@kumsallardagezen12
|
『 En büyük mezarlıklar zihnimin zemininde duruyor. Her gün bir yenisi ekleniyor...』
Her gün daha çok ölüme yaklaşıp duygularımı yavaşça intihara sürüklüyorum. Her gün daha çok düne göre hissizliği kabulleniyorum. Her gün daha çok berbat günlerle mücadele ediyorum. Her gün daha çok yeni yıkımlar görüyorum. Her gün daha çok adım adım kendimi uçuruma doğru yönlendiriyorum.
Her güne bir ölüm sığdırdım.
Her güne bir çığlık sakladım.
Her güne bir acı dolu iniltiler fısıldadım.
Her güne yeni bir his yerleştirip onu ölüm alana kadar yaşatmaya çalıştım.
Her güne bir anı sığdırıp onu yavaşça zihnimde silmeye çalıştım.
Her güne bir hata sığdırdım ve bedenimde ruhunda ve zihnimde karanlığın daim olması için çabaladım.
Her güne şu sözleri söyleyip onu daima tekrar ettim. 'Her şey bir gün bitecek. Sende buna dahil olmak üzere. Son anlarını iyi yaşa...'
Hayatım her daim bir döngü olarak gördüm. Ama şu an bu kanı da değilim. Hayatımda kısa duraklı anlar vardı. Ve hepsini yavaşça tüketiyorum. Sona ulaşınca başıma ne gelecek kestirmek biraz zor. Sadece sonu ölüme çıkacak onu biliyorum.
Tam sınırda duruyordum. Rüzgar esip duruyor. Tenim karıncalanıyor ve her şeyi hissetmekle yetiniyorum. Gözlerim kapalı ama nerede olduğumu biliyorum. Bulunduğum yerin bir adım ötesi yaşam bir adım ötesi ölüm. Sadece bir hareket her şeyi belli edecek ve bu işkenceye ya son verecek ya da onu tamamen uzatmaya devam edecek.
Hangisini seçmeliyim? Ölümü mü? Yoksa yaşamı mı? Yine aynı acılarla sınanmaya devam edeceğim belli bir süre mi? Yoksa her şeyi geride bırakacak o adımı mı tercih edip, tamamen yok olmayı mı tercih etmeliyim? Karar çok zor... Daha yapmak istediklerim var ama buna yetecek gücü kendimde nedense çoğu zaman bulamıyorum. Bunu etkileyen biri mi vardı? Yoksa bu tamamen bana ait bir düşünce miydi? Bunu bile bilmiyorum ki!
Her şeyi unutmanın iyi hissettireceğini mi sanıyorsun ? O halde tamamen yanılıyorsun. Çünkü öyle düşündüğün gibi olmuyor. Bir şeyin eksikliği seni yakalayıp, seni bir sis perdesine çekip orada seni tutsak kılıyor. Görmüyorsun ama anlıyorsun. Bir şeyin senden alındığını. Ve onun sana verilmek istenmediğini. Çabalıyorsun.
Onu geri almak istediğin için. Ama unuttuğun bir şey var. Onu aldığın anda tamamen yıkılacaksın. Gerçekten... Ve inan ki bu sana iyi gelmeyecek. O eksikle ne tam olacaksın ne onsuz bir yarım. Her türlü sen zaten eksikliği anlatacak ve bunun hissiyle rahatsız olup kalacaksın. Bazen hayatın sonuna kadar huzur seni bulamaz.
Belki de ondan sonraki anda bile bulamaz. Bilmiyorum ama iki türlü de yoksun. Ben öyle hissediyorum. Ölsem de bir fayda etmeyecek kalsam da bir faydası olmayacak. Her türlü arafta takılı kalan biri gibiydim. Hayat bana bu yaşamı sundu ve bende bu yaşamı kabullenmek zorundayım. İster bu yaşamı isteyeyim ister istemeyeyim.
Beni acıyla mağlup edemez kimse. Niye mi? Çünkü gölgesi altında yaşam buldum. Çünkü ondan başka sığınağım olmadı. Ona sığındım. Onda korkularımı ört bas ettim. Orada sessiz çığlıklarım yankılandı. Orada gözyaşlarım kurudu. Orada kaybettim. Orada yaşamın ne olduğunu anladım. Orada savunmasız halimden sıyrıldım. Orada acıyla gülümsedim.
Acıyla güçlendim. Dayanıklık kazandım. O gölge beni dış dünyaya karşı bir görünmez duvarla korudu. O gölge bana olanı değil olmayanı sunarak, başka bir pencereden hayata bakmamı sağladı. Ve yeri geldi o pencereden intihar etmeyi bile düşündüm ama bu gölge soyuttu. Sınırları içinde ölüm kelimesi yoktu ve ne kadar istesem de buna ulaşamazdım.
Sonra ne mi yaptım. Alıştım. Çünkü başka bir çarem yoktu. Ve bende alışarak gerçek ölüm gelene kadar beklemeyi tercih ettim.
Kimse en büyük düşmanımın ben olduğunu bilmiyor. Kimse benim kendime ne denli büyük bir zarar verecek kadar gözü kara olduğumu bilmiyor.
Kimse aslında beni tamamen tanımıyor.
'Buna ne zaman izin verdin ki?' diyen zihnime hak verdim. Tamamen kendimi kimseye açmadım. Açmama izin vermedi ki açmak istediğim kişi.
Bedenim hâlâ hastalığın izlerini taşıyor. Ahrar 'ın gece boyunca başımda dikilmiş olmasını hâlâ anlam veremiyorum. Neden bunun yaptı ki? Neden uykusuz kalacağı bir geceyi benim için yaşadı? Yine oyunun bir parçası mıydı? Yine aynı yolu mu deniyordu?
Gözümü açtığım anda onu yanı başımda bulamamıştım. Ben uyanmadan hemen önce odamı terk etmişti. Zaten uyandığım anda kendimi az da olsa geceye nazaran daha dinç bulmuştum. Hâlâ bedenim ve boğazım ağırsada üşüme hissi benden çekilip alınmıştı. Boğazındaki kuruluğu sık sık sıcak şeyler içerek geçirmeye çalışmıştım.
Zaten sonrasında Victoria gelmişti odaya. Geldiği gibi anında özür dilemeye başlamış ve mecbur olduğunu dile getirmiş ve olan biteni anlamıştı. Apar topar gitmesinin sebebi Asper Krallığı 'da bulunan birkaç kişinin bir anda gece yarısına doğru ortadan kaybolmasıydı. Herkes kaybolan kişileri aramak için tüm krallıkta bulunanları bir araya toplama kararı almış ve Victoria bunun için apar topar gitmişti.
Ne yapsalar da bir türlü kaybolan kişilerin izlerine rastlamamışlardı. Kaybolan kişiler Asper Krallığı 'nda bulunan en iyi ve en güçlü savaşçı generallermiş. Victoria geldiği anda yorgun ve uykusuz duruyordu. Ben öğlene doğru kendime gelmiştim. Victoria ben uyandıktan birkaç saat sonra odama gelmiş sonrasında nasıl olduğumu sormuş, iyi olduğumu görünce ve buna inanınca olduğu yerden kaldırıp biraz uyuması için odasına göndermiştim.
İlk başta kabul etmemiş ve yanımda olmak istediğini dile getirmişti. Ama ısrarım üzerine dinlenmesinin daha iyi olacağını ve iyi olduğumu ikna edince paşa paşa odasına gitmişti. Victoria gittikten sonra bende biraz daha yatakta dinlemiştim. Ama sonrasında bir duşa ihtiyacım olduğu için yataktan kalkıp odada bulunan banyoya doğru yavaşça ilerlemiştim.
Banyoya geçince uyuşuk adımlarımla su dolu küvetin içerisine girmiştim. Duvardan destek alıp sıcak suyla bedenimi buluşturmuş ve suyun dibine gömülmüştü bedenim. Gözlerim kapalı bir müddet öylece suyun altına dikilmeye devam etmiş,sonrasında suyun yüzeyine çıkmıştım. Her iki elimi küvetin kenarlarına yaslamış, başımı arkamda bulunan duvara yaşlanmıştım.
Uzun süre suyun içinde öylece beklemiş, üşümeye başlayınca daha fazla suda durmadan hızla yıkanıp sudan çıkmıştım. Sudan çıkınca giysi odasına geçiş rahat edeceğimi düşündüğüm bir bileklerime kadar uzanan bebe mavisi v yaka kısa kolu sade bir elbise giymiştim.
Sonra düz taban bir sandalet ayakkabı giyip makyaj aynasının karşısına geçip ilk önceden kuruladığım saçlarımı taramaya başlamıştım. Beş dakikaya yakın tarama işleminden sonra saçlarımı rahat etmek adına ensemde sımsıkı bir topuzla toplamış sonra solgun yüzümü hastalığın izlerinden silmek adına sade bir makyajla kapatmıştım.
Giysi odasından çıkıp odama geçince dağınık yatağımı toplamış, bir şeyler yemek adına yemekhaneye doğru yol almıştım. Aslında biraz daha beklersem akşam yemeği saati yaklaşacaktı ama açlığım iyiden iyiye kendini belli edince daha fazla dayanamamıştım. Odamdan çıktığım sırada beni birkaç kat aşağıda bulunan gürültü karşılamıştı.
Sesin desibeli yüksek olduğu için yüzüm kasılmış ve ellerim bu ses yüzünden kulaklarımı örtbas etme isteğiyle dolup taşınmıştı. Ses birkaç saniye içinde alışsam da hâlâ büyük bir rahatsızlık veriyordu. Merdivenlerden inerek son zemin kata ulaşmış ve birkaç kat üstte bulunan kattan gelen sesi yok sayarak yemekhanenin yollarını tutmuştum. Yine ne oluyordu kim bilir? Ama şu an bunu öğrenecek isteğim ve halim olmadığı için görmezden gelip önce kendini ihtiyacımı gidermem lazımdı.
Yemekhanenin önünde adımlarım durunca açık kapıdan içeri girdiğim anda içeride beni tek biri karşıladı. Çalışanlardan Eira. Yavaşça ilerlemeye başlayınca adım seslerimi duymuş ve olduğum tarafa bakmıştı.
"Ah Prenses Emira bir isteğiniz mi var?" diye tatlı sesiyle konuşunca ona tebessümle bakıp evet dercesine başımı salladım.
"Açım ve bana ne sunarsan karşı çıkmadan yiyeceğimi bilmeni isterim." diyince ne denli aç olduğumu belli etmem onun gülmesini sağladı.
"Tabii hemen sizin için bir şeyler hazırlıyorum." dediğinde anında olduğu yerden mutfak tarafına doğru ilerledi. Eira gittikten sonra bende yavaştan masaya doğru geçip oturdum.
Hâlâ hastalığı atlatamadığım için başım ağrıyor, bedenim güçsüzdü. Eira gelene kadar kollarımı masaya bırakıp yanağımı kollarıma yaslayıp öylece bakışlarımı boşluğa diktim. Sanki bir cepheden çıkışım gibi dirençsiz ve uykusuz ve sarsılmıştım.
O suyun altında onca zaman kalmamın elbet bir bedeli olacaktı ama bu kadar olacağını düşünmedim. Ben birkaç gün daha kendime gelemem diye düşünürken her ne vermişse bana Ahrar anında kendime gelmiş hastalığın sanki son günlerinde olan halsizliği çekiyordum.
Verdiği ilaç fazlasıyla iyi gelmiş kısa sürede toparlanmamı sağlamıştı. Odadan çıkamadan önce komodinin üstünde duran ilaçları kontrol etmiştim ama bana verdiği ilaçlar arasında o orada değildi. Acaba bana ne verdi? Bunu müsait bir zamanda sormak istiyorum. Çünkü ilaç çok kuvvetli bir ilaçtı. Günlerce sürecek halsizliğim bir anda bir güne inmiş, eskisi kadar olamasa da kendime gelmemi sağlamıştı. İlaç baya baya iyiydi.
Bir anda arkamdan adım sesleri duyunca yanağımı yasladığım yerden kaldırıp gelen kişiye baktım. Eira elinde küçük bir tepsiyle bana doğru ilerliyordu. Birkaç adım sonra yanıma gelince tepsiyi önüme koyup çekilmek üzereyken anında ona sorduğum soruyla öylece adım atmayı bıraktı.
"Herkes nerede?" basit soruyla başlayıp bu üst katta bulunan gürültünün sebebini öğrenmek istedim.
Sorum Eira 'nın dikkatini bana çevirmesini ve hızla sorumu yanıtlamasını sağladı.
"Süreyya hanım, Turul bey ve Ahals bey kulede değiller. Diğer herkes —" diye devam edeceği anda onu durdurdum.
'"Nereye gittiler?" diye sorunca bilmiyorum dedi. Devam et dercesine ona baktım.
"Şu an diğer herkes yapması gereken işleri yapıyor." dediğinde asıl bilmem gerekeni öğrendiğim için diğer şeyleri önemsemedim.
Eira' ya gidebilirsin dedikten sonra önüme konulmuş tepside bulunanları yemeye başladım. Yiyince ne denli acıktığımı fark ettim.
Yemekhanedeki işim bitince odama tekrar geçmiştim. Hâlâ kendimi yorgun hissediyordum ve biraz daha dinlenmek banan iyi gelecekti. Odama geçip yatağıma geçmiş ve uykunun beni ele geçirmesine izin vermiştim.
Tam zihnim uykuya yenik düşecekken bir fısıltı zihnimde yankı bulmuştu.
"Kaybedeceksin... Buna mahkumsun. Ve bu bu gün bunun başlangıcı olacak."
Ne denilmek istenildiğine anlam vermeden kendimi derin bir uyku içinde bulmuştum.
Sonrasında karmaşık bir rüya içinde oradan oraya sürüklenmiş ve çıkış kapısına gitmek için çabalamıştım.
Zihnimde dallanıp budaklanan düşünceler her bir yere savrulmuş ve beni başka evrenlerin olduğu alana uğurlamıştı. Her bir bağ aslında başka kapıların ardındaki yolculuğa tanık olmamı sağlamıştı. Farklı yüzler farklı düşünceler görmüştüm. Farklı yaşam tarzlarının yansıması içerisinde kendi yaşamımı sorgulamıştım.
Uzak düşmüştüm gerçeklere. Hissiz kalmıştım olanlara. Sağır olmuştum tim çığlıklara.
Son tamamen rüya evreninden çıkmam istenmişti.
"Uyan.... Uyan ve gör sana yapılacak onları!"
Önce bir ses sonra bir fısıltı beni derin uykumdan çekip almış ve bilincimin açılmasını sağlamıştı. Gözlerimi zor bela açarak bir süre olduğum odadaki karanlığa alışmaya çalıştım. Sonra yavaşça yatakta kıpırdamaya başladım.
" Gel... Gel ve gör her şeyi."
Yine bir fısıltı beni çağırınca anında ona odaklanıp olduğum yataktan çıkarak çıplak ayaklarımla sesin beni götürmek istediği yere doğru hissizce yürümeye başladım. Ses tekin olmayan bir şeyi gösterecek bundan emindim.
Ama neyi göstermek istediğini görmek istediğim için koşulsuz bir şekilde sese odaklanıp ona ayak uydurdum. Ses beni olduğum alandan dışarı çıkarmak istiyordu. Bende odamın kapısına kadar ilerledim. Kapıyı açıp çıplak ayaklarımın zeminde bıraktığı seslerle birlikte yavaşça içinde olduğum karanlık holde ilerlemeye başladım. Holün sonunda bulunan merdivenlere yöneldim.
Basamakları yavaşça inmeye başladım. Sağ elim tırabzanlara tutundu ve bir sonraki fısıltıyı duyana kadar inmeye devam ettim.
"Her şey aslında çoktan yazıldı. Sende yazgına teslim ol."
Bu fısıltılar bana neyi anlatmak istiyor az çok anlıyordum. Aslında bu fısıltı ya Esila 'nın oyunuydu ya da Dani' nin.
Bakalım bana ne tür bir oyun oynamıştı bu ikili? Zemin kata ulaştığım anda yavaşça soluklandım. Soğuk zemin üzerindeki ayaklarım yavaştan üşümeye başlamıştı. Bu sefer bu bir rüya değildi. Ya da gösterilmesi gereken bir şeyde değil. Gerçekti. Her şey tamamen gerçekti.
Öylece holün ortasında durmuş sağa sola bakarken bir anda tekrar o fısıltı çınladı zihnimde.
"Sağa dön. Görmen gereken şey orada."
Söylenen şeye uydum ve görmem gereken şey neyse ona doğru ilerledim.
Adımlarım beni odamın olduğu tarafa yönlendirdi. Bakışlarım odamın kapısına çevrildi. Herhangi bir yazı veya başka bir şey görmeyince yüzümde rahat bir ifade yer aldı. Bakışlarım gelişi güzel bulunduğum holün sonuna kaydığı anda istemsizce dudaklarımdan yüksek bir çığlık koptu. Ve bu çığlıklar peş peşe sürdü.
Hayır gördüklerim gerçek olamaz! Bir rüya. Olduğum yerde korkudan ayakta zor dururken zihnim 'Oraya git! "diye bağırdı. Nasıl oldu bilmiyorum ama birden kendimi oraya doğru giderken buldum. Biraz ileride toplantı odasının kapısının önünde yere yığılmış bir şekilde olan Arın hocayı görmek beni derinden sarstı. Bilinci yarı kapalıydı. Sağ eli karnında bulunan bıçağı tutuyor ve oraya elini bastırıyordu.
Kim onu yaraladı? Anında tam Arın hocanın karşısına geçip elimi onun yarasına bastırıp, bir yandan da ona seslenmeye başladım.
"Arın hoca uyanın lütfen!" dedikten sonra başımı sola çevirdim. "Yardım edin. Biri yardım etsin!" diye çığlık atarcasına bağırıp birinin buraya gelmesi için yardım çağrısında bulundum.
Başımı tekrar önüme çevirip tekrar Arın hocaya çevirdim. Birkaç kere onu uyandırmaya çalıştım ama başarılı olamadım. Ben onu uyandırmak için çabalarken birden solumdan ve sağımdan adım sesleri ve koşturma sesleri duydum. Üst üste ismim zikredildi ama dönüp kimseye bakmadım.
Öylece korkuyla Arın hocanın solgun yüzüne bakıyordum. Ben olduğum şoktan daha çıkamadan bir beden yanımda belirdi. Dizlerinin üzerine çöküp karşısında olduğum Arın hocanın nabzına baktı.
"Yaşıyor." dedi yüksek sesle. O an sesi etrafta yankı buldu. Sesler boğuk ve anlaşılmazdı benim için. Birden bir el omzuma dokununca bir anda olduğum boşluktan çıkarılıp alındım.
"Emira bakma oraya." diyen sesin Victoria 'ya ait olduğunu anladım. Kalkmam için baskı yapınca olduğum yerden yavaşça ayağa kalkıp geriye doğru gittim. Tam o sırada yanımda bulunan bedenin Ahrar' a ait olduğunu anladım. Sonra birkaç kişi Arın hocanın yanında yerini aldı ve onu olduğu yerde kaldırmaya çalıştı.
Korkularım beni ele geçirmiş, idrak etme imkanını benden söküp almıştı. Korkuyorum. Bedenim bunu yansıtmaktan çekinmiyor. Sesler o kadar fazlaydı ki kimin ne dediği belli değildi. Herkes bir şeyler söylüyordu.
"Hızlı olun!"
"Onu hemen revire götürün!"
"Acele edin! Çok kan kaybediyor."
Bu ve bunun gibi nicesi söylenip durdu . Öylece olan biteni izledim dikildiğim yerde. Arın hoca olduğu yerden kaldırılıp götürülürken bir adım öne çıkıp onun ardından gideceğim an buna mani oldu Victoria.
Öylece onun götürülüşünü izledim. Yaşayacak mı? Ölmesini istemiyorum. Masum birine yapılan bu acımasız oyun çok yanlış. O kimseye zarar vermedi bile! Bunu neden yaptılar? Neden benim üzerimden birilerine zarar verdiler? Esila ve Dani artık çığırından çıktı! Hadlerini aştılar. Gaddarlığında bir sınırı olur ama onlarda bu bile yok. Ne istediler ondan da onu ölüme götürecek kadar ona zarar verdiler?
Bakışlarımın rotası karşımda beliren bedenle yolunu şaşırdı. Yavaşça ona döndü bakışlarım.
Süreyya hanım önümde dikilmiş bir şeyler söylüyor ama onu duyamıyorum. Bana doğru yaklaşıp iki koluma dokununca olduğum transtan çıkıp bulunduğum gerçeğe döndüm.
"Emira iyi misin?" diye sorunca Süreyya hanım zihnindeki çatlaklardan sızan korkunun sesine yansımasıyla. Bakışları hızla beni tarıyor, olup biteni anlamaya çalışıyordu. Kesik kesik aldığım nefesler ciğerimi yakıyor, bana acı veriyordu. Elim ağrıyan göğsüme gitti. İçimde canhıraş bir yakarış vardı. Burası sondu. Ölümden önceki son duraktı.
"Emira kendine gel." diye korku içinde konuşan bir ses duyunca ne kadar istesem de kendime gelemedim. Bakışlarım bir yerde uzun süre durmuyor, gözlerim kararıyordu. Neydi beni ele geçiren?
"Gördüklerin seni yıkıp geçti. Bunu sana daha önce söylemiştim."
Bir kez daha aynı fısıltı. Tekrar aynı tınıda konuşup bana olanı söylüyordu. Canımı yakmak isteyen kişilerin bu acımasız yanı beni daha büyük ıstıraba sürüklüyordu.
'Kazandığını mı sanıyorsun? Hayır sen baştan kaybettin!"
Ve bir kez daha onu zihnimde duymuş sonrasında gözlerim kararmıştı. Sonra mı sonrası koca bir uçurum koca bir karanlık.
Düşmeden hemen önce ismimin zikredildiğini duymuştum. Ve yere düşmemi engelleyen kolları hissetmiştim . Tanıdık bir koku beni güvenle sarmalarken artık büsbütün bilincim beni terk etmişti.
⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘
Sessizlik... koca bir sessizlik. Etrafımda bulunan her şeyin hiç olamamış gibi varlığın yansıtması. Gözlerimi açtığımda bakışlarım tavanla karşı karşıya kaldı. Neredeydim? Ve ne oldu bana?
"Emira!" endişeyle konuşan Victoria 'nın sesini duyunca olduğum yerde kıpırdamaya başladım. "İyi misin?" karşıma geçmiş korkuyla bana bakıp dururken sadece olan biteni anlamaya çalışır vaziyette ona bakıp durdum.
Daha Victoria konuşmadan her şey bir bir zihnime dolup taştı. Hatırladığın görüntüler beni bir kere daha derinden sarstı.
Gerçek miydi yaşadıklarım?
"O nasıl?" diyebildim ilk. Victoria kimden bahsettiğimi anladığı için sorumu yanıtlamaktan geri kalmadı.
"Şu an onu iyileştirmek için çabalıyorlar." dedikten sonra endişeli yüz ifadesi yerli yerindeyken konuşmaya devam etti. "Ama hâlâ bilinci açık değil. Uzun bir süre o bıçakta bulunan zehre maruz kalmış. Zehir vücudundan atıldı ama kendisine gelmesini bekliyoruz. Ona bunu neden yaptılar aklım almıyor!" diyince derin bir iç çektim. Hâlâ hayatta. Bu bile bir umut.
"Peki şu an nerede Arın hocayı görmem lazım." dedim ısrarla.
"Göreceksin ama ondan önce olan biteni dinlemek isterim senden." diyince peki dercesine kafamı sallayıp ona her şeyi anlatmaya başladım.
Olanları tamamıyla ona anlattıktan sonra Victoria yaşadığım şeye ayrı şaşırdı olan şeye ayrı şaşırdı..
"Bu iş nereye kadar böyle devam edecek? Artık konu senden çıktı Emira. Artık herkese saldırı yapabiliyorlar. Amaçları artık başka yere kaydı." olduğu yerden ayrılıp odada bir oradan bir buraya gitmeye başladı. "Önce insanlar birden ortadan kayboluyor şimdide bir şekilde gözlerine kestirdikten sonra kişilere zarar vermeye mi kalktılar? İyi de çığırından çıktı bu iş. "dedi. Victoria dalgın ve endişe içinde konuşurken ben sadece sessizce ona bakıp durmuştum.
Odada yarım saat daha durduktan sonra daha fazla merakına yenik düşmeyerek hemen Arın hocayı görmeye gitmiştim. Revirden sonra Arın hoca odasına götürülmüştü. Odasında onu ziyarete gittiğim anda hâlâ kendine gelemediğini görmüştüm. Odada sadece bir kişi vardı. Onunla ilgilenen hekim.
Diğerlerinin nerede olduğunu sorduğum anda Victoria onların bir an önce bu olan bitenin devamı gelmemesi için bir çare aradığını söyleyince onların toplantı odasında olduğunu anlamıştım. Arın hocanın odasından çıkıp zemin katta bulunan toplantı odasına doğru ilerlemiştim. Zemin kata ulaştığım anda bu sabaha doğru gördüklerim canlandı zihnimde. Saatler önce Arın hoca biraz ileride olan toplantı kapısına yığılmış bir halde bulmuştum. Belki biraz daha geç gelseydim onu kaybetmiş olabilirdik.
"Emira daha tam toparlanmadın. Odana geçip dinlen." arkamdan endişeli bir halde beni takip eden Victoria 'ya aldırmadan adımlarımı hızlandırıp toplantı odasına doğru ilerlemiştim. Kapıya birkaç adım kala durmuş öylece zemine bakmıştım. Yerdeki kan çoktan temizlenmişti. Ne kolaydı izlerin silinmesi. Ama ya derin izler o kolay temizleniyor muydu? Sanmam.
Bakışlarımdaki o duyguyu hissizlikle yok ettim. İfadesiz bir şekilde önümde duran kapıya baktım. Bazı şeylerin farkına varabilmek için acıyı yaşamak mı lazım? Bu çok acımasız bir ders değil mi? Derin bir nefes alıp başımı dikleştirip, hiçbir şey yapmamış bir edayla harekete geçtim. Düşünmemle anında önümde duran kapı her iki yana sertçe açıldı.
Kapının açılmasıyla içeridekilerin bakışları beni buldu.
Bir adım atacağım an birden bir ses yankılandı zihnimde.
"Gardını asla düşürme. Sana sebebini söyleyeceğim biraz sonra. '"
Zihnimde Ölü Ruh' un sesini duyunca bir anda bulunduğum andan kısa bir süre soyutlandığımı hissettim. Ama bu çok kısa sürdü. Sonra yavaş içeriye doğru adımladım. Benden neden bunu istedi anlamış değildim?
Kendimden emin adımlarla içeride bulunan büyük geniş masaya doğru ilerlerken masada bulunanlara kısa bir bakış atıp, her daim oturduğum yere doğru ilerledim. Benim ardımdan Victoria 'da içeri girmiş ve kapıyı kapatıp yanımda bulunan boş sandalyeye doğru ilerlemişti.
Sandalyeye oturmadan önce tam karşımda bulunan yabancı adama diktim bakışlarımı. Onun bakışlarıda benim üzerimde duruyordu.
Kimdi bu adam?
Süreyya hanım kime baktığımı ve neden baktığımı anladığı anda merakımı gidermek adına benim gelişimden bu yana olan sessizliği konuşarak yok etti.
"Asper Krallığı'ndan gelen bir elçi. Olan biten şeyleri bilmek adına burada." dediği sırada bakışlarımı karşında duran adamdan çekmedim.
Herhangi bir tepki vermeden öylece adama bakmaya devam ettim. Bakışlarını hiç kaçırmadan bana bakması tuhafıma gitti. Kuru bir öksürük sesi bakışlarımın ondan uzaklaşmasını sağladı.
Öksüren kişi Ahlas beydi.
"Bizde sen gelmeden önce olanları konuşuyorduk. Bunun nasıl olduğuna yönelik bir fikir bulmaya çalışıyorduk." diyince burada neden topladıklarına yönelik bir açıklama yapınca bakışlarımla anladığımı yansıtmış ve sessizce geriye kalan konuşmaları dinlemeye başlamıştım. Nedense konuşmadan çok hâlâ bu karşımda duran adama odaklanmaya devam ettim.
" Sen ne öneriyorsun Emira?"diye bana da bir fikir sunmam gerektiğini belirtince yavaşça başımı sağ tarafımda bulunan Süreyya hanımın olduğu tarafa çevirdim.
Sakin ve sessiz halime olan bu endişeli bakışlarını yok sayıp sorusuna gelişi güzel bir cevap verdim.
" Verilen zararın bedelini ödetmek lazım." dedim çok basit bir cevap vererek. Bunu herkes söyleyebilirdi.
"Nasıl olacak bu?" söylediğim şey Turul beyin kafasını karıştırmış olmalı ki bana bunu detaylıca belirtmemi isteyen bir merak içinde sordu.
"Biraz düşünmem lazım." dediğimde anlamadı.
Aslında kimse anlamadı. Hepsi bana tuhaf bir şekilde bakmaya başladığı anda ben rahatça olduğum ortamda öylece durmuş yapboz parçalarını birleştirmeye çalışıyordum.
"Geçen sefer ben ve Victoria sizi Arın hocanın odasında tartışırken buldum." dedim ve bakışlarım o gün o odada bulunanlar üzerinde teker teker gezindi. "O gün ne üzerine tartışılıyordu?" sorumu duyunca hepsi bir anda bir aydınlanma yaşadı. Ah demek doğru yoldayım.
"Konu aslında Dani üzerineydi. Onun için sana belli etmek istemedik." dedi kısaca Süreyya hanım. Sakladığı şeyden pek memnun değildi ama bunun olması gereken bir şey olduğunu bildiği için de pişman durmuyordu.
"Konu her neyse Dani 'nin rahatsız olmasını sağlamış ve bunun acısını da çıkarmış." dedim son kelimeyi sesli söyleyince dişlerimi sımsıkı sıktım. Bunun bir rövanşı mutlaka olacaktı. Onlarında canını mutlaka yakmanın bir yolunu bulacaktım . "Ve bunu bana belli ederek göz dağı veriyor kendince. Yapacağını yapabileceği şeyleri göstererek. Başarıyor mu derseniz evet." dediğimde hepsi pür dikkat bana bakmaya devam etti. "Eceli olmam için çok çabalıyor. Ve nedense buna kayıtsız kalamıyorum." Son cümlem hepsinin zihninde bir şimşekler çakmasını sağladı.
"Emira bir şey yapamayacaksın değil mi?" dediği anda yanımda duran Victoria ona doğru dönüp tatlı tatlı gülümsedim.
"Bilmem ki belki yapmak için can atıyorum ve bunu sizden saklıyorum. Belki de onun için güzel planlarım var." Son cümlem anında ortamın gerilmesini ve herkesin bana endişe içinde bakmasını sağladı. Bir kişi hariç.
O bakışlarını bana dikmiş öylece beni sanki tanımak istercesine pür dikkat inceliyordu.
" Prenses Emira. "sadece iki kelime tüm algımın dağılmasını sağladı. Ahrar 'ın o bariton sesi beni her şeyden soyutladı. Bakışlarım benden istemsizce ona doğru çevrildi. Lacivert hareleriyle bakışınca darbe yemiş gibi sarsıldım. Ben ona bakar bakmaz konuşmasına devam etti. "Bu olanlardan sonra sadece hep beraber bir karar alıp ona göre hareket etmek en doğrusu. Kimseye zarar gelmesini istemeyiz." dediğinde mavi harelerime bir parıltı belirdi.
Hadi ama kimseyi umursamayacak biri olduğunu biliyorum. Bunları kimse söylüyor ki? Kimse inanmaz ki. Herkes onun tek olduğunu ve her tehlikeli şeyin onu korkutmayacak kadar umursamaz bir adam olduğunu biliyor. Peki şu an neden kırmızı çatlaklarla dolu lacivert harelerinde korkunun emaresi yer alıyor? Neden sesinde yapma böyle şeyler diye bir ikaz vardı? Bu kadar mı endişe ediyordu? Neden bir yanım bundan delicesine sevinip dururken bir yanım bas bas yalan diye bağırıyor?
Yavaşça masaya doğru eğilip ona bir sır söylüyor edasıyla konuştum.
"Kimseye zaten zarar gelemeyecek ki ben oyuna dahil olduğum anda. Şu an oyunun dışında olduğum için herkes zarar görüyor. Ama ben içerisinde olduğum anda her şey nasılda tepetaklak hale geliyor göreceksiniz." dedim ve otuz iki diş gülümsedim. Ahrar ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışırken bende aniden bakışlarımı tam hizamda duran adama çevirdim." Hemde çok yakından göreceksin. Öyle ki gazap getirecek cinsten olacak. "Bunları söyler söylemez kaşları çatıldı karşımda duran adamın.
Rahat bir şekilde geriye doğru yaslandım. Demek oyunu kuralına göre oynamayı bıraktık?
" Nasıl anladın? "sorusunu duyunca derin bir nefes alıp verdim.
" Hissizliğinden. Ya da hırsından. "dedim çünkü bakışlarım onunla kesiştiği anda bir gözlerime bakmıştı birde boynumda duran kolyeme. Gözlerime hissizce bakmışken bakışları kolyeme kayınca tanıdık bir bakış görmüştüm. Hırs...
Bakalım daha nereye kadar sürecek bu oyun?
⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘
Son konuşmamdan bu yana susmuş ve masada konuşulan şeyleri dinlemiştim. Süreyya hanım ve Turul bey bir şekilde kulede bulunanları korumak adına bir şeyler konuşup duruyor bir çözüm arıyordu ikisi. Bu süreçte bense sadece dinliyor ve bana yönetilen soru olmadıkça asla konuşmuyordum.
Birkaç kere Victoria kulağıma doğru fısıldamış ve neyim olup olmadığını sormuştu. Bir şey yok diye onu geçiştirsemde buna ikna olmamıştı. Bakışlarım çoğu zaman önümdeyken ara sıra masada bulunanlara çevrilip durmuştu. Ama Asper krallığından gelen kişi asla bakışlarını benden çekmemişti.
Avını kaçırmak istemeyen bir avcı edasıyla olduğu yerde beni izliyordu. Bakışlarım onu bulduğu anda bile bakışlarını benden çekmiyor ona diktiğim bakışlarımı ta ki Süreyya hanım bana seslenene kadar kaçırmıyordum. Sonrasında yine bakışlarım önüme dönüyordu. Doğru zamanı arıyorum. Neden mi? Ona küçük bir sürpriz yapacağım ve bunun için o anı yaratmakla meşguldüm.
"Böyle olmayacak bir şekilde tüm krallıklardan oluşan bir heyet gelip bunun üzerine konuşmak gerek." Ahlas bey bunu dediği anda karşımda bulunan adam histerik bir şekilde güldü. Onun bu gülüşü benim kadar herkesin dikkatini çekti. Neye güldüğünü öğrenmek isteyen hepsi onu diktiği bakışları arasında cevap vermesi için onun konuşmasını bekledi. Ama onlara istediğini vermedi. Hım baya istikrarlı gibi duruyor.
Ama benim inadım buradakilere benzemez.
Başımı hafifçe omuzlarıma doğru küçük bir açıyla eğmiş, hiçbir ifade barındırmayan suratımla ona bakarak konuşmuştum.
"Neye güldüğünüzü merak ettim doğrusu." der demez yüzündeki iğreti duran gülümseme yok oldu. Kaşları çatıldı ve irislerinde tehlikeli bir ifade yakıp geçti her şeyi.
Bakışlarımdaki ısrar onun uzun süren sessizliğini yok edecek güce sahipti.
"Sadece onca krallık o iksini durdurmaya yetecek kadar güce sahip mi?" diye sorunca aslında boşa bir girişim olduğunu sesindeki tınıdan anlamak zor olmadı.
"Haklısınız." dediğim anda kaşları yukarı kalktı. Onu onaylayacak olma düşüncesi içinde olmadığını verdiği tepkiden anladım. Ama unutmaması lazım ki bir cümle daha bitmeden kesin bir hükme varmaması lazım. "Onca insanı ne diye uğraştırıyoruz ki? Zaten ikisini her türlü alt edecek güç gözler önünde dururken boşuna kalabalık yaratmak zaman israfı olur." dediğim anda birden o alaylı ifadesi anında silindi.
Sözlerimde yatan küçük görme onu sinir etti. Göz bebekleri sinirden titreşti. Sandalyenin her iki yanında duran ellerini görmesem de sıktığını anladım. Ah doğru isabet!
" Her zaman düşmanlarınızı böyle hafife mi alırsınız Prenses?" dediğinde prenses lafını iğrenerek söylemişti. Başımı yavaşça kaldırıp ona dimdik, soğuk bir ifadeyle baktım.
"Evet dersem neden çok kızacağınız düşüncesine varmış oluyorum? Ne sizi bu kadar kızdıran şey? Sonuçta onları gözümde büyütmüyorum ve bunu size de söylüyorum ki gereksiz yere korkuya kapılmanızı istemediğim için. Söyleyin şimdi sizi neden bu kadar kızdırdım?" sorduğum üst üste soruları sadece hiç bozmadığı sinirli ifadesiyle dinledi.
Bir ara Süreyya hanım tam konuşacağı anda onu işaret parmağımı hafifçe yukarı kaldırıp, buna müdahale etmemesi gerektiğini gösterince istemeye istemeye sustu. Bunu yapmak istemedim hiç ama yapmak mecburiyetinde kalmıştım.
Her ne olduysa bir anda o sinirli ifadesi bir anda yok oldu ve sonra iki elini masaya koyup yavaşça bana doğru eğildi. Aramızda her ne kadar büyük bir mesafe olsada pür dikkat herkesi yok sayıp ona odaklandım. Onun yaptığı şeyde buydu zaten. Geldiği anda beri sadece hal ve hareketlerimi izleyip durmadı mı? Bende ona istediğini verdim. Beni tanımasına olanak verdim.
"Hayır kızmadım ama sizin adınıza üzüldüm. Bu kadar yersiz bir özgüvenin sonunda ya yıkım sizi bulursa." dedi sanki zaten bu olacak ve buna rağmen benim bu özgüvenim boşunaymış gibi bir bakış atınca o an dudaklarımdan küçük bir kıkırdama kaçtı.
"Hadi ama." dedim sızlanır gibi. "Sizce yıkım içinde olduğumu mu sanıyorsunuz? Ben zaten yıkımın kendisiyim. Ama sanırım siz bunu unutmuş olmalısınız." diye onun haline acırcasına konuşunca gözleri öfkenin izlerini açığa çıkarmakla kalmadı bunu bana açıkça sundu.
"Sanırım siz Esila 'yla karıştırdınız diğer düşmanınızı. Bence ikisini bir sanmayın. Bu sizin için büyük bir aptallık olur." tehdit edercesine konuşması ben dahil diğerlerinin de dikkatinden kaçmadı.
Eğlenen bir ifadeyle ona bakınca anında kaşlarını çattı.
" Hadi ama herkes benim kaçık bir kadın olduğumu düşünüyor. Ve küstah. Sence ben karşımdaki bu iki kişiyi bir sanacak kadar kör müyüm? Sanmıyorum. Ah beni tanımıyorsun. Ama buraya tanımak için geldin değil mi? Hadi ama anlamadığımı sanacak kadar aptal olmazsın ! Kim ister ki aptal ve kör bir düşman? Ben istemem mesela. "demiş ve ona sobelendin bakışlarıyla bakmaya başlamıştım.
" Eee söylesene toplantının başından itibaren duydukların hoşuna gitti mi? "diyince anında çoktan onun kimliğimi öğrendiğimi artık anlamış oldu.
" Hım etkileyici. "dedi ve hemen masada bulunan herkese aşağılayıcı bir ifadeyle bakmaya başlayınca anında büyüyü tamamlayınca birden yavaşça ortamdaki her şey silik bir hale büründü. Bu onun kaşlarını çatarak etrafına bakmasına sebebiyet verdi. Yavaşça herkes yok olmaya ve başka bir mekana geçiş yaptık. Ben ve o vardı bu mekanda sadece ve ortamızda bulunan masa.
"Kaldık mı baş başa Dani. Uzun zamandır benimle böyle bir an yaşamak istediğini söyleseydin sana randevu verirdim. Ne diye böyle küçük oyunlara başvurdun ki?" sanki karşımda ki kişi ölümümü isteyen düşmanım değilmiş gibi rahatça konuşarak onun kendini kaybedecek kadar ileri gitmesini sağlayacak hal ve hareketlerde bulunmaya başladım. Planım buydu. Alınganlık olamayacak. Tüm sınırları zorlayarak onu pusuya düşürüp ne amaçladığını anlamaya çalışacaktım. Bakalım başarılı olacak mıydım?
"Ah demek kim olduğumu anladın. Peki bu anı yaratmak için çok mu çabaladın? Kızma ama bu kadar basit bir plan beklemiyordum. Biraz kolaya kaçmışsın." keyifle konuşunca aslında ona yaptığım şeyi anladı ama anlamaza yatmayı tercih etti. Ta ki kurtulmak için bir çözüm bulana kadar.
Dediklerine sadece yüksek sesle kahkaha atıp gülmekle yetindim.
" Sen baya baya beni hafife aldın. Hiç aptal biri olmadım. Ama beni aptal sanan herkesi aptala çevirdiğim oldu. Şu an sana olduğu gibi. Hissediyorsun biliyorum. İstesende şu an bu bedenden çıkamazsın ben izin vermediğim sürece. Senin varlığını anında anladım ama sana çaktırmadan planımı yürürlüğe koymam lazımdı. "diyip yavaşça masaya doğru eğilip iki elimi gözlerinin önünde pat diye açıp bir bomba patlarcasına bum sesi çıkarıp ardından yavaşça kendimi gösterip konuşmaya devam ettim. "Ve sen bunu hiç ama hiç anlamadın. Kendini zeki sanarak orada bulunanları kandırmayalım devam ettin. Ama unuttuğun bir şey var. Ben aptal bir kadın değilim tatlım. Sence ben bunu yapma ihtimalini hiç mi tahmin etmedim? " demiş ve tatlım kelimesini nefretle zikretmiş ve ona iğrenir bir ifadeyle bakmıştım.
Ben onca şey söylerken o yine alaya alıp konuşmuş onca dediğimi yok saymıştı.
" Ah her daim zeki kadınlar hep hoşuma gitmiştir. "bunu daha çok bundan haz alan bir sadist edasıyla söylemiş ve beni baştan aşağı incelmişti. Mavi harelerimde bakışları uzun bir müddet durduğu anda tek kaşımı kaldırıp hemen ona onun cümlesiyle atıfta bulundum.
" Ama ben aptal ruhlarda pek haz etmem. Bunu ne yapacağız?" bunu söylediğim anda ona olan bu tavrım başını iki yana çok fenasın dercesine sallamasına sebep oldu.
"Ah siz kadınlar ne fenasınız. Ama bu haliniz hoşuma gitmiyor diyemem." diye yine konunun ona eğlence veren yanına değinince gözlerimi devirdim.
"Ne için buradasın?" sorum anında onun ciddiyet kazanmasını sağladı.
"Sadece etrafı yoklamak istedim." dedi.
"Eh gördüklerin hoşuna gitti mi peki?" dedim ama vereceği cevap pek umurumda değildi. Cehennemin dibine kadar yolu varken onun için burası araf sayılırdı. Buradan memnun olması lazım!
"Pek sayılmaz." dedi. Beklenen bir cevap. Gebericesine ölmüyor ki? Alamıyorum bu ruhlardan nedir çektiğim?
"Ah üzüldüm şimdi bak." dedim ama sesim zerre bunu yansıtmıyordu.
"Çok kötü misafirperversiniz bundan haberiniz var mı?"
"O senin destursuz gelişinden ötürü olmasın mı? Haber verdin de biz mi seni kötü ağırladık Dani?" diye tehditkar sesimi duyunca sadece keyifle güldü adi ruh!
"Başka bir gelişimde belki. "Sanki başka bir gün gelse bu andan farklı bir şey olacakta! Yine ona aynı davranacağım. Ne bekliyor ki? Hürmette kusur etmeyeceğimizi mi? Çok bekler çok!
"Başka bir zamanın olacağını düşünüyor musun? Ne aptal bir düşünce! "dedim onu aşağılarcasına konuşurken.
"Hadi ama benim için zaman yok. Mekan yok Prenses istediğim an istediğim yere gelebilirim. Bunun için haber vermek çok aptalca benim için." diye rahat bir üslupla konuşunca ona dayanılmazsın dercesine baktım bu bakışım hoşuna gittiği için adi ruh kahkaha atıp durdu. Gelde boğma! Ama bunlar ölmüyor ki!
" Neden buradasın? Ziyaretini beni özlediğine yormayacak kadar bilinçli biriyim. Arın hocaya neden zarar verdin? Her zaman asıl işin masumlara zarar vermek midir?" soğuk bakışlarım onu baştan aşağı taradı. Sözlerimi işitince yüzündeki alay kendini ciddiyete bıraktı.
Bakışları bir şeyi tartarcasına bana bakıyor, bir şeyleri kavramak istiyordu. Neydi merak ettiği şey?
" Seni merak ettim. Nasıl biri olduğunu yakından anlamak istedim." sözleri basit bir konudan konuşurcasına sakin ve hissizdi. Bakışları çoktan gardını çekmiş ve tüm hislerle olan irtibatını kesmiş ve bana beni gerçek anlamda çözmek isteyen birinin bakışlarıyla bakıp duruyor, her hareketimi bir anlama yormak için kafasında tartıp duruyordu.
"Kolye seni neden seçti?" demişti sessizce ama sesi bana ulaştı. Sanki bu soruyu bana değilde aslında kendine sorup bir cevap arıyor gibi bir hali vardı.
"Sen söyle kolye neden bendi seçti?" söylediği cümleyi işittiğimi saklamadan ona soruyu değiştirip ona sorunca anında kaşları hafifçe çatıldı.
Dudakları düz bir çizgi aldı. Bilmesem sanki bu soruya bir cevap arıyor sanırdım. Ama o bununla ilgilenmeyecek kadar işine odaklanmış bir suikastçıyd. Sanki tek amacı işini bitirdikten sonra alacağı ücretti. Kalan şeyler sanki onu ilgilendirmiyordu. İşi sadece öldürmek ve kazanmak üzereydi. Ve kazanmak için her adi yoldan ilerleyecek kadar onursuz bir karaktere sahipti. Uzun süren sessizliğimiz onun sorduğum soruya verdiği cevapla son buldu.
"Bilmiyorum tam olarak neden seni seçti. Farklısın ama önceki iki kolye sahibinden çok çok farklı olduğunu söylemek isterim." dediğinde alaycı bir bakışla ona baktım.
"Farklı dünyaların insanıyız çünkü. İlk iki kolye sahibi bu topraklarda büyüdü ama ben değil. Belki de kolye bir değişikliğe gitmek istedi ve beni seçti. Olamaz mı?" dedim olayı ciddiyetinden çekip alırken. Bu yaptığım sadece omuzlarını indirip kaldırmakla cevap verdi.
" Kolye bir lanet. Bunu sende farkında mısın? "dediğinde olabilir dercesine bakıp bunu sorun etmediğimi dile getirdim hal ve hareketlerimle.
" Buna rağmen onu kendinden söküp atmıyor musun? Garip bir kadınsın. "dedi sona doğru tespit için doğru kelimeyi sonunda bulmuş olmalı ki boradan ilerledi." Şu an seni öldürmek isteyen düşmanınla uzun bir süredir çok rahat konuşuyorsun. Hemde çok rahat. Korkmuyor musun? ""diyince gözlerinin içerisine bakıp rahatça başımı iki yana salladım.
"Neden?" kısa ve net bir soru. Beklediğim gibi.
"Çünkü sen bana ölümü sunuyorsun. Ve ben ölmekten sence korkuyor muyum?" sorum onun buna hayır demesini sağladı. "Peki buna rağmen beni öldürecek misin?" diyince evet dedi bu sefer. "Sanmıyorum." Bu onu güldürdü. Sanırım beni öldüremeyeceği düşüncesi ona saçma geldi.
"Seni şu an seni istesem de öldürebilirim ama her şeyin bir zamanı vardır değil mi?" dediğinde bu sefer gülen ben oldum. Gülmem onu meraklandırdı. Belki de kızdırdı bilemem.
"Hadi ama yapma. Bari bana oynama. Şu an istesen de bana zarar vermezsin. Neden mi? Öyle olsaydı şu an çoktan oturduğun yerden bana doğru bir hamle yapmıştın buraya ilk geldiğimizden itibaren. Ama yapmadın daha doğrusu yapamadın. Çünkü seni şu an abluka altına almış olmamdan dolayı. Yani Dani bana olmayan olması ihtimaller dahilinde bile bulunmayacak şekilde cümleler kurup, kendini benim karşımda ucuz düşürme. "keyfim yerine gelmiş ve ona keyifle gülümserken o çoktan çatık kaşları arasından bana nefretle bakmaya başlamıştı.
" Sana acıyorum. "dediğinde ona ya öylemi dercesine baktım.
" Unuttuğun bir şey var şu an acınası durumda olan sensin ben değil hatırlatırım. "işaret parmağımı ilk önce onu gösterip sonra kendime çevirmiştim.
Cümlelerin üstüne basa basa söylemem ve acınası kelimesine olduğundan uzun bir vurgu yapmam onun burnundan solumasını ve hiddetle göğsünün inip kalkmasını sağlamıştı. Kendini dizginlemek için çabalasa da pek başarılı olmuyor her an daha siniri artıyor ve beni hemen şu an şu sırada öldürmek için can atıp duruyordu. Hadi ama ona bu fırsatı verir miyim? Ben bunu değerlendirmek için can atarken. Hiç sanmıyorum.
"Sen o kolyeyi boynuna takarken ölüm fermanını imzaladın. Ölümden kaçamazsın." dedi bir sonun figüranı olduğumu dile getirdiği sırada ona üzgün bir ifade takınıp baktım.
"Hadi ama bence etrafımdaki her düşmanı kolayca atlatacak kadar güçlüyüm. Hemde çok güçlü. Bak seni bile ne hale getirdim. Amacım güçsüz bırakmaktı ama zarar vermek olsaydı şu an olduğun yerde acıdan kıvranıyor olurdun. Doğru muyum?" diye teyit etmesini bekledim ama bunu yapmadı. Neyse bir şey olmaz. Acemi sonuçta yakında bana alışacak. Belki de o kadar zamanı olmayacak.
" Herkesi alt ettin diyelim peki Karanlık Ruhlar onları ne yapacaksın? "dediğinde tehlikeli bir gülümsemeyle bana bakıp buna cevap vermemi beklediği sırada ona sadece sakince cevabı verdim.
" Sen bunu dert etme bu benim sorunum. Senin tek derdin sana yapacağım şeyler olmalı Dani. Neyse şimdilik bu kadar buluşma yeterli. Yeterince sana maruz kaldım. Şimdi gitme vakti." demiş ve ona bu anın son bulacak olduğunu söylemiştim.
" Seni öldüreceğim gün de bu kadar cesur olacak mısın göreceğim. "diye beni küçümseyerek konuşunca ona göreceğiz demiş ve anında yavaşça olduğumuz ortamın değişmesini sağlamıştım tekrar eski olduğumuz alana geçtiğimiz anda çoktan Dani bulunduğu nedeni terk etmiş ve içinde olduğu bedeni özgür bırakmıştı.
Toplantı odasına geri dönüşüm biraz olay çıkarmış ve odada endişeden deliye dönen bir adet Süreyya hanım ve Victoria 'yla uzun bir süre muhatap olmamı sağlamıştı.
İkisi de yaptığımı şeyin ne denli büyük bir delilik olduğumu söyleyip durmuş, neden olduğumuz ortamdan ayrılmış olduğunu bin kere sormuş hep cevap verdiğim halde bu onlara yeterli gelmemişti. Hadi ama burada rahat rahat konuşamazdım onunla . Ondan gittim ya.
Gelde bunu anlat şimdi burada olanlara. Tüm bakışlar ben geri döner dönmez anında olduğum yere çevrilmiş ve bir an önce benim onunla ne konuşup durduğumu sormuşlardı. Olan biteni en basit şekliyle bazı yerleri kırparak anlatmıştım. Bazı şeyler bende saklı kalmalı. Toplantı odasına geldiğim anda olduğu yerde korkudan, endişeden deliye dönen bir adam görmüştüm.
Ahrar daha beni fark etmeden onu görmüş ve olduğu yerde çaresizlik içinde sabırsızlıkla geri dönmemi beklediğini fark etmiştim. Lacivert hareleri beni görünce anında derin bir nefes almış, gerilen bedeni anında rahatlamış bakışlarındaki korku emaresi silinip büyük bir huzura bırakmıştı kendini.
Bu kadar korkacağını zannetmemiştim. Aslında diğerlerinin de bu kadar endişe edeceğine pek ihtimal vermemiştim. Bu sevildiğim anlamına mı geliyor? Çünkü bir ara Turul beye bile baktığım anda onunda rahat bir nefes aldığını gördüm. Beni görmeyi beklemiyordu sanırım. Hepsi tehlike de olduğumu mu düşünmüştü? Ah bu benim bile ihtimal vermeyeceğim bir düşünceydi.
Gereken bilgiyi aldıktan sonra toplantı odasından çıkıp odama doğru yol almıştım. Çünkü Asper Krallığı 'na gitmemiz gerekiyordu. Gitmeden hemen önce üzerimi değiştirip son kez Arın hocayı kontrol altına alınca oraya geçeceğim.
Odama geldiğim anda Dani' nin söylediği cümle zihnimde yankı buldu.
'Herkesi alt ettin diyelim peki Karanlık Ruhlar onları ne yapacaksın?'
Karanlık Ruhlar...
Büyük bir muamma. Herkes için ama benim için değil. Artık değil bundan sonra benim için bir sorun değiller . Olamayacaklarda bunun önünü kestim.
Karanlık Ruhlar' a çoktan hükmüm geçmişti. Bundan kimsenin ama haberi yoktu. Şimdilik olmaması benim işime gelirdi. Bakalım bunu öğrendiklerinde Esila ve Dani nasıl bir tepki verecek? Yüz ifadelerini çok merak ediyorum. Umarım görme fırsatım olurdu.
Karanlık Ruhlar çoktan artık tamamıyla bana itaat ediyor ve ben izin vermediğim sürece oldukları yerden asla ayrılmıyordu. Bir süre daha kimse bunu yaptığımı anlamamalı sonrasında herkese bunu bizzat gösterecektim. Ve bakalım güçsüz sandıkları Emira onların karşısına farklı bir şekilde çıktığında nasıl şaşkına dönecekti bu iki parazit gibi hayatımda olan düşmanlarım? Nedense içimden bir ses bu çok yakında olacak diye bas bas bağırıyor .
⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘
Kuledeki tüm işlerimi halledip sonrasında Victoria 'yla Asper Krallığı' na beraber gitmiştik. Biraz geç gittiğimiz için toplantıyı kaçırmış ama akşam yemeğine son anda yetişmiştik. İçeriye girdiğim anda Varisleri orada görmeyi beklemiyordum.
Dennis yoktu bu yemekte. Avcılar erken ayrılmış olmalı. Yemek salonuna geçtiğimiz anda sessizliğin hakim olduğu yemekte Victoria ve ben sessizce boş olan kısma geçip yemek servisinin başlamasını beklemiştik. Yemekler servis edilene kadar herhangi bir ses dahi çıkmamış ve kimse konuşma girişiminde bulunmamıştı.
Yemekler servis edildikten sonra masada bulunan birkaç kişinin bakışlarının bende olduğunu hissettiğim anda yavaşça başımı kaldırıp bana bakan kişileri tespit etmeye başladım. Masanın sonunda bulunan ve Asper Krallığı'ndaki eğitmenler olduğunu fark edince pek üstelemeden öylece önüme çevirdim bakışlarımı.
Sanırım benden önce konuyu Süreyya hanım Asper Krallığı' nda bulunan elçilere taşımış olmalıydı. Ve bunu herkes duymuş olmalı. Büyük bir sükse yaptım desenize! Ne büyük bir şöhret ama! Can attığım söylenemez.
Her daim bir şekilde istemeden de olsa gündemden asla düşmemeyi başarmam bir başarı göstergesi bence. Ne olursa olsun her daim benim etrafımda bulunan gizli bir çember etrafında oluyor ve bundan istesem de istemesem de kurtulamıyorum. El mecbur kabullenmek zorunda kalıp, görmezden gelmeyi tercih ediyorum çoğu zaman.
Önümdeki tabakta bulunan yiyecekleri yemeye başlarken çoktan etrafımdaki sessizliği bozanlar oldu. Masada bulunan birkaç kişi genel bir konu hakkında konuşurken bir anda zihnimin içindede aynı şekilde sessizlik yok olup gitti.
"Duyduklarımız doğru mu Emira?" ilk soru Enfal 'den gelmişti. Meraklı sesi bir an önce her şeyi öğrenmek istediğini yansıtıyordu. Tabağıma çevrili bakışlarım titreşti, kıvrımlı kirpiklerimi birkaç kere kırpıp durdum. Aldığım nefesi daha vermeden diğer sorular peş peşe geldi. Duyduğum sorulara göz devirmemek için zor tutum kendimi. Hele ki son soruya.
"Evet doğru mu Dani bir adamın bedeninde sana mı göründü?" Bu soruyu soran Kavi olmuştu. Ne ara o da diğerleri gibi meraklı birine döndü aklım almıyor! Ben konuşmaya hazırlanırken diğer soruda gelmiş bu sayede hepsi konuşmadan hiçbir şey anlatmama kararı aldım.
"Onunla yalnız ne konuştunuz? Süreyya hanım çok basit konuları anlattı ama ben bu kadarla sınırlı olamadığını düşünüyorum." demişti Nehar. Sabır dinlenip diğer sorunun da bitmesini beklemiştim.
"Hadi kızım susma da anlat şu olup biteni. Ne meraksız bir kadın bu? Olan biteni neden diğer kadınlar gibi heyecanla anlatmayı sevmiyor bu!" karakterim konusunda Dehri 'nin yaptığı eleştiriyi görmezden gelip tabağın yanında olan suya uzandım. Sorular bittiğine göre sıra bana geçti desenize.
Sudan birkaç yudum aldıktan sonra başladım olan biteni onların istediği şekilde anlatmaya. Markalı arkadaşlarım büyük bir zevkle beni dinlediler. Her ne kadar dışarıdan sakin dursalar da içlerinde olan merak hissedilecek seviyede bulunuyordu.
"İlk an onun toplantı odasında olduğunu anlamadım. Ama bir işaret beni tedirgin edince dikkatli bir şekilde etrafıma baktım. Enerjileri yokladım ve herhangi bir tehlikeli şey sezmedim. Masaya geçip oturduğum anda her şey kendini açığa vurdu. Karşımda oturmuştu. Yerime geçince onun varlığını sezdim. Onun bakışları bende olacağına ilk kolyeme kaymıştı. Çoğu kişi zaten kolyeme hep bakar ama bakışları arasında hırs görmek zor olur. Evet onu elde etme hırsı insanlarda gördüğüm bir şeydi. Ama onu yok etme hırsı bunu asla görmedim kimsede ve bu anında aklıma onun varlığının bu adamın içinde olabilecek düşüncesini doğurdu. Sonra onu kısa süre inceleyip, göz hapsine aldım. Bir dakika olsa bile gözlerini benden asla çekmedi. Bakışlarım onu bulduğu halde bakışları asla benden uzaklaşmadı. Sanki gör beni diyip duruyordu. Zaten onun olduğunu anlayınca herkesin içinde onunla konuşmak istemediğim için aklıma bir çözüm geldi. Onun varlığını bildiğimi ona çaktırmadan onu oyalamaya çalıştım. Sonra yapacağım plan için biraz zaman tanıdım. Planım gerçekleştiği anda anında onu abluka altında tutacak büyüyü yaptım. "demiştim.
Uzun cümlelerim bitince soluklanıp tabağımda bulunan yemeğimi yemeye kaldığım yerden devam etmiştim. Ben konuşurken yemek yemeye ara vermiştim ama onlar hem yemeklerini yiyordu hemde beni dinliyordu. Onlar gibi bende yemeğimi yemeye başladım. O sırada olanı anlatmayı eksik etmedim. Hepsi bakışları bende olmasa da zihnen pür dikkat beni dinlediklerini biliyordum.
"Büyüyü yaptıktan sonra boş zamansız bir mekana geçip konuştuk. Lakayt konuşmaları ve her daim alaycı bakışları ile kendimce beni küçümsedi. Ama ona istediğini vermedim ve yaptığım büyü onun değil olduğu neden çıkmasını hareket dahi etmesini engeldi. İşte beni öldürmek istediğini, bunun için can attığını ama hâlâ zamanı gelmediğini söyleyip durdu. Anlayacağınız çok bir şey olmadı. "dedim ve ağzımdaki lokmayı çiğneyip yuttuktan sonra bakışlarımı yanımda bulunan ve hiçbir şey yemeyen Victoria 'ya çevirdim.
" Ne oldu? Neden masaya oturduğumuz andan bu yana yemeği ne dokunmadın? "endişeli bakışlarım onu bulmuşken zihin bağından onunla konuşunca soruma geçte olsa cevap verdi.
'" Pek iştahım yok. "diye kestirip atınca pek üzerine gitmedim. Son zamanlarda çok şey yaşadık ve onun daha fazla üzerine giderek daha fazla ona yüklenmek istemiyorum.
Bakışlarım önüme çevrildi ve su içme isteğiyle dolunca elimin yanındaki su bardağını kavrayıp su içmeye başladım. Birkaç yudum almıştım ki duyduklarım beni dumura uğrattı.
O anda zihnimde çok tanıdık bir ruhun sesini duydum.
Ölü Ruh'un sesini...
" Esila hamile."demişti. İki kelime ama bende yarattığı şey büyük bir etkendi.
Yutmakta olduğum su birden genzime kaçınca anında nefes alamadım. Sertçe öksürmeye başlamış ve yaşadığım o acının bir an önce dinmesini istemiştim. Gözlerim anında yaşarmış, öksürüğüm git gide şiddetli bir hal almıştı. Elimdeki bardağı gelişi güzel masaya bırakıp hâlâ öksürmeye devam ettim.
Ben öksürük krizine yakalanmışken birden masadakiler anında yaşadığım şeye bakmış, bazıları yardımcı olmak için harekete geçmişti. Elimi kaldırıp iyiyim dercesine onları durdurmuş ve sonunda öksürük krizim durunca derin bir nefes alıp kendime gelmeye çalışmıştım. Bir an beyaz ışığı gördüm. Eminim bundan. Derin derin nefesler alıp veriyor ciğerlerimde olan o sızının geçip gitmesini bekliyordum. Hadi ama bu kadar beklenmedik anda bu tür şeyleri söylemek adice değil mi?
Ama emin miyiz hamile olduğuna? Ne ara hamile kaldı bu kadın? Hem kimden? Larut mu acaba? Ondan mı geldi ve ortaya çıktı?
Ben kendi kendime sorular sorup hepsini ihtimal değerinde değerlendirirken her birini yavaşça eledim. O kaçık ruh nereye kayboldu? Bombayı söyleyip anında ortadan kaybolması inanılır gibi değil!
Kendime geldiğim anda Süreyya hanımın iyi misin bakışlarına kafamı sallayıp anında olduğum yerde bakışlarımı bizimkilere çevirdim.
"Bir an önce benimle dışarıda buluşun hemde hemen!"
Bunu dediğim anda hepsi bana merakla bakmış ve ne olduğunu anlamaya çalışmıştı. Ölü Ruh yalan bilgi vermezdi. Demek ki Esila hamileydi. Ruh formatında bunu nasıl başardı? Ah bitmiyor ki benim öldürücü haberler almam!
Olduğum yerde kimseye bir şey demeden kalkıp çıkışa doğru ilerledim.
Her adım atışımda zihnimde o kelime dönüp durdu.
Esila hamile...
Bir günü de olaysız geçireyim ne olur? Ama illa ben bir şekilde dünyanın sonunu görmüş gibi şaşırmasam evren mahvolacak sanki!
Kapıya ulaşınca anında kapıyı açıp dışarı çıktım. Uzun düz holde ilerleyip bizimkiler gelene kadar olanı biteni tamamıyla idrak etmeye çalıştım.
Hay aksi şimdi ne yapacağız? Bu bizim için tehlikeli arz ediyor mu acaba?
Kafam allak bullak oldu. Şimdi ne yapacağız? Bebekte nereden çıktı şimdi. Hem bu kadın benim için planlar kurup durmuyor muydu? O arada çocuk yapmayı ne ara akıl etti? Bu evren beni çıldırtmak için elinden geleni yapıyor. Asıl önemli olan bunu başarıyor olması. Nokta atışları tam isabet ediyor! Olduğum yerde çaresizlik içinde çırpınırken bana doğru yaklaşan adım seslerini duymamla başımı yukarı kaldırıp gelenlere baktım.
Önden ilerleyen Dehri bıkkınlık içinde konuştu.
"Yine ne oldu Prenses. Adam akıllı yemek bile yiyemedim." diyince onun bu rahatlığı ve yemeğine olan düşkünlüğüne sadece soğuk bakışlarımla karşılık verdim. Etrafımı yoklayıp bombayı patlattım. Kimse duymasın diye haberi zihin bağından söylemiştim. Ama söylemez olayım!
" Esila hamile. "dediğim anda birden hepsi yüksek sesle ne diye bağırmış, erkeklerden bazısı kısık sesle küfürler bile savurmuştu.
Dehri ona sanki ben hamileyim demişim de bana şaşkınlıkla bakmış, olduğu yerde kıpırdamadan durmuştu.
" Ne demek hamile? "dediğim şeyden sonra Enfal birkaç adımda yanıma ulaşmış ve hemen bana aslını sormaya başlamıştı.
" Hamile. "dedim çok derine inmeden.
" Şimdi ne olacak? "diye olduğu yerde gerginlikle bana bakan Nehar 'a cevap vermemiş ve öylece durup olanı bende onlar gibi sindirmeye çalışmıştım.
Bu biraz uzun sürecek gibi duruyor. Çünkü Esila şu an kapının önünde size saldıracak deseydi Ölü Ruh bu tepkiyi asla vermezdim. Çünkü beklenen bir şey olurdu ama ben bunu hiç beklemiyordum. Yani bana bedenini geri aldı deseydi de bu kadar tepki vermezdim inanın. Ama hamile olma haberi değil düşüncelerimde zihnimden dahi geçip gitmemişti.
"Bilmiyorum." demekle yetinmiştim. Bu verdiğim cevaptan kimse memnun olmadı. Onlar bir çözüm istemişti benden ama buna bir çözüm bulmaya değil akıl, gücüm bile yoktu. Fazlasıyla sarsılmış bir halde olanı anlamaya çalışıyorum.
"Bebeği yok etmek lazım." diye bir fikir sunan Kavi 'ye anında hepimiz şaşkınlıkla baktık.
Ne? Bunu nasıl yapacağız?
"Hadi buna karar verdik bunu nasıl gerçekleştirmeyi düşünüyorsun Kavi?" diyen Enfal sona doğru bunun olma ihtimali hiç olmadığını olmayacağını dediğini bizzat sesinden anlamıştım.
"Bilmiyorum ama buluruz bir yolunu." dediğinde ona hepimiz zor buluruz bakışlarını atıp olduğumuz yerde sıkıntı içinde düşünmeye başladık. Şimdi battık gibime geliyor.
Bu hamilelik işi tamda olmaması gereken zamanda olmuştu.
"Emira." diye bana seslenince Victoria yerde olan bakışlarım ona döndü.
Evet dercesine bakıp konuşmasını bekledim.
"Sen bu haberi nereden öğrendin?" diye sorunca Victoria sessiz kalmış ve ona bunun cevabını vermeyeceğimi bizzat göstermiştim. Cevap vermeyeceğimi anlayınca üstelemedi.
"Onu bunu bırakın da biz şimdi ne yapacağız. Tam anlamıyla çakıldık kızım! Kendisi yetmiyor birde bebesiyle mi muhatap olacağız?" diyen Dehri bebesi lafını söyleyince sinirden gülmeye başladım. Ben gülünce bana uzaylı görmüş gibi bakmıştı. Üzerimde olan bakışları anında fark edince cevap verdim.
"Sinirlerim bozuldu." dediğim anda hepsi anında cevabımı duyunca bakışlarını benden çektiler. "Şu üst üste gelen olaylardan dolayı iyi değiliz ama bunu da halledeceğiz bundan eminim." dediğim anda birkaç adım geride duran Kavi anında söylediğim şeye tepki verdi.
" Nasıl halledeceğiz ki? Ortalıkta olan biri değil ki gidip onunla aynı ortamda bulunup bunun için bir şey yapalım. Onun tam olarak nerede olduğunu bile bilmiyoruz. Onu buluna kadar çok geç olmaz mı?" dediğinde Kavi ona hak vermemek elde değildi. Zaten bizi geren şeyde onun nerede olduğunu bilmemekti. Bilseydik ona göre hareket ederdik ama şu an ihtimaller bizim için pekte iç açıcı değil. Zaten ne zaman oldu ki? Sinirden ve gerginlikten artık vücudum mahvolmuştu. Daha ne kadar hayat üstümüze gelmeyi düşünüyor?
"Bir şey yapmamız lazım ama önce sakin bir yere gitmemiz lazım." diyerek etrafı kısaca süzüp burada bu işin halledilmeyeceğini belirtince Enfal 'e hak verdim.
"O halde yine aynı yerimizde bu şey üzerine kafa patlatalım." diyerek yapılması gerekeni söyleyince hepimizden olumlu mırıltılar çıktı.
"Fazla zaman kaybetmeden yapmak aleyhimize olur." dedi Victoria sakin sesiyle. Victoria saçlarını omzunun arkasına atınca bende hemen söze atıldım.
"Evet bu işi halletmek lazım en acilinden." demiş ve tam adım atacağım an birden Victoria' nın arkasından beliren Süreyya hanımı görünce dilim damağım kurudu. Her şeyi duymuş olabilir miydi? Lanet olsun bu yandığımızın resmiyeti olur!
Süreyya hanımın bedeni tamamen duvarın arkasından çıkınca herkese kaş göz işareti yaptım. Sussunlar diye.
"Ne işi bu? Neden bu kadar aciliyeti var?" üst üste sorduğu iki sorusunu yanıtlayamadık. Çünkü ne diyeceğimizi bilmiyorduk.
Süreyya hanıma sırtı dönük olan Varisler'in anında suratı kasıldı ve ne yapacaklarını bilmediklerinden öylece durmaya devam ettiler. Süreyya hanım olduğu yerden yavaşça bize doğru yaklaştı. Birkaç adımda yanımdaki yerini alıp tek tek bizim yüz ifademize bakıp, ne olduğunu anlamaya çalıştı.
"Ne oldu Emira? Anlayamayacak mısın?" dediğinde son anda anlatmazsam olmaz mı diyecektim ki bir anda zihnimde bir ışık yandı ve anında gözlerim karşımda bakışlarını kaçıran Dehri 'yi buldu. Yapacak bir şey yok kurban o olmalı. Aramızda en çok bu hatayı yapacak karaktere o sahipti. Hem bunun için bana asla kızmaması lazım. Her şey bizim huzurumuz için. Düşmanımız kazanmasın diye bir kere.
"Aslında bakarsanız Süreyya hanım çok kötü bir şey oldu." diyince kaşlarını çatıp hepimizi teker teker inceledi ve ne olduğunu yüzlerimizi inceleyerek anlamaya çalıştı. Ama herkes olabildiğince ifadesiz durmaya çalıştığı için bunu anlaması zor oldu. Bana tekrar bakınca anlat dercesine baktı. Anırma bir çırpıda olanı biteni anlattım ama biraz kırparak tabii. Her şeyi öyle damdan düşer gibi anlatsam başıma iş alırdım. "Dehri krallıkta birini hamile bıraktı ve bunun duyulmasını istemiyor. Bizde bunun için bir şeyler yapmaya çalıştık." diyerek onun şüpheci bakışını anında şaşkın ifadesiyle yer değiştirdim.
Ben bunu diyince aynı anda Dehri 'de konuştu. Daha çok şaşırdı da diyebilirim.
" Ne! "dediğinde Süreyya hanım bir an neden buna şaşırdı diye sorgulayınca anında devreye tekrar girdim.
" Aslında bunun bilinmesini istemiyor ve bunu söylemem onu kızdırdı bir hayli normal olarak. "diyerek olayı anında ele alarak kendi lehime çevirdim.
Vay canına. Bu Süreyya hanımı bir süre sessiz olmaya itmişti. Bunu gerçek anlamda beklemiyordu. Bizde beklemiyorduk. Hâlâ o kızıl cadı nasıl hamile anlamış değilim. Acaba bu onun amacı içerisinde miydi? Aslında her şeyi yapacak kadar şuursuz ve gözünü karartmış biri. Ben bu sözleri söyledikten sonra Dehri yavru kedi bakışlarıyla bana bakmıştı.
Neden ben dercesine Dehri yüzüme bakıyordu. Ona sus başka çarem yok derecesine bakıp Süreyya hanım bir şey anlamasın diye yüz ifademi sabit tutmaya ve bundan dolayı hepimiz bir köşeye sinmiş bunu kendi başımıza halletmeye çalışıyor görünümü yarattım.
"Ah aslında biraz şaşkınım doğrusu." dedi ve eşi şakaklarına uzandı. Olanı sindirmeye çalışıyor gibi bir hali vardı. Sonra uzun bir süre sessizce durdu. Sanırım bir çözüm bulmaya çalışıyordu. Anında ikinci bombayı patlattım.
"Bebeği iki tarafta aldırmak istiyor ama ne yapacağız bilmiyorum." dedim bunu diyince anında Dehri ateş saçan bakışlarını bana çevirdi ve artık sus derecesine bakınca tek omzumu indirip kalırdım. Bana ne ya! Başka birinden yardım almaktansa ya da bunun için uzun uzadıya düşünmektense bilen biri yanımızdayken bunu değerlendirmek lazım. Ayağıma kadar gelen fırsatı tepecek kadar aptal değildim. Hemen Süreyya hanımın sol kolunu tutup çaresizlik içinde konuştum. "Siz bu konuda bize acaba yardımcı olur musunuz? Sizden başka kimden yardım alacağımızı bilmiyoruz." diye çok ama çok çaresizmiş gibi bakıp ona kaçacak ihtimal bırakmadığım için derin bir nefes alıp istemeye istemeye kabul etti.
Anında otuz iki diş gülümsedim.
" Çok teşekkür ederim. Bizi nasıl bir müşkülden kurtardınız bilemezsiniz. "diyip acınası bir halde olduğumuzu ona bir kere daha gösterdim.
" Pekala size yardımcı olacağım. Bu işler için bir şeyler olmalı. "dediğinde anında aklıma gelen şeyi söyledim.
" Ama şunu bilmeniz gerekir ki kız şu an nerede bilmiyoruz. Korkudan kaçıp gitmiş krallıktan. Onu nerede arayacağımızı bilmiyoruz. Bunu göze alarak yardımcı olur musunuz? "diyerek işleri Süreyya hanım için yokuşa sürünce biraz gerildi. Eh ne yapayım bende bilirim Esila 'nın kolundan tutup onun karnında bulunan bebeği yok etmeyi ama işte nerede olduğunu bilmiyorum. Ben kendi kendime düşünürken bir anda Süreyya hanım konuştu.
"Evet şimdi hatırladım." dedi ve yavaşça bana doğru bir adım attı. "Kütüphanede bununla ilgili bir kitap var. Biraz bulunması zor ama bulunca sizin için kolaylık sağlayacak büyü orada bulunuyor." dedi ve artık daha fazla bu işin içinde olmak istemiyor ki anında olduğumuz ortamı koşarcasına terk etti.
Ah keşke bende sorularımdan bu kadar kolayca kaçabilsem. Maalesef böyle bir ihtimal yok bile.
Süreyya hanım gittikten sonra baş başa kalınca başladı Dehri sızlanmaya ve neden onun ismini verip konuyu anlattığım için yakınıp durmaya. Anında kulaklarımı ona kapadım ve olana odaklandım. Bakalım kütüphanede o kitabı bulunca işimize yarayacak mı? Zaten hâlâ bebeği ortadan kaldırıp kaldırmamak arasında gelip gidiyorum.
Bebeğe zarar vermek istemiyorum. Ama Eslia 'yı yok ettiğimde yine ona zarar vermiş olacağım. Acaba o bebeği başka birine verme ihtimalim var mı? Bunun üzerine düşünmem gerekiyor. Ama işim çok zor çünkü vicdanım ve aklım arasında kalacağım bir yerde duruyordum. Bana yol göstermek için Dehliz ya da Ölü Ruh 'a ihtiyacım var.
Bu lanet olası ruh nereye kayboldu? Her daim olmadık yerden çıkmayı biliyor ama işim ona düşünce ortalıkta görünmüyor! Ah gelde çıldırma şimdi! Her şey bir anda çıkmaz sokağa çıkması ayrı bir sorun! Ne yapacağımı bilmiyorum.
Süreyya hanımın gidişinden hemen sonra bizde geri kuleye dönmüş. Varisler krallıklarına gitmişti. Ben ve Victoria kütüphanede o kitabı bulunca Moritanya Kalesi'nde buluşup bunun üzerine tekrar düşünmek istiyorum. Çünkü burada bir can söz konusu ve öyle basitçe onun hayatına son vermek hem bana hemde onlara çok ağır gelecek bundan adım kadar eminim. Uf ne yapacağım bilmiyorum. Yeterince karanlık içine gömülmedim mi? Daha ne istiyorlar benden? Her şeyimi almadan duracak gibi değil.
Önce duygularımı, umutlarımı, gülüşlerimi, anılarımı ve şimdi insanlığımı tamamen benden alarak beni ruhsuz bir bedenle tek başına bırakmak için çabalayıp duruyordular. Acınası tarafı bunu baya iyi yapıyor ve beni ben olmaktan alıkoyuyordular. Ne yapacağımı bilmiyorum? Bir yandan Esila bir yandan taşları alma girişimleri bir yandan da Dani ve tabii ki kendi yaşamım. Hepsi bir anda üzerime üzerime geliyor ve elimi kolumu bağlıyor, bir şey yapmamı engellemek için epey mücadele veriyordular.
Bu iş bitince uzun bir süre kafamı dinlemek istiyorum. Eh buna ömrüm eğer yetecekse tabii. Belki de benim için çok farklı bir son vardır bilemem.
⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘
Yalanlar... Hatayı tekrarlatan şeyler. Yalnızlığı yaratan sözcükler. Acıyı var eden çığlıklar. Hayatımda yalanlar oldu. Saklanan her şey büyük bir hatayı hayatımın en büyük parçası haline getirdi. Yalan çok şeyim oldu.
Yine yalan yıkımım oldu.
Yine yalan hayatımı gölgesine sığdırdı.
Yine yalan bana vermek istediğini verdi.
Yine yalan ölümü bir huzur olarak sundu.
Yine yalan mücadelem oldu.
Bana güç verdi. Bana yeni bir yaşam sundu. Ve bu yaşamda dostluklar kurmamı sağladı.
Burada olmayı sevdiğimi fark ettim. Her şeye rağmen burada olmak güzel. Arkadaşlarımla birlikte olmak onlarla mücadele etmek güzel. Onların varlığını hissetmek güzel şeyler arasında.
Kuleye geldiğimiz anda kitabı arama girişiminde bulunmuştuk. Birkaç saat aradıktan sonra kitabı bulmuş ve onu ödünç almıştım. Şimdi bu konuyu bir süreliğine geri plana almıştım. Bu konuyu Dehliz ve Ölü Ruh 'la konuşmadan halletmek istemiyorum.
Victoria' ya bunu düşünmem lazım dediğim sırada bir şey dememiş ve beni bir süreliğine yalnız bırakmıştı. Victoria gittikten sonra kendimi terasta bulmuştum. Hava bugün güneşli değildi. Yaz aylarında olduğumuz halde bugün gökyüzü kararmış ve yağmurun gelişini gösteriyordu.
Biraz sonra yağmur yağmaya başlardı. Terasa gelince anında terasın mermer korkuluklarına oturmuş sırtımı geniş kolana yaslamış ve ayaklarımı mermer boyunca uzatmış dışarıyı izliyordum. Her yer grinin hükmü altında bulunuyordu. Yavaştan yağmur damlaları yeryüzüne inmeye başlamıştı. Birkaç damla çıplak koluma damlamıştı bile.
Şiddetli bir yağmur yağacak gibi duruyordu. Ciğerlerime derin bir nefes çekip, bakışlarımı önüme çektim. Ne yapmam gerekiyor emin değilim. Vereceğim karar büyük bir şeydi ve bunun ardından gelecek olanı bilmem lazım yoksa adım atmam zor olacaktır.
Ve yanlış bir şey yapmak istemiyorum. Hayat yeterince acımasızken bende acımasız olmak istemiyorum. Hata yapmak istemiyorum. Haklı tarafken aynı kefeye konulmak istemiyorum. Bunun için doğru adım neyse onu yapmam lazım.
Gecenin pençesinde ruhumun tutsak oluşu kadar bedenim bu dünyaya mahkum.
Hayat her zaman adil değil. Ve bu adaletsizlik içinde kendi adaletimi kendim belirlerken büyük bir hataya düşmek içimi yakar kül eder.
Yağmur damlaları git gide yeryüzüne hızla düşerken anında etraf bir sesle yankı buldu. Yere su damlalarının düşme sesleri. Gök gürlüyor sanki içindeki acısını yeryüzüne bırakmak istiyor gibiydi. Yoksa onun da mı bizler gibi canı yanıyordu? Yoksa bizim halimize mi ağlıyordu? Bu düşündüğüm şeye tebessüm ettim. Neler düşünüyordum!
Yağmur iyiden iyiye şiddetini arttırırken artık dışarısını net bir şekilde görmek mümkün değildi. Bir anda yüksek bir şimşek çakma sesi duydum gökyüzünün en yukarısında. Bakışlarımı anında oraya çektim. Son anda şimşeğin yok olmasına tanık oldum. Gri bulutlar arasında parlak bir beyaz ışık gibi beliriyor sonra yok oluyordu. Belli aralıklarla çakan şimşek gökyüzünün ağlamasına eşlik ederek çığlıklarını bize sunuyordu.
Aslında çoğu şeyimiz evrenle benzerdi. Biz bu benzerlikleri görmezden geliyorduk. En sevdiğim hava nedir diyecek olursanız buna cevap olarak yağmurlu havalar derim. Çünkü o an kendimi gökyüzüyle yakın hissediyor olmamdan dolayı. Sanki o an aynı duyguları paylaşıyoruz. Ve bu garip bir his yaratıyor.
Yeryüzüne inen her su taneciği sanki akıtmaktan korktuğum gözyaşlarımı temsil ediyordu. Yağmurlu havalar bana huzur veriyor kasvet değil. Ayaklarımı kendime doğru çekip kollarımı bacaklarıma sarmaladım. Ve ardından yanağımı dizlerime yaslayıp öylece yağan yağmuru izlemeye başladım.
İyi hissettirecek şeyler çok azdı benim için bu evrende. Bazen bunları kaçırmamak ve o anlarda bulunmak istiyorum. Ve bu anlardan biri.
Nerdeyse yarım saat daha yağmur yağmış, dindikten sonra olduğum yerden ayrılıp Moritanya Kalesi'ne geçmiştim tek başıma.
Orada yapmam gereken birtakım işler vardı. Hâlâ almamız gereken taşlar vardı ve bu yoğunluk içinde bunun için bir zaman yaratıp bunun için bizimkilerle beraber arama işine kaldığımızda yerden devam etmemiz lazım. Bunun için ilk adımı başlatmak gerek. Gideceğimiz yeri belirlemem lazım.
Ve ona zor da olsa karar vermiştim. Gideceğimiz yer Sisler Diyarı 'ydı. Bu diyar hakkında birçok duyum aldım. Ve hiçte tekin bir yer değildi gideceğimiz yer. Korkutucu ve tehlikeli bir yerdi. Kim net görmediği bir yerde rahat hareket edebilir? Edemez. Bunun için de adı Sisler Diyarı ya.
Moritanya Kalesi'nde akşama kadar kendimi bir sürü şeyle oyalayıp durmuş, gecenin sonuna doğru bizimkilere küçük bir mesaj göndermiştim. Elimde duran kağıdı anında altı kopyasını oluşturup her birinin gitmesi gereken yerde olmasını sağlamıştım.
'Yine bir yolculuğun en derin sularında ilerleyip kendimizi çok farklı bir evrende bulacağız. Peki bu evrene benimle gelmek ister misin? O halde benimle hep buluştuğumuz güvenli yerde buluş.'
Notu gönderdikten sonra biraz dinlenmek için burada bulunan odama geçmiş ve gece olana kadar kısa bir uyku çekmek için yatağıma geçmiştim.
Zihnim kendini koca bir boşlukta bulup sonrasında dallanıp budaklanan anıların yolculuğunda kaybolup gitmiş, gerçek ve hayali ayrıt edemez hale gelmişti. Her anı başka bir anıya çıkar olmuştu. Ta ki zaman kavramı beni kendine çekene kadar.
Ne kadar uyudum bilmiyorum ama bana seslenen bir ses duyunca yavaşça gerçekliğe uyanmış ve nerede olduğumu anlamaya çalışırken olduğum yeri gözlerimle yoklamıştım. Hâlâ odamda bulunuyordum. Peki beni çağıran kimdi?
Etrafımda kim var diye bakarken kimseyi görmedim. Acaba yanlış mı duydum? Ama birkaç kere ismimin zikredildiğinden eminim. Hay aksi acaba gerçek değil miydi?
"Şu kendi içinde çatışmaların beni güldürüyor." diye zihnimin içinde konuşan sesi duyunca anında bunun Ölü Ruh olduğunu anladım. Gerçekten geliş zamanları berbat bir ana denk gelmesi beni gıcık ediyor. Uykumun bölünmesini sağlamasının umarım mantıklı bir açıklaması vardır.
" Evet. Ne istiyorsun? "dedim huysuzluk içinde.
O sırada yeni uyandığım için sesim boğuk ve uyku mahmurluğu üzerimde hâlâ vardı. Doğrulup başımı yatağın başlığına yasladım. Gözlerim hâlâ ara sıra kendiliğinden kapanıp duruyordu. Hâlâ uykumu tam almış değildim. Ne güzel uyuyordum ne diye uyanırdı ki?
"Hım seni uykucu kuş. Ortalık ateş hattı sen gel uyu burada." diyince neyi kast ettiğini anlamadım. Anlamayan yüz ifademle neyi kast ettiğini sordum.
"Ne ateş hattı içinde? Neyden bahsediyorsun sen? Açık açık söyle de anlayayım." kızgın çıkan sesime hiç aldanmadan keyifli bir şekilde konuştu.
"Diyorum ki savaş çanları çalıyor sen hâlâ uyuyorsun. Git ve şu taşları bu artık ve amacını gerçekleştir." bunu dediği anda bir şey olduğunu ama bunu bana söylememesi gereken bir şey olduğu için sadece uyarıyla beni harekete geçirdiğini anlayınca istemeye istemeye yatağımdan kalkmam gerekti.
Yorgun ve uykulu olmama rağmen yatağımdan çıkıp yavaşça yerde duran ayakkabımı ayağıma geçirip zemin katta bulunan toplantı odasına doğru ilerlemeye başladım.
"Yine nasıl bir sorun oldu? Bıktım artık ya!" dediğimde o sırada Ölü Ruh sızlanmayı bırak demiş ve bir anda gitmişti. Hay aksi ona şu Esila olayını da sormadım! Ama benim kabahatim değil ki. Bir anda gelip gitti. Sersem halimle hiçbir şey soracak halde değildim.
⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘
Toplantı odasına geldiğimde yerime geçip bir süre sessizce oturmuş ve kendime gelmeye çalışmıştım bizimkiler gelene kadar. Pat diye uykudan uyandırılmak hiç iyi gelmemişti. Şakalarımı parmak uçlarımla hafifçe ovarak başımda bulunan ağrının az da olsa biraz geçmesi için çabalamıştım ama pek bir faydası olmamıştı. Kapalı olan gözlerimi açıp bakışlarımı kapıya çevirdim. Olduğum yere doğru gelen adım seslerini duyunca dikkatimi kapıya çektim. Aralık kapıdan içeriye giren bedene baktığım anda ilk gelen kişinin Dennis olduğunu gördüm.
"Selam." demiş ve yavaş adımlarla bana doğru ilerlemişti. "Hey iyi misin?" diye halimi sorunca dışarıdan nasıl görünüyorum bilmiyordum ama ona iyiyim demiş ve kestirip atmıştım bu konuyu. Şu an benim nasıl olduğum önemli değil pek. Yapmamız gereken iş her şeyin önümde benim için. Sağlığımın bile.
Dennis öyle olsun diye bakmış ve bulduğu bir yere geçip oturmuş sessizce diğerlerini benim gibi bekleme başlamıştı. Ona bakmasam da bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyorum. Benim için büyütülecek bir şey değil sadece küçük bir baş ağrısı gelip geçici şeyler benim için. Birkaç dakika Dennis 'le aynı dakikaları paylaşmışken içeriye gürültüyüde ardından getiren Varisler' de içeriye girmiş ve ekip tamamlanmıştı Victoria 'nın onlardan sonra gelmesiyle. Herkes topladıktan sonra kendimi toparlayıp yapmam gereken şeyi yapmıştım.
"Herkes geldiğine göre başlayalım. Bu seferki yolculuğumuz Sisler Diyarı' na." demiş ve onları pek meraklandırmadan hemen gideceğimiz yeri onlara söylemiştim.
"Hiç gitmek istemediğim yer." diyen Enfal' e bakmıştım. Neden bunu demişti? "Orası tam bir ölüm mahşeri, giden geri gelmiyor ve orayla ilgili hiç iyi şeyler söylenmiyor. Herkes o yerden uzak durur ve oraya gitmeye çekinir." düşüncelerini bizle paylaştığı anda diğerlerine baktım. Onlarda aynı düşüncede mi diye. Ve gördüklerim onların da az çok aynı hisleri paylaştığını yansıttı.
" Gelmek zorunda değilsiniz. Bunu söylememe gerek yok değil mi? Evet beni bu yolda yalnız bırakmak istemiyorsunuz ama inanın tek başıma gidip üstesinden gelebilirim. Sizi riske atmak istemiyorum." diye tekrar bir zorunluluk içerisinde olmadıklarını belli edince Kavi yaslanmış olduğu yerde yavaşça öne doğru eğilip ellerini masada kavuşturdu.
" Evet gideceğimiz yer biraz tehlikeli bir yer ama bizler bir araya geldiğimiz anda orada bizden daha tehlikeli sorun yaratan başka bir varlık kalmaz. Yani orada yapacaklarımızdan bence korksunlar. Hepimiz adrenalin anında neler yapıyoruz istemeden çoğu kez görmüş olduk. Sıra onlara göstermede. "demişti Kavi. Bu cümleleri alaycı bir üslupla değil çok normal bir şey söylüyormuş gibi söylemiş, hatta söz arasında bizim ne denli bir baş belası olduğumuzu da dile getirmişti.
" Kavi 'ye katılıyorum. Bir araya gelince ne kadar sorun çıkarsakta o çıkardığımız sorunları ortadan kaldırmayı da başarıyoruz." demekle yetinmişti Nehar.
Diğerlerine bakışlarım dönünce onlarında aynı düşüneceyi paylaştığını görmüştüm. Peki o halde hep beraber gidiyoruz.
" Peki karar sizin o halde gideceğimiz yerde bulunan taşı tanımaya geçelim. "demiş ve hemen sonrasında daha önceden çizdiğim turuncu yaşam taşının resmini onlara göstermiş, gösterdikten sonrada taşın özelliklerini okumaya başlamıştım.
"Taş yaşamın sonsuz olmasını sağlar. Yani onu elde eden kişi sonsuz bir ömürle taçlandırılır." dediğimde okuduklarım anında hepsinin bir anda peş peşe konuşmasını sağladı.
"Bu taşı elde edince Esila bence tek kendisini değil yakınında bulunan kişiyi de sonsuz bir ömrü olsun diye çabalar." dediğinde Dehri anında hepimiz o kişinin Larut olacağını çoktan düşünmüştük.
"Bence taşlar arasında iki taş Esila için çok büyük bir öneme sahip biri yaşam taşı biri güç taşı. Çünkü şu an bu ikisinden fazlasıyla yoksun." dediğinde Dennis anında onu onaylayan mırıltılar döküldü herkesten.
"Eh dostum normal bence kim sonsuz bir ömür ve sonsuz bir güç istemez?" diye sorunca anında elimi kaldırıp bunu istemediğimi dile getirdim. Bu tepkime Dehri ses sus bir dercesine baktı.
"Emira dışında bence herkes ister." diye alaycı bir üslupla konuşunca tam yanımda bulunan Victoria ona kötü bakışlarla bakıp bu konuyu kapatıp hemen diğer özelliği söyledim.
"Taş, kullanan kişinin herhangi bir yaşamda bulunmasına izin verir. Herhangi bir nesneyi gerçeklik boyunca herhangi bir yere taşıyabilir. Onu yaşamlar arasında uzun bir yaşamı vaad eder." diyince hepimizin aklına aynı bir şey geldi.
"Geçmişe gitmek ve oradaki hatasını düzeltmek gibi bir düşüncesi olabilir mi?" bunu diyen Victoria 'ya sadece bence bu kararla yeterli olmaz diye baktım. Bence Esila daha başka şeyler de düşünüyor olabilirdi bu taşı alırsa. Belki de bu taşı Dani kullanabilir ve Yezra' nın Morte çiçeğini bulmasına engel olmasını sağlardı veya başka şeylerde olabilirdi. Her ihtimali düşünmek lazımdı bu ikisi varsa eğer.
"Her şeyi düşünebilir. Esila 'dan bahsediyoruz. Onun o sinsi düşünceleri nelerdir kestirmeyiz bile."Enfal' in sesi Esila 'nın varlığının her türlü sorunu ortaya çıkaracak kadar tehlike arz ettiğini yansıtıyordu.
" Acaba şu an taşları aramaya başlamış mıdır? Eğer başlamışsa sence de Emira çoktan senin karşına çıkması gerekmez miydi? Çünkü sonuçta şu an dört taşı aldık. Kaldı dört taş. Anlamışsa daha büyük bir öfke besliyordur sana karşı." bunları söyleyince Dehri bakışlarım boşlukta asılı kaldı.
Uzun zamandır bende bunu düşünüyorum. Eğer taşların yerini bulmuş ve aramaya çıkmışsa ve taşları oldukları yerde bulamamışsa çoktan bunun imasını ya da öfkesini benden çıkarması gerekmez miydi?
Bu konu uzun zamandır kafamı karıştırıyor ama bir sonuca varamıyordum. Ne yapmam gerekiyor onu bile bilmiyordum.
"Bilmiyorum ki her olasılık olabilir. Belki de daha yeni taşları arama girişimine başlamış olabilir. Bu konuda kesin bir şey söylemek kumar oynamak gibi." diyerek bu konuda benim de bilgim olmadığını dile getirmiş ve sonrasında devam etmiştim konuşmaya. "Taş, kişinin ömrünü uzatmak ve yeniden düzeltmek, kendilerini ve başkalarını başka bir yaşama ışınlanmayı sağlar." dedikten sonra kısa bir süre susmuş onların ne diyeceğini beklemiştim.
"Yani acaba aslında Esila belki de hiç düşünmediğimiz bir şey de planlıyor olabilir. Belki de bizi şaşırtacak bir şey yapabilir." dedi şüphe içinde Kavi.
"Ne mesela Kavi?" diye bunu daha detaylı bilgi şekilde söylemesini isteyen Dennis 'in sorsu Kavi' nin zihninde beliren düşünceyi tam olarak bize anlatmasını sağladı.
"Belki de aslında görünen şeyi istemiyor. Belki de aslında o da normal bir yaşam istiyor olamaz mı?" diyerek bizi başka bir pencerenden olaya bakmamız gerektiğini belirtince bu ihtimal hiçte saçma gelmedi. Onun ne düşünüp durduğunu anlamak çok zor.
" İhtimalleri bir kenara bırakıp bence şu ana odaklanalım. Eğer dedikleriniz ihtimal dahilinde ise acele etmemiz gerek." Bunları der demez hepsi sessizleşti ve devam etmemi bekledi. Çok uzatmadan son üç maddeyi de okuyup özellikleri anlatmayı bıraktım.
"Taş kişilerin yaşamalarının hızlarını arttırmayı ve azaltmayı sağlar." demiş ve sonraki maddeyi okumuştum. "Bu taş bulunmasın diye en tehlikeli yerde muhafaza edilir. Ruhun ve bedenin ayrımını sağlayan yerde." demiş ve önümde bulunan kitabı kapatıp bakışlarımı onlara çevirdim. "Yani Sisler Diyarı bu taşı saklamak için pek uygun. Kolayca alınacak bir yer değil. Gideceğimiz yer hakkında bir bilgi edindim gerçek mi değil mi bilemem ama bunu da bilmemiz lazım. Duyduklarım bana orada bulunan her neyse hepsi sonsuz bir yaşamla lanetlenmiş canlılar olduğu bilgisini verdi. Orada ne varsa pek insan yanlısı olmadığı ve hiç hoş bir şekilde karşılaşmamız olmayacağını söylemek isterim. Orada hepimiz çok dikkatli olup en ufak hatadan kaçınıp, adımlarımızı doğru bir şekilde atmalıyız. Oraya gidince bizi neler bekliyor bilmeyiz. Gitmeden de anlamak çok zor. "Bu son cümlelerim olmuştu. Sonrasında belirlediğimiz gün için sözleşmiş ve sonrasında herkes dağılmıştı.
⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘
Kuleye döndüğümde içeriye girmemiş ve bahçede bulunan çardağa doğru ilerlemiştim. Uykumu almıştım bir daha uyuyacağımı düşünmüyorum. Biraz dışarıda bulunmak bana iyi gelecekti. Bakışlarımı karanlık bahçede gezdirdim. Bahçede bulunan ışıklandırma pek yeterli değildi.
Bahçe nerdeyse karanlıktı ve önümüzü görmek için yanımızda bir meşale olamazsa bir yere takılıp düşmek kaçınılmaz olurdu. Çardakta oturmuş dışarıdan kuleye bakındım. İhtişamlı kulede çoktan herkes uyuyor olmalı. Nadir pencerede içerisinde ışığı yanan oda bulunuyordu.
Zaten dersliklerin olduğu kat, zemin kat ve odamın olduğu katlar her gece karanlıktır ama eğitmenler ve burada yaşayan kesimin bazılarının odasının ışığı yanar. Şu an pek ışığı yanan oda yoktu. Kollarımı önümde kavuşturdum ve bakışlarımı yukarı çıkarıp gökyüzünü inceledim.
Yıldızları çok net bir şekilde görebiliyorum. Kendi dünyamda olsa onca büyük şehirde yıldızlar o kadar net bir şekilde görünmüyor. Ama burada yıldızlar için bir engel yok. Karanlığın içerisinde o küçük parıltıları görmek nede hoş. Yukarı kaldırdığım başımı yavaşça eğdiğim sırada kulenin çift kanatlı kapısından çıkıp buraya gelen bir neden gördüm. Kapının her iki yanında bulunan büyük meşalelerin ışığı bana o bedenin kime ait olduğunu gösterdi.
Sevgili eski hocam ; Ahrar...
Bu saatte uyanık olması merakımı cezbetti. Adımları benim olduğum tarafa doğru geliyordu. Sanırım odasına giderken ya beni görmüş olmalı ya da dışarı çıkıp temiz hava almak isterken beni gördüğü için buraya doğru geliyor olabilir. Veya bu ikisi hiç doğru bir düşünce değildir ve o benim burada olduğumu bile fark etmeden buraya dalgın dalgın yürüyerek geliyor olabilir.
Çünkü hâlâ kafasını kaldırıp bana bakmamıştı. Dalgın bir hali vardı. Birkaç saniye daha bakışları yerde dururken birden kafasını kaldırıp etrafı yoklayınca gelişi güzel bakarken etrafa birden beni görmesiyle adım atmayı bıraktı. Karanlığı önüne aldığı için yüzü görünmüyordu. Çekiniyor muydu? Çünkü hâlâ olduğu yerden hareket etmiş değildi.
Ahrar sonunda hareket etmeyi hatırlamış olmalı ki küçük adımlarla bulunduğum çardağa doğru ilerlemeye devam etti. Sonunda onu daha net göreceğim bir alana gelince yüzüne kaydı anında bakışlarım. Ve gördüğüm ifadede ne yorgunluk ne uykusuzluk ne de başka bir şey vardı sadece huzur evet dingin bir yüz ifadesi görmüştüm.
Ahrar son adımlarını atıp çardağın içerisine girince sol tarafıma geçip yönünü bana döndü.
"Salıncakta olman gerekmiyor mu?" dediğinde şaşkın sesiyle ona hayır cevabı olarak başımı iki yana salladım. "Peki iyi misin?" sorusu geçen gün yaşadığım hastalık için olduğunu anladım.
O gün yaptığı şey ne için tam emin değilim ama yine de ona büyük bir teşekkür borçluyum.
"Evet iyiyim teşekkür ederim. O gece olan yardımlarınızı için. Ve bana her ne içirdin bilmiyorum ama beni bir gecede toplardı. Sağ ol yaptığın her şey için." dedim sesimdeki minneti saklama gereği duymadan.
"Bunun için teşekkür etmene gerek yok yapmam gereken şeyi yaptım. Seni o halde bırakıp gideceğimi düşünmedin umarım. Hiçbir zorunluluk içinde ya da bir çıkar uğuruna yapmadım. Yapmam gereken şeydi seninle ilgilenmek. Neden diye soracak olursan çünkü senin iyi olman benim için her şeyi temsil ediyor sen iyi değilsen ben zaten çoktan mahvolmuş bir adam olurum. "dedi tok sesiyle ardından yavaşça geriye yaslanıp başını hafifçe omzuna doğru eğip bakışlarını bana dikti.
" İyi görünüyorsun buna sevindim. "dedi bundan memnun olmuş bir edayla. Karanlık yüzünden onun lacivert harelerini iyi göremiyorum ve bu canımı nedense sıkıyor. Biraz uzağımda olduğu için buram buram kokusu burnuma doluyor ve bu aklımın bulanması için büyük bir sebep. Bu adamın üzerimde olan bu tuhaf hakimiyeti bana ayrı bir hissi tattırıyor.
"Senin yardımınla."demiş ve bakışlarımı ondan çekip önüme çevirmiştim.
" Eskisi gibi pek kulede durmuyorsun. Ve eskisi gibi değilsin. Hayatında ne oluyor tam olarak bilmiyorum ama şunu temenni etmeni istiyorum sana bir zarar gelmeyeceği. Çünkü bundan hoşlanmam. Neden mi? Seni kaybedemem belki diyorsun şu an hayatımda bile değilsin ama Emira hayatta olman ve iyi olman benim için her şeyden daha önemlidir. Ondan sonra seninle birlikte olmak isterim. Senin her anına tanık olmak isterim. Belki de beni affedecek bir ihtimalin olmayabilir ama bunun için çabalayıp duracağım ömrümün sonuna kadar. Ve seni sevmekten bir an olsun bile vazgeçmeyeceğim. "sözleri zihnimde onca düşünceyi bir anda canlandırmış, bir kaos başlamıştı zihnimde.
Her düşünce başka bir katliamı fısıldayıp duruyor, birden fazla acıyı bana hatırlatıp durmak için rekabet edip duruyordu. Zihnim gerçeği fısıldayıp dururken kalbim başka bir şey söylüyordu.
'Gerçekler sandığın gibi olmayabilir.'
Bu ses beni yerle bir edip tüm direncimi yıkıp geçiyor, aslında tüm yansımadan oluşan hayatımda bana çoğu şeyi bir bir sunuyordu. Ama zihnim duydukların neyin nesi diyip dururken kalbimi kilitli bir kutuya saklayıp onu terk ediyorum ıssız bir yerde.
"Hayatımda birçok şey değişti. Amaçlarım yön değiştirdi." demiş ve derim bir nefes alıp ardından devam etmiştim konuşmama ama sesimdeki tını kendini ele veriyordu. Biraz kırgınlık belki de biraz kızgınlık... Ve ne çok hayal kırıklığı... "Ve eski ben başka bir evrede durdu. Şu an başka bir ben var. Önceliklerim değişti. Hayatımın değişmesi gibi. Bir anda başka bir yaşamın tam içerisinde buldum kendimi. Ve bu yaşamda kendimi bir hayat kurdum. Ve onu devam ettirmek için mücadele etmem lazım.. "diyip ona bendeki değişimin sebebini az çok anlatmaya çalıştım.
Anladı mı bilemem ama bunun değişiminin kendisine ait olduğunu hissetmişti. O konuşmaya cesaret edemeyince ben devraldım yine.
" Ben sayende düne takılı kaldım. Bu ne kadar yanlış olsa da bir yerden sonra iyi bir tecrübe oldu. Daha dikkatli oldum bunun sayesinde. Her şey bir anda şüphe haline geldi benim için. Her şeye bir anda güvenmeyi bıraktım. Sırtımı kimseye artık kolay kolay yaslamamayı öğrendim. Başka şeylerde öğrendim ama sen zaten bunu biliyorsun. İhanetin nasıl hissettirdiğini. "dediğim anda sertçe yutkunduğunu duydum.
Ona bakmadım ama şu an yüzünde bir pişmanlık izleri vardı bunu hissediyordum. Pişmanlık ne için pişmanıdı yaptıkları için mi yoksa yapamadıkları için mi? Bu düşünce acıyı tüm iliklerimde hissetmemi sağladı.
" Ben— "dedi ve bir anda devam edemedi.
Neden sustuğunu anlamak adına ona döndüğü anda bakışlarım bir şey gördüm. Ona baktığım anda bakışları bende değildi. Ahrar uzaklara dalıp gitmişti. Her ne düşünüyor bilmiyorum ama kederli bir halde olduğunu görmek canımı yaktı. Sebebi neydi peki? Ona dikkatli bakınca uzun zamandır çoğu şeyi benim yaşadığım gibi onun yaşadığını hatta hissettiğini görür gibi oldum. Peki neden böyle hissediyor? Sonuçta bunu bile bile o yapmadı mı?
Sonra birden göğsü derince şişip indi. Sanki aldığı nefes ona dar gelmişti de daha fazlasını ciğerlerine çekmek istedi. Birkaç saniye daha böyle sessizce durdu sonra içinde tutamamış bir şekilde cümlesine devam etti.
" Ben, seninle birlikte ana takılı kaldım. Sadece her zaman içinde bulunduğum anı tüm hisleriyle yaşamaya ve hissetmeye kendimi alıştırdım." dediğinde sona doğru kısılan sesiyle ondan gökyüzüne doğru kaydı bakışlarım.
Belki de görmesem daha az acı çekerdim olamaz mı? Neden her şey artık sadece acı veriyor ki? Bu çok kötü bir his. Onun söylediklerini bir müddet zihnimde tartıp durdum sonra dudaklarım içinde tuttukları hissi kelimelere döktü. Belki de daha az acı çeker umuduyla.
"Sen benim çıkmaz sokağımdın" dedim yıldızları saymaya başlayıp. Sanki hepsini sayabilecekmişim gibi. Ama o sokak şimdi yok oldu. Orası tamamen ortadan kayboldu. Sonra devam ettim. " Bir anda rastladığım ama bin defa parçalandığım yerdin. Artık o sokağa girmeye korkuyorum. Çünkü aynı şeyleri tekrar tekrar yaşayacağım hissi beni ele geçirip nefessiz bırakıyor beni. Ben bunu bir daha yaşamak istemiyorum. Beni buna zorlama." dediğim anda ne kadar yaralandığımı ve bu yaranın daha kapanmadığını ve bir daha asla kapanmayacak kadar derin bir yara olduğunu bizzat sözlerimle anlattım.
Ben bunları diyince Ahrar yorgun bir sesle benim cümleme atıf yaparak konuştu. Bu hali her ne kadar üzgün olsam da acı acı gülmemi sağladı. Bunu yapması bazen can sıkıcı olsa da onunla böyle bir iletişim içerisinde olmak tuhaf hissettiriyor.
"Sen benim soluklandığım durağımdın. Bir anda karşılaşıp bin defa uğradığımdın." dediğinde Ahrar yavaşça ona doğru bedenimi çevirdim. Ve tam yakınımda buldum onunla ara bu kadar yakınlaştık? Neden anlayamadım? Düşüncelerimi uzağa itip uzun zamandır zihnimde dönüp duran soruyu sordum.
"Pes etmeyeceksin değil mi?" dedim ne cevap vereceğini merakla beklerken. O anda Ahrar lacivert harelerini çoktan bana dikmiş ve pür dikkat beni izlediğimi gördüm. Sanki beni izlemek onun için nefes almak gibi ona yaşamı sunuyordu. Ve bu olamazsa ölüp gidecek gibi lanse ediyordu.
"Hayır." dedi kesin bir kararlılık içinde sonra şunları ekledi. "Pes etmem. Etmeyeceğim de." bunun olma ihtimali bile ona ne denli acı verdiğini gerilen bedeninden anladım. Hiç mi düşünmedi bensiz olacağı bir yaşamı? Bu oyun onun için ne ifade ediyordu? Sonunun ne olacağını az çok bilmesi lazımdı.
"Pes etmek demek ölmek demek. Ve ben ölmek istemiyorum. Ölmekten korkmuyorum ki ben seni bir daha görememekten korkuyorum. Ben buna dayanamam Emira. Ben sensizliğe dayanamam. Bir kere gözlerim seni gördü." dedi parmağıyla gözlerini gösterdi ve bana doğru biraz daha yaklaştı.
Aldığı nefes yüzümü karış karış gezdi. Sıcak bir meltem gibi soğuktan üşüyen yüzüm onun sıcak nefesiyle çözüldü. Ahrar sonra parmağını şakalarına usulca acele etmeden yasladı. O sırada asla benden bakışlarını çekmeden, vereceğim tepkiyi bir bir izledi. Bunu sanki hafızasına kazımak isteyen bir istekle.
" Bir kere zihnim seni hafızasına kaydetti. "diyip sonra kulaklarını gösterdi. Bunu dediği anda küçük bir tebessümle dudakları kıvrıldı." Bir kere sesini duydu kulaklarım." dedikten sonra sesinde büyük bir mutluluk izleri belirdi. Sanki sesimi duymak onun için büyük bir armağandı ve bunu asla kaybetmek istemiyor gibi bir hali vardı. En son işaret parmağı yavaşça aşağı indi ve kalbinin üzerinde durdu." Bir kere kalbime yerleştin. Hemde sonsuza kadar. Şimdi sen söyle nasıl unuturum seni?"diyince gözlerim titreşti.
Bir yumru oturdu boğazıma bir daha gitmemek üzere. Bir sızı baş gösterdi kalbimde. Öyleki nefes alamadım. Öyleki zaman durdu ve ben tekrar tekrar aynı acıyla sınandım. Bedenim kitlendi bu soru karşısında. Sonra güçlükle dudaklarımı hareket ettirip sorusuna yanıt vermeye hazırlandım.
" Bilmiyorum. "dedim çünkü diyecek bir şeyim yok ki.
Ben bir kere daha unutamadım onu. Nasıl ona unutacağı yolu söyleyebilirim ki? Bilsem bunu ilk kendime uygularım. Ama yok. Böyle bir yol yok. Ahrar unutulmamak üzere kalbimde var oldu. Varlığı bir daha silinmemek üzere zihnimde, ruhumda kendini kazıyıp durdu. Kendi hislerimi bir kenara bırakıp ona odaklandım.
O da benim gibi acı çekiyordu. O da benim gibi hüzün içerisinde boğulup duruyordu. O da benim gibi karanlığa gömülü halde duruyordu. Artık ikimiz de tamamen karanlık içinde yaşam sürüyorduk. Ne zaman bir araya gelsek işte o zaman hayat bulur aydınlığa ulaşırdık. Ama bu çok uzak bir ihtimaldi. Hemde çok uzak bir ihtimal.
"Emira biliyorum seni çok kırdım, üzdüm, incittim... Ve daha nicesini yaptım ama affedemez misin? "dedi yalvarır bir sesle. Sesi titremiş ve bana doğru eğilip alnını alnıma yaşamıştı. O an derin bir nefes ciğerlerine çekip kokumu soluduğunu anladım. Birkaç saniye içinde ikimizin de o anda gözleri kapandı ve bu anı yaşamak için kendimize kısa bir süre tanıdık." Beni affedemez misin? Yaptıklarımı unutup yeniden başlayamaz mıyız? "bir umutla sorduğu sorunun cevabı bende yoktu ki . Ya da ben bunu hiçbir zaman düşünemedim. Bunun için kafa patlamadım. Ben ona bunun cevabını veremezdim. Buna ne gücüm vardı ne de iradem. Tek yapmam gereken şeyi yapmaya çalıştım ama bu da acı verdi.
İşte tamda o anda dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı. Anında dudaklarımı sımsıkı kapattım ve ağlamamı durdurdum. Şimdi olmazdı. Onun yanında ağlayamazdım. Bu kadar güçsüz olduğumu ona yansıtmazdım. Kendime gelmem lazım. Derin bir nefes alıp ondan uzaklaşıp geriye doğru kendimi çektim.
Bir şey diyemedim. Yavaşça ayağa kaktım. Ben kalkınca Ahrar çaresizlik içinde bana baktı.
Gitme dercesine hemde. Ama ona istediğini vermedim. Olduğum yerden kaçar adımlarla uzaklaştım. Belki de en doğrusu buydu. Ona veda etmek. Sonra zaten beni bekleyen şey ölümdü. Şimdiden alışması lazım. Çünkü başka bir çaresi yok bu savaşın.
Adımlarım beni odama getirmişti. Dışarıdan bakılınca belki hissizlik beni tamamıyla ele geçirmişti. Fakat içimde bir yerde büyük bir acı yığını vardı. Ve bu acılar karanlığın hükmünden kurtulup, amansızca kaçışıp duruyordu bir yerlere. Düşünüyorum daha ne kadar gidecek yolumun kaldığını. Daha ne kadar ilerlemem gerektiğini. Verecek bir cevabım yok. Ya da belki de benim için cevaplar yeterli değil.
Aslında artık hiçbir şey benim için yeterli değil. Olmuyor ve bunu yapamıyorum . Bu yaşamın içinde bir yerlerde kendi hislerimi canlı tutamıyorum. Ve sadece bir şeye odaklanarak tüm her şeyi geri plana atıyorum. Belki de bu benim en kolay kaçışım.
Belki de savaşmak yüzleşmekten daha kolaydır. Çoğu insan her daim kolay olandan çabucak vazgeçer. Zor olan ona zorluk getirmez düşüncesi onu ele geçirmiştir. Hayatın her uçuk noktasında bir yaşamın çığlıkları mevcuttur. Ve benim her yaşam durağında sessiz çığlıklarım mevcut.
Sabah olmak üzereydi. Yavaşça gün doğuyor ve yeni bir gün başlıyordu. Ve yaşadığınız her şey mazi olarak raftaki yerini alıyordu. Unutmak ne sancılı bir süreç! Ne belirsiz bir şey! Unutmamaksa lanetli bir hastalık. Seni kıskıvrak ele geçiren, seni yok etmekten başka bir şey yapmayan bir şey.
Unuttuklarımın yanında en çok unutamadığım şeyler yer alıyor. Tek bir cümle beni belki bu yaşama bağlıyor.
'Gidebileceğim en son yer huzurlu olacağım bir yaşamla eş değer.'
Bazen zamanın akıp gitmesi içerisinde sonsuza kadar durmak istiyorum ama şu an yapmam gereken onca şey varken bu şekilde hissizce duramam. Kendi hayatımı yine erteleyebildiğim kadar erteleyip, üzerime düşen sorumluluğu yerine getirmem lazım. Bu sayede herkesin iyiliğini gözetip sonrasında yeni hisleri algılayacak ve bunun üzerine dikkatli bir şekilde düşünecek fırsatım olacaktır.
Kendi sessizliğimden kurtulmak iki günüme maal oldu. Sonrasında yapmam gereken şeye odaklandım. Taşları bulma girişimi.
Sisler Diyarı küçük bir yolculuk ...
⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘
Şafak sökmek üzereydi. Çoktan Moritanya Kalesi'ndeki yerimi almış, zemin katta bizimkilerin gelmesini bekliyordum. Victoria benimle gelmeden önce küçük bir işini halledip öyle gelecekti. Gelmeden önce de Dennis 'i Avcılar krallığından alıp öyle geleceğini söyleyince bir şey demeden kabul etmiş, tek başıma sözleştiğimiz alana gelmiştim.
Zemin kata geldiğim anda geçiş yapacağımız geçidi aktif hale getirip, zamandan kazanç elde etmek istemiştim. Sessizce geçide bakıp duruyor, düşünce evreninde mücadele verip duruyordum. Hâlâ iki gün önceki gece Ahrar 'la olan konuşmalarımız zihnimde devrilip duruyor, keşkelerin pençesinden kaçmaya devam ediyordum.
Bulunduğum yerde gürültülü adım sesleri duyunca bakışlarımdaki hisleri yok edip arkama doğru döndüm yavaşça. Kalenin ana hattında bulunan kapıdan giren Varisler gözükünce anında her zamanki Emira kimliğine büründüm.
"Geciktiniz" dediğim anda Enfal biraz geride gelen Dehri 'ye işaret yapınca bu gecikmenin asıl sahibinin Dehri olduğunu anladım. "Beyefendi uyanamadı. Onu biraz bekledik." diye Enfal dem vurunca yaşadığı şeye anında onun arkasında duran ve ona kızgın bakışlarla bakan Dehri suratını asarak adımlarını hızlandırdı ve birkaç adımda onun önüne geçip bana doğru ilerledi. Tam karşıma geçince bana kısa bir baş selamı verip başladı Enfal 'i kötülemeye.
"Bu piç kurusu yine beni tuhaf şekilde uyandırdığı için ona olan öfkemi çıkarmak için küçük bir girişimde bulundum. Gecikmemizin asıl nedeni bu!" bunu dediği anda Dehri' den çektiğim bakışlarımı Enfal 'e çevirdim ve doğru mu diye teyit etmeye çalıştığım anda Enfal genişçe sırıttı.
Kurnaz adam bunu yaptığı için pişman olmadığını gösterdi. Dehri ona sırtı dönük olduğu için Enfal' in yüzünde olan sırıtmadan bihaberdi. Tam arkasına dönüp Enfal 'e baktı ki birden Enfal anında yüzünde bulunan ifadeyi söküp attı ve sanki etrafı rastgele izlemeye başladı. Dehri ona baktığı anda Enfal sanki ona yeni bakmış gibi davrandı.
Dehri ona nasıl bakmış olabilir ki Enfal daha farklı bir şekilde güldü. Tabiri caizse adice gülmüştü. Yüzündeki ifade her ne yapmışsa bundan baya keyif aldığını apaçık gösteriyordu.
"Hey tamam bakışlarınızla birbirinizi öldürmeyi bırakın. Hem neden bu şekilde bir iletişiminiz var ki? Siz erkekleri anlamak çok zor." diye yakındığım anda birden dördü aynı anda konuştu.
"Dedi her adımı tahmin edilemez kadın." bunu bir anda söylemeleri bile bana şaşkınlık yarattı.
Hiçte öyle tuhaf yanlarım yok bir kere! Onlar abartıyor. Gayette makul biriyim. Yani öyleyim. Öyleyim değil mi? Değilsem de bu onların sorunu bana ne!
"Daha iyi değil mi düşmanlarım bu yüzden bana zarar vermeye kalkmaz çünkü getirisi fazlasıyla ses getirir." dediğime hepsi bana kendimi bu konuda yücelttiğim için bakışlarıyla inanılmazsın dercesine baktıktan sonra hemen sonrasında sesli bir nefes vermelerini sağladı. Hepsinin zihninde kesinlikle kendimi bu konuda bile övmekten geri kalmadığımdan ötürü kendini beğenmiş düşüncesi yatmıştı bunu bana çevrili olan bakışlardan anlamıştım.
"Tamam hadi kesin şöyle bakmayı yoksa bir daha bana bakacak gözlere sahip olmazsınız." diye açık açık tehdit edince bir an hepsi bunu yapacağım düşüncesinde olduğu için anında bakışlarını benden jet hızıyla çekip başka yere bakmaya başlamıştılar.
"Hadi ama o kadar kötü biri miyim ben? Neden bu dediğimi yapacağım düşüncesine kapıldınız?" diye alıngan ama bir yandan da üzgün bir ses tonuyla konuşunca bakışlarım ayrı sesim ayrı şeyi söylediği için hepsi sesli küfürler söylemiş ve bu halleri kahkahalar atmama sebep olmuştu.
" Gerçekten siz kadınlar denildiği üzere tehlikeli yaratıklarsınız. "diyen Enfal 'e masumca bakmama rağmen sesimdeki o kendine olan hayranlık gözler önünde duruyordu.
" Hadi ama bu kadar güzel bir kadına yaratık demeye utanmıyor musun? Bence ben hiçte yaratığa benzemiyorum. Senin gözlerin yanlış görüyor. "demiş ve arkamda duran aynaya bakıp bunun olmadığını göstermeye çalıştım. Ben aynaya dönünce tekrar bir anda Dehri, Enfal ve Nehar ağız dolusu küfür etmiş sadece Kavi bu halime kıkırdamakla yetinmişti.
" Ah beyler biz kadınlar ne diyorsak onu kabul etmeniz gerekiyor yoksa her daim böyle mağlubiyetle taçlandırılırsınız." diyen sesi duyunca anında arkama dönüp bakınca olduğumuz alana doğru gelen Victoria 'yı gördüm.
Yavaş kendinden emin adımlarla olduğumuz alana doğru gelirken bakışlarıyla Varisler' e onları küçük gören bir ifadeyle bakmıştı. Onun bu bakışını gören Varisler 'se sadece oldukları yerde ayakta dikilirken ben ve Victoria' ya öldürücü bakışları yanında bu sohbetin devamını getirmememiz için uyarıcı bakışlarla bakıyordu. Canımız isterse bunu sonsuza kadar sürdürebilirdik ama şu an ne yeri ne zamanıydı.
Victoria yanma gelince ona yaratığa mı benziyorum diye kısık sesle sorunca anında bana 'Hayır çok güzelsin onlar bunu ayırt edemeyecek kadar kör.' dediği anda ona kocaman tebessümle karşılık vermiş ve Varislere kötü kötü bakmıştım. Hah ne anlarlar ki bunlar!
Sonunda hepimiz artık didişmeyi bırakıp harekete geçmiştik. Açtığım geçitten gideceğimiz Sisler Diyarı' na geçmiş ve yapmamız gereken şeyi başlatmıştık. Geldiğimiz yeri açık, iç açıcı bir yer olarak hayal etmişseniz yanılıyorsunuz çünkü geldiğimiz yer göz gözü görmeyecek kadar sisle çevrili, kötü kokuların olduğu bir yerdi. Üzerinde olduğumuz zemin balçık kıvamda ve akışkandı. Etrafımızda koca koca yıkık enkaz kalıntıları mevcuttu. Burası harabe bir yere dönmüştü. Uzaktan burnuma doğru gelen his kokusu ve çürümüş maddelerin kokusu burnuma kadar ulaşıyor.
"Burası ne iğrenç bir yer! " diye ilk andan yakınan Victoria hepimize göz devirtmişti bile. Sızlanmasına karşılık vermeden ilk yaptığım etrafımı inceleyip nereden ilerleyeceğimizi belirlemekti. Hadi bakalım bir de buradan yak. İlk adımı attığım anda ayağım birden derin balçığın içine batınca anında ayağımı geri çektim. Son anda öne doğru savrulmaktan kurtulmuştum.
"Burası sandığımdan daha zorluk çıkaracak bize. Yürümek imkansız bu balçığın içinde." demiş ve çaresiz bakışlarımı yere çevirmiştim. Zaten etraf sislerden dolayı görünmüyor. Sadece önümüzü görüp öyle bulunduğumuz yer hakkında bir hükme varmıştık. Etrafa bakmak çok zordu çünkü sis her şeyi ele geçirmişti.
Birkaç adımda olduğum tarafa gelen Dennis kaygı ve ne yapacağını bilmeyen kafa karışıklığı içinde konuşmuştu.
"Şimdi ne yapacağız? Burası şu ana kadar geldiğimiz en pis en tehlikeli en bedbaht yer. Daha önümüzü bile zor görüyoruz. Nasıl bu yerle ilgili bir karara varıp ona göre taşı aramaya başlayacağız?" dediğinde bizi aslında bu yerin çok fazla zorlayacağını açıkça dile getirdiği anda sadece susmakla yetindim.
Çünkü söyleyecek bir şeyim yoktu şimdilik. Diğerleride yanıma gelmiş ve hep bir arada istişare yaparak nasıl bir yol izlememiz gerektiği hakkında bir karara varmaya çalışmıştık. Ama hepsinin sonu yine aynı düşünceye çıkıyor. Bu balçığın içinde ilerlemeye. Diğer türlü başka bir şekilde ilerleyeceğimizi düşünmüyorduk.
Daha balçığın içine girmeden Victoria sızlanmakla kalmamış birde bunu yapmayacağını söyleyip durmuştu. Ah hiç iyi bir yolculuk olmayacağını şimdiden anlamıştı.
Sonunda hepimiz bu yoğun toprakla bulandırılmış balçığın içinde ilerlemek dışında bir şey yapacağımızı anlayınca ilk giren ben olmuştum. Sol ayağımla yavaşça balçığın içine girmeye başladığımda yoğun iğrenç bir koku burnuma ulaşmıştı.
Taşı bulduktan sonra saatlerce duş alacaktım. Ancak paklanır bu kokunun vücudumdan çıkmasını sağlardım. Dizime kadar ayağımı soktuktan sonra diğer sağ ayağımda balçığın içine girdikten sonra neredeyse dizime kadar yüksekliğe sahipti balçık. Ama sanıyorum ki ilerledikçe bu seviye göğsüme kadar ulaşacak gibime geliyor. Umarım boğazıma kadar bu balçığa batmam.
Ben girdikten sonra erkeklerde her ne kadar istemese de benim gibi balçığın içerisindeki yerini almıştı. Tek girmeyen Victoria kalmıştı. Ona doğru dönüp hadi gel dercesine işaret yapınca kararsız bakışları bir bana birde içinde olduğum çamura baktı.
"Ben acaba gelmesem mi? Burada gözcülük yaparım." dediğine onu baştan aşağı süzdüm. Aslında iyi bir teklifti hem böylece yok boyunca onun sızlanmasını dinlemezdim. Olur dedikten sonra arkamı dönüp yavaşça düşmemeye çalışıp ilerlemeye başladım. Erkekler çoktan bu yoğun çamur içinde ilerlemeye başlamıştı. Onlara yetişmeye çalışırken birden Victoria korkuyla desibeli yüksek sesiyle konuştu. O an ne diyeceğini bildiğim için keşke demeseydi düşüncelerine kapıldım.
"Bende geleceğim bu korkunç yerde tek başıma kalırsam bu nadide varlığımın başına neler gelir kim bilir?" diyerek az önce verdiği kararı bozmuş, bizi sadece keşkelere boğacak anlara sürüklenmişti. Arkamdan bir ara Dehri 'nin şimdi başlayacak beynimizi kemirmek için sarf edeceği anlar. Yani yalan yok doğru söylüyor bunu yok sayamam. Victoria bakımı konusunda pimpirikli biri ve şu an onun bu pis kokulu çamurun içinde olması sabır seviyelerimizi ne denli zorlayacağının göstergesi.
Victoria daha girmeden ekşimiş yüz ifadesiyle balçığa bakınca anında devreye girdim.
"Victoria oyalanma. Daha işimiz var. Seni bekleyemeyiz. Geleceksen gel gelmeyeceksen bırak bizi işimizin başına dönelim." dediğim anda birden Victoria pat diye kendini balçığın içine bıraktı. Bunu yaptığı anda gözlerini kapatmıştı.
"Yavaşça olmasındansa bir anda tim bu iğrenç dolu anı yaşamayı tercih ederim. Yoksa diğer türlü yapamazdım." diye hâlâ gözleri kapalı bir vaziyette bunu söylediği anda ona hayretler içinde baktım. Elimi ona doğru uzattım.
"Hadi gel." diyince kapalı olan gözlerini açıp bana ve uzattığım ele baktı. Nedense şu an çok ürkek bir çocuk gibi gözüktü gözlerime. İstemeye istemeye birkaç adım atıp bana doğru ilerledi. Adımları sonra yavaşça hızlandı ve yanımdaki yerini aldı. Una yana ilerlemeye başlarken erkekler önümüzden ilerlemeye devam etti. Ama önlerine dönemden önce Victoria 'nın yüzündeki o tiksintiye bakıp keyifle güldüler. Sessiz gülüşleri benim kadar Victoria' nın da bakışlarından kaçmadı.
Nerdeyse bir saate yakın bu çamur içinde yürümüş, yorgunluktan bitap düşmüştük. Ama soluklanacak bir yer bile olmadığı için dinlenmeden ilerlemeye devam etmiştik.
"Taşı tam olarak nerede arayacağız? Burası tamamen bataklıktan geçilmiyor." Dehri 'nin sinirli söylemine sadece susarak cevap verdim. Çünkü verecek bir cevabım yok.
Taşı nerede arayacağımızı bilmiyorum ki! Her yer aynı desem balçığın altında ama böyle önemli bir taşı bu denli iğrenç bir çamurun içine saklamazlar diye düşünüyorum. Burada bir yerde ama hâlâ o yere gelmedik diye düşünüyorum. Yani umarım öyle olur. Diğer türlü istesekte burada taşı bulmamız aylarımızı bulur. Bizim o kadar zamanımız yok gibi.
"Acaba dağılsak mı?" diye bir öneride bulunan Victoria 'ya anında herkes dönüp baktı. Bu bakışları aslında susmayı dene diyordu. Çünkü dağılsak ne olacak her yer aynıydı ve kaybolma ihtimalimiz çok fazlaydı.
"Aslında şunu düşünüyorum saçma bulacaksınız ama eğer taşı bulursak sizden ricam yine bu yoldan gitmeyi tercih etmeyelim ve geçit açıp öyle gidelim çünkü benim artık gücüm tam anlamıyla tükendi. Dinlenmek için bir her bile yok. Çok uzun kaldığımız anda sanki balçık daha derin bir hal alıyor. " Dennis bunları söyleyip durduğu anda aslında buraya ilk geldiğimiz andan itibaren aklımda olan şeyleri dile getirdi.
Bu iğrenç yolu bir daha geri gitmek hiç mi hiç istemiyorum. Ve sanki uzun bir süre yürümeyi bıraksak anında bu olduğumuz yer bizi içine çekiyor hissiyle dolup taşıyorum. Burası sandığımızdan daha farklı ve ilginç bir yer.
Buson cümlemiz olmuştu. Tekrar ilerlemeye başlamış ve uzun bir süre bu böyle devam etmişti. Ta ki bir anda Dehri 'nin ayağı kayıp düşme ihtimaliyle yüzleşene kadar. İşte o sırada birden Dehri ayağı kayınca sağ eli çamurun içinden geçip yukarı doğru kalkınca çamuru hızla istemsiz olarak olduğumuz tarafa sıçratmıştı. Neyseki ben geride olduğum için yüzüme gelmemişti. Ama Victoria için bunu söyleyemem. Dehri 'ye yakın olduğu için anında sıçrayan çamur yüzünün yarısına çarpmıştı.
"Aptal nasıl o şeyi güzel suratıma atarsın!" tamda o sırada Victoria çığırından çıkmış bir halde konuşmuş ve yüzüne helen çamuru elinin tersiyle silmişti tiksinerek.
Her ne kadar silse de çamurdan izler hâlâ duruyordu yüzünde.
"İğrenç ya hepsi senin yüzünden bu güzelim yüzüm mahvolacak! "diye ateş saçan bir ifadeyle Dehri 'ye bakınca Dehri anında bilerek olmadığını söyledi.
Zaten Dehri son anda kendini çamurun içine batmaktan Kavi 'nin yardımıyla kurtarmış, yardımı için Kavi' ye teşekkür ettikten sonra dengesini geri kazandığı anda bakışlarını onu çocuk gibi azarlayan Victoria 'ya çevirmişti.
"Nereye bastığına dikkat etsene Dehri kör müsün görmüyorsun?" diye tekrar azarlamaya başladığı anda artık tansiyon Dehri için yükselişe geçmişti.
"Eh yeter anlamıyor musun ayağım kaydı. Sende bunu gördün. O an dengemi kaybettim bununla uğraşırken o muazzam cildine çamur geleceğini düşünemedim kusura bakma." Bu sözlerinde hafif bir alay ve bıkkınlık vardı.
"Düşüp düşmemen senin sorunun ama bana yaptığın şey senin hatan yüzünden oldu." demiş ve ortalığın daha çok kızışmasına sebebiyet vermişti.
Hiddetle Dehri' nin, Victoria 'ya dönmesi ve bakışlarında yatan sinir onunda iyiden iyiye artık tahammül sınırları içinde olduğunu yansıtıyordu. Victoria' dan geri kalmayıp o anda tekrar konuşmuştu.
"Başlayacağım şimdi suratına Victoria! Bilerek yapmadım dedim ya elli kere! Ne anlamaz şey çıktın sen!" demiş ve önüne dönüp sinirli adımlarla ilerlemeye başlamıştı Dehri.
Onun hemen arkasından erkekler onu takip ederken ben durup Victoria 'yı sakinleştirmek için çabalamıştım. Bu her ne kadar zor olsa da az da olsa onu sakinleştirmiş ve kaldığımız yerden devam etmiştik ilerlemeye. Tabii bana çaktırmasa da ara sıra Victoria' nın Dehri 'ye öldürücü bakışlarla baktığına şahit olmuştum.
Elimde olsa Dehri' yi bu çamura batırıp çıkaracak zihniyette olduğunu bu düşüncenin zihninden geçip gittiğini anlamamak imkansızdı. Neyseki yolun kalan kısmında herhangi bir şekilde ikiside birbirine sataşmadan ilerlemişti. Zaten yol bizi yeterince yoruyordu birde onlar bizim için sorun çıkartmayı düşünmesinlerdi. Buna ne halimiz nede gücümüz vardı. Zaten geldiğimize pişman olmuştuk bile.
⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘
Hâlâ ilerliyorduk. Sanki koca bir dünya içinde gibiydik. Bulduğumuz alan mı çok büyüktü yoksa biz mi çok yavaş ilerliyorduk? Verecek bir cevabım yok çünkü emin değilim. Artık tamamen mahvolmuş bir halde bulunuyorduk. İçinde olduğumuz çamurdan olan bataklık mı desem balçık mı desem dizimizin seviyesini aşmış ve artık tam göğsüme kadar yükselmişti. Sanki yavaşça dibe doğru ilerliyorduk.
Nasıl denize girdiğinizde yavaşça yerden dibe doğru ilerlersiniz ya hah işte bizde şu an bu haldeyiz. Şu an artık iyiden iyiye bu çamura saplanmış zorlukla ilerliyorduk. Tüm gücümüz bedenimizden çekilmişti. Evet bu zamana kadar birçok krallığa gittik ama bu kadarı tahmin edilemez bir zorluktu. Aslında hiçbir şey yapmadan bile burada insan yorulurdu ki.
Ve biz istesekte dinlenmeden saatlerce yürümüştük. Tabii yol sandığımız gibi sessiz geçmemişti. Victoria sağ olsun bütün yol boyunca sızlanmaktan geri kalmamış, tüm sinir sistemimizi alaşağı etmişti. Sabır denen bir şey bırakmamıştı bizde.
Susmuyor, susturulamıyordu. İlk zamanlar hepimiz sırayla sustursakta bir süre sonra tekrardan başladığı için artık onu görmezden gelmeye çalışmıştık. Ama Victoria sanki inadına bu yaptığımız şeyi yok etmek adına hep sızlanmış asla susmamış, hepimize teker teker konuşup durmuştu.
Aramızda bazıları artık konuşsa dahi bir şeye yaramayacağını anladığı için çıldırmak pahasına susmayı sürdürmüş olabildiğince söylenen sızlanmaya kulak tıkamıştı. Ben artık bir süre sonra algımı başka yere çekmek için kendi kendime bir şey söylemeye başlamıştım. Çünkü bunu yapmasam olduğum yerde avaz avaz bağırıp tüm içimde tuttuğum şeyleri ortaya dökeceğim.. Ve bunu yapmak istemiyorum. Korktuğum ya da çekindiğim için değil işe yaramayacak olduğunu bildiği için ve söylemekle, bağırmakla kalacağım için.
Ve Victoria yine ve yine tekrar tekrar başlamıştı. Hep aynı cümleleri de söyleyip durmuyor mu çıldıracağım!
"Bu güzel vücuduma bakın nasıl bir pisliğin içinde kaldı." bunu dediği sırada sesi titremiş, ağlamak üzereydi ama nedense ağlamıyor.
Belki ağlasa hem o hemde biz rahatlayacağız. Yanımda olan Dennis yine başladı bakışlarıyla Victoria 'ya bakıp ilerlemeye devam etti yanımda. Victoria birkaç adım önümüzde ilerliyordu. Arkasında gitmemizin sebebi düştüğü anda onu tutup kaldırmak içindi. Yoksa öyle olduğu yerde çırpınarak can verip duracaktı.
Bunu istemediğimiz için ben ve Dennis bu işi üstlenmiştik. Tekrar devam edince Dennis sesli bir nefes verdi. Öndekiler onun sesini duymamak için hızlı gidip duruyordu ama en fazla arkalarında bir metre mesafe oluyordu. Çünkü bu yoğun çamur içinde ilerlemek çok zordu.
"Saçlarımın dipleri, tırnaklarım ve diğer her nadide parçalarım bu pis bataklık içinde mahvoldu." dedikten sonra adım atmayı bırakıp bin kere yapıp durduğu gibi yine kendini inceleyip durmuş, ve titreyen sesiyle konuşmuştu.
Görmesem de gözlerinin yaşadığını anlayabilmek zor değildi. Onun için güzel ve bakımlı olmak başka bir şeydi. Ve bu şu an yerle bir olmuştu. Sızlanması da bu nedenle bu kadar uzun sürmüştü. Kendine çeki düzen vermiş olmalı ki sesindeki o titreme yok olmuştu. Bu sefer konuştuğu anda sesinde hafif bir serzeniş, inatçı bir tutum yatıyordu.
" Emira bana güzellik seansı borçlusun. Bak ne hale geldim senin yüzünden." dedi suçlu tarafı ben olarak seçip bana yüklendi . Sanki bunu yapmazsam beni her an öldürecek gibi duruyordu. İstediği kadar onu cild bakımına gönderebilirim. Her şey kabulümdü. Ama şu an biraz daha dayanmak zorunda.
Tekrar ilerleyince bizde ilerlemeye devam ettik. Biraz daha konuşursa bence artık hepimiz şuracıkta Victoria 'yı öldürme potansiyeline sahiptik.
Neden mi? Geldiğimiz andan bu yana yok tırnağım kırıldı. Yok saçıma bir şey girdi. Yok ayağım burkuldu diyip durdu. Artık buna dostları olsak bile dayanacak gücümüz kalmamıştı ve onu susturmadıkça kafayı yiyecektik. Bence kendi van güvenliği için bir müddet susması gerek. Victoria sızlanıp duruyordu ama bizde ondan farklı değiliz. Bide onunla aynı şeyi yaşadık. Aynı bataklığın içinde bulunuyoruz. Bizim halimizi görmüyor mu?
Sanki biz ona göre halimizden memnunuz! Umarım böyle bir algı zihinde yaratmış değildir! Değildir değil mi? Bu Victoria 'ysa insan emin de olamıyor ki.
Bildiğin Sisler Diyarı bataklıktan ibaret. Mahvolduk bu bataklık, çamur içinde olmaktan. He yerim çamur ile kaplı. Günlerce duş alsam sanki temizlenemeyecek düşüncesindeyim. Ben böyle bir şey görmedim ya ömrü hayatım boyunca. Görmek dahi de istemiyorum. Bu iğrenç bir şey. Her adım. Atışımda o çamurun içine batıp çıkan ayaklarım, o yapışkan hali, yaydığı kokusu beni mahvetti. Hiçbirimiz iyi değiliz ama buna mecbur olduğumuz için dayanmak zorundayız. Yoksa çoktan hepimiz pes edip gitmiştik bir zorunluluk olmasaydı.
Yani Victoria bizi de kendisinden ayrı sanmasın. Hepimiz bedbaht içindeyiz ama gel gör ki en çok sızlanan Victoria hanım oluyor nedense. Ben kendi kendime düşünürken birden yine Victoria konuşmuştu. Daha doğrusu çığlık atarcasına konuşmuştu.
"Emira!" diye çığırınca dediklerini onaylamıştım ve bunun için ismimi zikretmişti. Pes eden sesimle ona teslim olmuştum.
"Tamam istediğin kadar seansa gitmeni sağlayacağım." diye onun gibi yüksek sesle konuştum. Ama ben daha çok artık beni rahat bırak istediğini aldığına göre tavrıyla konuşmuştum. İstediğini aldığı anda nedense susmuştu. Ama bu sefer artık Dehri dayanamamış olmalı ki anında ona yükselmiş ve içinde tuttuğu her şeyi sesli bir şekilde dile getirmişti.
"Kızım seni bu çamura gömüp diri diri öldüreceğim biraz daha sızlanmaya devam edersen." diye artık dayanamayan Dehri iyiden iyiye sabrı taşmış öfkesi artık onu ele geçirmişti. Olduğu yerde geriye dönmüş ve ateş saçan bakışlarla Victoria 'ya bakıyordu. Elinde olsa onu gerçekten şu çamura gömüp çıkaracak halde duruyordu.
"Geldiğin andan bu yana bir susmadın. Ne laklak ettin ya! Kafa bırakmadın kızım bizde kafa! Anladık mızmız birisin ama sanki biz dedik bu hale gel. Bizde battık ama kimse bir şey demiyor. Onun için sende çeneni kapalı tut yoksa seni şuracıkta öldüreceğim göreceksin. Nedir senden çektiğimiz yol boyunca! Yetti artık! Bir daha bunu yanımıza almayalım. "demiş ve iyiden iyiye ortamı germeye başlamıştı. Buraya tartışmaya mu geldik taşı aramaya mı belli değil! Arkası dönük olduğu için Victoria 'nın yüz ifadesini göremiyordum.
Dehri bunları derken Victoria hiç altta kalır mı?Hayır tabi ki. Anında oda karşılığını vermeye hazırlanmış anında saldırmıştı ona sözleriyle.
" Bana bak Dehri ya sen sesini kısarsın ya da ben kısarım! Emin ol ki ben kısarsam bir daha sesin geri gelmez haberin olsun. Ne hadle bana bağırıp çağırıp durursun sen! Sana ne be istediğim gibi bağırıp çağırıp dururum ben! Kimse bir şey demiyor bir tek sen konuşuyorsun! "dedi ve birkaç adım öne çıktı.
" Neden acaba? İnsanda ne kulak ne irade ne de hal bıraktın! Herkes seninle daha fazla muhatap olmamak için seni görmezden geliyor, kulaklarını tıkıyor. Onun için olmasın mı Victoria hanım? "diyerek Victoria 'nın daha fazla kızmasına neden oldu. Bir ara öne atılıp ona saldıracakken anında ona doğru ilerledim ve kollarını tutarak adım atmasına engel oldum.
Victoria kendini iyiden iyiye kaybedince tekrar bir kavga başlayacaktı bunu çoktan anladık. Onun için birkaç kişi Dehri 'yi susturmaya çalıştı birkaç kişi de benle beraber Victoria' yı. Her ne kadar uzun sürse de sonunda iki taraf arasında olan gerginlik dağılmış ve kaldığımız yerden devam etmiştik yola.
Zaten yolun sonunda bizi siler arasında yıkık dökük bir kuyu karşılamıştı. Hepimiz kuyu etrafında yer edinip aşağı doğru bakmaya başlamıştık.
"Bu kuyu da nereden çıktı? Böyle bir şey göreceğimi tahmin etmedim hiç." dediği anda Enfal onunla aynı düşünceyi paylaştım. Çünkü bende ne bileyim ev beklerdim, bir dağ, bir arazi ama hiç kuyu beklemiyordum. Zaten bakmadan geçmek olmazdı. Belki de aradığımız şey burada bulunuyordu ama böyle bir taşın böyle iğrenç bir yerde olmasını anlamış değilim maalesef.
"Ne yapacağız Emira içine girecek miyiz?" dedi bunu istemeyen bir tonda Victoria. Hepimiz o an sesli bir nefes verip onun sorusunu görmezden gelmiştik.
"Aşağı inmek için ne kullanmak gerek." diye soran Kavi 'ye daha cevap vermeden bakışlarım etrafta kısaca gezintiye çıktı. Aşağı inmemiz için güçlü sağlam bir şey lazımdı. Ama ne? Gözlerim kısaca bu sisli ortamda gezdirip bir şeyler bulmak için çabaladım.
Zaten açık bir alanda olduğumuz için bir şey bulmak çok zor olacaktı. Bakışlarım etrafı tararken, ellerim kuyunun koca taşları üzerinde duruyordu. Bir adım sola doğru giderek taşlardan destek alacağım an birden parmaklarım kalın pürüzsüz bir şeye temas edince anında başımı eğip dokunduğum şeyin ne olduğuna bakmaya ve anlamaya çalıştım.
Umarım aklımda geçen şeydir. Her ne kadar çamurlu, pis bir ortamda olsa bir sarmaşık olma umuduyla yanıp tutuşmuştum. Yavaşça yoklamaya ve ne olduğunu tam kavramaya çalışınca birden Nehar ne yaptığımı anlamaya çalışır gibi bana bakınca daha doğrusu başımı eğip baktığım yere bakınca o da benim gördüğüm şeyi gördü. Evet bu sarmaşık olmasa da kalın, dayanıklı bir bitkiydi ve uzun sapı aşağı kuyunun dibine kadar ilerliyordu.
"Emin misin?" diyen sesini duyunca bakışlarım Nehar 'ı buldu.
"Denemekten ne zarar gelir ki?" dedim ve yavaşça yerimden hareket edip kuyunun geniş taşlarına oturup ayaklarımı boşluğa doğru bırakıp yavaşça arkama dönmeye çalıştım bitkiye tutunan ellerimden destek alarak. Bedenim aşağı doğru sallanırken boşta olan ayaklarımı kuyunun kenarlarına değdirip, çatlak olan taşların boşluklarına yerleştirmeye çalıştım. Böylelikle zorlanmadan aşağı inecektim. Ben yavaşça aşağı inerken Victoria ve diğerleri bir ağızdan ne yapıyorsun dedi. Benim yerime o an Nehar cevap verdi.
"Aşağı iniyor gördüğünüz üzer." bunu dedikten birkaç saniye sonra onunda benim gibi bitkiye tutunarak kuyudan aşığı indiğini üzerime düşen gölgesinden anladım. Umarım kuyunun dibinde bizi bekleyen bir tehlike yoktur. Ya da tehlikeler mi demeliyim?
Birkaç dakika içinde kuyunun zemine inmiş, bitkiden ellerimi çekmiştim. İner inmez anında bulunduğum kuyunun içerisine bakmaya çalıştım ama içerisi zifiri karanlıktı. Sadece kuyunun giriş kısmında aşağı ışık vuruyordu. Diğer türlü diğer alanlar tamamen kapkaranlık. Bir ışık olmadan kimse burada rahatça ilerleyemez.
"Bitmiyor çilem bitmiyor." Victoria yine söylene söylene aşağı inerken diğerleri çoktan aşağı inmiş ve yanımdaki yerlerini almıştılar.
"Burası karanlık bir ışık yardımıyla ancak önümüzü görebiliriz." diyen Dennis 'e hak verdi diğerleri. O anda Dehri anında içerisinde olduğumuz kuyuyu oluşturduğu yedi ayrı büyük ateş topuyla aydınlatınca şimdi tamamen içinde olduğumuz kuyuyu net bir şekilde seçebildik. Önümüzde iki ayrı yol olunca ve bunu fark edince anında iki grup oluşturmam lazımdı.
Arkama dönüp bizimkilere bakıp grupları oluşturmaya başladım. Özellikle Victoria ve Dehri 'yi ayrı guruplara verdim.
"İlk grupta ; Ben, Victoria ve Nehar varız." bunu deyince Dehri rahat bir nefes almıştı. Bunu benim gibi diğerleride fark etti. Bir tartışma için zaman yaratmamak için anında diğer grubu da söyledim. "İkinci grupta ; Dehri, Dennis, Kavi ve Enfal var." dedim ve arkamı dönüp ilk yol ayrımına doğru ilerledim. Herhangi bir tehlike hissiyatı yoktu. Umarım yanılmam.
"O halde siz ilk yol ayrımına gidin bizde ikinci. Herhangi bir şey olursa zihin bağını kullanırız." Bunları Dehri dedikten sonra herkes gitmesi gereken yol ayrımına doğru ilerledi. Arkamdan beni takip eden Victoria ve Nehar 'ın arkasından bizim için oluşturulan ateş topu da ilerliyordu. Hatta ilk ikisini öne geçmesini sağlamış, önümüzün daha ne bir şekilde aydınlığa kavuşmasını sağlamıştım.
Bakalım tekte taşın olduğu yere gelmiş miydik?
Önümüzde olan uzun yolu bir müddet ilerlemeye devam ettik. Taki önümüze iki yol ayrımı çıkana kadar. Adımlarım durdu ve her iki yol ayrımına bakmaya başladım. Ayrılmamız lazımdı. Benim durmamla arkamdan gelen Victoria ve Nehar adım atmayı kesmeyip hemen yanıma gelip benim gibi önümüzde olan yol ayrımına bakmıştılar.
"Bence bu önümüze çıkacak ilk yol ayrımı değil. Onun için durmadan ilerleyip zaman kaybı yaşamayalım." diyen Nehar yavaşça harekete geçip sol tarafa giden yol ayrımına sapmıştı. O ilerleyip ben ve Victoria burada bırakırken bir ateş topu onunla beraber gitmişti.
" Hadi devam edelim. "demiş ve sol yol ayrımına doğru ilerlemiştim. Ben hareket edince Victoria ve iki ateş topu benim arkamdan gelmişti. Aynı yol ayrımı yine karşımıza çıkınca bende sol yol ayrımına gitmiş Victoria 'yı diğer yola sapmasını sağlamıştım.
Artık ilk grup tamamen ayrılmıştı. Zaten sonra zihin bağından bizimkiler iletişime geçince onların da aynı şeyi yaptığını anlamıştım.
"Emira burada çok fazla yol ayrımı var. Bu hiç iyi değil?" diyen Dennis tam olarak neyi kast etti anlamış değilim.
"Hem çok devasa büyüklükte olan bir yol ayrımı var hemde bu birçok kola ayrılıyor. Aklıma bir şey geliyor ama inanması güç gibi bir düşünce." dediğinde anında birden erkekler kısık sesle homurdanmış bazıları ise anlamadığım dilde bir şey söyleyip durmuştu.
Acaba yeni bir dilde küfür mü etmişlerdi? İçinde olduğum yol ayrımında ilerlerken nedense burada herhangi rahatsız edici bir şeye rastlamadım. Zemin temiz topraktan oluşuyordu. Peki Dennis 'in endişesi ne içindi?
Önümde bulunan ateş topu ilerlemeye devam ederken birden bir gölge gördüm.. Bizimkilerin olabileceğini ilk düşündüm ama gölge yaklaşmaya başladığı anda dört ayaklı bir gölgenin hiçte bizimkilere ait olmayacağını anladım. İşin garip tarafı gölge benden üç metre büyüklüğe sahipti.
"Her ne düşündün bilmiyorum ama burada yalnız değiliz." dediğimde zihin bağından onlara haber verip sessizce biraz ileride olan yol ayrımına baktım. Ve büyük ama ses çıkarmaktan kaçınan adımlarla oraya ilerledim.
"Emira eğer tahmin ettiğim şeyde şunu unutma onlar göremezler sadece sese duyarlı yaratıklar." bunu diyen Dennis sanki çok güzel bir şey demiş gibi birde teselli eden bir taraf sunmuyor mu çok içim rahatladı.
Anında elim duvara tutundu ve bir biraz sonra olacağım yol ayrımına gelen yaratığa baktım birde birkaç adım uzağımda olan yol ayrımına. Yavaşça gölgesi git gide bana yaklaşıyordu. Bir adım atıp yol ayrımının önüne geleceğim anda birden onun devasa bedeni ortaya çıktı.
"Yanına geldiği anda nefes almayı bırak!" Dennis beni tam zamanında uyarınca anında nefes almayı bıraktım ve elim ağzıma gitti. Çünkü olası bir durumda çığlığımı önlemek için.
İlk o koca başını gördüm. Gözleri yoktu. Gözleri olmayan koca bir başı olan bu yaratık yüzünde koca bir burnu vardı. Burnunun her iki yanında uzun tüyleri bulunuyordu. Burnu bir şeyleri koklaya koklaya ilerlerken bir anda yanımdan geçerken onun o uzun kulağını gördüm.
"Emira bir şey söyle! Seni fark etti mi yaratık." dedi endişe içinde Victoria. Eh bu kukla bu kadar iyi duyması normal.
"Emira sakın kendini belli edecek bir şey yapma. O yaratık fazlasıyla tehlikeli." dedi hemen sonrasında Dehri.
Her ne kadar zihin bağından konuşsalarda o an gördüklerimi sindirmeden. Şu an yavaşça ilerliyordu. Fakat bir ses çıkarırsam anında o koca patileriyle bir çita kadar hızlı koşacağını tahmin etmek zor değil. Birkaç adım sonra yanımdan uzaklaşınca tuttuğum nefesi yavaşça verdim. Koca yaratık yanımdan gidince zihin bağından bana sorulan sorulara cevap verdim.
"İyiyim. Bir şey olmadı." demiş ve yaşadıkları endişeyi silip atmıştım.
"Tamam şu an uzaklaştı mı ?" diye soran Kavi zihin bağından evet demiştim
"O halde hemen harekete geç. Çünkü burada bu yaratıktan çok fazla var. Yani daha bunlardan çok göreceksin." diye nefes nefese konuşan Enfal 'in sesini duyunca aslında hepsinin bir adet bu yaratıktan çoktan gördüğünü anladım.
"Tamam. İlerliyorum. Ama merak ettiğim bir şey var. Bu yaratıkta neyin nesi?" dedikten hemen sonra sorumu Nehar yanıtladı.
"Aslında soyları tükenmiş olarak biliniyordu ama hâlâ hayatta olduklarını yeni gördüm. Burada onlar için bir yaşam var. Onlara Yeraltı Canavarı Deraller deniliyor." yaptığı açıklamayı duyunca Nehar 'ın, anında şu an büyük bir sıkıntının bizim etrafımızda olduğunu anladım. Zor bir süreç bizi bekliyordu.
İlerledim. İlerledim. Bu koca yolun sonuna kadar ilerledim. Ya da ben öyle sanmıştım. Çünkü o kadar büyüktü o kadar uzundu içinde olduğumu tüneller git git bitmiyordu. Bu süreçte hep iletişim içinde bulunuyorduk. Yıl boyunca gördüğümüz ne varsa birbirimize söyleyip durduk.
Artık yorgun ve güçsüz olduğum için adımlarım yavaşlamış bedenim dinlemek için sinyal verip duruyordu. Ama bunun için imkan yoktu. Ve durmak için hiç doğru bir zaman dilimi yoktu. Birkaç adım sonrası bir şey yankılandı.
Bir ses. Bir çığlık ya da. Veya bir yardım çağrısı.
Bunun kime ait olduğunu anladım. Victoria 'ya.
"Yardım edin." demişti zihin bağından. "Bir anda karşıma çıkınca sesimi kısamadım. Şimdi peşimde." cümleyi kurmasından nefes nefese olduğunu anlamıştım. Koşuyor muydu? Ne yaptın sen Victoria. Ah! Sessiz sedasız halletmek bu kadar zor olmazdı. Ama biz ne zaman sorunsuz bir şekilde her şeyi halledir olduk ki?
"Koşmayı bırak aptal!" dedi Dennis. Bunu der demez anında Victoria bu dediği söze şöyle karşılık verdi.
"Artık çok geç. Sebep olduğum ses yüzünden diğerleri de peşime takıldı. Arkamda birden fazla yer altı canavarları koşuşturuyor. Beni kurtarmak için daha ne bekliyorsunuz!" Victoria yardım çağrısında bulununca anında olduğum yerden onu kurtarmaya gitmek için koşturmaya başladım.
"Kahretsin şu an hepsinin dikkatini çektik bile. Canını seven kaçsın." Enfal bunu dediği anda bende arkama bakmaya başladığım sırada arkamdan güçlü bir sarsıntı hissetmiştim . Ah sanırım küçük canavar çıkardığım sesi duymuş olmalı! Ne güzel bir başlangıç değil mi? Önüme çıkan yol ayrımından herhangi birine saptığım gibi daha güçlü koşmaya başladım. Neden mi? Çünkü artık sarsıntı değil zelzele oluyordu.
Burada kaç tane vardı bu canavardan? Koşturup dururken arkamdan gelen ateş topu önümü aydınlatıyor, hızlı kararlar verip hangi yola girmem gerektiğine karar vermek konusunda gecikmiyordum.
"Hâlâ gelmediniz mi?"Victoria bunu derken ona karşılık veren Enfal sanki ölümden kaçıyor edasıyla konuştu.
" Lanet olsun nereye sapsam bir diğeri karşıma çıkıyor. Girmediğim yol kalmadı. Bunların sonu gelmiyor. "dediği şeyden sonra tam karşıdan bir gölge belirince artık geriye dönmek için çok geçti.
Hızımı arttırıp karşımda bana doğru gelen yer altı canavarına doğru ilerlemeye başladım. Adımlarımı büyütüp gözüme uygun bir alan kestirmeye çalıştım. Sağa doğru koşturup birkaç adımda tünelin duvarına doğru ilerledim ve üç adım duvarın üzerinden ilerleyip hızla bedenimi yukarı doğru fırlattım.
Ters takla atama pozisyonunda altımdan süratle koşan yer altı canavarın üstünden ters taklayla geriye doğru atladım. Ayaklarım yere değince duraksamadan koşturmaya devam ettim. Ah iyi iş çıkardım. O kadar eğitim aldım. Bunun karşılığında vermemek Arın ve diğer eğitmen hocalarıma ayıp olurdu. Nefes nefese koşarken Victoria 'nın sesinin gediği noktaya doğru yönelmeye çalıştım. Ve evet hâlâ onca şeye rağmen bağırıp çağırıyordu. Bu kızın durdurağı maalesef yoktu.
"Victoria kes sesini! Daha çok dikkatleri çekip, burada bulunan her yer altı canavarı olduğun tarafa çekiyorsun. Böyle yaparak sana yardım etme ihtimallerini yok ediyorsun aptal!" Dehri yarı sinirle yarı Victoria 'için ya da kendi canı için endişeyle konuşunca aslında söyledikleri doğruydu. Çünkü ne kadar ses çıkarsa o kadar yer altı canavarı olduğumuz alana doğru ilerleyecekti. Bu da işimizin daha zorlanması için büyük bir hataydı.
"Tamam bağırmayacağım ama sizde artık gelin. Çünkü daha fazla koşacak gücüm kalmadı. Kaç tane peşimde var bilmiyorum." Bu Victoria 'nın son sözleri olmuştu çünkü bir anda kendimi geniş kocaman bir alanda buldum. Ama bu normal bir yer değildi. Bu geniş alanın birden fazla çıkış kapısı vardı. Ben içeri girdikten sonra Victoria' da içeri girmiş ve beni görünce derin bir nefes alıp olduğum alana kadar ilerlemiş yanımdaki yerini almıştı.
Ondan hemen sonra Dehri, Enfal, Nehar, Kavi ve Dennis içeri girmiş ve olduğumuz alana doğru ilerlemiştiler.
"Kapana mı kısıldık?" diyen Kavi' ye öyle oldu bakışlarıyla baktım.
"Daire oluşturun." Dennis bunu diyince anında sözünü ikiletmeden dediğini yaptık. Yedi kişi olarak küçük bir daire oluşturduk. Olduğumuz yerde yer altı canavarlarının olduğumuz alana gelmesini bekledik.
"Ölümüm hiç yer altı canavarları tarafından olacağını hiç düşünmemiştim." diyen Dehri 'ye baktım. Nelerden bahsediyordu! Ne ölümü! Ölecek miyiz?
"Gözü bile olmayan yaratıklar tarafından bu nadide bedenim parçalara ayrılıp, akşam yemeği olması için miyiz onca uğraşım?" bunu diyen Victoria hepimiz sesini kes dercesine dönüp baktık. "Ne var kim bu şekilde ölmek ister ki?" diye birde kızmıyor mu dayanılacak şey değil.
"Asıl kimse nerede öldüğümüzü bilmeyecek onu hiç düşünmediniz mi?" Enfal bunu der demez anında yer büyük bir sarsıntıyla sallanmaya başladı.
"Lanet olsun bunlar kaç taneler?" demişti Dehri. Ve o sırada birden ikişer üçer yaratıklar tünelleri zorlayarak bize ulaşmaya çalışıyordu. Fakat başarılı olamıyordu hiçbiri. Neden mi? Çünkü hiçbiri bir diğerine geçiş izni vermediği için oldukları yerde sıkışıp kalmışlardı. Ve bu vahşi davranışları olduğumuz yerin sallanmasını. Yukarıdan toprak parçacıklarının üzerimize dökülmesini sağlıyordu
"Daha bunlara yem olamadan üzerimize yığılacak toprak parçaları altında can verip gideceğiz." diye Nehar acıklı sonu söylediği anda bezmiş bir şekilde konuştum.
"Ay yeter ama sanki normal insanlar gibisiniz de bu pes etmiş ses tonuyla konuşuyorsunuz? Hepimizin güçleri var bunları kullanabilirsiniz. Tabi hâlâ bunun için bunun idrakına sahipseniz!" dediğimde jeton yeni düştü. Her şeyi idrak edince az da olsa korkuları onlardan uzaklaştı.
" Ne yapacağız?"diye sorunca Victoria anında planı onlara anlattım.
Herkes anlayınca bir anda gardımızı alıp onların bize ulaşmasını bekledik. Tam güçlerimizi kullanıp onlara karşı mücadele edecekken ne olduysa yer ayaklarımızın altından kalktı ve bir anda kendimizi çatlayıp kırılan yer altına yuvarlanırken bulduk. Çığlıklar eşliğinde yere düşerken bir anda yukarıdan zeminin çöktüğünü ve yaratıkların yer altında kaldığını çıkardıkları can çekilen çığlıklardan anladım. Ve düştüğümüz boşluğu koca bir taşın yer düşmesiyle kapandığını gördüm. Sonrası koca bir boşluğun bizi ele geçirdiği anlardı.
Gözlerimi açmaya başladığım anda kendimi sırt üstü bir şekilde uzanırken buldum. Ortam karanlık ve sessizdi. Olduğum yerde yavaşça kıpırdamaya çalıştığım sırada birden ayak bileğime yoğun bir acı hissettim. Hareket ettirmeye çalıştığım sırada yoğun bir acı dalgası beni ele geçirdi ve ayağımı kıpırdatmak işkenceden ibaret hale geldi. Nerede olduğumu anlayamadığım için önümü görmek adına hemen etrafı büyü gücümle aydınlatmaya çalıştım. Birden karanlık ortamda yoğun bir ışık ortaya çıkınca nerede olduğumu anlamak güç olmadı.
Bu kuyunun altında eski bir mağara bulunuyordu. Ama bu mağara sandığımız mağara görünümünden çok farkı duruyordu. Mağara içine bir saray inşa edilmişti. Ve etrafta birden fazla heykel bulunuyordu. Şu an biz sarayın giriş kısmında duruyorduk. Etrafındaki bakışlarım bizimkileri aradığı anda onların hâlâ yerde uzanıyor olduğunu görünce olduğum yerden hareket edemeden onları uyandırmaya çalıştım.
Hepsinin isimlerini zikrederken kendilerine gelmesini bekledim. O sırada bende burkulan ayağımın icabına bakmaya çalıştım. Ne yapacaktım? Bu şekilde ilerlemek çok zordu. Kolyenin iyileştirmesini beklesem bu en az yarım saat ya da bir saatimi bulurdu.
Ama benim bunun için zamanım yoktu. Bu acıyı iyi yapacak bir büyü biliyordum. Yavaşça ellerim bileğime doğru gitti ve parmaklarım hareket ederken dudaklarım büyü sözlerini okumaya başladı. Büyü sözlerini okumayı bitirince bileğimde sızlayan ağrı yok oldu. Ağrı dindiği gibi olduğum yerden kalkmaya çalıştım.
Yüksekten düştüğüm için sırtım sızlasa da bu acıya dayanabilirdim. Vücudumda birçok yer ağrıyordu ama bu dayanılacak seviyedeydi. Olduğum yerden kalktığım anda diğerleri yeni yeni kendine geliyordu. Hepsi benim gibi acı içinde olsada aralarında sadece Dennis omzunu inciten taraftı. Diğerleri sadece ezik ve çürükler yüzünden acı hissediyordu.
"Ne oldu bir anda ya?" diye acı içinde doğrulan Victoria 'ya gereken açıklamayı yaptım.
"Yer altı canavarları bir anda yüklenince, zemin dayanamadı ve çöktü. Biz boşluğa düşerken yukarıdan her şeyin çöktüğünü son anda gördüm. Yani burada bir nevi mahsur kalmış olabiliriz." dememle hepsi bir anda etrafına bakınmaya başladı.
"Burası bir saray ya da yerleşim yeri mi?" diye yorgun bir sesle konuşunca Nehar ona evet dedim.
Eh en nihayetinde bir şekilde o pis yerden kurtulduk ama belki de en kötü bir yere de gelmiş olabiliriz. Bunu etrafı gezince anlayacağız.
"Umarım taş buradadır çünkü artık yeni bir yere gidecek gücüm yok. Tüm gücümü ya kuyuya gelene kadar tükettim ya da o yer altı canavarlarından kaçarken tükettim." diye Dennis sızlandığı anda ona hak vermemek elde değildi. Hepimiz haddinden fazla yorulmuş buna rağmen durmadan ilerlemeye devam etmiştik. Aldığımız bu yeni darbeler üzerine tuz biber olmuştu.
" Pekala hadi bakalım şuraya da ne varmış görelim. "dememle hepsi bir anda yavaşça yerden kalkmaya çalıştı.
Önden ilerleyip şu yer altına bulunan saraya doğru ilerledim. Koca koca taşları oyarak içerisinde bir saray yapmışlardı. Gösterişli ve muazzam bir işçiliğe sahip olan bu sarayın içerisine girmek için can attım. Giriş kısmında bulunan uzun geniş oymalı sütunları tam tamına dört adetti. Büyük ve geniş bir merdiven girişine sahipti. Merdiven basamaklarını yavaşça çıkmaya başladım. Diğerleri de sessizce beni takip ediyor benim gibi onlarda etraflarını inceleyip duruyordu.
Bakalım içeride bizi neler bekliyor?
Geniş eskimiş yüksek kapısından içeri adım attığım anda beni geniş bir hol karşıladı. Bulduğumuz alanda birden fazla odaya çıkan kapılar, yol ayrımına rastladık.
"Burası bildiğin eski bir tarihi yapı. Uzun zamandır da burada unutulmuş halde." diye kendince yorumunu yapınca ona hak verdim.
Eskimiş ama hâlâ herhangi bir darbe almış değil.
"Taş nerede olabilir?" diye sorunca Kavi onun yanıtsız bıraktım.
"Bence artık dağılıp arayalım eğer burada değilse buradan çıkıp biraz dinlendikten sonra aramaya başlarız." diye kendi fikrini sunduğu anda Dennis sessiz kaldık ama bu evet anlamında olan bir sessizlikti.
Herkes Dennis cin dediğini yaparak dağılmaya başladı. Gözüme kestirdiğim yere doğru ilerledim. Yukarı çıkan bir geçit vardı. Oraya yönelip yavaşça geçit içinde bulunan basamaklardan yukarı doğru çıkmaya başladım. Dar, basamakları eğik olan merdivenlerden çıkarken yorgun ve bitkin olan bedenimin taşımanın ne kadar zor geldiğini artık yavaşça kavradım.
Basamakların sonu beni sadece boş bir terasa çıkarmıştı. Ama bu terasın içinde bir uzun geniş mermerden olan dikdörtgen şekilde olan bir platformda bir lahit bulunuyordu. Aklıma Aron 'un lahiti gelmişti.
Yavaşça lahit' in olduğu alana doğru adımladım. Lahit beyaz bir renge sahipti. Kapalı olan lahite dikkatle bakınca etrafında solmuş olan çiçek kalıntılarını gördüm. Burada önemli biri vardı. Burası onun mabedi haline mi gelmişti? Ne zamandır acaba burada bulunuyordu? Lahitin yanındaki yerimi alınca parmaklarım kurumuş çiçekler üzerinde usulca gezindi. Bakışlarımı kapalı olan terasa çevirdim ve yavaşça lahiti açmaya başladım.
Lahiti açtığım anda birden içinde çürümüş bir beden bulacağımı sanırken ben lahit içinde benim gibi canlı bir vücuda sahip kadın buldum. Kadına dikkatle baktığım anda bu kadının bana ne kadar tanıdık geldiğini fark ettim. Çok tanıdık bir simaydı lahit içinde olan.
Nova....
Sirius 'un kendine tutsak ettiği kadın. Sevdiği adamdan zorla koparılan kadın. Biraz daha lahiti açınca onu beyaz bir elbise içinde buldum. Korunaklı bir büyüyle böyle canlı olduğunu düşünüyorum. Bakışlarımı onun yüzünden çekip boynuna çevirdiğim anda boynunda aradığım taşı göreceğimi hiç beklemiyordum.
Yaşam taşı mı onu bu zamana kadar korumuştu? Peki ben taşı alıp gittiğim anda o lahit içinde çürüyecek miydi?
İstemesem de taşı almak zorundayım. Her ne kadar ait olduğu yer burası olsada Esila 'nın varlığı yüzünden bunu yapmak zorundayım. Taşı olduğu yerde alıp yavaşça geriye çekildiğim anda birden Nova anında yavaşça az önceki halinden farklı bir hale geldi. O narin yüzü artık tamamen çürümüş bir hal aldı.
Ona bu canlılığı veren demekki yaşam taşıydı. Sirius acaba bunu bilerek mi yapmıştı? Belki de bu kendince bir özür olabilir miydi?
Taşı aldıktan sonra hemen bizimkilere taşı bulduğumu zihin bağından haber verdikten sonra onları giriş kısma çağırmıştım. Onlar gelip taşı nerede bulduğumu sorunca olan biteni anlatmış sonrasında daha fazla burada durmadan açtığım geçitle anında Sisler Diyarı'dan ayrılıp Moritanya Kalesi'ne geçmiştik.
Hepimiz fazlasıyla yorgun olduğumuz için kısa bir veda sonrasında herkes dağılmış ve dinlemek için krallıklarımıza geçmiştik.
Kara Orman' dan çıktığım gibi Victoria 'yla büyük adımlarla kuleye doğru yol almıştık. İkimizde öyle yorgun ve öyle bitap düşmüştük ki yol boyunca sessiz kalmış ve kuleden içeri girince birbirimize bir şey demeden odalarımıza çekilmiştik. Zannediyorum ki ikimizde duş aldıktan sonra sabaha kadar uyumayı düşünüyoruz. Eh tabi bunun için bir fırsatım olabilirse.
|
0% |