70. Bölüm

61-Cinayet Melodisi

Özlem Durmuş
kumsallardagezen12

 

 

『 Anılarım zamana direnip yok olamamak için çabalıyorum. 』

 

 

Acıyı sindirmek için önce kabullenmek gerekir.

Acıyı yok etmek için önce onu yaşamak gerekir.

Acıyı unutmak için önce ona alışmak gerekir.

Acıyı hissetmek için önce onu sahiplenmen gerekir.

Acıyı susturmak için önce zihnini darmaduman etmen gerekir.

Acıyı yok edemez misin? Unutmak için. İzlerini silmek için. Ölmek için. Hissizlikle silinmek için.

Artık bundan sonra sakın arkana bakma Emira. Çünkü bu andan sonra seni eski yaşamına geri döndürecek anın yok oldu. Kalmadı hiç ne zihninde ne de kalbinde . Sen onları unuttun. Sen onları yok saydın. Hiç olmamış gibi hemde.

Kendimden hiçbir zaman şüphe etmedim. Neden mi? Çünkü düşmanlarım beni asla zayıf sanmasın diye. Yıkılmaz bir kalkana sahip olduğumu anlasınlar diye. Ve asla zarar görmeyeceğimi, görsem dahi asla dizlerimin üstüne çöküp yıkıldığım anı görmeyecekler diye. Ben acı içinde nefes alamadığım an bile maskemi her daim gözler önünde tutan biriyim.

Ben acıdan ölecek olsam bile dışarıdan ona bağışıklık göstermiş biri olduğumu yansıtmak için ne güzel rol yapabilirim. Bu benim için aslında alışık olduğum bir şey. Ben hep bunu yaptım. Ben hep bu yola sığındım. Ve öylede olacak her anımda. Söylemediklerim beni kemirse, yok etse dahi susar ve her şeyi sindirmişçesine davranırım ama içten içe yok olmakla burun buruna gelmiş bir haldeyimdir. Böyle geldim böyle gideceğim muhtemelen.

 

'Zihnini yönetirsen gerçeğe yön verirsin.'

 

Çok doğru bir söz aslında. İnsanlar ve zihnindeki düşünceler, yönetim sayesinde başka bir evreye everiliyor. Ve bu sayede ya olması gereken gerçeklik içerisinde oluyor ya da kendi gerçeğini kendisi yaratıyor. Her ikisi de onun yönetilmesi vasıtasıyla gerçekleşmiş oluyor.

 

'İnsanlar tehlikeli değildir asıl tehlikeli olan kötü düşüncelere sahip olan zihinlerdir. '

Tehlike... Bir küçük düşünce içerisinde değişme uğrayıp birden fazla zoru ortaya çıkartıyor. Ve ortaya koca bir kaos çıkıveriyor. Ülkeler, yaşamlar, ruhlar, kalpler, bedenler ; yıkıma uğrayıp, bir anda ortadan yok oluyor. Ve bunlar sadece küçük bir an zihinden geçen düşünceyle oluşuyor.

Tehlikeli düşüncelere sahip insanlarla dolu bu evren.

Tehlikeli sevgilere sahip insanlarla dolu bu evren.

Tehlikeli yaşamlara sahip ruhlara dolu bu evren.

Tehlikeli savaşları başlatacak düşüncelere sahip insanlarla dolu bu evren.

Bu evren en büyük günahları içerisinde bulunduran asrı sahipleniyor.

Lord Yelit 'in son sözleri beni boşluğa çekmişti. O yanımdan gittikten sonra sessizce olduğum yerde öylece dikilmiş ve içimde oluşan acıyı susturmaya çalışmıştım.

Pek başarılı olmasam da zihnim zorbalık yaparak kalbimi susturmaya çalışıyordu. Ve bu kalbime çok ağır geliyordu artık. Bir tarafım bu kadar kararsızken ben nasıl bir bütün olarak kendimi bu savaşa hazırlayacağım ki? Çok imkansız gibi geliyor ve ben bunu sağlamaya çalışıyorum şu an belki de uzun bir zamandır emin değilim.

Uzun zaman öncesinde Esila 'ya söylediğim cümle zihnimde yankılandı.

"Her şeyi kaybetmiş bir insandan korkmalısın. Neden mi? Çünkü yapacaklarının bir sınırı olmadığı gibi her şeyi yapmak konusunda sınırsız bir özgürlüğü de vardır."

Bu cümle aslında bana gerçek kimliğimi değil hangi kimliğe bürünmem gerektiğini bariz gösteriyordu. Ben yapamayacağım. Ben bu dostlarımda dahil verdiğimiz uğraşı mahvetmeyeceğim.

Bir ölümü değil bin ölümü düşünüyorum ve kendimi bu uğurda her darbeye hazırlıyorum. Bu belki doğru ya da değil emin değilim ama olması gerekenin bu olduğunu hissediyorum. Ve ben bu yolumdan geriye ne de başka bir yöne doğru yol alırım. İstikametim en başından beri neyse oradan ilerlemeye devam edeceğim.

Olduğum yerde yavaşça aydınlığa kavuşan dışarının içerisinde durmuşken birden arkamdan bir anda omuzlarıma bir örtünün örtülmesiyle başımı yana çevirdiğim an Ahrar 'ı gördüm.

"Soğukta ne işin var? Kendine hiç iyi bakmamak konusunda ısrarcı olmanı anlamıyorum." diye çocuk sistemiyle beni azarlarken ben omzuma atılan örtüye kollarımı sarıp, sessizce sözlerine devam etmesini bekledim. "Lord Yelit' in az önce yanından gittiğini gördüm." diye soru barındıran cümlesini duyunca o an tüm duygularım yön değiştirdi ve az önceki bana olan naif dokunuşunu izleri yavaşça yok oldu ve onu duymazlıktan gelip açık olan kapıya doğru ilerledim.

"Beni görmemeye ve duymamaya daha ne kadar devam edeceksin? Hiç mi kadın durdurağın yok senin? Bu kadar inatçı olman sadece bana mı yönelik?" diye artık iyiden iyiye hezeyanlarını dile getirmesi sonucunda kapıdan içeriye girip ona arkamı dönüp yoluma devam etmeden hemen önce şu kelimeleri zikrettim.

" Asıl sen hiç mi anlamıyorsun yoksa anlamazlıktan mı geliyorsun? Uzak dur benden Ahrar ve hayatına devam et." demiş ve içeriye girip sertçe kapıyı ayağımın tersiyle kapatmıştım. Ama hemen öncesinde onun kendi kendine konuştuğu cümleyi son anda duymuştum.

 

 

" Asıl sen hiç mi anlamadın sensiz benim için bir hayat olamayacağını!"

 

İçeriye geçtikten sonra omuzumda duran örtüyü gelişi bir yere bırakıp mutfağa geçtim ve kendime ve Ahrar 'a kahvaltı hazırlamaya başladım. On dakika içerisinde mutfakta bulunan malzemelerle kahvaltı hazırlamış ve masaya geçip oturmuştum. O sırada ben kahvaltı hazırlamış mutfakta sessizce beklerken çoktan Ahrar içeriye gelip karşımdaki yerini almıştı. İçeriye girince ilk mutfağa uğramış ve beni gördüğü anda küçük bir bocalama yaşamıştı. Sonra da yavaşça olduğu yerden ayrılıp masaya oturunca da sessizliği devam etmişti.

Ben kendi önümde duran tabağa bir şeyler doldurunca göz ucuyla ona bakınırken hâlâ hareketsizce beni izlediğini görünce sert çıkarmaya çalıştığım sesimle konuşmuştum.

"Ahrar bana bakmak yerine kahvaltı etmeyi düşünür müsün?" dememle bir anda olduğu yerde silkelenip yavaşça benim gibi o da önünde duran tabağa bir şeyler eklemeye başlamıştı.

 

 

Ben yavaştan kahvaltı ederken Ahrar sadece tabağına bir şey eklemiş sonrasında tekrar hareketsizce durmaya başlamıştı.

 

 

" Neden yemiyorsun?" dediğim an Ahrar derin bir nefes alıp iki kolunu masaya yerleştirip yavaşça öne doğru eğilip lacivert harelerini yüzüme çıkarmış, bana anlam vermediğim bir şekilde bakmaya başlamıştı.

 

 

"Keşke hep seninle tek başımıza olsak ve sen bana yemekler hazırlasan ne bileyim başka şeyler yapsak ama ikimiz baş başa olduğumuz anlar çok olsa keşke." demesiyle o an bakışlarımda yatan soğukluk hislerle mücadeleye girdi ve o an ne diyeceğimi bilemedim.

 

 

Ahrar 'sa bu anı tüm hislerine kadar yaşamaya adadı kendini. Şu an huzurlu olduğu aşikardı. Ne yaparsam yapayım o ben yanında olduğum için bile mutlu oluyordu. Şu an ne düşündüğünü az çok hayal edebiliyorum. Bakışlarında geçip giden şeyler ikimiz hakkında olan izlerden ibaretti. Her zaman gergin duran bedeni, hissizlikle sarmalanmış ifadeleri, çehresindeki sert yüz hatları şu an yoktu onun yerine başka, çok tanık olamadığım hislerin ifadesi yer alıyordu.

 

 

Bakışlarım onun dalgın bakışlarına dokundu ve bu istediği şeyi benimde istediğimi ona çok söylemek istedim ama aslında hiç böyle bir daha anımız olmayacağı ihtimalini düşünce ona söyleyemedim.

 

 

Lacivert harelerin bana olan muhtaçlığı nefes almamı zorluyordu. Bensiz yaşayamaz düşüncesi yüzünden çok bariz bir şekilde belli oluyor ve bu kendime olan öfkemi daha da attırıyordı. Ahrar 'ın aslında bana hiç ihanet etmeyip bana olan sevgisinin ona neler yaptırdığını bilmek bana nefes aldırmıyordu.

 

 

Önümdeki puslu yollar beni bilinmezliğe çekip orada hiçbir şey hissetmemek hiçbir umuda kapılmamak için beni zorluyordu. Ben çoktan kaybetmiştim bu aşkın yaşamını.

 

 

Bakışlarımı önüme çekip onun bakışlarını yok saymaya çalıştım.

 

 

Ahrar birden onu yok saydığımı görünce sesli bıkkın bir nefes verdi ama bozuntuya vermeden devam etti kahvaltıya. Zorlanıyor, ona olan bu tavırlarım onun baya canını sıkıyor ama elimde olan bir şey değil ki. Bunu yapmak zorundayım. Hem bizim için hemde diğer herkes için. Çok can yakacak bir işe kalkışmış olabilirim ama bunu yapamam gerek.

 

 

Ahrar 'la kahvaltı faslı sessizce geçmişti. Ben yemeğimi yiyene kadar başımı eğmiş sessizce kahvaltımı ederken Ahrar bir an olsun gözlerini benden çekmemişti. Bunu çok yoğun bir şekilde hissetmiştim. Ama bakışlarımı onunla buluşturmamak için ona dönüp bir kere bile bakmamıştım.

 

 

Sonrasında Ahrar olduğu yerden isteksizce kalkıp gitmiş ve ben mutfakta tek başıma kalmıştım.

 

 

Ahrar 'ın gidişi ardından mutfakta küçük bir temizlik yapıldıktan sonra yapacak başka bir şey kalmadığı için Ahrar' ın şu an bulunduğu oturma odasına doğru yol almıştım. Oturma odasından kafamı içeriye uzattığım anda Ahrar 'ın elinde bulunan bir kitaba pür dikkat kesildiğini ve onunla ilgilendiğini görünce yavaşça sessizce içeriye geçip ondan uzak olan bir alana doğru ilerledim. Yerime oturduktan sonra Ahrar' a çaktırmadan onu izlemeye başladım. Ahrar her ne okuyor bilmiyorum ama önemli olmalı ki beni bile görmüyordu.

 

 

"Adamı yiyecek gibi bakmayı kesmelisin Prenses." diye bir anda Ölü Ruh' un sesi yankı yapınca bakışlarım çatıldı.

 

 

"Yine ne işin var senin zihnimde? Hep böyle olur olmadık anları gelmeyi görev mi biçtin?" diye üst üste konuşup yaptığım şeyin utangaçlığını üzerimden atmaya çalıştım.

 

"Ah seni küçük sevdalı insancık. Bu kadar seviyorsan git yanına." dediğinde aniden sinirden kızarıp bozardım.

 

"Ne saçmalıyorsun sen ya! Ne gitmesi? Yok öyle bir şey." diye yaşadığım utangaçlıktan dolayı saçmalarcasına konuşmuştum.

 

 

"Ah hadi ama adamı gözlerinle yedin bitirdin. Bende seni masum bir şey sanırdım ama değilmişsin. Senin içinde küçük bir kaplan yatıyormuş benim haberim yokmuş." dediğinde aniden tükürüğümü yuttuğum anda birden sertçe öksürmeye başladım. O anda Ahrar bakışlarını kitap sayfasından çekip bana baktı.

 

 

" Ne oldu? "dediğinde hâlâ öksürürken yok bir şey dercesine başımı salladım. O anda gözlerim yaşarmış ve boğazımda yakıcı bir acı yer edinmişti. Nefes almak o anda baya zor hale gelmişti. Elim göğsüme yaslı bir şekilde son kez öksürdüm ve sonrasında sertçe çıkıştım Ölü Ruh 'a.

 

 

"Ya sen ne diyorsun öyle şeyler? Beni neyle itam ediyorsun sen hım söyle bir?" diye yarı kızgın yarı utanç izleri barındıran sesle konuşmuştum.

 

 

"Yani Prenses ben gördüğümü söylüyorum ama sen kabul etmiyorsan bu senin sorunun." demiş ve hiç suçu yokmuş gibi davranınca aniden sinir yüklenmesi bir anda olmuştu bana ve o an bundan nasibini Ahrar 'da almıştı hiçbir suçu olmamasına rağmen.

 

 

"Kes sesini Ölü Ruh sinirlerimi bozma!"demiş ve hemen sonrasında Ahrar' ın bakışları hâlâ benim üzerimde dururken ona da sinirimden üzerine düşen payı vermiştim." Ne bakıyorsun Ahrar bir şey yok dedim ya sana. Sen az önceki gibi beni yok sayıp önünde duran kitaba odaklan!"diye sinirle konuşunca o an jeton yeni düşmüştü. Lanet olsun. Kendi kaleme gol attım aptallar gibi.

 

 

Ahrar 'ın az önce bana yönelik olan tavrının beni rahatsız ettiğini ona da yansıttığım anda Ahrar' ın harelerinde muzır bir ifade yer aldı.

 

" Gülme! "diye hemen tepki verdim. Ama o kıvrılmış dudaklarına rağmen gülmüyorum dediği anda sinirden çığırdım." Sana gülme demiyor muyum? Ne diye gülüyorsun? "demiş ve sinirden kollarımı göğsümde kavuşturup ona ters ters bakmıştım.

 

" Ah Ölü Ruh amacına ulaştın ya alacağın olsun senin. Hain Ruh! "dediğim anda gür bir kahkaha atmış ve oyununu fark etmemden ötürü rolünü yarıda kesmişti." Bilerek yaptın sırf sinirden ne dediğimi bilemeyip, açıkça düşüncelerimi ona söyleyeyim diye değil mi? Sen kimin tarafındasın ben onu anlamadım da? "demiştim.

" Hadi ama ne kızıyorsun ki bence güzel oldu bak şimdi tüm dikkati sende artık. "dediğinde aniden zihnimin içerisinden yüksek sesle konuştum.

" Defol git zihnimden hemen! "

Ölü Ruh son kez kahkaha attıktan sonra gitmişti.

Bende bana bakıp duran Ahrar 'ın bakışları altında sakinleşmek için kendimi teselli edip durmuştum.

Bir süre ben başım eğik bir şekilde dururken birden Ahrar olduğu yerde elinde duran kitabı yanında bulunan eskimiş orta sehpa benzeri yere bırakınca bakışlarımı ona çıkardım. Yüz ifadesi durgun ve huzurluydu.

Sanki şu an çok mutlu olacağı bir an içerisinde duruyor gibi bir hali vardı. Bakışlarında anlam veremediğim ifadeyi çözmeye çalışırken Ahrar ellerini her iki tarafında bulunan koltuğun kenarlarına yerleştirip beni incelemeye başlamış ve sonunda diyeceği cümleyi içerisinde tutmayınca bunu kelimelere dökmüştü.

 

 

"Ne dersen de Emira beni sevdiğini biliyorum. "dedi buğulu gözlerime bakıp bunu durgun bir sesle söylerken. Bir anda bu kelimeyi zikretmesiyle ne yapacağımı bilemedim.

 

 

Nereden çıkmıştı bunu söylemek istemesi? Benim hal ve hareketlerim mi bunu söylemesine sebebiyet verdi acaba? Ama olabildiğince kendimi ondan uzak tutmaya çalışıp onu tersleyip durmuştum. Sessiz kalmayı yarıda kesip ona istediğini değil istemediği bir cevap vermiştim.

 

 

"Ne dersem diyeyim seni sevdiğimi düşüneceksin onun için sadece susuyorum anlamak istediğini anlamaya devam et sen." diye onu terslemiş ve düşündüğü şeyin yanlış olduğunu benim aksini düşündüğümü ima etmiştim.

 

 

Ama maalesef pek inandırıcı olmamıştım. Ahrar sanki yalan söylediğimi anlamış gibi başını yavaşça omzuna doğru eğip, bana hınzırca bakmış , o anda dudakları kıvrılıp sinir edici bir bakışla bana bakmıştı. Göz bebekleri yavaşça büyümüş ve parlak bir ışıltı yer edinmişti.

 

 

"Her daim yalan konusunda pek başarılı olamadın. Belki de tek kusurun budur olamaz mı? Ama bu bile kusursuz muhteşemliğine etkisi olmuyor. Her daim benim için sen eksiksizsin. Benim eksik yanlarımı tamamlayansın sen. Sevgisizliğimi, ruhsuzluğumu, karanlığımı ve daha nice şeyler senin varlığınla tamamlanıyor. Sen benim için eşi benzeri olmayan bir elmassın. Ve ben bu elması kaybetmek asla istemem. Benim tüm zenginliğim o elmas sayesinde. Onu ne pahasına olursa olsun yanımda saklımda tutacağım. "dediği anda ben bir şey diyemeden öylece onun koyu lacivert harelerine baka kalmış ve sessizce duyduklarımı sindirmeye çalışmıştım.

 

 

Bazen öyle bir bakıyor ki kim olduğumu nerede olduğumu unutuyorum. Nefes almak o anlarda çok zor oluyor benim için.

 

 

Ahrar konuştuktan sonra ben bir daha konuşmadan olduğum yerde sessizce durmuştum. Ta ki gitmemiz gerekiyor haberini alana kadar. Ahrar kuleye dönmesi gerektiği için ben onun yanından ayrılıp biraz hasret gidermek adına kardeşimin mezarlığına gitme kararı almıştım. Orada onunla geçirdiğim her an benim için çok anlamlı ve çok derin duygu yüklü geçiyordu.

 

 

Onun varlığı beni tüm kötü hislerden arındırıyordu.

 

 

Hâlâ ölümüne ilk an üzüldüğüm günkü gibiydi. Hâlâ acısını taze tutuyordum sırf onun yaşadığı şeylerin sebebi ben olduğum için. Mezar taşına başımı yaslayıp ona bazı şeylerden bahsediyor, bazen çoğu şeye değinmeden diğer konuya geçip o sanki tam karşımdaymış gibi canını sıkmaktan kaçınıyordum.

 

 

Ona belki defalarca kez Ahrar 'ı anlatmıştım. Ona olan sevgimi, ona olan aşkımı, ona olan acımı, ona olan kırgınlığımı ve daha nice şeyleri anlatıp durmuştum. Ahrar' ı bilmesini istemiştim. Onunla her şeyi paylaşmak istemiştim. Çünkü ona anlatırken kasılmıyorum ve kendimi rahatsız hissetmiyorum bu hislerden bahsederken.

 

 

"Emira?" Bir anda Victoria 'nın sesini duyunca olduğum yerde gerildim. "Neredesin ?" diye tekrar konuştuğu anda olduğum yerden yavaşça ayağa kalkmış ve sesindeki gerçek korku izleri beni endişelendirmişti.

 

 

"Ne oldu Victoria neden sesin gergin geliyor? Bir şey mi oldu kulede?" demiş ve cevap vermesini beklemiştim ama herhangi bir cevap alamamıştım. Ne oldu da birden kaybolup gitti ki?

 

 

Ona birkaç kez seslenmiştim ama herhangi bir tepki alamayınca endişem git gide büyümüş ve ben ne yapacağımı düşünürken tekrar zihnimin içerisinde bir ses yankı bulmuştu ama bu Victoria 'ya ait değildi.

 

 

"Emira bilmen gereken bir mesele var." demiş ve o an Ölü Ruh' un sıkıntı içerisinde konuşmasına devam etmesini beklemiştim. "Sizin kulede işler karıştı. Sanırım taşların varlığını aldığın her krallık öğrendi ve şu an Moritanya Kulesi 'ne gidiyorlar. Onlara bu haberi veren birileri olmalı ama kim?" dediği anda Victoria' nın neden biranda ortadan yok olduğunu ve o gergin sesinin sebebini öğrendim.

 

 

Sanırım haberi almış olmalı daha doğrusu almış olmalılar. Bir an önce kuleye geri dönmem lazım. Oradakiler benden kaynaklanan bir sorun yüzünden tehlike altındalar. Ve bunu çözüp onları bu sıkıntıdan kurtarmam lazım.

 

 

"Haber verdiğin için teşekkür ederim Ölü Ruh sayende olaya daha erken müdahale edeceğim. Senden şunu istiyorum şu an tam olarak neredeler? Kaç dakika içerisinde kuleye varırlar?" demiştim.

 

 

"Kalabalıklar ve birkaç dakikan var. Sana şunu da söyleyeyim ki içlerinde Hazel ve diğer krallıklar var. Bir tek Cüceler Krallığı aralarında yok." dediği anda onların bana olan minnet borcu yüzünden onlara katılmadığını biliyorum az çok.

 

 

Ama Hazel ve diğer her krallık eminim ki çok kızgın ve bana karşı büyük nefret besliyor olmalı. Hepsinin kuleye gelmesi ayrı dert bir onları geriye püskürtmem zaman alacak gibi. Bunu normal yollardan yaparsam epey zaman kaybı olur. Ne yapsam da onları kıskıvrak bir şekilde ele geçirsem ve bir anda kapana kısılmış hissetseler kendini?

 

 

Nasıl bir plan hem benim gücümü yansıtsa hemde onları bir anda oldukları yeri terk etmesini sağlayacak olsa? Bu ne olabilir ki? Ne yapabilirim bu konuda acaba? Çok vaktimde yok ve biran önce harekete geçmem gerekiyor.

 

 

Öyle bir şey olmalı ki hem olay büyümeden kapanmalı sonsuza kadar hemde gücümü herkes fark edip ona göre davranmalı. Aklıma birkaç plan geldi ama hepsi çok istediğim yönde değildi. Daha iyisini bulana kadar kısaca düşündüm.

 

 

Ve o an zihnimde küçük bir ışık yandı. Bir ihtimale tutundum ama sonradan neden olmasın ki diye düşündüm. Belki de artık gerçekten kim olduğumu ve neler yapacağımı herkesin bilmesi gerekiyordu. Aklımda olan planı anında devreye sokmak için hızlı davranamam lazımdı ve ben o anda hemen olduğum yerden ayrılmış ve ayrılmadan hemen önce küçük bir mesaj göndermiştim.

 

 

Mesaj benden önce Moritanya Kulesi 'ne ulaşmış olacak ve ben sonradan nükse yaparak bu geceye güzel bir damga vuracak noktayı koyacaktım.

 

 

İnanıyorum ki çok tepki toplayacak ve bu tepkiler epeyce ses getirecek hatta bunun için belki yeniden bir mahkeme olabilirdi ama ben bu ihtimal olursa şu an mahkemeye gitme gibi bir düşüncem olmayacağını için onun da yaratacağı küçük bir polemikle bal etmek zorunda kalacağım muhtemelen.

 

 

Aklımdaki plan korkutucu ve kısa yoldan amacıma beni götürecek kadar etkiliydi.

 

 

Plan ne miydi? Herkese o kadarda pasif olamadığımı ve istersem her şeyi ne kadarda kolayca elde edeceğimi göstereceğim güzel bir plandı.

 

 

İnanıyorum biraz şok edici yönü olacaktı ama bence sonradan yavaşça herkes buna açılacaktı. Keza öyle ümit ediyorum olmazsa da bu onların sorunu değil mi?

 

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

 

Moritanya Kulesi 'nin sınırlarına geldiğim anda kulenin ön bahçesinde duruyordum. Gelir gelmez anında kimsenin beni fark etmediği için görünmez olmuştum. Şu an kuledeki herkes bahçeye çıkmıştı. Bende onların arkasında duruyordum. Ve kulenin sınırları dışarısında büyük bir uğultu vardı. O an kimse beni görmediği için rahattım.

 

 

"Beklediğimden bile daha kötü." demiştim. O an Ölü Ruh anında ona dememden ötürü ortaya çıkmıştı.

 

 

"Ne yapmayı düşünüyorsun? Aklında bir şey var mı?" demesiyle sessiz kaldım çünkü o anda arkamdan Turul bey 'in öfke patlamasını duymuştum.

 

 

"Sana bir gün bu başımıza büyük bir bela açacak demiştim ve ne tesadüf yanılmadım. Şu an dışarıda olan şey onun yüzünden oluyor. Ve sen hâlâ bana belki ondan kaynaklı değil diyorsun." diye sert çıkışını duyunca Turul beyin o an hemen arkamı döndüğüm gibi onu ve Süreyya hanımın içeriden çıkıp hızla ilerlediğini gördüm.

 

 

Her ikisi de telaş içerisindeydi. Süreyya hanımın olan bitene tam hakim olmadığı için çok gergin duruyordu ve bir yandan da babasının benimle ilgili yakarışını dinliyordu. Süreyya hanımın ve Turul beyin ardından diğer eğitmenlerde dışarıya çıkmıştı. Hepsi sesin geldiği yere yani kulenin surlarının öte tarafına doğru ilerliyordu. Bende onların ardından yavaşça ilerlemeye başladım. Her yanında geçtiğim kişinin ya sesli ya da zihnini okuyup duruyordum.

 

 

"Ne olacak şimdi savaş mı başladı?"

 

 

"Hani savaş çıkmayacaktı? Prenses bizi tehlikeye mi attı?"

 

 

"Korkuyorum zarar görmekten."

 

 

"Ölmek istemiyorum burada."

 

 

Diye endişeli halde olanlarda vardı. Bir yandan da bana kan kusan. Her şeyin sorumlusu olarak beni gören ve bunun düzeltilmesini benden bekleyen kişiler.

 

 

"Hepsi o kaçık Prenses yüzünden. O buraya geldiği andan beri hiçbir zaman iyi şeyler olmadı. Laneti bizi de mahvedecek."

 

 

"Bunu sorumlusu kim biliyoruz ama buna rağmen o burada yok. Yine başına iş açtı ama toparlaması bizlere kaldı."

 

 

Hepsinin düşüncelerinin sebebini anlıyorum ama onların nefretini anlamıyorum. Bu zamana kadar kimseye bile isteye asla zarar vermedim vermemde. Yanlarından geçip düzlük alana geçtiğim gibi çıkışa doğru ilerledim çünkü çoktan Süreyya hanım ve diğerleri dışarı çıkmış ve bu ortaya çıkan kargaşayı halletmeye başlamışlardı. Bende açık olan kapıdan yavaşça çıkıp uzaktan bakmaya başladım.

 

 

Yedi adet gurup insan vardı. Hepsi bir noktada toplanmıştı. Ve hepsinin arkasında duran yüzden fazla asker duruyordu. Hepsi konuşmaya gelmemiş bildiğin zorla istediklerini almaya gelmişti. Şu an burada bulunanlardan sadece Hazel 'i tanıyordum. Diğerleri bana yabancıydı. Hepsi nefret ve öfkeyle onlara doğru ilerleyen bizimkilere bakıp duruyordu.

 

 

"Ne olacak şimdi?" diye bir anda biraz ileride varlığını fark ettiğim Victoria ve Varisler' i gördüm. Onları Victoria mı çağırdı? Yardım etmeleri için mi?

 

 

"Bilmiyorum Victoria inan bilmiyorum. Emira ortalıkta yok ve ne olacak? Haberi var mı bu olaylardan?" dediği anda Dehri gergin sesiyle onlara doğru ilerlemek istesem de olduğum yerde devam ettim.

 

 

Hâlâ kimse varlığımı fark etmemesi lazımdı. Planım gerçek olana kadar.

 

 

" Emira 'da burada olmalı. O yoksa daha büyük bir bela hasıl olacak. "demesiyle Kavi diğerleri ona hak verdi.

 

 

" Nerde bu kız abi şuana kadar burada olması gerekmez miydi? Ne olmuş olabilir ki onu buraya gelmesini engelleyen? "diye Enfal' in zihin bağından sesini duyunca kendimi belli etmemek için zor tuttum. Biraz daha dayanmam lazım. Daha var.

 

 

" Ya haberi yoksa? Emira vya haber verdiğine emin misin Victoria?" diye teyit etmek istemişti Dennis bu konuyu. Anında Victoria 'nın kafasını evet anlamında salladığını gördüm. Onlardan dikkatimi çeken şey bir anda Süreyya hanım olduğu alana kadar ilerleyen adamı görmem oldu. Adam olduğu yerden öne çıkmış ve Süreyya hanımın olduğu alana doğru yavaşça ilerlemişti.

 

 

Karşı karşıya geldikleri ilk anda ilk konuşan adam olmuştu.

 

 

"Ben Zargana Diyarı 'nın sadık elçisi Nolan." diye kendini tanıtan orta yaşta olan adam birkaç saniye beklerken sonra konuşmasına devam etti. "Buraya ne sebeple geldiğimizi az çok anlamış olduğunuzu sanıyorum." dediği anda Süreyya hanım konuşmuştu.

 

 

"Hayır bu gece vakti neden burada olduğunuzu. Ne sebeple böyle emrivaki bir şekilde diğer krallıklarla buraya saygısızca gelme nedeninizi bilmiyorum." diye soğuk ve mesafeli ama korkusuz haliyle karşısında duran elçiye sözleriyle haddini bildirirken diğer herkes pür dikkat onu izliyordu. Süreyya hanımın diğerleri aksine hiç gergin değildi. Çok rahattı. Acaba korkusunu mu iyi saklıyor yoksa hiç mi korkmuyordu herhangi bir şey olmasından?

 

 

"Bildiğinizi sanmıştım ama sevgili Moritanya Prenses'i bize ait olan bir şeyi aldı. Aslında bizlere ait olan bir şeyler demeliydim." dediği anda elçi Süreyya hanım bakışlarını ondan çekip arkasına dönüp biraz ilerideki Victoria ve diğerlerinin olduğu yöne baktı.

 

 

Bakışlarında ne işe kalkıştınız dercesine bir sorgu vardı. Süreyya hanım onlara bakarken bizimkiler gerginlik içerisinde herkesin bakışları onlara dönmesi sebebiyet hepsi bir anda bakışlarını yere indirdi. Süreyya hanım tekrar önüne bakınca elçi tekrar konuştu.

 

 

"Amacımız gerginlik çıkarmak değil. Prensesi iyi tanıyoruz. Ama bizlere ait olan şeyleri bize geri vermeli. Yoksa canınız yanabilir Kraliçe." diye tehtitkarca konuştuğu anda Turul bey devreye girdi. O an bir gerilim yaşandı tüyler ürperten cinsten.

 

 

"Ne hakla bir Kraliçe 'yle böyle konuşma hakkını kendinde bulursun!" diye yüksek voltajlı sesiyle elçiye haddini bildirme gereği duyduğu anda arkamdan bazı eğitmenler onu mırıltıyla onaylamıştı. Sonrasında elçi arkasına dönüp bakmış ve diğerlerinin ifadesini izlemişti.

 

 

Hepsi kararlı bir şekilde olduğu yerde duruyordu. İçlerinden Turul bey yaşlarında bir adam olduğu yerden öne doğru atıldı.

 

 

"Ah eski dostum. Bizim size karşı bir saygısızlık yapmak gibi bir düşüncemiz yok. Sadece sizden bize ait olan şeyleri geri vermenizi istiyoruz. Bu arada Süreyya seni görmek güzel. " diyen adam alaycı üslubuyla Turul beye anlam veremediğim bir ifadeyle bakmıştı. Aralarında daha önce bilmediğim bir şey geçmiş olmalı. Adam konuşur konuşmaz anında Turul bey olduğu yerde rahatsızlık içerisinde hareket etmişti.

 

 

" Dorah kim olduğunu unutmuşsun. Kiminle konuştuğunu anlamayacak kadar şuurunu kaybetmiş olmalısın. Karşındaki senin seviyende bulunan kişiler değil. Bir kral ve kraliçeyle konuşuyorsun. Haddini aşma istersen sonra sonuçları senin için kötü olur." diye Turul bey açıkça adamı tehdit etmişti. Adam bu cümleleri duyunca rengi atmış ve az önceki üslubuyla değil başka bir şekilde konuşmuştu.

 

 

" Bak buraya savaş çıkarmaya gelmedik. "dediği anda Süreyya hanım devreye girdi.

 

 

" Peki neden onca adamla gelmişsiniz? Savaş çıkarmayacaksanız eğer. Kimden bu korkunuz? Emira değil mi? Ondan çekiniyorsunuz. Çünkü bu yedi krallıkta her ne yapmışsa hepiniz onun şu an çok tehlikeli biri olduğunu düşünüyorsunuz. Ondan bu kadar kalabalık geliniz. Onun gücü sizleri ürkütüyor. Keza ürkütmelide. Çünkü o sıradan biri değil. Her ne yapmışsa sanıyorum ki iyi yönde yapmış. Çünkü sizler gibi korkak krallıklar çok öncesinden Esila 'ya destek veriyordunuz. Şu an bile veriyor olabilirsiniz. Ve şu an Emira ne yaptı bilmiyorum ama bu pek hoşunuza gitmemiş. Zaten Emira her zaman doğru olanı yapar ve bu çoğu kişinin hoşuna pek gitmez. Size tavsiyem o gelmeden buradan gitmeniz. "dediğinde Süreyya hanım keskin bir sesle o sırada bir anda elçinin arka tarafında alaycı kahkahalar döküldü. Ama şaşırdığım nokta bir noktada beni övmesi olmasıydı. Bunu yüzüme söylemez ama başka birlerine söyler rahatça.

 

 

Elçi bile Süreyya hanıma yavan bir ifadeyle baktı...Dediklerini o ve arkasında bulunanlar gülünç bulmuş olmalı. Bunlar canına susamış olmalı! Bu kadar hadsizlik göz ardı edilemez!

 

 

" Ah hadi ama Süreyya ne demek gitmek. Biz buraya onca yolu eli boş dönmek için gelmedik. İstediğimizi almadan buradan gitmeyeceğiz ve istediğimiz şeyi bizlere vermezseniz burayı darmaduman ederiz. Esila ve Dani 'ye bile gerek kalmadan." diye açık açık tehdit edip sonrasında birde göz dağı vermemiş gibi bizleri küçümsemesi sinirlerimi bozmuştu.

 

 

Bu elçi kime kafa tuttuğunu bilmiyor sanırım? Ama ona bizzat göstermekten geri kalmayacağım. Ve bundan baya keyif alacağım da.

 

 

O anda Süreyya hanım bir adım geri çekildi ve arkasına dönüp kuleden dışarı çıkmış olanlara baktı. İçlerinde en iyi muhafızlar da bulunuyordu . Hepsi hazır ve nazır bir şekilde Süreyya hanımdan gelecek komutu bekliyordu. Süreyya hanım onların nabzını ölçüp önüne döndü.

 

 

"Bak Dorah buraya gelerek kendi lehinize iş açtınız. Sonuçları çok ağır olur ve bize hiçbir şey olmadan burayı terk etmek zorunda kalırsınız." demiş ve bu sözleri bazılarını germiş ama bunu çoğu çaktırmamaya çalışmıştı.

 

 

"Ne olabilir ki bizlere? Sayıca sizden üstünüz." diye elçinin küçümsemesi üzerine arka sıralarda duran Dennis, Varisler ve Victoria öne çıkmıştı. Konuşmalarına bile gerek yoktu çünkü herkes onların potansiyelinin farkındaydı . Hatta çoğu onlar öne çıkınca bir adım gerileyerek korkanlarda olmuştu.

 

 

Eh şöhretleri biraz iç açıcı değildi. Malum benden önce de tehlikeli işlerle anılırken benimle daha üst çıtaya çıktı unvanları.

 

 

"Sayıca üstün olabilirsiniz ama güç olarak çok güçlü değilsiniz." diye sakin ama içinde tehtidkâr izler barındıran bir ses duymuştum.

 

 

Sessizliği yok edip gerilimi var eden sesi işitmek algılarımı başka yöne çekmişti. Bir anda Ahrar 'ın arkamdan duyulan sesiyle gerildim. Onu burada beklemiyordum. Onun olduğu tarafa baktığım anda Ahrar olduğu yerden çıkıp Süreyya hanıma doğru ilerlerken herkes fısıltılar eşliğinde konuşmaya başlamıştı.

 

 

Buradakilerin hepsi onun gelişiyle gerilmişti. Elçi bile bir ara geriye doğru gidecek gibi oldu ama sonradan vazgeçti. Lacivert harelerindeki uyarıcı ifade ayağınızı denk alın dercesine hedefine kirlenmiş bir şekilde bakıyor, etrafı üstten yoklayıp gelişi güzel herkese haddini varlığıyla yaydığı enerjisiyle bildiriyordu.

 

 

"Büyücü Renas." dedi elçi tedirgin bir sesle.

 

 

Korkusu sesinden öyle bir dışa yansıyordu ki elinde olsa arkasına bakmadan kaçıp giderdi. Ahrar nasıl bakıyorsa adam olduğu yerde titredi resmen. Bu kadar kötü bir şöhreti olduğunu bilmiyordum. Ne kadar tehlikeli olmalı ki herkes ondan çekiniyor? Bana bu yönünü hiç göstermemişti. Ama merak etmiyor da değildim. Adam sonrasında kendini toparlayıp konuştu.

 

 

"Sizleri burada görmeyi beklemiyordum doğrusu." dediği anda Ahrar başını yana attı ve ona üsten bir bakışla baktı. Sonra çok normal bir şey yüzünden rahatsız edilmiş bir ifadeyle konuştu.

 

 

"Bende gece gece sizleri burada görmeyi beklemiyordum ama ne tesadüf ki buradasınız ve üstüne üstlük buraya savaşırcasına kabalık gelmişsiniz. Bunun bir sebebi olmalı?"diye Ahrar sorunca sorusunu anında adam hemen cevap verdi. Hiç geciktirmeden bir kölenin efendisine geç vermekten korkulan cevabın sorusunu jet hızıyla vermiş oldu.

 

 

" Evet var. Prenses bize ait olan taşları krallığımızdan gizli bir şekilde aldı. Bizlerde bize ait olanı istiyoruz. "dediği anda elçi, Ahrar onun bu dediklerini pek önemsemedi.

 

 

Lacivert hareleri bir avı izlercesine adama kitlenmiş bir şekilde duruyordu. Daha çok onun boynunu kırmak istercesine bakıyor ve saçmaladığı için bir an önce susmasını isteyen bir rahatsızlık baş gösteriyordu. Sonra ne düşündü bilmiyorum ama lacivert harelerine garip bir parıltı yer edindi. Sanki duyduğu şey hoşuna gitmiş gibiydi. Bu onu keyiflendirmiş ve bunu duymak onun bir anda can sıkıntısını yok etmişti.

 

 

" Demek ki başarılamayacak olanı başarmış." sesindeki hayranlık bir tek benim mi dikkatimi çekti? Diğerleri fark etmedi umarım. "Prenses bu tür şeyleri başarmaya pek meraklı ve kimsenin bunu engellemeye de gücü yok. Ama bildiğim kadarıyla bu taşlar sizlere de ait değil değil mi?" demesiyle Ahrar tek kaşını kaldırıp ona hesap soruyorken, o an adam ne yapacağını bilemedi. Sanki bir şey dese anında Ahrar 'ın pençeleri arasında ölüp gidecekti. Ve bunun korkusu onu susturmuştu.

 

 

O konuşmayınca Hazel olduğu yerden öne atıldı.

 

 

" Taş Prenses 'e de ait değil ama biz o taşların koruyucusuyuz. Asırlardır bizlerin krallığında muhafaza edilmiş ve bizden çalındı o taşları geri istiyoruz. Eğer vermezseniz burayı yerle bir ederiz. Kimseye asla acımayız büyücü." diyen Hazel' in keskin cümleleri ve nefret saçan bakışları küstahça buradakilere çevrilmiş ve açıkça istediği olmazsa ne yapacağını söylemişti. Ahrar onun bu tutumuna sadece sakin bir ifadeyle bakmıştı. Pek cümlelerinden etkilenmişe benzemiyordu.

 

 

Ahrar konuşmaya tam hazırlanırken Süreyya hanım ondan önce davrandı.

 

 

"Kim olduğunu bilmiyorum ama gelip burada ne beni ne de halkımı tehdit edebilirsiniz. Ya siz güzellikle geri dönersiniz ya da sizi göndeririz kolayca. Hiç zorluk yaşamdan hemde. Kim olduğunuzu sanıyorsunuz da bizleri tehdit edip duruyorsunuz? Sizler kim olarak bizlere zarar vereceğinizi düşünüyorsunuz ? "demesiyle Hazel konuşamadan elçi bir adım öne çıktı ve üsten bir Süreyya hanıma sonrada arkasında duranlara kısaca bakıp başını yana atarak konuştu.

 

 

"Sen bu kadar kime güvenip duruyorsun Süreyya? "dediğinde elçi, onu oracıkta boğmak istedim. Bu dengesiz ve densiz halleri onu yok etme arzumu kamçılıyordu ve o an Süreyya hanımın cevap vermesini beklemeden ortaya çıkmıştım.

 

 

Ben görünür hale geldiğim anda herkes bir anda şaşkınlıkla olduğum tarafa bakmış ve bu diğer herkesin beni fark etmesini sağlamıştı. O an kimse konuşmadan ben konuştum.

 

 

"Bu kadar kime güveniyorsun dedin az önce değil mi? Bana güveniyor elçi." dedim üstüne basa basa kelimelerin. "Ve sana bir sır vereyim mi? Onun güvenini hiçte boşa çıkarmak gibi bir düşüncem yok maalesef. "demiş ve ona doğru ilerlemiştim. Ahrar 'ın yanından geçip tamda Süreyya hanımın yanındaki yerimi almıştım. Sanki yeni gelmiş gibi davranmıştım.

 

 

"Burada ne arıyorsunuz öğrenebilir miyim acaba ?" diye soğuk ama buyurgan bir sesle konuşmuştum. Sorum ve bu ruhsuz halim onları geriyor her an sanki bir şey yapacakmışım gibi diken üstünde durmalarına sebebiyet veriyordu. Elçi kendini toparlamayı başardığı anda konuşmaya başlamıştı.

 

 

"Neden geldiğimizi bildiğini sanıyorum prenses." dediği anda elçi yarı gergin yarı endişeli sesiyle. Her ne kadar sesinin sert çıkmasını sağlamaya çalışsa da sesi ürkek bir kedinin cıyaklaması gibi çıkmıştı.

 

O an ona bakışlarımla yaşayacak olacağı korkuyu bir bir yansıttım. İfadem çok yanlış yola saptıklarını yansıtıyordu.

 

 

"Geldiğiniz yere gidin sorunsuz bir şekilde. Yoksa inanın ki sonuçları sizler için çok kötü olur. Kimseye bir zarar gelmesini asla istemem. Ta ki bizden birine bir zarar gelene kadar. Sizi uyarmadı demeyin sonra yaptıklarım ardından . Çünkü ben önceden haberdar edeyimde sonra suçlu olan ben olmayayım." demiş ve bakışlarımı Hazel 'e çıkarmıştım." Ah Hazel seni görmek ne güzel. Nasılsın görüşmeyeli? "demiştim.

 

 

İlk an neden bir anda ona soru sorduğumu anlamaya çalıştı. Anlamadığı anda ona küçük bir fragman gösterdiğim anda neden onu sorduğumu anlamış oldu sonradan bu halim onun büsbütün sinirini bozmuştu. Çünkü onun kılığında kuleye gelmiş ve taşı öyle almıştım. Bunu ben istediğim için öğrenmişti.

 

 

Ah sinir bozmakta üstüme yok değil mi? Düşmanlarıma bu konuda çok üzülüyorum. Çünkü bazen çok sinir bozucu olduğum oluyor. Ve bu onlar için katlanılmaz oluyor ama pek umursamıyorum ne hale geldiklerini.

 

 

"Seni tanımıyorum." dediğinde Hazel anlamaza yatarak. İşte o an ona imalı bir gülümsemeyle baktım. İnsanlar ne garip....

 

 

Ah ama ben seni çok iyi tanıyorum. Onu ne yapacağız? Hatta artık sende beni tanıyorsun ama bunu bilmezden geliyorsun. Buna ne diyeceksin? Neyse ki onun oyununa ayak uydurdum ona bir iyilik yapmak adına. O kadar onun varlığını kullanarak taşı aldım. Ona bunu borçluyum.

 

 

"Peki tanımak isteyeceğin cinsten değilim. Mümkün mertebe tanımamaya çalış çünkü şu zamana kadar kim beni tanıdıysa bin pişman oldu . Sonra söylemedi deme diye seni önceden bilgilendirmek istedim." diye tatlı bir sesle konuşup ona göz kırpıp tekrar bakışlarımı ayar olduğum elçiye çıkardım.

 

 

" Sanırım gitmeyi düşünmüyorsun elçi? Peki o halde bundan sonra yapacağım hiçbir şeyden mesul değilim." demiş ve bir adım geriye gidip aramıza mesafe açmıştım.

 

 

Bu hareketim kaşlarını çatmasına ve ne yapmaya çalıştığımı kavramaya çalışmasına sebep oldu. Bir anda hemen kule etrafında kalkan oluşturup ben hariç diğer herkesin kalkan içerisinde olmasını sağlamıştım. Bir adım önümdeki Ahrar ve Süreyya hanım da bu kalkanın sınırları içerisindeydi. Kalkanın varlığını kimse anlamadı ama ben bunu açıkça belli ettim.

 

 

Ve bir anda parmaklarım arasından çıkan kıvılcımlarının kalkana isabet etmesini sağladım ve o kıvılcımların bir anda dağılıp kalkan etrafından göğe yükselmesine tandık oldum diğer herkes gibi.

 

 

"Onları mı koruyorsun bizlerden?" dediğinde elçi o anda şeytani bir gülümsemeyle ona baktım. Ah neyi planladığımı bilse acaba burada hâlâ durur mu?

 

 

"Hayır onları sizlerden değil kendimden koruyorum. " dediğim anda bu dediklerim onu ve diğerlerini gerdi. Sanki ne yapmaya çalıştığımı az çok kavradı. Bir anda elçi olduğu yerden hızla arkasına dönüp az önce bulunduğu gruba doğru ilerledi. O gittikten hemen sonra arkamdan Süreyya hanımın ve Ahrar 'ın sesini duydum.

 

 

" Ne yapıyorsun Emira? "dedi Süreyya hanım çatallı sesiyle. Şaşkın ve korkmuştu. Çünkü kimse şu an o kalkandan dışarı çıkamıyordu.

 

 

" Emira bırak yanında bende olayım. "diye Ahrar' ın kızgın ama gergin sesini duyunca onlara bakmadım. Çünkü şu an bana ikisi de kızgındı. Onları saf dışı bıraktığım için. Sorma gereği bile duymadan. Sonra zihnimdeki bir araya gelmek için can atan kelimeleri cümle haline getirip konuşmuştum.

 

 

" Bundan sonrası çok sakıncalı hemde çok. Temkinli olmak gerekiyor. "demiştim. Ve o anda kuvvetli bir rüzgar esmeye başladı. Öyle sert öyle poyrazdı ki insanın içi ürperiyordu bu rüzgar eşliğinde.

 

 

Bilmiyorlardı ki Karanlık Ruhlara çoktan hükmüm geçmişti.

 

 

Biraz sonra bunu tamamen herkes öğrenecekti.

 

 

Ve gökte bulunan kara bulutlar yavaşça ayın etrafından çekilmeye başladığı anda buraya krallıklardan gelen gurupların dört bir yanı Karanlık Ruhlar'la sarmalanmıştı. Karanlık Ruhlar'ı gören herkes çığlık atmış ve korkularını dile getirmişti.

 

 

Sayısız Karanlık Ruhlar hepsi etrafta bir daire oluşturmuş ve oldukları yerde kıpırdamadan duruyordular. Tüm herkes Karanlık Ruhlar arasında sıkışıp kalmış öteye gidemiyordu. Hepsi onların yaydığı karanlığı soluyor ve korkuyordular.

 

 

Arkamdan bir anda Victoria 'nın sesini duymuştum.

 

 

"Emira bırak geçeyim! Sana zarar verebilirler. Bu işi tek başına yapamazsın!" diye isyan eden sesini duyunca arkamı dönüp ona baktım. Tam karşıma geçmiş kalkan vuruyor, bir an önce oradan çıkmak istiyordu. Diğerleride ona katılmıştı. Varisler ve Dennis hemen Victoria 'nın yanında yerini almışlardı.

 

 

" Bu işte beraberdik Prenses bizi saf dışı bırakıp her şeyi üstlenemezsin!" diyince Dehri bu yaptığım şey yüzünden öfkeliyken. Bakışları ben ve arkamda duran Karanlık Ruhlar arasında gezip duruyordu. Hatta bir ara Süreyya hanımın kalkanı kaldırmak için bir şeye girişeceği an onu bakışlarımla susturdum. Bu meseleyi ben halledeceğim. Kimse değil.

 

 

"Emira bırak biz de sana yardım edelim. Bak beraber onları alt edebiliriz." dediği anda Kavi onun bu koruyucu hali sadece bakışlarıma minnet ifadesinin yerleşmesini sağladı. Ah sevgili dostum. Bu koşulsuz yardımın benim için çok değerli.

 

 

Kavi 'den bakışlarımı çekip Ahrar' a çevirdim kısa süreliğine ve o an onun bakışlarında yatan çaresizlik soluğumu kesti. Orada çaresiz bir şekilde durması ve bana yardım edip beni koruyamama düşüncesi onu kahrediyordu. Ve bunun sebebi ben olduğum için bana çok kızgındı.

 

 

Lacivert harelere beni anlaması için kısa bir bakış atıp anında onların gözleri önünde kolyenin sunduğu karanlık güce sığındım. Ve o anı da saçlarım yavaşça siyah rengini almaya başladı. Göz bebeklerim maviden siyaha döndü ve o an yeni fark ettiğim bir şey oldu.

 

 

Parmak uçlarımdan bileğime kadar siyah figürler tenimde yer aldı. Sert eden rüzgar herkesi sarsıyor ve geriyordu. O an yavaşça yönümü diğerlerine çevirdim ve hepsinin olduğu yerde durmuş gardını almış bir şekilde Karanlık Ruhlara karşı durduğunu gördüm.

 

 

Keskin bakışlarımı biraz önce bana alaycı bir üslupla bakan elçiye çevirdim. Şu an dilini yutmuş ve birkaç askerin arkasında duruyordu. Karanlık Ruhlar baya onu korkutmuş gibiydi.

 

 

İlk adımı attığım an etrafımdaki tüm Karanlık Ruhlar bir anda hemen oldukları yerde diz çökmüşlerdi . Ve parmaklarımdan çıkan siyaha sisler öylece parmak uçlarımın arasında dolanıp duruyordu.

 

 

Karanlık Ruhlar bir anda önümde diz çökmeleri burada bulunan tüm insanları dumur etmiş ve gördüklerini algılamaya çalışmıştı herkes. Ve zihinlerde tek bir düşünce yer almıştı.

 

 

Tehlikeli bir varlık olduğum.

 

 

Ben yavaşça elçiye doğru ilerlerken tüm Karanlık Ruhlar kıpırdamadan oldukları yerde bana olan itaatkarlıklarını sergiliyor ve herhangi bir şekilde bana karşı koymuyordu. Bu da hepsinin aklına şu soruyu getiriyordu. Bana neden itaat ediyordular?

 

 

Çok basit kolyenin varlığı sayesinde. Çünkü Karanlık Ruhlara boyun eğdirecek gücü içerisinde bulunduruyordu.

 

 

Bir anda parmaklarım hareket ettiği anda tüm Karanlık Ruhlar oldukları yerde ayağa kaktı ve oldukları yerden havaya doğru yükselip bulunduğunuz alanın üstünden hızla süzülüp oradan oraya uçup durdular etrafımızda. Belirlediğim yörüngeden asla dışarı çıkmadan uçup duruyordu tepemizde Karanlık Ruhlar.

 

 

"Ah seni az önce uyarmıştım çekip gitseydin elçi bu kadar korkmazdın." dedim tehditkarca konuşarak.

 

 

"Nasıl?" diyebildi elçi şaşkınlığından çıkmadan. O an olduğum yerde yavaşça sert bir rüzgar esmesini sağladım ve bir anda gökyüzünü yıldırımlar ele geçirdi. Yüksek sesle yıldırımlar çarparken ben bir anda elçinin tam dibinde olduğum anda korkudan geriye doğru kaçıştı.

 

 

"Çok basit bir şeydi benim onları emrim altında tutmak. Aslında benden önceki sahipler pek kolyeye hâkim olamamış sanırım. Bu özelliği kaçırmışlar ve bu yüzden sizler Karanlık Ruhların azabını yaşamışsınız bu zamana kadar ama şu an sadece bana itaat ediyorlar. "dedikten sonra bir parmak şıklatmasıyla onları tekrardan yere indirmiş ve tam yakınımda olmalarını sağlamıştım.

 

 

" Sen nesin böyle? "demişti Hazel. Korkusu sesinin kısık ve titremesine yol açmıştı.

 

 

" Sıradan bir insan. Ya sen? "demiş ve bakışlarımı ondan çekip konuşmak için kendini zorlayan adama odaklanmıştım.

 

 

" Onlar bize zarar veremez. Yoksa bunun cezasını ödersin. "diye yoğun korku içinde konuşup benim düşündüğü şeyi yapamayacağımı ima ettiği anda kahkahalar attım. Ve kahkahalarım yüksek bir çınlama eşliğinde bana geri döndü.

 

 

" Ne cezasını kast ettin? Gelip burada benim krallığımda bizlere karşı savaş açacaksınız ve bende kendimi ve krallığımı savunmayacak mıyım? Çok yanılıyorsun elçi. Sandığın gibi değil her şey ve buraya geldiysen bir bedel ödemen gerekiyor. Sen az önce size ait olan taşları aldığımı söylüyordun değil mi? O halde istediğini yap ama karşı taraftan gelecek darbeyi de göz ardı etmemelisin. "dedikten sonra başımı yana atıp ona rest çekmiş ve hiçbir şeyin bana zarar vermeyeceğini bariz belli etmiştim.

 

 

" Bırak bu işleri. "diye elçinin ardından had bilmez bir adam öne çıkıp bana rest çekmişti." Hırsızlık yapıp bize ait olanları bizden aldın ve şimdi de geri vermiyorsun! "diye tekrar çıkışınca aniden o adamı birden tam önümde olmasını sağladım. Adam birden neye uğradığını bilmediği için korkuyla olduğu yerden geriye yalpalandı. Ve o an sinirle tekrar konuşacağı an ben onu susturup konuştum.

 

 

"Savaş mı istiyorsunuz?" diye sordum açık açık. Bu sorum onun ve diğerlerinin gerilemesine sebebiyet verdi. Çünkü bu savaş sanıldığı gibi olmayacak çünkü Karanlık Ruhlar da işin içerisindeydi.

 

 

"Peki o halde istediğiniz bu savaş çok kan dökecek. Ama bizden bu kanlar dökülmeyecek sizlerden. " demiş ve hepsini açıkça tehditkarca uyarmıştım.

 

 

Tüm Karanlık Ruhlar aniden hepsinin arasına sızmasını sağladım. Ve bu hepsinin diken üstünde durmasını sağladı. Herkese tek tek bakıp tekrar uyardım geri dönüş olsun diye.

 

 

"Bizim bu savaşta bir kaybımız olmaz ama sizin olur. Geri dönüp giderseniz aranızdan kimseye hiçbir şey olmaz . Benim meselem sizlerle değildi. Hiçbir zaman olmadı da. Esila'ylaydı . Ve ben meselemi onunla bizzat hallettim. Sadece sizin topraklarınızda olan taşlara ihtiyacım vardı. İstesem direk vermezdiniz ya da vermek için şart koşardınız. Biliyorum onun için topraklarınıza gizli girdim. Yaptığım doğrudur demiyorum ama kimseye zararda vermedim. Amacıma ulaşmak için aldım o taşları. "demiş ve tekrar devam ettim." Taşlar sizlerin elinde olsa bile sizde durmayacak çünkü Esila onu vakti geldiği anda onu sizden geri almaya çalışacaktı. Çünkü o bu taşları bizleri yok etmek için kullanacaktı. Bende bunu önledim. Sizler o taşların size zarar vermeyeceğini düşünüyorsunuz ama böyle değil. Bu taşlar hepimizin sonu olabilir ve ben bunun önüne geçtim. Şimdi bunu benden almak istiyor musun? Eğer beni zorlarsanız bende sizi zorlarım. Benim amcam size zarar vermek değil ama sizler benim krallığımda bulunan herhangi birine zarar verecek olursanız bedelini büyük ödersiniz. "dedikten sonra onlara zaman tanıdım.

 

 

Ve hepsi bir anda birbirine bakmaya başladı. Aslında amaçları gitmek değildi. Hele taşları bende bırakmak hiç istemiyorlardı ama maalesef ki çaresizlikten dolayı hepsi istemeden de buradan ayrılma kararı aldılar birkaç dakika sonra. On dakika içerisinde grup grup buradan çıkmışlardı. Onlar gittikten hemen sonra Karanlık Ruhlar 'da bir hareketimle buradan çıkmışlardı. Herkes gittikten sonra oluşturmuş olduğum kalkanı kaldırır kaldırmaz aniden Victoria koşarak bana doğru ilerledi ve korkuyla bana sarıldı. Hemen sarılışına karşılık verdim. Ve o an hızla konuşup düşüncelerini dile getirdi.

 

 

"Çok korktum. Onlar geldiği anda yaşadığım çaresizliğimi bilemezsin. Ama sonra ne oluyor dedim bu kız bir şeyler yapıyor ama ne? Sonradan anladım yine beklenmeyecek bir şekilde kendini yine belli ettiğini. Hiç düşünmezdim senin bunu yapacağını ama yaptın." Victoria konuşmasını tamamlayıp geriye çekildi. Hâlâ bana sarılıyordu. Diğerleri de yanımdaki yerini almıştı. Ona bir şeyim yok dercesine bakmıştım Ve o yine bana yaptın yapacağını bakışını atıp derin bir nefes alıp vermişti. Yavaş yavaş gerginliğini ve korkusunu atlatıyordu.

 

 

" İyi misin Emira? "diyen Kavi 'ye evet demiş ve hemen sonra diğerlerine kısaca bakmıştım. Biraz ötede Ahrar' ın garip bakışını yakalamışken ondan bakışlarımı çekmeme sebep olan Süreyya hanım oldu.

 

 

" Herkes kuleye geri dönsün. "dedi ve sonrasında bana ve diğerlerine bakıp şunları dile getirdi." Sizlerde beni takip edin. Hemde hemen. "demiş ve içeriye sinirli adımlarla ilerlemişti. Onun hemen ardından Turul bey garip bulduğum bir sessizlik içerisinde Süreyya hanımın takip etmişti. Dışarı çıkanlar tekrardan içeri girince bizler kalmıştık. Ahrar 'sa ben daha fark etmeden çoktan ortadan yok olmuştu.

 

 

" Ah kabak yine bizim başımıza patladı ya! "dedi Dehri huysuz bir sesle." Pederin kulağına gitmese iyi olur. "dediği anda birden bastım kahkahayı.

 

 

" Hadi daha fazla kızmadan içeri geçelim."diyince Dennis olduğumuz yerden yavaşça ayrılmıştık. O anda kolyenin güçlerini yönlendirip eski halime dönmüştüm. Ama yoğun bir karanlık kendini bak göstermişti. Bedenim ısısını yavaşça yitirmişti. Ve ruhumda tuhaf bir his yatıyordu.

 

 

 

Bakalım yine yargılama heyeti bana neler diyecek kim bilir? Az çok aklıma bir şey geliyor ama sonuca karar vermek imkansız her an kartlar değişkenlik gösterebilir. Bu büyük bir ihtimal gibi duruyor.

 

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

 

Kuleden içeri girer girmez hemen Süreyya hanımın arkasından toplantı odasına geçmiş ve diğerleri gibi ayakta dikiliyordum. Ve tam karşımızda yargılama heyeti dik dik gözlerini bize dikmiş, esefle kınayan bakışları altında ölüm sessizliğini yaşıyorduk.

 

 

Süreyya hanım bu ölüm sessizliğini tek tek bakışlarını üzerimizde gezdirip sonrasında konuşmasıyla son verdi. "İlk kim başlamak ister?" dediği anda birden yanımda tabure sırasıyla dizilmiş sevgili dostlarım bir anda bir adım geriye çekilerek sırayı bana verdiği anda içimden küfürler edip durdum.

 

 

Bakışlarım anında onlara çevrildi ve onları öldürücü bakışlarımla yok etmek için can attım. Ben onlara baktığım anda hepsi bakışlarını kaçırdı ve başka yöne bakmaya başladı.

 

 

"Yazıklar olsun sizlere! Anında sattınız beni. Az önce Victoria hanım benimle savaşmayı göze alan sen değil miydin?" dediğim anda Victoria anında cevap verdi.

 

 

"Karanlık Ruhlarla savaşmayı buradaki heyete hesap vermeye tercih ederim." demiş ve diğerleri de onu mırıltılarla onaylamıştı.

 

 

"Bırakın zihin bağından konuşmayı!" diye gür ve buyurgan sesiyle konuşunca Süreyya hanım anında gözlerim şaşkınlıkla kocaman açılmış ve ona nasıl anladığını yüz ifademle sormuştum. Anında bu sorumu anlamış ve cevap vermişti. "Ben değil bunu anlayan Renas hocaydı." dediği anda ispiyonculuk yapıp bizi ifşa eden Ahrar 'a bakışlarımı çıkardım.

 

 

Ona gözlerimi kısarak bakmış ve teessüf edercesine ona bakıp sonrasında somurtarak bu yaptığının hiçte hoşuma gitmediğini hal ve hareketlerimle belli etmiştim. Sonrasında onun benim bu halime yarı tebessümle baktığını görmüş ve hemen burun kıvırıp Süreyya hanıma bakmaya başlamıştım. Süreyya hanım ifşa edilmemden dolayı yaşadığım bozulmuş ifademi yok sayıp bir an önce konuşmamı beklemişti.

 

 

Ne bekliyordu herkes? Detaylıca olanları konuşmayı mı? Hiç sanmıyorum! Bunu bekliyorsalar daha çok beklerler .

 

 

Onlara gıcıklığına sessiz kalıp öylece onlara dik dik bakarak anlamaza yattım.

 

 

"Emira!" diye sinirle konuşunca Süreyya hanım hiç etkilenmemiş gibi ne var dercesine bakmış, safa yatmıştım. "Bir şey demeyecek misin?" dediği anda birden tam yanında duran Turul bey burun kıvırıp bana küstahça bakıp, olan bu başka bir şey beklemek aptallık olur dercesine bakmıştı.

 

 

Turul beye huysuz bir ifadeyle bakıp tekrar Süreyya hanıma dönmüş ve kısa ve öz bir şekilde konuşmuştum.

 

 

"Özür dilerim gece gece kuledeki herkesi rahatsız ettim. Bir daha tekrarı olmayacak." dediğim anda Süreyya hanım ağzı açık bir şekilde bana baka kalmıştı.

 

 

"Bu kadar mı?" dediğinde salağa yatıp sormuştum.

 

 

"Ne bu kadar mı?" demiş ve yanımda duran Kavi 'ye bakıp olaya vakıf değilmişim gibi davranmıştım. "Ben mi bir şey atladım? Olan bu değil mi?" diye sorunca anında Dehri ve Dennis bir anda kahkaha atmış ama hemen sonrasında benim uyarımla kahkahalarını durdurup ciddi ifadeleriyle bakmaya devam etmişlerdi.

 

 

Bakışlarım göz ucuyla Ahrar 'ı bulduğu anda onunda bana haylaz bir çocuğa bakarkenki ifadeyle bana baktığını görmüştüm. Hiç öyle yumuş yumuş bakmasın ona kızgınım bildiğin beni ispiyonlamış ya! İnsan bilse bile saklardı. Hemen yetiştirmiş Süreyya hanımın gözüne girmek için. Eminim amacı burada daha çok kalmak içindir. Ona surat asmaya devam ettiğimi görmesi keyfini daha çok yerine getiriyordu.

 

 

"Bir açıklama yapmak zorundasınız." diye sert bir sesle konuşan Turul beye buz saçan bir ifadeyle bakıp, yok ya ne zorunluluğu demek istemiştim ama onun yerine daha farklı bir açıklama yapmıştım.

 

 

"Ben ortada bir sorun görmüyorum. Biz her zaman çıkan sorunlar nedeniyle savunma yapardık ama şu an bir sorun yok ki." demiş ve diğerleri beni onaylasın diye işaret verince hepsi beni onaylamıştı.

 

 

"Emira' ya katılıyorum. Sonuçta küçük bir ziyaret gerçekleştirdiler ve sonrasında geri gittiler. Göründüğü üzere sorun olmadan Emira halletti. Eh ortada bir sorun yoksa bunun açıklaması ne kadar gerekli?" diyen Dehri 'ye minnetle baktım. Benim gibi sorunu yok sayıp olamamış gibi lanse ediyordu. Bizim bu halimiz karşımızdaki herkesi bize hayretler içerisinde bakmasını sağlamıştı.

 

 

" Savaş çıkacaktı bunun farkında mısınız? "dediği anda Süreyya hanım hemen Dennis konuştu.

 

 

" Çıkmadı ama savaş. Bunun olmayan sorumluluğunu mu almamızı istiyorsun anlamadım ben? "demiş ve sakin bir halde sorusuna cevap almayı beklemişti.

 

 

" Oğlum damarına basmayın ramak kaldı bizleri öldürmelerine. "diyen Enfal 'e o kadar da değil yani demiştim ama sanki bu yolda ilerliyorduk gibi

 

 

" Siz hayırdır bu ne baştan savma hareketler? Sizler yüzünden çıkan bir yargara var ve siz bunun için açıklama bile yapmıyorsunuz! "diye çıkışınca eğitimlerden biri anında kaşlarımı çattım.

 

 

Ne bu ani çıkış hiç oluyor mu? Biraz saygı lütfen!

 

 

" Hiç oluyor mu sizin bu yaptığınız? Sizin gibi bir eğitmen bizimle böyle konuşması hiç doğru değil. Ama sorun değil ben sizi affediyorum. "dediğim anda Dehri kendini tutamayıp birden bastı kahkahayı. Arkasına dönüp kendini sakinleştirmek için çabaladı ama başarılı olmadı. Eğitmen bir bana birde Dehri'ye baktı. Bu saygısız halimiz onun kızarıp bozulmasına sebep oldu." Arkadaşım ve kendi adıma herhangi bir saygısızlık olmuşsa özür dilerim." dediğimde bu cümlem bile onun sinirini yatıştırıcağına daha da attırdı. Eh ben ne desem olmuyor en iyisi susmak.

 

 

"Kızım iki de bir özür dileme. Benim bile sinirime gidiyor. Onları şimdi düşünemiyorum." dediğinde Dennis hemen çıkıştım.

 

 

"Eh ben ne yapayım! Bunlara da bir şey beğendiremiyoruz! Sanki ben dedim gelin kuleye savaş açın diye! Geldiler geldikleri gibi gittiler de! Ah yeter ama artık sanki savaş olmuşta onun hesabını soruyorlar bu kadar! Bitti gitti bir kere. Daha neyi eşeliyorlar bunlar? "demiştim ki cevap alamadan dikkatim kaydı başka yöne.

 

 

"Emira!" diye oturduğu yerden kalkıp sinirle masaya tek eliyle Süreyya hanım vurunca bakışlarımı ona çevirdim. "Düzgün bir açıklama bekliyoruz. Ne oldu ve o Karanlık Ruhları artık nasıl yönetebiliyorsun? Bir şey demeniz gerekiyor. Susmanız değil! 'diyip yanındakileri gösterdi." Ama buna niyetiniz yok gibi görünüyor. "dediğinde safça ona bakıp sustum." Konuşsana! "dediği anda kaşlarım kavislendi.

 

 

" Çok kızgın duruyor. "diyen Nehar' a cevap verdim.

 

 

" Gerçekleri bilse daha çok kızacak. Bence bu seviyedeki kızgınlığı çekilecek seviyede. Ne diyorsunuz? "dediğimde hepsi beni onayladı.

 

 

" Konuşsam kızıyorsunuz sussam kızıyorsunuz. Ne yapacağımı şaşırdım. "dedim saf saf. Anında Süreyya hanım sabrı tükenmiş gibi sola sağa bakıp derin nefesler alıp verdi.

 

 

" Adam akıllı cevap vermiyorsun ondan olabilir mi? "dediği anda Ahrar ona yandan sinirle bakıp soğuk bir ifadeyle konuşmuştum.

 

 

" Sizler cevabımı yeterli görmüyorsanız benim ne suçum var Renas hoca! "diye son iki kelimeyi bastıra bastıra söylediğim anda Ahrar 'ın yüzü asıldı ve bu iki kelime onun canını sıkmış gibi hemen bana rahatsız bir bakışla baktı. Onda fazla bakışlarım oyalanmadan Süreyya hanıma döndü bakışlarım.

 

 

"Sınanma olarak karşıma çıktınız hepiniz. Nasıl da hiçbir şey yokmuş gibi davranıp aptala yatıyorsunuz! Anlaşıldı sizler cevap verecek değilsiniz. O halde ben bunun için başka bir yol denemeliyim." dediği anda hepimiz o an birbirimize bakıp durduk.

 

 

"Nasıl bir yolu kast ettiğini anlayan oldu mu?" dediği anda Enfal ona hayır dedim.

 

 

"Tahminim doğru çıkarsa bitirdiğimizin resmidir." diyince Kavi, neyi anlatmaya çalışıyorsun demiştim ki birden kendimizi bir yerde bulduk.

 

 

Boşluk Zindanı...

 

 

Birden zihnimde bu yankılandı. Bu ses Ahrar 'a aitti. Bizi buraya mı göndermişlerdi? Lanet olsun bu olamaz!

 

 

" Burası neresi? "diyen Kavi' ye isteksizce cevap verdim.

 

 

" Burası Boşluk Zindanı. "dediğim anda hepsi bir ağızdan ne diye çağırdılar.

 

 

" Nasıl ya sırf konuşturmak adına bizi buraya mı gönderdiler? İnanamıyorum bu kadar aşırıya kaçmak da neyin nesi? "diye olduğu yerden bir oraya bir buraya gidip durunca Victoria ne olduğunu anlamaya çalıştım.

 

 

" Neden Victoria bu kadar kızgın duruyorsun?"demiş ve korkuyla konuşmaya devam etmiştim. "Neyi var bu Boşluk Zindanın ki ?" dediğim anda hepsi bir arada üst üste konuştular.

 

 

"Büyü yapmak yok!" dedi. Victoria büyük çaresizlikle.

 

 

"Portaldan geçiş yapmak yok.!" dedi Dennis bu ihtimalin ne kadar bedbaht olduğunu söyleyip.

 

 

"Cevap verene kadar burada mahkumuz!" dedi Kavi en büyük korkusu burada sonsuza kadar durmakmış gibi.

 

 

"Zaman yok." dedi tahammül edemeyen bir sesle Enfal.

 

 

"Mekan yok." dedi Dehri uçsuz bucaksız bir yerin içerisinde olduğumuzu dile getirdi..

 

 

"Hiçbir şey yok." dedi Nehar kollarını her iki yana açıp mahvolduk anlayacağın diyen sesiyle konuştu.

 

 

"Yani ne olacak burada sonsuza kadar duracak mıyız?" dedim anlamayarak.

 

 

"Ne yani sen konuşmayı düşünmüyor musun?" dediği anda Victoria hayır düşünmüyorum demiştim.

 

 

"Ah gençliğim burada çürüyecek." diye yakınmaya başlayan Dehri 'ye göz devirip etrafımı izlemeye başladım.

 

 

"Bence o kadar kötü değilir ya." demiştim ama demez olaydım.

 

 

3 saat sonra....

 

 

Beklemekten gına gelmişti. Yapacak bir şey olmaması insanı deli ediyordu. Neredeyse geldiğimiz andan beri olduğumuz alandan ileri gitmiş ama hiçbir şey görmemiştik. Sonrasında yorulunca olduğumuz yerde çöküp oturmuş ve süre ne kadarsa bitmesini beklemiştik. Ama sanki hiç bitmeyecek gibi duruyordu bu süre. Ya da bize öyle geliyordur.

 

 

"Emira konuşmayacak mısın?" diyen Victoria' ya aynı kararlılık içerisinde bakmıştım.

 

 

"İnadını yok etmek istiyorum. Bari yüzeysel anlat!" diye sinirle konuşunca ona uyarıcı bir bakışla bakıp önüme dönmüştüm. Hiçte bir şey demek gibi bir düşüncem yok maalesef. Olabildiğince dayanacağım sonuna kadar . Umalım düşündüğüm gibi olur yoksa burası insana kafayı yediren cinsten çünkü.

 

 

5 saat sonra....

 

 

Beklemek helak etmişti. O sırada yapacak bir şey aramıştık ama bulamamıştık. Her geçen dakika insanın boynuna dolanan urgan gibi oluyordu. Hepimiz beklemekten sıkılmıştık. Acaba konuşmalarımızı duyabiliyorlar mıydı? Ya da bizleri izliyorlar mıydı? Emin olmadığımız için birbirimizle mecbur kalmadıkça konuşmama kararı almıştık.

 

 

"Bence konuşalım hem ne kaybederiz ki?" diyen Kavi 'ye olmaz dercesine bakıp sırt üstü uzanmaya ve boşluğa bakmaya devam etmiştim.

 

 

Konuşmayacağız ve onlar pes edecek.

 

 

"Alacağın olsun Emira katır inadı var sende." diyen Victoria' yı duymamış gibi yapmıştım son beş saat olduğu gibi. Kimse ben izin vermeden konuşamaz yoksa ona ne yapacağımı iyi biliyordular . Hem bizlere bu cezayı vermeleri hiç adil değil bir kere!

 

 

7 saat sonra....

 

 

"Ah çıldırmak üzereyim Emira konuş ama artık!" diye diyen Victoria iyiden iyiye canı bezmiş ve buradan bir an önce çıkmak için can atıyordu. Ona tekrardan hayır demiş ve suskunluğuma geri dönmüştüm.

 

 

Onlar pes edeceğimi düşünüyorsa çok yanılıyor. Eninde sonunda buradan çıkacağım bakalım o zaman ne diyecekler? Ya da onlar beni çıkarmak zorunda kalacak.

 

 

10 saat sonra...

 

 

Artık beklemekten sinir krizi geçiriyordum. Daha ne kadar bu iğrenç yerde duracaktık? Çünkü insansın da bir yere kadar sabrı var ve ben onu aştığım yerde duruyordum.

 

 

"Yeter.... Yeter... Yeter!" diye sessiz ama nefretle bu kelimeleri dile getirdim. Oradan buraya gidiyor, sinirden saçlarımı yolmamak üzere kendimi zor tutuyorum. Bu yaptıkların bir bedeli olmalı!

 

 

Başımı yukarı doğru kaldırıp derin bir nefes aldım. Sakin kal! Amaçladı da bu seni kızdırmak ve kendini açığa verip sinirden ağzına geleni söylemen! Ama bunu yapmayacağım. Onlara istediğini vermeyeceğim!

 

 

Kazanan ben olacağım her zaman olduğu gibi.

 

 

"Emira." diye Dehri zihin bağından seslenince hemen bakışlarımı ona çıkardım. "Ne yapmaya çalışıyorsun? Planın ne?" dediği anda başımı yana yatırdım ve acelesizce cevap verdim.

 

 

"Yenilmemek. Her zaman bunu yapmıyor muyum? Bana dayatılan her zorluğu kendi lehime çevirdim bu zamana kadar ve şimdi de bunu yapacağım." demiş ve ellerimi arkamda kavuşturup onlara sırayla bakıp durum tespiti yapmıştım. "Şu an hepimiz onların istediği kıvama geldik ama buradan dönüş yapmak zorundayız. Eminim şu an halimiz izliyorlar ve pes edeceğimizi düşünüyorlar. Onlara istediklerini vermeyelim." demiştim.

 

 

"Ama çok sıkıldım. Buradan çıkmak istiyorum." diyen Victoria 'ya anında Dehri sataştı.

 

 

"Haspam sanki biz burada olmaktan çok mutluyuz. Kızım sen tek burada değilsin. Bizde varız. Bencilliğin de bir sınırı olur ama sende o yok anlaşılan." diye onu yerdiği anda Victoria olduğu yerden ona hızla bedenini döndürdü.

 

 

"Hah! Sen mi bunu söylüyorsun? Oğlum senin doğanda var bencillik ve sen bunu bana mı atfediyorsun? Sen yürüyen bir egosun buna rağmen ben mi burada sızlanınca hatalı oluyorum! İşine bak sen ve beni kendine konu edip durma!" diye aniden çıkıştı ve olduğu yerden kalkıp hızla onun üzerine yürüdü. O anda Dehri 'de yerden kalktı ve hemen Victoria' ya yürüdüğü anda ikisini de durduran ben oldum.

 

 

" Kendinize gelin ben ne diyorum siz ne yapıyorsunuz! Sakin olun. Geç sende şuraya Victoria!" diye sinirle ikisini azarlayıp daha olay kızışmadan müdahale etmiştim.

 

 

"Bana ne kızıyorsun ya! O başlattı." dedi. Victoria ötede durmuş bize bakan Dehri 'yi gösterince. Dehri anında onun bu haline tekrardan laf atmıştı.

 

 

"Çocuk musun sen? Ne o annesine şikayet eden bebeler gibi davranıyorsun?" dediğinde o anda Victoria olduğu yerden bir anda ayrılıp Dehri' ye doğru ilerliyordu ki bir anda yüksek sesle konuşmam ikisinin de hareket etmesini engelledi. Ama bu normal değildi. Sanki zihinlerini ele geçirmiştim ve bu sayede o ikisi komuta hemen uyumuştu.

 

 

"Durun!"

 

 

Tek kelime ama etkisi çok kuvvetliydi.

 

 

O anda hepsi bana bakmış ve bu garip davranışın ne anlama geldiğini anlamak için bana sorgu dolu ifadeleriyle bakmışlardı.

 

 

"Nasıl yaptın?" dedi Dennis. "Onları nasıl bir anda durdurdun. Sanki onları görünmez bir iple yönetiyor gibiydin." demesine karşı sadece bilmiyorum demiştim.

 

 

"Emira son zamanlarda çok şeyi yapıyorsun ama hiçbirine verecek adam akıllı bir cevabın yok. Bak burada seni suçlamıyorum ama iyi değilsin. Görmüyor musun? Kimseden de yardım istemiyorsun. Her şeyi kendi başına hallediyorsun. Yardım istemiyorsunuz bile." dedi Kavi uzun zamandır kafasını meşgul eden düşünceleri açığa vurunca.

 

 

Ona sadece susarak bakmış verecek bir cevabım olmadığı için sessizce durmuştum.

 

 

" İşin aslı şu ki nasıl Karanlık Ruhlar sana itaat etti. Bu ne zaman oldu ve neden söylemedin? "diyen Enfal 'in kuşku dolu sesi beni o bilinmez diyardan çekip aldı.

 

 

" Neden kuşku dolu bir tınıda bunu zikrettin? "dediğim anda onun yerine Nehar cevapladı beni.

 

 

" Çünkü önemsemiyorsun. "dediğinde neyi dercesine bakmıştım." Kendine vereceğin zararı. Kendine yaptığın bunca şeyi. Farkında mısın bilmiyorum ama sen ilk an buraya gelen Emira mısın? Ben söyleyeyim. Değilsin! Baksana bir dönüştüğün kişiye her şeyi soyutladın sen Emira sadece intikamına odaklandın. Ve her şeyi bir köşeye attın. "demesiyle göğsüme görünmez bir darbe aldım. Buz kestim. Sözcükler bir araya gelmeden kaçışıp durdu. Verecek bir cevap bulamadım.

 

 

" Çok haklı. Ben eski Emira 'yı özlüyorum. Yanımdasın ama sanki sen değilsin gibi. Hep zihnin başka bir şeyle meşgul. Artık bu işin içerisinde bizde yokuz. Sen ve düşüncelerin var artık. Herkesi soyutladın. Ve bizler sana ulaşamıyoruz. Sen buna izin vermiyorsun. Emira yanlış yapıyorsun. Ve bu sadece sana zarar veriyor. "dediği anda Dennis, bedenim kas katı kesildi. Bu cümleyi duymak ağır geldi. Elbette farkındayım ama dile gelip bunu duymak ağır geliyormuş insana yeni farkına vardım.

 

 

" Bir şey demeyecek misin? "dedi Victoria yorgun bir sesle.

 

 

O an sadece derin bir iç çekip arkama dönüp dilime gelen zehri zemberek sözleri yutmak için kendime zaman tanıdım. Gözlerim usulca yanmaya başladı. Boğazımda yakıcı bir acı baş gösterdi. Yutkunamadım. Parmaklarımı avuç içlerime usulca geçirdim acıyı dağıtmak adına.

 

 

Gözlerime akın etmeye çalışan gözyaşlarını yok etmek için derin bir nefes almaya çalıştım ama başarılı olamadım. Ve başımı iki yana salladım. Kabul etmeyerek. Çünkü bunu yapmaya hakları yok. Ben bu kadar çabalarken beni geriye püskürtecek kadar yaralamalarına izinleri yok. Tırnaklarım sertçe avuç içimi kanatacak kadar bastırırken bir anda bana doğru gelen bir adım sesi duyunca hemen sağ elimi açıp elimin tersiyle durmasını işaret ettim.

 

 

"Bu ana ulaşmak için nelerden vazgeçmek durumunda kaldım biliyor musunuz?" dedim ama bu sadece sorulmak üzere bir soruydu. Çünkü hemen sonrasında devam ettim. "Çok şeyi. Hemde çok şeyi." dedim ve gözlerimi açıp karşımda duran boşluğa baktım. O sırada binbir şey aklıma geldi. Yaşadığım her şey gözlerimin önünden geçip durdum. " Bu ana gelmek adına her mücadeleyi verdim. Her acıya göğüs geldim. Neleri duydum ama direndim. Nelere göz yumdum sırf zamanı daha gelmedi diye sustum. Bende neyden neye dönüştüğümü biliyorum ama bunu hiçbir zaman sesli dile getirmek istemedim. Çünkü yara alırdım. Çünkü vazgeçerdim. Ve benim buna hakkım yok. Olamaz da. "dedim ve bir anda onlara doğru baktım. Hepsi bana bu halim yüzünden mahçup bir ifadeyle bakıyordu.

 

 

" Özür dilerim. "diyen Nehar 'ı anında susturdum.

 

 

" Özür dileme. Sen bir şey yapmadın ki. Bunu bana yapan benim. Ve bu yüzden pişman değilim. Olamam da. Sadece anlayın beni. Yaptığım her şey adına bana anlayış gösterin. Belki yanımda olmasınız bile bunu hissettirin. "demem hepsinin ifadesinin değişmesini sağladı.

 

 

" Ne demek yanımda olmasanız bile? Kızım biz ne için bu yola çıktığımızı unutmadık ama sen unutmuşsa benziyorsun! Hatırlatırım bu yolun sonunda onları alt etmek var ve bundan geri kalmayacağım. Haberin olsun. Orada bende olacağım." dediğinde Dennis anında hepsi bende olacağım demiş ve bana doğru ilerlemiştiler. Bana ilk sarılan Dehri olmuştu sonrasında diğerleri etrafımı sarıp büyük bir kucaklaşma yaşadık.

 

 

" Ama hâlâ dediklerimde haklıyım Victoria. "dediği anda Dehri birden sesli bir şekilde kahkaha attım. Beni güldürmek için bunu yaptığını biliyordum. Ben gülerken Victoria bir yandan onun omzuna acıtmayacak bir şekilde vurmuş sonrasında o da benim gibi kahkaha atmıştı.

 

 

" Oğlum onu bunu bırakın harbiden Karanlık Ruhlar şu an Emira 'nın ordusu konumunda ya. Harbi hâlâ inanmıyorum. "diyince Enfal şaşkınlığın ele geçirdiği sesiyle.

 

 

" Lan yine dört ayak üstüne düştüm. "diyen Dehri' ye herkes anlamaz bir ifadeyle baktı." Oğlum kimin dostunun Karanlık Ruhlar ordusu var. Baksana bunun havasını nasıl atarım diğer krallıklara. Sinirimi getirene orduyu salarım üstünüze dememe yeter. "demesiyle Dehri anında hepimiz o an bunu düşününce surat astık.

 

 

" Sakın bak sakın orada burada bunun yüzünden caka satayım deme uğraşamam ben yine mahkemeyle filan. "dememle Dehri omuz silkti.

 

 

" Sanki girmediğin şey. Bir kere de bizler için gitsen ne olur ki? "diye çok normal bir şeymiş gibi bahsedince ona göz devirdim. Yürü git ya ben ne derdindeyim o neyin peşinde.

 

 

Bir kere de akıllı kişiye hiç mi denk gelmez bir insan ya! Nerede sorun nerede bela ben oradayım ve oradan ayrılmıyorum.

 

 

Benim surat asmama Dehri bıyık altından gülüp burun kıvırmış ve sanki çok yakında bunun yüzünden başıma bela açacağını yüz ifadesiyle göstermişti.

 

 

"Eğer bunun bahsi bile geçerse senin yüzünden orada burada asıl ben senin üzerine salarım Karanlık Ruhları haberin olsun." diye açıkça onu tehdit etmem bir anda o keyifli ifadesinin yok olmasını ve dehşetle bana bakmasına sebep oldu.

 

 

"Şimdi yapmazsın da diyemiyorum sende potansiyel var. Ama sonuçta kader ortağı değil miyiz? Bu kadar acımasız olmazsın değil mi? "dediği anda neden olmasın ki bakışı atıp olduğu yerden yavaşça ayrılmış ve zihnime üşüşen düşüncelere yenik düşmüştüm. Birden durgun halimi fark eden bizimkiler anında pür dikkat baktığım yöne bakmaya başladı.

 

 

" Nereye bakıyor bu? Çünkü ben bir şey görmedim boşluk dışında." diye yanındaki Kavi 'ye bakarak konuşmuştu Dehri. Göz ucuyla ne yaptığını fark etmiştim.

 

 

"Bir şey diyemiyorum çünkü kesinlikle o zehir zihni yine bir şey fark etti kesinlikle." diyen Kavi' nin sözlerine son anda gülmekten vazgeçtim. Çabuk anlıyordu beni.

 

 

"Emira umarım buradan çıkacak bir şey bulmuşsundur. "diyen Victoria 'ya cevap vermeden anında kaşlarımı çatmış ve hemen ayağımı yavaşça kaldırıp boşluğa tekme atmıştım. Ve o anda bir çatırdama sesi duyulmuştu. Yok artık.

 

 

" Sesi duydunuz mu sizde? "dedi zihin bağından iletişim bırakıp anda tepki vererek Dennis.

 

 

" Evet duydum. "diye onu anında onayladı Enfal.

 

 

" Ne çatladı?"dedi Nehar.

 

 

" Kapan. "dediğimde hepsi anlamazca bana baktılar.

 

 

" Ne kapanı? "diyen Kavi oldu.

 

 

" Zihin boşluğu aslında bir kapan ama bu bizim oluşturmuş olduğumuz bir kapan. Aslında bir boşluk içinde değiliz. Zihinlerimizin kapanı altında bulunuyorduk uzun zamandır. "demiş ve yavaşça parmağımı boşluğa tutup yavaşça vurmuştum. Ve anında küçük bir vurma sesi duyuldu.

 

 

Sonrasında iki elimi boşluğun üzerine yasladım ama sanki görünmez bir duvara yaslı haldeydi o an. Sanki bizleri etrafı görünmez bir duvarla örülmüştü.

 

 

" Saatlerce aslında aynı yeri gezip durduk zihinlerimiz bizi kandırdı. Biz buna izin verdik." demiş ve anında bir adım geri çekilip başımı yavaşça yana yatırıp karşıma baktım.

 

 

Aslında şu an sadece beş dakika buradaydık. Fakat bizler bu beş dakikayı on saat olarak yaşadık. Zihinlerde bulunan zamanla bu gerçek zaman çok farklı. Ve bizler şu ana kadar çok şey kaçırdık.

 

 

Anında gözlerimi kısarak hedefime odaklandım ve bir adım öne gelerek hızla yumruğumu görünmez duvara vurarak anında bir çatlama sesinin kuvvetle etrafta yankı bulmasını sağladım. Anında etrafta bulunan duvar çatladı ve parçalara ayrılıp etrafa sertçe saçılmaya başladığı anda arkamda bulunanların korku dolu küçük çığlıkları duyuldu. Ve sonrasında önümde duran duvar yok oldu ve görüş açıma beş dakika önce berber olduğum kişiler girdi.

 

 

"Ah sizi görmek ne hoş." dedim hemen. Onların şaşkın bakışları altında olduğum yerden bir adım öne çıktım. "Sanırım bizi biraz daha bekletme taraftarıydınız ama bizim o kadar beklemeye sabrımız kalmadı maalesef." diye sakinlikle ama hesap soran bir ifadeyle konuşmuştum.

 

 

"Az önce o ne yaptı ya?" diye bir anda oluşan koca sessizlik içerisinde Dehri 'nin yarı şaşkın yarı etkilenmiş sesini duydum.

 

 

"Ben daha ne kadar şaşırabilirim diyorum ama hep daha fazlasına şahit oluyorum ve bunun sonu gelecek gibi değil." dedi hemen ondan sonra Dennis.

 

 

"Her defasında bir şekilde olduğu zor durumu aleyhine çevirmeyi başarıyor ya ben orada bir başka oluyorum ya." diyen Victoria 'ya o an dönüp bakmak ve göz kırpmak istedim ama işte bakışlarımı bana hayalet görmüş gibi bakan kişilerden alamadım.

 

 

"Emira." diye söz girdi Süreyya hanım ama devamını getiremedi.

 

 

Onun yerine Turul bey konuştu.

 

 

"Korkutucu olduğunun farkında mısın?" dediği anda ifadesiz ama gözlerimde yatan o tehlikeyle konuştum.

 

 

"Sizin açınızdan sorun teşkil ettiğini düşünmüyorum ama siz düşünüyorsanız bu sizin için bir tehlike olur. Ve bunun sorunuyla baş etmek size kalıyor." dedikten sonra yavaşça arkaya doğru adım attım. "Sizle kalıp daha çok konuşmak isterdim ama maalesef yapmam gereken şeyler var. Bugün zaten yeterince bir araya geldik akşam yemeğine kadar görüşmek üzere." demiş ve çıkmadan hemen önce Ahrar 'a bakmış ve ona kızgın bir ifadeyle bakmıştım.

 

 

Alçak adam beni kandırdı! Sırf be yapacağım diye keyifle izlemek için. Ona olan bakışlarımı fark ettiği anda hemen gözlerinin etrafı kırıştı, dudaklarını gülmemek için birbirinin üstüne örttü. Masada duran parmakları usulca ritim tutarken tahammülsüzlükle ona bakıp yüzümü ekşittim. Ben göstereceğim ona.

 

 

Hemen arkamı dönüp hızla burayı terk etmeye hazırlandım. Ben hareket eder etmez diğerleri de olduğu yerden beni takip etti. Toplantı odasından çıkar çıkmaz anında Victoria yanımda bitti ve içinde onu yiyip bitiren soruyu dile getirmeye cesaret ettiği anda konuştu.

 

 

"Nasıl anladın? Yani çok zor bir durumdu. Ve bunu anlaman kafa karıştırıcı." diyen cümlelerine karşılık vermem geç olmadı.

 

 

"Hisler Victoria. Hiçbir şey onun yansıttığı şeyleri sana yansıtmaz ve bende hislerimi dinledim. Garipliği anladım ve ona göre çok uçuk bile olsa o hissin peşinden gitmeyi tercih ettim ve olanlar oldu. Ama onları takdir etmek gerek. Çok zekice bir plandı bize yönelik adımları. Çok etkilendim ama bir o kadar da kızdım. Sonunda ise onlara gerçek kimliğimle karşılık verdim. "demiş ve hemen kulenin arka bahçesine çıkan kapıya doğru yöneldim. Benim ters istikamete gitmem herkesi şaşkına çevirdi.

 

 

" Nereye gidiyorsun? "diyen Dehri 'ye işim var demiş ve hemen adımlarımı hızlandırmıştım.

 

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

 

Hissettiklerimin zerresi dünyada izlerini bırakamadı. Hepsi yetersiz kaldı bu dünyaya. Hepsi yok oldu. Sadece hissiyatı dünyada olmayı başardı.

 

 

Saatler mi geçti yoksa günler mi? Emin değilim. Zamanın döngüsünü kırdığım anda bulunuyordum. Sessizlik bile yavaşça kendini azat etmişti sonradan. Sadece ben ve düşüncelerim masaya kozlarını yatırmıştı.

 

 

Neydi beni bu hale getiren?

 

 

Çok şey aslında...

 

 

Buradan gitmem zaman alacaktı. Ama herkese her şeye rağmen değişimi başaracaktım.

 

 

Kuleyi terk ettikten hemen sonra Larut 'a ait olan kişisel kütüphaneye gelmiştim. Burada ne mi arıyordum? Bulmam gereken şeyi? Ne mi o?

 

 

Bende bilmiyorum daha? Rüyamda benimle konuşan şeyin neyin nesi olduğunu bulmam lazım ama aklıma hiçbir şey gelmiyor. Zaten aradığım hiçbir şeyde de bununla ilgili bir bilgi yok. Ve ben öylece susmuş, dalgın dalgın olanı başta sona düşünüp kaçırdığım noktayı bulmaya çalışıyorum.

 

 

Bulmak zor, zaman az, düşman çok...

 

 

Düşünceler karmaşık, hedef kaybolmuş, emekler dağılmış...

 

 

Neyi neyle ya da nasıl yapmam gerekiyor emin değilim. Bazen neyin nasıl olduğunu unutup duruyorum aslında sonrasında aklıma aşama aşama geliyor yapacaklarım. Ve bazen unutmanın lütfunu veya cezasını çekiyorum.

 

 

Yavaşça azar azar sonra yaklaştığımı fark ediyor ve acılarım daha çok katlanıyor ruhumda. Susturamadığım sessiz düşünce fırtınalarında büyük mücadeleler ediyor çoğunda kaybedip duruyordum. Aldığım darbelerin sayısı çok, izleri bedenimin her yerinde...

 

 

İyileşemiyorum...

 

 

Ben her geçen gün kalbimdeki hislerden oluyorum. Ben gerçekten yok oluyorum. Ölüyorum yavaşça...

 

 

Düşüncelerimin verdiği acıdan nefes alamadığım anlar oluyor. İki gün burada ayrılmadan bütün gün bütün gece benimle rüyada konuşan kişiyi bulmaya çalışmış ama bulamamıştım. Daha fazla burada durarak kafayı yememek ve çıldırmamak için Larut 'un kişisel kütüphanesini terk edip kuleye gerisingeri dönme kararı almıştım.

 

 

Belki de bir umut orada bulurdum aradığım şeyi rastlantı olarak olamaz mı? Hava çoktan çökmüştü. Şu saatlerde şu an herkes yemek için yemekhaneye gitmiş olmalı. Bende oraya giderek iki gündür doğru düzgün yemek girmeyen mideme güzel bir yemek sunabilirim. Patikadan yavaş adımlarla kulenin arka tarafından ilerleyip bahçeye ulaşmış ve bahçeden hızla içeriye doğru geçmiştim. İçeri girdiğimde aniden çalışanların koştura koştura yemekhaneye gidip geldiklerini gördüm.

 

 

Yine ne oldu benim yokluğumda? Bu kulede sorunlar ve olaylar bitmiyor! Yemekhaneye geçmeden hemen önce üzerimi değiştirmek için odama geçmiş işimi kısa tutarak kıs bir duş alıp üzerime petrol yeşili bir elbise giyip saçlarımı kurutup sonrasında gelişi güzel toplayıp hemen açlık nidası atıp duran midemi susturmak adına hemen odadan ayrılıp yemekhaneye doğru tekrar yol almıştım.

 

 

Yemekhane kapısına ulaştığım anda içeriden tiz bir kadın kahkaha sesini işitmiştim. Misafir mi var? Yine kim bilir kimdir? Çünkü sonrasında kadının sesini duyunca buradan biri olmadığını anladım. Aralık kapıdan içeri girer girmez bakışlarım yabancı kadını aramaya başladı ve onu gördüğüm anda nefes alamadım. Çünkü tam Ahrar 'ın yanındaki sandalyeye oturmuş ve ona sırnaşık bir şekilde duruyordu.

 

 

Benim Ahrar' ımın yanında ne işi var bu kadının! Ahrar 'a çevrilen bakışlarım onun hiçte bu kadının bu yakın ve iğrenç duran davranışlarından rahatsız olan bir tavrı olmadığını fark etmem karnıma sert bir şekilde darbe yemiş gibi nefes almamı kesti. Ben bu adamı boğarım! Hani beni çok seviyordu? Ne oldu da şimdiden kadınların ona yakın olmasına izin veriyor? Benim adım seslerimin duyulması anında içeride derin bir sessizlik olmasını sağlamıştı.

 

 

Tehlike çanları zihnimde yankı yapıp duruyordu. Üsten etrafa göz attıktan hemen sonra masaya doğru ilerledim. Benim gelişim tüm gürültüyü yok etmiş yerine sessizliği sağlamıştı. Bunun sebebi son olaylar ve ondan önceki vukuatlarımdı. Genel olarak herkesin çekindiği biri haline gelmiştim. Varlığım fark eldir edilmez Ahrar aniden bakışlarını bana çekti.

 

 

Ama ona bir şey çaktırmamak için ona soğuk bir şekilde bakıp bakışlarımı Turul bey 'e çekmiş ve bana yönelik rahatsız olduğunu yansıtan ifadelerine büyük bir kayıtsızlık içerisinde bakıp hissiz bakışlarımı oturtacak olduğum alana çekmiştim. Tam yanımda duran Victoria benim gelişimle bana doğru dönüp bakmış ve sonrasında yanına gelene kadar bana sorgu dolu ifadelerini dikmiş ve ona hesap vermemi beklemişti. Yanındaki yerimi alır almaz hemen zihin bağından konuşmuştu.

 

 

"Neredeydin iki gündür? Kara Orman 'a gittim orada da değildin." demesiyle anında ona cevap verdim.

 

 

"Bulmam gereken bir şey vardı onu aramak için kütüphanede sabahladım iki gündür." demiş ve sonrasında boş tabağıma yiyecek doldurmaya başlamıştım.

 

 

Yemekler enfes duruyordu ve hemen tabağıma bir şeyler koyduktan sonra yemeye başladım. Birkaç lokma sonrasında birden uyarı dolu bir öksürük sesi duymamla anında bakışlarımı önümden çekip anlamayan bir ifadeyle sesin geldiği yöne bakınca bu az önceki iğrenç kahkahayı atan kadının öksürdüğünü anladım.

 

 

Ne istiyor? Onunla tanışmamı mı? Hiç almayayım! Bakışlarımı tekrardan onu yok sayıp yemeğimi yemeye devam ettiğim anda birden sol tarafımdan Victoria 'nın uyarı dolu dirseğini karnıma aldığım anda derin bir nefes alıp tabağın yanında duran suya uzanıp sudan iki yudum alarak meraksız bir şekilde kadına bakıp dudaklarımı araladım.

 

 

"Hoş geldiniz." diye kuru bir sesle onun varlığını fark ettiğimi yansıttım.

 

 

Kadın aniden onu kaale aldığımı görünce o yılışık haliyle konuşmaya başladı.

 

 

"Sizinle ne zamandır tanışmak için can atıyordum Moritanya Prensesi. Ben Maria Sohpia ." dediğinde içimden hah dedim.

 

 

İsmimle hitap etmemesi dikkatimden kaçmadı. Bakışlarımı ona çevirdiğim andan itibaren birden yüzündeki o sahte tatlı ifadesi midemi bulandırdı. Ya da bu başka bir şeyden ötürüydü. Kumral, kemikli yüz hatalarına sahipti. Üzerinde pembe bir elbise vardı dantel işlemeleriyle süslüydü. Demek ismi Maria 'ydı. Seni hiç ama hiç sevmedim Maria. Neden mi benim olana olan yılışık halin yüzünden.

 

 

Abartılı makyajı ve fıldır fıldır bakan ifadesi ona olan nefretimi daha da arttırıyordu. İki de bir yanında duran Ahrar 'a bakıp ona cilveli ifadeyle bakıp durması tüm açlığımı yok etmişti. Takıldığım nokta Ahrar hiçbir şekilde bu kadına karşı bir soğukluk göstermemesi.

 

 

"Bugüne kısmetmiş." diye kısaca kestirip attım, istekli haline olan soğuk tavrım birden yüzünün düşmesini sağladı.

 

 

"Ah aslında daha önce kuzenimle gelecektim ama imkanım olmadı." dediği anda Maria tek kaşım yavaşça kavislendi. Düşündüğüm şey değildir değil mi? Oysa çılgın çıkacağım buradan! Ahrar 'ı ise kimse elimden alamayacak!

 

 

Daha ben sormadan Süreyya hanım devreye girdi." Birkaç ay önce yeğenim ve onun eşinin kardeşi gelmişti ya." dediği anda elimde duran bardağı yavaşça masada olduğu yerde döndürmeye başladım.

 

 

O kadının gelmek iç can atıp durduğu kardeşi olarak bahsettiği kişi bu kadın mıydı? Ahrar 'dan hoşlanan kişi tamda karşımda mı duruyordu?

 

 

Zihnimde türlü türlü düşünceler devrildi durdu.

 

 

Benim de öldürmek istediğim insanlar oldu ama öldürmemeyi tercih ettim.Neden mi? Çünkü dünyanın kendisi başlı başına bir işkence ve zulümken neden ölümü ilk tercih yapayım ki. Ölüm kolay olanı zor olan bu dünyada hayatta kalabilmek. Ve bende bu dünyada işimi halletmeye çalışıyorum sevmediklerime karşı planlarımı. Ve o anda nefret nefes buldu cümlelerimde.

 

 

"Tarihe bir not düş Victoria her an kuruduğum düzeni alt üst edebilirim." dedim keskin bir ifadeyle bir karşımda utanmadan duran kadına ve yanındaki Ahrar 'a. O an Ahrar gözlerimde ne gördü bilmiyorum ama o soğuk ifadesi birden keyifli bir hal aldı. Ah eğleniyor mu birde! Göstereceğim ona ben eğlenmeyi!

 

 

" Neden?"diye safça sorunca Victoria ona anında cevap verdim.

 

 

" Çünkü gözümün önünde canlı canlı ölmek isteyen iki kişi var ve ben gözümü karartırsam sonucu nasıl biter bilmiyorum büyük bir ses getirir orasından eminim. Ama ben sorun çıkartmayı istemiyorum nedense!" demiş ve elime çatal ve bıçağı alarak kaçan iştahıma rağmen yemek yemeye devam etmiştim.

 

 

" Şimdi hatırladım. Bazen bazı şeyler isteğimiz gibi gitmez aynı bazen bazı şeyleri istesekte geri kazanamayacak olduğumuz gerçeği gibi. "demiş ve karşımda bana alık alık bakan kadın ne demek istediğimi çalışırken Ahrar 'ın birden düşen ifadesi kaçan keyfimi yerine getirmişti.

 

 

Yemeğimi yarı sinirli yarı gergin bir halde yerken Ahrar olduğu yerde bana kızgın bakan bir ifadeyle bakıp durmuştu. Maria ise Ahrar' ı konuşulan konuya çekip durmaya çalışsa da Ahrar lafımdan sonra ona bir daha pas vermemişti.

 

 

"Şimdi sakin misin? Çünkü az önceki cümlen ürkütmedi değil." diye zihin bağından Victoria konuşunca son lokmayı çiğneyip gerisingeri arkaya yaslanıp bardakta kalan son birkaç yudum suyuda içip Victoria 'ya kafamı çevirmiştim.

 

 

"Emin değilim duruma bakmak lazım o kadının yeniden sırnaşık hallerini görmem sinirlerimi ortaya çıkarabilir. Ama asıl Ahrar bir daha kıskandırmak adına o kadını kullanırsa ben ona ne yapacağımı çok iyi biliyorum." demiş ve rahat bir şekilde olduğum yerde oturmaya devam etmiştim.

 

 

Onca işim gücüm var. Bu işler arasında Ahrar 'ın kıskandırma çabalarıyla mücadele edemem. Ona istediği şeyi de veremem. Ahrar efendi onu kıskanmamdan başka bir şeye yol açacak düşüncelere girebilir ve ben bunu istemiyorum.

 

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

 

Masa toplanırken çalışanlar tarafından herkes olduğu yerde durmuş ve açılan konu hakkında konuşuyorlarken ben isteksiz bir şekilde buradan kaçmak için bahane arıyordum kendime. Zaten benim cümlemden sonra Ahrar bir daha yanında duran Maria 'ya bir kere bile dönüp bakmamış ve tüm dikkati benim üzerime çevrilmişti. Lacivert harelerin ona bakmam için can attığını biliyorum ama ona istediği şeyi vermemek konusunda kararlıyım.

 

 

Dirseğimi sandalyeye yaslamış ve bakışlarım etrafı acelesizce tararken birden zihnimde yankı yapan ses tüm odağımı tüm duygu durumumu kendi lehine çekti.

 

 

"Emira." demişti Ölü Ruh.

 

 

Sesi korku dolu ve sanki biraz sonra bana hiç hoşlanmayacağım bir şey söyleyecek hissiyle dolup taşmıştım.

 

 

"Karanlık Ruhlar mezarlığına git orada davetsiz misafirlerin var." dediği anda soluk alamadım.

 

 

Bakışlarım, bedenim titredi. Bedenim buz kesti. Kötü senaryolar zihnimde birer birer yer alıp durdu. Fısıltılar zihnimde korku nidasıyla koro oluşturmuş bana dehşetten haber getiriyordu. Olduğum anda soyutlandığımı ve sonsuzluğun içerisine atıldığımı hissettim. Sesler yavaşça silikleşti. Bedenler yok oldu. Mekan boşluğun içerisinde kayboldu.

 

 

Olduğum yerde bedenime olan hakimiyetimi yitirmiştim ki tekrar Ölü Ruh 'un sesi yankılandı.

 

"Sakin kalmanı istiyorum. Amaçları seni çıldırtmak ve orada kendi aleyhlerine olayların yaşanmasını sağlamak. Bak Emira bunu sana neden haber verdim biliyor musun? Güçlü ol ve yıkılma diye. Onlara karşı her an her daim dimdik durup, boyun eğme diye. Onlar sana zarar veremezler. Sadece canını sıkacak şeyler yaparlar ve sende onların bu oyununa piyon olma. Beni duyuyor musun? "dediğinde o an dudaklarımdan üç kelime döküldü.

 

 

" Onlara ölümü getireceğim. "dedim sessiz ama tehlikeli bir sesle.

 

 

Gözlerime yerleşen nefret öfke, intikam ve acı birer birer yer ediniyor her biri bir diğerini devirip kendilerinin hükümdar olmasını istiyordu. Ama hepsi galip olacaktı merak etmesinler. Ben cümleyi kurduğum anda yanımda duran Victoria ne dedin diye sormuştu. Ama onu duymazdan gelip pat diye ayağa kalkıp olduğum yerden çıkmaya hazırlandım.

 

 

O an kalbime karanlığın yerleştiğini, nefeslerimin buz soğukluğuyla ciğerlerime geri döndüğünü hissettim. O an bedenimin başka bir şeye dönüştüğünü yavaşça hissettim. Fısıltılar bana yapmamam gereken şeyleri fısıldayıp duruyordu. Ve her düşünce başka bir karanlığı yayıyordu.

 

 

Ani çıkışım tüm herkesin dikkatini çekmişti. Hissetmiştim. Ama kimseyle şu an muhatap olmak gibi bir gayem yok. Yemekhanenin kapalı kapısını parmaklarımı hafifçe kıpırdatarak açılmasını sağladım. Ve o an tüm sesler susmuştu. Kapı açıldıktan sonra çıkmak için harekete geçtim. Terk etmeden önce olduğum yeri yavaşça başımı arkama çevirdim ve arkamda duranlara hissizliğin ele geçirdiği mavi harelerimle bakmış ve onlara aslında çoğu şeyi hissettirmiştim.

 

 

Kapıdan çıkar çıkmaz hemen tekrar büyü yardımıyla açık olan kapıyı kapatmış ve kuleden çıkmak için ön çıkışa doğru ilerlemiştim. Dakikalar sonra ön bahçeye ulaştığım anda bahçede durmuş ve parmaklarım arasında küçük ışık huzmeleri oluşmaya başlamıştı.

 

 

Büyü parmaklarım arasında dönüp dolaşıyordu. Bakışlarımı gece karanlığına çevirdim. Ve o an ruhuma çöken ağırlık bana fazla geldi ve hemen olduğum yerden hızla yukarı doğru yükseldim. Birkaç saniye içinde havada süzülürken olduğum yerden hızla ayrılıp gitmem gereken yere varmaya uğraşıyordum.

 

 

Dakikalar içinde Karanlık Ruhlar mezarlığına vardığım anda yavaşça yukarıdan aşağı doğru inmeye başladım. Parmaklarım arasında duran büyü enerjisi yavaşça yok olurken bakışlarım kardeşimin mezar taşını her iki tarafında durmuş ve olduğum yöne bakan ikiliye dönmüştü.

 

 

"Ah erken geldin. Ben daha geç gelirsin diye düşündüm. Ama sevgili Prensesim beni bekletmeden hemen geldi. Seni görmeyeli uzun zaman oldu." diye Dani 'nin iğneleyici sesi kulaklarıma dolunca yüzümü ekşitmemek için kendimi zor tuttum.

 

 

"Burada ne işiniz var?" diye hesap soran sesimle anında Esila bir adım öne çıktı.

 

 

"Kısa bir ziyaret edelim dedik kardeşini. Yoksa hata mı ettik?"diye Esila yalandan bozulmuş bir sesle konuşunca midem bulandı. Onun o an boğazına çöküp sesini kesmek nefes almasını engellemek istedim. Her hücremle onu mahvetmek için yanıp tutuştum.

 

 

" Onun yanından uzaklaşın! "diye keskin, soğuk buyurgan bir sesle konuştum. Sesim o kadar farklı çıkmıştı ki konuşan bir ara ben miyim diye şüpheye düşmüştüm.

 

 

Bedenimde var olan sinir kendini yiyip bitiriyor günyüzüne çıkmak için beni zorluyordu. O anda etrafımda sisli bir havanın dolaşıp durduğunu hissettim. Sanki benimle beraber gibi bir his veriyordu.

 

 

Sözlerim onlarda bir tesir yaratmaz diye sanırken bir anda ikisi de hemen oradan bir robotun emir alıp verdiği tepkiyle harekete geçtiğini ve kardeşimin mezarından uzaklaşıp bana doğru gelmeleri beni de şaşırttı. Yine yapmıştım bilmeden onların zihnine sızar gibi onları yönlendirmiştim.

 

 

"Nasıl yaptın?" diyen ilk Dani oldu. Şaşkındı. Benden bunu beklemiyordu.

 

 

"Ah daha neler yaptığımı görmedin Dani. Ama çok yakında göreceksiniz. Sen ve Esila 'ya dünyayı dar edeceğim." demiş ve ikisinin bir ara birbirlerine bakıp endişeli bir şekilde bakıştığını görmüştüm.

 

 

Bunun sebebini az çok biliyorum. Güç kapasitem git gide artıyor ve bu onları tedirgin ediyordu. Ama bu daha başlangıç bir kere.

 

 

" Ne o korkmuş gibi duruyorsunuz?" diye onların bu hallerine atıfta bulundum.

 

 

"Hadi ama prenses o kadar da kendini güçlü sanma. Ya da bizlerin yanında ufak gücünden bahsetme. Çünkü gülünç oluyor. " demesine karşılık aniden bir adım öne çıktım ve başımı yana yatırıp yavaşça ikisini izledim.

 

 

"Her ne kadar korkunuzu saklamaya çalışsanız da hissediyorum. Ve bu bana büyük bir keyif veriyor. Sizler bende ölesiye korkuyorsunuz. Yansıtmamak için çabalamayı bırakın çünkü hissediyorum görmekten çok bunu." demiş ve yavaşça harekete geçmiştim.

 

 

"Amacınız ne biliyorum "demiş ve meraklarını çekmiştim." Çabanız beni kızdırmak. Neden mi? Size karşı büyü gücümü kullanmamı istiyorsunuz. Size bir şey söyleyeceğim maalesef bunu yapmam. "demiştim yalancı bir mahçuplukla. Sonrasında bakışlarım aniden öfkeyle dolup taştı.

 

 

" Buna ihtiyacın var değil mi? "demiştim Esila 'ya bakarken. Ama bakışlarım çok yüzünde oyalanmadan karnına indi." Çünkü o karnındakinin benim saf gücüme ihtiyacı var. Bu sayede az da olsa o sana güç verecek diye umuyorsun ama boşuna bir umut senin ki. "dediğim anda ikisi de bunu bilmemi beklemiyor ki şaşkına döndüler.

 

 

" Sen nereden-"diye Esila devamını getirmeden ben söze atıldım.

 

 

" Nereden mi biliyorum? Nereden bildiğim önemli değil asıl önemli olan bu bilgiyle ne yapacağımdır. "demiş ve kollarımı açıp etrafımı göstermiştim." Buraya gelerek neyi amaçladığınız belli ama asıl önemli olan benim sizler için amaçladığım şey ne? Onu bilmek ister misiniz? Ya da durun onu sonraya alalım. "demiş ve birkaç adım daha öne doğru ilerlemiştim.

 

 

" Siz bir sır vereyim mi? "dediğim anda Dani ne söyleyeceğimi deli gibi merak etmişti.

 

 

Çünkü potansiyel olarak beklediğinden daha fazla olmam onu heyecanlandırmıştı. Sanki yeni bir oyuncak görmüş gibi pür dikkat bana bakıyor ve hal ve hareketlerimi kaçırmamak için büyük çaba sarf ediyordu. Bu kadar merakını cezp etmem beni rahatsız ediyordu ama çaktırmamaya çalışıyorum.

 

 

"Artık tüm güçlere erişimim var." dememle neyi anlatmaya çalıştığımı anlamadılar ta ki yerden çıkan kuru, yapışkan, iğrenç kokulu ve uzun kollara sahip yer canavarı ortaya çıkana kadar. Yer canavarını gördükleri anda ikisi de olduğu yerden geriye doğru adımladılar.

 

 

"Ah size hediyem bu. Şimdi ben gidiyorum ve bilin bakalım kim ne yaptı? Evet ben bir şey yaptım. Sizleri ona sundum. Nasıl mı geldiğim andan itibaren zihnen sizleri onun avı yapmak için yönlendirdim ve sizde bunu anlamadınız. Dedim ya az önce tüm güçlere erişimim var. İşte onlardan biri de bu. Hadi size kolay gelsin benim gitmem gerekiyor. "demiş ve hemen oradan ayrılıp onları yer canavarının öldürücü darbeleriyle baş başa bırakmıştım.

 

 

Kuleye geri dönüşüm pek iyi olmamıştı. Döndüğüm anda bahçede bulunan çardakta gecenin ölümü arzulayan kişilerini görmüştüm. Süreyya hanım, Arın hoca, Victoria , Ahrar ve Maria...

 

 

Hepsi çardakta oturmuş koyu bir sohbet içerisinde bulunuyordu. Sadece Ahrar olduğu yerden soyutlanmış bir şekilde dalgın dalgın bir şeyler düşünüyordu. Ama her defasında yanında bulunan Maria onu konuşmalara katılması için zorlarken Ahrar birkaç laf ettikten sonra tekrar sessizliğine geri dönüyordu. Olduğum yer karanlık olduğu için hâlâ beni fark eden kimse yoktu. Etrafta bazı kişiler daha vardı. Onlar kendi halinde takılırken hedefimde bulunan kişilerin seslerini çok yakından duyabiliyordum.

 

 

Tam bir adım atıp öne çıkıp kendimi görünür hale getireceğim anda birden bir hisle dolup taştım. Bu his çok farklıydı. Anlatmak bile zordu. Sanki etrafım bir anda bir şeyle çevrili hale gelmişti ve ben onun yaydığı enerjiyle karşı karşıya geliyor gibiydim. O anda nefes almak çok zor bir hale geldi. Eşim boğazıma gitti ve boynumu sıvazlama gereği duydum. Bu öldürücü bir histi. Etrafımda ne vardı?

 

 

Beni neydi bu hale getiren? Kendime gelmek için zaman tanıyacağım anda birden görünmez bir şeyle çarpıştığımı hissettim. Sanki bu şey içimden geçmiş ama içimde hapsolmuş gibiydi. Bir anda bedenime çöken ağırlık olduğum yerde yanımda bulunan ağaca yaslanmamı sağladı. Neydi bu az önce olan şey?

 

 

Kapatmış olduğum gözlerim, kesik kesik alıp verdiğim nefeslerim... Hızlı atan nabzım ve bedenime bir anda hücum eden titremeler beni mahvetmişti. Başımı ağacın sert kabuklu gövdesine yaslayıp derin derin nefes almaya ve kendime gelmeye çabaladım.

 

 

Birkaç dakika böyle kaldıktan sonra avucumu ağaca yaslayıp ondan destek alarak bedenimi geriye itip arkaya doğru dönerek ilerlemeye başladım. Odaya çıkıp dinlenmek istiyorum. Şu an bedenimde bulunan tüm enerji görünmez bir varlık tarafından emilmiş gibi hissediyorum.

 

 

Adımlarım sarsak ve güçsüzdü. Önümde bulunan bakışlarım ara sıra kararıyor dengem şaşacakken son anda kendime geliyordum. Derin bir nefes alıp başımı göğe çıkardım. Nasıl bir anda bu hale geldim ben?

 

 

Gözlerimi kapayıp olduğum yerde durmuş ve eski gücümün kalan kırıntılarını aramaya koyuldum.

 

 

"Emira." diye yumuşak, merak içerisinde olan bir ses duymam bakışlarımı açmamı sağladı.

 

 

Gözlerimi açıp başımı doğrultup tam karşımda bulunan kişiye baktığım anda Ahrar 'ın tam karşımda bana baktığını gördüm. Bakışlarımı ondan yavaşça aşağı kaydırdım. İki eli omzuma yerleşmişti. Bunu nasıl hissetmedim ki? O kadar mı dalgındım. Sorgu dolu ifadelerim onu buldu daha doğrusu gözlerini. Lacivert harelerinde endişe, merak ve korku vardı.

 

 

" İyi misin? Bir anda durunca olduğun yerde hemen yanına geldim. Ne oldu bir yerin mi ağrıyor? Apar topar gitmen bundan dolayı mı?" diye üst üste soruları ilk an idrak gücümü ortaya çıkarmamıştı ama sonradan olduğum anı fark edince bir adım geriye çekildim. Omzumda duran elleri boşluğa düşmüştü. Bu tepkim hoşuna gitmese de çaktırmamaya çalıştı.

 

 

" İyiyim Ahrar hoca bir şeyim yok. "diye sert, soğuk ve uyarı dolu bir sesle konuştum. Herkesin ortasında bana dokunamaz! Herkes anlayabilir. Bunu istemem. Şimdi çok saçma olur aramızda bir şey olduğu düşüncesi kulede dolanıp durması. Çünkü gereksiz olur.

 

 

" Ben seni öyle görünce olduğum yerden merakla yanına geldim. Rahatsız edeceğimi düşünmedim." diye bir anda bozulan ifadesi ve kırılan sesi beni üzmüştü. Ona böyle hissettirdiğim her an kendimden nefret ediyorum. Haklı da olsam haksız da olsam onu üzmek beni darmaduman ediyor.

 

 

" İyiyim. "dedim ve yanından çekip gittim. Arkamda bana kırgın ve yaralı bir adam bıraktım. Her bana yönelik olan girişimini dağıtıp durduğum an mahvoluyordu ve onunla birlikte kendime de zarar veriyordum. İçeriye geçip odama çıktım anda hemen banyoya girip soğuk suyun altında dakikalarca kalmıştım.

 

 

Banyodaki işim bitince yatağa geçmiş ve sırt üstü karanlıkta uzanarak olanları sindirmeye ve anlam vermeye çalışıyordum. Bir anda ne olmuştu bana? Neyin içerisinde bulunmuş ve ondan etkilenmiştim? Kafamda deli sorular dolanıp duruyor ama bir çıkışa ulaşamıyordum.

 

 

Zihnime başka bir dehşet düşünce iyiden iyiye suratım asıldı. Ahrar 'ı o halde görmek ve tekrar bunu hatırlamak moralimi bozmuştu. Ona bile isteye böyle davranmaktan kaçıyorum ama bazen istemeden onu kırıyordum ve bu kendimi öldürme hissimi doğuruyordu.

 

 

Pişmanım ve şu an yanına gidip ona sarılıp özür dilemek için can atıyorum ama bunu yapamam. Yelkenleri suya indirirsem ona sonradan daha çok zarar veririm. En iyi gece her zaman yaptığım gibi haberi olmadan yanına gidip onunla vakit geçirmek ve ondan haberi olmadan özür dilemek. Başka türlüsü olmaz diğer şekilde.

 

 

Düşünceler ağırlık vermeye başladığı anda daha fazla odada durmayarak hızla yataktan doğrulup çıplak ayaklarımı zeminin üzerine bırakıp sonrasında bedenimin şeffaf bir hal almasını sağladım. İlk adımı yerine getirdikten hemen sonra gözlerimi usulca kapayıp zihnime emir verdim.

 

 

Saliseler içerisinde kendimi odamdan Ahrar 'ın odasına geçiş yaptırmıştım. Gözlerimi açınca bakışlarım hemen kitaplık raflarıyla karşılaştı. Başımı bir sol omzuma doğru bir de sağ omzuma doğru çevirdim. Ahrar' ı odada bulamayınca kaşlarımı çattım.

 

 

Nerede bu adam bu saatte? Yoksa o kadının mı yanına? Bende onu üzdüm diye kendime kızıp duruyorum birde aptal gibi! Ah! O kadının yanında hâlâ gelememiş beyefendi! Şeytan diyor ki git ikisininde canına oku! Ama bunu yapmayacağım! Sakin kalıp olan duruma alışacağım.

 

 

Ne alışacağım be! Adam göze göre göre o pislik kadına mı gidecek? Ahrar 'ı gözüm bile kırpmadan yakarım ateşe verir ibretlik diye meydana asarım be ben! İçimdeki o cazgır insanı açığa çıkarmasına mı üzüleyim yoksa bu saate hangi cehenneme gittiğine mi yanayım?

 

Ahrar Seni bir elime geçireyim o zaman o lacivert gözlerini oymazsam bende Emira değilm!

 

 

Olduğum yerden sinirle kalkıp kapıya doğru ilerledi. Kapıdan geçip koridora çıkacağım an Ahrar 'ın sesini kapının diğer tarafından duymuştum. Ah beyefendinin teşrif etme saati gelmiş. Ah sevgilisinden ayrılmamış bu zamana kadar! Tam sinirle kapının diğer tarafına geçeceğim anda başka bir ses duyuldu kadın sesi. Ama bu Maria' ya ait değildi. Süreyya hanıma aitti. Ne yani benden sonra onun yanında mıydı bu zamana kadar? Küçük bir pişmanlık duymaya başlamıştım ki Ahrar 'ın tekrardan sesini duymamla ona anında sinirlendim.

 

 

"İnatçı kaçığın teki izin vermez asla yardım etmeme." diye huysuz bir sesle konuşunca Ahrar anında iki elimi kapının içerisinden geçirip onu boğazlamamak için kendimi zor tuttum. Ne demek kaçığın teki? Kim kaçık? Asıl o kaçığın teki! Üstelik inatçıda.

 

 

"Bir şeyler peşinde ve bu ona zarar veren bir şey belli görmedin mi ne haldeydi? Çok yorgun ve çökmüş duruyordu. Biran önce bizim bir şekilde ona yardımcı olmamız gerek. Bir şekil sen halledemez misin? Lord Yelit 'le birlikte onun bu inatçı tutumunu yok edebilirsiniz. "demesiyle anında önünde durduğum kapının kolu yavaşça aşağı indi. İçeriye mi girecek?

 

 

" Bakacağım elimden geleni yapıyorum ama karşı taraf buna izin vermiyor. "demiş Ahrar ve sonrasında Süreyya hanımın uzaklaşan adım seslerini duymuştum. Ve sonra tekrar Ahrar konuşmuştu." Hepinizden daha çok ona yardım etmek istiyorum. Ama izin vermiyor hanımefendi. Deli edecek yakında beni bu kadın! "diye sinirle yakınınca dudaklarım iki yana doğru kıvrıldı. Uğraşmadan bu hale geliyorsa onu deli etmek için uğraşsam ne halde olur kim bilir?

 

 

Ahrar içeriye doğru giriş yaparken hemen geriye doğru küçük adımlar attım. Umarım geçen yaptığım gibi yanlışlıkla kendimi açığa vermem çünkü şu an ne sebeple geldiğimi açıklamam çok zor olur.

 

 

Ahrar içeriye dalgın bir ifadeyle girmiş ve sonrasında arkasından kapıyı örtüp büyük adım içeride bulunan banyoya doğru ilerlemişti. Olduğum yerde onu yan profilden izlemiş ve bu halinin sebebini bildiğim için minnacık bir suçluluk duymuştum. Adam beni duygudan duyguya sürüklüyor ya! Az önceki halimle şu an ki halim arasında dağlar kadar fark vardı.

 

 

Ahrar yanımdan geçip banyoya geçtikten sonra bende bir süre odada dolanmaya başlamıştım.

 

 

"Ne o bir sapık gibi Ahrar 'ı mı gözetlemeye başladın?" diye zihnimin içerisinde Ölü Ruh' un sesini duymamla bir anda yüzüme utanç sebebiyle sıcaklık bastı.

 

 

"Saçmalama istersen. Yok öyle bir şey. Sadece merak ettim ve ondan geldim." dedim.

 

 

Bu cümlem onun kahkaha atmasını sağladı.

 

 

"Ah bir bilse o masum sevdiği neler yapıyor. Adam sende korkar." dediğinde bir an bunun olma olasılığını düşününce aniden kızardım. Çok utanırdım muhtemelen ve Ahrar 'ın yüzüne bakamazdım.

 

 

"Susar mısın artık!" diye kızardığımı unutmaya çalışırken konuştum. "Yine ne diye geldin sen?" diye sordum.

 

 

"Ah küçük Prenses ne yapıyor diye merak ettim ama gayet iyi gördüm seni. Pek halin keyfin yerinde. Eh sevdiğinin yanındasın ondan olmalı." dediği anda sinirden çığırdım.

 

 

"Kes sesini hemde hemen. Şu cümleleri kurup durmayı keser misin? Sana ne benim özelimden hem?" demiş ve başımı dikleştirip sanki karşımdaymış gibi ona diklenmiştim.

 

 

"Tamam kızma hemen. Sadece en son ki olaydan sonra ne olduğunu merak ettiğim için geldim. Yer altı canavarıyla o ikisini alt etmen güzel hareketti." dediğinde aniden sonrasında yaşadığım şeyden ötürü durgunlaştım. O anlar bir bir gözlerimin önünde geçti. Bu halim tabii ki gözünden kaçmadı.

 

 

" Ne oldu neden sessizleştin? dediğinde söylemek istedim ona her şeyi.

 

 

"Bir şey oldu ondan sonra." dedim tereddüt eden bir sesle. Söylemem doğru mu oldu olmadı mı emin değildim.

 

 

"Ne oldu ondan sonra?" dediğinde hemen cevap vermemem onu sabırsızlandırdı. "Söylesene Emira." diye sesini yükselttiği anda hemen söyledim olan biteni.

 

 

Uzun uzun ona anlatınca Ölü Ruh bir müddet sessiz kalmış ve söylediklerimi sanırım zihninde tartıp durmuştu.

 

 

"Hemen kuleden ayrıl ve dediğim yere gel." demiş Ölü Ruh ve yok olmuştu aniden.

 

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

 

 

Ölü Ruh gelmem gereken yeri bildirdiği anda hemen Ahrar 'ın odasından çıkmış ve hemen denilen yere gelmiştim. Ama denilen yere geldiğim anda bakışlarım tanıdık yeri görmekle tuhaf bir hisle dolup taşmıştı.

 

 

Burası Yezra' nın büyüdüğü yerdi. Buraya daha öncede gelmiştim. Ama bu sefer eve girmemiş tam tersine arka bahçede bulunan küçük kulübeye girerek orada Ölü Ruh 'un benimle tekrardan irtibata geçmesini beklemiştim. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ama neyi yapmak için burada olduğumu hissediyorum nedense. Sanki hislerim beni yönlendiriyordu. Aslında bu son zamanlarda daha çok aşına olduğum bir hissetmeydi. His çakışması yaşıyordum son anlarda.

 

 

Bir his her şeyi hissediyor ona göre hareket etmemi sağlıyordu. Bir hisse hiçbir şey bilmiyor ve tedirginlik yaşayıp duruyordu. Kulübenin eski rutubet ve tozlu halini incelerken birden bir his ışığı yakarak önümü aydınlatmamı istemişti.

 

 

Aslında kırık pencereden zaten ay ışığı içeriyi aydınlatıyordu ama bu çok yeterli değil gibiydi. Hissin dediğini yapmaktan kaçınmadım ve hemen içeride 4 adet meşale yanmasını sağladım. Sonra aydınlanan kulübenin içerisine göz atınca çok daha net görmemle içerisini bakışlarım kısıldı. Bildiğimiz küçük kulübeden daha farklıydı.

 

 

Neden mi? Çünkü içeride eski eşyalar değilde,kitap rafları ve tam yerde eski bir kilim vardı. Rafların yarısında kitaplar vardı yarısıda yerlere düşmüş halde bulunuyordu. Tam bir rafın altında ise küçük bir malzeme deposu ve hemen onun altında tuhaf bitki türleri bulunuyordu.

 

 

"Burası tam olarak ne amaçla kullanıyordu?" dememle kendi kendime anında sorumun yanıtını birden zihnimin içerisinde duydum.

 

 

"Yezra burada büyü işleriyle ilgileniyordu." dedi Ölü Ruh.

 

 

"Gelmişsin." dedim ve hemen olduğum yerde etrafımda yavaşça daire oluşturacak şekilde dönmeye başladım. "Pek gizli değil? Acaba neden böyle ulu orta yerde bir büyü yapma odası var?" diyip alacağım cevabı bekledim.

 

 

"Gerek duymadı. Onun olduğu yere kimse gelmezdi. Ondan herkes kaçardı. Zaten buraya geldiği anlarda ise herkes bir müddet kafasını dinlediği için saatlerce burada kalsa dahi onu merak etmez, ne halde olduğunu sormak adına oldukları yerden buraya gelmeye dahi tenezzül etmezdi. Onlar için daha iyi olurdu Yezra 'nın burada zaman geçirmesi. "demesiyle kafamı salladım anladım derecesine.

 

 

" İçimden bir ses Yezra' ın hiçte masum büyülerle uğraşmadığını söylüyor. "dedim bakışlarımı ayağımın altında duran kilime çevirerek.

 

 

" Bunu sana düşündüren şey ne? "dedi Ölü Ruh hemen ardından ama sanki neyi öğrendiğimi merak ediyor, istediği şeyi o söylemden benim ulaşıp ulaşmadığımı anlamaya çalışıyordu.

 

 

" Çünkü kilim biraz yana kaymış ve burada tebeşir benzeri şeyle bir eğri görüyorum. Sandığım şeyi mi yapmış? "dedim ve birkaç adım geriye çekilip hızla bir parmak hareketiyle kilimi olduğu yerde kaldırılmasını sağladım.

 

 

" Ne yapmış? "dediğinde sesinde istediği şeye ulaştığının keyifli tınısı vardı. Sanki istediği bulmacayı bulan kişinin sevincini yaşıyor ama bunu belli etmemeye çalışıyordu.

 

 

" Lanet Döngüsü... "demiş ve hemen gözler önüne çıkan daireye bakmıştım. Ve önüme çıkan simge aylar öncesinde Ahrar 'ın sırtında gördüğüm dövme resmiydi.' O da mı lanetli büyülerle iç içeydi?

 

 

"Doğru tahmin ve ben demeden buna ulaşman takdire şayan. Evet seni buraya neden çağırdığımı öğrenme vakti." dediğinde Ölü Ruh o an onun dediğine mi odaklanmalıyım yoksa gördüğüm şeyin şokunu mu atlatmalıyım kararsız kalmıştım. "Anlattıkların bana bazı şüpheler uyanırdı ve onu bulmak için tek yapmamız gereken yol bu yoldan ilerlemek. Lanetli büyülere başvurmak ve o laneti çağırmak." dediği anda bakışlarım simgeden uzaklaştı. Ne laneti? Bir lanet mi taşıyorum?

 

 

"Anlamadım? Ne laneti? Buraya büyü yapmak için mi geldim? Hemde lanetli büyü? Neden?" dedim üst üste sorularımı sorarak kata karışıklığımı yok etmek için.

 

 

"Neden mi çünkü o sana ulaşmış, bunu sağlamış. Bende düşündüm ki o sana ulaştığına göre sende ona neden ulaşmayasın ki dedim. Ve bu büyüyü yaparak o lanetin senden istediği şeyi öğren istedim." dediği anda ben tedirginlik içerisinde önümde duran Lanet Döngüsüne bakmıştım. Şimdi burada bir lanet büyüsüne mi başvuracağım? Aklımdan bu hiç geçmezdi ve şu an bunu yapacak gibiydim.

 

 

" Kim bana ulaşmış onu daha anlamadım? "dediğimde birden onun kahkasını duydum.

 

 

" Ah Prenses daha ne yaptığının bilincinde değilsin. "demesiyle dilim damağım kurudu. Ne yapmışım? Daha doğrusu ne yapmış olabilirim?

 

 

" Bundan aylar öncesinde yaptığın Kan Kalkanını hatırlıyor musun? "dediğinde safça kafamı sallamıştım." Hah işte o Kan Kalkanı öyle sandığın kadar basit değil. O Kalkanı yaptığın için ve bunu ileri boyuta her an taşıdığın için onu canlı hale getirdin. Ve Artık Kanın sadece sana ait değil. Kalkana ait ve bu kalkan bur ruha sahip oldu senin kanınla bağ kurduğu için. Nasıl diye sorma çünkü sandığın kadar normal bir kan değil senin kanın. Kolyenin gücü ruhuna, tenine ve kanına karıştı ve şu an sen kolyeyle bütünsün. Ve o şu an seninle bağ kurmak için can atıyor. "demesiyle bir anda adımlarım korkuyla geri gitti.

 

 

Ne? O konuşan şey benim kanımla bağ kuran kalkan mıydı? Ama bu nasıl olabilir ki? Ben böyle olacağını bilseydim başka bir şekilde hareket ederdim. Eder miydim sahiden?

 

 

" Peki şimdi ne olacak? "dedim korkuyla titreşen harelerim ardından. Tenim buz gibi soğumuş, kalp atışlarım hızlanmıştı. Bakışlarımı yerde duran çizimden alamıyor, bedenime çöken korkunun esrarlı izlerini bedenimden söküp atmakla mücadele ediyordum.

 

 

" Bunu öğrenmek için bu büyüyü yapman lazım. Ama sana şunu söylemek istiyorum. Ona hükmet ve onun senden ne istediğini öğren ve asla yanlış bir şey yapma Emira." diye uyarmasıyla neden bunu büyü anında demediğini merak ettim.

 

 

"Çünkü büyü anında ben istesem de senle bağ kuramam buna izin vermez Kan Kalkanı. Beni dışarı atacaktır. Hatta belki artık zihninden bile seninle iletişim kurmamı engeller sonra. "demesiyle endişem daha da büyüdü. Beni her konuştuğu anda daha fazla geriyordu.

 

 

" Peki sence ne olacaktır? Bir tahminin yok mu? "dedim Ölü Ruh 'a bendeki stresi anlamış olmalı ki daha ılımlı konuştu.

 

 

" Onun amacı sana zarar vermek değil. İstese de vermez. Neden mi çünkü o seninle bir. Sen darbe alırsan o da alır. Sen güçlenirsen o da güçlenir. Ve sana şunu söylemek isterim ki bu senin için büyük bir müttefik." dediğinde az da olsa içim rahatlamıştı.

 

 

" Tamam. "demiş ve derin bir nefes alıp Lanet Döngüsü 'ne doğru ilerlemiş ve hemen tam ortasında bulunan boşluğa geçip oturmuştum. Ben oturur oturmaz anında sanki bir his dalgası etrafımda dönüp dolanmaya başlamıştı. Ve bu dalgalanma haline gelmiş bir an önce benle bütün olmak için can atıyor hissi vermişti.

 

 

"Tam şimdi sana dediğim cümleleri sesli bir şekilde oku ve sonrasında onunla baş başa kalacaksın. Gerisi sende Emira ." dediği anda peki demiş ve hemen yapmam gereken şeyleri yapmaya başlamıştım.

 

 

İlk önce meşalelerin sayısını ikiye indirmiş ve hemen sonrasında söylemem gereken büyü sözlerini okumadan hemen önce Lanet Döngüsü 'ne baktığım anda birden içeride çizginin içerisine çizili olan simgelerin hareket ettiğini ve yavaşça yerlerinden ayrılıp bir diğer çizimle yer değiştirip durduğunu fark ettim. Canlı gibiydi. Simgeler yavaşça hareket ederken bende büyü sözlerini okumaya başladım ve sonrasında gözlerimi kapatıp bunu her kelimede sesimi yükselerek okumaya devam ettim.

 

 

"Kanın sınırı. Kalkanın sınırısızlığı. Hayatın son döngüsü, ölümün başlangıcı. Alemlerin kapalı kapıları arasında sana sesleniyorum. Kendini ortaya çıkar. Kan koruyucusu, kan nöbetçisi, yaşamı sunan ölümü sonlandıran. Bana ulaşmak istediğini biliyorum ve sana istediğini veriyorum. Karşıma çık ve bana ne istediğini sun. "

 

 

Dedikten hemen sonra birden kulübe içerisinde kuvvetli bir rüzgar esmeye başladı. Ürpertici bir soğukluk her yeri esir aldı. Tüm sesler sustu. Öyleki nefes alışverişlerim dışında hiçbir şey duyulmadı. Gözlerim kapalı olsa da hissettim. O anda iki meşale de söndü.

 

 

Kapkaranlık olan kulübe içerisinde sessizce bekledim. Her şey susmuştu ben dışında. O an zamandan soyutlandığımı hissettim. Ve bu çok kısa sürdü. Neden mi birden içerisinde olduğum Lanet Döngüsü parıl parıl parlamaya başladı. Öyleki o ışık gözlerimi aldı.

 

 

Kapalı dahi olsa da gözlerim döngüden yayılan ışık o kadar parlaktı ki bir an tam dirseğimle gözlerimi örtecekken ışık yavaşça azaldı ve sonra olduğum yerden bir patlama sesi duydum. Gözlerimi açtığımda etrafımda simgelerin havada uçuşup durduğunu gördüm. Ve zamanın durduğunu. Çünkü tam o sırada az önce sönen meşalelerin daha sönmediğini ve yavaşça ağır çekimle sönme aşamasını izlediğimi fark ettim.

 

 

"Burası neresi?" dedim kendi kendime.

 

 

"Senin zihnin." diye bir yanıt alınca aniden olduğum yerden sıçradım. Bu ses Ölü Ruh 'a ait değildi değil mi? Kime aitti? Ona mı aitti?

 

 

"Sen o musun?" dedim saçma bir soruyla.

 

 

"Kan Ruhu." dedi hemen cevap vererek beni oylamadan.

 

 

Sesli bir şekilde yutkundum. Ve o anda aklıma gelen düşünceyi daha doğrusu büyüye başvurmadan önce Ölü Ruh' un konuşması geldi.

 

 

"Ama onu yönetmen lazım. Emira çünkü onu yönetmezen sana bazı zamanlarda zarar verir ama bu ruhsal olarak olur. Şöyle düşün etrafında olan bir sis bulutu gibi seni çepeçevre saracak ve sen artık nefes alamayacak hale geleceksin. Onu yönet ve onu kendi isteğinle şekillendir. Fakat şunu unutma o sana bir teklifle gelecek ama sen kendi teklifini yap ve onu aslında onu lehine olacağını sandığın bir şey sunmuş gibi yap ama aslında onun aleyhine olan bir şey olsun olur mu? "

 

 

Bunları demesinde bir sebep olduğunu anlamayacak kadar aptal değilim. Onun için yavaşça işi devralmak gerektiğini anladım.

 

 

" Kan Ruhu. Benimle hayat buldun. Benimle iletişim kurdun. Neden? Benden ne istiyorsun? "dedim korkusuz bir sesle. Eğer onu yönetmek istiyorsam kendi kuralıma göre oynamam lazım.

 

 

" Sadece izin vermeni. "dediğinde neye diye sormak istedim ama neyi kast ettiğini zaten Ölü Ruh anlatmıştı.

 

 

" Peki nasıl bir izin istiyorsun? Bendeki hükmünün ne kadar olmasını istiyorsun? "demiş ve sonrasında sessizce bana yanıt vermesini istemiştim. O sırada hâlâ meşalelerin sönme aşamasının ilk anı olduğunu zamanın çok yavaşça aktığını fark ettim. Öyleki zaman burada hükümsüzdü.

 

 

"Güçlerini bana sunmanı istiyorum." dediğinde kaşlarımı çattım.

 

 

"Hepsini mi?" dedim.

 

 

"Evet hepsini." dediğinde kıkırdadım.

 

 

Bu onun hoşuna gitmemiş olmalı ki soğuk bir esinti hissettim.

 

 

"Sanmıyorum. Benim olan benimdir ve paylaşmak gibi bir düşüncem yok. Sen söyle neden bunu yapayım? Sana ihtiyacım yok ki. Ben zaten güçlüyüm. Sen sadece dışarıda olanlar için bir engelsin. Olamazsanda olur benim için bir fark yaratmaz yokluğun." dediğim anda sanki endişeye kapılmıştı. Sanki onun varlığını istemiyorum demiştim.

 

 

" Ben sana güç sunmak için varım. "demesiyle yetersiz olduğunu dile getirdim.

 

 

" Kolye bana güç sunan tek şey. Senin varlığın benim için bir anlam teşkil etmiyor ki. "dedim kuru bir sesle. Onun önemsiz olduğunu yansıtarak bana istediğim şeyi vermesini sağlıyordum. Ah aslında benim planım çok farklı ve bundan Ölü Ruh 'a bahsetmedim. Umarım bana kızmaz. Birazdan amacıma giden yolu yapmam lazım.

 

 

" Hayır efendi ben sizin koruyucunuzum." dediğinde içimden kahkaha attım. Şimdi efendi oldum değil mi? Az önce demiyordun ama. İstediği şekilde ona davranmamam onu bana muhtaç kıldığını yansıtmasına sebep olmuştu.

 

 

"O zaman koruyucu gibi davran efendi gibi değil! Burada efendi benim sen itaatkar bir güçsün sadece." diye katı bir şekilde konuşmuş ve onun baskıcı otorite kurma ihtimallerini yok etmiştim.

 

 

"Peki efendi." demiş ve hemen ona şartlarımı sunmaya başlamıştım.

 

 

"Varlığın aslında benim için bir önem teşkil etmiyor ama seni yok etmekle şu an uğraşamam. Yok olmak istemiyorsan senden istediğimi bana sun." diye otoriter bir sesle konuşarak onu amacıma yavaşça çekmeye başlamıştım.

 

 

"Efendi siz ne isterseniz onu yapmak benim görevim." demesi içimden kötü kadın kahkahası atmamı sağlamıştı.

 

 

"O halde senden şunu istiyorum." demiştim.

 

 

Ve gözlerim kapalı bir halde zihnimdeki oyunu devreye sokmanın çan saatleri çalıyordu. Ve iste istediğim an istediğim fırsat ayaklarımın tam önündeydi.

 

 

"Sen kan nöbetçim değil misin?" demiştim ses tonumun değiştiğini yeni yeni fark ederken. Hemen sonrasında onun mırıltısını duyunca iki yana dudaklarım kıvrıldı. "Halde senden bana Kan Ordusu var etmeni istiyorum." der demez aniden zihnimde sertçe bir yankı peyda oldu. Zihnimde tim ışıklar söndü. Sesler boğuk bir hal aldı. Ve yavaşça fırtınanın izleri duyuldu uzaklardan. Düşünce dalgaları zihnime çarpıp durdu, her yer alabora hale geldi. Ve sonrasında kara bulutlar okyanusa zehirlerini yavaşça akıtıp her yeri yoğun bir kasvete boğdu.

 

 

"Efendi bu tehlikeli. Bu sizi beni bile aşar." dediği anda Kan Ruhu ona ne kadar kararlı olduğumu yansıtmaktan kaçınmadım.

 

 

"Ah sence ben bunun getireceği zararı ön göremiyor muyum? Ama buna rağmen istiyorum. O Kan Ordusu baba sunmanı istiyorum." dedim itiraz istemeyen bir sesle. Sesimdeki ikaz bana karşı çıkmaması gerektiğini ve dediğim şeyi yapmasını istediğimi açıkça yansıtıyordu.

 

 

" Ama efendi bu sizi öldürür ve eğer vücudunuz bunu kaldıramazsa ne olur? "demesiyle aniden derin bir iç çekip bunun ihtimalini düşündüm.

 

 

İstediğim şey çok riskli bir şeydi. Şu ana kadar Kan Kalkanı 'nı kullanan ve bunu ileriye taşıyan iki kişi olmuştu. İlki kim tarafından yapıldı bilinmiyor ama işler hiçte istenilen gibi gitmemiş ve sonunda Kan Kalkanı' nı yapan kişi Kan Ordusu' nun gücü onu ölüme sürüklenmişti. Ve şimdi bunu yapan ikinci kişi ben olacaktım. Ve benim başıma ne gelirdi bilemiyorum. Bunu ön görmek çok zor.

 

 

"Sana dediğim şeyi yap." dedim ve hemen gözlerimi açıp etrafıma baktığım anda hâlâ her şey bıraktığım gibiydi.

 

 

Sözlerimden sonra Kan Ordusu büyüsünü yapması için ilk adımı inşa ettim. Bir anda büyüyle ortaya çıkan siyah hançer önümde belirdi. Ve yavaşça hançere doğru uzanıp onu parmaklarım arasına alıp sımsıkı kavradım. Gerginlik beni ele geçirmişken sakin kalmak adına kendimi telkin edip duruyordum. Ne yapmam gerektiğinden şu an emindim. Onlara ve onların ordusuna karşı ben ve benim ordumu kuracaktım. Zor bir süreç olacağını biliyorum ama risk almazsam kaçınılmaz son beni bekliyor.

 

 

Hançeri önce sol elimin bileğine yasladım ve yavaşça tenime sapladım. Sonrasında küçük bir kuvvetle baskı yaparak kanamasını sağladım. Onun hemen sonrasında tereddüt etmeden batırıp durduğum yerden aşağı doğru bıçağı sürükledim ve hızla bileğimin üzerine ters bir üçgen olacak şekilde bıçağı hareket ettirdim. Anında tenim derin olmayacak bir şekilde kesiklerden akan kanla süslenirken aynısını diğer bileğime de yaptım. Ve sonrasında istenilen büyü okumaya ve Kan Ordusu için kanımı sunmaya başladım.

 

 

"Bir acı ruhun safkan kanı. Bir zihnin karanlığının ışığında saklanan kanı. Bir hayatın son damlası. Bir ölümün başı bir hayatın sonu olan kan..."

 

 

Dedikten sonra gözlerimi yere sabitledim ve diğer aşamaya geçtim. Her iki bileğimden akan kanın usulca yerde olan ters üçgen çizimin üzerine akmasını sağladım. Kan usulca oraya aktı ve hemen küçük oyuğu doldurmaya başladı. İkinci işlem de olduğuna göre diğer aşamaya geçmiştim.

 

 

"Kanımı safkan bir orduya sunuyor onlara yaşamı arz ediyorum. Kanımı bende oluşan bir ordu için feda ediyorum. Aksın kanım, sunsun sonsuzluğu. Aksın kanım sunsun gücü. Aksın kanım sunsun bana Kan Ordusu 'nu." dedikten sonra birden içinde sanki bir ışık huzmesi patladı ve o an içimden daha doğrusu zihnimden bir ışık dışarıya yayıldı.

 

 

Gözlerimi açtığımda tenimin bembeyaz ışıkla parladığını fark ettim. Her yer benimle aydınlığa kavuşuyordu sanki. İlk an her şey hissizdi. Bir şey hissetmiyordum. Ama sonrasında öyle bir acı beni ele geçirdi ki o an acıdan olduğum yerde kıvranmaya başladım. Ve yüksek bir çığlığın etrafa yayılmasını sağladım. Bağırdım, çağırdım.

 

 

Ve acıdan iki büklüm hale geldim. Öyle bir acıydı ki nefes almak haramdı. Susmak haramdı. Feryat etmemek kaçınılmazdı. Acıdan tırnaklarımı tenime sapladım. Ama onu hissetmedim. Tek hissettiğim çektiğim yoğun acıydı.

 

 

Ahhhhh! Canım yanıyor!

 

 

Gözyaşlarım usulca akarken o an acıdan zihnim uyuşmuş, kulaklarım sağır hale gelmişti. Kendi sesim ta öteden duyuluyor hale gelmişti. Önümü görmüyordum, gözlerim kararıyordu. Nefes alışlarım kesik ve yetersizdi. Acıdan yere kapaklandığımı hissettim. Soğuk zeminden bedenime yeni acılar taşınıyordu. Ve o anda artık istemsizce başımı yukarı kaldırıp var gücümle bağırmaya, yakarmaya başlamıştım.

 

 

Acıyordu. Her yerim çok acıyordu.

 

 

Sanki bedenime sızan acımasız varlıklar vardı ve ben engel olmaya çalıştıkça onlar daha acı vererek saldırıya geçiyordu.

 

 

Gözlerimi artık açık tutmakta zorlanıyordum. Acı çok ağır geliyordu. O anda başımın sertçe zemine çarptığını hissettim sonrasında büyük bir karanlık ve acıyla yüzleşme vardı.

 

 

İsmimin seslendiğini duyuyordum uzaklardan. Sanki beni olduğu yere çağrımaya çalışıyordu. Kendime gelmek o an çok zordu. Ona ses vermek çok zordu. Yavaşça olduğum yerden nerede olduğumu anlamaya çalışmak için zihnimi zorladım ve en son yaşadığım şeyi hatırlayınca bir bir neyden dolayı bu hale geldiğimi kavramış oldum. Ve yavaşça gözlerimi araladım. Gözlerimi açtığımda kendimi yerde cenin pozisyonunda uzanırken buldum. Lanet Döngüsü içerisinde uzanıyordum. Bana seslenen kişiyse Ölü Ruh 'tan başkası değildi.

 

 

Kendime gelmek için kısa bir süre bekledim ve sonrasında ellerimi zemine yasladım ve derin bir nefes alıp yavaşça yerden doğrulup etrafıma yorgun, hissiz bakışlarla bakmaya başladım.

 

 

"Emira uyan! Ne oldu sana? Ne yaptın sen?" üst üste Ölü Ruh 'un seslenmesinden sonra sonunda sesi artık daha net duyuluyordu. Kendime gelmek adına gözlerimi kapayıp açtım ve konuşmak için kendimi zorladım ama boğazım kurumuş ve uzun bir süre konuşmadığım için konuşurken zorlanmıştım.

 

 

" İyiyim. "dediğimde aniden karşı çıktı.

 

 

" Ne iyisi! Ne halde olduğunun farkında mısın sen? Ne yaptın kendine? "diye sinirle konuşunca o an olması gerekeni yaptım kendime dedim. Ama bunu sesli dile getirmek istemedim daha fazla kızmasın diye.

 

 

" Kızma bana yapmam gereken şeyi yaptım. "dedim huysuz bir şekilde konuşup kızmasını istemediğimi açık ederken.

 

 

" Kendine zarar vermek pahasına mı? "dedi şu an ne haldeysem onu deli ettiği her halinden belliydi. Ne yapmıştım ki kendime?

 

 

" Sadece yaptım. Bunun için azarlayıp duracaksan başka bir sefere olsa olur mu? Çünkü şu an çok yorgunum ve halim yok. "demiş ve yavaşça ayağa kalkmaya çalışmıştım ama başarılı olamadım. Dengemi yitirdim o an. Kendime zaman tanıdım ve gücümden kalan son kırıntıları kullanarak ayağa kalkmak için tekrar bir hamle yaptım. Ve başarılı oldumda. Ayağa kalkıp etrafıma kısa bir süre baktım. Her şey bıraktığım gibiydi. Demek ki dağılan sadece bendim.

 

 

"Ne yaptın sen farkında mısın?" diyince Ölü Ruh kafamı sallayarak biliyorum dercesine onayladım.

 

 

"Daha öncesinde Kan kalkanı yaptım. Ne yaptığımın farkında olarak. Şimdi ise Ölü Ruh, yaptığım şeyi yani Kan Kalkanı ' na az da olsa bir özgürlük verip daha güçlü olmak için bir olanak yarattım." dedim yorgun bir sesle.

 

 

"Bu tehlikeli bir eylem sonuçları senin için ağır olacak Emira. Büyük bir zarar görebilirsin. Bunu neden kendine yaptın?" dediğinde acı çektiğim halde güldüm.

 

 

"Daha ne kadar fazla zarar görebilirim ki? Sen söyle Ölü Ruh bunun dahası ne kadar yaralar ki?" dedim artık hiçbir acıyı ayrı görmediğimi, artık büsbütün acıdan ibaret olduğumu dile getirerek. "Şu an çok yorgunum. Biliyorum bana kızgınsın ama şu an inan ki hiçbir şey yapmaya halim yok. Bırak kuleye gideyim sonra kaldığın yerden devam edersin azarlamaya. "demiş ve az da olsa kolyeye dayanarak burada hızla ayrılmıştım.

 

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

 

 

Aynada artık yaşamayan birine bakıyorum. Hissiz kimsesiz biri bu yansımada ki kadın. Bu kadın ruhunu kaybetmiş, avare avare dolaşıyor bir yere sığınmak için. Bir yerde hayata tutunup, yeniden var olmak için. Bu kadın yorgun. Arkasında koca bir yığın acı hatıra onu yok etmek için bekliyor.

 

 

Bu kadın çaresiz. İpin ucunda durmuş ya yaşama sımsıkı tutunacak ya da o ipin ucundan atlayıp, yaşamına son vererek nice yaşamaları kurtaracak. Bu kadın sevgiye aç. Bunca yıl kendini sevgiye lanetlemiş. Ondan köşe başı kaçmış bir halde. Bu kadın ağlamaktan gözyaşlarını tüketmiş, hissizce içine içine ağlamış yıllardır. Bu kadın yaralarını kaynatmaya alışık. Onların varlığından güç almaya alışkın.

 

 

Bu kadın ölümü göze almış bir kere. Yaşamdan bağını koparalı asırlar olmuş. Bu kadın yaşamı arkasında bırakıp ölüme kucak açmış.

 

 

Bir elvedaya sığdırmış anılarını, yaşamdaki hislerini...

 

 

Düşünmek belki de en büyük yıkımlardan biridir. Seni darbe almadan bile yok edecek etkiye sahiptir. Düşünmek en etkili silahtır. Karşı taraf içinde kişi içinde. Ya karşındakini öldürürsün düşüncelerini eyleme dökerek ya da kendini düşünce boşluğunda yok edersin. Düşünceler nice hataları doğurdu. Düşünceler nice hayatları öldürdü. Düşündü, gerçek sandı. Düşündü eyleme geçti. Düşündü yok etme kararı aldı. Düşündü yok olup gitti.

 

 

Düşündü ve silinip gitti hiçbir iz dahi bırakmadan.

 

 

Ruhumda bastırdığım hislerin çığlığını hapsediyordum yıllardır...

 

 

Ruhumda öldürdüğüm sevgilerin cesetlerini

 

taşıyorum yıllardır...

 

 

Ruhumda acılarım çoğalıyor katlana katlana yıllardır...

 

 

Ruhumda istemediğim hayaletlere can veriyorum yıllardır.

 

 

Zihnimdeki soluk karabulutların gölgelerinde anılarım boğulup kayboluyordu. Her yer çığlıkların ıstıraplarıyla yerle bir oluyordu. Yaşamlar , düşüncelerin gölgesinde yok oluyordu. Karabulutların yakıcı güçleri hisleri savuruyor, onlara zarar veriyor, yok ediyordu. Çığlıklar çoğalıyor ama susturan olmuyordu. Hepsi yavaşça sonrasında sessizliğe mezar oluyor ve yitip gidiyordu.

 

 

Ben geçmişten bugüne kadar sevilmeyi değil yalnız kalmayı öğrendim neden mi? Çünkü size bu hayatta en az zararı bu istemeyip terk ettiğiniz yalnızlık verir. Yalnızlık size gerçeği verir. Sahteden uzak tutar. Yalnızlık size gerçeği sunar ve kendisine bağlar. Beni bağladığı gibi. Yalnız kaldım. Yara almamak için. Yalnız kaldım ben tercih ettiğim için. Yalnız kaldım başka seçeneğim olmadığı için. Yalnız kaldım. Acıya tanık olduğum için. Onun izlerini hayatımın her anında taşıdığım için.

 

 

"Belki de hiçbir mutluluk sonsuza kadar sürmez ama belki bir acı sonsuza kadar varlığını koruyabilir."

 

 

Kulenin tam bahçesinin ortasında durmuştum. Neyim vardı? Hissizdim bir kere. Üşüyordum da. Sesler çok fazlaydı. Acı çok ama çok fazlaydı. Nefes almak acıdan başka bir şey değildi. Etraf dönüyordu. Bilincim benden bağımsız bir halde işliyor, bir an önce sistem dışı kalmak istiyordu. Bedenimin kontrolü artık bende değil gibiydi. Ne olmuştu sahiden bana? Ben sadece daha güçlü olmak istemiştim.

 

 

Ama bu güç tutkum yüzünden değil, onları tamamen kıskıvrak tutup yok edeyim diye. Peki neden daha fazla zarar görmüştüm? Neden yine olan bana olmuştu? Yüksek sesle bağırıp çağırmak, ağlamak istiyordum. Ama bunu yapmaya iznim var mıydı? Benim hakkım var mıydı buna ve diğer her şeye? Yoktu... Bence hiçbir şeye iznimde hakkım da yoktu. Ben çoktan bitmiştim. Benden geriye aslında hiçbir şey kalmamış, dönülmez yola çoktan girmiştim. Ben aslında kaybetmiştim.

 

 

Bu hikayede kazanan taraf değil baştan beri kaybedip çırpınandım.

 

 

Ben kazanmak için değil yok olmak adına mücadeleler vermişim. Bu u yeni fark etmem ne ironi. Yavaşça ileriye doğru adım attım. Her adımda başım dönüyor, etraf kayıyor gibi hissediyorum. Sanki sallanan bir dal üstünde ilerliyordum. Zihnimde yüksek bir ses yankı yapıyordu.

 

 

Bedenimde amansızca bir titreme ve üşüme hissi vardı. Ağzımın içi kurumuş, iğrenç bir tat vardı. Gözlerim kapanmamak için kendini zorluyordu. Bana ne oldu? Ölüyor muydum? Yoksa çoktan ölmüş ve geri dönmek için çırpınıp duruyor muydum? Acım çok fazlaydı. Dünya da yalnızdım. Bu dünyada da yapayalnızdım. Ne gülünç ama! Zavallının tekiyim! Kapının girişine geldiğim anda sol elim duvara yaslandı.

 

 

Tam olarak nerede olduğumu son anda fark ettim. Arka taraftan kulenin içerisine giriş yapan kapıdan içeriye giriyordum. Her yer gözlerimin önünde yerinden oynuyor, her yer dönüp duruyor ve adım atışımı daha da zorlaştırıyordu. Tam o sırada ilerden bir ses duydum bölük pörçük. Ama sonra zihnimde bu kelimler bir araya gelip cümle oldu.

 

 

"Prenses gelmeyecek gibi. Benim kuleye geri dönmem lazım çünkü -" diye bir cümle duymuştum.

 

 

Sonrasında bu sesin boğuk ve tuhaf tınısı yüzünden kime ait olduğunu anlayamamıştım. Konuşan kimdi? Bir ara bakışlarımı yerden kaldırıp ileriye doğru baktığım anda yemekhaneye yaklaştığımı fark ettim.

 

 

Ve yemekhanenin önündeki herkesin bana korkuyla ve şok içerisinde baktığını elime başımı tuttuğum an anladım. Başım feci halde dönüyordu. Birden bana doğru geldiklerini o an fark ettim. Geriye doğru adım atmak istedim ama buna gücüm yoktu. Bana doğru hızla atılan kişiyi son anda başım yere düşüp, sertçe zeminle buluşmadan önce fark etmiştim. Bana korkuyla koşan ve yüzündeki çaresiz ifadeyle bakan kişi Tarsis Kralı 'ndan başkası değildi.

 

 

Parça parça sesler zihnime ulaşıp duruyordu ama ben gözlerim kapalı vaziyette sadece öylece onları duymaktan öteye gidemiyordum.

 

 

"Bunu nasıl yaparsın kendine Emira." diye kızgın bir ses duymuştum. Ama bunu çok yakınımda duymam beni şaşırtmıştı. Sanki havada süzülerek gidiyordum. Biri beni taşımış olmalıydı.

 

 

Sonrasında zihnim yeniden bilincini kaybetti. Ve sonra yeniden uyandım ve üst üste cümleler duydum.

 

 

" Ne yapmış kendine!"

 

 

"Neden bu hale gelmiş bu neyden ötürü?"

 

 

"İyi olacak mı?"

 

 

"Ona bir şey olmayacak değil mi?

 

 

" Bunu kendine yaptığı için onu asla affetmeyeceğim. "

 

 

Diyen üst üste konuşmalar duymuştum. Ama buna herhangi bir tepki vermeden bilincim tekrar yok olmuştu.

 

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

 

Victoria....

 

 

Zaman sukut ederken o zamanın içerisinde neler salıydı kim bilir . Her insanın acısıyla yüzleştiği anlar vardır. Peki benim bu her an her saniye oluyorsa? Ben ne durumdaydım. Bilmiyordum.

 

 

Zihnim susmuş sadece etrafta bulunan seslere yoğunlaşmıştım.

 

 

Tarsis Kralı Hermes olaylardan sonra kuleye gelmiş ve Emira 'yla konuşmak istediğini söylemişti. Ama Emira ortalıkta yoktu. Herkes onun nerede olduğunu bana sormuştu ama onlara bende bilmiyorum demiştim. Çoğu zaman yaptığı gibi gitmek istediği yere gider ve kim onun nerede olduğunu bilmez bile. Yemekhanede oturmuş Emira 'nın gelmesini bekliyorduk.

 

 

Neredeyse sabah olmak üzereydi. Ama hâlâ Emira ortalıkta yoktu. Daha fazla kalamayacak olduğunu söyleyen Tarsis Kralı olduğu yerden kalkıp çıkışa kadar Süreyya hanımla konuşarak ilerlemeye başladı. Onların ardından bende onları takip ediyordum. Yemekhane kapısının önünde durup geri kalan yolu kendim gidebilirim diyen Tarsis Kralı tekrar konuştuğu anda cümlesi yarım kalmıştı.

 

 

"Prenses gelmeyecek gibi. Benim kuleye geri dönmem lazım çünkü -" daha devam edemeden yarıda kesmişti cümlesini.

 

 

Çünkü baktığı yöne bakan herkes gördükleriyle dağılmış ve şaşkınlıkla baka kalmıştı. Bakışlarımı onların baktığı yere çevirince ilerde savaştan çıkmış bir halde bulunan Emira 'yı görmüştüm. Ne olmuştu ona? Ayakta zor duruyordu ve sol elinden destek alarak olduğumuz yere küçük adımlarla ilerliyordu.

 

 

Rengi bembeyaz olmuş, ara sıra dengesini yitirerek yürüyordu. İçimdeki o amansız korku beni ele geçirdi ve o an bir şey diyemedim. Sonrasında bir anda Emira'nın gözleri kapandı ve hemen sertçe sağ tarafa doğru düştü. Onda uzak olduğumuz için onu zemine sertçe düşmesine engel olamadık.

 

 

Tarsis Kralı bir anda olduğu yerden hızla ona doğru koşmaya başladığı anda bedenime kuvvet uygulayarak bende hemen onun arkasından koştum. Yerde baygın halde yatan Emira 'yı anında hemen belinden kavrayıp kucağına alınca Tarsis Kralı hemen koşar adımlarla onu zemin katta bulunan eski odasının olduğu tarafa götürürken bizde onun ardından hemen ilerledik.

 

 

"Bunu nasıl yaparsın kendine Emira." dediğini duymuştum Tarsis Kralı 'nın ardından giderken.

 

 

Diğer herkes bir ağızdan bağırıp çağırıyor, hemen bir hekim gelmesini emrediyordu. O anda birden arkamdan Ahrar 'ın pat diye çıktığını ve Emira' nın odasına girip endişeli bir halde Emira 'ya ne olduğunu sorup durduğunu fark ettim. Tarsis Kralı anında kucağında duran Emira' yla odanın açılan kapısından içeri girip onu hemen yatağa yatırdığını gördüm. Emira 'yı yatağa bıraktıktan hemen sonra birkaç adım geriye çekildi ve gelen hekimin Emira' yı kontrol etmesine izin verdi.

 

 

" Ne yapmış kendine!" demişti o sırada eğitmenlerden biri.

 

 

"Neden bu hale gelmiş bu neyden ötürü?" diye başka bir eğitimen konuşmuştu kapının gerisinde durup içeriye bakarken.

 

 

"İyi olacak mı?" dedim o anda hekime bakmadan, bakışlarım dışarıda olan kişiler üzerinde gezinip dururken.

 

 

"Ona bir şey olmayacak değil mi?" diyen bu sefer Süreyya hanım olmuştu. Benim gibi o da çok korkmuştu olanlar karşısında.

 

 

" Bunu kendine yaptığı için onu asla affetmeyeceğim. " dediğini duydum o an Ahrar 'ın ama bunu duyan sadece ben oldum. Diğerleri başka konuşma içerisinde olduğu için onun bu kısık sesle kuruduğu cümleyi duymamıştı.

 

 

O sırada bende hemen yatağın diğer tarafından Emira 'nın sol tarafına geçip ona daha yakınında durup elini tuttum. Hekim onu kontrol ederek herkes yatağın etrafında gergin bir şekilde duruyordu. Bakışlarımı baygın Emira' dan çekip hızla Ahrar 'a çevirdim. Her ne kadar dışarıdan hissiz gibi durmaya çalışsada endişeli hareleri korkuyla Emira' ya bakıp duruyor, onun bu hali onu perişan ediyordu. Bir ara bakışlarımız kesişti.

 

 

O anda nasıl bir yıkımın onu mahvedecek olduğunu anladım. Emira 'ya bir şey olma ihtimali onun en büyük yıkımı olurdu. Bakışlarımı onda çekip yanında bulunduğum Emira' ya çevirdim . Avucumun içerisinde duran eli çok soğuktu. Teni soğumuş, nefes alışları azalmış gibiydi. Kalbim korkuyla şiddetli bir şekilde çarpıyor, hekimin bir an önce onu kontrol etmesini ve bize neyi olduğunu söylemesini sabırsızlıkla bekliyordum.

 

 

Hekim kontrolleri yaptıktan sonra gerekli açıklamayı Süreyya hanıma yapmıştı ama zihnimde her konuşma yankı yapıp duruyordu. Bende gözlerimi kırpmadan sadece pür dikkat Emira 'ya bakıyordum. Uyansın istiyorum. Bana yine kızıp bağırsın, mavi gözleriyle beni ikaz edip dursun, sesini duyarak onu hissetmek istiyorum.

 

 

O yanımda böyle kıpırdamadan dururken ben nefes alamadığımı fark etmiştim. Onun kaybını kaldırmam. Yine bir arkadaşımı kaybedemem. Bakışlarımı hemen Ahrar hocaya çevirdim. Diğerleri hepsi odanın dışına çıkmış ben ve Ahrar hoca kalmıştık.

 

 

"Ona bir şey olamayacak değil mi?" dedim bir ümit bana iyi şeyler söylemesi adına.

 

 

Ahrar çaresizce bakan ifadelerini Emira 'dan çekip bana çevirdi.

 

 

"Buna izin verir miyim sanıyorsun! Asla ama asla ona bir şey olamaz." diye kararlı bir sesle konuştu. Sesi bir yemin içercesine çıkmıştı. "Kendine ne yaptı bilmiyorum ama onu iyileştireceğim. Ona bir şey olmasına izin vermeyeceğim." dedi. Birkaç adımla Emira 'nın yanında bitti. Dizlerinin üstüne çöküp sağ elini onun yanağına yasladı. "Teni buz gibi." dedi bunun olması onu mahvediyorcasına konuştu. "Ama iyi olacak." dedi ve ayağa kalktı. Odadan gitmeden hemen önce ona son kez baktı ve hızla odayı terk etti.

 

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

 

 

Zihnime ağırlık yapan nede çok şey vardı. Geceden beri etrafımda birçok kişinin varlığını hissediyorum ama hiçbir tepki vermiş değildim. Bu bile isteye yaptığım bir şey değildi. Zihnim öyle bir boşluğun içerisine çekilmiş haldeydi ki onu istesem de geri getiremiyordum.

 

 

Her sn varlığını hissettiğim kişiler arasında olan Victoria 'ydı. Ya elimi tutmuştu sessizce yanımda kalarak yada kulağıma her daim iyi olacaksın Emira diyişini duyup durmuştum. Bu halim o u ürkütmüş olmalıydı. Keza ne halde olduğumdan bir haberim nedense. O kadar mı dışarıdan bitap ve mahvolmuş biri gibi duruyordum?

 

 

O kadar yalpalandığımı düşünmemiştim. Ama sonrasında bedenimi taşımayıp bayılmam tüm işleri kızıştırmış olmalıydı. Zaten gözlerimi kapatmadan hemen önce Tarsis Kralı 'nın bana doğru koştuğunu yarı açık gözlerle görmüştüm. Başımın belki de bu kadar ağrıma sebebi zemine sertçe çarpma nedeniydi. Çünkü şu an başım davul gibiydi.

 

 

Ağrısı yüz buruşturup duracak ve bu ağrı yüzünden ortalığı mahvedecek kadar şiddetli olduğunu söylemeyi ihmal etmeyeceğim. Gözlerimi açtığımda daha doğrusu onca uğraşım sonucunda gözlerimi araladığım anda tavanla bakışlarım kesişti ama sonrasında bakışlarımı tavandan etrafa çevirdiğim anda tam baş ucumda Victoria 'nın bana doğru eğilmiş başını gördüm. Meraklı bakışları bana bakıyor ve bir şey dememi bekliyordu.

 

 

O an kurumuş boğazımın ağrısını yok sayıp tam konuşacağım an birden Victoria' nın etrafında bulunan saydam bir sise benzeyen şeyi fark etmemle bakışlarımı çattım. Bu şey ne? Ben nasıl bakıyorsam bir anda bu Victoria 'nın bakışlarını benden çekip başka bir yere bakamasını sağlamıştı. Onun baktığı yere baktığım anda tam yatağın ucunda duran Süreyya hanım ve Tarsis Kralı' nı görmüştüm.

 

 

Gözlerimi kıstığım anda bir şey fark ettim. Tarsis Kralı 'nında arkasında gri renkte sis vardı. Ve bu onu çepeçevre sarmış halde duruyordu. Süreyya hanıma baktığım anda ise onun etrafında ekru renkte bir sis bulutu gördüm.

 

 

Bu şeylerde neyin nesi?

 

 

"Efendi bunlar enerji gölgeleri." diye bir ses duyar duymaz anında bakışlarım konuşan kişi aradı. Benim bakışlarımı takip ettiklerinde benim nereye neye baktığımı anlamaya çalıştıklarını fark ettim. Yaptığım hatayı fark edince başka bir şeye çevirdim.

 

 

"Neden bu odadayım?" dedim sert bir üslupla.

 

 

"En yakın burası olduğu için seni buraya eski odana getirdik." diye açıklama yapan Süreyya hanımın olduğu yöne bakmadan yavaşça doğrulamayı amaçladım ama şiddetli bir ağrı baş gösterşnce acele etmeden yavaşça olduğum yerden doğrulup başımı yatağın başlığına yasladım.

 

 

Odada kısaca bakışlarımı gezdirdiğimde Ahrar 'ın pencere önünde duran koltukta otururken ve bana pür dikkat bakarken gördüm. Çok yorgun ve hissiz durması germedi değil. Ondan bakışlarımı çekip diğerlerine baktım.

 

 

"Şimdi ne oldu diye soracaksınız ama benim şu an açıklama yapmak gibi bir düşüncem yok. Biraz dinlemek istiyorum." diye önceden sorgulamak kısımına geçmemeleri için baştan uyarımı yaptım. Ağrı hâlâ şiddetini gösterirken yavaşça sağ elimle başımın yanına parmaklarımı dokundurup durdum.

 

 

" Elleme pansuman yapıldı. Kısa sürede iyileşir. "diyen Victoria mırıltımla onayladım.

 

 

" Sizleride gece gece yordum kusura bakmayın. "dediğim anda Süreyya hanım önemli değil dercesine bakmıştı.

 

 

" Aslında biz sen daha birkaç gün uyursun diye düşünüyorduk ama Renas hoca bir anda gelip seni uyandıracak ilacı verince iki saat içinde uyandın. "demesiyle Süreyya hanım hemen bakışlarımı Ahrar 'a çevirdim.

 

 

Ona baktığım anda lacivert harelerindeki kızgınlığı bariz bir şekilde gördüm. Dışarıdan ona bakınca hiç uyumadığını ve onu yoran bir takım şeyler olduğunu fark ettim. Tam konuşacağım anda birden bir hisle kapıya doğru başımı çevirdim ve o anda birden kapı açıldı. İçeri giren kişi Turul beydi.

 

 

İçeri girip ardından kapıyı kapattı. Onun gelmesini daha doğrusu bir anda başımı kapıya doğru çevirip birinin varlığını hissetmem herkesin dikkatini kesinlikle çekmişti ama kimse bunu dile getirmedi.

 

 

Daha öncesinde enerjileri hissetmek için kendimi zorlardım ama şu an bir anda istemsiz olarak kendimi bir şey içinde buluyordum.

 

 

"Umarım iyisinizdir Prenses." diyen Tarsis Kralı'na minnet içeren bakışlarımı çevirdim.

 

 

"Teşekkür ederim gece gece benimle uğraşmak zorunda kaldınız. Artık krallığınıza dönebilirsiniz ben iyiyim. Her şey için teşekkür ederim." dememle Tarsis Kralı sonra bu konuyu konuşacağız bakışı attı ve daha fazla rahatsız etmeyeyim diyerek odada Süreyya hanım ve Turul beyle ayrıldı. Onlar gittikten sonra Victoria da sonra gelirim ben dedi ve hemen odayı terk etmeye hazırlandı. Victoria gittikten sonra koltukta oturmuş ve bana büyük bir sinirle bakan Ahrar ve ben baş başa kalmıştım. Umarım yargıç gibi beni yargılamaz. Şu an çok yorgunum ve azar işitmek istemiyorum maalesef ki.

 

 

Victoria 'nın gidişinden sonra kısa bir sessizlik olmuştu. Ahrar olduğu yerde bana bakışlarını dahi kırpmadan bakıyor, bu daha çok gerilmemi sağlıyordu. Bakışlarımı ona kaçırıp önüme çevirmiştim.

 

 

"Daha ne kadar bakmaya devam edeceksin?" diye kısık ve yorgun bir sesle konuşup olduğum yerde hafifçe kıpırdayıp daha rahat bir pozisyonda durmaya çalıştım ama başarılı olamadım.

 

 

"Sana şu an çok kızgınım." diyişini duyduğum an bakışlarım titredi. Ona kayan bakışlarımı son anda engel olup önümdeki ayaklarımdan geri kalan yatağın ucundaki boşluğa bakıp durdum. "Beni ne hale getirdiğinden bi habersin onu görebiliyorum." diye yavaşça günyüzüne çıkan öfkesini , çaresizliğini ve hıncını ses tonuna yansıtmaktan kaçınmadı.

 

 

"Kendine ne yaptığının farkında olmadığını düşünüyorum. Çünkü bunun farkında olup bile isteye yapıyorsan çok mühim bir sorun var ortada." dedi ve olduğu yerden kalkıp bana doğru geldiğini göz ucuyla gördüm. Başımı eğip önümde birleştirdiğim parmaklarımla oynamaya başladım. Sanki suçunun farkında olan biri gibiydim şu an dışarıdan.

 

 

Ahrar usulca yanımdaki yerini aldı ve yatağın kenarına yerleşip, bir elini sol tarafıma yerleştirip sağ eliyle eğik duran çenemi tutarak başımı yukarı kaldırmamı sağladı. Tam dibimde duruyor, aldığı nefesi usulca yüzüme doğru süzülüyordu, kokusu ciğerlerime sızıp beni amansız bir titremeyle baş başa bırakıyordu. Başını eğip bakışlarını bakışlarıma çıkardı.

 

 

Lacivert hareleri yoğun bir renkle ışıl ışıl karşımda duruyordu. Onun gözlerine dalıp gitmemi engelleyen çatallı sesi olmuştu. Usulca gırtlağı kıpırdayıp bana o etkisinden asla çıkamadığım ses tonuyla konuşmaya başladı.

 

 

"Herkese karşı seni koruyabilirim Emira. Hemde herkese karşı. Kimse bana bu konuda asla engel olamaz." dedi bunu söylerken kendindeki emin oluşu, bunu yapmanın onun için çok basit bir iş olduğunu yansıtışı ifadelerinden çok açıkça belliydi. "Ama bir kişiye engel olamam. O da sensin. Ama bunun için de savaşırım Emira. Seni senden gelecek zarardan da korumak için gerekirse seninle de savaşırım. Ama ben bunu istemiyorum ve lütfen bana istediğim şeyleri yaptıracak fırsatları sunma olur mu?" dediği anda söyledikleri beni etkisi altına almış ve o an sadece gözlerinden bakışlarımı çekemiyor, sesi zihnimde yankı yapıp duruyordu.

 

 

" Ben böyle olacağını tahmin etmemiştim. "dedim kısa kesmeye çalışarak. Verdiğim cevap onun için yeterli olmadı ve yavaşça yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Hemen ardından dudaklarını şakağıma yasladı ve derin bir nefes alıp verdi. O anda gözlerim istemsizce kapandı.

 

 

"Seni o halde gördüğüm an ne hissettim anlatamam. Hermes 'in kolları arasında baygındın. Ama en kötüsü tenin bembeyazdı. O an aklıma dehşet senaryolar düştü durdu. Ama hepsini silkeleyerek gerçeğe odaklandım. Seni eskisi gibi görmek için yapamam gereken şeye odaklandım. Ne yaptığını az çok anlamaya çalıştım ama bir şey bulamadım. Ve o sırada masamda küçük bir zarf buldum ve o zarfın içinde sana verdiğim ilacın içeriği yatıyordu. İlk an tereddüt ettim ama sonradan bunu bana ulaştıran kişinin kim olduğunu anlayınca hemen vakit kaybetmeden sana bu ilacı hazırladım. "diye uzun uzadıya olanı kendi açısından anlatınca derin bir nefes alıp gözlerimi açtım.

 

 

Kıpırdamadan öylece duruyordum. Bakışlarım Ahrar 'ın omzuna doğru kaymıştı. O an ellerim ona dokunma ihtiyacıyla dolup taştı. Ama bunu yapamadım. Ve tırnaklarımı yatağa sertçe sapladım. Ona sarılmak istiyorum ama bunu yapamıyorum. İğrenç hissettiriyor.

 

 

"İyiyim." demekle yetindim.

 

 

"Ama o ilaç olmasaydı iyi olamazdın. Belki de ben kendi kendime aramaya kalksaydım daha geç bulurdum. Ama o mektup daha hızlı olmamı sağladı." dedi mektubun varlığını bir minnet sayarken.

 

 

Kimden geldiğini merak etmiştim. Ama sormak istemedim. Yavaşça geriye çekilip aramıza mesafe koydum. Ben geriye çekilince Ahrar usulca elini kaldırdı ve sol yanağımı kavrayıp avuç içiyle yanağımı okşadı.

 

 

" Tenin ilk ana göre sıcacık. Nefes alış verişin düzenli. İyisin. Ve bu benimde iyi olmamı sağlıyor." dedi derin bir iç çekti. Sonra beni dalgın dalgın izleyip devam etti. "Hiç anlamıyorsun beni. Sensiz yaşayamam diyorum ama sen beni ciddiye almıyorsun. Senin nefes almadığın bir yerde ne yaşarım ne kalırım. Ben sensiz yapmam. Sen hayattaysan bende hayattayım. Sen yoksan ben zaten yokum." dedi ve diğer elini de diğer yanağıma yerleştirip, alnını alnıma yasladı." İyi ol Emira. Kendini diğerlerinden koru demiyorum. Kendini kendinden kendine vereceğin zarardan koru olur mu? Bu isteğimi göz ardı etme lütfen. "dedi ve lacivert hareleri kalbimi yumuşacık edecek şekilde bakıp bana göz kırpıp sonrasında olduğu yerden kalkıp, odayı terk etmeye hazırlandı.

 

 

Ahrar odadan çıktıktan sonra derin bir nefes alıp başımı yatağın başlığına yasladım ve gözlerimi kapatıp sessizliği dinledim.

 

 

Ne halde olduğumu merak ediyorum. Ve o sesin ve hissin artık bundan sonraki zaman benimle beraber olması beni ürkütüyordu.

 

 

"Emira. Seni iyi gördüm. Nasılsın?"diue Ölü Ruh 'un sesini duyar duymaz gözlerimi açmadan konuştum.

 

 

" Bilmiyorum ki daha yeni uyandım ve olan biteni sindirmeye çalışıyorum. Bu arada sen miydin Ahrar' a yardım eden? "dediğimde aniden onun şaşkın sesini duydum.

 

 

" Ne yardımını kast ettiğini anlayamadım?" demesiyle kaşlarımı çattım.

 

 

" Biri uyanmam için bir mektup içerisinde bana iyi gelecek ilacı yazmış ve bunu Ahrar 'a ulaştırmış. "dememle bunu yapamadığını söylemişti." Sen yapmadıysan kim yaptı bunu? Lord Yelit olamaz direk ona söylerdi buna kalkışmazdı. Acaba Dehliz mi? Ona da söyleyeyim bir."demiş ve kafa karışıklığı içinde anlam vermeye çalışmıştım.

 

 

" Peki şu an ne haldesin? "dediği anda ona olan biteni anlattım. Duydukları onu şaşırtmıştı ." Sandığımdan daha fazla zorlanacaksın gibi duruyor. Bu hisse alışman zaman alacak ve senin bu kadar zamanın var mı bilmiyoruz. Onlar her an sana karşı küçük saldırıda bulunabilir ya da direk saldırabilir ve bu savaşı kısa sürede bitirmek isteyebilirler. Biran önce toparlanmaya ve şu Kan Ruhu'nu kullanmaya alışmaya bak. Ne kadar hızlı olursan yararına. "demiş ve bana kapalı bir çıkışa sürüklemişti.

 

 

Biraz daha konuşmuş ve sonrasında Ölü Ruh gitmişti bende bir başıma derin düşüncelere dalıp gitmiştim.

 

 

─⊹⊱☆⊰⊹─

 

 

Uykuya ne zaman yenik düştüm ya da uyuyor muydum bilmiyorum? Ama sesler işitiyordum. Ama sanki bir duvar arkasında duyar gibiydim. Kulağım sanki duvara yaslıydı ve ben sesleri bu sayede duyuyordum.

 

 

İlk an kadın sesi kulaklarıma ulaştı. Sonrasında onu takip eden erkek sesi.

 

 

"Ne yapacağız? O çok güçlü görmüyor musun? O sanılanın aksine hiçte korkak değil. Her an bizi sekteye uğratacak planlar yapıp duruyor. Görmüyor musun biz kaybediyoruz o kazanıyor!" diye kızgın, öfkeli bir kadın sesi duymuştum. Ses o kadar boğuk ki tam olarak ses tonunu işitmekte zorluk çekiyorum. Ses hem yankı yapıyor hemde ses tonu daha farklı duyuluyordu.

 

 

" Görüyorum ve bu bana öfkeden başka hisler tattırıyor. "demişti adam. Rahat hatta bundan keyif alan bir sesle konuşması beni nedense germişti.

 

 

" Ne gibi hisler tattırıyor? "demişti şüpheci bir sesle kadın.

 

 

" Ona olan hayranlığım her geçen gün artıyor. O sen ve diğerleri gibi değil. Sizler olan güçle yetinerek bununla devam ederken o bununla yetinmeyip sahip olduğu güçleri geliştirip daha fazla arttırması ve her geçen gün gücüne güç katması beni ona hayran bırakıyor. Yenilmez bir dik duruşa ve sonsuz bir inanca sahip. Güzelliğini saymıyorum bile. " diyerek sesindeki tutkulu tını benim bahsettiği kişiye olan hayranlığından çok ona olan sapkın bir hisle bağlandığı hissini doğuruyordu. Bu adamın varlığı beni rahatsız etmişti.

 

 

" Hah ona yoksa aşık mı oldun sen? Ne ironi ama! Sen gel has düşmanına aşık ol. Hem bir kere o sana bu hisleri sence hissediyor mu? Ben söyleyeyim. Sanmıyorum. Çünkü sen onun kardeşini öldürdün." demesiyle kadın sertçe, o anda duyduğum sesin içten içe kime ait olduğunu anlamamı sağladı. İlk an düşünmüştüm bu ikisinin kim olduğunu, tanıdık biri olup olmadığını ama ikna olmamıştım ta ki Esila 'nın sözlerini duyana kadar. Sonrasında içimdeki şüpheyi söküp attım.

 

 

"Sence bu umurumda mı?" dediğinde Dani onun bu sözlerine Esila gür bir kahkaha patlattı.

 

 

"Sence ben senin umurunda olup olmadığıyla mı ilgileniyorum? Asıl sence Emira bunu unutup senin hislerine karşılık verir mi? Ölmek bile onun için daha şerefli olur senin düşündüğünü yapmak yerine. O sadece sana bir his besliyor; nefret... Ve bundan öteye gidemez bu. Yani unut diyorum ona olan bu ilgini çünkü fayda vermez. "dediğinde Esila, bu sefer gülen taraf Dani oldu.

 

 

" Ah sevgili Esila sence ben bunu kendi lehine çevirmek konusunda yetersiz mi kalırım? Hem sevgi ve nefret arasında bir tercih yapsam bin kerede olsa nefreti tercih ederim. Nasıl ki asırlar öncesinde kendime bir kadını zorla bağladıysam bunu yine yaparım." dediği anda Dani midem çalkalandı. İğrenç mahlukat. Birde benimle ilgili kurduğu planlara bakın! Asla istediği olamayacak ama asla!

 

 

" Hadi ama sen Emira 'yı o kadınla bir mi sanıyorsun? Yezra' nın annesi güçsüzdü. Ama Emira değil ve ölümü yeğler ama seninle aynı ortamda olamaz." dediğinde Esila anında Dani 'nin hareket ettiğini ve sonrasında son adımını atarak durduğunu duydum.

 

 

"O zaman ölür Esila. Ya benim olur ya da ölür. Benim sunacağım iki seçenek olacaktır. Seçim yapması ona kalmış." diye Dani zehirli bir sesle konuştu.

 

 

"Başından itibaren aslında amacın buydu değil mi? Ona sahip olma. Bunu bana belli etmedin. Ondan değil mi onun karşısına çıktın? Kendini belli ettin? Diğer sahiplere bunu yapmadan onları yok etmeye çalıştın ama Emira 'da bu ters tepti. Her adımını ona ulaşmak adına attın. Peki başarılı olacağını düşünüyor musun? "diyen Esila' ya anında cevap verdi Dani.

 

 

" Ben emin olamadığım bir şey hakkında kesin konuşmam biliyorsun. Ve o beni olacak Esila. Bunu sana ve herkese göstereceğim. En çokta Emira ve sevdiciğine... "dedi ve korkutucu bir kahkaha attı.

 

 

O anda bedenim bir kuvvet tarafından çekilir gibi çekildi ve kendimi uyuya kaldığım odada buldum. O anda tüm duygularımı etrafımda toplanmış vaziyette hissettim. Sanki bir canlı gibi beni çepeçevre kuşatmışlardı.

Bakışlarım karşımda duran duvara çevrildiği anda duvarda bir yazıyla karşılaştım. Aylar öncesinden kapıma yazılan aynı yazı sitiliyle.

 

Siyah katran karası bir sıvıyla yazılıydı bu yazı.

"Ah Prenses beni özlemedin mi hiç? Bense seni çok özledim. Ve çok kısa bir süre içerisinde sonsuza kadar birlikte olmak dileğiyle karşı karşıya geleceğiz. Hoşça kal..."

 

Bölüm : 25.12.2024 14:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...