60. Bölüm

60-Uyuşuk Zihinler ve Ruhlar

Özlem Durmuş
kumsallardagezen12

 

『Yaşanmışlıkların bize verdiklerinin yanında bizden almış oldukları şeyler daha fazla ve daha çok acısız. 』

 

Zihnimdeki soluk karabulutların gölgelerinde anılarım boğulup kayboluyordu. Karabulutların o zifiri gölgesinde tüm yaşamlarımın en büyük yaraları iyileşmemek üzere tenime saplanıp kalmıştı. Karanlıkta kendi ışığımı ortaya çıkarmaya çalışıyordum. Zamanla boğulup, yok oluyor. Silinerek hiç var olmamış gibi tüm zihinlerden yavaşça çekiliyorum . Yollarım puslu, gözlerim yaşlı bir halde unutmak için ilerliyordum.

 

Güneşin o yakıcı sıcaklığında tamamen sicim sicim boşluğa kazanıyor, zamansız bir mekanda yeniden başlıyordu yaşamım.

 

Bana ait olduğunu düşündüğüm her şey aslında hiç olamamış ki benim. Ben bu yanlış düşüneceye kapılıp kendimi aldatmışım. Kendimi yıllardır kandırmış, yaşamımı sahte anılarla doldurup onu sunmuşum kendime ve çevremde bulunan herkese.

 

Ben hissiz bir evrende kendimi yaşıyor sanmış, kendimi hayata tekrar kandırmışım. Ama bu evrende kimse yok. Bu evrende olan her şey sahte ve yanıltıcı. Ve yaşamlar benim hayali düşüncelerimle var oldu.

 

Bu hayali varlıklar nereden geldi ve nereye gideceği belli değil. Nereden geldiklerini ve nereye gideceklerini bilmiyor. Çünkü onlar yanılgılarla dolu bir evrene yerleştirilmiş piyonlardan ibaretler. Ben yeni bir evren kurup orada yaşam sunmuşum kendime. Asıl acı taraf bu bence. Çünkü kendimi büyük aldatmış bunlara bas baya inanıp, ona göre hareket etmişim.

 

Her şey yalandı. Her şey sahteydi. Hey şey aslında hiç yaşanmamış sadece ben öyle sanıp inanmıştım.

 

Derler ki zihin en büyük yansımadır.

 

Önemli olan senin hangi yansımaya kendini sunup orada yaşamını devam ettirdiğindir.

 

Derler ki en büyük savaş kendinle verdiğin savaştır.

 

Ama bu savaş zihnine karşı açılmış bir savaştır aslında.

 

Her şey aslında hiç olamamış gibiydi. Ben onu var etmiş ona inanıp durmuştum.

 

 

 

Acılarımı çığlıklarıma dönüştürdüm ama geri dönüşü olmadı. Ve artık bunu yapmanın veya yapmamanın neye kime yarayıp yaramayacağını düşündüm. Edindiğim sonuç beni büyük bir hayal kırıklığına uğrattırdı.

 

Düşünmenin o sinsi acı yollarını değil aşmak ben o yollarda hayatımı sonlandırdım. Kendimi yok etmek pahasına bu yolu yarıladım. Ama aldığım her yeni yenilgi beni müthiş bir acıyı göğüslemekle yetindirdi.

 

Uyanmış ve Ahrar 'ın yanından sessizce ayrılıp kuleyi terk etmiştim. Neden diye soracak olursanız ya birini görmemek istediğim için ya da dünkü olayların getirebileceği sorunlardan kaçmak için. Bir sığınağa ihtiyacım vardı ve bende buradan uzaklaşıp kendime sığınak arama düşüncesi içerisine girdim.

 

Bulduğum sığınak ne dersiniz koca bir uçurum.

 

Evet şu an korkutucu duran sislerle çevrili bir uçurumun dibinde bulunuyordum. Rüzgar kuvvetle esip duruyordu. Uçurumun kenarına oturmuş bir halde ayaklarımı uçurumun boşluğundan aşağı sarkıtıp durmuştum. Siz her yeri ele geçirmiş bir halde bulunduğu için uçurumun dibinde bulunan kısmı görmüyordum. Aslında sis. O kadar kuvvetliydi ki bu uçurumun asıl halini görmemi engelliyordu.

 

Burası tüm kırallıktan uzakta bulunan en büyük mezarlığın ta kendisiydi.

 

Burası Ruhlar Mezarlığıydı .

 

Buradaki herkes intihar sonucunda lanetlenmiş bir bedenle buradaki tüm uçurumun aşağısına zincirlerle asılı halde bulunuyordu.

 

Uçurumun dibine kadar inen büyük geniş halkalı zincirler yerlere kadar iniyordu. Şu an sisten dolayı görmesem de havada asılı olarak duran iskeletlerin varlığından haberdardım. Neden buradaki ölüler lanetlenmiş dedim biliyor musun? Çünkü gece insan bedeninde gündüz iskelet halinde bulundukları için. Şu an manzara çok ürkütürdü belki de sisler olmasaydı ama bunu bile umursamayacak kadar her şeyi boş vermiştim.

 

Sisler yavaşça çekilerek havada zincirlerle asılı olan bedenleri açığa çıkardığı an uçurumun dibine usulca göz attım. Bazı iskeletlerden kopan parçalardan uçurumun dibi kopuk uzuvlardan ibaretti. Görüntü hiç iç açıcı değildi. Ama rahatsız olduğum da söylenemez. Aslında burada bulunarak çoğu şeyi ne kadar boş verdiğimi bende artık bir etkisi olmadığının farkına vardım.

 

Nerdeyse buraya geleli dört saat olmuştu. Onca saat olduğum yerden ayrılmadan derin düşünce çıkarlarını aşıp durmuştum. Büyülü bir evrende oluşum hiçte buradaki o büyülü görüntünün güzelliklerini değil daha çok lanetli tarafını bana sunup durmuştu bu zamana kadar.

 

"Hayırdır benim yokluğumda ölülere mi sardın? Bende bir tek hayatındaki Ölü Ruh 'un ben olduğumu sanırdım ama öyle değilmiş." birden koca sessizliğin ortasında Ölü Ruh' unı bariton sesini duyunca tüm algılarım yavaşça ortaya çıktı ve dalgınlığımdan kurtulup hızla onun dediklerine karşılık verirken buldum kendimi.

 

" Her yerden futursuzca çıkmanı aşacağımı düşünmüyorum. "dedim yarı sitem içeren sesimle. Yalnız kalma sürem çok azdı. Zihnimde haylaz mir çocuk misali ortaya çıkıp duruyor sonrasında kaçışıp bir müddet ortalıktan kayboluyordu.

 

" Bunu umursamadığımı bilmeni isterim. Alış diyorum ama sen beni unutup duruyorsun Prenses? Hiç yakıştıramadım sana bu tavrını haberin olsun!" demiş ve her zaman yaptığı gibi eğlenceye vurarak beni biraz olsun zihin pençelerimden kurtarmaya çalışmıştı.

 

" Alışmak? Benim bu hayatta alıştığım kişler ilk hayatımdan çıkanlar oldu. Ve bana şimdi bana alış mu diyorsun? Hayır bunu benden isteme. Çünkü en büyük çöküşüm bu sebeple oldu. Alıştığım iki kişi hayatımdan çıkıp gitti. Biri bir ölümle biri bir ihanetle. Şimdi sen söyle bu benim için ne denli büyük bir korku biliyor musun? Tekrar bir kişiyi daha kaybetmek istemiyorum. Ve bunun için de olabildiğince herkesin yokluğunu şimdiden kendime azar azar hissettirip duruyorum. Neden diyecek olursan yaşayacak olsam bile bu beni bekleyen kaybın acısına kendimi hazırlamak için. "demiş ve uzun uzadıya bir süre boşluğa bakıp durmuş, aldığım nefesin göğsüme verdiği acıyı daha yakından hisstemiştim." Belki de bu olmadan ben yok olurum yaşamdan. "diye sessizce mırıldandım. Ama sesimi duyduğunu biliyorum Ölü Ruh 'un. Hatta bunu daha çok istemem belki birini kaybetmektense kendimin yok olması daha az acı vereceği düşüncesi olabilir.

 

"Yanılıyorsun Emira. Acıya alışıyor insan yavaşça. Yelkovanın akrebe ulaşma yavaşlığı içerisinde sende bazı kişilerin yokluğuna alışıyorsun. Acı veriyor. Yaşam katlanılmaz oluyor. Ölmeyi arzuluyor insan ama sonunda onun yokluğunu onun varlığı sırasında edindiğin anılarla onarmaya çalışıyor,bu sayede az da olsa yaşamın sunduğu acı kendi etkisini yitirmeye başlıyor. "dediği anda belki bir insan olsa sesindeki acıyı hüznü hissedebilirdim. Ama Ölü Ruh 'un o hissiz duygu barındırmayan sesinde neyi sakladığı belli olmuyordu.

 

" Bunu denesem daha çok acıyla dolup taşıyor nefes alamıyorum ki! Kardeşimi her hatırladığım an kendimden nefret ediyorum. Onun yokluğunu hissetmek bana ızdırap veriyor!" dedim sona doğru yükselen sesimle. "Ben Ahrar 'la yaşadığım her şeyi hatırladığım her an onun sahte sevgisine olan muhtaçlığım altında ezilip duruyor, ihanetini unutmayıp buna rağmen onun yanında bulduğum huzuru her hissedip durduğum anda ölmek için yanıp tutuşuyorum. Ben ondan aldığım darbeyi unutamayacağım. Ben benim yüzümden ölen kardeşimin çektiği acıyı unutmayacağım. Dediğim gibi unutmak bir lütufken hatırlamak bir lanet benim için. "demiş ve dediklerimin altında çakılıp kalmıştım.

 

Ben çoğu şeyi göz ardı etsem de içimde hâlâ aynı günkü acılar hâlâ taze. Ve acılar geçmiyor, acılar varlığını sonsuza kadar devam ettiriyor.

 

" Emira belki de acılar insanların bir araya getiren en büyük etkenlerdendir. Belki de bu sayede yollarımız kesişti. Sana unutma demek belki zordur ama bunun için kendini suçlama. Çünkü bunun sorumlusu sen değilsin ki. Elinden geleni yaptın ama olmadı. Bak bana ne sevdiğim kadını korudum ne de kızımı ne de ondan olabilir torunumu. Belki de dünyada en çaresiz insan benimdşr. Ve buna rağmen hâlâ bir neden sunuyorum kendim için. Çünkü diğer türlüsü olmuyor. Yaşam ağır geliyor. Acının altında kalıp mahvoluyor insan. Sana diyeceğimi tek şey anı yaşa. Anı yaşa ki Emira pişmanlığın bile olsa sadece yaşadım ve bitti diyebilirsin. Ama anı yaşamaz ve sadece yapman gereken şeye odaklansan işte sen belki de en büyük hatayı yapıp,kendine en büyük zararı veren olursun. Bunu yaptığım için sana bunları söyleyebiliyorum. Seni en çok anlayan kişi benim. Aynı acıları yaşadık aynı kişi tarafından. Ve yolumuz bir, amacımız ortak. Birlikte bu işi halledeceğiz. "dediğinde Ölü Ruh o an aldığım nefes boğazımda düğün düğüm oldu.

 

Parmaklarım boynuma uzandı ve yavaşça boğazımı sıvazlarken başını yukarı doğru kaldırıp ağlamamak için gözyaşlarımı engellemeye çalıştım.

 

Üzülüyorum ama bu üzüntü sadece kendim için değil herkes için. Mahvolduk. Ve olmaya devam edeceğiz. Bizi yok etmek isteyecekler. Bizde yok olduğumuz yerden tekrar ayağa kalkamaya çalışacağız. Bizi kaynatmaya çalışacaklar. Bizde kanadığımız yere pansuman yaparak onu iyileştirmek için elimizden geleni yapacağız.

 

Bizi diri diri toprağa gömecekler. Bizde o toprağı tırnaklarımızla kazıya kazıya yeryüzüne ulaşacağız. Zor her şey zor bu yaşamda. Kaçışlar şüpheli, tedirgin... Verilen karalar tedirginlik barındıran cümlelerin izlerini taşıyan ummalı bir hastalık. Bakışlar korkulu, mahcup ve pişman... Sözler yalanın izleriyle dolu, eksik ve güvensiz... Yaşam zehir zemberek anılarla dolu, hüzünler saklı...

 

Hisler gelip geçici günlerden, gün ışığına tutunan güçsüz parmaklardan ibaret.

 

Bizler kazananlar değil kaybedip savaşmaktan çekinenşerdeniz.

 

Bizler mağlup olup bunu kabul edip yaşama kendimizi teslim edenlerdeniz.

 

Bizler ölülerden oluşan bir toplumuz..

 

 

"Kaybetmek için savaşacağım. Çünkü bu sayede yaptığım her şey aslında sadece bana zarar verecek." dedim kuru bir sesle. Uzun süre sessiz kalmaktansa sonra uzun cümleler kurmak boğazımı acıtmıştı.

 

"Kaybetmek için savaşacağız. Doğru diyorsun. Belki bu sayede çoğu şeyi yaparak onları alt edeceğiz." dediği anda Ölü Ruh kurduğum birinci şahıs elini ikinci şahıs ekine çevirip kendini de dahil etmişti benim mücadeleme.

 

"Ben yoksam bir savaşta yok diyorsun öylemi mi?" dedim acı bir sesle ama bakışlarım eğelenceli bir ortam görmüş birinin bakışları gibi ışıltıydı.

 

"Evet Prenses çünkü sadece sen değil bana da bir borcu var Dani 'nin ve o borcu almanın zamanı çoktan gelip çattı. Yeterince bekledim. Ve bu bekleyişin bir sonu olmalı bence." dediği anda olduğum yerden yavaşça ayaklarımı zemin üzerine yasladım ve doğrulup, ayağa kalkınca etrafıma kısaca bir bakış attıktan sonra gözlerime çöken kara bulutlar yavaşça dağılıp yerini apaçık güneşli bir ana bıraktı.

 

" O zaman bence bu borcu hemen kapatmak uğruna bir adım atılmadı gerek." dediğim anda sesime yansıyan kararlılık onun soru sormasını sağladı.

 

"Aklında ne var?" dediği an yavaşça dudaklarım iki yana doğru kıvrılıp ona en içten ama en kafa karışıklığı yaratan gülümsemeyle baktım.

 

"Daha doğrusu neler var demen lazım. Çünkü onca şey var ki hangisini yapmalıyım bilmiyorum. Sırasıyla mı? Yoksa hepsi bir anda mı olmalı diye düşünüp karar vermeye çalışıyorum. Ama içimden bir ses hepsini yap diyor. Sen ne önerirsin?" dediğim an bir anda o karamsar halimden sıyrılıp bir anda beklediği ve en çok yoluna giden halimi görmek onun keyifle konuşmasını sağladı.

 

" Ah biliyor olmalısın ki Emira en çok şok etkisi yaratacak her olay benim için muazzam bir şey olmuştur. Basit ve akla ilk gelen hiçbir düşünce ve düşünce yapısını sevmemişimdir evvelden beri. Senden isteğim ne varsa hepsini kullan. Kullan ki alınan darbelere müdahale etmek güç olsun. "demesiyle o iş bende dercesine bakmış ve ardından hemen olduğum yeri terk etmeye hazırlanırken son anda aklıma gelen şeyi ona söylemiştim.

 

" Sence de aslında acınacak halde olmaları korkutucu değil mi? Çünkü onların neler yapacağını az çok tahmin ediyorum. Ama onlar benim ne yapacağımı bilmiyorlar. İşin en garibi daha senin de varlığından haberdar değiller. Sadece ben varım sanıyorlar. Onlara tek başıma da yeterim ama neden en etkili silah varken en basit şekilde avımı öldürmekle uğraşayım ki? Belki de vahşet yaratmak istiyor olabilirim ve bunun için de her yolu denemekten asla kaçınmıyorum. Ve bunun için dostlarımda yanımda. Ve yapacağın vahşet için en etkili dehşet getirecek düşünceyi gerçek kılmak için uğraşıyorum. "demiştim gözümün önünde canlanan dehşeti görürken.

 

Büyük bir istekle bir an önce bu anın gelmesi için can atıyorum. Çünkü artık durmak ve beklemek değil direk saldırıp, yapmam gereken şeyi yapmak istiyorum. Canımın yandığı gibi onların canını yakmak istiyorum. Onları acıdan avaz avaz bağırışlarını duymak istiyorum. Onların yok oluşunu görmek için her şeyi yapmak istiyorum.

 

"Ah ne güzel bir ortaklık. Emin ol seninle istediğin her şeyi seve seve yapmaya varım. Ama senden sonra bende uzun süredir yapmak istediğim şeyi yapacağım. Onları darmaduman edeceğim ve onları hiç var olmamış gibi bu diyardan silip atacağım." dediğinde Ölü Ruh hemen bu dediğine sadece ah keşke hemen bunu yapsak ama daha zamanı var demiş ve sonrasında yanından ayrılıp kendi yapacağım işlerin başına geçmiştim.

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

 

1 hafta sonra....

 

Her şeyi uzaktan duyuyordum sanki kopuksuz ve anlamsız. Sesler hissiz, keyfiyetsiz ve neşesiz...

 

Cümleler anlamsızca zihnimde devrilip duruyordu. Yaşanmışlıkların verdiği her duygu beni yıkıcı bir azapla baş başa bırakıyordu. Son zamanlarda çok şey yaşamış çok şey yapmıştım. Zamana ayak uydurmaya çalışmamış zamana yol vermiştim. Her şeyi göze almıştım. Ölmeyi bu uğurda ilk tercih saymış, sonrasında ons göre planım için çözüm yolları aramıştım.

 

Bu bir hafta boyunca epeyce tek başıma her şeyi en ince ayrıntısına kadar aramış öyle tehlikeli şeyler bulmuştum ki ruhuma aldığım darbeler çok can yakıcıydı. Bazıları beni ölümle baş başa bırakmıştı. Son anda Ölü Ruh 'un bana yardım etmesiyle ölümden dönmüş aldığım acıları onun yardımıyla atlatmıştım.

 

Son iki gündür ne uyumuş ne de doğru düzgün yemek yiyebilmiştim. Her an zihnimde yaptığım büyülerin seslerini, fısıltılarını duyup duruyordum. Gördüklerim beni kuşkulu, her an tetikte bulunduran bir kişiye çevirmişti. Ölü Ruh bu anlarda beni çoğu zaman içinde bulunduğum andan kurtarmakla istese de başarılı olamamıştı benim yüzümden. Bazen görüp durduğum hayali anılar beni çok fazla etkiliyorsun, uzun süren bir duygu boşluğuna atıp kaçıyordu.

 

Yapmak gereken şeylerin yüzde ellisini bitirdikten sonra olduğum yeri terk etmiş ve Moritanya Krallığı'na doğru geçiş yapmış tamda kulenin sınırlarında olan ana geçit kapısına ulaşmıştım.

 

Kulenin dış kapısının önünde duran iki muhafız beni görür görmez anında kapı altı iki yana açıp içeri girmemi beklemişti. Yavaşça kapıdan içeri adımımı kulenin geniş sınırlarına atar atmaz arkamdan kapılar tekrar kapanmış ve sessiz, kimsenin bulunmadığı ve birçok çiçek türünü barındıran botanik bir yapıya sahip olan bahçede ilerlemiştim sarsak adımlarla.

 

Hâlâ yorgunluk kendini gösteriyor ve uyumadığımı son gecelerin acıları birer birer çıkıyordu. Derin bir nefesi ciğerlerime çekerken iyi görünmek ve kimsenin dikkatini çekmemek adına biraz kendime zaman tanıyıp, olduğum yerde dikilmiştim.

 

'Gücünü topla ve yapman gereken şeyler için ayakta kalmaya devam et!'

 

İç sesim bana kendimi güçlü tutmam için baskı yaparken bakışlarımı yerden çekip ihtişamlı duran Moritanya Kulesi 'ne uzaktan bir bakındım. Eski yapısı ama buna rağmen o göz alıcı işlemli duvarı, her iki tarafında bulunan koca yüksek kaleleri izlemek dinlendirmiş, aklımı başla alanlara doğru yönlendirmişti. Geniş kubbeleri, uzun ince pencereleri, etrafındaki bulunan taş geçtilerle tarihi bir sayfadan çıkmış görünümünü muazzamdı. Bu kule başla bir güzelliğe sahipti benim için.

 

Kendime geldiğimi kanaat getirince yavaşça olduğum yerde ayrılıp hızla kuleden içeri girmek adına adımlarımı kulenin ön çıkış kapısına doğru yönlendirdim. Bahçede ve kapının önüne herhangi biri yine bulunmuyordu.

 

Umarım bu bir hafta içerisinde herhangi bir şey olmamıştı. Çünkü yeni bir sorunla uğraşmayacak kadar yorgun ve güçsüzdüm. Tek yapmak istediğim sıcak bir duş almak ve bir an önce uyumak. Kulenin içerisine girer girmez anında içerisinde olduğum koridordan merdivenlere çıkan koridora kadar ilerledim.

 

İçeriye girdiğim anda bazı çalışanları görmüş ve ben görür görmez birkaç adım neşeye çekilip beni selamladıklarını fark etmiştim. Çok yorgun olmasam bu yaptıklarını yapmamalarını isteyecektim ama şu an bunun için herhangi bir gücü kendimde bulamıyorum.

 

Onun yerine şu anlık görmezden gelerek gitmem gereken yere doğru ilerlemeye devam ettim. Sonunda merdivenlerin önüne geldiğim an basamakları çıkmaya başladığım anda birden arkandan Süreyya hanımın bana seslendiğini duymamla olduğun yerde durup derin bir nefes almış ona dönmeden konuşmaya başlamıştım.

 

"Çok yorgunum ve bir an önce uyumak istiyorum ne istiyorsanız sizden ricam bunu sonra istemeniz!" demiş itiraz istemeyen ve yorgun bir sesle. Konuşmasını beklemeden tam devam edeceğim an birden arkamdan başka ve uzun bir süredir duymadığım sesi duymamla olduğum yerde çakılı kalmıştım.

 

" Uzun süredir kulede yoktum ve geldiğim an senin nerede olduğunu sorduğum an kulede olmadığını öğrendim ve gelmeni üç gündür bekliyorum ama sen gelir gelmez anında odana mı çekiliyorsun?" diye yalandan bu durumdan şikayetçi bir ses ama aslında büyük bir özlem içeren sesi duyunca hızla arkamı dönüp karşımda dikilen Lord Yelit 'e bakmıştım. Onu görür görmez sanki darbe yemişcesine sarsılmış, duygu selinin darbesini almıştım ruhuma ve bedenime.

 

Titreyen bakışlarım onu baştan sona incelemiş ve gerçekliğini sorgulayacak şekilde onu izlemiştim.

 

"Buradasınız." demiştim emin olmak için. Anında evet buradayım anlamında başını aşağı yukarı sallamış ve bana uzun zamandır bakmadığı o şefkatli bakışlarıyla bakmıştı. Tam ona doğru adım atıp ona sımsıkı sarılacağım an zihnimde o acımasızca tarafım konuşmuştu.

 

" Sarılmak yok sarılırsak kaybederiz."

 

Bu cümleyi zihnim haykırırcasına söylediği anda olduğum yerde kararsız bir halde durmuş ve Lord Yelit 'e büyük bir özlemle bakmıştım. O sırada sonradan Ahrar ve Ahlas beyin varlığını fark etmiştim. Ahrar pür dikkat beni izliyor hal ve hareketlerimi kaçırmamak için bakışlarını benden ayırmıyordu. Lord Yelit hâlâ neden ona doğru ilerleyip sarılmadığımı sorguluyordu. Aslında sanırım ona kırgın olduğumu sanıyordu. Ama öyle değildi.

 

Bunu yapmamamın sebebi hâlâ yaptığım büyünün etkisini taşıyor olmamdı vücudumda. Ona bir zarar gelmesin diye biraz uzak durmam lazım herkesten.

 

Konuşmamam dikkat çektiği için devam ettim sözleşme. "Yapamam gereken ufak bir iş vardı onun için bir hafta burada değildim. Keşke geleceğinizi daha önceden haber verseydiniz ona göre işlerimi sizin için seve seve ertelerdim." dediğim an Lord Yelit anlayışla sorun yok demiş ve bana doğru bir adım atmıştı. Anında bir basamak yukarı çıkmıştım ona bedenim dönükken. Ondan uzak kalmam o ve diğer herkesin dikkatini çekince küçük bir bahaneye başvurdum.

 

" Yürüyüş yapmıştım rahatsız olmanızı istemem." diye terli olduğunu üstü kapalı yansıtıp bunun için sarılmadığımı, uzak durduğumu söylediğim anda kimse buna inanmasa da inanmış gibi yapıp sessiz kalmaya devam etmişti. "Ben odama çıkıp işlerimi halledip hemen yanınıza uğrarım. Kusura bakmayın sizi hakkettiğiniz şekilde ağrılayamadım." dedikten sonra ondan bunun için beni mazur görmesini istemiş ve koşar adımlarla arkamı dönüp hemen odamın olduğu kata kadar gürültü adımlarla basamakları çıkmıştım.

 

Odama geldiğimde hemen arkamdan kapadığım kapıya sırtımı yaslamış ve ellerimi yüzümün önüne getirip avuç içlerime bakmıştım. Sanki bir lanet taşıyordum ve dokunup durduğum kişileri öldürecek güce sahiptim.

 

Daha fazla oyalanmadan hızla banyoya geçmiş ve sıcak bir duş almaya başlamıştım. Duşun ardından çıkar çıkmaz hemen üzerime rahat bir tulum giymiş saçlarımı kurutup hemen sonrasında saçlarımı gelişini güzel toplayıp anında odadan çıkıp Lord Yelit 'in odasının olduğu kata doğru ilerlemiştim. Neredeyse bunu on beş dakika içerisinde alel acele yapmıştım.

 

Öyleki onlar beni uzun bir süre sonra geleceğimi düşünmüştüler. Ama erken gelmiş ve onları seslerini duymuşum kapının eşiğinde dururken. Ve o an konuşmayalım devam eden Süreyya hanımın cümlesini işittim.

 

"Gün geçtikçe sadece kendi başına bir şeyler yapıyor. Kimseden yardım almıyor buna ihtiyaç duymuyor. O kadar bu işe odaklanmış ki kendimden verdiğim ödünlerden haberi olmadığını görmemek aptallık. Kimseyi dinlemiyor. Bari siz konuşun Lord 'um. Belki sizi dinler olmaz mı? "dediği sırada Süreyya hanımın söylediklerini duyunca bakışlarım anlamak istercesine yerdeki herhangi bir yere çevrildi ve bu duyduğum şeyi düşündüm ve hislerim beni bunun doğru olduğuna ikna edecek anıları zihnimde gösterip durdu.

 

Denilenler yalan diyemezdim. Çünkü doğruydu. Bu uğurda her şeyimden vazgeçmişken bunları düşüncelere kafaya sahip değildim bunu dışarıdan bir gözden duyana kadar. Halim o kadar belliydi yani.

 

"Benim yapacağım bir şey var mı bakacağım." dediği an Lord Yelit uzunluğundadır süre özlem duyduğum sesi duymak garip bir his vermişti.

 

Sahi kaç ay oldu Lord Yelit 'i görmeyeli? Sayamadım bile. Kapının eşiğinde olduğumu bildiğini biliyorum. Bir ara odasına görünmez bir halde gelmiştim. O zaman anlamıştı şu an da anlamış olduğunu düşünüyorum.

 

"

 

Bence bir araya gelip bunu hep beraber onunla konuşalım." demesiyle içeriden bana ulaşan Ahlas bey cin sesiyle bu dediğimin biraz gereksiz olduğunu düşündüm. Zaten hemen ardından Ahrar 'ın sesini duymuştum.

 

"Sanmam kimseyi şu an umursayıp dinleyecek halde değil. Bizi sadece engel olarak görür ve bu onun daha uzaklaşmasını sağlar ve bunu yapmak için en büyük hata olur. Emira şu an herkese dört duvar hale geldi ve onu belki de az da olsa o duvarlardan çekip alacak kişiler belli. "dediği an Ahrar bahsettiğim kişilerin kim olduğunu belki de içeride olanlardan anlayacak tek kişi bendim.

 

Varislerle, Victoria, Dennis, Kavi ve Mera...

 

Onlar beni birazda olsa bu soğuk ifademden kurtaracak kişilerdi. Ahrar bunu bildiği için belki de onlardan yardım almayı önerecekti. Anında kapıyı çalmadan hızla içeri girmiş ve tüm bakışların bana dönmediniz hatta koca bir sessizliğin uzun bir müddet varlığını korumasını sağlamıştım.

 

İçeri girip ardımdan kapıyı kapatma gereği bile duymadım ve oturacak boş bir yer olmadığını için adımlarımı biraz ileride bulunan kitaplığı doğru atıp, adımlarım oraya ulaşınca sağ omzumu rafa yaslayıp onların yakıcı ve merak içeren ifadelerine üsten bir bakış atıp hemen konuşmaya başladım. Kollarım o sırada göğsümde kavuşturup keskin, sert ve hissiz bakışlarımı onlara dikip sessizliği bozmuştum.

 

" Arkadaşlarım zaten ne durumda olduğunu biliyor. Bir işlevi olmayacak şeyler için uğraş vermeyi bırakın. Bence ne halde olduğum o kadar da önemli değil. Gündem yeterince karmaşık bence benim için uğraşmayın boşu boşuna." önemsiz olduğunu hem sözlerim hem bakışlarım açıkça yansıttı.

 

Bunu demenle Süreyya hanımın bakışları benden uzaklaştı ve çalışma masasında sessiz oturmuş beni izleyen Lord Yelit 'e bakıp ondan yardım istedi.

 

Lord Yelit derin bir nefes alıp içeride bulunmakta olanlardan izin istedi benimle konuşmak için baş başa. Hepsi onun istediğini anında yerine getirdi ve yavaşça oturdukları yerden kalkıp açık bıraktığım kapıdan dışarı çıktılar.

 

En son Ahrar çıkmıştı. Ama çıkmadan evvel Lord Yelit 'e anlamadığım bir işaret yapmıştı. Lord Yelit sadece ona bakmakla yetinmişti. Kapıyı kapatacağı an bana da bakmayı ihmal etmemiş ve iç çekerek çaresiz bir halde olan yüz ifadesi beni izlemiş ve sonra beni Lord Yelit' le baş başa bırakmıştı diğerleri gibi.

 

"Kapı dinleme huyun değişmemiş." dediği anda Lord Yelit bu durumu şakaya vururken.

 

Herhangi bir tepki vermemiş ama olduğum yerden yavaşça onun bulunduğu alamadım doğru ilerlemiştim. Çalışma masasının önünde bulunan tekli koltuğa oturup yavaşça bedenimin ona doğru döndürüp Lord Yelit 'i ilk an izlemiştim.

 

Bu arada Lord Yelit benden atak gelmeden konuşma girşiminde asla bulunmamıştı. Zaten bu garip halim onu yeterince tedirgin ediyordu. Çünkü ona olan sevgimden haberdar ve ona hiç sarılamadan soğuk bir şekilde davranmam onu kaygılanmasına yol açmıştı.

 

"Uzun zamandır yoksunuz. Gelişiniz gidişiniz gibi ani oldu." dedim. Ne bir ima ne de bir hayıflanma vardı söylediklerimde. Sadece hissizce cümleler kuruyor, bir yanıt bekliyordum ondan. "Uzun zamandır nerede olduğunuzu merak ediyorum ama sorsam yanıt vermeyeceksiniz onu da biliyorum." dedikten hemen sonrasında bakışlarım onun masada bulunan iki elini buldu.

 

İki eli bileklerine kadar simsiyah hale gelmişti. Sanki soğukluk yüzünden dolayıdır elleri kullanılamaz hale gelen insanlar gibi.

 

Nereye baktığımı görüp bakışlarını baktığın yere indirdi. Saklamadı sadece kısa bir bakış attı ve önemsiz bir şeymiş gibi yok saydı. Bunun için bir açıklama gereği yapmadı

 

"Ne olduğunu söylemeyeceksiniz sanırım. Ama az çok bunun ya bir hastalık ya da bir fedakarlık olduğunu anlayabiliyorum. Ne yaptınız bilmiyorum ama kendinize zarar verecek bir şey yapmayın. Kimse buna değmez." der demez anında o sakin yüz ifadesinde ani bir değişim oldu.

 

" Sen bile mi? "dediğinde bu cümleye alaycı bir bakışla baktım.

 

"En çokta ben değmem. Çünkü hayatınızdan kısa bir süreliğine olan biriyim. Benim için bu acılara göğüs gelmeniz yersiz olur. Bu bir daha olmazsa sevinirim." demiş ve parmaklarım usulca kıpırdadığı anda bildiğim ama zor ve sakıncası olan büyüyü yapmıştım. Anında Lord Yelit 'in masanın üstünde duran parmakları yavaşça iyileşmeye başlamıştı.

 

Ne yaptığımı anlamış gibi buna sakin bir şekilde karışıklık vermişti.

 

"Buna gerek yoktu. Bunun bir zararı yoktu." dediğinde Lord Yelit anında yavaşça masaya doğru yaklaşıp konuştum.

 

"Şimdilik yoktu ama sonrasında olacaktı." demiş ve ona istediğini vermiştim.

 

"Nasılsınız onca zaman sonra?" diye ılımlı bir sesle, yüzümdeki o soğukluğu yok etmiş bit ifadeyle konuşmuştum.

 

"İyiyim. Ben hep aynıyım ama sen bıraktığım gibi değilsin. Çok şey oldu değil mi?" dediği anda hemde ne çok şey dedim içimden.

 

"Yaşandı ve alışıldı. Sonrasında yapmam gereken şeyler hayatımda yer aldı. Belki de beni bu hale getiren de buydu." dedim ıssız bir sesle. Hissiz bir ifade barındıran yüzümle..

 

"Anlatmak istersen dinlerim." dediğinde gerek yok dercesine başımı iki yana salladım.

 

"Gelmemize sevindim." dedim ve bu konuyu kapatmak istediğimi açıkça dile getirdim.

 

"Bende. Burada olmak güzel. İyi hissettiriyor." demediler odasına kısaca baktığını görünce hasret gidermesi adına biraz ona zaman tanıdım. Ta ki Lord Yelit konuşana kadar. "Bir yerden ayrılıp oraya uzun süre sonra gelmek çok zor. Yaşattığı hisler çok farklı şeyler sunuyor. Ama alışıyorsun zamanla buna da." demiş ve tekrar susmuş sonrasında bir anda önümde küçük bir mektup belirmişti.

 

"Bunu sana uzun zamandır vermek istiyorum ama biri tarafından engellenip durdum bu zamana kadar. Sana şunu söylemek istiyorum. Her şey sandığım gibi değil. Hiçbir zamanda öyle olmadı." demesiyle Lord Yelit ne anlatmaya çalıştığına anlam vermedim.

 

"Bu mektup neyin nesi?" dediğimde aç ve bak demişti. Mektubu açıp baktığım anda burda kısa bir el yazısı beni karşıladı.

 

'Davetinizi geri çevirmek zorundayım Lord Yelit. Bu zamana kadar sadece belli kişilere eğitim verdim ve bir daha aynı kadamede bulunan kişilere vermeyeceğime dair prensiplerim var. Maalesef kolyenin yeni sahibine ders vermek istemiyorum. Lütfen bunu mazur görün. '

 

Mektubu bitirince Lord Yelit' e kafa karışıklığı içerisinde bakmıştım.

 

"Bana neden bunu verdiniz şimdi?" diye sorunca anında o akıl almaz yüz ifadesi yer edindi yüzünde ve bana başını usulca iki yana sallarken cevap verdi.

 

"Geçmiş kalıntıları senin için çok farklıydı ama sen bunu anlayamadın. Ve senin için bu kalıntıları günyüzüne çıkaracağım." demiş ve bir anda kendimi olduğum yerden başka bir yerde bulmuştum.

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

 

Bir anda kendimi geniş pencereleri olan kocaman bir çalışma olmuş odasında bulmuştum. Odaya kısaca baktığım anda birçok kitap rafı ve bu rafın içerisinde birden fazla eski ciltlerle dolunay kitaplar bulunuyordu. Tam çalışma odasının ortasında ahşaptan yapılmış büyük bir çalışma odası mevcuttu.

 

Ve bu çalışma masasının dört tarafından boydan boya kitap rafları yer alıyordu. Burası normal bir çalışma odasına göre fazla büyük ve kitaplarla doluydu. Arkamdan bir anda Lord Yelit hareket edince dikkatim ona kaydı. Yanımdan ilerlerken eliyle çalışma masasını gösterdi ve oraya doğru gitmemi istediğini anladım.

 

İstediği şeyi yapıp çalışma masasının olduğu yere gittim ve masada gördüğüm kitaplara ve dosyalara kısacası göz gezdirmeye başladım. Hepsi bir eğitmene ait kitaplar ve notlardan oluşuyordu. Kitapların yıpranmış ciltli yüzeyinde parmaklarım usulca gezindi. Bakışlarımı kitaplardan çekip Lord Yelit 'e baktım.

 

"Burası size mi ait?" diye sorunca yavaşça hayır dercesine başını iki yana salladı.

 

Aldığım cevap kaşlarımın çatılmasını ve buranın kime ait olduğun düşünmemiştim sağladı. Bakışlarım kısa bir süre öylece bulunduğum yeri tekrar ama dikkatle incelemeye başladığı sırada bir anda masanın önünde ilk an dikkatini çekemeyen bit şey gözüme ilişti. Küçük bir zarf vardı ve üzerinde Lord Yelit 'in ismi vardı.

 

Tam zarfı alacağım anda pat diye sertçe kapının açılma sesini duydum ve bir anda bakışlarım zarfatan sesin geldiği yere kaydığı anda içeriye sert yüz ifadesiyle Ahrar' ın girdiğini gördüm. O an nefes almayı bırakmış ve ne olduğunu anlamaya çalıştım. Bu an geçmiş mi gelecek miydi? Bulunduğum yer ona mı aitti? Burası onun çalışma odası mıydı?

 

Aslında renklere ve dizayn şekline odaklansaydım belki de burasının Ahrar 'a ait olduğunu anlayabilirdim. Ama bu yönden bakmadım. Ahrar Lord Yelit' in arkasında masaya doğru ilerlerken bir anda Lord Yelit 'in yanından geçip benim olduğum yere doğru sert ve acelesiz adımlarla ilerliyordu. Bir anda masaya yaklaştı ve arkamdan geçip tamda yanına durduğum sandalye geçip oturdu. Hâlâ olduğum durumu sorguluyor neden burada olduğumu anlamaya çalışıyordum.

 

'"Neden buradayız?" demeyi başardığım anda Lord Yelit bekle ve gör dedi. İstemeye istemeye dediği şeyi beklemeye başladım.

 

Ahrar yerine geçtikten hemen sonra önce sırtını sandalyeye yasladı ve başını geriye atarak, gözlerini kapatıp biraz öylece durdu. Dinleniyor olmalıydı.

 

Nerdeyse beş dakika böyle durdu. Sonrasında olduğu yerden masaya doğru yaklaştı ve masadaki belgelere, dağılmış ve açık kalmış kitaplara kısaca baktıktan sonra bir anda bakışları bir yeri bulduğu anda yavaşça kısıldı. Ve o anda Ahrar az önce gördüğüm zarfı gördü ve kaşlarını çatarak zarfa uzandı. Zarfı açıp baktığında bende yazanları onunla birlikte okumaya başladım.

 

"Sevgili Ahrar Renas Arvas. Öncelikle iyi dileklerimi sunuyorum sana. Umarım iyisindir en son ki görüşmemizden sonra. Sana bu mektubu yazmamın sebebi senden küçük bir ricam olduğu içindir. Senden yeni kolye sahibine eğitim vermeni istiyorum. Hatta bu gelenek zamanında Moritanya Kulesi 'ne gelmen beni daha çok sevindirir. Cevabının olumlu olmasını temenni ederek mektubu sonlandırıyorum. "

 

Yazanları olduktan sonra bakışlarımı Ahrar' dan çekmedim ve nasıl bir tavır sergileyeceğini merak içerisinde bekledim.

 

Varlığımdan haberdardı. Belki de kim olduğumu biliyordu da. Anında Lord Yelit 'e bakınca pür dikkat beni izlediğini gördüm.

 

" Hayır demişti neden sonrasında kabul etti.?" diye anlam vermeyen bir ifadeyle ona baktım.

 

"Çünkü hayatının en büyük gerçeğiyle yüzleşti ve sonrasında iyi ki gelmişim diye düşündü." dediği anda sertçe yutkundum. Biliyordu hemde en başından beri. Ama hiç belli etmemişti.

 

" Biliyordunuz o zaman en başından beri." dedim amacım soru sormak değil bunu anladığımı yansıtmaktı.

 

" Evet. "dedi tebessüm ederek." İkinizin bir bağı paylaşacak olduğunuzu ve zorluklar çekecek olduğunuzu biliyordum." dediğinde içten içe kendime kızıp durdum. O Zaman Lordu'ydu . Tabii ki her şeye hakimdi.

 

" Bana ne yaşattığından da haberdar olmalısınız? "dedim ve kırgın sesimle yanımda yazı yazmakta olan Ahrar 'a baktım. Lord Yelit' in buraya gelmeden önce gösterdiği notu yazmakta olduğunu gördüm.

 

" Hiçbir şey sandığın gibi değil. Her şeyi yanlış anladın. Düzeltilmesine de izin vermediğin için bu zamana kadar her şeyi yanlış bilerek yaşamaya devam ettin. Ahrar bir türlü senin inadını kıramadı ve sana olan biteni anlatmadı ama ben sana bunları göstereceğim ve neyin ne olduğunu anlayacaksın. "dediği anda kalbim sıkıştı. Çünkü Lord Yelit 'e olan inancım sonsuzdu ve ondan yana şüphem asla olmazdı.

 

Yanımda varlığımda habersiz olan Ahrar' a baktım korkuyla. Ya her şey farklıysa ne olurdu? Aslında pek bir şey olmazdı sanki çünkü ben sonumu kendim için çoktan seçmiş ve ona göre ayarlamıştım her şeyi.

 

"Neyi göstereceksiniz?" dediğim anda birden Lord Yelit bir adım öne çıktı ve bir sır verecek ses tonuyla konuştu.

 

"Birazdan bizzat göreceksin zaten." der demez anında yeniden olduğum ortam bir anda soyutlandı ve bulunduğum mekan yer değiştirir gibi oldu. Bir anda kendimi Lord Yelit 'in odasında bulurum tekrar.

 

Odaya geri dönmüştüm ama bu sefer tam yanımda Lord Yelit ve karşımda ikinci bir Lord Yelit bulunuyordu.

 

Bir anda yanımda bulunan Lord Yelit' e dönüp baktım.

 

"Şimdi neyi göreceğim?" demiştim yarı merakla yarı endişe duyan bir sesle.

 

"Gerçekleri..." diye kısa bir cevapla sorumu yanıtlamış ve tekrar suskunluğuna geri dönüp bana olanları sessizce izlememi istemişti sessiz kalmasıyla.

 

O an ikinci Lord Yelit çalışma masasında oturmuş ve bir küçük kağıda bir şeyler yazıp durduğunu görmüştüm. Buradan ne yazdığını görmediğim için bıkkın bir nefes verirken Lord Yelit bana masaya doğru git demişti.

 

Dediğini ikiletmeden anında merak içerisinde masaya doğru ilerleyip ikinci Lord Yelit 'in yanına ulaşıp yazdığı şeyi okumaya başlamıştım. Sanki ben onun yanına geldiğim anda varlığımı hissetmiş gibi bir tık kendini toparladığını görmüştüm. Şu anda beni en ince ayrıntısına kadar tanıyan Lord Yelit yoktu. Sonrasında beni tam anlamıyla tanımaya başlamıştı.

 

"Geldiğimi sezdiniz değil mi?" dedim arkamda duran Lord Yelit 'e. Buna cevap vermedi ama ben dediğimi onaylamış olduğunu anladım. Sonrasında biten notu tam Lord Yelit zarfın içerisine koyacağı anda küçük kağıda yazılan notu okuyunca okuduklarım beni aşkına çevirdi.

 

' O hayatında olacak kadın Onu görmek istemez misin? "

 

Notta bunları yazmıştı Lord Yelit. Sonrasında zarfa kağıdı yerleştirirken bir anda olduğunuz alandan tekrar sıyrılıp başka bir zamana geçiş yapmaya başladık.

 

Bu sefer ise aynı mekanda Ahrar ve Lord Yelit ' aynı yerde karşılıklı konuşurken bulmuştum.

 

Ahrar' ın sırtı bana dönüktü. Ama gergin ve sinirli olduğunu hatırlatıyorum. Aslında bu sinirli halini görünce aklıma ilk zamanlarda karşılık atıştığımız an geldi aklıma. Acaba o günlerden biri miydi? Ve beni şikayet etmeye buraya mı gelmişti? Gördüklerim daha çoktu kafamı karıştırıyor, Lord Yelit 'in bana nehir göstermeye çalıştığını anlamaya çalıştıkça sanki bir bataklığa batmış ve her çırpınışları sonucundan daha derine batan biri gibi hissediyorum kendimi.

 

"Çıldıracağım artık! Bu kadının küstah halleri beni deli ediyor! Sabrımı zorluyor, asla taviz vermeden her söylediğim söze karşılık verip duruyor!" demiş sinirli bir sesle sonrasında Ahrar olduğu yerden bir oraya bir buraya gidip dururken Lord Yelit ona sakin bir ifadeyle bakıp duruyordu.

 

" Sakin ol ana karşı. Sence de onun için de her şey zor değil mi? Başka bir evrenden buraya geldi ve gördüğün gibi buraya alışmak konusunda zorluk çekiyor." dedi Lord Yelit ılımlı sesiyle. Ahrar 'ı yatıştırmak için ses tonunu yükseltmeyip onun huyuna giderek sakin kalmasını bu sinirli halinin ona bir fayda vermeyeceğini. Sinirini terk edip bana karşı olan davranışını daha farklı bir şekilde değiştirmek için uğraş veriyor.

 

" Ah bilmez miyim! Hanımefendi çektiği zorluklar onunla sınırlı kalmasın diye etrafındaki kişilere daha büyük zorluklar çektiriyor. Artık isteyerek mi yapıyor yoksa bilmeden mi bilemedim!" demişti Lord Yelit 'in sakin sesine karşılık Ahrar. İki elini beline yerleştirip Lord Yelit' e sesli alıp verdiği nefesler arasında şunları söylemişti.

 

"Hayatımdaki kadın olduğunu söylediniz . Ama bu küstah kadını ben nasıl sevebilirim ki." dedi Ahrar hayretler içerisinde. Ama aklı karışmış bunun olma olasılığının ne denli saçma olduğunu anlatmaya çalışıp duruyordu. Bakışları Lord Yelit 'ten ayrılmadı ve duyacağım cevabı bekledi.

 

" Zamanla onu çok severken bulacaksın kendini. "demişti Lord Yelit ve o anda birden Ahrar olduğu yerde ayrılmış ve çaresiz ve aklı karışmış bir halde olduğu yeri terk etmişti onun ardından Lord Yelit onun bu haline sadece kafasını iki yana ne olacak sizin bu durumunuzu dercesine sallamıştı. Sonrasında bir anda yeniden başka bir ana geçiş yapmış ve aynı ortamda yerinden Ahrar ve Lord Yelit 'i dışarıdan pencereyi izlerken bulmuştum.

 

"İlk zamanlar çok anlam vermemiştim dediklerinize. Nasıl onun benim hayatımdaki kadın olacağını. Hatta yanıldığınızı düşünmüştüm içten içe. İlk kez demiştim bu sefer olmayacak ama dediğiniz çıktı ve onsuz nefes almak bile benim için çok zor oldu. Onsuz yaşam çok anlamsız. Şimdi o gelecek diye yaşadığım heyecanı dile getirmem. Bir an önce gelsin istiyorum. Benim için Süreyya hanımla konuştunuz teşekkür ederim sayenizde buraya gelebildim. Ve onu uzun aylar sonrasında göreceğim. Ama siz gitmiş olacaksın o gelmeden. Siz yokken nasıl onunla konuşabilirim ki? "dedi Ahrar.

 

O an bu anın ben gelmeden hemen önce yaşandığını anladım. Demek ki onun buraya gelmesini sağlayan Lord Yelit 'ti.

 

" Neden bunu yaptınız? "dedim hâlâ yanımda duran Lord Yelit' e bakmadan.

 

" Çünkü ikinizin de birbirinize ihtiyacı vardı ve bende buna ön ayak oldum. Gör onu gördüğün an içten içe büyük bir özlemle dolup taşımıştın inkar etme sakın. "diyince bir şey diyemedim ve ona direnmeden sessiz kalmayı tercih ettim.

 

" Ahrar ben gelene kadar aranızdaki bu sorunu halledeceğini umuyorum. Yoksa ben gelince Emira 'ya olanı biteni anlatırım. Çünkü sonradan belki bunun için zamanın olmayacak çünkü Emira dönüşü olmayan bir yola girmiş olacak. Onu geri döndürmenin tek yolu gerçekleri bilmesi. "demesiyle anında olduğum yerde korkuyla kıpırdandım. Ne gerçeklerinden bahsedip duruyordu Lord Yelit?

 

" Hatırlıyorum da bana aylar öncesinden şunları demiştiniz ; amacını gerçekleştirene kadar bundan Emira 'ya bahsetme yoksa senin için o acıyı göğüslememeye razı olur. O zamanda haklıydınız. Eğer yaptığım şeyi bilseydi buna izin vermezdi. Çünkü ölümü bile göze aldığımı bilmiyor. Onun için ben ruhumu geri almaya çalıştım en yasaklı büyülere başvurup. Bunu yapmasaydım sadece aylar sonrasında tamamen hissiz biri olacak ve onu unutacaktım. Ve onu hiç tanımamışım gibi unutacak ve hayatımın o renksiz anlarını yalamaya devam edecektim. Ve onu üzdüğüm her an bunu hissetmeyecek onu sonsuz bir acıya mahkum edecektim. "dedi Ahrar sıkıntılı çıkan sesiyle. Sanki dediklerini hayal etmişti ve bunu görmek ona ağır gelmiş gibiydi.

 

" Emira senin aslında en başından beri bunun için çabaladığını öğrenecek, sonrasında Dani 'nin Serra'nın zihnindeki o büyüyü ne amaçla yaptığını. Başından beri onun varlığını biliyorduk ama kimin aracılığıyla Emira' ya yaklaşacak olduğunu bilmiyorduk ta ki Serra senin karşına geçip kolyenin aslında yeni sahibi kendisi olduğunu ve o kolyeyi çalan kişiden almak için senden yardım isteyene kadar. Ama bu yardım senin zihnini bir büyüyle ele geçirmekten geliyordu ama buna izin vermedik ve ikimiz bir müddet boyunca bir Serra'yı birde Dani 'yi kandırıdık. Ta ki Emira her şeyi öğrenene kadar. "dediği anda Lord Yelit öyle bir acı kalbimde belirdi ki bu acı nefes almamı engelledi.

 

Nasıl yani bu zamana kadar bildim şeyler aslında yalan mıydı? Nasıl ya! Ben onca acıyı boşa mı çektim! Ben Ahrar beni kandırdı diye kendimi boşu boşuna mı üzdüm?

 

 

" Ama ben acı çektim bana ihanet etti diye! Neden gelip bana olanı anlatmadı! Ya da siz bir şey demediniz!" diye çıkışınaca Lord Yelit yüksek çıkan sesime aldırmadı ve sakince konuştu.

 

"Çünkü o anlarda bilmemen gerekti seni hâlâ güvende tutacak kişilere ulaşmamıştık. "dediği anda kişiler kısmı beni çekip aldı. Yaşadığım duygu karmaşası aklımı allak bullak etmişti.

 

" Kişilerden kastınız kim? "dediğim anda Lord Yelit 'in attığı bakış anında kendime gelmemi sağladı.

 

" Sizdiniz. Önce Dehliz sonrasında Ölü Ruh' un karşıma çıkmasını siz sağladınız. Ama neden bunu yaptınız?"dedim iki elimle boğazımı tutmuş yaşadığım anı sindirmeye çalışıyorken.

 

" Çünkü ne olacağını biliyorum ve bunun için sana bu yolda her koşulda yanında olacak, gözünü dahi kırpmadan Dani 'yi durduracak üç kişi var. Sen, Dani ve Dehliz. Ve sana bir şey olsa Dani' yi ne pahasına olursa olsun mahvedecek Ahrar. Diğerleri ise sonra geliyor ve onların kaybedecek çok şeyleri var maalesef. Bunun için Ahrar ve ben senin için bu kararı aldık ve onlarla iletişime geçtik. İlk an ikisi bizi görmezden geldi ama sonrasında seni tanıdıktan sonra ikisi de sana koşulsuz şartsız yardımcı oldu. "dediği anda Lord Yelit üst üste duyduğum gerçekler öyle kafamı karıştırdı ki ne diyeceğimi bilemedim.

 

Ne yapmam gerekiyordu şu an? Bir yanım boş ver ya her şeyi kaldığın yerden devam et yoluna diyordu. Bir yanım aslında her şey ne de çok farklıymış. Ahrar 'ın benim için yaptıklarını duyunca kendime öyle kızmış ve öyle kendimden nefret etmiştim ki kendimi şu an yok etmek istemiştim ama şunu da hatırlamıştım. Kendimi çoktan yok etmiştim bile.

 

"Neden diye soracak değilim çünkü neden bunu bana şimdi gösterdiniz ve neden şu an geldiniz anlıyorum ama ben bir karar aldım zaten geri dönüşün olmaması gerekiyor." dedim ve o anda Lord Yelit bir anda bizi bulunduğumuz şu ana geri getirdi. Tekli koltukta kendimi otururken bulmuştum.

 

" Her şeyi şu an biliyorsun. Şimdi alacağın kararları bide buna göre al derim. "dedi ve olduğu yerden bir anda yok olup beni kendi kendime bıraktı. Bense düştüğüm düşünce bataklığında çakılıp kaldım.

 

Nerdeyse olduğum yerde yarım saat boyunca kalmış sonrasında aniden olduğumu yeri terk etme kararı aldığım gibi hızla kendimi Moritanya Kalesi'ne atmış ve orada duyduğum gerçekleri sindirmeye çalışmıştım. Neredeyse zamandı bir boşluğa sıkışıp kalmış gibi hissediyordum kendimi.

 

Aklım karışmış ve ne yapmam gerektiğini anlamamıştım. Her atacağım adım benim sonum olacak gibi duruyordu. Ya vazgeçecektim verdiğim karadan ya da Ahrar tercih ederek çektiğim bu ıstırabı yok edecektim. Ama ben hangisine karar versem sanki ölecektim. Çünkü iki tarafta da beni ölümler bekliyor, verilecek fedakarlıklar yüzünden yaşayacağım bedeller bulunuyordu.

 

Lord Yelit sözleri aslında bana seçimi yap ve oradan devam et diyordu. Peki ben neyi tercih edecektim. Yaşamı mı? Ölümü mü? Yoksa yaşam içerisinde bulunan ölü hayatı mı? Yoksa ölü hayatın içerisinde bana sunulan yaşamı mı? Hangisine yönelmem lazımdı?

 

Hangisi daha az canımı acıtacak? Ya da hangisi daha çok ölüme sebebiyet verecekti? Çünkü ben kolay bir karar vermeyeceğim. Bu karar çoğu şeyi yerle bir edecek güce sahip.

 

Suyun altında uzun zamandır duruyordum. Küvetin içerisinde bulunan su yavaştan soğumaya başlamıştı. Ve bedenim suyun verdiği o hisle birlikte sessizce vereceğim kararın bendeki izlerini silmeye çalışıyordu.

 

Yapacağım her şey vereceğim kararla yeniden şekillenecek.

 

Ahrar seçerek yaşama mı tutunmalıyım? Yoksa intikamıma sarılarak bana yapılan her şeyin bedelini ödetmeliyim?

 

Esila 'nın bana yaptığını unutamadım. Dani' nin benden aldığı varlığı unutamadım. Ahrar 'ın bendeki sevgisini söküp atamadım. Ve ben bu üç kişiye karşı savaşıp durdum ve yeni bir savaş mücadelesi başladı. Tercihlerim beni ya cehennemin derinliklerine atacak ya da beni o cehennemden çıkaracak.

 

Vereceğim karar neden benim için ilk kez bu kadar zor oldu? Neydi elimi kolumu bağlayan? İntikam hırsım mı? Yoksa Ahrar 'a olan sevgim mi?

 

Hangisi galip gelecek? Hatıralar üstün gelecek mi yaşadığım acıya? Ya da acım mı anılarımı yok ederek üstünlüğü ele geçirecek?

 

On dakika daha suyun altında öylece gözüm kapalı, aldığım nefesleri dinlerken bedenim artık ona ait ısıyı yok etmişti. Kapalı olan gözlerimi açıp suyun içersinde olan kollarımı çıkarıp küvetin yanlarından tutarken bedenimi suyun yüzeyine çıkarıp, küvetten çıkmaya çalıştım. Küvetten çıkmış üzerimi değiştirmiş ve giysi odasında bulunan aynanın karşısına geçip bir müddet sadece kendimi izlemiştim.

 

Islak saçlarımdan damlayan su damlaları masaya damlıyor ve orada küçükken bir su birikintisi oluşturuyordu. Gözlerimde hâlâ tazeliğini koruyan acım ve sevgim büyük bir mücadele verip durarak kazanmak için canları pahasına kozlarını ortaya seriyordu.

 

Bu savaşta bir mağlup bir galip olacaktı. İkisinin de mağlup ya da galip olduğu bir yaşam değildi burası. Çünkü bir diğeri varken bir diğeri olmazdı. Buna izin vermezdi. Gözlerimde can çekişen kararsızlık ve çaresizlik bana çok şey anlatıyor ama ben onu dinlememek için direniyorum. Çünkü onu dinlersem hepten kaybederim.

 

Ben Ahrar 'a olan sevgimi tercih etsem onca uğraşımı hiçe sayarak onu ve herkesi tehlikeye atarım ama verdiğim intikam mücadelesini tercih edersem sadece Ahrar' ı kaybetmiş olurum.

 

Bir kayıp bin kayba tercih ediliyor. Ama bu bir kayıp daha anlam içeriyordu benim için. Çünkü ona olan sevgim her şeyi bir kenara bırakacak güce sahip.

 

Kalbim ve zihnim bir yaygara çıkarıyor ve beni tercih et diye bas bas bağırıyordu. Uzun uzun düşündüm saniyeleri dakikalara, dakikaları saatlere çevirdim. Ve sonunda kararımı verdim.

 

Aslında doğru karar kat ettiğim yoldan devam etmekti.

 

Ben bu kararı vererek kendimi değil tüm yaşamlarımızı kurtarıyordum diğer türlü ihanetin olmadığını bilerek Ahrar 'ı hayatıma almak bana zor seçimler sunacak ve bu kaybetmek demek. Ve benim kaybetme lüksüm yok. Ahrar' tercih etmek onca kişiyi bir ölüme terk etmek demek.

 

Ahrar 'ı seçmek her şeyi tepetaklak etmek demek. Onca uğraşım boşunaymış demek.

 

Benim bunu yapmaya hakkım yok. Çünkü ben bu yola çıktığım anda da yalnızdım bu yolda ilerleyip yol kat ettiğim anda yalnızdım. Değişen bir şey olmadı bu uğurda ki.

 

Hayatın en acısı belki de vazgeçişlerin sana verdiği izlerin sızısıdır.

 

Bende vazgeçerek bu sızıyı göğüslüyorum. Çünkü diğer türlü bir yaşam olamaz ki. Alışıyor ki insan birinin yokluğuna.

 

Kimi kandırıyorsun! Alışmak yok! Daha çok acı çekmek var bu kayıplarda!

 

Ve Ahrar da belki de benden sonra bunu yaşayacak. Bunu ona yaşatmak istemiyorum ama başka çarem yok. Bunu anlayacak bir gün. O gün gelir mi acaba? Belki... Belki de unutur ileride beni. Olamaz mı? Hayatına... Hayatına yeni biri girer. Ona acı vermeyen onu belki de benden daha çok seven biri.

 

Nefes al... Nefes al...

 

Kalbim sızlıyor. Kalbim acıyor. Kalbim kanıyor. Kalbim ölüyor. Kalbim yok oluyor.

 

Nefes al... Nefes al...

 

Geçecek. Senden sonra her şey geçecek ve değişecek Emira. Her şey güzel olacak.

 

Çünkü sen bunun için mücadele ediyorsun. Ve bu mücadelen olumlu sonuçlanacak. Çünkü ben bu amaç uğuruna büyük bir kumar oynadım. En büyük varlığımı koydum. Ruhumu koydum ben bu kumara.

 

Şimdi ise güçlü rolü yaparak her şeyi tekrar şekillendirme zamanı. Hiçbir şey olmamış gibi hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi devam edeceğim bu sefer. Ama bu diğerinden daha acı verecek ki? Çünkü şimdi her şey daha ağır daha gerçekçi. Ahrar 'ın ne hissettiğini artık öncesinden daha iyi biliyorum. Ve ne hissettiğimi de daha iyi anlıyorum.

 

Yavaşça olduğum yerden kalkıp çökmüş halimi yok etmek uğuruna çaba sarf ederek olduğum yerden ayrılmaya başladım. Gerisingeri kuleye dönüp akşam yemeğinde bulunmam lazım ve Lord Yelit 'e verdiğim kararı göstermem gerekiyor. Sonrasında Ahrar zaten neye karar verdiğimi elbet anlayacak. Ya da Lord Yelit ona her şeyi anlatacaktır.

 

Son kez aynada kendime bakındım ve ne kadar da ölü bir yaşama sahip olduğunu fark ettim. Aslında yaşam hiçbir zaman beni kendisine bağlı kılmamıştı. Ben kendi kendime yaşam olanakları yaratmış ve orada hayatının devam ettirmiştim. Bunun verdiği histe ayrı bir acıdan ibaretti. Sonunda kuleye vardığım anda derin bir nefes alıp ön bahçeden içeriye girdim. Sessizlik her yeri sağır etmiş gibiydi.

 

Kimseye ait sesler yok gibi duruyordu. Yemek saatleri son zamanlarda çok sessiz oluyor kulede ölüm sessizliği yer ediniyordu.

 

Zemin katta çaresiz ama bunu yansıtmaktan kaçınan adımlarla yemekhanenin olduğu alana kadar ilerledim. Ve sonunda yemekhaneye vardığım anda yavaşça kapalı olan kapıyı açıp içeriye doğru adımladım.

 

İçeri girer girmez Turul beyin bana yönelik olan kınayıcı konuşmasını kulaklarıma ulaştı.

 

"Lordum sizin gelmeniz bile Prenses 'in kulede bulunmasını sağlayamadı." demiş ve yine kuleden kaçıp gidişlerime atıfta bulunmuştu.

 

"Sonucu görmeden böyle kesin ve kararlı konuşmalarınız yok mu insanı deli ediyor." diye aşağılarcasına konuşmuştum kendimi tutamayarak.

 

İçeri girer girmez anında yine kendimden beklenen performansı sergilediğim için tüm bakışlar o anda bana döndü. Tüm bakışlar üzerimde olması daha fazla gerilmemi sağlamış ama olabildiğince bunu yansıtmaktan kaçınmıştım. Arkamdan kapıyı kapatma gereği duymadan yemek yenilen alana kadar küçük ama sert adımlarla ilerlemiştim.

 

Turul bey anında önünde duran bakışlarını bana çekmiş ve o kindar tutumuyla beni baştan aşağı incelemişti. Bu adamla birbirimizden nefret etmemizin bir sebebi olmalı?

 

Ona yandan bir bakış atıp içinde tutmaya çalışıtığı siniri ve öfkesini görmezden gelerek masada bulunanlar her zamanki yerime geçip yerleşmiş sonrasında masadaki sessizliğin benden kaynaklı olduğunu bilmeme rağmen pek umursamamaya çalışıp olduğum yerde hiçbir şey yokmuş gibi rahatça kurulup bana servis edilmeye başlanan yemeği iştahsız bir şekilde incelemiştim.

 

Aç değilim ve yemek yemeyi düşünmüyorum.

 

"Sen kulenin yolunu bilir miydin?" demesi yok mu Turul beyin onu boğmamak için kendimi zor tutuyorum.

 

Dirseğimi sandalyenin kenarına yaslayıp ona yönümü hafifçe çevirip sorusuna yanıt verdim.

 

"Ah haklısınız o kadar meşgulüm ki etrafımızda olup biten tehlikeden bizleri kurtarmak için aklıma kuleye uğramak gelmiyor maalesef. Ama işte bu olanlara bazıları gibi kayıtsız kalıp bütün gün kulede boş boş oturmuyorum. Ondandır kulede bulunmayınşım." dememle anında dediklerimin onun yaptığı hal ve hareketler için söylediğini anladığı anda kızarıp bozardı ve sertçe nefes alıp verirken büyük bir nefretin izleriyle beni izledi.

 

" Her şeyi kendin yapmak isteyecek kadar bencil ve şımarıksın. "demesiyle anında onun bu söylemini başka bir şekilde yorumladım.

 

" Ben öyle demezdim. 'Her şeyi göze almak pahasına her yolu deneyen bu uğurda her tehlikeyi göze alan biri olduğumu söylerdim ben kendim için.' Ama işte siz uzaktan bir göz olarak yanlış görüp yanlış değerlendirme yapmışsınız. Yaşınıza veriyorum kusurunuzu. "demiş sert bir sesle ve bakışlarım anında ondan uzaklaşıp hemen önüme dönmüş ve kimsenin gerekli uyarıyı yapmasına izin vermeden kendi kendimi susturmuş ve konuyu her iki taraf için kapatmıştım.

 

" Hâlâ aranızda bu didişmeler devam ediyor bazı şeylerin hiç değişmemiş olması güzel." demesiyle Lord Yelit o an içimden kendi kendime konuşup durmuştum.

 

Keşke bazı şeylerde değişseydi de bende bu kadar zorlamış olmasaydım!

 

"Ah babam ve Emira arasında bu tuhaf ilişki ne zamana kadar devam edecek bilmiyorum." demesiyle Süreyya hanım o anda hemen konuşup cevap vermiştim ama benimle birlikte Turul bey de konuşmuştu.

 

"Hiçbir zaman." demişti Turul bey bunun değişmeyecek olmasının verdiği rahatlıkla.

 

"Sonsuza kadar!" demiştim büyük bir kararlılık içerisinde.

 

"Ne de güzel anlaşıyorlar." demişti Arın hoca bunu şakaya vururken. O anda ona öyle bir ifadeyle kalmıştım ki bunu dediğine bin pişman olmuştu anında.

 

"Neyse bırakalım gerginliği ve herkes yemeğini yemeye devam etsin." diye gerekli uyarıyı yapınca Süreyya hanım anında uzunluğundadır bir sessizlik bizleri ele geçirdi.

 

O an pür dikkat beni izleyen bakışlar rahatça masada oturmamı engelliyordu. Ahrar öyle kitlenmiş bir şekilde beni izliyor ki bakışlarım etrafa bile çevrilmeden önümde bulunan yemekleri inceliyordu sanki daha önce hiç görmemiş gibi. Eğer bakışlarımı ona diksem ve o an ona uzun uzadıya baksam verdiğim karardan dönecektim. İşte sırf bu yüzden onu yok sayarak bu üzerimdeki ağırlığı ve kararsızlığın yok edene kadar ondan ve onun bakışlarından uzak kalmamız lazım.

 

Her ne kadar ona bakmamı istese de deli bir arzuyla, bakmadığım her an bana olan kızgınlığını hissediyorum. Acaba Lord Yelit ona her şeyi bildiğimi anlattı mı? Umarım anlatmadı! Bari bu geceye kadar beklesin sonrasında ben zaten kendimi bu olana hazırlamış olacağım zaten. Yemeklere dokunmamam masada bulunan herkesin dikkatini çoktan çekmiş ama kimse bu konu hakkında bana en ufak bir şey söylemeye kalkmamıştı.

 

Sessizliğim yemek sonuna kadar devam etti. Ta ki Lord Yelit 'in sözlerine kadar.

 

"Yeni geldim biliyorum ama birkaç gün kule dışında yapmam gereken işler var." demesiyle Lord Yelit, masadakilere herkes neden işlerinizi ertelemiyorsunuz demişti. "Ah aciliyeti olan şeyler. Zaten yalnız olamayacağım ki yanımda iki kişi daha olacak." demesiyle Lord Yelit anında içimden umarım bunlar arasında Turul bey de vardır geçmişti.

 

Biraz kafamı dinlerim onun yokluğunda. Hem bu adam neden hiç kuleden ayrılmıyordu? Babasının yanına gitmeyi düşünmüyor şu? Gitse ne güzel olurdu. Bir müddet kafamı dinler daha sağlıklı kararlar vermek için bana bolca ortam ve zaman olmuş olurdu.

 

"Ah kimleri yanınızda götürmeyi düşünüyorsunuz?" diyince Arın hoca anında ona sorulan soruyu çok rahatça, basit bir şeyden bahsedercesine cevaplamıştı Lord Yelit.

 

"Yanımda Ahrar ve Emira 'yı götürmek istiyorum." dediğinde anında hemen başımı sola çevirdim ve ona şok olmuş bir şekilde baktım.

 

Ben ne alaka? Çok istiyorsa başka bir zaman beraber ama ikimiz bir yerlere giderdik ama şu an şu zamanda olacak şey mi? Hem benim işlerim var. Eminim verdiğim karar hoşuna gitmemiş ve hundk dolayı aklım karışsın diye beni ve Ahrar 'ı tek başımıza olacağımız bir yere götürmem gibi planları var ama bu isteğini yerine getirmek istemiyorum. Ahrar' ın sessiz oluşu sanki bu denilen şeyden haberdar hissi yarattı bende. Anında karşı çıkmak için çoktan konuştum.

 

"Başka bir zamanda size eşlik etsem? Şu an yapmam gereken bazı şeyler varda." demem hiç onun kararını etkiler mi? Hiç etkilemedi !

 

"Bu sorun yaratacak bir şey değil ki. Orada da işlerini yapabilirsin. Ben zaten Ahrar 'la orada yapmam gereken şeyleri yaparken sende orada zaman geçirir biraz olsun başka yerde bulunman sana iyi gelir diye bunu istiyorum. Onun için ne kadar itiraz erden nafile bana eşlik edeceksin bir kere. "demesiyle anında ona itiraz etme yollarımı tıkadı.

 

Ah Lord Yelit canı istediğinde nasılda huysuz bir ihtiyar olabiliyor. Bıkkın bir nefes verip sessizce peki dercesine başımı salladım. Hah sanki oraya gelsem beni bulacaklar. Ortalıktan nasıl kayboluyorum görecek hem Lord Yelit hemde Ahrar. İstediği şeye ne Lord Yelit ne de Ahrar ulaşacak. Çünkü verdiğim karardan dönmemek uğuruna her şeyi göze alacağım. Buna her şey dahil bir şekilde.

 

Yemek yendikten sonra odama gitmiştim. Sonrasında zaten Lord Yelit 'in isteği uğruna çalışan kız tarafında odamdan çıkarılmış ve ön bahçeye çağrılmıştım. Bahçeye geldiğim anda Ahrar' ı ve Lord Yelit 'i bahçede bulmuştum.

 

Ne yani şimdi hemen mi gideceğiz? Bu ne acele!

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

Lord Yelit' in yanına geldiğim anda bana hemen yola çıkmamız gerekiyor demişti. Bende her ne kadar istemesem de el mecbur kalmış ve sessizce olana boyun eğip Lord Yelit 'in bir anda daha söylemeden bulunduğunuz mekanın değiştirmesine seyirci kalmıştım. Geldiğimiz yere bir göz atmak için bakışlarımı etrafa çevirdim. Ve bir anda kendimi küçük bir kasabanın girişinde olduğumu fark ettim.

 

"Burası neresi?" dememle bana sırtı dönük olan Lord Yelit bir anda ilerlemeye başladı. Beni görmezden mi geliyor?

 

Sorumu yanıtlamadığı için olduğum yerden isteksiz adımlarla Lord Yelit 'i takip ettim. Ahrar zaten canına minnet anında o da Lord Yelit' le yan yana ilerliyordu. Bu iki adam beni gerisinde bırakıp ilerlerken bense bir yandan onları takip ediyor bir yandan da girmek üzere olduğum kasabaya isten bakıyor neden burada olduğumu anlamayan çalışıyordum.

 

"Bu küçük kasada ne işin var Prenses?" diye Ölü Ruh anında zihnimin içerisinde belirip neden burada olduğumu sorguladığı anda çatık kaşlarımla etrafta bulunan yeni yeni fark ettiğimin kişileri incelemeye başladım.

 

"Nerede olduğumu bilmiyorum. Sen biliyorsan aydınlat beni lütfen." demiş ve önümdeki çamurlu, yer yer su birikintisi bulunan toprak zeminde ilerlemeye çalışıyordum.

 

"Eski küçük bir kasaba burası. Bildiğim kadarıyla Lord Yelit 'in doğup büyüdüğü yer olması lazım." dedikten sonra yavaşça bakışlarımı kısıp Lord Yelit' in bana dönük olan sırtına bakışlarımı çektim. Her nedense buraya geldiğimiz andan beri çok garip davranıyordu acaba sebebi buraya gelmiş olması mı?

 

" Buraya gelmemi isteyen Lord Yelit 'ti. Bende onu kıramadım ve paşa paşa buraya geldim. Sence neden beni buraya getirdi bir şey biliyor musun? demiş ve önümde ilerleyen ikiliye bakıp durmuştum. Hâlâ beni yok sayıp kendi aralarında konuşup duruyorlardı. Bir anda aklıma bundan önce yaşananlar geldiği anda pat diye tekrar konuştum Ölü Ruh daha konuşmadan. "Hem bu arada sen neden bana Lord Yelit aracılığıyla benim karşıma çıktığını söylemedin." dedim bir de aklıma takılan beni içten içe yiyen merakla.

 

Ölü Ruh kısa bir müddet susmuş sonrasında cevap vermişti soruma.

 

"Çünkü onlar aracılığıyla seninle iletişim kurdum desem bana güvenmez ve sonrasında yanımda kendini rahat hissetmezdin. Daima birileri tarafından neler yapıp yapmadığın öğreniliyor düşüncesi içerisinde olurdun. Bu seni bir süre sonra sıkar ve benden bağlarını koparıp dururdun. "demesiyle bu yönden bakıp bu kadar ince düşünmesini beklemiyordum.

 

" Çünkü birilerinin gözetiminde bulunmak pek bana göre değil. Kendimi rahatsız hissediyorum. Onun için bu dediklerini yapardım. Hem Lord Yelit ilk zamanlarda benimle pek iletişim kurmak istemediğini sonrasında kişiliğimi tanımaya başladığın anda bana farklı bir hisle yaklaştın. Kendini bana yakın gördün değil mi? Onu için sonrasında gelip durdun? "demiştim şimdi daha soyut bir şekilde olayları yorumlarken.

 

" Evet doğru. Çünkü seninde Esila 'dan bir farkın olmadığını düşünüyordum. Ama öyle olmadığını gördüm. Bunu düşünmem çok normal aslında çünkü kolyenin sunduğu güç insanın gözünü karartıyor. Ve güç delisi oluyor insan zamanla." dedi sakin cümleleri ardından.

 

" Bu zamana kadar hırslarım kimseye zarar vermedi. Sadece her zaman kendim için en iyisini ama en zorlayan kararları hayatımda bulundurdum. Çünkü amacım nereye kadar gidebildiğimdi. "demiş ve Lord Yelit 'in arkasından sola sapıp önüme çıkan uzun dar eğri büğrü yolda ilerlemeye devam etmiştim.

 

Kendi aralarında konuşuyorlardı ve nedense sesleri bana ulaşmıyor sadece fısıltıdan ibaret oluyordu. Sıkıla sıkıla onları takip etmiş ve bulunduğumuz eski yapılarda bulunan evlerin yanından geçip bize bakan insanların varlığını yok saymıştık.

 

Sonrasında önümüzde beliren geniş bir arazi içerisinde bulunan tek katlı ev dikkatimi çekmişti . Sanki bu ev buradaki herkesten soyutlanmış ve tek başına bir liderlik kurar gibi kendi yalnızlığında yeni bir yaşam sunmuştu kendine.

 

"Zaten seni gerçek anlamda tanıdığım anda senin çok farklı olduğumu anladım Prenses. Sonrasını biliyorsun zaten." demiş ve hemen sonrasında ortadan yok olmuştu.

 

Ölü Ruh gittikten sonra bende önümdeki iki adama yaklaşıp hemen yanlarında yerimi almış ve sessizce ikisiyle birlikte aynı anda geniş araziye geçiş yapıp bizden biraz ötede bulunan eve doğru sessizce ilerlemeye başlamıştık.

 

"Burası sizin yaşadığınız yer mi?" demiştim sakin bir sesle. Sesimi duyan Lord Yelit anında bakışları saniyeler içerisinde beni bulmuş ve gözlerimin en derinliklerine bakarken bunu hiç konuşmasan bakışlarıyla bana yansıtmıştı.

 

"Güzel bir yer." demiş ve bakışlarımı ondan çekip önüme döndürüp kaldığım yerden sessizce yürümeye devam etmiştim.

 

Tek katlı evin kapısının önüne vardığımızda anda Lord Yelit kapıya dokunmadan güçlerini kullanarak kilitli olan kapıyı açmış ve içeri girmemizi beklemişti. İçeriye ilk giren ben olmuştum. İçeri girdiğimde beni yoğun bir çiçek kokusu karşılamıştı.

 

İçerisinde daha önce kokusunu bilmediğim bir çiçek demetinin tam ileride bulunan küçük yuvarlak bir masanın üzerinde olduğunu görmüştüm. İçeriye girince beni geniş bir hol karşılamıştı. Holde üç kapı bulunuyordu. Biri görebildiğim kadarıyla mutfak kapıydı. Diğer iki kapıdan biri bir odanın kapısıydı. Diğeri ise oturma odası olmalıydı.

 

Ben girdikten hemen sonra Ahrar 'da içeri girmişti. Ama Lord Yelit içeri girmemiş ve bir anda bir işi çıktığını kısa bir süre sonra geleceğini söylemişti. Anında ortadan kaybolunca ben daha konuşmadan gitmişti. Burada kalmak istemediğimi bile dile getirmemiştim.

 

Ahrar' la holün ortasında tek başımıza kalınca onu yok sayıp anında kendimizi önüme çıkan kapıdan içeri atmıştım. Zaten hemen sonrasında kendisi de olduğum yere gelmişti.

 

Ben adamdan kaçıyorum adam burnumun dibinde bitiyor. Anlamadım gitti bu işi. Ben oturma odasında bulduğum tekli koltuğa geçip otururken Ahrar olduğu yerde ayakta dikilip o koca bedenini gözlerimin önünden çekmiyordu. Yani geçip otursa daha iyi olmaz mı? Ne diye can almaya gelen azrail gibi tepemde bulunuyordu? Sanki biraz sonra canımı alacak gibi bir hali vardı.

 

Ben onu yok saydıkça o olduğu yerde daha çok rahatsız oluyor ve bu durumdan ne kadar hoşlanmadığını hal ve hareketlerine yansıtıp duruyordu. Sonunda pes etmiş olmalı ki bir anda benim gibi tekli koltuğa geçip oturdu.

 

"Ne oldu?" demesiyle Ahrar kaşlarımı çattım.

 

Ne olmuştu ki?

 

"Neden beni yok sayıyorsun? Neden ben yokmuşum gibi davranıyorsun akşam yemeğinden beri ? Ne oldu bir anda sana? Bir şey mi yaptım seni rahatsız edecek?" demesiyle Ahrar göğsüm sıkıştı. Onu bu soruya itmiş olmam canımı sıktı.

 

Nasıl diyebilirim senden ötürü değil bu halim. Benden ötürü. Sırf verdiğim kararı yok saymamak için bunca uğraşım. Bu konuda bile kendini suçlu bulması ona yaşattığım hislerdi. O kadar mı bunu dikkate almayıp her sorunu kendinde bulmasını sağlamıştım. Ama suçlu olsam bile bunu bile isteye yapmış değildim ki. Ben sadece bana sunulan gerçeğe kendimi kurgulamış, ona göre hayatımı yaşamıştım. Derin bir nefes alıp onu bu düşünce bataklığıdan çekip almak istedim.

 

"Beni rahatsız edecek hiçbir şey yapmadın. Hem bu benim her zamanki halim." dememle Ahrar hayır değil dercesine başını iki yana salladı.

 

"Hayır Emira." dedi oturduğu koltukta öne doğru eğilip. "Sen bana hep kızgın bakarsın ama şu an bakışlarında başka bir anlam var ve bu kendimi tuhaf hissetmeme neden oluyor. Sebebi ne söyler misin? Eğer hatalı bensem bunu düzeltmeme izin ver." demesiyle bakışlarımı ondan çektim ve hiçbir şey belli etmemek için kendimi tuttum.

 

Eminim ki Lord Yelit aslında açıklamayı bana bıraktı. Bende Ahrar 'ın gerçekleri bildiğimi duymasını istiyor. Ama ona bunu söyleyemem ve bunun için sonradan ölesiye pişman olacağım.

 

Ama bu çaresizliğimden almış olduğunuz bir karar. Ahrar belki de onu seçmemi ve beraber hareket etmemizi istiyor ama ona bir şey olma korkusu beni mahveder ve onu olabildiğince uzak tutacağım diğer herkes gibi. Çünkü bu savaş onları kapsamıyor ki. Dani ve Esila beni yok etmem istiyor. Diğerlerini değil.

 

"Dediğim gibi hiçbir şey yok. Kendini bu yüzden suçlu hissetmesen iyi olur." soğuk sesim hissiz bakışlarım onu daha fazla geriyor ve sıkıntıya sokuyordu.

 

Ahrar gergince arkasına yaslandı ve dediğin gibi olsun dercesine bana bir bakış atıp sessizce beni izlemeye başladı olduğu yerde. Bakışlarının değdiği yerde olmak daha fazla beni nefessizliğe itiyordu. Olduğu yerden pat diye kalkıp onun olmadığı bir yere geçmeyi düşündü. Bu sayede daha iyi sindireceğim olanı.

 

Oturma odasından çıktığım gibi adımlarımı kapalı olan kapıya doğru yönlendirdim ve kapıyı açıp hemen içeri girdikten sonra ardımdan kapıyı kilitledim. İçeri girdiğimde içinde bulunduğum oda küçük bir yatak odasıydı ama bu öyle sandığınız gibi normal bir yatak odası değildi.

 

Yerde bulunan eskimiş bir sedir yatak ve hemen yanında üst üste atılmış bazıları devrilmiş yığınla kitaplarıma bulunuyordu. Öyle ki burayı gören bir kitap kurdunun odası olduğunu anlardı kolayca. Ve bu odanın Lord Yelit 'e ait olduğunu düşünmek çok kolaydı.

 

Olduğum yerden sedir yatağa doğru ilerledim ve hemen üzerine oturduğum gibi yerde bulunan kitaplara isten bir bakış attıktan hemen sonra gelişi güzel birini seçip içerisine bakmayan başladım.

 

Böylelikle az da olsa bir şekilde kafamı dağıtmak için kendime bir sebep buldum. Ta ki Lord Yelit buraya geri dönene kadar.

 

İki saat sonra....

 

Odada geçirdiğim zaman müddetçe Ahrar hiç gelip konuşmamıştı benimle. Bu süre içerisinde sessizce olduğu yerde bulunduğunuz düşünüyorum çünkü herhangi bir adım sesleri duymamıştım. Keza adam büyücü belki de güçleriyle oradan oraya gidip geliyor bilmiyor olabilirdim ama şu anlık bir ses yoktu.

 

Bende zaten burada bulunduğum süre içerisinde çok şey öğrenmiştim. Küçük ama işe yarar bilgiler. Daha önce gündelik hayat içerisinde adını duymadığım ama kullanılan birçok büyüyü bu kitaplardan öğrenmiştim. Hatta bir ara kitaplar içerisinde bir kadın çizimi görmüştüm. Yani Loya hanıma benzetmiştim. Sanırım Lord Yelit o zamanlar onun resmini çizmiş olmalı. Resimde yetenekli olduğunu bilmiyordum bu çizimi görene kadar.

 

Bir anda içeriden bir şeylerin düşme sesini duyunca tüm odağım oraya kaydı. Ses tam odanın diğer tarafında bulunan mutfaktan gelmişti. Ahrar mıydı acaba bu sesi çıkaran? Bu adamın mutfakta ne işi vardı? Bildiğim kadarıyla hiç mutfakta bulunacak biri değil ki daha çok kütüphanede bulunan biri.

 

Onun tek sevdiği mekan dört duvar arasında olan kitaplarının bulunduğu kütüphanesi. Olduğum yerde merakla seslere odaklandım. Tam bir harekete geçecektim ki bir anda etrafımda bir küçük meltem esince anında bakışlarımı kısıp olan şeyi anlamaya başladım.

 

"Emira?"diye bir anda zihin bağından ses duyunca bu sesin Victoria 'ya ait olduğunu anladım." Neredesin? Kuleye geldim yoktun? Lord Yelit' te gelmiş. Nereye kayboldun? "üst üste sorduğu sorular ardından yavaşça zihin bağından cevap verdim sorusuna.

 

" Şu an Lord Yelit 'e ait olan bir yerdeyim. Beni buraya o getirdi. Bir anda bende onun geldiği haberiyle yüzleştim. Ve çok şey öğrendim. Sana gelince anlatacağım. "demiş ve sustuktan sonra Victoria cevap vermekte gecikmemişti.

 

" Ne anlatacaksın ki? Kötü bir şey yok değil mi? "diye sorunca hayır demiş ve yüz yüze anlatamam gerektiğini söylerken sonrasında hemen konuşmayı kesmiştim.

 

Bir anda tekrar ses duyunca tamamen sese odaklandım ve olduğum yerden kalkıp odadan çıkmaya hazırlandım. Oradan çıkınca yavaşça kafamı mutfağın olduğu yere doğru uzattım ve sesleri daha yakından duymak adına ses çıkarmamaya çalıştım. Bir şeyler yapıyordu ve ara sıra homurtuları kulağıma ulaşıyordu. Ne işle ilgileniyor bu adam? Yemek yapacağını düşünmüyorum. Ahrar pek kendine yemek yapacaksın biri değil. Daha çok yapılan yemeği iştahla yiyen tiplerden.

 

Sessizce mutfağın kapısına kadar adımladım ve başını küçük bir açıyla içeri uzatınca Ahrar 'ın mutfakta bulunan küçük yemek yapılmak için bulunan şöminenin önünde yemek kazanına bir şeyler koyup durduğunu gördüm. Yemek mi yapıyordu sahiden? Şaşırdım doğrusu. Beklenmedik bir şeydi bu Ahrar' dan. Küçük kazanın altında bulunan yanan odunları yeniliyor, ateşi daha çok arttırıyordu. Kazanın içerisinde bulunan yemeği karıştırırken bir yandan da başka malzemeleri kazana koyup duruyordu.

 

Onu dikkatle izlediğim anda her şeyi yanlış yaptığını fark ettim. Yemek hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Ateşe o kadar odun atıp duruyordu ki yemeğin çoktan dibi tutmuş olabilirdi. Bir ara kazanı olduğu yerden kaldırıp yere bıraktı ve sonrasında odun sayısını daha fazla arttırdı. Bu adam sanki yemek yapmıyor, mutfağı ısıtıyor gibi bir hali vardı. Yavaşça olduğu yerden içeri girdim ses çıkarmadan ve sırtı bana dönükken bir anda sessiz ortamda uyarım çınladı.

 

"Yanlış yapıyorsun!" dediğim anda Ahrar o an kasıldı ve sanki ben yokmuşum gibi beni duymamış gibi yaptı sonrasında hafifçe yerde bulunan kazana eğildi ve onu kavradı.

 

Elinde tuttuğu yemeği yanmakta bulunan odunların üstünde bulunan apartın üstüne bıraktı ve o anda bana küstah bir bakış atıp hiç dediklerimi dikkate almamış ve her şeye vakıfmış gibi oralı olmadı. Eline aldığı kaşığı yemeğin içerisine daldırdı ve yemeği karıştırmaya başladı. O kadar ateşi harlamıştı ki ateş yemeği çoktan ısıtmış bununla kalmayıp yemek biraz sonra taşacak kıvama gelmişti. Daha önce bu yemeği burada veya başka bir yerde yaparken görmemiştim.

 

Yemek taşmak üzereydi ve o hâlâ ateşe odun atmaya devam ediyordu. Birazdan yemek taşardı. Adam sadece ateşi söndürmemeye odaklanmış gibiydi. Tekrar ona aynı ikazda bulunup artık odun atmayı bırakmasını ima ettim.

 

"Yemek taşacak." dedim. Ahrar 'sa bu cümleden sonra birkaç tane daha odun atınca şömineye birden ateşin üzerinde sabitlenmiş kazanın içinde duran yemek taşma sinyali verdi. Kazanın sınırlarına kadar yemeğin harcı yavaşça yükseliyordu. Ben tam ona doğru atılıp tekrar odunu ateşe atacağı an elinden odunu alacakken geldiğimden beri sürdürdüğü sessizliği bitirdi.

 

"İşime karışma Emira!" diye çıkışınca ona gözlerimi devirdinim ve yavaşça ondan uzaklaşıp solumda duran duvara doğru ilerledim ve omzumu duvara yasladım. Bakışlarım biraz sonra olacak olayı beklercesine sabırsızdı. Dediğime gelecekti.

 

Birkaç saniye içinde dediğim şeyde gerçekleşti. Ve bir anda onun homurtuları mutfağı doldurdu. Dediğim gibi yemek taşacaktı. Beni dinlemiş olsaydı bu başına gelemezdi. Yemek taştığı gibi hemen ateşe döküldü ve odunların bir kısmı yavaşça söndü. Sonrasında yemeğin yanık kokusu mutfağa dolmaya başladı.

 

Yemek yapmayı bilmiyorsa ne diye yemek yapmaya çalışıyor ki? Bunu büyüyle yapsaydı ya? Olduğum yerden ayrılırken Ahrar 'ın olduğu yerden kalkıp uzaklaşıp dağılan ortalığı nasıl çaresizce toplayacağını kendi kendine sorduğunu duymuştum sonrasında ben oturma odasına geçtim ve mutfaktan gelen sesleri yok sayıp başımı koltuğun kopçasına yasladım.

 

Bir ara tam uykuya dalacağım anda adım sesleri duymamla Ahrar 'ın elinde tuttuğu tepsiyle bana doğru geldiğini gördüm. Nasıl yani tüm o uğraşı ben yemek yiyeyim diye miydi? Onda mı huysuzluk çıkarıp durdu? Benim için bunu yapmak istemişti ama başaramadığı anda kendine mi aslında kızıp duruyordu? Ben kendi için yaptığını düşünmüştüm.

 

Bakışlarımdaki şaşkınlığını görünce bunu bekememem onun hoşuna gitmişti. Anında önümde büyüyle beliren küçük bir masanın üzerine elinde bulunan tepsiyi koyup geriye doğru gitti. Bende hâlâ şapşalca önümde bulunan tepsiye bakıyordum. Sonrasında bakışlarımı ona çıkardım.

 

"Bu benim için mi?" dediğim anda başka kimin için dercesine bakmıştı. "Ben kendine yaptığını düşündüm." demiştim hâlâ şaşkınlık izlerini saklayan ses tonuyla.

 

"Senin için yaptım. Kendim için bu kadar uğraşmam. Bir büyüyle bunu hemen hallederim ama senin için yaparken basit bir yöntemle değil kendim yapmış olduğum yemeği sana getirmek istedim. Kabul yaparken biraz zorlandım ama sonunda yapabilirdim. Biraz uzun sürse de sonunda bitti. "dediği anda dudaklarım minnetle gülümsedi.

 

" Teşekkür ederim. "dedim.

 

" Etme gerek yok. Bunları sen teşekkür et diye yapmıyorum ki. Sen iyi ol, bir sıkıntın olmasın diye. Seni düşündüğüm için. "demiş sonrasında lacivert harelerine büyük bir sıkıntı yerleşmişti. Sanki biraz sonra dile getireceği şeylerden rahatsız oluyormuş gibi." Çoğu zaman fark ediyor musun bilmiyorum ama öğünlerini çok atlatıp duruyorsun. Sağlığına zarar veriyorsun. Lütfen kendini göz ardı etme. Kendin için olmazsa bile çevrende bulunanlar için bunu yap." dediğinde bunu fark etmiş olması konuşma şefkimi kırmıştı. Ben bunu bazen unutuyorum. Aklıma çok aç olmasam bazen yemek yemek gelmiyor. Bile isteye yapmıyorum ki. Sadece yaptıklarım ve yaşayacaklarım bunu yaptırıyor.

 

" Farkında olmuyorum." diye kısaca yanıtladığım an başını tahmin etmiştim dercesine iki yana salladı usulca. "Hem çok zor şartlar altındayız." dedim bir baheneye sığınarak, sert cümlelerinden kaçmak içindi bir uğraşım.

 

"Herkes zor şartlar altında ama senin yaptığını yapmıyor kimse Emira." diye beni gerçeğe çekerek, bu yönden bakmamı ısrar eden bir sesle.

 

Lacivert harelere kısaca bakıp sanki her an üzerime doğrultulan silah ateş açacakmış gibi gergin ve çaresizlik içerisinde bulunuyordum. Başka bir yöne çekmek için bir şeyler düşünmeye çalışacağım anda Ahrar olduğu yerden kalktı ve bir anda karşımdaki alana gelip tepsiyi koyduğu yerde aldığı gibi hemen küçük masaya kendisi oturup tepsiyi dizlerinin üstüne bıraktı.

 

"Ne yapıyorsun?"dedim bir anda olan biteni anlamayan kafa karışıklığı içerisinde. Ahrar tepsinin içerisinde bulunan kaşığı aldı ve parmaklarıyla onu kavrayıp hemen yemeğe daldırıp sonrasında kaşığı bana doğru uzattı.

 

" Yemek yememek için direniyorsun. Bende senin yemek yemen için teşvik ediyorum." diyince ağzımı açıp konuşacağım anda birden kaşığı ağızmdan içeri daldırdı.

 

Bir anda ağzıma girince yemek dudaklarımla yemeği ağzımda çiğnerken buldum kendimi. Hızla yemeği çiğneyip yuttuktan sonra tekrar ağzımı açmamla tekrar aynı şeyi yaptı. Ona sinirle bakmış ve bu yaptığı şey yüzünden ona karşı anlamayacağı ama az çok azarlayan bir cümleyle homurtular çıkardığımı anlamıştı.

 

Ahrar bu halime sadece sakin yüz ifadesiyle bakıp durmuştu. Bana yemek yedirdiği için rahatlamıştı. Yemek bitene kadar bana kaşık kaşık yemeği hiç sıkılmadan yedirmiş sonrasında yemek bitince tepsi aniden yok olmuştu ve Ahrar bir anda elinde bulunan ne olduğunu bilmediğim bir içeceği bana uzatırken görmüştüm.

 

Ben daha bu ne demeden o konuşmuştu.

 

"Bu genel olarak kendim için kullandığımız bir içecek. Daha çok yorgun ve yemek yemediğim zamanda bana yemeğin vereceği besin değerini veren şeylerden yapılmış bir içecek. Seninde içmeni istiyorum." dediği anda bana uzattığı içeceği parmaklarım usulca kavramış ve sonrasında içeceği küçük yudumlarla içmeye başlamıştım.

 

İçeceği bitirmeme ramak kala Ahrar 'ın yoğun bakışları altında artık huzursuz olmuştum. Bunun sebebi gerçekleri bildiğimi ona yansıtmamamdı. Ahrar tüm dikkatiyle beni izliyor en ufak bile olsa yaptığım hal ve hareketleri kaçırmamak için bakışlarını benden çekmiyordu.

 

"Bu kadar dikkatli bakmayı kes." diye huysuz bir sesle konuşmam onun yavaşça bana doğru eğilmesini ve elimdeki bardağı alıp gelişi güzel yere bıraktıktan sonra iki eliyle belimin her iki yanına parmaklarını sarmasının ardından söylediğim cümleye karşı içe çekerek konuşmasını sağladı.

 

" Konu sensen Emira asla öylesine bakmam. Bakamam ki." dedi ve gözleri yavaşça acele etmeden yüzümde oyalandı. Sanki yeni görüyormuş gibi yüzümü en ince ayrıntısına kadar izlemeye başladı. "Bendeki izlerini biliyor musun? Bence bilmiyorsun. Çünkü bilseydin kadın bana bunu sormazdın. Ben senden ibaretim. Senin etrafında bulunurken tüm dikkatim sende oluyor her şey benim için önemsiz bir hale geliyor. Sadece sen. Benim için en büyük değeri senin varlığın taşıyor. Sensiz her şey çok gereksiz. Hiçbir şey olmasa bile eksikliğini yaşamam. Bunun farkındayım artık. Sen varsan da yoksan da her şey boş. Ama sen varsan senin yaptığın her şey benim için o kadar anlam içeriyor ki sanki gözümü senden bir dakika bile olsa ayırsam en büyük hatayı yapmış olacağım. "demiş ve anlını anlıma yaslamıştı.

 

O an nefes alamadım ve yaşadığım ani heyecanla olduğum yerde titredim. Bana delice bir tutkuyla bakan bu lacivert harelerin etkisi yüzünden gözlerimi kapatmamak için zor direndim. O an yakınımda olsan ne yapacağımı bilmiyorum. Elim ayağım boşalıyor ve ben saçma sapan şeyler yapmaya kalkışıyorum nedense.

 

Ahrar parmaklarının tutuşunu daha da sıkılaştırdı ve beni kendine usulca çekti. Dizlerim dizleri arasında yer buldu. Alnını alnımdan çekti ve dudakları yer buldu. Yavaşça, tenimi hissetmek istercesine dudaklarını bir müddet orada alnımda tuttu. Bense çoktan gözlerimi yumup bu bana hissettirdiği duyguları tamamıyla yaşamaya çalıştım.

 

"Ne kadar benden kaçmaya çalışırsan çalış sen benden uzağa gidemezsin ki. Sen de benim dana karıştığım gibi bana karıştın. Ben sensiz yaşamdan medet ummuyorsam sende öylesin. Biz yan yanayken yaşamı hissediyoruz. Sen benim kollarım altında dururken tüm kalkanlarını yok ediyorsun. Çünkü biliyorsun sende benimle güvende olduğunu. Bunu söylemesen de yansıtıyorsun ki. Ah güzel kadınım, asi kadınım... "demiş ve bir anda parmakları usulca sırtıma kayıp iki avucunu sırtıma yaslayıp bana sımsıkı sarılmıştı. O anda başımı onun boyun çukuruna saklamış ve orada soluklanmıştım.

 

Ellerim dizlerimin üstünde duruyordu. İkimizin yerine de o sarılıp durduğu için ben sadece sarılışını ve bana verdiği hissi yaşamayı tercih etmiştim.

 

"Bir şey demeyecek misin?" dediği anda boyun çukuruna yaslı olan dudaklarım usulca hayır dercesine homurtular çıkarmış ve Ahrar 'ın içten huzuru yaşadığını yansıtan küçük kahkahası kulaklarıma ulaşmıştı. "Ah ben sesinle ne yapacağım?" diye kendi kendine sormuş ama hemen sonrasında şunları söylemişti. "Daha çok seveceğim. Daha çok yanında yakınında olacağım. Seni her şeyden koruyacağım. Çünkü sen bana aitsin ve her şeyinle benimsin. Senin olduğum gibi." dediğinde o an dudaklarım iki yana kıvrıldı. Acı ve mutluluğun izlerini barındırıyordu.

 

"Benim olduğun gibi..." dedim içimden. Ama bu ona acı veriyordu. Ben ona acı veriyordum.

 

Ahrar buna rağmen beni neden sevmeye devam ediyordu ki? Ben unutması lazımdı. Çünkü bizim bir geleceğimiz yoktu. Onu bu acıyla sınamak istemiyorum. Bir anda yaptığım hatayı fark eder etmez anında onu hızla geriye doğru itip kolları arasından çıkıp onun yanından uzaklaşıp hemen kendimi dışarı attığım gibi koşar adımlarla onun bulunduğu evden uzaklaşmış kendimi sakin kalıp kafamı dinleyeceğim bir yere doğru yönlendirmiştim.

 

Kaçıyorum. Nereye olduğunu bilmeden.

Saklanıyorum. Neyden ve kimden bilmeden. Kanıyorum. Her defasında yaralarımı an be an deşmekten.

Çığlık atıyorum. Çaresizliğimden.

Ağlıyorum. Kendi aptallıklarıma.

Kızıyorum. Yaşamın bana sunduğu bu hayata.

Yanıyorum. Ondan gittiğim her ana.

Gidiyorum. Çünkü elimden gelen tek şey bu olduğu için.

 

Her şeyi arkamdan bırakmak için can atsam da olmuyor. Ben geçmişimi geride bırakamıyorum. Ben geçmişin seslerini susturamıyorum. Ben geçmiş ve geleceğin arasına bir set çekemiyorum. Çünkü bunu yapamam. Ben onca acımı unutup şu anı yaşayamam. Ben bana yapılanları sineye çekip bir köşeye çekilemem.

 

Belki de bu yaptığım şey bana acı verecek ama Ahrar 'ı hayatıma alamam. Onun sevgisini hissedemem. Bunu yaparsam tekrardan başa sarar ve yeni bir oyun kuralı belirlerim ve benim bunun için sürem yok. Her an her şey olabilecekken bir sevgi uğuruna kendimde dahil diğer yaşamları harabeye çeviremem.

 

Bunu göze alacak cesaretim yok ama yaşamımı silip atacak onu yaralayacak cesaretim maalesef var. Ahrar belki şu an anlamayacak ama sonradan neden bizi değilde intikamımı seçtiğimi belki yıllar sonra anlayacak. Ya da anlamayacak. Bilmiyorum ama ona veda mektubu yazacağım.

 

Uzun bir mektub olacak bu her şeyi barındıracak bir yazı olacak. Ahrar 'a çoğu şeyi her şeyiyle anlatacağım bir mektup olacak ve kendi için olmasa da benim için bunu anlayacak. Keza öyle umut ediyorum.

 

Ahrar' ın yanından ayrılıp bu küçük kasabanın dışarısında bulunan bir ormana gelmişti. Bu ormanda küçük bir ağaca yapılmış harabe bir ağaç evi görünce anında oraya tırmanmış ve şu an içinde bulunan eşyalara bakıp duruyordum. Sanırım burası kime aitse çizimden anlıyor.

 

Her yer yaptığı çizim kağıtlarıyla doluydu. En çok çalıştığı şeyler küçük eşyalardan oluşuyordu. Ne görmüşse kağıda aktarmıştı. Bu ağaç evde küçük bir sedir minder ve daire şeklinde olan ağaç kütüğünü buraya getirmiş onu masa niyetine kullanıyordu.

 

Az malzemelere sahipti. Şu an benim kullandığım ürünlere sahip olsa kim bilir nasıl işler ortaya çıkarırdı. Bunu görmek isterdim ama buna zamanım olacağını düşünmüyorum ama onun için bu malzemeleri burada olmasını sağlayacağım ve küçük ressama en sevdiği dünyayı ona sunacağım.

 

Biraz ileride bulunan geniş kendisinin yaptığı belli olan eğri büğrü olan yerde bulunan yüksek rafların üstünde ona epeyce yetecek malzemelerin olmasını sağlamıştım. Sonrasında ağaç evin bir köşesine kaçıp orada öylece oraya sığınıp gecenin çökmesini beklemiştim. Karanlığı seven yanım bir an önce ayın gökyüzüne çıkmasını bekliyordu. Çünkü geceye olan tutkum yıldızları ve ayı görmeyi sabırsızlıkla bekliyordu.

 

Saatlerce burada durmuş ve gece olmasını beklemiştim. Sonunda gece olunca konuşma isteğiyle dolup taşmıştım.

 

"Gecelerin senin için nasıl geçtiğini merak ettim Ölü Ruh?" der demez öylece karanlıkta olduğum için içerisini görmediğim ağaç evin içerisinde öylesine gözlerimi gezdirdiğimde zihnimde onun sesi çınladı.

 

"Geceler benim için acının yoğun çığlıklarını müzikal halinde duyarak geçiyor. Peki senin için nasıl geçiyor Prenses?" dediği yanıtı duyunca anında iç çekip açıkça içimden geçeni dile getirdim.

 

"Pişmanlıklarla ve keşkelerle geçiyor. Bunların ne olduğunu en az benim kadar biliyor olmalısın. Belki de bunları gördüğün içindir benimle bir bağ kurmuş olman olamaz mı?" demiştim başımı ahşap duvara yaslayıp nefes alışlarımın seslerini dinlemeye başladığım an.

 

" Bağ... Belki de aynı şeyleri yaşadığımız içindir. "demesiyle kaşlarım çatıldı. Bu verdiği cevabı hiç ondan duymayı beklemiştim.

 

" Nasıl yani? "demiş ve merakla vereceği ve cevaba odaklanmış bir şekilde sessiz konuşmasını beklemiştim olduğum yerde.

 

" Yaşadığın çoğu yaşadım. Aslında yaşadığımı sandım. Dani 'yi sevdiğini bana söylemişti ve Anna' nın bana ihanet ettiğini düşünmüştüm. Ama öyle olmadığını sonradan anladım. Her şey bir oyunmuş ve bunu sonradan anladım. Aynı senin Ahrar 'ın ihanetinin yalan olduğunu öğrenmen gibi. Ama pek bir şey değişmedi benim için. Yine aynı yerdeydim. Yine aynı kişiydim. "dediğinde o an son kullandığı cümleye odaklandım.' Yine aynı yerdeydim. Yine aynı kişiydim.'

 

Haklı aslında bazen gerçekleri öğrenmek pek bir şey değiştirmiyor ki. Yine aynı hisleri yine aynı yaşamı sürdürüyorsun. Çünkü bunu değiştirmek için çok geç ya da değiştirmek için bir çözümün yok. Ve öylece sadece sindirip kaldığın yerden devam ediyorsun yaşama.

 

"Yaşamlarımızın aynı olması ne avı ama. Seni özleyeceğim Ölü Ruh." dememle aslında neyi kast ettiğimi ve neyin açıklaması olduğunu biliyordu.

 

"Seni özleyeceğim küçüğüm." dedikten sonra yavaşça beni sensizliğin ve karanlığın o boğucu boşluğunda terk edip gitmişti.

 

Ölü Ruh gittiken hemen sonra bende olduğum yerde bir müddet daha durmuştum. Çünkü geri dönmek için cesarete ihtiyacım vardı ve bunu bir türlü elde edemeyince gitmemek için kendime bahaneler yaratıyordum. Her ne kadar başarısız olsamda.

 

Yavaşça artık gitmemem icap ettiği an önünü arkasını düşünmedim ve olduğum yerden ayrılıp zifiri karanlık olan ormandan geldiğim yönden geri gitmeye başladım. Ta ki gideceğim yere kadar yoğun ve insanı tüketen düşüncelerin muhakemesi altında yürümeye devam ettim.

 

Geleceğim yere vardığım anda Ahrar 'ın dışarıda olduğunu ve yanmakta olan bir ateşin önünde sessizce oturduğunu görmüştüm. Neden içeride değildi? Benim geldiğimi hâlâ görmemişti. Yavaşça ona doğru ilerledim. Adım seslerimi duyunca düştüğü sessizlik evreninden çıkmış ve bana bakmıştı. Bakışlarında yatan korkuyu ve endişeli ifadeyi görmek vicdan azabı çekmemi sağlamıştı. Şu saate kadar beni mi merak etmişti?

 

Ona bunu yapmaya hakkım yoktu. Bir anda olduğu için sonrasında yaratacağı sebepleri düşünmeden ona haber vermeden çekip gitmem ve uzun süre gelmemem onun bu hale gelmesine neden olmuştu. Bunun için kendime içten içe kızıp durmuştum. Olduğu yere doğru ilerleyip yanındaki boşluğa geçip oturmuş sonrasında bakışlarımı ona çıkarmadan konuşmuştum.

 

"Özür dilerim öyle çekip gitmem ve sana haber vermemem kötü oldu." demiştim mahçup bir sesle.

 

"Sorun değil ama bunu bir daha yapma. Ne kadar endişe ettiğimi anlatamam." demişti yorgun bir sesle.

 

"Ben —" diyerek cümleye başlamıştım ama devamını getirmedim. Ahrar ise sessizliğimi görmezden gelip devam etti.

 

"Biliyorum senin için zor belki de yanında olmamı istemiyorsun ama ben sensiz nefes alamıyorum." dediği anda Lord Yelit 'in artık her şeyi bildiğimi Ahrar' a belli etmediğini anlamış oldum. Ahrar 'a doğru bakışlarımı çıkardığım anda onun önünde yanmakta olan ateşi izlediğini gördüm. Düşünceleriyle boğuşuyor gibi bir hali vardı. O anda Ahrar' ın gözlerindeki hüzün askıya alınmıştı. Yaşadıklarını artık kabullenip buna ayak uydurmaya çalışıyordu. Biliyorum şu an yapacağım şey çok acımasızca olacaktı ama bunu yapmak zorundayım. Dilimdeki zehir aslında bakışlarımla aynı hissi taşımıyordu.

 

"Ben bu aşka sevgimi ve ruhumu verdim. Ama sen bu ikisini geri dönüşü olmayacak şekilde yok ettin. Ve benden ne istiyorsun ki? Ne yapmamı bekliyorsun affetmemi mi? Sandığın kadar kolay değil bu istediğin şey." der demez Ahrar 'ın omuzları yavaşça düştü ve her zaman kararlı duran bakışları bu sefer bana ne yapacağınk bilmeyen bir ifadeyle bakmaya başladı.

 

Özgüvenli hali yerini çaresizliğin ele geçirdiği bedenle yer değiştirmiş, sanki omuzlarında kocaman bir yük varmış gibi omuzları aşağı inmiş o yükün altında çırpınmaya başlamıştı.

 

Affet beni sevgilim bunu yapmam lazım herkes için en çokta senin için. Çünkü ölümüne sebep olamam.

 

"Ben sana ne desem inanacak değilsin buna artık büsbütün inandım. Ama sadece gerçekleri öğrendiğin günü bekleyeceğim ve o zaman sen bana böyle bakmayacaksın artık." demiş ve başını omzuna doğru yatırıp bana iç çekerek bakmış sonrasında devam etmişti. "Eskisi gibi olacağız yine. Benim yanımda şu an bu ifadeyle değil eskiden baktığın gibi bana bakacaksın." dediğinde bakışlarım ondan yavaşça ateşin olduğu yere çevrildi.

 

"Düşünsenize bu yalana alet olmasaydınız her şey daha farklı olacaktı." dedim ve sonrasını kendim tamamladım. 'Ben daha farklı bir yoldan intikamımı almaya çalışmış olacak ve şu an sizinle şu halde olamayacaktık.'

 

"Hayatın getirdiği şeylere çoğu zaman boyun eğeriz. Bu da ondan biri aslında. Ama sorun değil. Yanımdasın. Yakınımdasın. Bu da şu anlık yeter. Sen bu topraklardan gittiğin an nefes alamadım. Seni göremedim hiçbir yerde. Yoktun ki... Sadece bu güzel yüzünü hayalimde canlandırıp duruyordum. Sonrasında kuleye geldim. Seni biraz daha yakından hissetmek için. Ama bu da yeterli olmadı çünkü sesin, varlığın, kalp atışların benden çok uzaktaydı. Ama odadaki kokunu soluduğum an seni bir anlıkta olsa yanımda sandım ama bu kısa sürdü. Sonrasında Süreyya hanımın geleceğinşn haberini vermesi. O günü unutamam. Saatlerce bu haberi düşünüp durdum. Onun hayali bana hayat ışığı oldu. Sonrasında sen geldin. Ama bakışların benden çok uzaktaydı. Bana bakmıyordun hiç. "dediği anda derin bir iç çekti ve kaslı gövdesi genişçe şişti. Sonra bana baktı ve şunu dedi." Sahiden beni görmek seni rahatsız mı etti o an? "dediği anda onu üzecek olmama rağmen sorusuna yanıt verdim.

 

" Evet seni görmek ilk zamanlarda bana çok ağır geldi. Varlığından kaçmak istedim çünkü seni görmeye o zaman tahammül yoktu. Çünkü ihanetin hisleri hâlâ varlığını koruyordu. Ama sonrasında sizi gördükçe bu değişti. Sizi artık duymamaya görmemeye çalıştım." dedim pürüzlü sesimle. Biraz daha konuşursam ağlayacağım sanırım.

 

" Ondan kuleden hep ayrılıp uzun bir süre sonra gelip duruyordun? "diyince başımı salladım. Tek nedeni bu değil ama bunu söylemem her şeyi anladığımı açığa çıkarırdı. Bakışlarımı gökyüzüne çekip içinden geçen şu cümleyi dile getirdim.

 

" Sizin herkesten saklamak istediğiniz bir yönünüz var fark etmediğiniz kimsenin farkına varmasını istemediğiniz yönünüz." demiş ve sonrasında ilk zamanlarda hep takındığım ifadeyi takınıp konuşmayalım devam ettim. "İşte o yönünüz artık tamamen kimse tarafından keşf edilemeyecek bunun olmasına mani olan sizdiniz. Bu en büyük yanlışınız kendinize bence. "demiş ve ona karşı genel Emira tavrıyla karşılık vermiştim. Ama ben bunu demem rağmen o başka bir yöne çekti ortamın duygularını.

 

" Gözlerim ilk ruhunu gördü ardından bedenini. Seni orada Mera ve Arın hocanın yanında umursamaz bakışlarla etrafa atıp durduğun bakışları görünce orada olmaktan memnun olmadığını anladım. Hatta kendi kendime böyle güzel bir kadının neden asık bir suratla etrafta olan bitene isteksiz ve kayıtsız kaldığını merak ettim. Ama sonradan senin kim olduğunu öğrendim. Ve o an neden o ortamı sıkıcı bulduğunu anlamış oldum. Hâlâ neden bu küçük oyunu kabul edip yalandan kolyenin sahibinin çalışanı olmaya çalıştığını anlamadım?"dediği anda o güne gittim. Ve o an herkese olan soğuk bakışlarım ve bir an önce bitip gitmek için can attığım anı hatırladım.

 

" Aslında bunu önerdiği an Victoria eğlenceli olur sandım ama olmadı. İlk günden pişmandım ama geriye dönüş yoktu. "demiş ve bir anda Ahrar 'ın kurduğu bu atmosferi yıkmak için bir girişimde bulunmak için bir şeyler aramaya koyuldum çünkü benden uzak kalması ve benden ümidi kesmesi lazım bir an önce. Tabii nasıl olacaksa artık bu duyduklarım sonrasında!

 

" Size güvenmemi ve sizi affetmemi istiyorsunuz ya." demiş ve sesimi kırıcı olması adına yönlendirmiştim. "Elimde olsa o ana dönüp her şeyi bu olduğumuz andan farklı olacak şekilde yönlendirmek için elimden geleni yaparım. Bir zemin yıkılırsa o zemin bir daha onarılmaz. Ve bile bile o zemin üzerine çıkıp durman aptallık olur işte sen de benim güvenimi yıkıp geçtin şimdi sana tekrardan bir şans vermemi ve sana güvenmemi istiyorsun. Bu bile bile o yıkık zeminin üzerine çıkmak olur."demiş ve sonrasında Ahrar 'a bakmıştım.

 

Ve o anda yüz ifadesinde her şeyin onun istediği gibi olmayacağını anladığı ifadeyi görmek nefesimi kesmişti. Ahrar başını yavaşça eğip biraz kendine zaman tanıdı ve sonrasında kabullenmişlikle başını aşağı yukarı salladı. Sonrasında yavaşça olduğu yerden ayağa kalktı ve şunları söyledi. Sesindeki acı tınısı, vazgeçmiş bir adamın mağlubiyet sancısı ve kimsesizliği sezdim ses tonunda.

 

"Ben ikimizin arasında olan sevgiyi ver günyüzüne çıkarmaya çalıştığım her an sen onu okyanusun en derinliklerinde yok etmek için elinden geleni yapıyorsun ve benim bunu durdurmaya gücüm maalesef yok. İstediğiniz gibi olsun Emira. Şimdilik senin dediğin gibi olsun. "demiş ve yanımdan usulca çekip gitmişti. Ahrar gittikten sonra onun bıraktığı boşluğa uzun bir süre bakıp sessizce şunları mırıldandım.

 

"İlk defa birinin gidişini seyrettim. Onun gidişi ruhumu kanatarak ölümün kollarına bırakmakla eş değerdi. Sonsuz bir ölümle baş başa kalmaktı. Acıyı sonsuza kadar kabullenmekti onun gidişi. Kalp atışının sonsuza kadar susması demekti. O gitti ve ben yıkıldım. Bir enkazı arkasında bıraktığını bilmeden yanımdan geçip gitti. Sessizce ve çaresizce... "

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

 

Ahrar yanımdan gittikten sonra biraz daha dışarıda kalmış ve sonunda içeri girme kararı zor olsa da almıştım. İçeriye girdikten sonra Ahrar 'ı aramıştım ama onu hiçbir yerde bulamamıştım. Bir anda nereye gitti bu adam? İçerisi loş bir ortamdı.

 

Ahrar çoktan içeride bulunan tüm gaz lambalarını yakmıştı bile. Yavaşça oturma alanına geçip oturma odasında bulunan eski kanepeye geçip cenin pozisyonunda uzanmıştım. Yönüm kapıya dönük bir şekilde bulunuyordu. İki elim sağ yanağımın altındayken öylece boşluğu izliyor ve sessizce zihnimde çınlayıp duran düşünceler yuvasına kulak kesilip duruyordum.

 

Sesli aldığım nefesler yavaşça ciğerlerime sancı veriyor hale gelip duruyordu. Düşünceler silsileleri beni alaşağı ediyor, aldığım kararı bana tekrar tekrar doğruluğunu düşündürüp duruyordu.

 

Hâlâ ikilemde oluşum büyük aptallıktı. Neden bir kere olsun Ahrar konusunda hep aldığım ilk kararı çiğneyen düşüncelere savuşturup duramıyorum ki? Hep mi böyle olacak? Zihnimde verdiğim kararı hep sorgulayıp duracak mıyım?

 

Bir anda ellerimi yanağımın altından çekip hızla sırt üstü uzanıp bakışlarımı eski ve küflenmiş olan tavana çevirdim. Yoğun bir duygu karmaşası yaşıyorum ve bu canımı sıkıyor! Ahrar 'ı geride bırakamayışım beni çıldırtıyor! Yani onun sevgisinin bu kadar beni ele geçirmiş olması, varlığının bendeki o koca etkisi inanılır gibi değil!

 

Sıkıla sıkıla olduğum yerden bir bu yana bir o yana dönüp durmuştum. Gecenin sonuna doğru gözlerime çöken ağırlık beni uykuya çekmişti sonrasında bir alemde varlığım yaşam belirtisi izlerini aramaya koyulmuştu.

 

Soğuk bir su içerisinde olduğumu düşünüyordum ama öyle değildi. Bu soğukluk dışarıda değil benimle gibi hissettiryordu. Sanki bu şey bana ait ama tamamen ben olmayan bir şeydi. İçinde hareket halinde duruyordu. Ve benimle beraber yürüyor,benimle birlikte günleri devrip duruyor, benimle birlikte yara alıp azalıyor, acı çekiyordu.

 

Bu şey de neyin nesiydi? Neydi bu? Bir gölge mi? Ama kimse gölgesini hisstemez. Kimse sadece onda olan, içinde var olanı hissederdi. Peki ben neyi hissediyorum? Ne bu bana kendini belli etmeye çalışan şey? Bir gölge mi yoksa ona benzeyen bir şey mi? Nesin sen?

 

Bir anda zaman algısı değişti ve kendimi gece karanlığında bulmuştum. Hiçbir şey görmüyorum ama her şeyi duyuyor ve hissediyordum. Hissettiğimi düşündüğüm şey neydi? Bana gösterilen şey aslında tam olarak neydi. Ben yine neyi atlatmışım ve şu an neyin farkına varmam isteniliyordu?

 

"Bir yemindi seni bana getiren. Bir yemindi seni bana bağlı kılan."

 

Birden bu sesi duymuştum. Ama sanki bu zihnimin içerisinden değil ta yüreğimin içerisinden kulağıma ulaşmıştı.

 

"Bir yemindi bana güç veren. Bir yemindi beni canlı kılan. Bir yemindi seni bana ait kılan. Beni senden yapan."

 

Tekrar az önceki cümleye benzeyen sesi işitince anlam veremedim aslında tam olarak ne demek istediğini. Ben kiminle iletişime geçiyorum? Bu bir ruh mu? Ya da başka bir şey mi?

 

" Sen nesin ve beni sana bağlı kılan her ne onu bilmek istiyorum. "dememle bir anda nefes alış verişlerim azaldı. Kalbim hızla atmaya, vücuduma akın akın soğuğun girmesine sebebiyet oldu bu ani çıkışım.

 

" Sendin beni parçan yapan, sendin beni anlamaya çalışan. "

 

Tekrar aynı şekilde bilmece gibi konuşunca kafam karışmış bir şekilde etrafımda dönmeye başladım. Bir şey görebilmek adına ama gördüğüm hiçbir şey olmadı. Mekansız bir şeyin bulunmadığı bir yerde duruyordum sanki. O anda birden bulunduğum yerde yavaşça bedenimi sarmalamaya başlayan şeyler oldu.

 

Sanki birden fazla hissiz eller bedenimi çepeçevre kuşatuyordu. Ama işin garip tarafı ben bunu engellemek yerine onların varlığıyla güven hissiyle dolup taşmış olamamdı. Sanki bu her neyse bana iyi hissettiren bir şeydi. Benden bir şeydi. Güven arz eden bir şeydi. Zararı olmayan, koruyan, kollayandı beni etrafımda olup bitenden.

 

"Seni ben, beni sen kıldın. Şimdi garipsiyor musun? Yanlış çok yanlış...." diye uyarmaktan çok hayıflanma şeklinde konuşmasını duyunca tam olarak ikimizi bir kılan şeyin ne olduğunu kavramaya çalışırken tekrar konuşmuştu. Ama o sırada birden fazla hissin parmaklarımın ucundan etrafa doğru yayıldığını hissettim. Sonrasında yavaşça bedenim soğumaya ve üşümeye başladı. Sanki bana ısı veren neyse beni yavaşça yok etmeye çalışıyordu.

 

"Ben seni var erenim. Ben seni yaşatan. Ben seni yok edenim. Benimle ya varsın ya yoksun. Ama benimle varsan tüm güç senledir. Benimle yoksan tüm güç senden ötededir." demiş ve sonrasında tekrar kaybettiğim ısı bana geri dönmüştü. Bu şey tam olarak neydi? Ben anlam vermiş değildim bir türlü.

 

Bilemeden bir varlığı mı kendime hapsettim? Yoksa o taşlardan biri miydi bu konuşan şey? Anlam veremiyorum neyin tam olarak ne olduğuna! Sonra bir anda kendimi havalanırken bulmuş ve sonrasında garip görüntüler görmeye başlamıştım. Bu sanki bildiğim ama aslında tam vakıf olmadığım bir şeydi. Sonrasında bir anda olduğum yerden boşluğa düşmüştüm. Ve bir yere çarpacak olma korkusu yüzünden hemen olduğum yerden korkuyla sıçradığım anda gözlerimi açmayı başarmıştım.

 

Gözlerimi açtığımda birden karşımda bana dönük ve tam yakınımda bulunan Ahrar 'ın endişeli yüzünü görmüştüm. O an olduğum anı idrak etmeye çalıştığım anda en son koltukta uykuya daldığımı anımsadım. Ve sonrasında yavaşça olduğum anı anlamaya çalışırken üzerime örtülü olan örtünün yarısının korkuyla ayağa kalkmamdan ötürü yere serili halde olduğunu fark ettim.

 

"Kötü bir rüya mı gördün?" aniden Ahrar 'ın merak içeren sesini duymamla, sorduğu soruyu idrak etmem zaman aldı. Olduğum yerden yavaşça doğrulup sırtımı koltuğa yasladım ve üzerime örtülü olan örtüyü üzerimden çekip, Ahrar' ın sorusuna yanıt vermeye hazırlandım.

 

" Ben bilmiyorum garip bir şeydi gördüğüm." demiş ve sonrasında aklıma gelen şeyi sormuştum.

 

"Sen nereye gitmiştin?" demiş ve alacağım cevabı kendime gelmeye çalıştığım an içerisinde sessiz kalarak duymayı beklemiştim.

 

"Sadece biraz uzaklaşmak istemiştim." dedi iç çekerek.

 

"Fazla sürmemiş." dedim bir elim ağrıyan alnımı sıvazlarken. Aslında bir ima yapmamıştım. Sadece kısa sürmüştü çünkü ben gecenin sonuna doğru uyuya kalmıştım ama daha sabah olmamıştı ve her yer hâlâ karanlıktı. Ahrar gittiği yerden erken dönmüştü.

 

"Seni burada tek bırakmak içime sinmedi. Geldiğim anda uyuyordun ve üzerine bir şey örtüp, uykum gelmediği için yanındaki yere geçip oturdum. Seni izlemek uyumaktan daha cazip geldi." dediği anda beni sebepsizce izlemenin ona verdiği huzuru ses tonundan anlamış ve garip bir duyguyla dolup taşmıştım.

 

" Peki sence ben uyanık olsam buna izin verir miydim? "diye sorunca hayır dedi başını iki yana sallayarak." O zaman bir daha bunu yapma. "dediğimde amacım onu kendimden uzaklaştırmak için. Ama Ahrar, ona dediğim şeyi umursamazca karşıladı. Pek bu konuda olan uyarımı tınlamadı.

 

" Sevdiğim şeylerden kolayca vazgeçmem ve vazgeçiren şeye de direnirim. "demesiyle sesli bir şekilde yutkundum. Bu adama ne yapsam ne desem boş. Bildiğini yapıyor ve bunu çok normalmiş gibi lanse ediyor. Bu özlediğini sevmediğimi bir kere daha anladım.

 

Ahrar bazen benimle ilgili olan her şeyin sadece ona ait olduğunu ve benim bununla ilgili bir şey deme hakkım olmadığını düşündürüyordu. Bu çok yanlıştı ama Ahrar bunu pek umursuyor gibi değildi.

 

 

 

"Ya bu her iki taraf için de sağlıklı bir karar olursa? Buna rağmen yine direnir misin?" dediğim anda o an kıpırdamadan bana bakmış ve bakışları çehremde gezinip aslında neyi saklamaya çalıştığımı ya da neyden kaçtığımı ifadelerimden anlamaya çalışmış ama ben açık vermediğim için hiçbir şey anlayamamıştı.

 

 

" Her zaman bazı şeyler birileri ya da biri için iyi olmaz ama ya o kişi buna rağmen bunu istiyor olmasına rağmen buna direnmesi kötü mü?" dedi aslında kendi tarafından konuya bakmamı isteyen bir ısrarla, bir çaresizlikle.

 

"Evet kötü çünkü bazı şeyler zamanın derin izleriyle yok olmaya ya da saklanmaya mecbur. Ve bu mecburiyeti göz ardı etmek doğru değil. Bazen fedakârlığı göze almalı kişi sevdiği veya sevdiklerin için. Siz bunu yapmaz mısınız?" dedim ikimizde yanıt vermeyerek sorularla geçiştirmeye çalışıyorduk birbirimizi.

 

" Belki de o fedakarlık bazen hayatlara alınmaması lazımdır. Diğer yaşamlar ne halde olursa olsun. "diyince aslında az çok bazı şeylerin farkında olduğunu anlamış oldum. Sadece ikimiz de bunu sesli bir şekilde dile getirmeyip gizli kapaklı, kaçamak yollarla kendimeze söyleyip duruyorduk.

 

" Böyle bir seçenek ya yoksa. Ya olan seçenek aslında uçuruma çıkıyorsa ve her türlü uçurumdan atlaması lazımsa ama o en acısız şekilde atlama yolları arıyorsa? Bu çabası için onu suçlu bulmak ne kadar doğru? Belki de o son saniyelerini doğru sandığı kararlarla şekillendirmeye çalışıyorsa? Buna rağmen yine de ona engel olunmalı mı? "demiş ve parmaklarımı iç içe geçirip Ahrar 'a kararlı bakışlarımı dikip beni anlamasını beklemiştim. Ama o saniyeler içerisinde yüz ifadesinde birtakım değişkenlikler meydana geldi. Ama en büyük değişkenlik çoktan pes ettiğimi ama bu pes edişin kendi yaşamım için olduğunu anlamasıydı.

 

"Olmayacak." dedi kesinkes bir tavırla. "O uçurumdan atlamayacak buna engel olacak sebepleri elbette bulmanın yolları vardır ve ben bunu bulacağım." demişti sesi bunu yapmak dışında başka bir şeyi bir nedeni olmadığını bariz belli ediyordu. "Neden mi? Çünkü yaşamım bu sebebe bağlı ve ben bu sebebi kaybedemem. Ben nefes almayı bırakamam. Ben hayatı bir noktada terk edemem. Buna iznim yok. Ben o sebebimi göz göre göre kaybedecek kadar bir şey yapmadan duramam. Ve ben bir şeyi yapmak istiyorsam onu bedeli ne olursa olsun yapar ve onu elde ederim. "demiş ve olduğu yerden hızla kalkıp bana ters bir ifadeyle bakıp olduğu yeri terk edip mutfağa doğru ilerlemişti.

 

 

Ahrar olduğum alanı terk ettiği anda yavaşça iki elimle yüzümü sıvazladım.

 

Böyle mi olacak her daim ikimizde birbirimizi imalı sözlerle mi olanı söyleyeceğiz?

 

Çok yaralayıcı olacak ikimiz içinde. Ahrar pes etmemekte kararlı. Bende vazgeçmek konusunda kararlıyım. Bakalım kim kimi canı yanmak pahasına olsa da kendi istediği olsun diye mücadele edip onu yenecek?

 

Kazanan bir taraf olacak. Ahrar ya da ben.

 

Birkaç dakika daha olduğum yerde durduktan sonra olduğum alanı terk edip bahçeye çıkmıştım. Ben çıktığım anda birden Lord Yelit 'i kapının önünde bulmuştum.

 

 

"Geleceğinizi düşünmüyordum." demiştim o anın verdiği şaşkınlıkla. "Ben ve Ahrar' ı buraya terk edip gittiniz sandım." dediğim anda Lord Yelit yavaşça bana arkasını dönüp yavaşça ilerlemeye başladı.

 

"Beni takip et Emria." dedi. Ama ilk kez bu sesle konuşmuştu benimle. Soğuk ve hissiz. O an olduğum yerde bocalamış ve neden bu kadar soğuk bir tavırla bana karşı konuştuğunu anlamaya çalışmıştım.

 

İlk an dediğini yapmakta geciktim ama sonradan onu takip etmeye başlamış ve hemen yanındaki yerimi almıştım.

 

 

"Gerildin. Seninle bu ses tonuyla konuştuğum için mi? Aslında sana kızgınım ama haksız olmadığını bildiğim içinde sessiz kalmaya çalışıyorum. Ama başka bir şey yapman lazım Emira. Bazen olanı bile değiştirmen lazım. Sonunu bildiğin halde o sonu istediğin gibi değiştirmen gereken anlar olabilir. "diyerek Lord Yelit açıkça bana yaptığım şeyi kabul etmediğini ama bunu yaptığım için de bir yanı bana kızgın olmadığını söylüyordu.

 

Ve benden başka bir yol bulmam için çabalamam gerektiğini bariz açıkça ifade ediyordu.

 

 

" Bende bu şeyi yapmak istemiyorum ama tek bulduğum yol bu ve şu an çok az kaldı sizde biliyorsunuz. Her an ikisi de saldırabilir ve benim yeni bir plan yapmak için zamanım ya var ya yok. Ve bu bir olasılık belki de hiç bulamam. Bu bir risk ve ben şu an risk taşıyan her şeyi yok ediyorum. Çünkü bu ana gelmek için çok çabaladım ve bu çabayı boşa harcamak hem büyük aptallık olur hemde büyük bir darbeye maal olur. "dedim acı gerçeği zor bela dile getirip.

 

" Geleceği şekillendiren aslında bizleriz bir yandan. Bazen sonun ne olduğunu bildiğimiz halde çabalamayı bırakmamak lazım. Ve o sonu istediğimiz şekilde eğmeye çalışmak için ise her şeyi yapmamız lazım. "diyen Lord Yelit adım atmayı bırakıp bir anda olduğum yerde başka bir alana geçmemizi sağladı ve mekan değişti.

 

 

O an etrafımı bembeyaz bir ışık huzmesi kapladı ve bir anda bu ışık yok olup yerini anılar silsilesine bıraktı. Ve bu anılar bana ait olan anlardı. Hepsini uzaktan bir gözlemci gibi izliyor ve o ana dışarıdan bir göz olarak bakıyordum. Nasıl göründüğümü nasıl çabaladığımı, neleri nasıl güç bela elde ettiğimi o an anladım. Yaşamımım ne kadar da aslında sıradan gözüküyor ama aslında hiç sıradan değil gibiydi. Çünkü bu sıradanlık benim hislerimle başka bir boyut kazanıyordu.

 

Ağlamalarım, gülümsemelerim, çığlıklarım ve daha nice duyu silsilesini barındıran yaşamım bir su misali akıp geçti gözlerimin önünden. O sırada ben yaşadığım her şeyi başka bir hisle tekrar yaşarken Lord Yelit sadece bana bakıyor ve yüzümden ne düşündüğümü anlamaya çalışıyordu.

 

"Benden tam olarak ne yapmamı istiyorsunuz?" demiştim bakışlarım anılarımı izlerken.

 

"Benim yaptığımı yapmamanı. Kendini feda etmemenş istiyorum." demişti Lord Yelit soruma karşılık.

 

"Neden? Bu doğru olan değil mi?" demiştim.

 

"Her doğru bazen yanlış tercihlerle değiştirilebilir. Neden diyeceksin? Çünkü bir tercihle kendi yaşamından vazgeçip onca yaşamı kurtarmaya çalışıyorsun ama ya aslında kendi yaşamını tercih ederek onca yaşamımı kurtaracaksan? Belki de doğru sandığın şey yanlış olansa. Ya yapmamam gereken şeyi yapman lazımsa? Bunu hiç düşünmedin mi? Ya aslında baştan beri yanlış yoldan ilerlemişsen? Aslında seçmen gereken şey yaşamın ve diğer yaşamalarsa. Bir ölüm bin ölüme bedel değilse. Bir yaşam bin yaşama bedelse. Ya aslında senin yaşamın bizim hayatta olmamızsa. Bunu düşündün mü hiç? "dediği anda sözleri beni darmaduman etti. Nefes alamadım ve o an içerisinde bulunduğum duygu durumu bana çok ağır geldi.

 

" Ya siz sadece başka karar almam için kafamı karıştırmaya çalışıyorsanız? "dedim ve o an Lord Yelit sadece hınzır bir ifadeyle güldü ve bir şey demeden bana sırtını döndüğü anda kendimi bir anda tekrar kapının önünde buldum ama o yanımda yoktu. Lord Yelit tekrardan bilinmezliğe karışmıştı.

 

Ne yapamaya çalıştığını anlamıyorum. Bana doğru olanı değil yanlış olanı mı tercih et diyor? Kendisi gibi kendimi feda etmemin yanlış olduğunu mu dile getiriyor? Ben tam olarak neyi yapmam gerekiyor emin değilken Lord Yelit beni iyiden iyiye darmaduman ediyordu.

 

Ben onca dediği şeyin sağlayacak olduğu tehlike için bir ihtimal peşinden koşamam ve bildiğim yoldan gidip tek zararın bana olacağı yoldan ilerlemeyi tercih etmiştim. Ben çoktan olması gereken şeyi tercih etmiştim. Bunun geri dönüşü yok. Olsaydı büyük bir zarar doğururdu.

 

Belki de bu yanlıştı ama ben yeni bir yoldan ilerlemeyecek kadar yorgun ve isteksizdim. Onca gündür aklımda olanı gerçek kılmak için çabalayacağım. Çünkü insan bazen bildiği bir darbeyi bile bilmediği darbelere tercih edecek kıvamda bulunabilir ve bende o kıvamdayım.

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 06.11.2024 20:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...