz kaldım." Bana cevap ver! Sessiz kalman susacağım ve bunu unutacağım anlamına gelmiyor! "Ne yaparsam yapayım asla tek başıma bu işi yapmayacağımı belli edince anında onlara aklıma gelen fikri önerdim.

 

" Lanetiyle kendini belli edecektir. Siz denizin yüzeyinden beni yönlendirin. Enfal güçlerini kullansın ve bana nerede yaşama dair bir iz olmadığını söylesin zaten sonrasında taşı bulunca gerisi kolay olacaktır." demiş ve diyeceği şeyi beklemiştim.

 

Victoria ilk başta bir şey dememişti. Bende su içerisinde öylece dikilmiş etrafıma boş boş bakmaya başlamıştım. Olduğum yerde birden bir çatlama sesi gelince başımı yukarı kaldırınca birden tepemde duran birden fazla karanlık nokta gördüm. Sanırım bunlar onların ayaklarının gölgesiydi.

 

"Emira." gerin bir sesle konuşan Enfal 'e anında kulak kesildim. Zihin bağından iletişim kurmuştu. "Şu an yaşam tüm denizin yüzeyinde hissediyorum ama suyun en derin kısımlarında hiçbir yaşam belirtisi yok. Oraya doğru yüz. Ben ve Dennis sana eşlik edeceğim. Dehri ise biraz suyu ısıtacak ki su hareket etmemiz konusunda bize sorun çıkarmasın." yaptıkları planı anlatınca karşı çıkmadım.

 

Kabul ettikten sonra onlara gelene kadar hemen bende suyun derinliklerine doğru yüzmeye başladım. Ayaklarımı aşağı yukarı kaldırıp suyun derinliklerine doğru kulaç atıyordum. Üzerimde bulunan pelerin bir süre sonra ağırlık yapınca hemen ondan kurtulmuştum.

 

Suyun soğukluğu artık katlanılmaz bir hale geldiği için bedenim amansız bir titremeye kurban gitmişti. Buna rağmen pes etmeyip kendimi zorlayarak daha derine doğru yüzmeye devam etmiştim. Suyun derinliğine doğru ilerledikçe yavaşça karanlığın içerisine doğru geçtiğimi fark ettim. Suyun derinlikleri yüzeye göre daha karanlık ve daha soğuktu

 

Bakışlarımla etrafı taradım ama herhangi bir taşa dair işaret bulamadım. O sırada denizin içerisinde hareket eden Dennis ve Enfal 'i fark ettim. Benim tersi yönümden ilerliyor, diğer tarafa bakıyordular. Deniz büyük ve geniş olduğu için arama işlemi daha zordu. Olduğum yerde daha fazla dikilmeden yüzmeye ve aramaya devam ettim. Suyun dibine ulaşınca orada gördüğüm küçük taşlar, kayalıklar arkasına bakıp durdum. Belki de arkasında bulunuyor diye. Birden bir sarsıntı olunca aniden başımı yukarı çevirdim.

 

Bir şey mi oldu? Bu neyden kaynaklandı?

 

"Olmuyor." çaresiz bir sesle konuşan Dehri 'yi duyunca bu sarsıntının sebebinin o olduğunu anladım. "İzin verilmiyor suyun ısınmasına." yapmak istediğini başaramadığı için üzgündü ama ben buna üzülmedim çünkü taş bulunduğu yerin şartlarının değişmesine izin vermiyor buna karşı çıkıyordu.

 

"Sıkma canını. Şunu kesin anladık ki doğru yerde bulunuyoruz. Taş suyun dediklerinde saklı." demiş ve hemen sonrasında olduğum yerde ters istikamete doğru yüzmeye başladım.

 

Nerdeyse yarım saate aşkın ben, Enfal ve Dennis suyun içerisinde yüzmeye devam etmiştik. Bir ara Dennis ve Enfal suyun yüzeyine çıkıp kısa bir süre içinde dinlenip tekrar suyun derinliklerinde aramaya devam etmişti taşı. Bense hiç çıkmadan onca yorulmama rağmen pes etmeden kısa molalar vere vere aramaya devam etmiş ama herhangi bir ize rastlanmamıştım. Bu beni öfkelendirsede aramaktan ve umut etmekten asla vazgeçmemiştim.

 

Şu lanet fısıltılar olmadık anda çıkmayı biliyor ama şu an herhangi bir yardımda bulunmaktan kaçınıyordu. Soğuk artık o kadar içime işlemişti ki vücut ısımın çok düştüğünü hissediyorum. Artık bedenim uyuşmanın bir adım ötesine geçmişti. Ve soğuk artık başka bir boyut kazanmıştı bedenimde.

 

"Bulunuz mu?" demişti Victoria.

 

"Hayır hâlâ arıyoruz ama bir şey bulamadık." demişti. Dennis söylenene karşı.

 

"Tamam biraz ara verin. Soğuktan öleceksiniz diye korkuyorum. Bırakın birazda bize arayalım." diyerek yardımcı olmak istediklerini dile getirince anında karşı çıktım ve uzun süren sessizliğimi bozdum.

 

"Hayır siz orada durun ve herhangi bir şey olursa önleyin. Hepimiz ararsak bir sorun çıkması ihtimalinde hiçbir şey yapamayacak halde oluruz. Onun için siz orada olun ve etrafı kolaçan edin." demiş ve hemen olduğum yerden hızla başka bir yöne doğru ilerlemiştim.

 

Dediklerimden sonra ister istemez kabul etmişler ve oldukları yerde durmaya devam etmişlerdi. Bende aramaya devam etmiştim. Çok yorulmuştum artık. Yüzmek için ne artık kas gücüm kalmıştı ne de bedenimi hareket edecek gücü kendime bulmuştum. Zorlanmıştım ama bunu yapmaktan başka bir çözümüm olmadığı için de mecburdum. Mecburiyetten ucunda ölüm dahi olsa terk etmeyip aramaya devam etmek durumundayım.

 

"Pes etme..." diyen bir fısıltı duyunca anında etrafıma bakmaya başladım. "Çok yakınında ve ona ulaş... Onu al..."sona doğru olduğum yerden bir anda bir görünmez iplikle çekilmeye başlamış gibi bedenim benden istemsiz bir şekilde geriye doğru ilerledim.

 

Bedenim görünmez bir ipliğe bağlıymışda bedenimi bir belirli yere doğru çekiliyordu. Bu şeye karşı koymadım ve sonunda bir anda kendimi bir kaya parçasının önünde buldum. Bu kaya parçası boyum kadar büyüklüğe sahipti. Yavaşça kayaya doğru ilerledim.

 

Kayanın içerisine doğru yüzerken bedenimin gireceği genişliğe sahipti. İçerisine girince ilk beni karanlık bir alan karşıladı sonrasında bu kayanın aslında küçük bir mağara olduğunu fark ettim. Yavaşça küçük mağaraya doğru yüzerek içerisinde ilerlemeye devam ettim. İçerisine doğru ilerledikçe loş ışık beni karşıladı. İçerisi girişi gibi zifiri karanlık değildi.

 

Uzun, sarkıtlarla dolu mağaranın içerisinde uzun bir geçitte ilerlerken birden bir çınlama sesi duydum ve sonrasında üst üste birkaç cümle kulağıma ulaştı. Bu beni buraya yönlendiren fısıltı değildi.

 

"Kaç! Gelme! Yasak... Burası sana ve sana benzeyen herkes için yasak."

 

Bu fısıltıyı duyduktan sonra bir anda içerisinde olduğum mağarada bir sarsıntı yaşandı ve sarkıtlardan birkaçı yere sertçe düştü. Son anda bir tanesinden kıl payı kurtulmuştum. Kurtulmasam sarkıt tam belime doğru düşecekti. Hızımı arttırıp gelinmem istenmeyen yere daha istekle gitmeye başladım.

 

"Seni ele geçirecek. Sende onlardan olacaksınız. İstesen de istemesen de. Işık senden alınacak. Karanlık ebediyen sende hapsolup kalacak."

 

İlerlemeye devam ederken ikinci fısıltı daha duydum ama kaale almadım ve bir anda içerisinde olduğum mağaranın loş ışığı kendi mavi bir ışığa bıraktı. Ve o an düşüncelerim buz soğukluğuna sahip bedenimi hafifçe ısıttı. Yaklaşmıştım. Her yaklaştığım anda daha yoğun bir mavi ışıkla karşı karşıya kalıyordum.

 

Birkaç kulaç daha attıktan sonra suyun içinde yavaşça o parlak ışığın yayıldığı noktaya ulaşmıştım. Çok yoğun olduğu için çıplak gözle bakmak çok zordu. Yavaşça elimi önüme siper edip diğer elime taşa doğru yüzmeye devam ettim.

 

Birkaç kulaçtan sonra sonunda ışığın geldiği alanın karşısına geçmiştim. Zor bela gözlerimi açık tutmaya çalışıp, taşa bakmaya başladım. Yoğun mavi ışığın kaynağı önümde yuvarlak mavi renkte olan taştı. Bir taşın oyuğu içerisinde öylece duruyordu.

 

Taşa doğru elim uzandığı anda yeni fısıltılar duydum. Birbirinden farklı ve ne denildiği hakkında bilgi sahibi olmadığım cümleler kurulmuştum.

 

"Geldi. Tehlike çok yakında!"

 

"Sessizlik ele geçirecek her var olanı."

 

"Yasaklandı... Her şey yalanlarla çevrili artık."

 

Neyden bahsediyordu anlamamıştım. Yavaşça parmaklarım taşa temas etti ve onu kavrayıp hemen avucuma hapsettim. Olduğum yerden geriye doğru gittiğim sıra son kez fısıltılar etrafımda duyuldu.

 

"Fısıltılar gerçeği yansıtmaz. Kork ondan."

 

"Sen her şeyi yok eden sen her şeyi yıkansın."

 

Yüzeye yaklaştığım anda çoktan diğerlerine taşı bulduğunu haber vermiştim. Yüzeye kadar zor dayanmıştım. Yüzeye varır varmaz anında iki elimi buz kütlesine yasladım. Ben yüzeye çıkınca anında Victoria olduğu yerden bana doğru geldi. Dehri 'de hemen onun ardından. İkisi de hızla iki kolumdan tutup yüzeye çıkmam konusunda bana yardımcı oldu. Buz kütlesine oturup ayaklarımı sudan çıkardım. Sudan çıkınca anında öyle bir soğuk bedenimi ele geçirdi ki titremelerim başka bir boyut kazandı. Zangır zangır titrerken Victoria ve Nehar üzerinde bulunan pelerini omuzlarıma bıraktı.

 

"Emira iyi misin?" yanıma yaklaşıp karşıma geçip omzuma elini yaslayan Victoria 'ya iyiyim dercesine başımı salladım.

 

"Sadece çok üşüyorum. Bedenim ufak bir sıcaklığa muhtaç." dediğim sırada anında beni ayağa kaldırmaya çalıştı.

 

"Hadi artık gidelim. Taşı da bulduk. Şimdi seni hasta olmadan iyi etmeye çalışmak gerek." dediğinde Victoria ona hak verdim. Ve hemen portaldan geçiş yaptık Moritanya Kalesi'ne.

 

Kaleye gelince anında büyüyle üzerimde olan ıslak kıyafetleri kuru kıyafetlerle değiştirip, beni sıcak tutacak kıyafetlerin içerisinde titremeye devam ettim. Victoria diğerlerine dönüp biran önce krallıklarına gitmelerine ve güzelce dinlenmeleri gerektiğini söyledi.

 

Herkes aşırı yorgun olduğu için çoktan karşı çıkmadan krallıklarına gitti. Hepsi gitmeden önce son kez nasıl olduğumu sormuştu. Hepsine iyiyim diyerek gitmeleri gerektiğini söylemiştim. Onlar gidince çaresizce Victoria 'ya bakmıştım. Bana döndüğü gibi hemen karşıma geçip beni çıkışa yönlendirdi.

 

"Hadi daha fazla hastalanmadan seni iyileştirmeye bakalım. Çok mu üşüyorsun?" diyince sorusuna sadece kafamı sallayarak cevap verdim. "O halde zaman kaybetmeden hemen seni bir an önce odana götürüp ısıtalım." demiş ve ilerlememi sağlamıştı.

 

Kuleye geldiğimiz anda arka bahçeden içeriye girmiş ve uzun sessiz karanlık koridorda ilerlemiştim. Birkaç kere hapşurunca Victoria bana hasta oldun bakışları atmıştı. Üst üste hapşurunca anında burnum akmaya başlamıştı. Ve yavaştan bedenimin ağrımaya ve daha çok üşümeye başladığını fark ettim.

 

"Çoktan hastalandım değil mi? " boğuk ve kısık sesimle konuştuğum anda başını evet anlamında salladı. Bana yön verip daha hızlı ilerlememi sağladı. Ellerimle kollarımı sarmalamış, hareket etmekte zorlanan bedenimi hareket ettirmeye çalışıp ilerliyordum. Üzerimde yavaştan ortaya çıkan kırgınlık kendini çoktan belli etmişti.

 

Merdivenlere az kala birden ismim zikredildi. Arkama dönüp bakınca kapının dibinde baka bakan Süreyya hanımla karşılaştım. Hiçbir şey çaktırmak istemediğim için anında yüz ifademi değiştirdim.

 

"Sizi dinliyorum Süreyya hanım." diyip söyleyeceği şeyi bekledim.

 

"Yemeğe gelemeyecek misin?" diye sorunca ilk an cevap veremedim. Bu sessizliğim bir an bunu garipsemesine sebebiyet verdi.

 

"Bence gidelim. Hem sıcak bir şeyler yer ısınırsın." bunları diyince Victoria anında dediğine hak verdiğim için adımlarım Süreyya hanıma doğru yöneldi. Süreyya hanımın yanına ulaşınca anında aynı anda masaya doğru ilerledik.

 

Victoria tam birkaç adım geride bizi takip ediyordu.

 

" İyi misin sen? "diye sorunca Süreyya hanım, Ona hayır değilim. Çok üşüyorum demek istedim ama bunu demek yerine başka şeyler söyledim.

 

" Evet iyiyim. Sadece biraz yorgun olmalıyım. "diyince başını salladı. Yerlerimize geçince ben aval aval etrafa baktım soğuktan donuyordum. Bedenim amansız bir titremeye kurban gitmiş ve bunu saklamak için büyük mücadeleler verip duruyordum.

 

Yaz ayları olduğu için yemekhanede bulunan şöminede yanmıyordu. Bir sıcaklığa ihtiyacım vardı. Ve bu sıcaklık şu an benden çok uzakta bulunuyordu. Titremeye giren bedenim ve soğuktan hareket ettirmekte zorlandığım parmaklarımı ısıtmak adına avuç içlerimi birbirine sürtmeye başladım. Bunu birkaç dakika boyunca sürdürdüm ama hiçbir fayda vermedi.

 

"Hala üşüyorsun değil mi? Az daha dayan senin için sıcak bir şeyler getirmesini istedim kızlardan. Biraz iç için ısınsın sonra seni odana çıkartıp, seni ısıtmanın yollarını bulacağım." bunları söyleyen Victoria sadece içimden kısaca tamam demekle yetinmiştim. Artık ensemden belime doğru uzanan soğukluk ve bedenimin sıcaklığını kaybetmesin direncimi çoktan yitirmeme sebebiyetti. Vücudum feci üşüyordu.

 

Yanımda birden hareketlilik olunca yavaşça başımı sola çevirdim. Çalışan kızlardan Eira yanımda duruyor, önümdeki boş alana dumanı üstünde tüten bir çorba kasesi bırakıyordu. Eira yanımdan ayrılıp gidince anında parmaklarım masanın altından çıktı. Hemen kasenin her iki yanına parmaklarımı yaslayıp gelen sıcaklığı minnetle kabul ettim. Ufak karıncalanma yaşayan parmaklarım biraz da olsa ısının kaynağını bulmuştu.

 

Bir anda izlenme hissiyle dolunca anında bakışlarımı etrafımda gezdirdim. Herkes yemeğini yerken biri bakışlarını pür dikkat bana dikip bakmıştı. Karşımda Ahlas beyin sol tarafında bulunan Ahrar yemeğini yemeden olduğum tarafa bakıyor, şüpheci bakışları bir şeyi anlamaya çalışıyordu. Bakışları yüzümde değil kaseye yaslı olan ellerimdeydi. Bir anda kaşları çatılınca neyin buna sebep olduğunu merak edip, bakışlarını takip edince başkalarının bileklerimde olduğunu fark ettim.

 

Bileklerime baktığım anda ikisinin morardığını fark ettim. Yetval bileklerimi sıkınca uzun süre morarmış olmalılar. Bunu başka biri fark etmesin diye anında ellerimi tabağın her iki yanından çekip masanın altında saklamaya başladım. Ahrar bu yaptığıma sadece düz bir ifadeyle bakmakla yetindi.

 

Bakışlarımı onun radarından çıkarıp önüme çevirdim. Ahrar hâlâ benden bakışlarını çekmemişti. Bunu hissediyordum iliklerime kadar. Lacivert hareleri bir saniye olsun üzerimden ayrılmıyor, bu olanın neyden kaynaklı olduğunu anlamaya çalışıyordu. Onu artık tüm yönleriyle tanıyordum. Masadaki yiyeceklere kısaca bir göz attığım anda hiçbir şey canımı çekmedi.

 

Zaten uzun süre soğuğa maruz kaldığım için midem düğüm düğümdü. Hiçbir şeyi midem kabul etmezdi. Bir şey yiyemediğimi fark eden Victoria birkaç kere bir şey yemem için zorlasa da ben yiyemediğimi söyleyince üstüme gelmeyi bırakmıştı. O birkaç şey yiyebilmiş daha sonra gereksiz bir sohbet açarak bir an önce masadan ayrılmak için kafaları dağıtmıştı.

 

Birkaç dakika daha masada durduktan sonra izin isteyerek ikimizde masadan ayrılmıştık. Koridora çıkınca yürüyecek halim yoktu. Artık iyiden iyiye direncimi kaybetmiş ve rengim bembeyaz kesildiğini Victoria söyleyince anlamıştım. Üst kata çıkacak halim bile yoktu. Bunun için ani bir kararla odama geçmiştim.

 

Ben odaya geçerken Victoria revire gidip benim için birkaç ilaç alacağını söylemişti. O gelene kadar bende odamda bulunan duşa girmiş ve son kalan gücümle sıcak bir duş almıştım. Olduğundan fazla sıcak suyun içinde durmuş sonra hemen üzerimi büyüyle giymiş yatağa kendimi atmıştım.

 

Her ne kadar yok saymaya çalışsam da başımdaki ağrı çoktan kendini belli etmişti. O kadar sertçe başımı buz kütlesine vurmuştu ki Yetval acısını daha yaşamdan suya düşmüştüm. Sonrasında suda taşı aradığım için ağrıyı yok saymış, soğuk su acıyı hissetmeme engel olmuştu.

 

Sudan çıktıktan sonra bile hâlâ acı uyumuş gibiydi. Kuleye geldiğim anda sanki çözülmeye başlamış buz gibi ağrım yavaşça tekrar nüksetmeye başlamıştı. Sonra tekrar bedenimin soğuğunu hissedince ağrı çekilir vaziyete gelmiş onun ağrısını hissedemez olmuştum. Ta ki şu ana kadar.

 

Sonrasında boğuk bir anının içerisinde bulmuştum kendimi. Ara sıra sayıklayıp durduğumu hatırlıyordum. Bazı sesler duyuyordum ama bilincimi açık tutmak konusunda güçsüz olduğum için yine rüyalara çekilip duruyordum.

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

Yazardan...

 

Genç adam Emira içeriye girdiği andan itibaren ondaki değişikliğin farkındaydı. Her zaman ne kadar yorgun olursa olsun asla bunun yansıtmamak için çabalardı. Şimdi ise bunun tam tersini yansıtıyordu. Emira, Süreyya hanım ve Victoria 'yla içeri girdiği andan itibaren çok dalgın, yorgun ve garipti. Sanki üşüyordu. Bu yazın ortasında zangır zangır üşüdüğünü düşünüyordu genç adam ona her baktığı anda.

 

Masaya oturdukları anda yine Victoria' yla her zaman olan bir gizli iletişim kurmuş sonrasında ikisi de sessizce masada oturmaya devam etmişti. Biraz sonra çalışan kız Emira 'ya yaklaştığı anda Ahrar onun irkilip bir anda ona doğru döndüğünü gördü. Ama kızın ne yaptığını fark edince o her baktığında derinliğinde kaybolup gittiği eşsiz mavi gözleri mutlulukla parıldamış sonrasında kız çekip gittikten sonra Emira yavaşça masanın altında duran ellerini masada duran çorba kasesinin her iki yanına yerleştirip öylece beklemişti.

 

Bu yaptığı şeyi anlamaya çalışmış ama bir sebep bulamamıştı. Dışarıdan geldiği için üşümüş ve bundan dolayı mı ellerini ısıtmaya çalışıyordu?Çünkü bütün gün kulede değildi. Ve geldiğini yeni yemekhaneye girince görmüştü. Şu an ise çok durgun ve yorgundu. Her zamanki gibi masada olan biteni incelemiyor sadece bakışlarını önüne çekmiş öylece sessiz sakin oturuyordu. Masada bulunan hiçbir şeye de dokunmamıştı.

 

Ahrar tam bakışlarını olmadan çekip önüne çekeceği anda birden bileklerine bakışları kaydı. Ve gördükleri deli gibi öfkelendirdi. Biri onun o narin tenine zarar vermişti. Kimse dikkatli bakmadığı için bileklerindeki izleri görmüş değildi ama Ahrar ona her daim dikkatli bakıp ondaki en ufak farklılığı görüp bunu zihnine kazımayı alışkanlık haline getirmişti. Şimdi ise o bile farkında değildi teninde bulunan izden.

 

Öylece durgun haliyle parmaklarını ısıtmaya çalışıyordu. Sonra birden o mavi hareler titreşti ve etrafına çevrildi. Birini mi arıyordu? Birkaç saniye içerisinde bakışları buluşunca o mavi hareler lacivert harelerime çevrildi. Ona göstermek adına anında bakışlarımı hemen bileğine çevirdim. Fark etsin ve bunun sebebini bana yansıtsın diye. Bakışlarımı bileklerinde uzun tutmadan hemen mavi harelerine çevirdim. Ve bakışları istediğim noktaya çekmiştim.

 

Teninde bulunan izleri fark edince anında masada bulunan ellerini masanın altına çekti. Bir daha olduğum tarafa bakmadı. Ben onu yemek boyunca dikkatli izlerken o sessizce oturmaya devam etti. Sonrasında arkadaşıyla beraber masadan kalkıp gittiler.

 

Merak içten içe beni kemirirken olduğum yerde fazla durmadım ve bende olduğum yerden kalkıp onun odasının yolunu tuttum. Sessizce ayrılıp koridora çıktığımda Victoria 'yla karşılaştım. Az önceye nazaran çok gergin ve endişeli duruyordu. Beni bile hâlâ fark etmemişti.

 

"Victoria iyi misin?" dediğim anda endişeli bakışları bir anda bana döndü. Birkaç adımda yanıma gelip elime bir şeyler tutuşturdu.

 

"Bunları hemen Emira 'ya götürün. Hasta ve yardıma ihtiyacı var. Benim çok acil bir işim çıktı onun için onu size emanet etmek zorundayım. Biliyorum bu yaptığım doğru değil ama ona iyi bakın ve ona zarar vermeyin sakın." demiş ve koşar adımlarla yanımdan uzaklaşıp gitmişti.

 

Victoria gittikten sonra bir elimde bulunanlara birde ondan geriye kalan boşluğa baktım. Şimdi onu yanına mı gitmem lazım? Ne yapacağımı bilmeyen bakışlarım etrafa bakıp durdu. Sertçe yutkundum ve gerilen bedenime tezat yavaşça ilerlemeye başladım.

 

Sol elime tutuşturulan ilaçlara üstün körü baktığım anda hepsi ateş düşürücü, boğaz ağrısı ve birkaç şurup olduğunu fark edince aklımda canlanan şeyin doğru bir tespit olduğunu fark ettim. Olduğum koridordan uzaklaşan adımlarım beni merdivenlere yönlendirdi. Sessiz ve gergin bir halde en üst kata kadar ilerlemiştim.

 

Birkaç kişi yanımdan geçerken elimde bulunan şeylere bakmış ve onlara attığım boş bakışları görünce anında oldukları yeri terk etmişlerdi. Her daim sert yüz hatlarına sahip olmam ve kimseyle pek yakın olmamam beni soğuk bir insan ve herkesin çekinerek yaklaştığı kişi yapmıştı. Ama o bunu yerle bir etmişti. Emira hiçbir zaman diğer herkes gibi bana yaklaşmamış, tüm sınırlarımı zorlayacak reddeye gelip bana kafa tutmaktan geri kalmamıştı.

 

Sonunda adımlarım onun yeni odasının olduğu kata gelince derim bir nefes aldım. Adımlarım çekingen ve kararsızdı. Eğer şu an uyuyor değilse vereceği tepki beni geriyordu. Ama uyuyorsa biran önce onun yanına gidip ona şu elimde ona iyi gelecek ilaçları vermem lazımdı. Aniden cesaretimi toplayıp hızla kapının dibine geldiğim gibi elim dolu olduğu için büyü yardımıyla kapıyı sessizce araladım.

 

Kapı sessizce geriye doğru açıldığında odadaki loş ortamda bakışlarım onu aradı. Çaprazımda bulunan tekli koltukta değildi. Biraz ileride pencerenin önünde bulunan koltuktada bulunuyor değildi. Lacivert harelerim merakla onu ararken sonunda istediğini bulmanın mutluluğuyla kapının hizasında duran yatakta onu bana dönük bir vaziyette uyurken buldu. Ona dikkatle baktığım anda sayıklayıp durduğunu fark ettim.

 

Hemen endişeye kapıldım. Daha önce hasta olan biriyle hiç ilgilenmemiştim bunca zaman. Nasıl bir şekilde yaklaşım göstermem gerekiyor bilmiyordum. Şu an karşımda bu kadar savunmasız ve hasta bulunurken tüm iliklerime kadar onu koruma iç güdüsüyle dolup taştım. İlk ne yapmam gerekiyor bilemedim. Ama bir an önce harekete geçmem ve onu iyi etmem gerekiyor onun farkındaydım.

 

Hızla olduğum alandan içeriye doğru geçiş yaptım. Kapıyı ayağımın tersiyle kapattım. İçeriye girdiğim anda yatağın sol tarafında ilerleyip elimde bulunanları dikkat ederek yatağın baş ucunda duran komodinin üzerine bırakıp, ilk ne yapmam gerekiyor diye düşündüm. Ben kendi kendime düşünürken Emira yavaşça olduğu yerde huzursuzca kıpırdadı.

 

Ona doğru yavaşça eğilip yüzüne bakınca yüzünün kızardığını gördüm. Parmaklarım uyuşmuş gibi sızlarken yavaşça elimi yüzüne doğru götürüp ateşini kontrol etmek istedim. Elimin tersiyle onun alnına dokununca ateşinin yüksek olduğunu fark ettim. Lacivert harelerim çaresizlik içinde ne yapmam gerekiyor anlamaya çalıştı. Sonra aniden aklıma gelenleri yapmaya koyuldum.

 

Bir parmak şıklatmasıyla komodinin üzerinde soğuk su dolu olan bir tabak ve bez parçası belirdi. Anında yatağa oturup bezi soğuk su dolu tabağın içerisine koyup ıslanmasını sağladım. Sonrasında sırtı bana dönük olan Emira 'yı kendime doğru çevirmeye çalıştım. İlk başta zorlansam da sonra onu sırt üstü uzamasını sağladım.

 

Alnına dökülen saçlarını geriye doğru götürüp boncuk boncuk terleyen alnına az önce soğuk su dolu tabağa koyduğum bezi alıp sıkarak onu alnına yerleştirip, bezi alnına doğru bastırdım. Bez alnına değince Emira ilk an irkilmiş ve bezin yaydığı soğuğa tepki vermişti.

 

Hatta dudaklarından birkaç kesik ve anlaşılması güç olan cümleler dökülmüştü.

 

"Olmaz..." demişti ilk an kısık sesle sonra susmuş öylece gözleri kapalı uyumaya devam etmişti. Sonrasında anlamsız cümleler dökülmüştü dudaklarından.

 

"Zor yapamam... Çok kötü... Ağrıyor. Git buradan." yüzü kasılmış, ateşten dolayı yanakları kırmızı kesilmişti. Ara sıra titrediğini fark etmiştim. İlaçları alması gerektiğini fark edince kararsızlık anında bir pençe gibi beni etkisi altına aldı.

 

Bir şey yemediğini fark etmiştim masada onun için aç karnına bu getirdiğim ilaçları ona vermezdim. Şu her ne kadar zorlasam da ilaçları içecek dirence sahip olmadığı için ona iyi geleceğini düşündüğüm ilacı verecektim. Bu ona çok iyi gelecek ve kısa sürede onu toparlayacaktı.

 

Anında avucumu açtığım anda ilaç saniyeler içinde avuç içimde belirdi. Emira 'nın alnında duran elimi çekip hemen avucumda duran şişenin kapağını açıp ilacı Emira' ya içirmek için ona doğru yaklaştım. Sol elim başının altına uzandı. Yavaşça sarmamaya dikkat ederek başını hafifçe doğrultup sağ elimde duran ağzı açık olan şişeyi dudaklarına doğru uzattım.

 

Dudaklarına değen şişeden akan sıvıyı içmesi için ona baskı yaptım. Hafifçe dudakları aralandı ve şişenin içinde bulunan sıvıyı yavaşça içmeye başladı. Yeterli miktarda içene kadar ona vermeye devam ettim. İçerken bir anda başını geriye çekince kaşlarım çatıldı.

 

"Acı..." dedi dudaklarını büzüştürüp, artık içmek istemiyorum edasıyla konuşunca bu tatlı haline sadece güldüm. Hasta hali ayrı bir sevimli duruyordu. Gözleri hâlâ kapalıydı.

 

"Biraz daha iç..."diye direttim.

 

İlk an buna karşı çıkıp kafasını geriye doğru çekince anında şişeyi ona doğru yaklaştırıp dudaklarına temas ettirince yüzünü tuhaf bir şekilde asıp ona yaptığım bu baskıya boyun eğip içmeye başladı.

 

Yeterli kadar içtiğini anlayınca usulca şişeyi dudaklarından çekip, şişenin ortadan yok olmasını sağladım. Yavaşça başının altından elimi çekip, tekrar yastığa uzanmasını sağladım. Alnında bulunan bezi tekrar ıslatıp alnına koyduğum anda kısık sesi odada tekrar yankılandı.

 

"Soğuk...Üşüyorum.." demiş ve onun bu savunmasız hali içimdeki bir yerleri darmaduman etmişti. Üşüdüğünü görebiliyorum ama onu ısıtmak şu an onun için iyi olmaz. Üzerine örtüp durduğu örtüyü yavaşça beline kadar çektim.

 

Sonrasında yanındaki boşluğa geçip oturdum. Ona doğru döndüğüm gibi yorgun yüzünü izlemeye başladım. Duş almış olmalı ki hâlâ saçları ıslaktı. Kurutmamıştı. Duşu alıp direk yatağına geçmiş olmalı. O kadar mı halsiz ve yorgun bir haldeydi? Düzenli alıp verdiği nefesleri arasından onu dikkatli izlemeye devam ettim.

 

Yüzünde herhangi bir rahatsız olduğuna dair emareler yoktu. Şu an huzurlu bir uyku içinde olduğunu bile söyleyebilirdim. Ona bakmak benim için ayrı bir huzur veren bir şeydi. Aslında onunla ilgili her şey bana huzur vermiyor muydu ki? Derin bir iç çektim. Ciğerlerim onun kokusuyla o an dolup taştım i

 

Çekinsemde elim yukarı doğru uzandı ve yanağına doğru giden elim bir muhtaçlık içerisinde ona temas etmek istedi. Elim tam onun yanağına doğru yaklaştığı sırada aniden sessiz olan oda onun sesiyle can buldu.

 

"Su.." diyince kısık sesle uyku esnasında o an yavaşça geriye dönüp komodinin üstüne duran su dolu bardağa uzandım. Bardağı kavrayıp yavaşça ona doğru geri döndüm. Biraz doğrulup ona su içirmek için doğru konuma gelince suyu sağ elime alıp sol elimle yavaşça onun başının altına elimi yerleştirip sağ elimde duran suyu ona içirmeye başladım.

 

İlk an suyu zor içmişti. Boğazı çok mu ağrıyordu? Yüzü kasılmış ve acı çektiği yüzüne yansımıştı. Sonra acısına alışmış olmalı ki suyu kana kana içmeye başladı. Bardağın içindeki suyu sonuna kadar içtikten sonra bardağı dudaklarından çekip komodinin üzerine bırakıp ona doğru döndüm. Gözleri kapalı bir halde yarı açık bilinci içindeydi. Ateşi yüksek olduğu için hâlâ tam olarak etrafında ne olup olmadığını kavramıyordu.

 

Başını yastığa koyup uyumasına devam etmesini sağlarken birden tekrar sesini duyduğum anda dudaklarım yavaşça kıvrılıp onun bu tatlı ve masum halini gözümü kırpmadan baktım.

 

"Çok uykum var. "diyince onun bu haline tebessümle bakarken ona kayıtsız kalamadım ve saçlarına dudaklarımı değdirip usulca öptüm.

 

Emira o an olduğu yerde bana doğru dönünce son anda başının üstünde duran bezi düşmekten kurtardım. Bezi tekrardan alnına doğru tuttum. Şakaklarına doğru bıraktığım bezi hafifçe bastırıp alnının sıcaklığının düşmesini beklemeye devam ettim.

 

Emira bana doğru dönmüşken yavaşça bedenimi aşağı eğip yüzlerimizi karşı karşıya getirdim. Düzgün alıp verdiği nefesleri arasında başı yastığın üzerinde kıpırdayıp dururken yavaşça gözleri aralandı. İzlemekten geri durmadığım ve asla bakmaya doyamadığım mavi gözleri usulca bana çevrildi.

 

"Ahrar..." dedi şaşkınlıkla. Kaşları çatıldı. Burada olmamı beklemiyordu. Sol eli gözlerine gitti ve gözlerini ovalayıp durdu. Anında sağ elim onu durdurdu. Sol elini sağ elime hapsedip göğsümün üzerine bıraktım. Eli göğsümün üzerinde dururken, sağ elim saçlarına uzandı ve yüzüne düşen saçlarını omzunun gerisine bıraktım.

 

"İyi misin?" dedim ve birden bu uyku mahmurluğu onu o kadar tatlı gösterdi ki dayanamadım ve dudaklarım yanağına küçük bir buse kondurup geri çekilirken onun şaşkın bakışlarına denk geldim.

 

"Sen buradasın?" dedi sorarcasına. Gerçek olup olmadığımı anlamaya çalışıyor gibi bir hali vardı. Gerçekle hayali ayırt edemeyecek kadar mı gördüğüne bir anlam veremiyordu? Am sonra inanmak istediğine inanıp bunu dile getirdi. "Değilsin. Yoksun ki burada." diye devam ettiği sırada onu bozmadım ve sessizce konuşmasına devam etmesini bekledim. Burada olmayacağıma inandırmıştı kendini. Yani bu hasta halinde bile yanına uğrayacağım aklının ucundan bile geçmedi. Bu benim hatamdı. Onu bu fikre ben aşılamıştım. Gözlerini açık tutmakta zorlanıyor gibiydi. "Çok yorgunum. Her yerim ağrıyor. Ve üşüyorum." diyince ona kayıtsız kalamadım.

 

"Ne istiyorsun benden? Ne yapmamı istersin? " dediğim sırada hafifçe kıkırdadı . İnce, sakin sesi kulağımda bir melodi gibi yankılandı. Onun sesi benim için bir müzikaldi ve bende bu müzikali sonsuza kadar dinleyebilirdim.

 

"İstemez." hemen yüz ifadesi sert bir hal almış ve sonra devam etmişti. "Bir şey yapma!" dedi çatallı sesiyle. Ani siniri sadece gülmemi sağladı. Bu halleri sadece onu daha çok istekle izlememe izin veriyordu. Küçük bir çocuğu andırıyordu. Sanki ben onun oyuncağını almışım da ona geri verip onunla oyun oynama fikri sunmuş ama o bunu kabul etmemişti. Nasıl başarıyor bilmiyorum ama dünya duruyor onun yanında ve ben pür dikkat sadece ona kitlenmiş bir şekilde kalıyorum. Ondan başka bir şey görmüyor gözlerim, görmekte istemiyor zaten.

 

"Peki sen istersen onu yapalım." diye ona ucu açık bir teklif yapınca cevap vereceğini düşünmüştüm ama bir anda sessizliğin ortama geri gelmesi onun tekrar uykuya daldığını düşünmemi sağladı. Ta ki birden tekrar konuşana kadar bu düşüncem devam etmişti.

 

"En çok pişman olduğum şey ne biliyor musunuz?" bir anda bunu sorunca bir şey diyemedim. Neyin en büyük pişmanlığı olduğunu sadece tahmin ettim. Ve yanılmadım da. "Sizi sevmem bu en büyük pişmanlığım." dedi iç çekerek.

 

Çok mu canını yakmıştım? Ondan mı hâlâ bunu unutamamasıydı? Ama ben bunu bilerek yapmadım ki? Bir dinlese beni her şey açığa kavuşacak ama dinlemiyor. Ben sessizce dalgın bakışlarımla ona bakarken o birden bana doğru başını yaklaştırdı ve başında duran bezi umurumdan alnını göğsüme yerleştirip, elini çekti. Eli usulca yüzüme doğru tırmandı. Her ne yapmaya çalışıyorsa ona mani olmadım.

 

"Çok tuhaf değil mi sencede?" dedi ve sağ eli yanağıma doğru uzanıp avucunu sakallı yanağıma yasladı. "Farkında değildin bana olan hislerinden ama fark edince de bir şey değişmedi. Hiçbir zaman sana ait değildim. Hiçbir zaman yanında değildim olmadım. Sen buna hep mani oldun ve olmaya da devam ediyorsun." diye uyku sersemiyken konuşmuş sonrasında eli yanağımdan usulca omzuma doğru düşmüştü.

 

Bütün gece bilinci kapalı olacağını anlamıştım. Zaten içtiği şey onu daha çok uyutacak ama ona iyi gelecekti. Kolyenin sunduğu şifacı özelliği de onu bir kendine getirip duruyor ama ateşi tekrar yükselince tekrardan bilinci kapanıyordu.

 

Gecenin bilmem kaçında Emira yavaşça yatakta sola doğru dönüp üşüyorum diye tekrar sayıklarken dalmış olduğum düşüncelerden sıyrılıp sol tarafımda bulunan kadına doğru döndüm. Yavaşça yatakta kendim için rahat bir yer bulduktan sonra sağ elimi yavaşça karnına koyup onu kendime doğru çektim. Sırtı göğsüme yaslandı ve çenemi saçlarına yaslayıp öylece bekledim. Üşüdüğünü görebiliyorum ama ateşi düşene kadar ona istediğini veremem. Bu yaptığım bile doğru değil ama ona karşı koyamıyorum ve bu ona istemeden de olsa zarar verecek bir şekle dönüp duruyor.

 

Sağ elim karnından uzaklaştı ve uzatmış olduğu sağ eline uzandı. Sağ elini kavradım ve kendi elimle birlikte onu göğsüne yasladım elimi. Düzgün alıp verdiği nefesleri yanında kalp atışlarını da hissetmeye başladım. Yerinde rahat olduğunu herhangi bir tepki vermemesinden anladım. Kulağına doğru çenemi kaydırdım saçları boyunca. Sonrasında dudaklarım kulağına doğru ona iyi hissettirecek sözleri söylemeye başladı. Bir fısıltı olarak çıkan bu cümleler ve kelimeler onun duymak istediği benimde bilmesini istediklerimdi.

 

"Sen tanıdığım en güçlü kadınsın." dedim buna inandığımı ses tonuma yansıtırken. Çekinmeden başka şeyler söyleyerek daha önce dile getirmekten kaçındığım her şeyi söylemeye karar verdim.

 

"Seni ilk gördüğüm anı hatırlıyorum." dedim bu cümleyi söyleyince dudaklarım her iki yana ayrılmıştı.

 

Suratsız bir şekilde karşımda durmuşken Süreyya hanım onun beni odama kadar götürmesini istemişti. Bunu duyduğunda gözlerinden neredeyse ateş çıkacak gibi duruyordu. Girişmiş olduğu oyundan pek haz etmediği aşikardı. Hatta nereden geldim ben bu yere diyip duruyor gibiydi. Benimle odama kadar eşlik ederken önümden ilerliyordu. O beni görmezse de ben onu çoktan radarıma almış merakla inceleyip duruyordum.

 

İlk onun kim olduğunu anlamış değildim. Ve onun kadar güzel bir kadının böyle bir çalışan olması beni şaşırtmıştı. Çok güzeldi. Üzerindeki o basit elbise bile onun güzelliğine bir engel teşkil etmemişti. Merakımı cezp etmiş. Neden onun hâlâ bir çalışan olduğunu kavramaya çalışırken birden adım atmayı bırakıp kalacağım odayı gösterip, girmemi beklerken ben şaşkın ve merakla ona bakmıştım.

 

Ama bu benim ifadelerimi yansıtmadığım ve bu yüzden kimse ne düşündüğümü kolayca anlamadığı için o ona hiçbir duygu barındırmayan bir ifadeyle baktığımı sanmasın sağlamıştı. Odamın önüne geldiğim kapı olduğunu söylemiş ve geçmemi beklerken herhangi bir şey diyeceğimi sanırken sessiz kalmam onu çileden çıkarmıştı. Bu halini görmüş ve içeriye girip kapıyı kapattığım sırada dudaklarım iki yana kıvrılmıştı.

 

Sonrasında odada olan işim bitince Lord Yelit 'i ziyarete gitmiştim. Ama o an gittiğime pişman olmuştum. Sonraysa gittiğim ve öğrendiğim şey hayatımı değiştireceğini bilemezdim. Ama iyi ki değiştirmiş ve beni şu ana getirmişti. Sonrasında onu eğitmem istendi. Bendeki değeri çok ayrı bir yer olduğu için Lord Yelit 'i kırmadan kabul etmiştim.

 

Ama nereden bileyim ders vereceğim kişi Emira olacağını. Ben onu başka biri olarak tanımıştım. Hatta Lord Yelit bana hayatımın en büyük gerçeğini söylediği anda onu kabul etmemiş ve bunun olamayacağını dile getirdim. Sonrasında hayatımın ikinci şaşkınlığını yaşadım. Kolyenin üçüncü sahibi oydu.

 

Benden ne istendiyse hepsini yaptım. Ona ders verdim ama her ders anı büyük bir gerginlikle sonlanıp durdu. İstemsizce onunla bir münakaşa içinde bulup durdum kendimi. Bunun için Lord Yelit 'in kapısına kadar dayandım neredeyse. Ama o bu halime sadece tebessüm edip pes etmemem gerektiğini söyledi. Sonrası zaten geldi ve bu haldeyiz.

 

Onun varlığına alışmakla kalmamış o olmadan benim için yaşam mahvolmuştu.

 

"Şu an olduğumuz an belki bizim için en büyük hataydı . Ama bu hatadan dersten çıkarıp, önümüzde bulunan günleri ona göre yaşamamız lazım." diyince o an kollarım arasında bulunan Emira 'nın kasılıp durduğunu fark ettim. Sonrasında elimin altında bulunan elini yavaşça kıpırdattı.

 

" Senden sonra verdiğim en büyük karar ne biliyor musun? Hayatımda olan kimseye güvenmeyeceğimi ve onlardan her zaman bir darbeye kendimi hazırlıyor oluşum." diye kısık uykulu bir sesle konuştu. Burada olduğumu anlamış mıydı? Uykusundan yoksa bende mi uyandırdım?" Ben zaten yaptığım hatadan ders çıkarıp durduğumu gösterdim kendime de sana da. "Bu cümlesini de eklerken yavaşça öne doğru bedenini çekti. Göğsümden çektiği sırtıyla onunla olan temasımı kesince öylece baktım ona. Bir şey diyemedim o anda. Çünkü bu konuda onu hiçbir zaman haksız görmemiştim.

 

" Üzgünüm. "diyince bir anda Emira deşen bir iç çekti.

" Üzgün olman neyi değiştirir ki? "dedi bunun bir fayda vermeyeceğini söylediğinde diyecek bir şey bulamadım yine. Ama o devam etti. Sesindeki kırgınlık ve pişmanlık gözler önünde duruyordu." Sen beni ruhsuz bir varlığa çevirdin. Bazen kendimi tanıyamıyorum biliyor musun? Ve bu çok gülünç geliyor." dedikten sonra kısa bir süre sessiz kaldık ikimizde . Ben yaşadığım utanç ve pişmanlık yüzünden bir şey diyemezken öylece saniyeleri saydım. O an göğsümde bir anda yer edinen sızı her şeyin aslında sonradan çıkan acısıydı.

 

Nerdeyse yarım saat kadar susmuş ve öylece beklemiştim. O sırada o yine uyuya kalmış ve olduğu yerde huzurlu bir uyku çekerken ben ondan kopmamıştım.

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

Üşüyorum... Çok fazla. Yatağa geçtikten sonra bedenim sıcaklığın izlerini arıyordu ama bulamıyordu. Victoria 'nın gelmesini beklerken yatakta öylece örtünün altında bedenimi ısıtmanın yollarını arıyordum. Ama ne yapsam boştu. Ateşimin çıktığını hissediyorum. Sanki yüzüm ateşin önünde duruyormuşta ondandı hissettiğim sıcaklık.

 

Gözlerim açık kalmakta zorluk çekiyordu. Bedenimin her bir tarafı üşüyor, her yerim ağrıyordu. Sanki dayak yemiş gibiyim. Çok fazla soğuğa maruz kalmamın bedelini ödüyorum. Sonra ne olduysa bilincim kapandı. Ne kadar uyudum bilmiyorum ama bir kapı açılma sesi duydum. Gözlerimi açıp kimin geldiğine bakmak istedim ama başarılı olamadım.

 

Göz kapaklarımda sanki bir ağırlık varmış gibi ve ben bu ağırlığı kaldıramıyordum. Sonra kapının kapanma sesini duydum. Tepkisiz bir şekilde olan biteni duymakla yetiniyordum. Victoria gelmiş olmalı. Ama neden bu kadar gecikti ki? Sonra birden baş ucumda bir şeyler duymaya başladım. Bir şeylerin bırakılma sesi. Sonrası karanlık.

 

Karanlık bir ortamda garip sesler duyuyordum. Görüntüler silik ve anlamsızdı. Beni bu karanlıktan çekip alan şey bir anda alnımda hissettiğim soğukluk oldu anında buna tepki verdim. Ama bu sadece yüz ifademe yansıdı. Ne konuşmak için ne de olan biteni görmek adına bir şey yapabildim. Buna gücüm yoktu. Sonrasında alnıma bastırılan eli hissettim. Biri vardı yakınımda. Yamacımda... Bu halimden dolayı baş ucumda duruyor beni iyileştirmek için çabalıyordu. Tekrar bilincim kapanmış yine anlamsız görüntüler içerisine çekilmiştim.

 

Bu sefer beni boşluktan çekip duran şey dudaklarıma değen bir soğukluk oldu. Biri bir şey içmem için beni zorluyordu. Direndim ilk başta ama sonradan direncim kırıldı ve boğazımda acı bir tat bırakacak o şeyi içmek zorunda kaldım. Ve tekrar bir boşluk.

 

Bu sefer sesler netti. Kimin yanımda olduğunu anlamış, anlamakla kalmayıp birde üstüne üstlük görmüştüm. İlk an hayal sanmıştım ama sonradan onun yanımda bulunan kişi olduğunu anlamıştım. Anlamakla kalmayıp onun cümlelerine karşılık vermiştim. Hayal mayal bazı anlarda yanağımın okşandığını, sıcacık dudakların alnıma konduğunu hissetmiştim .

 

Bunu ilk anlar benim kendi uydurmalarım olduğunu sanmış daha sonra Ahrar 'ın varlığını idrak edince her şey netleşmişti. Ve başından beri aslında benimle ilgilenen kişinin o olduğunu fark etmiş ve bu şey yüzünden Victoria' ya büyük bir öfke duymuştum. Nasıl izin verir onunla aynı ortamda kalmama? Nasıl beni ona emanet eder? Bunu yaparken aklı neredeydi bu kızın? Ve o hangi cehenneme gitmişti? Onca zaman sonra neden hâlâ gelmemişti? Kötü bir şey mi olmuştu yine?

 

Kendi kendime düşünürken bilincimin açılması gibi gözlerimin de açılmasını istedim ama hâlâ bunun için güçsüz olduğumu fark ettim.

 

Benimle bütün gece ilgilenmiş miydi? Neden peki? Neden bunu yapmıştı bir mecburiyeti yokken hemde? Hâlâ geceydi bunu odadaki karanlıktan anlamıştım. Herhangi bir ışık yoktu ve o yanı başımda öylece dikiliyordu. Burada olmasını istemediğimi fark edince bunu dile getirmek istedim. İlk an konuşmakta zorlandım çünkü boğazım kurumuş ve uzun süredir konuşmadığım için konuşmaya hazırlanırken zorlanmıştım. Sonrasında bunu yapmayı başarmıştım.

 

"Sen git artık. Yeterince burada durdun. Seni meşgul ettim onca saat. Ben gerisini hallederim. " dedim kısık sesimle. O kadar kısık sesle konuştum ki ben bile kendimi duyamadım.

 

Sesim çok kısık çıkmıştı ne kadar yüksek tutmaya çalışsam da ama o beni duydu. Ve dediklerim sanki onu rahatsız etmiş gibiydi. Bunu sesinden anlamıştım. Ne diye benimle ilgilendi ki? Bunu ondan isteyen mi vardı ki? Nasıl hasta olduğumu anlamıştı? Bunu merak ediyorum. Gözlerim hâlâ kapalıydı. Ama bir an olduğu yerde kıpırdadığını ve bana doğru eğildiğini hissettim. Sonrasında bir elinin saçlarıma uzanıp saçlarımı yavaşça yüzümden geriye doğru canımı yakmamaya özen göstererek götürüp durduğunu.

 

"İyi değilsin ve senin iyi olduğunu görmeden gitmem." dedi büyük bir ilgiyle konuşurken. Onu göremiyorum ama lacivert harelerinin radarında olduğumu anlamak için gözlerimin açık olmasına gerek yok. Gitmesi için uğraştım. Çünkü ona bütün gece benimle ilgilendiği için minnettar olmak istemiyorum. Onunla sert bir dille konuşursam gideceğini düşünmüştüm ve bunu gerçekleştirmekten geri kalmadım.

 

"Ya of git artık. Yanımda olmanı istemiyorum." dedim sert bir sesle konuşacakken bir anda sesim mızmız bir çocuk edasıyla çıkmıştı.

 

Bu halime güldüğünü başıma ne ara yasladığını bilmediğim dudaklarının kırılmasıyla anlamıştım. Sözlerim ona işlememişti. Benden uzak dursun diye onu güçsüz olan koluma iteklemeye çalıştım ama başarısız oldum. Çok halsizim ve buna gücüm yoktu. Ve anında elim yatağa doğru düştü. İki türlü de onu kendimden savuşturamadım. Bu surat asmamı sağlamıştı. Ben kendi güçsüzlüğüme kızarken o sırada Ahrar 'sa anlıma terden yapışmış olan saçlarımı usulca geriye doğru çekti. Sonrasında onun kalın erkeksi sesini duymuştum.

 

"İlgiden haz etmediğini biliyorum ama şu an buradayım . Ve gitmeyeceğim de. Böyle bir düşüncem olmadığını anlamanı istiyorum . "inada bindirmiş gibi dediğimin tam tersini yapmaya meyilliydi. Bir anda uzandığım yatak kıpırdandı ve tam sırtımın arkasında onun iri bedenini hissettim. Yatağa mı uzanıyordu? Hemde benim yanı başıma? Ne yapsam gitmeyeceğini anladığım anda ve buna engel olmayacağımı anlayınca pes ettim ama şimdilik. Bunu sesli de dile getirdim isteksizce. Hastayken ben ben olamıyorum onu anlamıştım.

 

" Of seninle uğraşamam çok halsizim." diyerek bilincimin esaretinde kaybolurken konuşmaya başladım. Sona doğru kelimeleri yutarcasına konuşmuştum.

 

Bilincim artık tamamen kaybolduğu anda onun bana doğru eğilip bana sarıldığını hissettim. Ve yavaşça şakağıma küçük buse kondurup geri çekilip çenesini başıma yasladığını hissetmiştim . Sonrası huzurlu bir uykuydu. Onca günden sonra...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%