@kumsallardagezen12
|
『Geç kalırsam tükenen olacağım geç kalmazsam tüketen olacağım. 』
Bazen susmayı veya susturmayı bilmeli insan; susunca her şeyin yok olacağını, susturduğu anda olacakların önünü keseceğini bilmeli.
Bazen acı çekmekten kaçınmamalı insan; acının onu güçlendiren bir etken olduğunu anlamalı .
Bazen korkuların varlığıyla savaşmaktan çekinmemeli; gidebildiği en son noktaya kadar mücadele etmeli, sonuca ulaşmalı insan .
Bazen sadece bugünü yaşamalı insan; son anıymış gibi.
Ve bazen sadece beklemeli insan; neyi nerede bulacağını o an görecek olması nedeniyle.
Mutluluk beni olması gereken zamanda değil, olmaması gerektiği anlarda beni buldu. Ve her daim onun nasıl bir his olduğunu tamamen anlayamadım. Çünkü o an sadece istediğim ve hissettiğim başka bir şeydi. Her şey aslında hiçbir an sen istedin diye değil olması gereken olduğu için var oldu. Aynı hayatımda olan şeyler gibi ; ölümler, ihanetler, kaçışlar, mücadeleler ve kaybedişler.
Her kazancın bir bedeli vardır; yalnız kalmak hayatın boyunca.
Her kaybedişin bir bedeli vardır; etrafında kuru kalabalığın seni teselli etmesi gibi .
Her savaşın bir bedeli vardır; kayıplar seni nefessizliğe iter ve ölümü arzularsın. Yaptığın her hareket sonucunda büyük bir ikilem arasında bırakır seni,yapsa mıydım? Yapmasa mıydım? Bu iki soru seni mahvedene kadar zihninde dolanıp durur ta ki o ses susana kadar; Kalp atışları...
Her acının bir bedeli vardır; seni her gerçeğin ardında olan doğruya ya da yalana olan yaklaşımını nasıl atacağını gösterir. Ve ona göre ilerlersin.
Her mutluluğun bir bedeli vardır; bazılarının hayatından uzaklaşmasına sebebiyet verir. Yalnızlığa itilirsin. Sessizliğe alışırsın.
Her adımın bir sonu vardır; ölüm gibi. Kaçış gibi. Saklanış gibi...
Ne çok inanmamaya çalıştıysam hep daha fazla yaralandım inandığım yerden. Ve bu yaralanmanın izlerini hâlâ bedenimde taşıyorum. Ve sonsuza kadar da taşıyacak gibi duruyorum. İyileşmeyecek yararlarla sarılı bedenlere sahip olan bedenler ve ruhlar var. Bazı yaralar açık bir şekilde görünür bazı yaralar ise saklıdır onu ancak sahibi olduğu neden anlar, görür ve hisseder.
Acı çektim. Acı çekmeye maruz bırakıldım. Ama şunu unutmadım. 'Hiçbir zaman ışığın da benden çekip gitmediğinin hep farkına vardım.' Çünkü ışık hep benimleydi. Onu açığa çıkaracak kişi sadece bendim. Ve bu iradeye kavuştuğum anda her şey olması gerektiği gibi ilerleyecekti.
Bu evrede insanları tanımak en büyük sırdır. Ve bu sırrı taşıyamaz insan. Taşıdığını sandığı ana kadar susar sonra bu sırrı ya söyler ya unutturur. Sırlar bazen ağırlık verir kişiye. Bundandır sırların açığa çıkması asırlardır. Saklanan tek sor kişide bulunan düşünce veya histir. Ötesi ise onun açığa çıkması bir adımdır.
Bir sır sadece sende saklıysa o sırdır. İki kişinin bildiği sır değildir sözü boşuna söylenmedi. Ve bende duran birden fazla sır var ve bu benimle mezara kadar saklı tutulacak. Saklı bir diyarda bulunan sırlar gibi olduğu yerde duracak ve benimle unutulmaya yüz tutacak. Çünkü benden başka kimse bilmesin istiyorum. Bu aslında bencillik değil onları düşünüyorum. Ama bunu hiçbir zaman kimse anlamayacak buna izin verecek değilim çünkü bunu söylemeyerek.
Acı sadece onu göğüsleyecek kişide sonsuza kadar sürer. Taşımayan, taşımayacak olan intiharın inzivasına çekilir. Bende bu inzivaya çekilen ruhlar arasında bulunuyordum. Acıyı artık taşıyamıyordum. Büyük bir yük haline geldi çünkü benim için. Ve bu yük beni tüketip duruyordu yavaşça. Ona engel olacak iradeyi çoktan yitirmiş kaybetmiştim.
Duş aldıktan sonra bir müddet uyumak için çabalamıştım. Çünkü vücudumda bulunan her eklem ağrıyordu. O kadar yorulmuştum ki bu taşı bulma işlevinde vücudum artık pelte kıvamına gelmiş olmasına rağmen kendimi zorlayarak tüm kaslarımın uzun bir müddet sızlamasına sebebiyet vermiştim.
Sonra ne oldu bilmiyorum ama göz kapaklarıma düşen ağırlık beni olduğum zamandan soyutladı. Zamanın durduğu, bedenimin var olmadığı bir alana geçiş yaptım.
Hafifleme hissetemiştim o anda. Sonrasında bundan kötü bir şey çıkacağını bile bile bu hissi sevinçle karşılaşmıştım.
Yıldırımlar çakılıp yeri zangır zangır titretiyordu. Her yerde karanlık hüküm sürerken tek bir ışık vardı. Gökyüzünde öfkeyle gürleyen yıldırımın yaydığı ışık. Gökyüzü ikiye ayrılacak gibi hissediyordum. Koca koca bulutlar simsiyah olmuş bir şekilde gökyüzünü ele geçirmişti.
Nerede olduğumu anlamak adına ilk etrafıma baktım. Ama boş bir arazide olduğumu gökyüzünde çakan yıldırımın yaydığı ışığından görmüştüm. Kurak bir zeminde duruyordum. Çıplak ayaklarımın pütürlü çatlamış zeminde durması ve üzerimde bulunan elbisenin öfkeli bulutlar arasından eden rüzgarlarla sağa sola doğru uçuşmaya başlaması dikkatimi bu olanlara çekmişti. Hadi ama yine kim beni nereye davet etti istemediğim halde?
Neyseki düşmanlarım o kadar sabırsız ki anında ortaya çıkarak kendilerini göstermekten geri kalmıyorlar.
Olduğum zemin üzerinden yavaşça ileriye doğru ilerledim. Neden mi? Biraz ileride duran ağacın tam arkasında bir gölge görmüştüm. Ama bu ağacı basit bir ağaç sanmayın kocaman bir ağaç vardı. Ve bu ağacın gövdesi oyulmuş, içerisine bir taht inşa edilmişti. Ne yani bu onun tahtı mıydı?
Dani ve sıradanlık yan yana bile düşünülemez. Bunda da bir amacı olmalı. Ben daha gösterişli bir tahtı olduğunu düşünüyordum.
Keskin bakışlarım onun etrafında bulunan gölgelere kaydı. Evet Dani ortalıkta yoktu. Ama onun etrafında bulunan gölgesi açıkta duruyordu. Ve buda onun burada olduğunu gösteriyordu.
"Ne o sinirlenmiş gibisin?" diye alayla sorduğu soruyu görmezden geldim. Sesindeki o pişkinlik bariz açıktı.
"Neden doğrudan karşıma çıkmayıp böyle ucuz oyunlara başvuruyorsun?" dedim. Bunu demem bir müddet sessiz kalmasını sağladı bense o anda adım atmayı bırakıp olduğum yerden bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Başım yukarı kalmış bir şekilde hâlâ gökyüzünde çakmaya devam eden yıldırımları izliyordu.
" Bu daha keyif verici. "demiş sonra sesindeki o merakla konuşmuştu." Bu ortamın seni ürküteceğini düşünmüştüm ama bilakis hoşuna gittiğini bakışlarından anladım. Bu tür hava olayları hoşuna gidiyor. "diye kendince bir çıkarım yapınca bit karşılık vermedim.
" Evet seni dinliyorum ne diyeceksin? Lütfen kısa olsun ama beni bilmiyorsun ama şunu söylemek isterim ki az ve öz cümleleri severim. Tabii sen birazcık yaşlı bir ruh olduğun için anlatacak çok şeyin olabilir ama benim o kadar dinleyecek zamanım yok." dediğim anda söylediklerim arasında dikkatini çeken tek bir şey oldu.
" Sen iste senin için zaman yaratabilirim bu da benim ne denli nazik bir ruh olduğumu gösterir. "dediği anda ona sadece şunları dedim.
" Sen her şey olabilirsin belki her kalıba sığarsın ama unutma sende bir şey eksik ve bu her şeyi tamamen yok eden şeydir. "dediğim anda araya girmedi ve devam etmemi bekledi." Vicdanlı olmak sana göre değil. Onun için yaptığın her şey aslında sahte bir kimlik senin için yani nazik bir ruhum desende aslında orada gerçekler saklı. Amacın kendini böyle gösterip göz boyamak ve arkadan bıçaklamak." demiş ve gökyüzünden bakışlarımı çekip önümde kendini göstermeyen ruha bakmıştım.
" Sen eğer vicdanlı olsaydın biraz bile olsa yaptıkların adına utanç duyardın ama bunu bırak sen kendini haklı görüp birde saçma sapan düşüncelere kapılıp onun için gereksiz bir yola giriyorsun uzun yıllardır." bunu demem ona ne hissettirdi bilmiyorum. Söylediklerimin ardından konuşmadı. Ama benim konuşacak çok şeyim vardı." Sen bir katilsin. Masum ruhları katlettin. "bunu öyle bir nefretle öyle bir tiksinti içinde söyledim ki o an bu cümlem ona ait olan ruhun yavaşça zifiri karanlığa dönmesini sağladı.
" Sana acıyorum. "dediğim anda buna iğrenç bir kahkaha ile karşılık verdi.
" Bence yanılıyorsun. Yanlış kişiye acıyorsun. Kendine acı. "dedi cümleme karşı. Sesindeki o tını kendisinin acınacak son insan bile olmadığını yansıtıyordu.
" Hayır acınacak kişi olan sensin. Sırf hırsın yüzünden birbirini seven iki insanı mahvettin yetmedi garezini alamadan onların çocuğunu mahvettin ve o da yetmedi bu sefer senden daha güçlü olduğu için bir kolyenin gücüne savaş açtın. Onun sahiplerine zarar vermeye çalıştın. Sonrasında beni öldürmeye yeltendin ama bunu es geçip kardeşimi mahvettin. Sen söylesene aslında sen kolye sahiplerine zarar vermedin, veremedin. Etrafımızda olanları yok ettiğin için bizler kendimizi ölüme sunduk. Ölümler oldu ama bu senin yüzünden değil. Bak mesela bana zarar verdin ama hayattayım. Ve olacağım da. Sense uzaktan mağlubiyetinle hırsından kendine zarar verecek hale geleceksin. "demiştim uzun uzadıya konuşarak.
" Boş cümlelerin seni nasıl zavallı gösteriyor görmeni isterim ama böyle olmaya devam et. O an geldiği anda bu dediklerini sana hatırlatırım ve boşu boşuna nefesini tükettiğini sana göstermiş olurum o an sana. "dedi dediklerimin deli saçması olduğunu ses tonundan anlatmaya çalışmıştı.
" Korkuyorsun. Sen ne kadar bunu saklamaya çalışsanda aslında korkuyorsun asırlardır hemde. Bir gün seni birinin alt edeceğini biliyordun. O kişi de benim. Neden bu kanıya vardığımı soracaksın söyleyeyim. Çünkü sen iki yüz asırdır sadece uzaktan iki kolye sahibine zarar verdin. Onlara asla görünmeden ama şimdi benimle iletişim kurdun ve beni öldürecek olduğuna dair cümleler kurup durdun. "dedim ve daha devam edecekken anında araya girdi.
" Seni küçük bu düşüncelerle kendini kandırıp bunlara inanarak mı güçlü olduğun düşüncesinde kapılıyorsun? Ne yazık! "diye bana acıdığını belli eden sesi sadece bezgin bir nefes vermemi sağladı.
" Korkuyu sesinden anlıyorum gözlerinden değil. "dediğim anda gökyüzünde şiddetli bir yıldırım çaktı. Ses yeri bile sarsacak güçte duruyordu.
" Korkak olduğumu sanman senin zararına ama Emira kaybettiğin gün kimin aslında korktuğunu anlamış olacaksın. "diye bu kurduğu cümleyi bir yemin içercesine söylemişti.
O an zihnimde tek bir kelime belirdi.
Göreceğiz...
" Ben kaybetsem bile kazanmış olacağım ama siz bunu anlamayacaksınız. "demiş ve neleri göze aldığımı kapalı bir şekilde ona sunmuştum. Bunu az çok düşünmüş ama kesin bir yargıya varamadığı için bunun üzerine konuşmamıştı.
"Artık başka diyecek bir şeyin yoksa ben gitmek istiyorum. Çok fazla sana ve Esila 'ya maruz kalınca bedenim uyuz kapmış gibi kaşınıp kızarıyor. Hassas bir cilde sahibim onun için az ve öz bir araya gelelim rica etsem." demiş ve bakışlarımı ellerime indirip bir k kızarıklık olup olmadığına bakınmıştım. Olmadığını görünce bakışlarımı karşıya dikip konuşmuştum.
" Birde böyle ortamda karşıma çıkarak neyi göstermek istedin? Biraz ortağından örnek al Esila daha yaratıcı ortamlarda bulundurup duruyor beni onun kadar olamıyor musun? Yoksa onun için gücün yok mu? İstersen bir gün ben seni bir yere misafir edeyim. Hem nasıl ağırladığıma şahit olursun. İstersen yanında Esila 'yı da getirebilirsin. Düşman düşman oturur konuşuruz olmaz mı? "dedim tatlı bir sesle. Sesimdeki o sahte tatlılık bariz ortada duruyordu.
Dediklerime bir şey demek yerine olduğum ortamdan yavaşça sıyrıldığımı hissetmiştim . Ah işte böyle dumur ederler adamı. Kolay bir lokma mı sandın beni Dani? Büyük yanılgı bu senin için.
Uyanmak bazen çok sancılı bir sürece geçiş demek. Uyandığım anda daha hava aydınlanmamış, gecenin geç saatlerinde uykumdan sıyrılıp geçerliliğin dipsiz kuyusunda kendimi bulmuştum. Uykularım bile artık iyi değil. Dinlenmek şöyle dursun daha fazla yoruluyordum. Yavaşça yataktan kalkıp odamdan dışarı çıkmaya hazırlandım.
Sessiz olmaya dikkat ederek basamaklardan zemin kata ulaşmıştım. Yoğun bir açıklık hissedince anında bedenim yemekhanenin olduğu koridora doğru yöneldi. Biraz bir şeyler yemekten zarar gelmezdi ya. Yemekhanenin içerisine geldiğim gibi içinde olan küçük mutfağa doğru ilerledim. Mutfağa geçince hâlâ içeride yanmakta olan gaz lambasının aydınlattığı yerlere kısaca bakıp yemek yiyeceğim bir şeyler baktım.
Ama aradığımı burada bulamadım. Diğer büyük mutfağa bakmam lazım. Orada yiyecek şeyler olmalı.
Mutfaktan çıktığım anda birden yemekhanenin kapısının önünde bir bedene rastladım. Bu kişi Süreyya hanımdan başkası değildi.
"Emira." diye şaşkınlıkla konuşmuş hemen sonrasında bana doğru adımlamıştı. "Neden buradasın?" diyince sorusuna çok basit bir cevap verdim.
"Acıktım ve yemekhaneye indim." dememle kaşları iyiden iyiye çatıldı.
"Bunun için büyü gücünü kullanmak aklına gelmedi mi?" dediğinde o an bunun aklıma gelmediğini bakışlarımla anlatmış oldum. Bazen o kadar dalgın olup sadece yapmam gereken şeye odaklandığım için diğer her şey soyutlanıyordu.
"Aslında bakarsanız uykudan yeni uyandım ve sersemlik hâlâ üzerimde. Aklımda sadece yemek vardı ve adımlarım buraya getirdi. Hiç bunu güçlerle halledeceğim aklıma gelmedi." dedim durgun sesimle.
"Pekala sen şöyle bir geç ve bende senin için bir şey yapayım." dedi ve onun sözleri ardından hemen bulduğum bir boş sandalyeye geçip oturdum.
Süreyya hanım o sırada mutfağa geçmiş, sessizce kendi kendime otururken birkaç dakika sonra onun olduğum yere doğru gelen adım seslerini duyunca bakışlarım onu buldu. Elinde duran küçük tepsiyle bana doğru geliyordu. Karşımdaki sandalyeye doğru geçmeden hemen önce tepsiyi önüme bırakıp karşımda bulunan sandalyeyi çekip oturdu.
"Hadi yesene." diyince bakışlarım önümde duran yemeğe kaydı. Buraya ait bir yemekti. Yavaşça yemeği yerken Süreyya hanımın beni sessizce izlemesi eşliğinde yemeğim bitene kadar ikimiz de hiç konuşmadık. Ben yemek yemeyi bırakınca üsten yediğim yemeğe bakmış ve şunları söylemişti.
"Çok aç olmanı neye yormalıyım? Yemek yemiyor musun sen?" dediği anda geriye doğru yaslanıp bakışlarımı onun bakışlarına dikip sorusunu cevapladım.
"Bazen yemek yemek aklım gelmiyor. Hayatım güllük gülistanlık değil. Ve onca işin arasında bazen bunları unutmam normal karşılanmalı diye düşünüyorum." dedim.
Ne demek istediğimi çok net anlamıştı. Neyden dolayı bu halde olduğumuz ve bunların aslında çok normal olduğunu bildirmekten çekinmemiştim.
"Güçten düşüp sağlığın konusunda sıkıntı yaşamanı istemiyorum." dediğinde Süreyya hanım sadece şu zihnimden geçti.
'Bir bilseniz aslında sıkıntının içinde olduğum bir serüvenden dolayı.'
"Bu çok sık olan bir şey değil. Öğünlerimi aksatmıyorum merak etmeyin." diye endişe etmemesini dile getirince öyle olsun bakalım diye kafasını salladı.
"Peki sen nasılsın? İyi misin?" diye sorunca aslında geçen Dani' yle olan o olayı kast ettiğini anladım.
"İyiyim merak etmeyin bir sıkıntı yok şimdilik." demiştim kısacası. İnanmadı ama üstelese bir yere varmayacağını biliyordu.
"Peki o halde şunu bilmeni isterim yarın Asper Krallığı'nda olacağız. Gelmek ister misin?" dediğinde yavaşça olur dercesine başımı salladım.
Kabul ettikten sonra hafifçe tebessümle bakıp artık uyumam gerektiğini söyledi. Ona karşı gelmeden önümde duran tabağı anında mutfağa geri götürmüş hemen sonrasında Süreyya hanımla birlikte yukarı doğru merdivenlerden çıkmıştık. Süreyya hanımın odasının olduğu kata gelince o ayrılmış bende merdivenlerden yukarı çıkmayı devam etmiştim.
Odamın olduğu kata gelince odaya girmemiş ve koridorda bulunan terasa doğru ilerlemiştim. Terasa çıkınca kuvvetli bir rüzgar anında etrafımda uçuşup durmuştu.
Hafif titresemde yavaşça terasın tırabzanlarına doğru ilerlemiş, bakışlarımı bulunduğum yerden uzak yerlere çevirmiş, zifiri karanlıkta öylesine boşluğa doğru bakmaya başlamıştım.
Zor bir günün sonrasında hâlâ onca yorgunluğa rağmen ayakta dimdik duruyordum. Planlarımda uyumak vardı ama istediğim şey olmamış ve ben şu an güneşin doğuşunu bekliyordum. Garip duygular içinde sadece duruyor ve uzaklaşıp soyutlanıyordum. Her şeyden herkesten... Belki de bu şekilde her şey akışına göre daha rahat ilerleyecekti.
Geçecekti ;günler, aylar veya yıllar...
Gidecekti ;hüzünler, hisler ve kaybedişler...
Son bulacaktı ; bekleyişler, kaçışlar ve mücadeleler....
Sonunda beklediğimiz her şey bir gün bizi bulacaktı.
Güneş doğduktan sonra odama geçip kısa bir duş almış sonrasında üzerimi giydikten sonra aşağı inmiştim. Yemekhanede kahvaltı yaptıktan sonra Apser Krallığı 'na geçmiştik. Asper Krallığı' na geldiğimiz anda Süreyya hanım ve Ahlas bey kısa bir işleri oldukları için yanımızdan ayrılmıştı. Ben ve Victoria Apser Krallığı 'nı gezmeye başlarken yanımdan geçip giden herkes bakışlarını bana dikip bakıyor öyle geçip gidiyordu yanımdan.
Onların bakışlarının sebebini az çok tahmin edebiliyordum. Dani' nin varlığından kaynaklıydı.
"Aldırış etme Emira." diyen Victoria 'ya önemsemediğimi belli eden bir bakış atmış sonra yolumuza devam etmiştik.
"Diğer krallıklardan gelen var mı?" diye sormam aslında Varisler ve Dennis' in buraya gelip gelmemesi içindi.
"Toplantı genel olarak her krallıklardan gelenlerin katılımıyla olacak. Gelmiş olabilirler." dediği anda Victoria tam o sırada konuşacağım anda birden karşıdan gelen kişiler konuşmamı kesti. Bizimkilerin olduğumuz tarafa gelmesiyle anında adım atmayı bıraktım
" Vay vay kimleri görüyorum. "diye abartılı bir şekilde konuşan Dehri 'ye sadece göz devirip bana doğru yaklaşmasını bekledim. Karşımda yerini alınca karın ağrısı ne olduğunu anlatmaya başladı." Kızım senin yüzünden krallık olmayan bebeğimi konuşuyor. Ve bunun yüzünden peder belamı belledi. Kimden bebeğin diyip duruyor! Mahvettin kızım itibarımı! Ailem çevrem bu dedikodumdan dolayı bana yüz çevirdi." diye sızlanarak anlatmaya devam edince anında onu susturdum.
" Unutulur gider Dehri neler yaptık neler ve eminim benden önce pek iç açıcı değil senin geçmişin. Kesinlikle böyle bir olay daha olmuştur. Yani bunun yüzünden bence tartışmaya ya da bunun üzerine konuşmaya gerek yok. Şimdi asıl konu bence burada olmamız. Bir araya gelmişiz bence yapmamız gereken şeylere odaklanalım. "dediğimde her ne kadar konuşarak huysuzluk yapmak için içi içini yese de şu an çok önemli olanın başka bir şey konu olduğunu idrak etmişti.
" Yine şu arama işlemi mi? "dediği sırada başımı iki yana salladım hayır dercesine.
" Dani artık rüyalarımda sık sık yer almaya başladı. Bir şey olduğu kesin ama ne? Aklım almıyor ki neyi tam olarak amaçlıyor bu ikisi? "diye gerginlikle konuşunca hepsi endişeli bakışlarla bana baktı.
" Onun için mi bu kadar uykusuz duruyorsun? "demişti aralarında Kavi. Hayır diyemedim aynı evet diyemediğim gibi. Sessizliğim onlar için evetti.
" Belki de amaçları budur seni zihinsel olarak yormak. "diye kendince tahmin yürüten Dennis 'e sadece baktım. Olabilir aslında. Her şeyi bekliyorum onlardan.
" İdare edeceğim bir durum bu. Merak ettiğim aslında tam olarak ne için çabalayıp durdukları? Sonuç beni yok etmek ama nasıl yok etmek burası bir muamma." dememle birden hepsi dikkat edilmesi gereken noktayı onlara sunduğum anda benim gibi derin derin düşünmeye başladılar.
" Onların zihinlerine sızmak lazım bunu bilmek için ve bu şimdilik çok uçuk bir hayal. "demesiyle Kavi ona hak verdim. Çünkü hâlâ kendi isteğimle onlarla bir iletişim kurmam zordu. Bunu nasıl sağlayacağımı bilmiyordum.
" Hadi şimdilik bunu bir kenara bırakalım ve şu toplantıya katılıp kendi işlerimizin başına geçelim. Peder son olaydan sonra benim bu işle daha yakından ilgilenmemi istedi. Ve her şeyi adım adım ona aktarmam gerektiğinin altını çizdi. Bunu yapmazsam ebemi bekleyecek orası kesin. "diyince Dehri son cümlesini söylediği anda yüzünde garip bir ifade yer edindi. Onun bu halini gördüğümüz anda aramızdan bu haline keyifle gülenler oldu. Dehri günlere sadece kaşlarını çatarak baktı.
" Hiç komik bir tarafı yok. Hatırlatmak isterim ki sizlerin kralları da bu iş için sizi görevlendirdi. Benden kalır yanınız yok gibi. Böylece beni alaya almak yerine size çaba gösterin yoksa sonunuz benim gibi olabilir." demesiyle Dehri anında diğerlerinin huysuzluk içinde homurtular çıkarmasını sağladı.
Ah bunları anlaşma yönetimi bir başka.
Tam o sırada biz merdivenlerden aşağı inmek üzereyken birden iki kadının olduğumuz tarafa doğru sinirle geldiğini gördüm. Bakışlarında yatan öfke ifadelerini görünce bunun sebebini anlamak için daha detaylı bakılınca ikisinin de aynı kişiye baktığını gördüm. Dehri 'ye...
Yine ne yaptı bu adam? İki kadın buraya geldiği anda Dehri' nin ismini zikredince anında Dehri etrafına çevirdi bakışlarını ve gördükleri karşısında sesli bir küfür etti.
"Yine ne halt ettin? 'dedi anında Enfal.
Dehri gergin bakışlarını bana doğru çevirdi ve hemen koşar adımlarla arkama doğru ilerledi. Arkama geçtikten sonra ne yapacağını bilmeyen bir sesle konuştu.
" Belki bir ilişkim olmuş olabilir onlarla? "dediğinde aynı anda hepimiz konuştuk.
" Aynı anda mı? "demiştim aynı anda Victoria 'yla.
" Seni şerefsiz. "diyen Dennis ve Enfal olmuştu.
" Çok sinirliler. "Nehar ve Kavi aynı şeyi söylemiş olmasıyla arkamda duran Dehri omzumun gerisinden kızların olduğu tarafa baktı.
" Ne bileyim ya sarhoştum ve o an ikisinin kardeş olduğunu bilmiyordum. Karıştırdım ve aynı gün içinde ikisiyle bir ilişkim olmuş olabilirim. Hiçbir suçum yok benim." diye kendini aklamaya çalışmasıyla anına gergin bir nefes aldım. Birkaç adım kalmıştı kızların yanımıza ulaşmasına.
" Bir gün olsun sorun çıkaran taraf olma be! "diye sinirle konuştum. Buraya olay çıkarmak için mi gelmiştik?
" Benim ne suçum var? "diye birde suçsuz olduğunu ifade etmedi mi çıldıracağım yakında.
Arkamda durmuş kızların yanımıza gelmesini beklerken diğerleri hemen yanımda sırayla dizildi. Olası bir duruma engel olmak adına.
" Seni adi adam! "dedi esmer olan kız. Ondan hemen sonra diğeri konuştu.
" Seni düzenbaz herif! Ne hakla ikimizle de aynı anda ilişki yaşarsın sen? "diye öfkeyle konuştuğu anda arkamda duran Dehri nereden cesaret almışsa alaylı bir şekilde konuşmadı mı? Az daha önünden çekilip onu ortaya çıkaracaktım.
" Bence ortada bir ilişki yok. Tek gecelik bir şeydi. "diyince anında yanımda duran Enfal sessizce şunları söylemişti.
" Aynı gecede nasıl iki kişiyle ilişkin olabilir şerefsiz. "demesiyle onu duyan Dehri ona nasıl baktı bilmiyorum ama Enfal bir anda bakışlarını önüne çekip buzdan bir ifadeyle önünde duran kadınlara baktı.
" Seni asi adam birde pişkin pişkin bir ilişki yok mu diyorsun. Aynı gece hem benimle hemde kız kardeşimle nasıl bir berberlik yaşamış olabilirsin ki?" diye hidettle konuşmuş ve bir cevap istemişti Dehri 'den.
Dehri ise çok rahat bir şekilde konuşmaya başladığı anda ona elimin tersiyle bir tane vurmak istedim. Tabii önünde ben olduğum için kızlar sınırı aşmadan ona hesap soruyor ve bu onun için gayet güzel bir manzaraydı. Yoksa arada ben olmasam bu iki kadın Dehri 'yi güzelce paralar sonrasında onu merdivenlerden aşağı atardı.
"Ah üstün meziyetlerimden bahsetmek huyum değil." diye konuştuğu anda midemin çalkalandığını hissettim.
Dehri konuşmasına devam edeceği an onu elimi kaldırmamla susturdum.
"Bakın hanımlar Dehri 'yi savunmuyorum bunu bilmenizi isterim. Yaptığı gayette adice bir hareket ama şu an burada bir olay çıkması dahilinde olay banada sıçrayarak ve ben bunu istemiyorum. Buraya başımda olan bir sorun için geldim ve yeni bir bela istemiyorum. Bu sorun hallolduktan sonra Dehri 'yi size seve seve sunabilirim ve ondan intikamınızı alabilirsiniz. Yaptığı hoş değil ve hemcinsim burada haklıyken onu savunacağımı düşünmenizi istemem. Şimdilik öfkenizi sabit tutun ve bu toplantı bittikten sonra istediğiniz alana Dehri' yi getireyim ve ona ne yapacaksanız yardımcı olabilirim. "dememle daha kızlar bir şey demeden Dehri atıldı.
" Emira-"diye çaresiz, endişeli ve dumura uğramış bir sesle konuştuğu anda onu yok saydım ve bir adım öne atılıp onların konuşmasını bekledim.
Kızlar birbirine bakıp birkaç saniye düşündüler. Tabii bu sırada arkamda duran Dehri ecel terleri döküyordu. Diğerleri ise onun bu haline bıyık altından gülüyordu. Victoria onların bu kararsızlığına yardımcı oldu.
"Ah beni bilirsiniz canlarım birine kafayı takarsam onu önümde süründürecek hale getirmek için çabalarım ve şu an hedefimde bu kazanova duruyor." demiş ve arkamda duran Dehri 'yi göstermiş sonra tekrar bakışlarını kızlara çıkarmıştı. "Size kendi ellerimle onu teslim edeceğim ama şu an bir olay çıkması yararımıza olmaz. "bunu büyük bir keyifle dile getirmişti. Kızlar ben ve Victoria' ya güvenmeyi tercih etmiş ve oldukları yerden ayrılıp bizi bal başa bırakmıştı.
" Sen bir gün elimde kalacaksın Dehri! Biz ne peşindeyiz sen buraya gelip neler yapmışsınız? "diye hidettle konuşmuş ve yönümü arkamda duan Dehri 'ye döndürmüştüm.
Birkaç adım geriye gitmişti yüksek sesimi duyunca.
" Bana ne diye kızıyorsun? Onların hiç mi suçu yok? "diyince Dehri sanki masum olan taraf oymuş gibi.
" Sen ne yaptığının farkında mısın? "dedi yanımdaki yerini alan Victoria.
Victoria 'nın sorusunu duyduktan sonra ona öfkeyle baktı Dehri.
" Sende ne meraklısın beni süründürecek hallere sokmaya. Elinde olsa şu an beni götürürsün onların yanına. Yanlış bir şey yapmadım. Onlarda istiyordu bende karşılık verdim. Sanki görende zorla baskı altında oldu her şey. Hem ne bileyim aynı kandan olduklarını! "diye artık iyiden iyiye o da kendini kaybedince yükselen tansiyonu azaltmak adına anında yeter diye yüksek sesle konuştum .
Sesimle birlikte hepsinin bakışları beni buldu.
" Kendinize gelin. Buraya ne için geldiğimizi unutmayın ve sorun çıkartmaktan kaçının!" demiş ve yavaşça merdivenlere doğru yönelip yukarı doğru basamakları çıkmayı başladım.
Toplantının olacağı kata tam gelmiş ve odanın önüne doğru adım atacakken birden bir şey oldu. Birkaç kişinin Dehri 'yi anarak alayla konuşması koridorda duyuldu. Dehri adım atmayı bırakıp arkasına dönüp onun hakkında konuşanlara doğru döndü.
"Vay vay bakın bir Ateş Krallığı' nın veliahdına yediği naneler yüzünden alay konusu oldu. Ah Kralın senin yüzünden utanç duyuyordur herkese karşı. Babanı utandıran bir evlat olmak nasıl bir duygu merak ettim? Çünkü pek benim yapamadığım bir şey de." diyen kumral adam alaylı bakışlarla Dehri 'ye hiç hoş cümleler kurmamış ve ortamı baya germişti.
" Sen hayırdır ne bu cesaret? "diye sorgularcasına konuşunca karşısında duran adam olduğu yerde bir adım öne çıktı. Bunun bir karın ağrısı var ama ne?
" Peki sende olmayan bir şey bilemezsin. "diye sert bir tınıda bu cümleyi zikrettiği anda o an Dehri olduğu yerden hızla öne atıldı. Tam onu durdurmak için hareket edecekken Dehri öyle bir hızla adamın yanına vardı ve birden yüzüne sertçe bir yumruk attığı gibi Victoria 'nın yüksek çığlığı duyuldu.
Dehri hızını alamadan anında ikinci yumruğu da yüzüne geçirdi. Adam olduğu yerde yumruğun şiddetiyle sarsıldı ve arkasında olan duvara çarptı.
Adamın yanında bulunan arkadaşı onu tutup ayağa kaldırmaya çalıştı.
"Bir daha söylemeye ne dersin o cümleleri hemde daha yakından!" bunları demesiyle Dehri ortalık daha da kızıştı ve yumruk yiyen adam bir anda doğrulup Dehri 'yi yakasından tutup kendine hızla çektiği anda ona sertçe kafa attı.
Dehri olduğu yerde sadece sarsıldı. Aldığı darbeyi daha sindirmeden o da karşısında duran adama karşılık verdi tekrar. Adamın gözüne vurucu bir darbe vurunca o an adamın çığlığı ve yere sertçe yere düşmesi her şeyi sona erdirdi. Çünkü onca sese karşı olduğumuz yere koşturarak gelenler oldu.
Tanımadığımız birkaç kişi gelip araya girdi. Ve ikisinin yanına gelip onları birbirinden uzaklaştırmaya başladılar. Yerde duran adamı kaldırıp başka tarafa doğru çektiler.
"Bu ne rezalet! Ne yapıyorsunuz burada böyle? Ya siz veliaht?" dediği anda adam, Dehri aslaa anında öfkeyle ona baktı
"Gelmiş karşımda şahsıma hakaret eden birine ne yapmamı bekliyorsunuz? Hak ettiğini aldı." dediğinde hiddetle Dehri onun bu sözlerine karşılık anında adam ona esefle baktı.
"Bir Veliaht'a yakışan davranışlar değil bu!" diye belli bir sınır çizgisinde konuşunca adam Dehri ona doğru adımladı.
"Ve bu söyledikleriniz bir Veliaht'la konuşulması gereken cümleler değil!" diye ikazda bulunup ona durması gereken cümleleri hatırlattı.
Adam birkaç adım geriye gitti ve diğer adamın olduğu tarafa ilerledi. Olduğumuz yerden toplantı odasına doğru ilerlerken bir yandan da Dehri 'yi azarlayıp durduk.
" Oğlum biliyorum adamın dedikleri doğru değildi ama bu yaptığında olmadı. Yüzünün haline bak." dediği anda hemen Dehri' nin eli başına gitti. Ağrıyan yeri elleyince anında parmakları geri çekildi.
Üzeri dağılmış, hali pek iç açıcı değildi. Hızla alıp verdiği nefesler arasında söyleneni duyunca daha da öfkesi kabardı.
" O adamı ellerimin arasında boğmak istiyorum ama işte bulunduğumuz ortam hiçte uygun değil. Apser Krallığı 'nda olmasaydık gösterirdim ben ona." diye birde sinirli konuşmasını duymadım mı anında ona doğru döndüm.
"Ben olay çıkmasın diye uğraşırken bakıyorumda pek sevgili veliahtımız da ne meraklı olay çıkarıp tüm dikkatleri üzerimize çekmeye. Daha sakin olup bence bu işi böyle halledebilirdin. Bak şimdi ne oldu herkes bu olayı konuşacak!"diye sinirle söylendiğim anda Dehri her ne kadar sinirli olsada dediklerimde haklı olduğumu anladığı için bir şey diyemedi. Sonrasında zaten olduğumuz yerden ayrılıp toplantı odasına gittik.
Odaya geldiğimiz anda içerisi boştu. Bu andan faydalandık ve olan üzerine konuştuk. Şu an kesinlikle olay Süreyya hanım ve Ahlas beyin kulağına gitmiştir. Ve kim bilir ne düşünüyorlardır? Ayağımızın tozuyla olayları üzerimize çektik.
Yani bu sefer de bizim suçumuz yok ki. Adamın biri sataştı. Dehri kendine hakim olamayıp karşılık verdi. Durup dururken adama kafa atmadı da.
"Sizce ne olacak?" diye Kavi 'nin meraklı sesini duyunca yönümü ona çevirdim.
"Geldiklerinde anlayacağız." dedim bende net bir şekilde cevap vermeyerek. Çünkü şu an ne durumdalar görmeden bir kanıya varmak boşa olur.
"Ah Dehri biliyorum haksız değilsin ama keşke adama haddini bildirmeseydin." diyen Victoria 'ya Dehri burnundan soluyarak baktı.
"Kızım adamın dediklerini duydun birde oradan öylece hiçbir şey yokmuş gibi geçmemi mi bekliyordunuz? Kusura bakmayın ama o kadar rahat bir insan değilim. Dışarıdan öyle gözüküyor olmam aslımda öyle olduğum anlamına gelmiyor." diye sinirle konuşup bu konuda üzerine gelmememizi ses tonuyla bildirince o an sustu herkes.
Dehri sakinleşmek için kendine zaman tanıdı. Bir süre kimse konuşmadı. Hepimiz kendi düşüncelerimizle boğuşup durduk.
Adamın derdi neydi onu da anlamış değilim. Ne oldu da birden Dehri 'ye karşı bu yaklaşımda bulundu? Bir sebebi var mıydı yoksa keyfiyetten kaynaklandı? Bu işi kurcalamak isterdim ama şu an pek yeri değil zamanı hiç değil hemde. Onca işimiz gücümüz var başımıza gelenlere bak! İnanılır gibi değil.
Hepimiz uzun kocaman masada belli boş yerlere geçip oturmuştuk. En son konuşmadan bu yana konuşmaya cesaret eden kimse olmadı. Ara sıra Victoria 'yla bakışıyorduk onun dışında pek bir şey olmadı.
"Tamam boş verin şimdilik bu olanları unutulur gider. Bu zamana kadar neler olmadı ki. Bu pek kafaya takılacak bir şey değil bence. Şu an herkesin zaten dikkati başka yerde. Bunu öğrenseler bile eminim ki çok büyütmezler neden mi? Çünkü zaten başlarında büyük bir sorun var. Biz şu an ne yapsak o kadar göze batmayız eskisi gibi. "diye bizi bu konuda telkin etmeye çalışan Nehar 'a içten içe hak verdim.
Aslında şu an herkes Dani ve Esila' dan gelecek bir probleme odaklanmış durumdalar. Şu an bizim konumuzdan haberdar olsalar bile pek ciddiye almamış olabilirlerde.
" Umuyorum ki dediğin gibi olsun Nehar çünkü hiç birde bu sorunla muhatap olmak istemiyorum. Zaten başımızda onca bela var. Birde bunun yüzünden buradaki yetkililere bunun açıklamasını yapmak gibi bir derde kalmayayım. Bu işler bitsin ben ayağımıza dolanan herkesin icabına bakacağım. "dediğinde Victoria o an zihnimden şunlar geçti.
'Peki bu iş bitecek mi? Eğer bitecekse ardından bizi bekleyen şeyi görmeye fırsatımız olacak mı? Umuyorum ki olsun. Olmazsa çok büyük sorun olur. Gerisingeri bizleri büyük duygularla karşı karşıya bırakır ;hüsran, yıkım, kayı ve sonsuz düşünce girdabı...
Hâlâ olay bile tam olarak ne şekilde gerçekleşecek onu bile bilmezken olayın sonuçları nasıl olacak düşünmek istemiyorum şu anlık. Çünkü daha ne bedenen ne zihnen ne de ruhen hazırız bu savaşa.
⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘
Biz kendi kendimize oturmuş sessizce herkesin büyük toplantı odasında yerlerine geçmesini beklerken çoğu kişinin bakışlarının üzerimizde olduğunu anladık. Ama görmezden gelmeyi tercih ettik. Süreyya hanım ve Ahlas bey yerine geçerken bize de atmış oldukları bakışlarını görmüş ama anında yok sayarak önümüze dönmüştük.
"Süreyya hanım her ne kadar şu an bu konu için bizi kenara çekmemiş olabilir ama eminim ki kuleye dönünce canımızı okuyacak." bunu diyen Victoria 'ya yüzde yüz katıldım. Her ne kadar şu an sessiz olsa da bakışlarında yatan kasırga yakın bir zamanda çok büyük bir felaketi habercisiydi.
" Umalım ki bunu yok sayacak işleri olsun canım. Birde azar işitmek istemiyorum yersiz yere." diye açık açık suçsuz olduğum konu hakkında azar işitmek istemediğimi ve bunun neden kaynaklı olmadığınız dile getirdim.
O sırada Dehri 'nin bakışları beni buldu. Ona kötü kötü bakarak onun yüzünden azar işiteceğimi ve bundan dolayı diyeceğim her söze her uyarıya herhangi bir şey deme hakkı olmadığını gösterdim bakışlarımla. Dehri sert yüz ifademi izledi ve sadece tek kaşı usulca yukarı doğru kavislendi.
Başını yavaşça omzuna doğru eğip öylece bana baktı. Bu davranışına anında karşılık verip ciddi ifademle ona bakıp kim önce pes edecek bekledim. Hiç bakışlarımı ondan çekmeden dik dik ona baktım. Ta ki o sonunda pes edip benden bakışlarını kaçırana kadar. Dehri bakışları çekip masanın etrafında bulunanlara baktığı sırada ben bakışlarımı sadece önüme çekip sessizce oturmaya devam ettim.
Bir müddet genel konulardan bahsedildi. Hiç oralı olmadan öylece durdum. Sonra konular sıkıcı bir hal alınca önümde duran boş kağıdı biraz kendime doğru çekip biraz ileride olan kaleme uzanıp parmaklarımla onu kavradığım gibi hemen geriye doğru çekildim. Parmaklarım arasında duran kalemle boş kağıda gelişi güzel bir şey çizmeye başladım. Tabii o sırada konuşulan konuşmalar ister istemez kulağıma kadar geldi.
Şu an burada bulunmak çok can sıkıcı bir hal almıştı.
"Hâlâ kaçırılmalar devam ediliyor. Ne amaçlanıyor bilmiyoruz ve bunun önünü kesmek için bir şey yapmamız lazım. En iyi adamlarımız en iyi olanlar birden ortalıktan kaybolup gidiyor." bunu diyen adama kısaca göz ucuyla baktığımda bakışlarının bende olduğunu fark ettim. Bana dikmiş olduğu bakışları arasında bir duyguya rastladım. Her zaman bana denilen ama asla yapmadığım bir şey.
Küstahça bakışlarla bakmak ...
Adam bana öyle bir bakıyordu ki sanki çok aciz bir kişiymişim gibi. Bakışları rahatsız etti mi? Hayır çünkü dışarıdan nasıl durduğum nasıl göründüğümü çoğu kişiden bizzat duymuştum. Ama bakışları altında yatan başka bir şey daha vardı ve ben buna bir anlam veremedim. İşte canımı sıkan şeyde buydu. Bakışlarımı tekrar önüme çevirip çizim yapmaya devam ederken diğer kişilerde onun dediklerine katıldı ve bunun için bir şey yapılmasını üstüne basa basa bildirdiler.
Ve o anda hepsinin konuşmaları birbirine girdi.
Bu aniden ortaya çıkan gürültü bizi sadece olan biteni sessizce izlememize sebep oldu. Bu yüksek rahatız edici gürültü saniyeler içinde Apser Krallığı 'ndaki baş büyücüler tarafından bastırılmış ve sessizlik tekrardan hakim olmuştu. Olduğum yerde sessizce durup herhangi bir şey dememem bazı kişilerin bana bakışlarını dikmesini sağlamıştı.
Ne o sanki bir şey desem kaale alacaklar beni?
Burada bir hüküm yok zaten bunu bilmiyor muyum sanıyorlar? Belki kolyenin sahibi olabilirim ama bu kolyeyi asla hak etmediğimi düşünüyor hepsi. Ama şunu bilmiyorlardı hiçbirinin ne düşündüğüyle ilgilenmediğimi.
Baş büyücülerden beni aylar öncesinden sorguya çeken kişi anında konuya açıklık getirmek için açıklama yapınca tüm bakışları ona dönmüştü. Tek bir kişi hariç. Diğer krallıklardan gelen elçilerden biri pür dikkat bana bakıyordu. Bu az önce konuşan kişiyi. Ve hâlâ o küstah bakışları benim üzerimde duruyordu. Derdi ne bunun? Açık açık söylesin ve bir an önce o iğrenç varlığı varlığımı rahatsız etmeyi bıraksın. Her ne umursamıyorum desem de birinin size dik dik bakması hiç hoş hissettirmiyor.
Baş büyücü konuşmayı bırakınca birden o adam söze girdi.
"Biz bu kadar bu sorunla alakadarken Prenses pek burada bulunmaktan memnun değil gibi." diye ortaya bombayı bırakıp kendi köşesine çekilince anında masasının etrafında bulunan herkes bana baktı. Daha doğrusu elimde duran kaleme ve önümdeki bir şeyler çizilmiş kağıda.
" Bu sorun sizin için de önem arz etmesi gerekmiyor mu? Ama siz burada sanki normal bir şey varmış gibi boş kağıda bir şey çizip duruyorsunuz." diye ne kadar sorumsuz ve bencil olduğumu içeren cümleleri kurunca kumral, orta yaşlarda bulunan kadın , bakışlarımdaki hissizlikle sözlerine karşılık verdim.
" Arz etmese burada olmazdım. "dedim basitçe. Sesimdeki boş vermişlik onun gergin yüzünün daha da kasılmasını sağladı.
" Ah sorumluluk alamayacak bir kadına bu kolyenin sunulması ne büyük hata. "dedi hemen onun yanında duran kadın. Bu kadın sarışın, tombul ve yanında duran kadından daha yaşlıydı. Beyaz, yuvarlak çerçeveli gözlükleri ardından bana dayanamıyormuşcasına bakıyordu. Önünde duran sudan bir yudum alıp bakışlarıyla beni sindirmeye çalıştı.
Ne yani buraya ne kadar sorumsuz ne kadar bencil oluşumu duymak için mi geldim? Görende buradakiler hepsi canlarını feda etmekten asla çekinmeyen insanlar sanır! Hepsi bencillikte sömestr yapmış kişiler. Oturdukları yerden konuşmak kolay bir de sahaya insinler de göreyim o zaman bu hallerini tekrardan.
"Ah bırakın onu madam Prenses ve arkadaşları sorun çıkarmak dışında pek bir işe yaramıyor." diye açıktan açıktan bizim nasıl bir problem olduğumuzu dile getiren şu itici elçiye ölümcül bakışlarla baktım. Bu adamı çiğ çiğ yerim de şu an onunla muhatap olmayacak kadar büyük meşguliyetlerim var. Ama onunda sırası bir gün elbette gelir.
" Ah haklısınız daha buraya yeni ayak basmalarına rağmen olay çıkarmışlar. İnanılacak gibi değil. Bu ne rezalet! Bu ne vurdum duymazlık!" demişti hemen çaprazımda bulunan orta yaşlı bir adam. Sanırım bu yöneticilerden biriydi.
"Dayak yiyen şu adamın amcası." diye kısa bir bilgilendirme yapan Victoria 'yla her şey netlik kazandı.
"Tabii ceza almadıkları için hep bu şekilde sorunlar çıkarmaları normal. Disiplinden habersizler. Bu büyük kayıp." dedi yüzünü görmediğim ama şu elçinin tam önünde bulunan kadın konuşmuştu.
Ardından elçi bir anda tekrar konuşunca pür dikkat herkes onu dinledi.
" Bugün yaptıkları çok yakışıksız şeylerdi. Bence bunu bir yaptırımı olmalı. Küçük bir ceza bence onları dizginleyecektir." diyen elçiye diğerleride katıldı.
"Hak veriyorum elçiye. Bu ne böyle kuralları çiğneyip sorunlar çıkarmak bunun önüne geçilmezse ileride bizi neler bekleyecek kim bilir." diye tekrar o elçinin önünde duran kadın konuşmuştu.
Elçi ona keyifli parıltılarla bakmış ve dudakları keyifle iki yana kıvrılmıştı. Bu adamın bir amacı olmalı ama ne? Hepsi bir anda neden konudan sapıp bize cephe aldılar? Bunu bilerek mi yaptı mı elçi bozuntusu? Ben gösteririm şimdi ona. Sessiz kalışımı neye yordu bilmiyorum ama onu parçalara ayırıp rezil etmesini de bilirim ben.
Ayağını denk alsın yoksa ben çok güzel haddini bildirip bir daha asla bu konu sebebiyle bize bulaşmaması adına mükemmel şeyler yapacak güce sahibim. Beni kendilerine musallat ederlerse kurtuluşları çok uzakta olur haberleri yok. Susuyoruz diye bizi küçük görecek olmaları onların ucuz karakterlerinden ötürü. Ama ben ne kendimi ezdiririm ne de dostlarımı. Bizde sanki canımız sıkıldığından sorun çıkarıyoruz!
Sorunlar bizi buluyor. Biz masumuz bir kere! Yavaşça yerimde rahat bir pozisyonda oturup başımı yana eğip bana göz ucuyla bakmakta olan elçiye bakışlarımı dikip ona hitaben konuştum.
"Ne oluyor? Ne bu ısrar?" dedim şüpheci bir edayla.
Cümlemi duyunca ona dediğimi ilk an anlaması güç oldu ama benimle birlikte diğerleri de ona bakınca ona hitaben konuştuğumu anladı. Soruma cevap vermedi. Gözlerini benden kaçırdı. Hah korkak kedi gibi şimdi geriye mi çekiliyor? Elimde duran kalemi sertçe parmaklarım arasında çevirmeye başladım. Tabii o sırada konuşmayı ihmal etmedim.
"Biri mi öldü? "dediğimde adam ilk an şaşırdı. Bunu masada olan bakışlarına bakınca görmek zor değildi. Ondan cevap beklediğimi bildiği için çok uzun sürmedi bana kayıtsızlığı. Sorumu anında cevapladı. Nasıl mı? Hayır anlamında başını iki yana sallayarak . Bana sorumun cevabını verince sormaya devam ettim.
" Biri mi yaralandı? "diye sorunca tekrar hayır dercesine başını salladı. Konuşmaktan bile acizdi karşımda ama az önce sessiz kalışımda çok güzel imayla konuşuyordu beyefendi!
" O halde bu neyin inadı? Ne diye ikide bir ceza alsınlar diye tutturdunuz merak ediyorum? "diye sorunca adam sessiz kalmaya devam etti. Bakışlarımı ondan çekip az önce diğer konuşanlara çevirdim. Hepsi süt dökmüş kedi gibi duruyordu şimdi. Az önce bir aslan gibi kükrerken şu halde olmaları acınası bir durumdu.
" Bence şu an bu olay o kadar gündem olacak bir şey değildi." dedim uyaran bir sesle.
Bir daha bu olaya benzer bir şey olursa durması gereken yeri ona açık açık bildiriyordum. Sesim ne kadar sert çıkmış olmalı ki adamın sertçe yutkunduğunu duyunca benden ötürü olan sessizlik arasında. Az da olsa keyfim yerine gelmişti. Ben şu ana kadar konuşurken kimse araya girmemişti. Tekrar konuşup onun bakışlarını sorumla kendi üzerime çektim.
"Hem siz kimsiniz?" Bunu sorunca anında bakışları endişeyle sarmalandı ve bedeni gerildi. Ah sorum onu rahatsız etmiş olmalı! Ne güzel şimdi keyif alma sırası bendeydi. Ve önümde sessizce olduğu yerde gerginlikle kıpırdamadan duran adama keyifle bakma sırası bana geçti .
" Prenses Emira onu korkutuyorsunuz. "diyince koruyuculardan Malha o anda bakışlarım onu bulmadan konuştum.
" Korku iyidir. Hata yapmamızı ya engeller ya da en büyük hataya sebebiyet verir. "dedim ve olduğum yerde genişçe sandalyeye yaslanıp konuştum." Değil mi? "diyince olduğu yerde süt dökmüş kediye tekrar büründü .
Hah şöyle yola gelsin. Nedir ikide bir yok ceza alsınlar yok bu büyük bir rezalet. Sanki daha önce adam öldürmüş gibi yansıtıp durdular bizleri. Alt tarafı küçük sorunlar çıkıp durdu ama bununda sorunsuz bir şekilde önledik sonrasında. Konuşamadan sonra herkes tekrar eski konuya geri dönmüş ve az önce olan konuşma hakkında kimse herhangi bir şey söylememişti. Hatta Süreyya hanım bile bana bu konu hakkında küçük bir imalı bakışla bile bakmamıştı.
Toplantı bitince buradan ayrılmamıştık. Çünkü Asper Krallığı 'ndan gizlice bu kaçırılan kişiler için detaylı bilgi için gizli görevde olan koruyucuların gelmesini beklememiz gerekmişti. Bizde o sırada biraz hava almak adına toplantı odasından ayrılmıştık. İkinci toplantı olana kadar biraz bu karmaşa içerisinden uzaklaşmak iyi gelecekti.
Victoria bizi rahat olacağımız bir yere götürmüştü.
Asper Krallığı 'nın yer altında bulunan gizli sığınaklarına. Neden buraya geldiğimizi diğerleri Victoria' ya sorarken ben en arkada onları takip ediyordum.
"Küçük insancıklarla başınız yine belaya girmiş görünüyor." diye bir anda Ölü Ruh 'un sesini zihnimin duvarlarında duyduğum anda adımlarım daha da yavaşladı.
"Her zaman ki durumumuz." demiştim basit bir cevapla.
"Ama o elçiyle olan konuşmalarını dinlemek çok zevkliydi. Bu kadar korkutucu olduğunu bilmiyordum insancıklar arasında. Ah yoksa göründüğünden çok farklı mısın küçük insancık?" diye bu şey doğruysa bundan büyük keyif alacağını gizlemekten çekinmeyeceğini sesinden ve kuruduğu cümlelerden anlamıştım.
" Sadece kolyenin gücü onları korkutuyor. Yoksa benden korkmuyorlar. "
" Emin misin? Bence asıl o kolyeye bu kadar hükmetmeyi bilen ilk kişi olduğun için senden bu kadar korkuyorlar gibi geldi bana. Hem bu zamana kadar Dani 'nin muhatap olduğum daha doğrusu yakında ilgisini çeken ilk kişisin. "dediğinde Ölü Ruh sadece önümde duran küçük dar geçitte sağ tarafa doğru döndüm. Bizimkilerle aramda büyük mesafe vardı. Seslerini takip ederek arkalarından ilerliyordum.
" Bence dediğin şey için değil. Hem kolyenin ikinci sahibiyle ilgilenmedi çünkü zaten onu yok edecek kişi tam yanı başında duruyordu ama ben tek başımaydım. Ve Esila 'nın amacı onun hoşuna gitmiş olmalı. Zaten daha önce de iş birliği yapıp canımı yakmadılar mı? Bu yeni bir şey değil. "demiş ve bu yönden bakmasının benim için bir anlamı olmadığını aslında olan şeyin benim dediklerim olduğunu açıkça zikretmiştim.
" Ah Prenses ben asla yanılmam. Ve sen şu işe ikisinin de ölesiye korktuğu kişisinin. Neden mi? Çünkü onları yok edecek güce haddinden fazla sahipsin ve bu onları korkutuyor. Hamilelerin zekice ve bu onları sana karşı bir olmalarını sağladı tekrardan."
Beni mi övüyordu? Şaşırdım.
" Sen ve beni övmek. Ne oldu ölecek miyim? Ya da bu senin kendi tarzında veda sözleri mi? "dememle zihnimde yüksek kahkahası çınladı.
" Ah küçüğüm benden kurtuluş yok maalesef. Sadece kendinin farkında olmanı istiyorum. Yapacaklarını ve yapabileceklerini bil ki düşmana fırsat verme. Güçlüsün. Bu boynunda duran kolyeden dolayı değil. Senin iraden ve olası durumları anında halledecek zekaya sahip olmandan dolayı. Sana güçsüz diyenlere takılma bu onların kendince seni kendilerine bağlı kılmak için kurdukları saçma sapan konuşmalar sadece. "dediği anda beni bu yönden hiç destekleyecek olma düşüncesi aklıma gelmemiş buna ihtimal bile vermemiştim.
" Teşekkürler. Söylediklerin çok anlamlı cümlelerdi. "demiş ve son anda önüme çıkan kocaman aralık kapıdan içeri girmiştim. İçeri girdiğimde beni bir kuyu ve onun etrafında duran dostlarım karşıladı.
" Ah Emira sonunda geldin. Neden bu kadar geç geldin anlamadım? "diyen Victoria 'ya sadece omuz silkerek cevap verdim. Yanlarındaki yerimi aldıktan sonra bakışlarımı içi su dolu kuyuya baktım.
" Bizi neden buraya getirdin Victoria? "dedi Kavi bakışları üzerine oturduğu kuyunun içinde duran suya bakarken.
" Katılıyorum burada ne işimiz var? Yerin bilemem kaç metre aşağısında duruyoruz. "diye olduğu yerden memnun olmayan bir sesle konuşunca Dehri, anında başına sert bir şaplak aldı.
"Sen yine sorun çıkarma diye belki de kız bizi ondan buraya getirdi. Diğer toplantı olana kadar insan içinde olmamamız daha iyi bence. Malum mıknatıs gibi belaları üzerimize çekip duruyoruz." dedi Enfal. Onun yaptığı şeye Dehri sadece kaşını çatarak bakmakla yetindi.
" İçeride olan adam zaten bize kıl olmuş belli. İkide bir ceza diyip durdu. Emira susturmasa daha devam ederdi bence. "dedi anında Nehar suya daldırmış olduğu çubuğu yavaşça bir ileri bir geri götürürken.
" Evet ya neydi onun derdi? "diye konuşunca Dehri bir şaplakta Dennis vurdu kafasına.
" Sence? Tabii ki Emira. Nasılda küstahça ona bakıp duruyor. Bakışlarında yatan o iğrenç bakış beni bile sinir etti. Emira karışmasaydı biraz daha dayanamayıp ben konuşacaktım. "demesiyle Dennis anında Dehri elini ensesine götürdü ve Dennis 'in vurduğu yeri sıvazlarken ona dik dik bakmaya başladı.
Bakışlarında sıkıyorsa bir daha yap diyordu.
" Bırakın onu bunu bunlar gelip geçici şeyler asıl olan şey şimdi ne olacağı? "dediğinde Kavi anında hepimiz sessizleştik ve olanı biteni anlamaya çalıştık.
" Arın hocaya olanları duyduk durumu nasıl? "diye tekrar konuşan Kavi 'ye bakıp ona cevap verdim.
" Yani en son buraya gelmeden önce yanına gidip bakmıştım hâlâ yatakta ama zamanla eskisi gibi olacak. Çok derin yarası olmadığı için kendine gelmesi çok uzun sürmedi. "açıklamamla Kavi anladım dercesine baktı.
" Kısa zamanda onu ziyarete geliriz. Diyen Nehar 'a diğerleri de katıldı.
"Gelişimizle olay çıkmazsa ne güzel olur değil mi Prenses?" diye alaya alınca Dennis ona burun kıvırıp yönümü Victoria' ya çevirdim.
"Bu sığınak ne için var?" dememle Victoria anında dalgın dalgın suya bakıp sorumu yanıtlamaya hazırlandı.
"Asırlar öncesinde aslında herhangi bir tehlikeye karşı kuruldu. Ama pek işlevini yerine getirmedi. Ta ki Karanlık Ruhların saldırısına kadar. Sonra burası bir kurtuluş oldu herkes için. Çünkü bu sayede çoğu kişi hayatta kaldı. Burada bulunan herhangi bir varlığın ruhunun yaydığı enerji hissedilmez. Karanlık Ruhlar o an bunu hissetmişti ve oldukları yerden ayrılıp gitti onca verdikleri zarardan sonra. "dedi düğüm düğüm olmuş sesiyle.
Konuşurken zorlukla bu cümleleri kurmuş, o günler tekrar zihnine dolduğu için gözleri yaşarmıştı. Bilmiyordu ki artık onlardan bir zarar asla gelmeyeceğini. Ama şimdilik bu bilgi bende saklı kalmalı. Sonrasında hepsinin haberi olacaktır.
"Uzun zaman oldu." demekle herkesin bakışlarını kendime çektim. Bir an olsun Victoria 'yı o duygu durumundan çıkarmak istedim. Çünkü ne kadar geçmişe çakılı kalırsak o kadar çıkmak zor olur kişi için. Ve bu illete düşmesini istemiyorum Victoria' nın.
"Ne uzun zaman oldu?" dedi Kavi sesine yerleşmiş merak duygusu içinde.
"Bir arada normal konulardan bahsetmeye. Aslında çokta normal bir konuşma değil yaptığımız konuşmalar ama bize göre normal. Uzun zamandır tek konumuz ne biliyorsunuz. Ondan başka ne herhangi bir sorunumuz var mı, sıkıntımız var mı? Bu soruları birbirimize sormayalı uzun zaman oldu. Sadece yapmamız gereken şeye odaklandık. Ne durumda olduğumuzu unuttuk ya da bunu sormaya ne gücümüz kaldı ne de halimiz. Sadece hep aynı şeyi bulmak için çabalayıp durduk. "diyerek uzun zamandır gözden atlatıp durduğumuz şeyin varlığını kendim dahil onlara da hatırlattım.
" Doğru diyorsun. "dedi sözü devralan Dennis." Hayat koşturmacasının altına yok olan insanlara dönüştük.. "dedi bunun varlığının ondaki etkisini sesine yansıtırken.
" Ama bu kısa bir süreliğine. Yakında eskisi gibi olacağız. "dediğinde buna inanmak isteyen bir sesle Kavi.
Ve o an zihinleri şu cümle işgal altına aldı.
'Bu savaşın ardından benden geriye bir şey kalacak mı? Kalırsa ne durumda olacağız?'
" Zamana bırakalım bunu şimdilik olur mu? "diye küçük bir ricada bulununca Kavi olur anlamında başını isteksiz bir şekilde salladı.
" Sence o kaçırılan kişilere ne olmuş olabilir Emira?"diye sorunca Nehar iç çekerek zihnimde bir araya gelmiş ve bir yığın haline gelmiş cümleyi onlara da sundum.
" Belki de sadece zihni boş birer insana dönüştüler. Belki de güçleri onlardan alınıp onları yok ettiler. Bu ikisi bir ihtimal ama en kötüsü ikisinin de iyi yanının olmaması. Çünkü her iki türlü de onları çoktan kaybettik. Daha savaş kapıyı çalmadan kayıplar vermeye başladık ve bu daha başlangıç gibi geliyor. Eğer daha büyük bir mesele için uğraşmış olmasak ben bu işin peşine düşerim ama şu an daha büyük bir sorunumuz var. Ve yakında diğer ziyaretlerimizden birini yapmaya gideceğiz. "dedim çaresizlik içinde konuşurken.
" Bazı kayıplar olabilir. Bunun için kimse kendini suçlu bulmasın. Diğer türlü bu işe yoğunlaşmak bizi daha çok yoracak ve ziyaretler bizim için daha zor olacak zaten bunun için bütün krallıklar uğraş veriyor. Bırakalım bu işi de onlar halletsin. Olur mu?" diyen Victoria olur anlamında başımı salladım. İçimi rahatlatmak istiyordu ama bu konuda da kendimi suçlu hissediyorum. Dani benim yüzümden onca insanı kaçırıp onlara kim bilir ne yapıyor?
Ve bu ne zamana kadar sürecek bilinmiyor. Ta ki o durana kadar ya da biz onu durdurana kadar.
"Kim derdi ki birbirimizden o kadar kopukken şimdi bir olup bunları yapacağımızı." bu cümleyi zikreden Enfal 'e sadece yarı tebessümle baktım. Kimse bilemezdi.
Nereden nereye geldik. Ona didişme sonrasında buradayız ve arkamızı kolluyor hiç şüphe etmeden sırt sırta mücadele verip duruyorduk.
" Ama varya acayip gıcıktım sana Dehri "diyen Dennis elini çenesine yerleştirip karşısında bulunan Dehri 'ye muzır bir ifadeyle baktı." Aslında bakarsan hâlâ da gıcığım orası kesin. "dediğinde aniden bu cümleyi duyunca kahkaha attım.
Benim kahkahalarıma diğerleride katıldı.
" Bende senin evvelden beri adi bir adam olduğunu düşünüyordum ve bil bakalım ne oldu? Bu düşünce hâlâ hiç değişmedi. "diye söylemesiyle bu sefer bir adım öne geçen Dehri oldu.
" Oğlum ona bakarsan ben belki abartıyorlar diye düşündüm senin şu zampara olaylarını ama oğlum dedikleri kadar şerefsiz çıktın. Her şeyi geçtim nasıl aynı iki kardeşi bir gecede elden geçirdin anlamış değilim." diye şaşkın şaşkın konuşup hâlâ olan bitene anlam veremediğini söyleyen Enfal 'in bu hali hepimizin aynı anda katıla katıla gülmesini sağladı.
Dehri bile gülmüştü. Bu denilen şeye kızmamış ve gülmüştü.
"İnanır mısın sarhoştum ve ne olduğunu bende hatırlamıyorum." diye kendisi bile yaptığı şeye şaşırdığını dile getirmişti.
"Sende o zaman bu kadar içme sonra alıyorsun başına belayı olan bize de oluyor." diye uyarıda bulunan Nehar 'ın dediğini pek önemsediğini Dehri' nin alaylı gülümsemesine bakınca anlamış oldum.
Bu kart zampara hiçte yaptıkları için pişmanmış gibi durmuyor da. Ah bir gün büyük bir iş başına açınca anlayacaktı denilenleri. Ama o zamana kadar zamparalık yapmaya devam edeceği kesin.
"Bakalım." dediğinde aniden Victoria 'nın sözleri duyuldu.
"Senden adam olmaz ya! Anlamıyorum hemcinsim sende ne buluyor senin kadar sadakatsiz birinde." sözlerinde bir aşağılama değil şaşkınlık var olduğu için Dehri çok güzel bir övgü duymuş gibi göğsü kabardı ve kendini göstererek bir mucizeyi anlatır gibi kendinden bahsetmeye başladı.
" Ah Victoria 'cım kızlar bana hasta. Bu çekiciliğim, yakışıklı suratım, auram ve mükemmel gülüşüme hayranlar. Sen anlamazsın senin için kurumuş. O kadar Emira' ya rahibe diyorsun ama seni tanıdığımdan bu yana yanında herhangi birini görmedim." dedi ve sonra aklına ne gelmişse gözleri ışıltıyla parladı." Ama yönelimin farklıysa onu bilemem. Kız yoksa sen de benim gibi kadınlardan hoşlanıyorsun? "sözlerini bitirir bitirmez bana döndü anında." Geceleri bunla aynı odada kalma bir bakarsın istemeyecek şeyler içinde bulursun kendini. "diyince buna kızmak yerine kahkaha atmaya başladım. Ben kahkaha atınca anında diğerleri bana katıldı.
Victoria bozulmuş bir surat ifadesiyle bana bakınca ben bilmem diyerek iki kolumu kaldırıp iki yana salladım.
Dehri utandırdığı Victoria 'ya sevimli bir tebessümle bakınca Victoria ona küçük bir çocuğun siniriyle bakmış ve ona dil çıkarmıştı.
"Ah güzeldi bu an." diyen Enfal' e hak verdim. Birbirimize olan takılmalarımız ve her şartta gülmeyi başarmamız olacak iş değil ama bunu yapmak güzeldi.
"Bu kadar kahkaha yeter toplantı alanına geri dönmemiz lazım. Bizi bekliyorlar. Az önce haber aldım." diyen Victoria 'yla anında olduğumuz yerden doğrulup bulunduğumuz yeri terk etmeye hazırlandık.
Güzel bir anın daha sonuna gelmiştik. Bir daha bu kadar güzel bir anı ne zaman yaşardık bir muamma diyebilirim.
⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘
Toplantı odasına geldiğimiz anda yeni kişiler de dahil olmuştu aramıza. Büyücüler Krallığı 'ndan Larut bey ve Loya hanım ve tanımadığım birkaç kişi.
Tarsis Krallığı' ndan Kral Hermes ve Kiran.
Ve Ahrar...
Onu burada beklemiyordum ama o da buradaydı. Bizler en son gelenler olduğumuz için biz içeri girip yerlerimizi aldığımız anda toplantı başlamıştı.
Bakışlarım tam karşımda duran Kiran ve Kral Hermes' teydi.
Uzun bir zamandır eskisi gibi bir araya gelmiyorduk. Belki de bu yeni uğraşlar içerisinde olmamdan dolayı ya da herkes kendi kabuğuna çekilmiş olmasından dolayı. Ben ilk söylediğimin olmasını istiyorum. Diğerinden memnun kalmayacağım kesin.
En garip olansa ilk toplantı yapılırken oturduğum yerde başka bir vardı ve ben hemen onun yerine oturmak durumunda kalmıştım. Ve bir garip tarafı da adamın ara sıra bana baktığını daha doğrusu sık sık bana bakıp durduğunu seziyorum. Bakıpta teyit etmek istemediğim için görmezden geliyorum. Acaba ilk toplantı yapılırken yaşanan olaylardan dolayı mı? Ve bu adam yeni bir yüzdü. İlk toplantıda yoktu. Acaba Büyücüler Krallığı veya Tarsis Krallığı'ndan biri miydi?
Kendi İç dünyamda bir şeylere ulaşmaya çalışılırken çoktan Baş büyücülerin en kıdemli olanı bize son raporları sunarken ben gerginlik içinde olduğum yerde oturmuş denilenleri dinlemek için kendimi zorluyorum. Çünkü bildiğin adam pür dikkat bana bakıyor bunu görmesem de hissediyorum.
"Sıkılıyor gibi bir haliniz var?" pat diye kulağımın dibinde bu soruyu duyunca ifadem donuklaştı, bedenim bir kasılmaya kurban gitti. Gerginlikle parmaklarım arasında çevirdiğim kalemi çevirmeyi bırakıp üsten yanımda duran ama bir bakış atıp önüme döndüm. Ne yani onunla sohbet edeceğimi mi sandı?
Sorusunu cevaplamadım ve bu onu susturmak yerine daha çok konuşmasını sağladı.
"Ah sanırım gerginsiniz. Aslında bende öyleyim. Baksanıza kaçırılan kişiler ne kadar da fazla. Aralarında olmak istemem." diyince tahammülsüzlükle derin bir iç çektim. Onun konuşmasından rahatsız olduğumu anlamıyor mu yoksa bunu görmezden mi geliyor?
"Konuşmamakta ısrarcı gibisiniz." diye sakin ama nedense bu halimden zevk aldığını sezdiğim bir üslupla konuşup durduğu anda ona omzumun üzerinden bakıp tek kaşım kavislendiği anda şunları söyledim.
"Neden o çeneni kapatıp şu lanet olası raporun sunulmasını dinlemiyorsun?" diye keskin hatalarla onu sınır dışı bırakmak isteyen cümlelerim onu bu sınırın dışına itmek yerine daha fazla cesaret almasını ve yeniden konuşmasını sağladı.
"Ah her zaman böyle gergin biri misiniz?" demesiyle ya sabır dedim. Bu susacak gibi değil sanırım.
"Her zaman değil." diye kestirip attım. Üzerinde fazla durmadan.
Bakışlarımı biraz ileride bana ve yanımda duran adama bakan Ahrar 'ı buldu. Çatık kaşları arasında adamın benle ne konuştuğunu anlamaya çalışıyor gibi bir hali vardı. Şu an tüm odağı ben ve bu yanımda duran geveze adamdaydı. Ona sorulan soruyla son anda bakışları benden uzaklaştı ve hemen ona soru soran kişiye döndü.
"Hım şu an yaydığınız enerjiyi hissetmek bile insanı yoruyor." dediğinde bakışlarımı ona tekrardan çevirdiğim anda bakışları bende değil boynumda duran kolyede olduğunu fark ettim.
Ah şu kolye meraklıları!
"Ne güzel işime gelir ve o geveze çeneniz susar." diye ondan rahatsız olduğumu açık bir şekilde dile getirdim. O bundan dolayı susmaktan çok daha keyif aldı ve konuşmaya daha çok istekle devam etti.
"Denildiği gibi küstahça tavırlarınız var." bunu söylediği anda histerik bir kıkırtı dudaklarımdan kaçtı. Bu kıkırtı çok sessiz ama çok anlamalar barındırıyordu. Şeytani bir parıldamayla bana baktığını gördüm bakışlarım onu bulduğu anda.
"Biliyor musun hakkımda söylenen söylentilerin canına cehenneme. Söylenen hiçbir şeyle ilgilenmiyorum. Ama sen ilgileniyor gibisin. Söyler misin bu ucuz oyunun daha ne kadar devam edecek? Çünkü sıkılmaya başladım da. Daha önemli bir şey yapmak isterim seni dinlemektense. "diye ondan kaynaklı bir rahatsızlık yaşadığımı varlığı beni tedirgin etmekten ziyade zaman kaybına sebebiyet verdiğini söylemiştim.
Dudakları iki yana doğru usulca kıvrılıp bana şeytani bir gülümseme sundu.
Bakışlarında olan o beğeninin beni rahatsız ettiğini saklamadım.
"Ah yine anladın demek. Bakıyorum da beni çabucak fark ediyorsun. Hım bu hoşuma gitti. Aslında sende çok hoşuma gidiyorsun. Seni merak ediyorum bunu saklayacak değilim onun için buradayım." dediğinde öğürecek gibi oldum. Ne yani beni o şeyden dolayı arzuluyor olmuyor değil mi? Gözlerime bakınca bana yansıttığı ifade de şunu gördüm. Merak ediyordu ona başka bir şekilde davranmamı.
" Biliyor musun ben seni hiç merak etmiyorum ve sende beni merak etmesen sevinirim." dedim ondan istediğim şeyi yoğun bir istekle yapmasını söylerken. Ne yani düşmanının ilgisini kazanmak için can atan birine mi benziyorum? Hiçte bile!
"Ediyorum ve etmeye devam edeceğim desem?" dedi ne tepki vereceğimi teyit etmek için beklerken. Bakışları haylazlık yapan bir çocuk edasıyla benim üzerimde duruyordu.
"Seni öldürürüm desem. Senden haz etmiyorum ve ölümün için can atıyorum." bunu büyük bir soğuklukla söylemiş ve bakışlarımda yatan buz kesen ifadeyle ona karşılık vermiştim.
"Ah bu korkusuz bakışlarından etkilenmedim desem yalan olur." dedi ve olduğu yerde rahatlıkla sandalyeye yaslandı ve beni üsten süzüp devam etti.
"Belki de bana ait olabilirsin. Neden olmasın ki?" dedi ama bunu söyler söylemez anında hemen başka tarafa doğru baktı. Neye baktığını anlayamadım ama sözleri bunu anlamamı sağladı. "Ama sen zaten birine aitsin değil mi? Neyse şansıma küseyim? Bende başka bir yelkenle okyanusa açılırım. " demişti sahte bir üzgünlükle bakışları alaycı bir tavırla bana ve Ahrar 'ın olduğu tarafa bakıp duruyordu. O an onu boğazlamamak için zor dayandım.
Ahrar' la olan ilişkimi nasıl anladı bilmiyorum ama ifadesiz durarak bundan rahatsızlık duymadığımı kanıtlamaya çalıştım.
"Senin olmak? " dedim küçümsercesine. "Sahiden bunu düşünmüş olamazsın değil mi?" dedim onun bu düşüncesine acıyan bir bakışla bakıp sözlerime devam ederken. "Uçuk hayaller kurmanın sana vereceği hayal kırıklığının farkında olmanı isterim. Çünkü bu dediğin hiçbir evrende asla gerçek olmayacak bir düşünce. Yani boş bir hayalden öteye gidemez bunu bil." dedim dostunu yalandan teselli eden bir sesle.
"Hım bu kesin altı çizili cümlelerin ne de hoş." dediğinde aniden masanın ucundan bir ses duyuldu.
"Sohbet koyu galiba." dedi ilk toplantıda haddini bildirdiklerimin arasında duran kadın.
Bakışlarım onu buldu ve sahte biz üzgünlükle konuştum.
"Evet Dani 'yle derin koyu bir sohbet ediyorken siz tarafından bölündük. Ona her ne kadar bu gergin ortam için bu sohbetin uygun olmadığını söylesem de benimle konuşmakta ısrarcı. Ne kadar da bana burada bulunan sohbetin sıkıcı olduğunu söyleyip duruyordu. Sanırım konuşulan konuyu pek beğenmedi. Ona defolup gidebilirsin dedim ama gurursuz bir yanı olduğu için bunu davet olarak algıladı. Belki sizi dinlemek ister." dediğim anda kadın darbe almış gibi sarsıldı ve korku dolu bakışlarla yanımda bulunan adama baktı.
Dani yaydığı korkuyu görünce daha bir keyif aldı.
" Ah bu kadar hayranım olduğunu bilmiyordum. "demesiyle ona yandan bir bakış attım çeneni kapat dercesine. Anında dediğim şeyi yapıp hemen geriye doğru yaslandı ve büyük bir eğlence görmüş çocuk edasıyla olan biteni izlemeye koyuldu.
Onca söylediğim şey herkesi germiş ama ona büyük bir eğlence sunmuştu. Öğretmenden söz isteyen bir öğrenci edasıyla anında konuşmaya başladı.
"Ah unuttum sayma az önce bana gurursuz dedin." demesine sahte bir tebessümle karşılık verdim.
"Değil misin?" diye sorunca anında öyleyim ve sen beni çok iyi tanıyorsun bakışıyla baktı.
"Ne zaman gitmeyi düşünüyorsun çünkü herkesi geriyorsun." dediğimde hiç çekinmeden herkese bakarak konuştu.
"Germek istediğim kişi dışında herkesin ne hissettiğiyle ilgilenmiyorum. Hem senin korkman bana daha haz verir ama sen korkmuyorsun." dedi olduğu yerden hafifçe bana doğru dönüp bakınca sırtımı sandalyeye yasladım ve ona baktım.
"Senden korkmuyorum ve bunu dert etmek sana kalmış." dedim bu konunun ilgi alanıma girmiyor olmasını dile getirirken.
"Ah!"dedi şaşkın bir yüz ifadesiyle. Eli birden bana doğru uzandı ama birden eli havada kaldı. Önce benden uzaktaki bir noktaya uzun uzadıya baktı ve tekrar bana bakarak konuşmaya devam etti. Ne olmuştu da keyfi kaçmıştı? Bunu arkamdaki noktaya bakmasam da bunun sebebini sezdim az çok ." Neleri dert edeceğini yakında göreceksin. "dedi ve yavaşça olduğu yerden kalktığı anda birden pat diye ortadan yok olup kayıplara karıştı.
Bende sessizce onun gidişi ardından masada bana çevrilmiş bakışları görmezden gelip Süreyya hanımdan kısa bir izin alıp gideceğim sinyallerini masada bulunan herkese sundum. Çok bile kalmıştım diye düşünen olduğunu bana bakan bakışlardan anlamıştım.
⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘
Kuleye geldiğimde odama çekilmiş ve sessizce odamda vakit geçirmiştim. Yeterince sorunum yokmuş gibi birde Dani ve onun bir anda ortaya çıkan varlığından sorunu halletmeye çalışıyordum.
Yani amacını anlamıyorum o kadar ölmemi istiyorsa neden beni tanımak gibi bir düşüncesi var? Neyin peşinde tam olarak? Düşünceler beni kendi evrenine çekmişken sadece bekliyorum. Her an ortaya çıkacak şeylerin varlığı yüzünden tetikte duruyordum. Darbe her an gelebilir ve nereden geleceğini kestiremediğim için bu a hazırlıklı olmalıydım. Fakat bunu ne kadar yerine getirebilirim bilemiyorum.
Düşünce girdabına çakılı kalmışım. Gittikçe dibe batıyor ve saniyeleri öldürüyorum.
Hâlâ gidecek yolum var. Ve bu yolun sonuna kadar ilerlemem lazım. Tekrar hep beraber taşları arama işlemlerine devam etmemiz lazım. Bu sefer gideceğim yer hakkında herhangi bir bilgim yok sadece yeri ve orada bulunan taşın ne olduğunu biliyorum.
Victoria ve Dennis 'e bu görevi vermiştim ve onlardan bilgiler bana ulaşıp sonrasında bizim için gerekli olan bilgileri ayıklayıp hemen taşın olduğu yere gidip oradan taşı almamız gerek. Ne kadar hızlı olursak o kadar bir adım önde bulunuruz. Ama hâlâ merak ediyorum Esila ve Dani taşları arıyor mu? Bunu bana hiç ikisi de yansıtmadı. Bu en çok irdeleyip durduğum nokta. Ve bir türlü bir sonuçta elde edemeyip daha çok kafama takılıp duruyor, zihnimden hiç çıkmıyor.
Gerekli bilgiler gelene kadar yapacak bir şeyim yok. Kuleye gelmeden önce hemen Arın hocaya bakmaya gitmiş uyduğunu gördüğüm için sessizce odasından çıkıp odama gelmiştim. Müsait olunca onu tekrar ziyarete gidecektim. Zaten Süreyya hanım kuleye dönünce kesinlikle benimle konuşmak isteyecekti.
Hem Dehri olayını hemde Dani olayını. İkisi sayesinde derin bir sorguya çekilecek olmam can sıkıcı bir durum. Umuyorum ki fazla azar yemem. Hem suçum yok. Kendiliğinden oluşan bir durumdan dolayı bir anda kendimi içinde buldum.
Ve bunun sorumlusu olmadığım halde bende küçük bir uyarı alacaktım ne güzel. Dakikalar saate dönüşünce hava yavaştan kararmıştı ama hâlâ Süreyya hanım ve Ahlas bey dönmemişti. Nerede olduklarını odama gelen çalışan kızlardan birine sorduğum anda Asper Krallığı 'nda bu gece kalacaklarının haberini almıştım. Bir şey mi olmuştu benden sonra? Ondan dolayı mı gelmemişlerdi? Victoria' da gelmedi ve ona da soramıyorum bundan dolayı.
Kendi sessizliğimden kurtulmak adına odamdan çıkıp zemin kata ulaşmış ve sessiz koridoru turlamaya başlamıştım can sıkıntısından dolayı. Kimse yoktu ve ben acayip sıkılıyordum. Kendi düşüncelerim beni gürültünün olduğu yere çekmişken birden kulenin ama giriş kısmından içeri giren bir beden görünce anında adım atmayı bırakıp gelen kişinin kim olduğunu anlamaya çalıştım.
Dikkatli baktığım anda gelen kişinin Ahrar olduğunu fark ettim. Ama tek fark ettiğim o değildi barut gibi köpürdüğünü de fark etmiştim. Kesinlikle benden sonra bir şey olmuş olmalı. Ben kendi yerimde kıpırdamadan dururken Ahrar gürültü ve sert adımlarla olduğum tarafa doğru ilerliyordu.
Onu bu halde görmem bende büyük şaşkınlık yarattığı için sessizce durmuş onun bana doğru gelmesini bekliyordum. Ahrar sonunda karşıma geçtiği anda birden kolumdan beni tuttuğu anda ardından sürükleyip beni çekiştirip zemin katta bulunan toplantı odasının kapısını gürültüyle açıp içerisine soktu. Bense şaşkınlıkla olan biteni anlamaya çalışırken Ahrar beni etrafında yarım daire şeklinde döndürdü ve kapıyı kapatıp bir anda kendimi daha anlamadan kapıya yaslarken buldum.
Olan biten beni o kadar şaşkına çevirmişti ki dilim tutulmuş gibi öylece onun lacivert harelerinde olan kızgınlığa, hızlı alıp verdiği göğüs kafesine bakıp duruyordum. Körük gibi şişen göğsünden bakışlarımı çekip anlam vermeyen ifadelerimi ona diktim.
"Ne oluyor?" dedim şaşkınlık nidası içinde.
"Ne mi oluyor?" dedi ve alnını anlıma yasladı. İki eli anında kollarımı mengene gibi tutmaya başladı. Hızla alıp verdiği nefesleri suratımda sıcak mir meltem gibi eserken kendini sıktığını, yanlış bir şey dememek için kendini zor tuttuğunu gördüm.
Neye bu kadar sinirlendi bu adam?
"Evet neden birden beni yaka paça buraya getirdin? Neden bu kadar sinirlisin? Anlam veremiyorum ne oldu?" dedim üst üste sorularımı sorarken. Ahrar 'sa gözlerini kapattı ve kendine zaman tanımaya çalıştı. Sanırım gereksiz bir şekilde yükselmemek adına bunu yapıyordu ama pekte işe yaradığını sanmıyorum.
" Ben sabırlı bir adam değilim ve sabrım son günlerde fazlasıyla zorlanıyor." dediğinde hiçbir şey anlamadığım için yüzüne alık alık baktım. "O toplantı odasında sana olan yaklaşımı ve sana dokunmaya çalıştığı an onu yok edebilirdim. Ama dur dedim senin için durdum. Sana senden izinsiz nasıl dokunabilir? Ben onu durdurmasam sen onu durdurur muydun?" dediği anda her şeyi o an anladım. Şu anki halinin sebebi kıskançlıktı.
Beni deli gibi kıskandığı için kendini kontrol edemiyordu. Kendini sakinleştirmek istemesinin sebebi aslında benim bu konuda hiçbir etkim olmamasıydı.
"O şerefsiz sana dokunamaz. Kimse sana dokunamaz. Kimse sana benim sana böyle dokunduğun gibi dokunamaz. Buna izin vermem. Dokunana hayatı zindan ederim." dediğinde her cümlesi bir yemin gibi söylerken ben nefesimi tutmuş bir şekilde ona baktım. Kıskançlık yaşadığı an kendinden geçmemesine ilk kez tanık olmuşken bunu sindirmeye çalışıyordum.
Ahrar 'ın alnı alnıma yaslı halde dururken ellerim göğsüne uzandı ve onu yavaşça geriye doğru iteledim. Bu davranışım karşısında sadece bana merakla bakmış ve bir şey dememi beklemişti.
"Ben sana ait değilim ve hayatımdaymışsın gibi konuşma." dediğimde soğuk bir sesle Ahrar bu cümlemi duyunca başını kabul etmediğini gösteren bir yavaşlıkla iki yana hayır dercesine. Dediklerimi onaylamamış, bu düşüncenin doğruluğunu kati suretle reddetmişti.
" Hayır . "dedi ve bir adım öne çıkıp sağ elini kalbimin üzerine yerleştirip büyük bir çaresizliğin getirdiği duyguyla konuşmaya devam etti." Sen ne kadar hayatında olmadığımı söylesen de ben senin hayatında varım. Dil yalan söylese de kalp söylemez. Ve ben şu an hissediyorum. Ne zaman yanında bulunsam kalbinin atışları değişiyor, soluk alıp vermelerin hızlanıyor. Buna rağmen hayatında değil miyim? İnkar etme sende seviyorsun beni sevmeyi hiçbir zaman bırakamadın biliyorum. Sana hep dedim ve hep diyeceğim. Sen benim yitirdiğim ruhumsun. Sen yoksan ben çoktan ölüme terk edilmişimdir. "dediği anda derin bir iç çekmek durumunda kaldım.
" Ben -"dedim ama devam edemeden Ahrar 'ın dudaklarını yanağımda hissettim ve bir anda kas katı kesildim. Bunu beklemiyordum.
" Dudaklarını öpmeyeceğim ta ki beni yeniden sevdiğini söyleyene kadar. Ama tenini ve kokunu özledim kadın. "diyip usulca yanağımı öptü küçük bir buseyle. Sonrasında usulca boyun girintime doğru usulca burnu yol aldı. Tam boyun girintime geldiği anda derin bir nefes alıp verdi." Hayat bu kokuda saklı. Ve ben ondan uzak kaldığım her an soluksuz kalıyorum. Ben sensiz nefes alamıyorum artık Emira." dedi yakarırcasına.
Sağ eli yavaşça belime doğru uzandı ve yavaşça beni kendine doğru çekti. Başım eğik bir açıyla omzuna doğruyken onun yüzü boyun girintimde duruyordu. Sol eli hemen enseme doğru uzandı ve beni kolları arasına hapsetti. Sessiz ve kaçak nefesler alırken Ahrar sanki rahat olduğu yeri bulmuş bir edayla beni kendine hapsetmişti.
Kıpırdamadan duruyor, ne yapacağımı bilmiyordum.
Ahrar kokumu solurken ben alnımı omzuna yasladım. O anda o aşina olduğum ona has erkeksi kokusu anında ciğerlerime hızla dolup taştı. Bir anda kas katı olan bedenim onun kokusuyla gevşedi.
"Bizi, bizden uzak kılma Emira. Tekrar hayatımda izlerin var olsun. Gündüzlerimde senin gölgelerin gezinsin. Etrafımda kokunu duyumsayayım. Teninin sıcaklığını hissetsin bu soğuk bedenim. Bu sağır kulaklarım senin sesinle işlevini yerine getirsin. Zihnim sadece seninle dolup taşsın ve kalbim sadece her zaman ki gibi senin için atıp durmaya devam etsin. "dediği sırada aşağıda duran sağ elim usulca onun ensesine uzandı.
Parmaklarım onun yumuşak saçlarını okşarken, bakışlarım yaşardı, dudaklarım titredi. Ama kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Parmaklarım onun saçının arasında turlarken Ahrar daha sıkı sarıldı bana.
Bilmiyordu ki biraz sonra ikimize de hayatı zindan edeceğimi.
Bir müddet böyle durduk. O beni bende onu hissederek zamanı öldürdük. Sonra ayrılık vakti geldi çünkü olması gereken buydu.
"Bendeki izlerin bir daha geri gelmemek üzere silindi. Sendeki izlerim kayboldu. Bir daha ortaya çıkmamak üzere. Bunu bir elveda sayabiliriz aslında. Ben sana daha çok önceden veda ettim ama sen kabul etmedin. Ahrar bitti. Bir daha geri dönüşü olmamak üzere. Lütfen artık bırak. Hayatına geri dön. Eski yaşamına. Benden önceki hayatına. Bensiz var oldun daha önce yine var olabilirsin. "dediğimde tam itiraz etmeye hazırlanıyordu ki anında ona engel oldum. Ve ona sımksı sarıldım.
Bu hareketim onun kollarını gevşetmesine sebep oldu. Onun sıcaklığını hissettim. Kalp atışını usulca dinledim başım göğsüne yaslı halde dururken. Ahrar başını başıma yasladı sadece. Kolları gevşemişti. Çünkü biliyordu ne diyeceğimi..
" Evet belki de birbirimize aidiz ama bir araya gelemeyiz. Bunu ikimizde kabul etmek zorundayız. Bir araya gelmemiz zor ve artık birbirimize zorluk çıkarmayı bırakmamız lazım." dedim ve onun kokusunu ciğerlerime bir daha unutmamak adına çektim. Sonrasında kollarımı ondan çektim. Ve yüzüne bakmadan oradan çıkıp gittim. Çünkü baksaydım gidemez ve onu o halde orada bırakamazdım. Bunu cesaret edemezdim o şekilde yapsaydım.
Ama hissettim. Zihninden kalbine akan o duyguyu hissettim. O burukluğu , kaybedişi, üzüntüyü ve diğer her şeyi.
Ama bilmeliydi biz bir araya gelemezdik. Çünkü ben bir savaşa adım attım ve sonumun ne olacağımı bilmiyorum onu bir yıkımın içerisinde terk etmek yerine usulca burada veda etmek daha kolaydı belki de bilmiyorum. Benden umudunu kesmesi ve hayatına bakması lazım artık.
Belki de hiç bir araya gelmemeliydik. Yanlıştı belki de. Ama bu hayatımda en iyi hissettiren yanlış olabilirdi. Ahrar 'ın yanından çıktığım anda nefes alacağım bir yere doğru ilerledim. Kuleden çıkıp bahçeye doğru yol aldım. Her yer dar geliyor nefes almam çok zordu. Adımlarım beni nereye götürdü bilmiyordum. Sadece kulenin sınırlarının dışında olduğumu anlamıştım. Sadece öylece gidiyor, gittiğim yeri önemsiyordum.
Hissizliği ilklerime kadar hissediyorum. Duygularımı öldürüyorum. Sebebi hiçbir hassas noktamın olmaması için. Vazgeçiyorum çünkü eninde sonunda vazgeçecek olduğum zaman dilimi bana ulaşacak. Yüzleşiyorum eninde sonunda bu an gelecek diye. Ve ben her birini daha öncesinde yaparak son noktayı koyuyorum. Elveda ediyorum herkesle dönüşümün olmaması ihtimaliyle.
Kırmadan incitmeden yapmaya çalışıyorum ama olmuyor. Her iki tarafta yara alan taraf oluyor. Ve bu içler acısı bir hale dönüşüyor.
Şimdiyse son durağım olan alana geldim. Ne zaman canım derinden yansa burada bulurum kendimi. Büyük kurak arazide hayatta kalan kova gövdesi, kocaman boyu olan kavak ağacının yanındayım. O da benim gibi yapayalnız. Kimse yok. Bu koca arazide tek başına ve öyle olmaya devam edecek. Benim gibi.
Hava serinlemiş ve rüzgar kuvvetle esip duruyordu. Sabaha çok vardı. Belki de bundan sonraki sabahlara gözümü açmayacak olabilirdim. Her şeyin aslında bir son olduğunu bilerek yaşamak çok acı. Her şey hissizlikle senin etrafında var oluyor. Ve sen onların ne kadar senden kopuk olduğunu anlıyorsun.
Buradayım. Ya da başka yerde. Değişmeyen tek şey her şeyi tek başıma üstlendiğim. Her şeyi tek başıma hissetmem. Aslında şunu unutuyoruz. Hep tektik. Acılarımızda, mutluluklarımızda, uykularımızda, rüyalarımızda ve diğer her şeyde. Hep tektik. Yüzleşmelerimiz de keza öyle.
Ve ben en büyük yüzleşmemi sağlarken tek olacağım düşüncesi içerisindeydim.
Savaş çanları çalınmıştı. Ne zaman karşı karşıya olacaktık bilmiyordum ama bu savaş çok ses getirecekti ondan eminim. Neden mi? Çünkü iki tarafta kaybetmemek için her şeyini vermeye hazır. Çünkü iki yolları var. Ya ölmek ya savaşmak.
Bu iki tarafın da daha atik olmasını daha gözünü karartmasını sağlıyordu. Hedefe iki tarafta büyük bir kitlenmeyle bağlıydı. Kayıpların kazanılacak olan şeyden daha kudretli olacağını düşünen bir taraf, kayıpların yokluğuyla var olacak bir güç alanı olacağını düşünen taraf.
Ve bu iki taraftan biri mutlak bir güçle taçlandırılacak. Çünkü kazanmanın da kaybetmenin de bir bedeli vardır. Ve bu bedeller daima ödenir. Ödendi de.
Öylece ağacın gövdesinin dibine oturmuş, bu boş ve ıssız arazide karanlığın içerisinde bakışlarım usulca gezinip duruyordu. Sessizliğin hakim olduğu bu anda tek ses alıp verdiğim nefes alış verişlerimdi. Dışarısı soğuktu ama soğuğu bedenim hissetmiyor, aynı sıcaklığı hissetmemeye başladığı gibi.
Neler olduğunu artık tamamen idrak etmeyi bırakmıştım. Her şey akışına göre hareket ediyor ve bende ayak uyduruyorum. Yapacak bir şeyim olmadığı için. Ya da bu bana daha kolay uyan taraf olduğu için. Bilmiyorum ki.
Emin değilim artık ne attığım adımlardan ne de verdiğim kayıplardan. Sadece akışına bıraktım. Bu en sevimsiz tarafım ve bu kötü hissettiriyor. Bu acıtıyordu. Kanamaktan hiç çekinmeden yaraları sırtlandım. Buna rağmen daha çok canım yandı. Ve daha çok darbe aldım. Hiç olmayacak sorunların içerisinde buldum kendimi.
Bir boşluğa kapılmıştım ta ki ismimin zikredilmesine kadar. Bu ses Victoria 'ya aitti ve biran önce hemen Moritanya Kalesi'ne gelmemi istiyordu. Olduğum duygu karmaşası yavaşça benden sökülüp gitti. Kendime gelip sorumluluklarımı yapmam gerektiğini anladığım anda yavaşça yerimden kalkıp açmış olduğum portaldan hemen kaleye geçiş yapmıştım.
Kalede bulunan yemek salonuna geldiğim anda bizimkileri çoktan yerinde bulmuştum. Yavaşça olduğum yerden harekete geçip bende boş bir alana geçip oturdum. O anda büyüyle önümde birden bir belge bulundu. Belgeyi açıp baktığım sırada istediğim bilgileri buldum dosyanın içinde. Sessizce belgenin içinde yazan bilgileri okumaya ve bizim için gerekli olan bilgileri okumaya ve bazılarını ayıklamaya çalıştım.
O sırada bizimkilerse sessizce beni izliyor ve onlara aktarmam gereken bilgileri bekliyordu. Birkaç dakika daha bilgileri okuyup gözden geçirirken önemli olanların altını çizmeye çalışıyordum. Bu tam olarak yarım saatimi almıştı. Gerekli gereksiz bir sürü bilgi vardı. Bunları ayıklamak zaman almıştı.
"Neden bu kadar uzun sürdü ki?" diye sessizce fısıldayan Kavi 'yi anında masadakiler sesli bit öksürükle susturdu.
"Belki de gideceğimiz yer diğer her yere göre daha tehlikeli olabilir bunun içindir bu kadar zaman alması." diye kendince çıkarım yapan Nehar' ın sesi kulaklarıma ulaşınca duraksamadan devam ettim belgeyi gözden geçirmeye. Bu sırada hâlâ konuşmalar kulağıma gelmeye devam etti.
" Belki de hatalı bilgiler vardır ve bunlar birbiriyle çeliştiği için Emira hangisi doğrudur diye karar vermeye çalışıyor olamaz mı?" demişti Enfal bu ihtimali de değerlendirmek adına.
Onlar hâlâ kendi düşüncelerini dile getirirken ben edinmiş olduğum bilgileri süzgeçten geçirip bilgileri kendi not defterime aktarmaya başladım. Edindiğim bilgileri aktardıktan sonra hemen önümdeki belgeyi oradan yok ettim. Sonrasında ise aldığım notları okuyarak onları da bilgilendirmeye başladım.
" Gideceğimiz yeri öncelikle söylemek isterim." der demez hepsi anında bana dikkat kesildi ve dediklerimi duymayı beklediler. "Royan Şehri'ne gidiyoruz. Orada hangi taş var diyecek olursanız, orada bulunan taş ise ; zaman taşı. Zaman taşı hakkında az çok bilginiz olduğunu biliyorum ama ben size işimize yarayacak bilgileri sunacağım." demiş ve hemen bizim için önem arz eden bilgiyi sunmaya başladım.
" Taş, kullanan kişinin geçmişi ve geleceği görmesini sağlar. "dediğim anda hepsi birden bana baktı." Evet belki bu taşı alıp geleceği görmek mantıklı ama biliyorsunuz ki bende geleceği kolyem sayesinde görebiliyorum ama bunun olmaması için bir kalkan kurdum. Emin olun ki bunu bilmek kimse için iyi olmaz. Zaman akışına müdahale etmek büyük sorunlar getirebilir. Hatırlatırım ki bu yola başvurmadan önce geçmişe yolculuk yaptığımız anda Turul beyin küçüklüğüne zarar vermek istedim ama engel oldunuz. Şu an bana yaptığınız şeyi çiğnemşş oluyorsunuz bu düşünceyle. "demiş ve hepsinin kafasından bu düşünceyi atmasını cümlelerim ve imalarımla belirtmiştim.
" Ben bu taşı kullansaydım en çok hayatın sonu da beni ne beklediğini görmek isterdim. "Dehri 'nin bunu demesiyle anı da Enfal onun cümlelerine yarı alaylı bir üslupla karşılık verdi.
"Buna gerek yok ki ben sana söyleyeyim senin sonun bir zamparalık esnasında birinin kılıcıyla can vermek olacaktır." dediği sırada bu kurduğu cümle masanın etrafında bulunan Dehri hariç herkesin kıkırdamaasına sebebiyet verdi.
Dehri sadece bakışlarıyla herkesi susturacak bir ifadeyle baktığı ana hepsi kıkırdamayı bıraktı. Daha önce böyle bir şey daha olmuştu ve Dehri anında hepsini ateşten bir kalkan içerisinde neredeysen pişmiş tavuğa çevirecekken ben onları kurtarmıştım. Şimdi aynı olay tekrardan olmasın diye anında susup kabuklarına çekilmiştiler.
"Her zaman ortamda illa bir gevezelik çıkacak sizden kaynaklı." diye ikazda bulununca hepsi tekrar odağını bana çevirip kalan bilgileri aktarmamı beklediler.
" Taş Zamanın akışını durdurabilir, yavaşlatabilir, hızlandırabilir veya tersine çevirebilir." dedim ve hemen ardından kendi düşüncemi aktardım." Bu da şu demek oluyor ki bir anı içinde ters giden bir şey mi oldu anında hemen başa sararak o anı tekrardan yaşayabilmek olasılıklar arsında ve bu tehlikeden başka bir şey değil. Çünkü akışı bozduğun gibi onu birde değiştiriyorsun. Bunu kullanmak isteyecektir eğer yaş Esila 'da olsaydı. Bundan çekinmezdi asla. "diye cümlemi tamamlamıştım.
" Anlamıyorum bizden önce kimse bu taşın peşine sıkı sıkıya sarılamadı mı? "diye kafa karışıklığı içinde sorunca Kavi, sorusunu bildiklerim kadarıyla cevapladım.
" Olmuştur olmasına ama şunu unutuyorsun bunun için seninde büyük bir gücün, zekan vb şeylerin olması gerek. Bu sayede taşlara ulaşabilirsin. Diğer türlü daha yolu yarılamadan ya ölür ya da yok olursun. Bunu araştırdım da ve şu ana kadar değil taşların yerini bulmak nerede olduklarını bile kestirmeyen birden fazla kişi olmuştur. Belli ki biz onlardan olmadık ve şansımız yaver gitti de teker teker hepsine ulaşıyoruz. "dedim ve sonrasında içimden şunları ekledim. 'Tabii bunların yanında bana yardımcı olan ruhlar da var.'
Kimseye yardım etmediler ama bana ettiler. Bununla kalmayıp benimle sık sık iletişim kuruyorlar. Bu bir şans belki de kurtuluş için.
Onlar dediklerimi düşünürken taşla ilgili olan son iki maddeyide okumuş ve diğer konuya geçmeye hazırlanmıştım.
"Taş bunun yanında zamanda yolculuk yapmak, geçmişi veya geleceği değiştirmek, varlıkları yaşlandırmak veya evrenleri sonsuz zaman döngülerine hapsetmek gibi güçleri vardır. Ve son madde taş sıcak bir yerde muhafaza edilmeli. Çünkü taşın yaydığı enerji sıcaklıkla muhafaza altında tutularak kendini açığa çıkarmasını önlüyor. Bu da bu taşı şehrin eski adıyla gayet uyumlu. Cüceler Diyarı... Taş burada ve bildiğim kadarıyla hiç tekin bir yerde değil taş. "demiş ve herkesin anında yüz ifadesini değişik, tiksinen bir ifade almasını sağlamıştım.
" Cücler mi? O iğrenç yaratıklar ömür törpüsü. Oraya mı gideceğiz? "demişti Dennis bu sorusunun cevabının evet olmaması umuduyla.
Neden bu kadar rahatsız olduklarını anlamaya çalıştım ama anlam veremedim. Acaba cüceleri mi sevmiyorlar yoksa onlarla ilgili kötü anıları mı var? Yoksa hiç bilmediğim bir nedenden ötürü mü? Merak içinde devam etmelerini bekledim ama onlar bir müddet dediğim şeyi sindirmeye çalıştılar.
Alt tarafı cüceler en fazla ne olabilir demek istedim ama ne zaman bu soruyu kendi kendime sorsam bin beter hallerle karşı karşıya kaldığım için susma hakkımı kullanıp onların bana olan biteni anlatmasını bekledim. Diğer türlü ben kendi kendime kurup duracak ve bir sonuca ulaşamayacaktım.
"O cüceler insanlıktan namını almamış küçük yaratıklar. Onlarla konuşmak bile boş zaman öldürmek." diye Dehri 'yi tastiklediğinde Enfal o an hiçte kolay bir iş olmayacağını anlamış oldum.
"Oraya giderken umarım onlara gözükmeyecek bir yerde taşı ararız." diye umut eden Nehar' a şaşkınlıkla bakakaldım. O kadar mı kötü ya diyer oldum kendi kendime. Sonrasında sessizce onların konuşmasını dinleyip olan bitene kendimce senaryo kurdum.
"O küçük çirkin şeyler sadece aynı düşünce içinde onca asrı devirdi. Şaşırdığım nokta neden hâlâ yok olmadıkları." dedi Victoria hiç onların varlığının olmaması gerektiği düşüncesi içinde bulunurken.
"Bu kadar kötü olduğunu tahmin etmemiştim ta ki siz diyene kadar. Berbat bir yer mi ki?" dedim onlar bu yere vakıf olduğu için daha iyi bilgi verebilirler diye.
"Kötü mü? Diğer gittiğim yerlere tekrar giderim ama o iğrenç çağ dışı ucubelerin olduğu yere gitmek istemiyorum." diyerek Victoria tercihini eski yerlerden yana kullandığı anda hemen diğerlerinin ne diyeceğini bekledim.
"Ah Emira tek nokta şu anlaşılmamak meselesi diğer her şey belki hallolur. Ben gitmedim oraya hiç ama gidenlerden şunları öğrendim giden bin pişman olmadan dönmüyor. Ve giden bir daha gitmemeye yeminler içiyor sana bunu söyleyebilirim." dedi Dehri bunları bilip ona göre gidince karşılaştığım şey karşısında yakınmamanın yeriz olacağını söylerken ben öylece kalakaldım. Ne yani oraya gitmek çok mu kötü sonuçlanacak?
" Yani bence halledebiliriz. "dedim teselli edilmek adına ama kimse bana bu konunda dayanak vermedi ve sadece öylece suratıma bakarak bunu kabul etmemi ona göre gelecek her şeyi kabullenmem gerektiğini bakışlarıyla anlattılar.
" Ya yapmayın kızı kötü etkiliyorsununuz. "diye çıkışınca Kavi, diğerleri olan bu kardeşim dercesine baktı.
" Tamam onu bunu bırakın her türlü gideceğiz zaten. Ne diye kendimizi en kötü şeylere hazırlıyoruz ki? Boş verin biz olana odaklanıp taşı almanın yollarını aralayalım. Zaten orada sessiz ve temkinli bir şekilde hareket etmemiz lazım. Yoksa o küçük yer üstü canavarları bize o anı zehir zıkkım edecek kapasiteye sahip. "diyen Dennis olacak olana çare olmayacağını ve bunun için endişe etmek yerine bunları önleyecek önlemler almamız gerektiğini dile getirdi.
" Peki ne zaman gideceğiz? "diye her zamanki soruyu sordu Enfal.
Herkes o anda bana baktı cevap vermem için.
" Ah aslında yarın veya gün içinde gidebiliriz size de uygunsa tabii? "diye onlara da iki seçenek sunup cevap vermelerini bekledim.
" Bana her türlü uyar. "diyerek Dennis işin içinden çıkıp diğerlerinin karar vermesini açıkça belli ederek.
" Bana da uyar sonuçta gideceğiz ha şimdi ha yarın ne fark eder ki? "dedi Nehar bu seçimin kendisine bırakılmasını istemeyerek.
" En iyisi kızlar karar versin ne dersiniz Emira ve Victoria? "dediğinde Dehri bu önceliği bana ve Victoria bıraktığı için biz ikimiz birimize bakıp ortak bir karar almak için kendi aramızda konuşmaya başladık. Ve birkaç dakika içinde sabah erkenden gitmenin daha faydası olacağını bildirdik.
" Gidiyoruz yani? "dedi hiç isteği olmadığı sesine yansımış olan Enfal.
Evet anlamda başımı salladım. Ve olduğumuz yerde biraz daha bu konu hakkında konuşmuş daha sonra herkes kendi krallığına gitmişti.
Kuleye geldiğim anda çoktan sessizlik kulede hâkim olmuştu. Kuleye geldiğim an kaçtığım her ne varsa önüme çıkmıştı.
Ahrar 'la olan konuşmam zihnimden birer birer geçmiş ve kalbim derin bir sızıyla büyük bir acı çekmişti. Onunla bu kadar mesafeli olmak çok zordu. Her şey unutulmamıştı ama he şeyi silip bir kenara bırakacak bir şey vardı. Sevgi... Ona evvelden başlayan sevgim.
Ve onun beni aslında başından beri sevdiği ama bunun farkına varamadığı gerçeği. Belki de oyunu her şeyi örtbas edecek kuvvete sahipti. Belki hırsı onun için kara bir perde olup gemvurmasını sağlamıştı gerçek hislerine. Ve bunun farkına varamadan büyük hatalar yapmaya devam etmişti. Ta ki elinde olanı kaybettiği an her şey yavaşça açığa çıkmış ve neyin ne olduğunu anlamıştı. Ahrar aslında hata yaptığını çok önceleri fark etmiş ama bir isim koyamadığı için hissettiklerine bunu bir kenara iteleyerek yapması gerekene odaklanmıştı.
Zaman geçmiş ve her şey öne serilince bir kara çarşaf gibi o an Ahrar büyük yeni bir acının varlığını yeni yeni tatmış, hissettiği şeyin çok farklı olduğunu anlamış ama çoktan geçmiş olduğu için bir şey yapmamıştı.
Ben böyle düşünüyorum. Yanlış olabilir ya da içinde bir yerlerde onu bu şekilde aklamaya çalışıyor olabilirim. Yanlış mı? Ben buna bir cevap veremiyorum. Çünkü vereceğim cevabın iki ucu var ve bir uç uçuruma sürüklerken bir uç umut ettiriyor. Hangisi benim için iyi bilmiyorum. Ve kararı zamana bırakmak benim açımdan iyi olacak gibi.
Victoria yorgun hissettiğini söyleyip odasına çekilmişti. Zaten sabah olunca Royan Krallığı'nda gideceğimiz için dinlenmesi gerekiyordu. Maalesef bense uykusuzluktan bayılmak üzereyken bile uyuyamıyorum. Neyden kaçıyorum bilmiyorum ki? Göreceklerimden mi yoksa görmek istemediklerimden mi? Cevabı yok gibi. Bunun için de bir süre daha uyumayı erteliyorum. Ertelediğim diğer her şey gibi.
Yanlış ama her yanlış kötü değildir belki bazı yanlışlar insana iyi gelenlerden olabilir? Ya da onun iyi olduğunu sen düşünüyor olabilirsin.
Böyle böyle zihnimde bir yalan krallığı inşa ettim. Oradaki her muhafız bir yalanın gölge bekçisi. Oradaki kral en büyük acının başı. Oradaki halk az tük olan mutlu anılarım. Oradaki en büyük kasırga attığım acı dolu çığlıklarım. Oradaki şovalyelerim bir anının çatlak parçalarının sesi. Orada bulunan güneş ışığı sahte tebessümlerim. Orada hiçbir şey gerçek değil. Gerçeğin yansıması. Ama yalan dolu bir yansıma. Bu krallık elbette bir gün devrilecek ve geriye hiçbir şey kalmayacak.
Yıkılacak ve orada yeni daha doğru bir krallık kurulacak. Yalanın olmadığı. Hüznün uğramadığı çığlıkların kahkahalara dönüştüğü bir krallık kurulacak. Güneş ışığı gerçek tebessümden meydana gelmiş olacak. Bağırışlar olacak ama bu özgürlük adına olacak. Sesler yükselecek ama sadece mutlu olduğunu bildirmek üzere yükselen sesler olacak bunlar . Özgürlük elbet mahkumiyeti yerle yeksan edecektir.
Her bir yeni adım eski izleri silebilir hale gelecek ve her şey unutulacak. Unutulur ki bu hayatta olan biten her şey. Bende unutulanlar arasında olacağım diğer herkes gibi.
Odamın olduğu hatta bulunan terasta öylece dışarıdan gökyüzünü izliyor ve sabah olmasını bekliyorum. Aslında bu olan biten her şey beni bir şekilde oyalıyor. Neye karşı mı? Düşüncelerime ve pişman olacağım adımlara karşı. Bir şekilde hata yapmamı geciktiriyorum. Her türlü o hatayı yapacağım ama onu biraz daha erteleyip zaman kazanıyorum ve bu sayede daha az kendime kızacağım yanlış adımları yapıp duruyorum.
Herkes günün sonunu şunu yapıp durmasaydım iyi olurdu diyordur ama ben daha çok her gün her an bunu diyip dururken kendi kendime azarlayıp durmaktan geri kalmıyorum. Biraz tuhaf ama elimde değil ki.
⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘
Güneş yavaşça gökyüzünde belirirken olduğum yerden ayrılıp Victoria 'nın odasına doğru ilerlemiştim. Odasının olduğu kata gelince kapısını sessizce açıp içeriye küçük adımlar eşliğinde girmiş ve arkamdan kapıyı sessizce tekrar kapatmıştım. Victoria' yı yatağında uyuyor sanırken onu birden giysi odasından çıkarken görmüştüm. Baştan aşağı onu incelediğim anda üzerinde tuhaf kıyafetleri görünce bakakaldım.
"Bu ne hal?" demeyi eksik etmedim. Ne var halimde dercesine bakıp aynaya doğru ilerledi. Kedisine aynada bakıp sonra yönünü tekrar bana döndürdü.
"Gayet ortama uygun giyindim." diye bilmişlikle konuşup bana tek kaşını kaldırmış bir şekilde bakınca kollarımı göğsümde kavuşturdum.
"Yanılmıyorsam biz oraya taşı almaya gidiyoru?"diye sorup cevap vermesini beklemeden devam ettim." O halde neden üzerinde bir beyaz elbise var? Ayrıca o kafandaki şeyde ne? Taca bile benzemiyor. "dedim bu garip halinin tuhaf kaçtığını açıkça söyleyerek.
" Orada bulunan kadın cüceler böyle giyiniyor. "diyerek kendini savunuşuna sesli bir nefes vererek, kollarımı çözüp ona doğru ilerledim.
" Victoria biz cüce değiliz. İstersen aynı kıyafetleri giy farkında mısın bilmiyorum ama boylarımız farklı ve her türlü farklı olacağız. Kıyafetlerle bunu kapatamazsın. Hem oraya sessizce gireceğiz. Gözükmeden." diye üstünü basa basa yaptığı şeyin bir anlam ifade etmediğini ve hemen bu kıyafetleri çıkarmasını istemiştim.
Victoria söylediklerimi mantıklı bulmuş olmalı ki hemen dediğimi yaptı ve olduğu yerden yavaşça harekete geçip giysi odasına doğru geçti. Bende o hazırlanana kadar pencere önünde duran küçük koltuğa oturup onu bekledim.
"Hım küçük insancıklar yine iş peşinde anlaşılan." diye Ölü Ruh durum tespiti yaptığı sırada sadece kısık homurtular çıkardım.
"Yine kürkçü dükkanına dönmüşsün. Ne o canın sıkıldı ve soluğu burada mı buldun?" dedim ama bir cevap vermesini beklemediğim için ne diyeceğini pek önemsemedim.
"Daha çok bensiz neler yapıyorsun bakayım dedim. Hata yapmanı istemiyorum." demesine anında cevap verdim.
"Neden? Hata yapmam bana zarar verir. Sana değil. O zaman bununla alakadar olmana gerek yok." demiş ve kendi tuzağıma çekmeye çalışıyordum ama karşımda aptal bir ruh olmadığı için anında buna yenik düşmedi.
"Ah küçük basit oyunların. Neyse dikkat et küçüğüm dönüşün gidişinle eş zamanlı olsun. Herhangi bir sorun esnasında yardım istemeyi unutma. Bu arada rica ederim." diye cümlesini tamamlayıp anında yok olduğu an bu haline sadece derin bir nefes alıp başımı inanılmaz bu yaşadım şey dercesine iki yana salladım.
Birkaç dakika sonra Victoria gelmiş ve ikimiz beraber kuleden sessizce ayrılıp Kara Orman'ın derinliklerinde bulunan Moritanya Kalesi'ne geçmiştik.
İlk biz geldiğimiz için diğerlerinin de bize katılmasını beklemiş sonrasında onlar gelince hemen açmış olduğum portaldan gideceğimiz alana geçmiştik.
Ama geldiğimiz yer çok sıcak ve çok kuraktı. Tek tük ağaç görmüştük ilerlediğimiz yol boyunca. Şu an Royan krallığı yüksek dağlarla çevrili halde bulunuyordu. Tam tepede olan güneş bize hiç yardımcı olmuyor ve bu kurak araizde kızgın güneşin altında sıcaktan şimdiden usanmaya başlamıştık.
"Çok sıcak ya!" diye şimdiden sızlanan tabii ki Victoria oldu. "Zaten buradakiler hayli sorunlu birde bulunduğu yerler bu kadar sıcak olmalı mıydı?" diyerek yanımda adımlıyor ve etrafına bakıp duruyordu. Çok sıcak olduğu için hepimiz için daha serinletici kıyafetler ve başımıza güneş geçmemesi için şapka olmasını sağlamıştım.
Elinde olan su matarasından bir yudum su alıp biraz daha ilerlemeye devam ettim. Şu an düz bir arazide duruyorduk. Ama biraz sonra dağları aşmamız lazımdı. Şimdiden bende yorulmuştum . Sıcaklık tüm enerjimizi tüketiyor gibiydi.
Nerdeyse iki saate aşkın yolda ilerliyorduk. Anladığım neden bazen tam portaldan taşın olduğu alana geçiş yapıyor bazende ondan metrelerce uzağa geçiş yapıyorduk anlamış değilim.
Neyse bununda sonunda işini çözerdim.
"Burası cehennem sıcağına sahip. Burada neden bu kadar kuraklık olduğunu açıklıyor görüntü. Anlamadığım hâlâ burada neden bu küçük cüceler yaşamaya devam ediyor. Başka yerlere gitmek akıllarına gelmiyor mu?" diye merak içinde soru soran Enfal 'e diyeceğim bir şey yok. Hem belki de bir sebebi olmalı onları burada tutan olamaz mı?
" Neredeyse iki saattir yoldayız ama yine enerjim çekilmiş gibi. Buraya gelenlerin neden bir daha gelmek istemediğini daha iyi anladım. Tek neden cüceler değil birde buradaki hava şartlarından dolayı." Bu lafından sonra Dehri 'nin kimse bir daha konuşmadan uzun bir süre daha yol kat etmiştik.
Yolun geri kalanını bir dağı aşmamızla sonuçlanmıştı. O sırada birkaç kere ayağımız kaymış küçük yaralar almıştık. Ben bir ara ayağım kayması sebebiyle birden ayağımın dibinde bulunan girintili çıkıntılı olan kaya parçasına ayak bileğimi sürtmüş derin bir çizik almıştım. Kanayan ayak bileğime elbisemin bir parçasını kesip bağlamış ve kabuk bağlayana kadar böyle yol boyunca idare etmiştim.
Zaten sonrasında kolyenin şifacı yanı bu kesiğin yok olmasını sağlayacaktı.
En çok zor olanı bu kızgın güneş altında ilerlememiz. Hiç gökyüzünde bulut yoktu. Tepki çekeceğini bilmesem Kavi 'den yağmur getirmesini isteyecek ve gidene kadar yağmurun devam etmesini sağlamasını dileyecektim. Ama maalesef durumlar bunu sağlayabilecek kıvamda değil.
O kadar terlemiş o kadar sıcaktan mahvolmuştuk ki kıyafetlerimiz sırılsıklam vaziyete gelmişti. Kaç su matarası içtiğimi bilmiyorum. Bir ara Kavi bir rüzgar esintisi imkanı sağlayabileceğini söyledi ama bunu yapmamasını söyledim. Olabildiğince tepki çekmeden birlerini rahatsız etmeden işimizi halletmemiz gerektiğini dile getirdim.
Bu sözümden sonra bir müddet daha yol aldık ya ki istediğimiz yere ulaşana kadar. Ve burası az önceki ortamdan daha kötü bir yerdi. Hemde felaket bir yer.
Cücelerin olduğu yer kayalardan meydana gelen sığınaklardan ibaretti. Büyük büyük kayalar içerisinde yaşıyorlardı. Felaket dememin sebebi kayalar etrafında derin hendekler kazılmıştı. Ve bu hendekler içerisinde adını bilmediğim yaratıklar nöbet tutuyor halde bulunuyordu.
"Emira ne yapmayı önerirsin?" diye omzumun gerisinden konuşan Kavi 'ye cevap vermem biraz gecikti. O sırada burada hendekler içinde duran yaratıkları saymaya çalıştım ama sayılıra çok fazla olduğu için bunu devam ettirmeden yavaşça olduğum yere oturup bizimkilere doğru döndüm.
" Yerle ilgili bir bilgim yok ve gelişi güzel davranmak büyük aptallık olur. Fikir sunmak isteyen varsa açığım." demiş ve hâlâ kendi kendime bir şey bulmak adına öylece boşluğa bakıp durmuş biri konuşana kadar kendi zihnimde dönüp duran karmakarışık düşüncelerin seslerine kulak verdim. Hadi diyelim yaratıkları etkisiz hale getirdik. Peki hendekleri aşıp o mağara içerisinde nasıl hareket edeceğiz? Güneş tepede durmuş ortalığı kavurmaya devam ederken bir şey bulmak adına zihnimi zorlamaya başladım.
Diğerlerine bakınca kısa bir süre hepsinin bir şey önermek adına benim gibi düşünenlere daldığını anladım.
O anda aklım gelen fikirle olduğum yerde yavaşça kıpırdandım. Yaklaşın dercesine başımı hareket ettirip hemen aklıma geleni anlatamaya başladım.
"Dehri sen bu kayalardan oluşan sığınakların epey uzağında bir patlama yarat ve onların dikkatini çek. Onlar uzaklaşmaya başladığı anda Nehar sen bizim için hendekleri aşmak adına gücünü kullan. İki kişi sığınakların yakınında nöbet tutacak. Diğerleri ise içeriye girecek. Her ihtimale karşı içeride bulunan kişiler olduğunu söylememe gerek yok. Onlara çaktırmadan içeride ilerleyip taşı aramaya devam edeceğiz. En büyük iş Nehar sana düşüyor. Sen dışarıda nöbet tutanlardan olacaksın. Ve onların gelmemesi için onlara uzak yerlere küçük depremler yarat onlar bunun sebebini merak edip o depremlerin olduğu alana gelecektir. "diye uzun uzadıya aklımdaki planı aktardım.
" Peki şu yaratıkları yanlarında götürmezlerse ne olacak? "diye Dennis dikkat etmemiz gereken noktayı sorunca o an bakışlarım yine Nehar 'a kaydı.
" Nehar biliyorum bu yaratıklar her ne kadar tehlikeli olsa da senden şunu istiyorum o yaratıkları hendek altında bırakmaya çalışmanı. Öldürme eğer yer altında bitkiye dair bir şey varsa onları kullanarak bunları kıpırdamamalarını sağla bu şekilde." demiş ve tüm dışarıdaki tehlikeyi onun püskürtmesi gerektiğini ona bildirmiştim.
Ben bunları derken Nehar beni pür dikkat dinlemiş ve her şeyi en ince ayrıntısına kadar yerine getireceğim demişti. Olduğum yerde Dehri 'ye komut verdiğim anda hemen güçlerini kullandı ve bu önümüzdeki sığınaklardan metrelerce uzakta bulunan alanda büyük devasa bir patlama yapmaya koyuldu. Nerdeyse üç dakika için birden çok yüksek bir patlama sesi etrafta yankılandı.
Yer o patlamanın etkisiyle bir müddet şiddetli bir sarsıntıya kurban gitti. Biz olduğumuz yerde saklanmış onların açığa çıkmasını beklerken birden sığınaklardan bir ses yükseldi. Bağışlar o anda koptu. Ve büyük bir topluluk dışarıya akın akın koşturmaya başladı. Sığınaklardan çıkan küçük cüce toplulukları koştururken dışarıya doğru yönlerini patlamanın duyulduğu alana yönlendirdiler.
Onlar oldukları yerden ayrılırken bir müddet olduğumuz yerde durmuş ve onların tamamıyla uzaklaşmasını beklemiş hemen sonra ise ikinci komutla Nehar dediğim şeyi yapmaya başlamıştı. Ve birden sığınakların etrafında bulunan hendekler içinde olan yaratıklar yavaşça yerin altından çıkan kuru köklerlerle kıpırdamayacak şekilde kıskıvrak şekilde kapana kısılmaya başlamıştı. O anda birkaç defa daha etrafta büyük patlama olduğu için yaratıkların çıkardığı sesleri bastırmış ve yüksek bir ses çıkması engellenmişti.
Sonunda yaratıklar etkisiz hale gelince hemen olduğumuz yerden güçlerimi kullanıp yüksek hendekleri aşmış ve sığınakların olduğu alana gelmiştik. Nehar ve Dehri nöbet tutan kişiler arasında olacağı için onlar hendek dışındaki az önce bulunduğumuz alanda kalmaya devam etmişti.
Onlar orada bulunurken ben ve diğerleri ikiye ayrılıp burda bulunan altı devasa kayalardan oluşan sığınaklara doğru ilerlemiştik. Etrafımı yoklarken sessizce konuşmaya başlamıştım.
"Şimdi ikişerli grup kurarak sığınaklara ilerlemememiz gerek. Ben ve Victoria bir sığınağa. Dennis, Kavi ve Nehar diğer sığınağa ilerleyin. Zihin bağından iletişim içinde olacağız. Herhangi bir şey olduğu anda güçlerinizi kullanmaktan çekinmeyin." demiş ve bir işaret verip hemen sığınaklara ilerlememiz gerektiğini belirtmiştim. Zaman bizler için şu an çok önemliydi ve hemen acele edip aramaya koyulmamz lazımdı.
Dağılıp sığınaklara ilerlerken ben ve Victoria temkinli adımlarla bir insan boyutunda olan sığınaklara ilerledik. Umarım içerisi büyük bir alana sahiptir ilerlememiz için.
Sığınağın önüne gelince hemen yavaşça girişine göz atıp birileri var mı diye baktım. Ama kimsenin olamadığını görünce anında Victoria 'ya işaret verip beni takip etmesini sağladım. Yavaşça sığınakta içeriye girdiğimiz anda ben karanlık bir ortam beklerken içerisini aydınlatmak adına kayalardan oluşan duvarlara asılı olan meşaleleri gördüm. Giriş kısmında durmuş birinin olup olmadığına bakındığım anda ortamı boş bulmuş ve yavaşça içeriye adımlamıştım. Sığınak nerdeyse iki insan boyutuna sahipti. İçerisi geniş ve birden fazla yola ayrılıyordu.
"Nereye gidelim dersin?" diyen Victoria 'ya çaprazımda duran yol ayrımını gösterdim. Ve anında ikimizde sessizce yol ayrımına girmiş, küçük ve sessiz adımlarla yol ayrımında bir ses çıkarmadan arka arkaya ilerliyorduk.
"Sencede taşın burada olma durumu biraz saçma değil mi?" diye konuşan Victoria ve burada taşın bulunma ihtimalinin ne denli yersiz olduğundan yakınıyordu.
Aslında bende pek anlam veremedim. Ama görüp ona göre bir fikre varabilirdim. Ondan öncesinde düşüneceğim her fikir havada kalırdı. Uzun bir süre sessizce ilerlemiş ve bu süreçte kimseyi görmemiştik. Sanki içerisi boştu ve her cüce bizden kaynaklı olan alana gitmiş gibi bir düşünceye vardım.
Neden bu kadar boş olduğunu anlamadım bu sığınağın? Bir şey oluyordu ama ne?
"Victoria sencede burası çok sessiz değil mi?" demiş ve onun cevap vermesini beklemeden hemen biraz daha ilerledim.
Ve bir anda kapısı aralık bir yerin önünde bulduk kendimizi.
"Bence hepsi belli bir yerde ondan olamaz mı?" dedi Victoria küçük bir fikir öne sürerek.
"Hayır ortalıkta gezen biri bile yok. Büyük bir patlama oldu ve şu an hepsi bir şekilde tetikte durması lazım ama böyle değil ve bu hiç güven arz etmiyor." dedikten sonra yavaşça geriye doğru çekilip Victoria 'nın adım atmasına engel oldum.
"Ne oldu?" diye soran Victoria' ya bekle işareti verdim.
Ve o sırada aralık olan kapıdan sesler duyuldu.
"Sen aptal olmak bir şeyi yapamamak." diye dil katliamı yapan bir kadın sesi duyduğum anda Victoria 'nın ağzını elimle örttüm. Çünkü ben bunu yapmasam anında Victoria bu duyduğu şeyden dolayı gülecekti. Kendimizi açığa çıkarmamak adına bunu yapmıştım.
"Gülme!" diye ikazda bulunup onu ve kendimi sessizce geriye çekip karanlık içinde kendinizi sakladım.
"Yemek yapmak ben bilmek sen karışmamak." diyen başka bir kadın sesi duyunca anında kendi ağzımı da kapattım. Ve buna bir tepki vermemi önden engelledim.
"Bunların bu kadar tuhaf konuşmasını unutmuşum." diyince Victoria zihin bağından yavaşça kendimi karanlıktan çıkarıp yavaşça kapıya doğru ilerledim. Ve sonrasında içeriye bir göz atıp içeride ne olduğuna bakındım.
İçeride iki kadın bir küçük taştan oluşmuş ocağın başında bir kazanın he iki yanında duruyordu. Birinin elinde tahtadan bir kaşık birinin elinde bir tabağın içinde sebzeler bulunuyordu.
İkisi de kazanda duran yemek hakkında tartışmaya devam ederken ben yavaşça onlara gözükmeden Victoria 'yı yanıma çağırdım ve sessiz olmaya çalışarak onlara görünmeden diğer kısma kadar onlara kendimizi fark ettirmeden ilerledik. Aralık olan kapıdan diğer tarafa onlar bizi fark etmeden geçtikten sonra önümüzdeki o uzun karanlık olan alandan geçip başka bir alana doğru ilerledik.
"Sence burada mı? Belki de yanlış yerde taşı arıyoruz?" diyerek Victoria taşın burada olmamasını ve zaman kaybetme ihtimalimizi dile getirdiği anda sadece sessizce önden ilerlemiş ve ona bir şey diyemeden birinin bir anda koridorda adım seslerini duyunca hemen kendimizi ışığın ulaşamadığı karanlık bir alana saklamış ve o adım sahibinin yanımızdan geçip gitmesini beklemiştik.
"Neyse ki bunlar iyi koku alamadığı için bizim korkularımız onlara ulaşamaz." bunu demesiyle Victoria o an neden koku almakta zorluk çektiklerini merak ettim ama bir yandan da sevindim çünkü hiç birde kokularımız yüzünden açığa çıkmakla uğraşamazdık.
Yüzünü görmediğim cüce yanımızdan geçip giderken yavaşça saklandığımız karanlık alandan çıkıp ilerlemeye devam ettik. Bir müddet kimseyi görmeden ilerlerken önümüzde aniden bir büyük kapı belirdi. Bu kapı nerdeyse bizim bile boyumuz iki katı büyüklüğünde bir kapıydı.
Kapalı olan kapıya kısaca bir bakıp sonrasında Victoria gel işareti yapıp kapının önüne geldiğim gibi kulağımı kapıya yasladım. İçeriden herhangi bir ses gelmeyince derin bir nefes alıp korkuyla içeriye girmek için kapıyı açıp yavaş arlanan kapıdan hemen kendimi içeri attım. Benim ardımdan da hemen Victoria gelmişti. İkimiz içeriye girdikten sonra kapıyı sessizce örtmüş ve kapkaranlık içeride öylece önümüzü görmeye çalışırken sessizce konuşmuştum.
"Victoria sakın yerinden hareket etme ben burayı aydınlatacağım." demiş ve yavaşça tam içeriyi aydınlatmak için bir şey yapacakken ne olduysa birden bedenime çarpan biri yüzünden dengemi yitirdim. Ve o anda anında geriye doğru düşerken bana çarpan bedeni tutup düşmemi engellemek isterken, onunla beraber hızla ayağımızın altında olan boşluktan aşağı yuvarlanmaya başlamıştık.
⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘
Korkuyla çığlık atmaya kalkacağım an buna son anda engel olmuştum. Elimle tuttuğum bedenle aşağı düştüğüm anda onunda düşerken çığlık atmasını engellemek adına hemen ellerimle hızla onu yüzünü aramaya koyulmuş ve bulduğum anda hemen ağzını örtmüş ve çığlığını avuçlarıma hapsetmiştim.
Avucumun içinde çığlığı yok olan kişinin aslında baş belası Victoria olduğunu son anda anlamıştım. Daha bununla ilgili bir şey yapmadan o anda hızla yere düşen bedenlerimiz sonunda zeminle sert bir şekilde buluştuğu anda ben sırt üstü yere düşmüşken hemen benim üzerime Victoria düşmüş ve aldığım ikinci darbeyle derin bir çığlık atmıştım, daha doğrusu elimle örtüp durduğum ağzımdan dışarıya boğuk bit çığlık dışarıya yansımıştı. Acıdan gözlerim yaşarmış ve derin bir nefes alıp acının kaybolmasını beklemiştim. O sırada üzerimde Victoria 'nın nedenini sertçe yana atmış ve yan duracak şekilde sol kolumun üzerine yatmıştım.
Elimi ağzımın üzerinden çekip tüm acımla ve tüm sinirimle konuştum.
"Sana ne dedim hareket etme! Ama sen ne yaptın tam tersini!" diye azarlamaya başlamış ve olduğum yerde yavaşça doğrulup nerede olduğuma bakmaya hazırlandığım anda arkama döndüm anda birden bir önünde bir beden görünce anında korkuyla geriye doğru sıçramış ve yüksek bir çığlık dudaklarım arasından dışarıya sızmıştı. Bu sefer buna engel olmamıştım.
Önümde duran bedene baktığım anda öylece gözleri kapalı bir vaziyette duran bedenin bir cüce bedeni olduğunu anladım. Ben yerde oturmuş haldeyken benimle aynı boyutta olduğunu o an fark ettim. O an neden hareket ettiğini ya da bir şey demediğini tam anlamaya çalışacağım an birden hemen o bedenin arkasında duran diğer bedeni görünce yeniden bit şaşkınlık yaşadım ve bakışlarım etrafta sırasıyla gezindi. Birden fazla cüce bedeni ayakta duracak şekilde konumlandırılmış şekilde duruyordu. Hepsinin gözleri kapalı vaziyetteydi.
Olduğum yerde yavaşça kalkmaya çalışırken Victoria 'nın da benim gibi etrafına bakıp durduğunu gördüm.
"Onlar -" dedi ve işaret parmağı etrafta olan cücelere doğrultup devam etti. "uyuyor mu?"dedi ama hiçte bu dediğini düşünmediğini ses tonundan anladım.
Yavaşça karşımda duran cüceye doğru ilerledim ve yavaşça elimi yüzüne götürüp nefes alıp almadığını teyit etmeye çalıştım. Ve o an hiç nefes almadığı gerçeğiyle yüzleştim.
" Hayır. "diye kısa bir cevap döküldü dudaklarımdan.
" Peki neden bu kadar canlılar? "demesi ardından hemen etrafımda bulunan tüm cüceleri daha detaylı bir şekilde incelemeye tabii tuttum.
Dikkatli bakınca hiçbirinin nefes alamadığını inip kalkmayan göğsünden anlayabilmek zor olmuyordu. Sonrası hepsi ayakta dikiliyor ve hiç kıpırdamıyordu.
Neden bu kadar canlılar? Neden zaman onlardan çok uzaktı? Ya da çok yakın? Bedenleri hâlâ hayatta olması başlı başına bir sorundu.
"Bedenleri çürümesin diye herhangi bir madde de burda yok ki diyeyim ondan kaynaklı saf toprak altında öylece sabit bir şekilde hayatta duruyorlar beden olarak ama ruhları onları çoktan terk etmiş." duyduklarım sonrasında Victoria 'ya hak vermemek elde değil ki.
" O halde hızlı olalım taş burada. Zaman taşı burada ve onların bedeni bir şekilde hayatta kalıyor. Kimse buraya gelmeden şu taşı bulalım. "demiş ve anında yerden doğrulaması için Victoria' ya yardım etmiştim. Sonrasında ikimizde farklı yerlere dağılıp taşın olabileceği yerlere bakınıp durmuştuk.
Binlerce beden bu zemin altında inşa edilen anıt mezarın altında bulunuyordu. Hepsi aynı konumda bir alana doğru çevrilmişti.
"Victoria." diye seslendiğim anda Victoria bana doğru dönüp baktı. İşaret parmağımla cüceleri gösterdim. "Baksana hepsi bir yöne doğru döndürülüp öyle konumlandırılmış." dediğim anda Victoria gözden kaçırdığı şeye bakmaya başlamış ve etrafında yarım daire dönüp dediğim şeyi kavramaya çalışmıştı.
"Evet hepsi senin olduğun tarafa bakıyor." dediğinde Victoria başımı sallayarak onayladım.
"Ama bulunduğum yerde hiçbir şey yok." demiş ve önce yere sonra sağa bakmıştım. Ama bir şey bulamamıştım. Sonra daha dikkatli baktığım anda burayı aydınlığa kavuşturan herhangi bir şey görmeyince daha da dikkat kesildim. Işığın geldiği bir açı bulamadım sanki ışık görünmeyecek bir yerden etrafa yayılıyordu.
Victoria dediklerimden hemen sonra olduğu yerden hareket ederek bir şey bulmaya çalışırken bense olduğum yerden ayrılmamış ve sakince her ayrıntıya dikkat ederek olanı anlamaya çalışıyordum. Işık yoksa belki de görmeyeceğimiz bir şekilde konumlandırılmış olabilir.
"Victoria sence önemli bir şey saklasan onu gözler önüne sermeyecek şekilde saklamaz mısın?" dediğim şeyi az çok anlamaya çalışan Victoria evet öyle yaparım demiş ve devam etmemi beklemişti. "O halde onu çok basit bir şekilde himaye edersin. Yani onu tamda değersiz olarak gördüğün bir yerde bulundurursun." demiş ve arkamı dönüp duvara doğru ilerlemiştim.
Çünkü tam o duvarda girintili çıkıntılı bir alan vardı ve orasını toprakla görünmeyecek bit şekilde saklamaya çalışmışlardı. Ama hataları tüm ölü cücelerin o yöne dönmesiydi. Ya bunun sebebi o şeklide canlı görünüyor olmalarıydı ya da her kimse bunu pek önemsemeyecek sayması için.
Yoksa taşı armaya gelmesem bende çok dikkat etmeden buraya kısaca bakıp sonrasında bunu terk eder ve işime bakardım. Ama benim amacım farklıydı. Nedense bu kadar kolay bir yerde saklı olması beni garipsememe sebebiyet verdi. Ya ben çok şüpheciydim ya da olan şey buydu. Bilmiyorum ama o gizli şeyi açıp bakmadan anlamayacaktım olanları tam anlamıyla. Yavaşça oraya doğru ilerledim.
Önünde durunca yavaşça elimi duvarın üzerinde gezdirdim ve gizli bölmeyi açmak için bir alan aradım. Sonunda parmaklarım bir boşluğun içerisine girdiği anda yavaşça onu parmak uçlarımla tutarak kendime doğru çektim. Gizli bölmeyi açıp içinde olan şeye baktığım anda taşı görmek yerine bir kaya parçası gördüm. Gördüklerim o an şaşkınlıkla hareketsiz kalmamı sağlayınca anında arkama dönüp Victoria 'ya baktım.
"Boş mu?" diye sormasına yok dedim. "O halde?" demesine karşılık içindeki kaya parçasını alıp ona doğru gösterdim. Ve o an Victoria alık alık bana bakmıştı.
"Nasıl ya?" dedi bunu beklemeyen bir ifadeyle.
Bende o an ne yapmam gerektiğini anlamaya çalışırken kaya parçasını yerine koyacakken birden kolumun tersi kapağa çarptı ve kapak içe doğru göçtüğü anda bir ses duyuldu ve yavaşça o gizli hazne içerisinde bir şey arkadan öne doğru dönmeye başladı. Ve o sırada yeşil bir ışık yavaşça gözlerimin önüne serildi. Ve dudaklarım iki yana kıvrıldım. Demek ki bu şekilde himaye ediliyordu. Taşı almak için hareketlendim ve taşı olduğu yerden alıp avuçlarıma hapsettim. Sonrasında onu ait olduğu yerde muhafaza ettim.
Taşı ait olduğu yere gönderdikten sonra zihin bağını kullanarak sığınağın içerisinde olan Dennis, Enfal ve Kavi 'nin bir an önce dışarı çıkmasını söyledim. Onlar dışarı çıkmaya başladığı sırada ben ve Victoria içine düştüğümüz bu mezarlıktan çıkmak için çıkış kapısı aramaya başladık. Ve o sırada yukarı çıkmamız için tamsa yukarıda olan boşluğun sol tarafında uzun bir merdiven bulduk. Merdivenlerden ikimiz yukarı çıkmış ve kimseye görünmeden geldiğimiz yeri tekrar geri gitmeye başlamıştık.
"Bu kadar kolay almamız şaşırttı doğrusu." diyen Victoria'ya aynı fikirde olduğumu söylemiş ve dışarıda nöbet tutan Dehri ve Nehar 'a seslenip dışarısının uygun olup olmadığını sormaya kalacağım an birden tamda sığınağın dışarısında yüksek sesler duymuştum. Ve o sırada kulağıma gelen sesler anında beni olduğum yere sabitlemiş adım atmamı engellemişti.
"Siz burada olmamam. Biz sizi cezalandırmak." diye gür, kalın bir erkek sesi yankılandı. Düzeltmeliyim bir cüce sesi. Büyük bir anlatım bozukluğu olan cümlesiyle birlikte.
Sığınağın çıkış kapısının gerisinden dışarıya bakınıp olan biteni görmeye çalıştım.
" Emira ne oldu dersin? "diye tam omzumun gerisinden konuşan Victoria 'ya bir cevap vermeye kalkışmadan hemen önce biraz ileride olan görüntüye bakındım.
Dennis, Kavi ve Enfal bir grup cücenin ortasında kapana kısılmıştı. Cüceler üçüne uzun ucu sivri olan mızraklar doğrultup hareket etmelerini önlemeye çalışıyordu. Bizimkilerse sessizce durmuş, hiçbir korku barındırmayan bir ifadeyle ayaklarının dibinde duran cücelere bakıp duruyordu. Bu sessizliklerinin sebebi bizleri açığa vermemek ve bir an önce buradan çıkmamız içindi. Yoksa üçüde çoktan bu cücelerin icabına bakardı.
Yavaşça olduğum yerden çıkarak onlara doğru ilerledim.
İlk an beni fark etmeyen cüceler Dennis 'in abna bakıp yüz ifadesinde bir şaşkınlık belirmesiyle anında birden fazla cüce, Dennis' in baktığı yere baktı. Ve o sırada nöbet tutan Nehar ve Dehri 'nin olduğu yerden bize doğru geldiğini tekrar cücelerin diğer tarafa bakmasıyla anladım.
Victoria bana yetişip yanımdaki yerini aldıktan sonra cücelerin karşısına geçip içerisinde farklı bir giyimi olan kişiye baktım. Sanırım bu grubun lideri oluyordu.
Hepsi diğerlerine pek dikkat ederek bakmadı ama ben ve Victoria arasında hepsinin bakışları uzun uzadıya durdu. Hatta hepsi iç çekerek bize bakıyordu. "Sen -" diyen grup lideri olarak tasvir ettiğim kişi olduğum tarafa doğru bir adım attı ve elinde duran mızrağın ucunu yavaşça yere çevirip konuşmasına devam etti.
"Sen ne güzel olmak." diye adeta büyülenmiş bir sesle konuşmuş ve beğeni dolu bakışlarla beni izlemiş ve sonrasında bakışlarını Victoria 'ya çevirip aynı bana baktığı gibi ona da bakmıştı.
Hemen liderin arkasından kadın bir cüce bana doğru ilerledi elinde duran çiçek demetiyle. Küçük cüce kadının üzerinde kolsuz dizlerine kadar uzanan elbisesi eski ve yıpranmış bir şekilde duruyordu. Kadın cücenin saçları dağılmış ve gelişi güzel toplanmış duruyordu. Yaşlı olduğu yüzündeki birden fazla olan kırışıklıktan anlaşılıyordu. Hülyalı hülyalı bana bakarken ondan bakışlarım yavaşça önümde hareketlenen diğer kadın cüceye çevrildi.
"Sen ne güzel, biz seni kullanmak güzel olmak." diye konuştuğu sırada arkalarda duran bazı kadın cüceler kafasını salladı ve onu onayladı.
Sadece şunu demek istiyorum nasıl bir kullanılma sayesinde güzel olacaklar içtenlikle merak ettim.
"Aynen aynen onu kullanmak bizde güzel olmak." diye bir kadın daha konuşunca ona garip garip baktım. Bunlar hangi kafada ya!
Bizimkilere kısaca bakıp siper almalarını sağladım. Anında dediğim şeyi anlayıp, tetikte kaldılar.
"Sen beni kullanmamak yoksa taş olmak." diye onlara kendi dilinde karşılık verip ayaklarını denk almazlarsa sonlarını açıkça dile getirdim. Eğer tepem atarsa kolyenin taş etme gücünü istemeye istemeye kullanmış olurum bunun sonunda pişman olacağım halde. Ben onları tehdit ettiğim sırada birden içeriden bir cüce koşarak yakına yakına olduğumuz tarafa gelmeye başladığı anda her şey birbirine girmeye başladı. Eh bu kadar korkuyla gelmesi bizden ötürüydü.
"Yıkım! Yıkım bizi bulmak! Kaçırmak taşı. Kaçırmak ve yıkım getirmek. Ölüler çürümek." diyen kadının dediklerinden çoğu şeyi zor da olsa anladım. Sanırım taşı aldıktan sonra bedenler çürümüş olmalı ve bu da kadının taşın çalındığını anlamasına sebebiyet oldu.
Hepsi o anda kadının dediklerini duyunca yerlerinden bize doğru atılacağı anda bu lider olarak karar verdiğim kişi tek hareketiyle onları durdurdu.
Bana bakıp yavaşça ama uyarı vaziyetinde konuşmaya başladı.
"Sizi hırsız olmak ve bize ait olanı çalmak." diye başladığı cümleyi şöyle devam ettirdi. "Siz suçlu olmak ve yıkım getirmek. Siz bu taşı geri vermek yoksa canınızı almak." demesine o an çaprazımda bulunan Dehri'nin histerik bir şekilde gülmesine sebebiyet oldu. Onun bu tavrı diğer cücelerin öfkelenmesini sağlamıştı bile.
"Sana diyor taşı vermek. Yoksa lanet bizi bulmak." demesine karşılık bende aynı cevabın diğer versiyonunu sundum.
"Asıl biz size taşı vermek lanet bizi yok etmek." demekle anında hepsinin ilk an şaşırmasını daha sonra onlara taşı vermeyeceğimi anlamaları üzerine öfkelerinin daha çok artmasına neden oldu. Bildiğin dil katliamı bunların dili! Diğer türlü konuşmak onlar adına anlamsız olacağı için onların dilinde kendimi açıklamaya çalıştım.
"Son kez söylemek sen bizi anlamak ve bize taşı vermek." demiş ve tam devam edeceği anda birden bakışları boynumda duran kolyeye değmişti. Ah şimdi başladık yine. Herkes gibi onunda dikkati ve ilgisi kolyeye döndü.
"O meşhur kolye olmak." dediğinde bunu dediği an burada bulunan her cüce duyduğu bu cümleden sonra arkaya doğru gerilediler.
Neden kolyenin varlığı onları korkuttu ki? Her cüce ürkerek bana bakmaya başlayınca bunun kolyeden olduğunu anlamak zor değildi ama ne yüzünden ki?
" Sen buradan gitmek." dedi ve bir adım geriye doğru çekilen cüceye anlam vermeyerek baktım.
"Peki taş?" dedim ama onu istemedi ve hemen gitmemizi bekledi. Diğerleri yanıma gelip gitmemiz gerekiyor dediği anda bile odağım cücelerden bir an olsun çekilmedi.
"Meral ediyorum neden bir anda kolyeyi görünce bu kadar gerilidi herkes?" bunu sormam anında liderin kaşlarının düz bir hale dönmesini sağladı.
"Kolye bizi yok etmek . Bu alan bizim yuvamız olmak ama kolye sahibi gelip burayı yakıp geçmek." dediği anda aklıma bir kişi geldi Esila. Daha önceden taşları aramaya mı koyulmuştu?
Birden liderin arkasında duran kadın cüce öne atıldı.
"Aileler ölmek, çocuklar yok olmak. Biz üzülmek ama elden bir şey gelememek." demesiyle neden kolyenin varlığı herkesi gerdi anladım.
"Esila daha önce gelip taşı almaya çalışmış olmalı ama ne kadar önce? Daha Kanlı Dolunay Gecesi olmadan önce mi? Yoksa ondan sonra mı?" Bu soru tamamıyla kafamı allak bullak etti.
Cücelerin ne zaman bu saldırıya uğradığını sorup cevabı beklediğim anda Kanlı Dolunay Gecesi öncesinde olduğunu öğrendim. Esila yedek bir plan daha yapmıştı. Kolye bir şekilde elinden gitse bile ona eş değer taşları almak onun için önemli olacaktı ama alamadı.
Taşı neden bulamadığını sorduğum anda taşın bir cüce tarafından çoktan korunaklı bir alana götürüldüğü için bulamadığını öğrenmiştim Sonrasında Esila öfkesini onlardan çıkarmak adına bu yeri kurak bir araziye çevirmiş. Cücelerde o günden sonra hem kolye sahiplerinden hemde insanlardan nefret etmeye başlamış.
Şimdi bizde onların elindeki son şeyi alıyorduk. O gün ölmüş yakınlarını bu şekilde anıyorlardı.
Onlara haksızlık yapıldığı hissiyatı hisstemişti ve bir anda gözlerimi kapayıp yavaşça olduğum yerden havaya doğru yükselmeye başlamıştım. Onlara asırlar önce alınan şeyi geri vermenin zamanı gelmişti. Büyü sözlerini okumaya başladığım anda büyük bir enerji bedenimden parmak uçlarıma akın etti. Ve büyü bedenimden kopup dışarıya salındı.
O an yerde bulunan cüceler yine bir yıkım olduğunu sanıp tam kaçacakları esnada liderleri onu durdurmuş ve ne yapmaya çalıştığımı anlatmaya çalışmıştı. Birkaç dakika içinde burası eski haline kavuşmuş ve her yer apaöalla, çiçeklerle, daha önce kurumuş olan şelaleyle yeniden canlanmış ve tepede insanın sıcaktan kavrulmasını sağlayan güneş normal bir şekilde ısı vermeye başlamıştı. Olduğum yerden aşağı indiğim anda tüm cücelerin bana minnetle baktığını gördüm.
"Ben buraya sizi yok etmeye gelmedim. Bir yıkımı önlemek adına geldim. Ve o taş bunu engelleyecek. Sizden alınan şeyleri azda olsa size geri verdim. Ölüleriniz için üzgünüm. Ama o taş bende bulunmalı yoksa daha çok ölüler olacak." Bu cümlem sonrasında lider bana doğru ilerledi.
" Kolyenin sahibi iyi olmak. Biz minnettar olmak. Taş sende kalmak ve herkesi kurtarmak. "dedikten sonra yavaşça başını eğip kendi dilinde birkaç şey söyledikten sonra diğerleri de başlarını eğip bir müddet öyle dikildiler. Sonra onlara veda edip olduğumuz yerden ayrıldık.
Moritanya Kalesi'ne geldiğimiz anda herkes daha önce yanlış bildiği şeyin gerçeğiyle yüzleşiyordu. Kaleye geldiğimiz anda hem günün yorgunluğu hemde uykusuz kalmam beni epey bitkin düşürmüştü. Günün kısa bir değerlendirmesi ardından herkes dağılmış ve kendi köşelerimize çekilmek için kaleden ayrılmıştı.
Kara Orman'ı terk edip kuleye gelmiş ve zemin katta sessizce Victoria 'yla yan yana ilerleyip odalarımıza geçmek için yürürken birden merdivenlerden inen ikili anında adım atmamızı engelledi. Gecenin bu saatinde Süreyya hanım ve Turul beyin ayakta olması şaşkınlık yaşamamı sağlamıştı. Biz onlara bakarken onlarda bizim bu saatte dışarıdan gelmemize şaşırmış olmalı.
⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘
Zemin kattaki sessiz bakışlarımız ardından Süreyya hanım nereden geldiğimizi sormuş, Varisler 'le dışarıda olduğumuzu söylemiştik. Yalan değildi dışarıdaydık sadece nerede olduğumuz hakkında bilgi vermekten kaçınmış, sessiz kalmıştık.
Biz odamıza doğru çıkacağımız an Süreyya hanım nereye gittiğimizi sormuş odamıza dediğimiz anda sert sesiyle onu takip etmemiz gerektiğini söylemişti. Süreyya hanım ve Turul bey önden ilerlerken ben ve Victoria sessizce onları birkaç adım geride takip etmiş ve toplantı odasına doğru ilerlemiştik.
"Bu saatte toplantı odasında ne yapacaklar?" diye sızlanan ama bir o kadar da olanı merak eden Victoria 'ya cevap vermiştim.
"Ben artık biraz daha ayakta durursam yere yığılıp kalacağım." diye esnerken zihin bağından konuşmuştum.
"Hiç mi uyumadın? Odama geldiğinde yorgun olduğunu anladım ama uyumadığına yormadım bu yorgunluğunu." demesine karşılık sadece kafamı uymadım anlamında iki yana salladım.
"Toplantı odasındaki iş her neyse o bitince uyursun." dediğinde Victoria öyle olacak dercesine bakmış ve açılan kapıdan içeri giren Süreyya hanım ve Turul beyden sonra bizde içeri girip kapıyı arkamızdan kapayıp yavaşça ilerlemiştik. İçeride olan kişilere kısaca bakındığım anda eğitmenlerin tamamı ve birkaç önemli general ve üst kademeden olan kişiler bulunuyordu.
Boş olan sandalyeye geçmiş ve sessizce olduğum yerde isteksiz bir tavırla çoktan başlayan konuşmaları dinlemeye başladım. Sanırım konuşulacak çok şey vardı ama benim bunu için enerjim yoktu. Orasını ne yapacaktık?
Konu her zamanki gibi yaklaşan tehlike ve şu kaçırılma mevzusuydu. Anlamıyorum kaç gündür hâlâ bunu engelleyecek bir şey bulamadılar mı? Bu konu gündemden bir düşmedi. İşim olmazsa ben ilgileneceğim ama daha büyük bir işle ilgileniyorum ve yeterince zamanımı alıyor kalan boş zamanımı bilgiler edinmeye ve uyumaya yer yerde bu tür toplantılara katılmaya harcıyorum.
Yani anlayacağınız gündemim baya baya kalabalık. Bu işi halletmek onlara kaldı. Yavaşça sandalyeye iyice yaslanıp olabildiğince kendimi yapılan konuşmaya vermek istedim ama olmuyordu. Uyku artık kendini iyiden iyiye belli ediyor. Denilen şeyleri idrak edemiyorum. Bazen gözüm kapanır gibi oluyor ama son anda kendime geliyorum.
Başımı bile zor tutuyorum boynumun üzerinde. Ve buradakilerse bana hiç yardımcı olmuyor. Tam konu bitti, herkes dağılacak diye düşünürken yeni bir konu açılıyor ve ben iyiden iyiye tahammül edememeye başlıyordum. Hayır bu kadar niye beklediler? Sanki herkes bugün için tüm şeyleri biriktirip durmuştu. Konu konuyu açıyor ve herkes toplantı süresini uzatıyordu.
Neyse ki kimse benim düşüncemi sormuyor. Yoksa verecek bir fikrim yok çünkü hiçbir şeyi algılamıyorum. Sesler artık boğuk bir hal almaya başlamıştı. Sol kolumu oturmuş olduğum sandalyenin kenarına yasladım ve parmaklarım gözlerimin biraz yukarısında hizalandı, böylelikle tam tepede olan ışık artık rahatsız etmiyor ve ben ara sıra kapanan gözlerime mani olmuyordum. Tam dalacak olduğum yerde masaya doğru başım düşeceği anda kendime gelip algılarımı zor bela açmaya çalışıyorum. Lanet olası bu toplantıyı bitirmeyi düşünmüyorlar mı?
Uykusuzluk git gide zihnimi ele geçirmiş, gözlerimi açık tutmakta hayli zorlanıyordum. Bir ara Victoria kolunu hareket ettirirken yanlışlıkla sol koluma çarpınca aniden yüzümdeki elim kaydı ve son anda kendimi toparladım. Derin bir nefes alıp gözlerimi açık tutma işlevine giriştim. Masadakilere bakıp algımı değişmek için uğraştım. Hepsi az önce konuşmaya başlayan yüksek kesimden olan bir kadını dinlerken ben sadece sesler duyuyorum. Konuşmanın artık ne üzere olduğunu anlayacak reddede değilim.
Bir ara bakışlarım masada bulunan Ahrar 'a kaymış, onun bakışlarının bende olduğunu görmüştüm. Daha çok durum analizi yapıyor gibi bir hali vardı. Bu kadar sessiz, bu kadar uykulu olmam onun dikkatinden tabii kaçamamıştı. Ondan fazla bakışlarımı tutmadan başka bir yere baktım. En son konuşmamızı anımsadım.
O an derin bir iç çekerek bulunduğum sıkıcı durum ve uykusuzluktan zor açık tuttuğum gözlerimle bir an önce buradan ayrılmayı büyük bir istekle istedim. Hani normalde toplantılar kısa sürerdi ama sanki niyeyse inadıma bu halimi fark etmişlerde ondan dolayı uzatıyorlardı. Çekipte gidemiyorum ki! İlla bitmesini beklemeliyim. Biraz daha devam ederse bu toplantıyı sobete edecek planlarımı devreye sokacak gibiyim. Diğer türlü kurtuluş çok uzak gibi de.
Yanımda Victoria 'nın az önce konuşan kadının dediği her neyse ona karşı bir yaklaşımla yaklaşması üzerine az da olsa birden ayılmış gibi oldum ama bu çok kısa sürdü. Acaba pencereyi mi açsam? Temiz hava çarpar ayılırım belki de. Ama o kadar uykulu ve bedenim dinlenme komutuna geçti ki ayağa kalkacak halim yoktu.
Biraz daha dayanmak zorundayım. Bunun için kendimi ne kadar çok teselli ettim bilemezsiniz.
Toplantı çok geç saate kadar uzadığı anda artık uykusuzluktan masaya yığılacaktım. Masadakilerden bazı kişiler artık benim sessizliğim sebebiyle bana bakıp durmuş ve sessiz, yorgun halimi görüp sonrasında yeniden konuşulan konuşmaları dinlemeye başlamıştılar. Zaten artık iyiden iyiye kendimi kaybedecek kıvama gelmiştim.
Çenemin altına duran elim artık başımı taşıyamıyordu. Gözlerim sık sık kapanıyor zor bela onları açmayı başarıp olduğum ortama bedenen bulunmaya çalışıyorum. Çünkü zihnen çoktan uyudum. Ama bu artık her geçen saniyenin ardından çok zor ve katlanılmaz bir hale geldi.
Bir ara gözlerim kapandı. O sırada hayal bile görür gibi oldum. Ama artık bedenim sistem dışı kalacakken o anda çeneme yaslı olan başım boşluğa düşünce hızla geriye doğru çektim başımı ve o an artık benim için her şey çığırından çıktı. Daha fazla bu lanet toplantıda durmayacağım!
"Başka bir şey demek -" diye devam edecekken anında sinirden konuşmaya başladım.
"Yeter!" diye yüksek sesle konuşup Turul beyin konuşmasına mani oldum. Yüksek çıkan sesimle birlikte masadaki tüm gözler bana döndü. Artık iyiden iyiye çığırından çıkmış ve sabrımın sonuna gelmiştim. Daha fazla bu toplantı devam etmemeli! "Sanki biraz sonra Dani ve Esila gelecekmiş gibi ne bu üst üste süren toplantılar?" diye sinirle telaffuz etmiştim. Sorumu duyunca herkes uür dikkat bana odaklanırım sessizce benim konuşmamı beklemişti. "İkisi de bir anda çıkıp gelecek!" dedim bunu anlamaları için." Ne kadar toplanıp durursak duralım bir fayda vermeyecek!" diye ikaz ederek onlara artık biraz durmamız lazım dedim. Yoksa ben gideceğim! Cümlem bitince bir süre kimse konuşmadı. Öylece benim hidettle yükselişimi izlediler. Ve sonra beklediğim soru bana ulaştı.
"Sen ne önerirsin?" dedi usulca merak içinde Ahlas bey onca dediğim şeye. Anında ona bakıp çok önemli bir şeyden bahseder gibi konuştum.
"Uyumayı" dedim basitçe. Çünkü şu an delicesine uyumak ve bu lanet yorgunluktan, sersem halimden kurtulmak istiyorum. Bu dediğim şey ben dışında herkesi şaşırtmıştı. Ahlas bey dediğim şeye anlamamış bir ifadeyle bakınca bakınca ne var bunda bakışlarıyla baktım. Onu tekrar konuşmasını beklemeden devam ettim.
"Günlerdir adam akıllı uyumuyoruz. Biraz dinlenmeye ihtiyacımız var." dedim. Öyle bir istekle bunu zikrettim ki sanki değerli bir şeyi isteyen biri gibi.
Zaten öyleydi. Şu an uyku benim için her şeyden daha değerliydi. O an Ahlas beyin tekrar konuşmasını beklemiştim ama o değil bir başkası dediğim şeye cevap verdi.
"Olmaz." diye karşı çıktı Turul bey dediğim şeye. O an ona asık sıratla baktım. Huysuz bunak ne olacak! Tabii kabul etmeyecek kişi ondan başkası değildi. Aman sanki onu önemsiyorum da. Bakışlarımı tam Süreyya hanıma çevirecekken birden cümlesine devam etti Turul bey. "Hem sen neden bu kadar uykusuz duruyorsun? Geldiğin andan itibaren zor gözlerini açık tutuyordun" diye sorgulayan sesini duyunca içimde bildiğim tüm kötü sözleri dile getirdim. Eh be adam görüyorsun ne diye toplantıyı uzatıp duruyorsun? İşine mi geldi! Sakin kalmaya çalışarak anında dediklerine ona cevap verdim.
"Sizinde ölmenizi isteyen iki düşmanız olsa ve her daim sizinle uyku esnasında konuşmaya kalksa ve uykularınız size zehir zıkkım olsa..." demiş ve masadakilere kısaca bakıp ardından devam etmiştim. "Emin olun ki kim benim yerimde olsa bu halde olurdu." diye esnerken bunu çok rahatça dile getirmem masada bulunan herkesi rahatsız etti. Sanki keyiften uyumuyorum! Bende istiyorum ama olmuyor ne yapayım. Elimde değil ki bu şey. Zaten perişan oldum bu saate kadar. Onca gün taşı aradım sonra buraya gelip bu uzun süren toplantı boyunca uykuya direndim. Bu hiç kolay değildi. Ben öylece durmuş tekrar esnerken birden başka bir ses duyuldu etrafımda.
" Bu sık sık oluyor mu? "demişti Ahrar uzun süren sessizliğini bozup. Bakışlarım ona dönmedi. Baksam yine zihnime hatırlamak istemediğim şeyler dolup taşardı. Bunun yerine sakin, bir duygu barındırmayan bir ses tonuyla sorusuna yanıt verdim.
" Bazı zamanlar oluyor ama etkisi hayli uzun sürüyor. "demiş ve daha fazla duramayacak olduğumu anlayınca anında olduğum yeri terk etmeye hazırlanmış ve toplantı odasını terk etmiştim. Arkamda bir yığın dolu soru işareti olan kişiler kalmıştı ama onlara cevap vermeyecek kadar yorgunum.
⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘
Acı bir son değildir sonsuz olan ölümdür. Sevgi sonsuza kadar süremez. Sonu gelir getirilir. Her şey aslında bir başlangıcın ilk adımı bir sonun bir adım ötesidir. Kayboluyor zamanla her şey. Silinmeye yüz tutuyor.
Asırlar gelip geçti. Her kes bir yaşamın bir noktasında var oldu. Ve bazıları bilinenler oldu bazıları unutulanlar arasında yer aldı.
Sesler yankılandı, çığlıklar bastırıldı kimi zaman. Hayatlar kaybolup sırra kadem bastı kimi zaman. Hüzünler hayattan koparılmış bir demet solmuş çiçekler oldu. İfadeler yeniden şekillendi. Sahte kimlikler, sahte gülüşler ve sahte hayatlar ortaya çıktı.
Biri bir diğeri için yaşama tutundu. Biri bir diğeri için yaşamdan koptu. Sessizleşti her zihin onca acıdan sonra. Zihinde sadece acı yavaşça hakimiyet kurdu. Kayıplar, kazançlara döndü. Zaferler, hatalara sebebiyet verdi. Her şey hiç oluruna göre hareket edemedi. Adımlar sadece kazanmak için atıldı can yaksın ya da yakmasın bu umursanmadı. Ve sessiz bir cümle yer edindi yaşamda.
"Güçlü olup her şeye hükmedeceksin."
Bir yemin gibi, bir zafer nidası gibi... Bu sözü hayatında her adım atacağı an hatırlayıp durdu zihin. 'Acımayacaksın! "dedi kendi kendine." Yara alsana bunu yansıtmayacak ve sonunda kadar ilerleyip istediğin şeye ulaşacaksın. "dedi usulca." Çünkü bunu hak ediyorsun. Bu sana ait bir zafer. "denildiği gibi oldu da. Her hakimiyet ona ait kılındı ve sonsuz bir acıya rağmen amaçladığı şeye ulaştı.
Hayatlar boyunca çok şey yaşandı. Ve her biri büyük bir ses getirdi. Büyük kayıplarla beraber.
Sonsuzluk tüm sınırları yıkıp geçecek kuvvete sahiptir. Sonsuzluk hayal ötesinde kendi zihninde var ettiğin bir yaşamın her şeyden uzak olan bir kurmaca hayattır. Sonsuzluğa ulaşmak uçuk bir ihtimaller dahilinde olan istektir. Ya vardır ya da var edilmiştir.
Bu dünyada kaybettiklerim arasında en çok naif ruhlar vardı. Bu dünyada kaybettiklerim arasında en çok mutlu gülüşlerim vardı. Bu dünyada en çok kaybettiklerim arasında hayallerimin hiç olmayacağı gerçeğiyle yüzleştiğim anılarım vardı. Ve bu dünya da en çok kaybettiklerim arasında hayata olan bağlılığım vardı. Yaşamdan olabildiğince uzaklaşıp kayboluşa doğru ilerliyordum. Ve bu en zor olan kararlardan biriydi belki de.
Ruhumu uğurladım bilmediğim yollara.Bu yolculuktan dönmeyeceğini bile bile.
Kalbimi kaybettim bilmediğim yollarda. Bir daha bana gelmeyeceğini bile bile.
Zihnimi yok ettim acıyla sarmalanmış dallanan budaklanan yollarda. Bir daha eskisi gibi olmayacağını bile bile.
Toplantıdan çıktığım gibi odama koşar adımlarla gitmiş kısa bir duş alıp yatağıma kendimi atmıştım. Zaten duş alma sırasında epeyce zorlanmış, zor zor yıkanmıştım. Yatağa geçince kendiliğinden kapanan göz kapaklarım uzun bir süre açılmamıştı.
Nerdeyse saatlerce yatmış gece yarısına kadar ancak uyanmıştım susuzluktan dolayı. Su içince sonrasında yeniden yatmış ve sonunda uykuya doğduğumda bir diğer günün öğle vaktinde uyanmıştım. Yoğun bir açlık ve susuzlukla uyanmıştım. Uyandığım anda başım zonkluyor, sersemlemiş bir halde aval aval errafıma bakıp duruyordum.
Yataktan zor bela çıkıp, elimi yüzümü yıkamış üzerimi değiştirdikten sonra odadan çıkmıştım. Yemekhaneye gidip bir şey atıştırmam lazım ve sonrasında Victoria 'yı bulmam lazım. Nerdeyse bir gün boyunca uyumuştum. Bu bir günde bir şeyler olduğu açık.
Yemekhaneye giderken merdivenlerden indiğim sırada birden fazla kişiye rast gelmiştim. Ve o an hepsinin bir konu hakkında heyecanlı konuştuğunu görmüştüm. Vay be bazıları hâlâ hayatta olan şeylerden keyif alabiliyor ne güzel.
Ben onların aksine yaşama dair heveslerimi kaybetmiştim. Zemin kata ulaştığım anda sajln adımlarım beni yemekhaneye götürürken burada da bir telaş olduğunu gördüm. Bence benim bilmediğim bir şey olmalı. Çünkü genel olarak kulede bir heyecan var. Neyse öğreniriz. Yemekhanenin önünde duran adımlarım, kapıyı açtıktan sonra tekrar harekete geçmişti. İçeriye girmemle boş, sessiz ve kimsenin olmadığını gördüm.
Herhangi bir çalışan bile yoktu. Ne yapalım bugün kendi yemeğimizi kendimiz yapalım o zaman. Yemekhanenin içinde bulunan küçük mutfağa ilerlemiş ve bulabildiğim yiyeceklere kendime bir şeyler hazırlamaya başlamıştım. Kendime bir şeyler hazırlarken şunu fark ettim. Ne zamandır normal herhangi bir şey yapmamıştım.
Uzun bir süredir ne yemek yapmış ne bir davete katılmış ne de insanların yaptığı normal aktivite yapmıştım. Sadece belli başlı şeylerle alakadar olmuştum bu son dört aydır. Ne kadar da hızlı geçti zaman. Buraya ikinci gelişimde Ahrar 'ı görecek olmanın stresi vardı. Şu an odaklandığım yek şey Dani ve Esila' ydı. Ah tabi birde taşlar! Onları unutmamak lazım. Her şeyim buna göre ilerliyordu. Kendime özgü bir sosyal aktivitem yoktu.
Sadece aylarımı, günlerimi ve saatlerimi bu işe harcıyorum. Hayatın tadını kaçırıp her şeyden soyutlandığımı şu an fark ettim. Yaşamımın büyük bir anına ihanet ettiğimi fark ettim. Sadece yapmam gereken şeyi önemsemiş ona göre devrimiştim günlerimi ve gecelerimi.
Güneş ısıtmamış, iyi hissettirmemiş. Sadece bana şunu bildirmişti; gün başladı ayağa kalk ve yapman gerekenleri yapmaya koyul!
Ay hüzne kapılmamı engellemiş, hayaller kurdurtmamış. Sadece şunu bildirmişti; uyu ve yarına dinç kalk ve yapman gereken şey için kısa bir mola ver!
Uzun zamandır sadece günlerimi devrip be güneşin ne de ayın varlığını hisseder oldum. Çok basit gelecek ama uzun zamandır rahat bir şekilde güneş altında zihnimdeki düşüncelerden arınmış bir şekilde kitap okumuyorum. Çizim yapıp zihnimi dağıtmıyorum. Uzun zamandır geceleri yıldızları hayranlıkla izlemiyorum. Her şeyden o kadar kendimi soyutladım ki insan olduğum gerçeğine yabancı kalmış olmamı şu an şu mutfakta normal bir şey yaparken fark ettim.
Zihnim nasıl da her şeye kör ve sağır kesilmiş? Zihnim nasıl da her şeyi tamamıyla unuturmuş? Zihnim nasıl da en kolay yolu tercih etmiş?
Silinmiş bir çok anısı olan bir kişi gibiyim. Nerede olduğumu, kim olduğumu unutmuş, kendimi kaybetmişim. Sadece avare avare oradan oraya gidip gelmişim.
Sessizliğin en kuytu köşelerinden bana ulaşan o çınlama sesini duyuyorum. Bir şeyler söylüyor. Mırıldanan bir ezgi sanki denilen şey. Her şey silik bir aynada kendimi görmek adına verdiğim mücadele sanki. Sağırım ama bunu bilmeden cümleler kurmaya çalışıyorum dışarıdan nasıl acınası göründüğümü bilemeden.
Körüm ama sanki ışıklar kesilmiş gibi önümde bulunan uçurumun kenarına doğru sersem adımlarla ilerliyor biraz sonra yukarıdan aşağı yuvarlanıp öleceğimi bilmiyorum. Kendimi yitirdim. Yaşam o kadar basit olmasa da olur düşüncesinin içine hapsolmuşum ki yaşam ve ya ölüm aynı hissettiriyordu.
Kayıp biri gibiydim ama kimse beni aramıyor ve ben daha çok kayıplara karışıyor, kendimi ayak basmamış topraklara uğurluyorum. Gidiyorum.
Kendimden gidiyorum. Ne için peki? Kaçmak için bahane mi bu yaptığım? Yoksa sadece yersiz bir zamanda yüzleşmenin bir anlam ifade etmeyecek olmasını çoktan anladığım için mi?
Sinsi bir ruhun beni ele geçirdiğini ve ona hizmet etmem için hislerime yön verdiğini düşünüyorum. Uzun uzun bu düşüncelerin arasından kendime yemek yapmış sonrasında onu yedikten sonra burada ayrılmadan yemekhanenin geniş penceresinden dışarıyı izlemeye başlamıştım. Pencerenin önündeki çıkıntılı yere oturmuş ve ayaklarımı uzatıp dalgın dalgın öylece dışarıda bahçede bulunan kimseleri izliyordum.
Herkes bir işin peşine takılmış onunla ilgileniyordu. Güneş tepeden yeryüzünü ısıtırken herkes bu güzel havanın keyfini bir yandan çıkarıyordu. Dışarısı güneş ışınlarıyla aydınlığa kavuşmuşken ben öylece içimdeki karanlığın hakimiyetinde olan ruhumu ışıkla tanıştırmak için çabalıyorum.
"Bir lanetli evde bulunan o bozuk hisleri yansıtan anılar gibiyim. Öylece bakılıp yanında fazla durulmadan uzaklaşıp gidilecek değersiz gibi gözüken bir fotoğrafım."
Ölüm düşünde kendimi iblislerden kurtaramaya çalışıp ama onlara yenilen küçük savunmasız bir ruhu içimde bulunduryordum. İbsilerin fısıltıları zihnimde öyle bir lanetin başlangıcı için vesvese verip duyuyordu ki karşı koymak bir orduya karşı tek başına mücadele etmek gibi zordu. Yoruyor, yorduğu gibi tüketiyordu.
Zihnimin içerisinde binden fazla lanetli kapılar bulunuyordu. Her kapı ardında saklı olan bir korku, bir yıkım bulunuyordu. Kapılar benim ölü hislerimi gardiyan yapmış geçiş izni tanımıyordu kimseye.
O kapıları geçmek bir fedakarlık gerektiriyordu ve bu ancak bir yaşam sunulduğu vakitte gerçekleşirdi. Ama bunu yapmaya kimsenin maalesef ne cesareti ne de kendinden ödün verip, yaşamını önemsemeyecek kadar gözü kara biri vardı. İşte bunun için tamamıyla kendi karanlığında ölüp gidecek, hiçliğe karışacaktım.
Hiç var olmamış gibi yok olacaktım yeryüzünden.
Uzun bir müddet kendi düşüncelerimle baş başa kaldım. Kendi sessizliğim sonrasında yavaşça bölündü benden izinsiz olarak.
"Küçük insancık." diye Ölü Ruh bir anda zihnimde sesi yankı yapınca bütünüyle ona ses kesildim. "Bu uzun sessizliğin işin doğrusu biraz sıkıcı oluyor." demesiyle neyden dolayı sıkıcı olduğunu anlamayadığım için susup anlayacağım şekilde açıklaması için ona zaman tanıdım.
"Düşünceler insanı dibe çeker çoğu zaman ve şu an sen sessizliğin en dibinde çırpınıyor gibisin. Ne zaman böyle seni zihnin içerisinde bir savaşın içinde bulursam anında hislerin biraz daha senden kopup gidiyor. Bunu görebiliyorum. Küçüğüm yaşam senin için bu kadar önemsiz olmamalı. Yaşamak güzel bunu hisset. "demesine karşılık sanki bana hakaret etmiş gibi buna içerlenmiş bir ifadeyle bakmaya başladım.
" Yaşam zor ve bu zor yanları insanı karamsar düşünecelere çekip duruyor. Ya yaşadıklarım beni yaşamdan kopardı ya da ben zaten hiçbir zaman yaşama ait olamadım. Yaşamda kendime bir her edinemedim. Bir ağacın kökleri misali ben yaşama sımsıkı bağlanamadım ve usulca etrafımda eden rüzgar beni yavaşça topraktan koparmaya başladı. Yakında devrilip, olduğum yerde çürüyen bir odun misali yok olmayı bekleyeceğim sanırım. "hislerimle şu anda yüzleşip tamamen bu yönden bu ifadeye bu sessizliğe büründüğümü dile getirdim.
" Yalnız mı hissediyorsun kendini? "dediğinde dudaklarıma acı bir gülümseme yerleşti. Güzel soru. Güzel darbe.
" Herkes biraz yalnız değil midir? Ben tamamıyla zihnimin içerisinde yalnızım. Ve bu yalnızlık bir gölge gibi beni sarmalayarak gerçekten alıkoyan bir korku gibi. Karanlıkta gördüğün gölgeler ışık ortaya çıkınca kaybolur ya benim tam tersi işte o anda büsbütün beni daha çok ele geçirip duruyor. Işık yoksa o an ben yaşamdan siliniyor, düşünceden ibaret hale geliyorum. "dedim karanlık bir sesle. Sesimde saklı olan acılar toprak altında durmuş bir anda dışarıya çıkmak için an kolluyordu. Karanlık yanı başımda beni yenmek için en ufak savunmasız anımın ortaya çıkmasını sabırsızlıkla bekliyordu.
" Yaşam senin için açık bir yara hale gelmiş. O yara iyileşmeli Emira." demesine karşılık şunu sordum.
"Nasıl iyileşecek?" dedim bir ümitle. Ama bir yanım boşuna sevinme hiçbir şey seni iyileştirmeyecek. O an zihnimde koca dolu bir acı çığlık koptu. Zelzele olmuş bedenim sarsıldı. Gözlerim yaşardı. Dudaklarım titredi.
"Yara bandını kaldırma Emira. Onu bedeninden, ruhundan uzak tutma." demişti.
Buradaki yara bendim. Yara bandı kimdi anlamıştım.
Ahrar...
⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘
Hiç yokmuşum gibi kendimi insanlardan soyutlamam Victoria 'nın beni bulmasına kadar sürmüştü. Alel acele beni odasına götürmüş ve biran önce verdiği elbiseyi giymemi istediği için elime tutuşturduğu anda artık neden böyle aceleci davrandığını sorgulamıştım.
"Ne oldu? Neden bu acelen? Ve neden bir elbise giymem lazım?" üst üste sorduğum sorulara Victoria ilk an cevap vermemiş ve önünde dikildiği dolabın içerisinden bir şeyler seçerken ben yokmuşum gibi davranıyordu. O konuşmadığı anda tekrar konuştum.
"Hey beni dinliyorsun değil mi?" dedim burada olduğumu ve beni yok saymaması için kendimi belli ederken.
"Ah evet Emira tabii seni dinliyorum. Sadece ne giysem karar veremedim." diye karasız çıkan sesinin ardından bana baktı ve dolabın içinde olan iki farklı renk elbiseyi gösterdi. "Sence hangi renk giymem gerek? Biliyorum bu muhteşem bedenime her renk uyuyor ama daha göz alıcı olmak istiyorum." dedi bakışları benden uzaklaşıp önünde bulunan elbiselere çevrildi. İkisini de kendine doğru çekip dolaptan çıkardı ve sırasıyla önüne tutup seçmem için benden yanıt bekledi.
" Ne için bu elbise seçimi? "dememle sıkıntılı bir nefes verdi.
" Sen hâlâ orada mısın? Bu gece Asper Krallığı 'nda iki korucuyu evleniyor ve herkes bu davete geliyor."demesiyle anında karşıdaki koltuğa oturup tam gelemeyeceğim diyeceğim anda tekrar konuştu." Ve sende geliyorsun Emira oyun bozanlık yapmak yok çünkü kolye sahibisin. Senin gelmemen büyük nezaketsizlik olur ve herkes tarafından büyük bir kınama alır, ayıplarlar gelmediğin için." demesine karşılık alaycı bir ifadeyle ona baktım.
"Sanki hiç yapmadıkları şey!" dedim bunu hiç umursamadığımı yansıtırken. O sırada Victoria ona cevap vermeyeceğimi anlamış olmalı ki elinde bulunan iki elbiseden kırmızı olan elbiseyi seçmişti. Elime tutuşturulan elbise şu an Victoria 'nın yatağına bırakılmıştı ben tarafından biraz önce. Yatakta bulunan elbiseyi bakışlarıyla gösterdi ve onu giymemi tuhaf ifadeyle yansıtıp durduğu sırada görmezden gelip sorularımı sordum.
"Düğün davetine her krallıktan kişiler gelecek mi?" diye sormamla neden bunu sorduğumu anlamaya çalışamadan cevapladı
"Ah bakarsan herkes gelecek ve büyük kalabalık bir düğün olacak." demesiyle dalgın dalgın dolabın içinde bir şey aramaya koyulduğu anda hiç yerimden kıpırdamadan olduğum yerde sessizce düşüncelere daldım.
"Hadi ama neden hazırlanıyorsun?" diye yakınırken tam dercesine başımı salladım.
"Ben odamda hazırlanmaya gidiyorum aşağıda buluşuruz." dedim ve konuşmadan başıyla beni onayladı. Tamda o sırada usulca yerimden kalkıp az önce masaya bıraktığım elbiseyi alıp odadan çıktım.
Hiç gitmek istemiyorum ama Victoria 'nın gelmem için çok diretecek olduğunu bildiğim için paşa paşa gideceğim ve bunun için gereksizce tartışmak istemiyorum. Odama geldiğimde isteksizce hazırlanmaya başladım.
Tam bir saat içinde hazır olmuş ve aşağı inmiştim. Victoria' nın verdiği elbise su yeşili renk zarif bir elbiseydi. Sırt dekoltesi olan bu sade elbisenin tam arkasında gümüş işlemeli bir yılan figürü vardı ve yılanın kuyruğu belimden birkaç santim yukarıda dururken yılanın başı ensemin altında duruyordu. Saçlarımı sıkı bir topuzla toplamış ve zarif gümüş renk olan bir taç takmıştım. Tacın taşları su yeşiliydi. Elbisenin göğüs kısmı v yakaydı. Belimi sımsıkı saran beline tezat elbisenin etek kısmı fazla kabarık olamayan kat kat bir eteğe sahipti. Kol kısmı tülden oluşuyordu.
Ben zemin kata geldiğimde Victoria anında beni görünce hemen yanına gelmemi istemiş ve ona aceleci olmayan adımlarla ilerlemiştim. Yanına geldiğim anda beni baştan aşağıya incelemişti.
"Elbise çok yakışmış." demesine karşılık aynısını bende demiştim. Kırmızı kabarık eteğe sahip, derin göğüs dekoltesi olan bir elbise vardı üzerinde. Saçlarını açık bırakmış, kırmızı taşlara sahip bir taç takmıştı. Elbisezi kolsuz göğüs kısmı dantel işlemeliydi. Onu incelemem bitince beni elimden kavradığı gibi arkasında sürükleyerek hızla bahçeye çıkmamızı çünkü herkesin bizi beklediğini bildirmişti. Bahçede toplam beş atlı araba vardı.
"Biz hangisine geçeceğiz?" dememle Victoria kapısı açık olan arabayı gösterdi.
"Turul bey, Ahlas bey ve Süreyya hanım ilk ay arabasındalar. Bizde senle ikinci at arabasına bineceğiz." dedi konuyu hemen kapatmak isteyen bir sesle.
Nedense bu ses tonu ve bakışlarını benden kaçırması bir şeyler olduğunu gösteriyordu. Anlarız birazdan. Victoria önüme geçip at arabasına ilerledi ve hızla içeriye girdiği anda bende arkasından ilerlemiş ve içeriye göz atmadan pat diye arabanın içerisine girmiş Victoria 'nın yanındaki boşluğa oturmuştum. Muhafız kapıyı ben girince hemen kapatmış ve araba harekete geçmişti.
Bakışlarımı içeriye çevirmemle tam karşımda bir beden gördüm. İçerisi benim tarafımdan açılan kapıdan içeriye giren ışık vasıtasıyla çok az ışığa kavuşmuş olmasından dolayı içeride sessizce duran bedeni fark etmemiştim. Ama bir anda kapı kapanıp içeride bir ışığın yanmasıyla her şey açığa çıktı. Eminim ki bu Victoria 'nın işi. Tatsızlık çıkarıp binmeyi düşünemeyeceğimi tahmin ettiği için bunu yapmıştı.
İkisinin bakışları bendeyken hiç oralı olmadan bakışlarımı dışarıda bulunan ormana çevirdim. Etrafımızda bizi takip eden on atlı muhafızların yanında olan gaz lambaları etrafı az da olsa aydınlığa kavuşmasını sağlıyor, bu sayede az da olsa dışarıda olan biteni seçebiliyordum.
Victoria ona kızmamı bekliyordu. Ahrar 'sa ona bakışlarımı dikip neden burada olduğunu sorgulamamı ama ikisini de yapmadım. Sadece akışına bıraktım. Zaten eminin ki Ahrar bu arabada olduğu için Victoria bu şeyleri yapmıştı. Yoksa rahatsız olacağımı bildiği için bizi aynı arabaya kendi isteğiyle bindirmezdi.
Yol boyunca kimse konuşmadı. Victoria 'da benim gibi dışarıyı izlemeye başlamıştı. Aynısını Ahrar için söylemek zor çünkü o sadece bana bakıyor ve bu durgun halimi anlamaya çalışıyordu. Olduğu taraf loş bir ortam olduğu için onu net bir şekilde görmemiştim. Ama tahmin ediyorum ki yine siyahlar içersindeydi. Asper Krallığı'nda gelene kadar sessizlik devam etmişti. At arabaları durduğu sırada kapım açılmış ve muhafızın yardımını almadan dışarı atmıştım kendimi çabucak. Derin nefesler alarak Süreyya hanımın olduğu alana doğru ilerlemiştim.
Yanlarına geldiğimde nasıl olduğumu sormuş iyi olduğum cevabı alınca yan yana içeriye ilerlemiştik. Victoria 'da tam o sırada yanımızda yerini almıştı. Biz üç bayan Turul beyin arkasından ilerlerken Ahrar ve Ahlas bey bizi arkadan takip etmişti.
İçeriye girdiğimiz anda büyük bir zerafetle içerisi süslenmiş ve konukları ağırlamak için kapının girişinde bulunan birkaç kişi bizi karşılamış sonrasında bize ayrılmış yerlere geçmiştik. İçeriye girene kadar sessizliğimi korumuş sonrasında davetliler arasında bakışlarım bizimkileri aramış ve onları birkaç masa geride durmuş sohbet ettiklerini görmüştüm. Bakışlarım birilerini daha aramıştı. Kiran Mera ve Tarsis Kralı....
Onları davet alanın çok gerisinde görmüştüm. Çok arkalarda duruyordular. Bakışlarımı onlardan çekip masadakilere çevirdim. Çoktan Süreyya hanım buradaki bulunan kişilerle sohbete girmiş hatta masadan ayrılmıştı. Ahlas bey ve Turul beyde masadan ayrılınca üçümüz ve kuledeki birkaç eğitmen kalmıştı.
Sadece etrafı izlerken hâlâ davete yeni gelenler oluyordu. Gece uzun olacak gibiydi. O sırada bir hareketlilik oldu ve Ahrar masadan ayrıldı. Nereye gittiğini biliyordum. Süreyya hanımın bulunduğu masaya. Lord Rauf ve Loya hanımın bulduğunu masaya. İlk geldiğimde bakışlarım Serra 'yı aramıştı. Onun bu davete kesinlikle katılıp kendini göstermeye çalışacağını düşünmüştüm ama yanılmıştım. O yoktu bu davette.
Davetin ortalarında Süreyya hanım ve Ahlas bey masaya geri dönmüştü. Keza Ahrar 'da. Onların yokluğu sırasında bizimkilerle konuşmuş ve Cüceler Krallığı' nda yaşamış olduğumuz olayların bir üzerinden geçmiş üzerine derin derin konuşmuştuk. Keza Esila 'nın çok öncesinden taşları alma girşimini öğrenmiştik.
Ve bu uzun bir zamandır Esila' nın bir planı olduğunu ve bunun üzerine yavaştan yavaştan harekete geçmiş olduğunu anlamıştık. Süreyya hanım ve Ahlas bey masaya doğru gelirken onlar anında masadan uzaklaşmış ve Süreyya hanımın dikkatini üzerine çekmişti.
Gitmeleri iyi olmuştu çünkü eminim ki Süreyya hanım gece yarsı dışarıda olma sebebini onlara onlara çaktırmamaya çalışarak soracaktı. Bunu bildiğimiz için en iyi uzaklaşmak gerekliydi ve bunu anında yerine getirmiştiler. Onların masaya dönmesiyle anında koca bir sessizlik ortaya yayılmıştı. Bunu biraz da olsa yok etmek üzere öylesine bir konu açmak istedim.
"Savaş kapıda ama görünen o ki kimsenin planlarına engel olmuyor." iğneleyici bir üslup kullanarak bunu zikrettim. Ve söylediklerime nasıl bir karşılık alacağım diye beklerken ummadığım kişiden cevap geldi. Ah şu ana kadar susmayı iyi başarmıştı. Neden devam etmedi ki?
" Bazen bir şeyleri ertelememek gerek. Ne zaman ne olacağı belli değilken bu bence önemsenmesi gereken bir şey." demesine karşılık alaycı bir gülümseme dudaklarıma yerleşti ve neyi amaçlamaya çalışıyor diye onu incelerken dudaklarım hafifçe kıpırdandı.
"Bazen bir şeyleri doğru zamanda yapmak daha uygun olur Renas hoca diğer türlü insan pişmanlık yaşayabilir." diye cümlelerimin altındaki gizli imayla onu gerçeğe çektim. "Çünkü sonrasında büyük bir pişmanlık kuyusuna ayağı takılıp düşebilir. Bunu istemeyiz değil mi? "dedim soğuk bir sesle. Her ne kadar cümlem soru niyetinde sorulsada bir cevap beklemiyordum.
Cümlelerimin onu geri plana attığını görünce bakışlarımı ondan çektim ve usulca etrafa çevirdim. Hay aksi istediği konuşmayı yapamadı diye kızmış olabilir mi? Buna içimden kahkahalarla güldüm.
"Seni küçük şeytan. Gözlerindeki ifade silindi." demesine karşı Victoria 'ya yandan bir bakış atıp omuz silktim.
"Söylediklerinden ne kadar da tezat şeyler yapıyor değil mi?" diye kınarcasına konuştum.
"Belki görmek istemiyor olabilirsin ama bakışlarında onu affetmeni isteyen bir bakış var. Yalvarıyor resmen. Hele ona Renas dedin ya o an sanki kalbine bir hançer yemiş gibi yüzü kasıldı ve nefes alamadı bir an. Onu artık kendin için yabancı olarak lanse etmen büyük acı verici olmalı. "dediğinde Victoria zihin bağından o an nefes alamadım.
Evet amacım buydu onu kendimden uzak tutmaya çalışmak. Görmüyor muyum sanki ben ama yapmam gereken şey bu ve gidebildiğim yere kadar gideceğim. Ahrar artık beni tamamen silip atmalı ve bu sevgiyi kendinden söküp yok etmeli.
"İnanma sen ona." dedim bundan dolayı bir arafa girmemesi için. "O yine oyun oynuyor." dediğimde bu dediğime inanmak için neler yapmamak istemedim. Bunun bu şekilde olması için neleri vermezdim. Çünkü daha kolay olurdu onu adına. Ben zaten geçmiştim kendimden. O kanamasın diye uğraşıyorum ki.
"Ben öyle düşünmüyorum Emira. Bakışlarını görüyorum ve sen güldüğün anda gözlerinde gördüğüm şey hayranlık olduğu kadar saf mutluluk. O sen gülünce bile dünyanın en büyük mutluluğunu yaşıyor. Sen gardını alıp kendini soyutladığın anda birden o da ifadesiz oluyor. Renas hoca büyük bir hata yaptığını farkında. Peki sen ne düşünüyorsun? "diye sorunca sorusuna yanıt veremedim.
Yavaşça ona yaklaştım ve öylece ona baktım. Gözlerinin en derinine ve böylelikle sözlerle değil bakışlarımla ne düşündüğümü anlamasını umdum. Keza anladı da.
Öylece sustuk ve bu konuyu kapattık bu sayede. Sonra Victoria dikkatimi dağıtmak için Varisleri masaya çağırdı. Kendi aramızda sessizce konuşurken Ahrar 'ın pür dikkat bize baktığını hissettim. Sadece izliyor bununla yetiniyordu. Göz ucuyla ona sık sık bakıyor ve bana bakmaya devam ediyor mu diye görmeye çalıştığım her an bakışlarımız buluşuyor o hiç bakışlarını çekme gereği duymadan bana bakarken ben kaçırıyordum bakışlarımı.
O sırada birden alkış tufanı koptuğu anda gelin ve damat içeriye girmişti. Birazda olsa düşüncelerimden soyutlanmak adına arkama dönüp gelin ve damadın olduğu alana doğru döndüm. Tam o sırada Victoria 'da benle aynı anda kapıya doğru dönmüştü.
Gelin ve damat içeriye girince herkes onları büyük bir mutlulukla, alkış tufanıyla karşılamıştı. Gelin ve damat arkamda bulunan kürsüye doğru ilerlerken o anda birden iki beden onların arkasından belirdi. İki beden dudaklarındaki gülümsemeyle gelin ve damadın arkasından ilerlerken hâlâ bakışları önünde duruyordu.
Bizi daha fark etmemişlerdi. Hızla arkamı döndüm ve o anda Victoria 'nın da eş zamanlı olarak benimle aynı anda arkasına döndüğünü benim gibi oda kendisini saklamaya çalıştığını anladım. Tam o sırada bize dönük bir şekilde duran Dennis hayırdır ne oldu bakışları atarken yok bir şey dercesine başımı sallayarak fısıltıyla konuşmaya başladım.
"Benim gördüğümü sende gördün mü?" dedim Victoria 'ya sesimi ulaştırmaya çalıştığım anda.
"Evet." dedi dehşete düşmüş bir ifadeyle. "Ve bazen bu tür şeyleri görmek hiç istemiyorum ama nendese görmemek istememe rağmen görüyorum." dedi elinde tuttuğu bardağına parmaklarını sımsıkı bastırırken.
"Ah umarım bizi fark etmemişlerdir." dedikten sonra bakışlarımı masada bulunan kişilere çevirdim. Neden mi çünkü hepsi bu aniden yaptığımız şeyi anlamaya çalışıyordular.
"Bahse varım ki bunlar yine görmek istemedikleri bir şey gördüler." bunu yarı keyifle yarı merak içinde zikreden Dehri 'ye sinirle bakmaya başladım. Ona sesini kesmesi gerektiğini belli ettikten sonra konuşan Victoria' ya dikkat kesildim.
"Hiç sanmıyorum biz ne zaman böyle olayların içerisinde kendimizi bulsak anında açığa çıkıyoruz." dedi ümitsizliğe çoktan kapılmışken.
Olabildiğince karşımda bulunan Ahlas beyle kendimi saklamaya çalışıyordum. Gelin ve damat şu an önümde kürsüde bulunuyordu. Belki de onlarda orada bulunuyor ihtimaliyle.
Kendi kendime görmesinler diye içimden bunun için dua ederken birden tam arkamdan ismimi duydum. Hay aksi duymaz olaydım. Şu an yok olabilir miydim?
"Emira." demişti arkamdaki beden ama ismimi zikrederken ismim Emmira diye çıkmış ve yeni bir telaffuz ortaya çıkmıştı onun sayesinde!
"Az önce dil katliamı yaşandı. Bunlar cücelerden daha beter dili kullanıyorlar." diyen Victoria 'ya anında cevap verdim.
"Evet onlar bile daha iyi telaffuza sahip." Bu cümlemi biraz yüksek sesle telaffuz etmiş olmalıyım ki birden meraklı bir ses duyunca dilimi ısırdım.
"Ne cücesi bu?" diye soran Süreyya hanıma bakışlarımı diktim ve sevimli bir şekilde gülümsemeye başladım.
"Ah cüce mi dedim?" diye bilmezden gelmeye çalıştım ama başaramadım maalesef ikna olmadı Süreyya hanım dediğim şeye.
"Evet evet cüce dediniz." diyen Ahlas beyi o an hiç sevimli bulamadım. Ne diye onaylıyordu ki!
"Bir film?" der o anda Victoria hemen atılarak. Anında bu yardımını minnetle karşıladım.
"Ah evet bu bir film ve bu ondan bir repliğini dile getirdim." dedim ama pek ikna olmuş değillerdi. Didiklesler bir yere varamayacağını anladıkları için üstelemeyi kestiler. Zaten o sırada yavaşça iki beden bize doğru ilerledi ve yanımızdaki yerlerini aldılar. Şu an buradan kaçıp gitmek istiyorum .
İkizler yanımızdaki yerini alınca biri Victoria 'nın hemen yanına geçti bir diğeri benim sol tarafıma. Bildiğin kaçmamamız için bizi abluka altına aldılar. Ama geçen sefer iyi kaçtık. Şu davetlere gittiğimiz her an tüm sorunu üzerimize çekmiş olmamamızdan ötürü kendime epeyce saydırmaya başlamış olabilirim.
İkizleri geçen yıl Moritanya Kule 'sine geldikten üç ay sonra bir davette görmüştük. Orada bizleri görünce yanımıza gelmiş ve konuşmak istemişlerdi. İlk an pek rahatsız olmadığımız için yanımızda kalmaları rahatsız etmemişti. Ama sonradan niyetleri biraz farklı yana kayınca anında Victoria 'yla topuklamanın gerektiğini anlamıştık.
İkizler tıpatıp birbirlerine benziyordu. İksini de beyaz saçlı ve yeşil gözlere sahipti. Yapılı uzun boylu, iri yarı bir bedene sahiptiler. Uzak bir krallıktan geldikleri için buranın dilini çok iyi konuşamıyordular ve ne şansa bak ki hine bir araya geldik.
"Ne yapacağız?" diyen Victoria 'ya verecek bir cevabım yok çünkü buradan kaçamak için bir kurtuluşumuz da maalesef yok. Paşa paşa gecenin sonuna kadar bunlara katlanmak zorundayız. Umarım kendilerini kuleye davet ettirmezler.
İkizler masada bulunanlara selam verip onlarla konuşurken ben ve Victoria sessizce masadakileri dinliyorduk. O anda yanımda duran ve bana yakın ikizlerden adı yanlış değilse Akern olan kişiye Ahrar 'ın çok pis baktığını ve soğuk bakışlarıyla onu öldürmek istercesine bakışını gördüm. Gecenin sonunda bir olay çıkmasa ne mutlu bana.
"Sülük gibi yapıştı bunlar Emira!" diye sızlanan Victoria' ya anında Dennis yardım etti ve birden Victoria 'nın yanındaki boşluğa yerleşti. O un hemen ardından Enfal yanıma geldi ve sanki bana bir şey göstermek istiyormuş gibi Akern' den biraz yana kaymasını istedi.
Enfal kulağıma doğru yavaşça eğilip konuştu.
"Yine ne yaptınız?" diye hesaba alınca ona dönemden cevap verdim.
"Ya biz bir şey yapmadık bu sefer bir davette tanıştık ne bilelim bu kadar kapılacaklarını. Arkadaş niyetine konuştuk. Niyetleri farklı çıktı." dememle Enfal gözlerini devirdi.
"Ne bekliyordun Emira? Gel arkadaş olalım mı diyeceklerdi! Ah kızım siz akıllanmazsınız." diye kız kardeşini azarlayan bir ağabey edasıyla konuşmuş ve bana alan tanıyarak onu benden uzak tutmak için uğraş vermişti. Keza Dennis 'ye böyle yapmıştı.
Diğerleri ise ikizlerle konuşmaya çalışmış ve onların dikkatini çekip masadan uzaklaştırmışlardı. Onlar gidince Dennis ve Enfal yerlerine geçmişti. Utangaç bakışlarımı bana bakan Süreyya hanım ve diğerlerine çevirince beni yine aynı bakışlarla izlediklerini gördüm. Yaramazlık yapan çocuğun ebeveynleri nasıl bakıyorsa onlarda bana öyle bakıyor ve bu kaçıncı sorun dercesine soru soruyorlardı bakışlarıyla.
O anda ben ve Victoria aynı anda konuştuk.
"Bu sefer bizim suçumuz yok." demişti Victoria.
"Biz kendi kendimize takılırken istemeyerek tanıştık."demiş ve suçsuzum dercesine baktım.
" Farkında mısın bilmiyorum ama siz bela çekmekte uzmanlaştınız. Her yerde bir sorun ortaya çıkıyor sizden kaynaklı. "bunu diyen Turul beye çaresizlik içinde baktım. Bir şey diyemedim o an. Neyse ki bizimkiler kurtardı bizi.
Neyse ki sonrasında masaya Kiran ve Mera gelmiştide bizi bu çaresizlikten çekip almışlardı. Kral Hermes gelmemiş bulunduğu masada biriyle konuşuyordu. Kiran ve Mera gelince kısa bir sohbet etmiştik. Sonrasında gelin ve damat evlendikten sonra dans etme anı gelince hemen olduğumuz yerden Kiran ve Mera dansa kalkmıştı.
Victoria daha fazla uyarı dolu bakışları görmemek için kurtuluş olarak dans etmeyi bulmuş ve Dennis 'le dans etmeye gitmişlerdi. Bense biraz nefes almak adına masadan uzaklaşıp ilerde olan kapısı açık olan terasa ilerlemiş ve orada dışarıyı izlemeye başlamıştım.
Terasa çıktığım anda hâlâ içerideki müzik tüm varlığıyla kulaklarıma ulaşıyordu. Terasın kapısını kapatmıştım ama ses o kadar yüksekti ki dışarıya haddinden fazla yansıtılıyordu. Dışarıya kısaca bir göz attığım anda dışarıda bahçede bulunan birden fazla at arabası ve o at arabasının yanında duran muhafızlara kısaca baktım.
Hepsi kendi aralarında konuşuyor, çalışanların onlara ikram ettiği içecek ve yiyecekleri yiyordular. Buradan bakıldığında keyifleri gayette yerinde duruyordu. Sanki tasasız, hiçbir sorun yokmuş gibiydi her şey. İçerideki düğün ve bunun insanlara verdiği keyif. Her şey hiç olamamış gibi bugünü tasasız bir şekilde yaşıyordular.
Eğlenip bu mutlu güne tanık oluyordular. Kollarım terasın yüksek tırabzanları üzerine yaslandı ve soğuk metal tenime yavaşça bir zehir yavaşlığında yayılmaya başladı. Gözlerimi karanlığın en zifiri alanına çevirdim. Her şeyden kendimi soyutlandığım anda ne ardımdan içeride çalan müzik sesi ulaştı ne de bu soğuk havanın verdiği üşüme hissini algılayabildim.
Zihnim bir savaş anında birden patlayan bombanın verdiği o kuru sessizliği yaşadığı an sadece bunun bitmesini bekledim. Bazı anlarda boğuk konuşma sesleri geliyordu bazense kahkahalar. Kime ait olduğu ve gerçekten duyup duymadığımı anlamaya çalışmadım. Ta ki bu boğuk sessizlik bir anda kaybolmaya başladığı anda bende gerçeğe geri dönüş yaptım.
'Soğuğun bir teni buz haline getirdiği ve onu sonsuz bir zamana hapsettiği, bu zamanın almaktan ziyade geriye sardığı bir anının içerisinde bulunan o ölü bedenim.'
Küçük kayıp notalar bazen zihnimde yankı yapıyordu. Bilmediğim bir ezgi zihnimde sonsuz bir döngüde çalıp beni büyülüyordu. Gözlerim o an kapanıp ezginin o eşsiz notlarında olmayan bir hayali anının peşinden koşup duruyordu. Gelmesinden delice korktuğum o anılar beni öyle bir kuvvetle içerisine çekip, etkisi altında tutuyordu ki bu sanki günaha davet bir teklifti.
Hayır demek çok zor evet dememek ise büyük pişmanlıktı. Sanki göremediğim bir el beni yavaşça kendine çekip orada onunla beraber olmamı istiyor, sonsuz yalnızlığında ona eşlik etmemi istiyordu benden. Acılarımı kabulleniyor ama mutlu anılarımı tehlike olarak algılıyor onları bırakmadan beni istediği alana çekemiyor, onu bırakmadığım her an türlü türlü işkenceden geçiyordu zihnim.
Zihnimde bir katliamı eğlenircesine izliyor ve orada kendime verdiğim zararları bir düşmanın, en keyif aldığı hazzı izlercesine seyircisi haline geliyordu.
Sahi kimdi bunu bana hissettiren?
Ölme arzusu mu?
Kan akıtmak için deli olan kötü yanım mı?
Yoksa acının artık büsbütün ben haline gelmiş yeni halim mi?
Kimdi? Bilmek istiyorum. Çünkü bunu kolayca anlamayacağımı biliyorum. Aslında çoğu şey kolayca anlaşılmaz sonradan yavaşça sen farkında olursunuz sana kendini belli etmek istediği anda.
Çok tehlikeli bir düşmanım varmış gibi ve bu bilmediğim topraklarda onu o istemedikçe bulamayacağım hissiyle dolup taşıyordum. Gittiğim her yön aslında onun isteğiyle gerçekleşiyor, vazgeçtiğim her şey onun dileğiyle oluyor gibiydi. Sanki kukla misali yaşıyordum bu hayatı. Ve sahibim beni bir köşeye atıncaya kadar ne yaşayacaksam yaşamam gerekti.
Bir masalda değildim. Bu bir mutluluğu sonsuz ana kadar yaşayacağım bir yaşamda değildi. Burası tamamıyla büyük savaş alanlarına sahiplik yapan, orada binlerce insanın bir sebep üzerine ölmesi sonucunda ortaya çıkan bir ölüm savaşıydı. İki taraftan biri ölmedikçe kimse bu savaşın sonunu görmeyecek gibiydi. Ama her iki tarafta her şeyi göze almış yok etmek pahasına sonsuz yok oluşu sahiplenmişti.
Zihnimde bana karşı bir şey yavaşça var oluyor ve beni içten içe tüketmeye başlıyordu. Neydi bana karşı olan hıncı? Neden kendi kendime zarar verecek şeyleri kabullenip ona alışıyordum?
Sahte gülüşler içerisinde kendimi yalanlara inandırıyor, her şeyin son bulacağını, bugünde sona erip yeniden başlayacağım bir yalana kendimi inandırıyordum. Ve yavaşça her şey bir yalanda kurulu bir yaşama evriliyor. Doğrular usulca benden uzaklaşıyor. Hayatımda tek var olan acı dolu anlarım ve yalandan ibaret olan hayallerimin sahte, karanlık ve korkutucu gölgesi oluyor.
Kaznamak istedim; bir sevgi ya da bir kalbi.
Kaznamak istedim ;bana karşı başlatılmış savaşı.
Kaznamak istedim ;benimde mutlu olacağım bir dünyayı.
Bazen acının sana gelmesi gerekmez sen o acıyı kendine çekersin.
Ben bunu yaptım. Çoğu acıları ben var ettim hayatımda. Çünkü acı dışında hiçbir şeyi hak etmediğimi düşünmüştüm.
Çoğu şeyi sadece düşlemekle yetindim; mutlu olacağım günleri, ölüme nasıl ulaşacağımı, acılarımı yok edeceğimi....
Peki gerçekleşir miydi bunlar bir gün? Bir gün bende normal insan gibi acıyı değilde mutluluğu delicesine hayatıma alır mıydım?
Çoğu kişi bilir belki de acının tende bıraktığı izi ama çoğu kişi bilmez acının ruhta bıraktığı izi.
Ben bildim ama bilmekle yetinmeyip ona alıştım. Ben hayatımda olan her şeye alışkanlık gibi kötü bir hissi sahiplendim. Bu en büyük aptallıktı belki de.
Şimdi tel başıma burada öylesine duruyordum. Yalnızdım çoğu kez hayatımda olduğum anlar gibi. Çoğu kez tek başıma düşünceler boşluğuna itildiğim gibi. Düşmekten hiç korkmadım. Yara almaktan hiç korkmadım ama korktuğum bir şey vardı. O unutulmaktı. Birileri tarafından sonsuza kadar unutulma düşüncesi. Çünkü zaten hayatımın büyük bir dönemi yalnız olarak geçti. Şimdi bari zihinlerde var olmayı başarmış olayım.
Uzun bir süre tek başıma burada böyle durdum. Ta ki teras kapısı açılana kadar. Dönüp gelen kim diye bakmadım. Aslında merak etmedim belki de. Ama adım sesleri olduğum alana doğru ilerlediği anda gelenin benimle bir konuşma girişiminde olacağını anladım.
Rüzgar usulca yüzüme eserken gözlerimi yavaşça kapadım. Gelenin kim olduğunu görmeden de anlamıştım. Yanımdaki yerini aldıktan sonra kısa bir süre sessizce yanımda dikilmiş öylece durduğunu fark edince ilk konuşma anı benim tarafımdan başlatılması gerektiğini anladım. Ona istediğini vermekten kaçınmadım. Ve zihnimde ilk düşen o katliam usulca gerçekleşti. Zihnim anılar girdabından hızla geçmeye ve söylenmesi gereken en önemli şeyi söylemeye hazırlandı. Belki de bu konuşma ikimiz için dönüm noktası olurdu kim bilir?
"Larut 'u gördüm." dedim yavan bir sesle. Sesim basit bir şeyden bahseder gibi çıkmıştı. O an kapalı olan gözlerimi açmadım ve sakince vereceği cevabı bekledim. Ve o an saniyeler sonrasında onun sesini duydum.
"Onu görünce ne hissettin?" diye meraklı bir sesle soru sormuştu Tarsis Kralı. Onun sorusunu zihnimde devrilen geçmişin kocaman kayalıkları arasında bulunan anıların hissiz varlığını çekip çıkararak cevapladım.
"Hiçbir şey..." dedim çünkü o an tek bir his baş göstermişti. Tanıdık bir his. Uzun zamandır bende bulunan bir his onda da bulunuyordu. Sonra devamı geldi cümlemin. "... çünkü o çoktan ölümün onu almasını bekliyor ve bunun için ona karşı bir kızgınlık yoktu aslında içimde. Hem ona bakınca tanıdık birini gördüm." Bu tanıdık çok yakınımda bulunuyordu. Benle birdi ama beden ayrıydı da. Ya da ben öyle sanmıştım. Bir bütün de olabilirdi.
" Kimi hatırlattı sana? "diye tekrar merakla sorduğu anda gözlerimi açtım ve ona doğru yavaşça döndüm. Gecenin karanlığında onun yandan profiline bakıyordum. O hâlâ bana bakmıyor, keskin ifadeleri dışarıyı arşınlıyor, sanki orada bir şey varmış gibi oraya bakmaktan kendini alamıyordu.
Sorusuna cevap vermedim. O vermek istediğimi başka bir şeye yordu ama ben ona diyemedim ki bana beni hatırlattı ona baktığımda kendimi hatırladım . Çünkü bende onun gibi bir hisle doluyum. Ölümün bir an önce beni bulmasını istiyorum. Hayatta çoğu şeyi yaşadığımı biliyorum. Daha fazla bir şey yaşamak hisstemek istemiyorum. Yeterince yeryüzünde çoğu hissi yaşadım ve tattım. Şimdi ise gökyüzünü izliyor ve oraya gitmek istiyorum. Belki de orada benim için bir mutluluk vardır olamaz mı?
Tarsis kralı usulca bana döndüğü an ona tebessümle baktım.
"Uzun zaman oldu bir araya gelip konuşmadığımız anlar." Bu cümlem anında onun bakışlarındaki o sert ifadeyi silip attı.
"Meşgul olmalısın." dedi tek nefeste. "Öyle ki Kiran ve Mera 'yı uzun zamandır ziyarete gelmiyorsun. Bu ikisini üzsede onlarda farkında omuzlarında olan yükten. Her şeyden haberdarlar." dediğinde ona değiller demek istedim. Bilmiyorlardı Dani ve Esila' nın ne yaptığını. Bilmiyordular Varisler, Dennis ve Victoria 'yla neye başvurduğumuzu. Bilmiyordular ne pahasına olursa olsun Esila ve Dani' yi yok etmek istediğimi.
" Yakında her şey hallolacak." bunu bir yemin içercesine söylemiştim. Çünkü bunun olması için çabalayıp duruyordum. Her uğraşım bunun içindi. Her günüm buna yaklaşmak üzerine sonlanıyordu.
"Peki sen nasılsın?" dediğinde Tarsis Kralı o an gözlerimde geçip giden ifadeyi yakından görmüş ve anlamıştı. Sahi neydi o ifadeler?
Mesela içerisinde yaşam arzusu var mıydı?
Mesela içerisinde acısız bir yaşam simgesi var mıydı?
Veya çok mu açığa çıkmıştı yaşamdan uzun süre önce koptuğum? Anlamış ve bunu görmezden mi gelmişti? Sahi Tarsis Kralı ben kendimi anlatamadan beni anlayabilecek kişilerden miydi? Belki de...
"Ben bilmiyorum." dedim onu yine yanıtsız bırakmamak adına. Bu konuda ona kaba davranmak istemiyorum.
"Peki kendine hiç sordun bu sorunun yanıtını?" demesine şaşırdım ve gözlerim titreşti. Bendeki bu şaşırma bunu hiç kendime sormadığımı anlamasını sağladı.
Sessizliğim onun için hayırdı. Ve o bunu anlamıştı.
"Belki de yaşamlara dokunup bir şeyleri değiştirmek elimizde olabilir ama söz konusu bu kendi yaşamlarımız olduğu anda tecrübesiz kişiler haline geliyoruz." demesiyle çok doğru bir noktaya değinmişti.
Tüm yaşamalar için bir yaşamı feda edecek kadar gözüm karaydı. Ama söz konusu kendi yaşamım oldu mu anında geriye kaçıyor adımlarım ve ürkek bir çocuk gibi oluyorum. Savunmasız ve muhtaç. Kime ve neye olduğu belli olmayan bir muhtaçlık.
"Korku her daim vardı hayatımızda ama çevremizdekilere karşı olan bir korkuydu bu. Kendimize karşı değil." demiş ve arkamı dönüp sırtımı terasın tırabzanlarına yaslamış ve terasın camdan oluşan kapısından içeriye bakmıştım.
Herkes hâlâ eğlenmeye devam ediyordu. Çok tasasız ve yarının ne getireceğini umursamadan. Mutlulardı. Keza bu şu an için herkesin olduğu durumdu. İçimde acımı bile yansıtmaktan korkan bir korku vardı ama nefretim ve cesaretim her daim gözler önünde duruyordu. Çünkü iki şeyden asla korkmadım. Çünkü bu delicesine istedim. Ölmekten ve canımı yakan kişiden intikam almaktan.
İçeride Victoria, Dennis, Kiran, Mera ve Varisler dans ediyordu. Varisler tanımadığım kadınlarla dans edip, gecenin keyfini çıkarıyor, uzun zamandır benim yüzümden uzak kaldıkları eski yaşamalarını şu an yaşıyordu.
Tarsis Kralı benim gibi yönünü onlara dönüp sevimsiz bir ifadeyle konuştu.
"Bu kadar eğlence düşkünü olmaları tuhaf." demesi üzerine sadece başımı geriye atıp bakışlarımı yukarıda ışıl ışıl parlayan yıldıza çevirip, içinden geçen ve uzun zamandır dinlendirmek istediğim cümleyi kurdum. Tarsis Kralı 'na bundan bahsedince sanki rahatlayıp, huzura ulaşıyordum. Onun dostluğu, acelesizce beni dinlemesi, varlığı iyi hissettirmişti her daim. Huysuz, sinirli ve kızgın biri olabilirdi ama özünde çok merhamet sahibi biriydi.
" Nasıl öleceğini hiç tahmin etmemiştim." dedim dudaklarımı büzüp kararsız çıkan sesimle. Çünkü bunun üzerine uzun uzadıya düşünmüştüm . Ve sonunda bunu burada anlamıştım. "Ama şu an biliyorum." dedim bunu bilmeni verdiği rahatlıkla. "Ve bunu umursamıyorum." dedim.
Evet doğru duydunuz artık umursamıyorum. Çünkü çoktan her şeyin farkına vardım. Okyanusun dibine bir daha çıkmamak üzere çakılışımı ve kurtuluşumun asla olmadığını. Ben buraya kazanmaya değil kaybetmeye gelmiştim. Onlara karşı değil kendime karşı. Ben buraya her şeyi tamamen değiştirmeye gelmiştim. Yeniden şeklindirmeye değil. Kökten çözüm bendim. Benle beraber her şey tamamen eskiden uzaklaşacak ve huzura erecekti.
Dediklerimden hemen sonra ona doğru çevridim başımı ve bakışlarında olan o kafa karışıklığını gördüm. Sözlerim Tarsis Kralı 'nın sarsılmasına sebep olmuştu . Gözlerindeki ifade dediklerimin nereye çıktığını anlamaya, bunu zihninde bir şekilde şekillendirmeye çalışıyordu.
Donuk yüz ifadesi bir anda değişti ve bir dehşet içerisine düşmüş gibi bana doğru bedenini döndürüp bir adım bana doğru yaklaştı. Gözlerimin tam içerisine bakıp dudaklarını araladı. O anda gökyüzünde koca bir kıyamet koptu ve yıldırımlar üst üste çarpmaya başladı. Yağmurun habercisiydi bu sesler.
"Sen bu sözlerinle bütün her şeyi göze aldığını söyledin az önce değil mi?" dedi teyit etmem için bana zaman tanırken.
Ses tonu bunun olmadığını kendi kuruntusu oluşunu yansıtırken ondan saklamıdım. Zaten bile isteye ona bunu açıkladım. Belki de de birine anlatma ihtiyacından dolayı ya da bilmiyorum anlatmak istedim. Beni sonradan anlamaları için bir iz bırakmak için kim bilir?
Yavaşça bedenim sola doğru döndü ve soğuk, duygudan arınmış, bir robot misali konuşmaya başladım.
" Evet dersem ne olur?" dedim vereceği tepkiyi sakince beklerken. Bu cümlem sonlandığı anda Tarsis Kralı sanki yanlış anlamış gibi başını iki yana salladı kabullenmeyerek. Gerçekti. Dediklerimin hepsi gerçekti. Ben her şeyi göze aldım. Bunun dönüşü yok olmazdı da. Çünkü bu sıradan bir hesaplaşma değildi. Kıyasıya, ucunda birinin hayatta kalacağı bir mücadeleydi olacak olan.
" Bu delilik "dedi dehşet içerisindeyken, nefes alışları düzensiz bir hal almış, elleri yumruk haline gelmişti. Kendini zor tutuyordu bu dediklerimden ötürü bağırıp çağırmamak için.
" Herkeste biraz delilik yok mudur ki? " diye usulca sordum. Sesim yavan, meraklı çıkmıştı. Oysa o çıldırmak üzereydi. Neden bu kadar kızdı ki? Sahi bunu Ahrar 'a söylesem o nasıl tepki verirdi? Umursar mıydı? Dediklerim onun için bir anlam ifade eder miydi? Bunu belki hiç anlayamayacağım. Çünkü o gün gelmeyecek. Düşünceler beni Tarsis Kralı' nın konuşmasıyla terk etti.
" Sen aklını mı kaçırdın Emira?" dedi artık sinirini zapt edemeyerek.
Hiddetle inip kalkan göğsü, düzensiz alıp verdiği nefesler arasından bir anda olduğu yerden ayrıldı ve bir anda oradan oraya gitmeye başladı. Sanırım sakin kalmak için kendine zaman tandı. Bu kadar kızacağını tahmin etmedim. Çok yükselmeden beni bu işten vazgeçirmeye çalışır diye düşünmüştüm. Ama beklediğim gibi olmadı. Zaten ne beklediğim gibi oldu ki!
Bakışlarım saniyelik içeri kaydığı anda bizimkilerin olduğumuz tarafa baktığını gördüm. Ah dikkatleri çekmiştik bile çoktan. Onlara baktığımı fark ettikleri anda Varisler ve Dennis tam gelmek için adım atacakken onlara mani oldum ve zihin bağını kullanıp beklemeleri için işaret verdim.
Bir anda Tarsis Kralı terası sinirle turlamayı yarıda kesip olduğum tarafa baktı.
"Her şeyi tek başına yapmak gibi lanet bir özelliğin var ve bu doğru değil!" demiş ve devam etmişti. " Bizden neden yardım istemiyorsun! Herkes ama herkes zaten bu iş için günlerdir çabalıyor. Sende yardım erden ve hep beraber hareket etsek zaten onları yok edeceğiz. "demesine karşılık sakin bir ifadeyle ona bakmış ve konuşmuştum.
" Neden isteyeyim ki? En baştan beri bu işte tektim. Ve öylede olacağım. "dediğimde bir anda kendini kaybetti ve üzerime doğru gelmeye başladı. Hiç yerimden kıpırdamadan onu izledim ve bir anda kolumu sertçe tuttu . Parmaklarını sımsıkı koluma kenetlemişken beni gerçeklere uyandırmak istercesine konuşmaya başladı.
" Aklını kaçırmışsı! Buna izin vermem. Bu işte tek başına değilsin. Hiçbir zaman olmadın da. "dediğinde Tarsis Kralı anında alay dolu bir kahkaha dudaklarımdan kaçtı.
Hadi ya ben neden öyle hissetmiyorum? Bu palavraydı tamamen. Ama ondan dolayı değil. Hiçbir zaman birlikte hareket etmedik benden bir şeyler saklandı ve bende onları ya açığa çıkardım ya da onlar bana ulaştı. Bakışlarımı arkasına çevirmedim ama o anda içerideki herkesin artık tamamıyla bizi izlediğini hissediyordum. Bu rahatsızlık verse de yapacak bir şey yoktu.
Bakışlarım bir an acıttığı koluma çevrildi ama umursamadan ona çevirdim sonra bakışlarımı. Acıya alışkınım hem zaten şu an bilinçli olarak canımı yakmadığını biliyorum.
" Ben en başından beri bu işe kalkışırken sadece kendimin ve Esila 'nın olduğu bir son kurdum. Ve bu sonda ne size ne de bir başkasına yer yok. Yani bunun için nefesinizi tüketmeye gerek yok ." dedim sakince. Cümlem bir ok gibi ona saplandı ve onu geriye doğru çekilmesini sağladı. O sırada parmakları kolumdan uzaklaştı.
"Buna izin vermiyorum." diyince Tarsis Kralı artık kendimi zapt etmedim. Bunu ona demenin sebebi zaten izin istemek değildi. Sadece birinin bu işin nasıl bitecek olduğunu bilmesini istedim ve o kişide en makul olan Tarsis Kralı 'ydı. Yakınlık derecesi olarak bana en uzak ama bir bakıma en yakın olandı. O değerli bir dostu benim için.
"Sizden izin istemedim ki! Siz kimsiniz ki? En başından beri sizde diğer herkes gibi her şeyi sakladınız." dedim donuk çıkan bir sesle. Gözlerimdeki bir anda beliren o yakıcı ateşin öfkesi onu şaşkına çevirmişti. Öfkem ona yönelik değildi. Aslında burdakilerden hiçbirine yönelik değildi. Ben sadece Dani ve Esila 'ya öfkeliydim. Bu öfke o ikisi yok olmadan bitecek gibi de değildi.
"Bunu nasıl bu kadar kolay bir şeymiş gibi söylersin? Emira sen ölüme gidiyorsun. Hemde bile bile. Bunun farkında mısın?" dediği sırada ona zaten başından beri bunun için vardım demek istedim ama onun yerine başka bir şey demekle yetindim.
"Evet." demiştim kararlılık içerisinde. Ama o sanki dediğim şeyden emin değilmişim gibi bir bakış atmıştı bana.
"Bence değilsin." dedi bir kaç saniye bakışları boşluğa düştü. Bir şey düşünüyordu. Kısa süren düşüncesi sona erdiği anda devam etti. "Sana yardım edeceğim. Bu işte tek başına hareket etmeyeceksin." dediğinde yardım etmek istediğini görebiliyorum ama buna izin vermek istemediğim için yalandan ona yükseldim. Bunu yapmasam onu geride bırakmak zor olurdu. Onun bir ailesi vardı. Kiran, ona çok bağlıyken zarar görmesini istemiyorum.
"Siz hangi yardımdan bahsediyorsunuz? En başından beri yaptığınız şeyi yapın. Susun ve her şeye göz yumun. Kimsenin yardımına ihtiyacım yok. Zaten benden önce ne olmuşsa pek olmamış gibi. Bu işi bitirmek bana kaldı." dediğimde onu kırdığımı gördüm. Çünkü o bunun için çabalamış sonucunda sevdiğini kaybetmişti. Bunu söyledim çünkü bir kayıp daha yaşamasın istedim Kiran. Her şey kimse zarar görmesin diyeydi ama bunu kimse şimdilik bilmese daha iyiydi.
Sonrasında bu dediklerim için vicdan azabı çekmemek için terası terk ettim. Davet alanına geçtiğim gibi gözlerim kimseye çarpmadan çıkış kapısına doğru ilerledim. Biraz yalnız kalmak istiyorum. Bizimkiler bir şey diyeceği anda zihin bağından onlara bir süre uzaklaşıp kafamı toplamak istediğimi dile getirdim.
⫘⫘⫘ ⭑⃝ ⫘⫘⫘
|
0% |