Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7-Sır Portresi

@kumsallardagezen12

『 Kirlenmiş düşüncelerin bataklığı... 』

Delirmiş düşüncelerimi susturuyorum sebebi hata yapmamak için. Zihnimi ele geçirmiş düşünceleri, anıları kendi isteğimle rafa kaldırıyorum. Sebebi ruhsuzluğumun beni tekrar ele geçirmesine izin vermek için. Ama sanki düşüncelerim bir yılanmışta beni zehriyle öldürmek istiyor. Sinsi sinsi işgali altına giriyor ruhum. En uçtan başlayarak zirveye doğru yol alıyor. Hedefi ise yıkımı başlatmak ama buna izin vermem yıkım için daha çok erken. Her şey nasıl olacaksa nasıl ilerlemesi gerekiyorsa öyle ilerlemeli ne mani olunmalı ne de tepkisiz kalınmalı.

Bazen kadere yön vermek elimizde olabilir. Bazen de kaderin dalgasına kapılmak gerekir. Ama her zaman olması gereken olmalı. İlerleyiş aksamamalı. Bir su misali akmalı olaylar. Aslında her şey ya vardır ya da var edersin. Bu bile senin elinde olabilir. Sen istediğin gibi davran. Yok mu olmak istiyorsun yok ol. Ama kendini kanıtlamak mı istiyorsun işte o an yapabileceklerinin sınırı olmasın. Her şeyi yapmalısın. Keşkelere sığınmamak için.

Bir olay bir olayı doğurur. Bir hata bir doğruyu siler. Bir ihanet yıkımı başlatır. Bir acı bin acı doğurur. Ve bir göz yaşı etrafı kana boğar. Her zaman acıların yıkımı daha ses getirmiştir. Ve bu öyle olmaya da devam edecektir. Acı insanı olmayacağı kişiye dönüştürür. Ona yeni bir kimlik verir. Onu karanlıkta baş başa bırakır. Karanlığa alışmasını sağlar. Çünkü tek sığınağı karanlık olur kalbi acıların istilasına uğrarken.

En büyük mezarlıklar zihnimin zemininde duruyor. Her gün bir yenisi ekleniyor. Ve eklenmeye devam edecek taki benim davam bitinceye kadar. O vakit benden ne geriye kalır onuda az çok tahmin edebiliyordum. Zihnimdeki çığlık sesleri susmuyor, susturamıyorum. Zihnimdeki kalabalık sessizliği keskin bir bıçak gibi yarıp, yok edip büyük bir karmaşanın içerisine atıyor beni. Kayboluyorum ama her önüme çıkan kapının ardındaki gerçek beni başka kapılara doğru yönlendiriyor.

Doğru rotaya ulaşamıyorum ne yapsamda. Bazen düşünmek çok ağır geliyor çünkü gerçekleri kavramak insanı tüketiyor. Hiç gerçeği de bilmemek insanda bir boşluk hissi uyandırıyor. Diğeri ölümse diğeri de ölümsüzlük ikiside iyi gelmiyor. Bazen ölümlü olmak gibi gerçeğin bile her kısmını tam anlamıyla bilmemek daha iyi geliyor insan ruhuna. Boğuyor insanı her şey.

Zihnimin içinde milyonlarca ses var. Hepsi acımı kusmamı istiyor çığlık çığlığa. Ama ben o seslere kulağımı tıkıyor. Başka seslere odaklanmaya çalışıyorum. Çünkü duymak istediğim şeyleri söylemiyorlar. Ve ben bunu duymak istemediğim için duymak istediğim melodiyi arıyorum. Aradığım melodi ölüm melodisi ve ben bu melodiyi duyduğum an öleceğimi bilsemde onu duymak için uçsuz bucaksız diyarlara yolculuğa çıkıyorum. Gerçek mi? Bilmiyorum ama gerçek olmasını istiyorum. Zaman beni çağırıyor ve ben yakın zamanda onun çağrısına kulak vereceğim.

Kapattığım gözlerimi araladım. Uzun zaman oldu. Moritanya topraklarına gidemeyişimin 7. Ayı. Yakında orada olacağım. Son 2 gün. 2 gün sonra orada olacağım. Sanki oraya gidince şuan ki Emira ‘nın ruhu burada kalıyor ve oraya gidince yeni bir ruh vücuduma sızıyor. 7 aydır orada gördüğüm kâbusları görmüyorum. Burada sanki hiçbir şey olamamış gibi o anlarım sanki hiç yaşamamış gibi davranıyorum.

Aslında bedenimde birçok Emira’ ya ait farklı ruhlar var. Olduğu ortama göre şekillenmiş ruhları bedenimde ağırlıyorum.
Bakışlarımı biraz uzağımda duran büyük devasa pencerede ayaklarımın altındaki şehri izliyorum.. Gecenin karanlığına bakışlarımı sabitlemiş öylece onu izliyorum. İzliyorum. Bazen izlemek gerekir bazı şeyleri anlamak keşfetmek için. Ruhum bana ağırlık verirken zihnim beni bir boşluğa bırakmış çaresizliğimi öne çıkarıyordu.

Olduğum yerden doğrulup pencereye doğru ilerledim. Gözlerim tam karşımda olan saate çevrildi. Saat tam 00:00 ‘di gün daha yeni yeni başlayacak ve artık Moritanya topraklarına gitmem için 1 gün kalmıştı. Ailem bendeki değişikliğin farkına varmıştı ama onlara hiçbir şey demeden susmaya devam ettim . Pencerenin karşısına gelince alnımı karşımdaki cama yasladım. Soğuk anında vücuduma sızmaya başladı. Buna aldırmadım.

Yorgundum aslında ama belli etmiyordum kimseye ama en çok da kendime. Odamın kapısı açılıp kapandı. Olduğum yerden kıpırdamadım. Kimin geldiğini biliyorum. Victoria.... Onun için söyleyecek çok şeyim var ama ben susmayı tercih ediyorum.

7 aydır hep beraberdik. Onun varlığına alışmıştım. Oda benim varlığıma. Ailelerimiz bile tanışmıştı. Bu 7 ayda çok yol kat ettik. Birbirimizi çok ama çok iyi tanıyoruz. O benim neler yapabileceğimi bende onun neler yapabileceğini iyi biliyoruz. Anlımı pencere camından çekip yönümü ona doğru çevirdim.

Victoria biraz ileride olan masanın üzerine kalçasını yaslamış bir halde bana bakıyordu. Üzerinde straplez derin göğüs dekoltesi olan yeşil bir elbise giymişti. Ayağında ise siyah stiletto sivri ökçe vardı. Saçlarını ise sımsıkı bir topuz yapmıştı. “Bu kadar dekolte elbiselere abilerin kızmıyor mu?” dedim ona doğru adım atarken. Karşısına geçince çalışma masamın karşısında olan iki kahverengi koltuktan birine oturdum.

“Ah! Hiç sorma haberleri yok. Olsa katiyen izin vermezler. Ne var ki ben çok seviyorum bu tarz giyinmeyi. Sen gibi mi giyinmemi istiyorsun?” diye soludu.

“Ben giyimine karışmıyorum ki. Nasıl giyinmek istiyorsan öyle giyin. Ama abilerin benimle hem fikir değiller. Biliyorsun. Hem ne varmış benim giyinişimde?”dedim hafif sistemle.

" Ne mi var? Ortada bir şey yok ki! Bir rahibeden farkın yok. Hani desem güzel bir fiziğe güzel bir yüze sahip değilsin ama çok güzelsin hatta mükemmel ötesisin ama sen kendini gizliyorsun. Her şeyinle Emria. Bunun farkındayım. Olman gereken kişi değilsin. İşte ben bunu anlamıyorum. "dedi buruk bir tonlamayla.

“ Kendimi gizlediğim filan yok! Olamam gereken kişiyim zaten. Sadece benim tarzım bu. Ön planda olmayı hiçbir zaman sevmedim. Ne yaptıklarımla ne de giydiklerimle. Ben halimden gayet memnunum. “dedikten sonra oturduğum yerden kalkıp çalışma masama doğru ilerlemeye başladım. Masamda duran çantamı ve telefonumu aldım.

"Hadi ama sen memnun olabilirsin ama ben memnun değilim. Senin gibi afeti devran bir arkadaşımın ev kumkuması olmasını istemiyorum. Haberin olsun." dedi sitem eden cümlelerle. Bakışlarımı ona çevirdim.

“Ben halimden memnunum. Sen onu bunu bırakta Süreyya hanımla dün ne konuştun. Onu söyle bana.” dedim . Victoria olduğu yerden kalkıp benim gibi kapıya doğru yönlendirmeye başladı adımlarını. Kapıyı açtım ve ikimizde koridorda ilerlemeye başladık.

“Tüm hazırlıkları bitirmişler. Tek eksiklik sen ve ben. Zaten plana göre hareket edeceğiz. Sorun yok anladığın üzere.”dedi ciddiyetle.

" Zaten yarın orda olacağım herhangi bir sorun varsa halledilir kısa sürede." dedikten sonra asansöre binmiştik.

Kısa bir süre sonra Victoria ‘yla eve gelmiştik. Bahçe kapsından ilerlemiş ve kapıyı anahtarla açıp içeri geçmiştik adımlarımızı benim odama doğru yönlendirdik. Ailemle bu 3 ay boyunca Türkiye de neden olmamamız gerektiğini anlatmıştım. Onlar beni bir defile için kısa bir süre seyahat için Türkiye de olmayacağımı biliyordular.

3 ay buraya ara sıra gelecektim. Ama tam anlamıyla orda olacağım için bütün işlerimi erkenden bitirmiş geri kalan işlerimi de asistanıma devretmiştim. Uzun bir gün beni bekliyordu. Akşamında ise Moritanya topraklarında olacaktım.

Victoria ile eve geldikten sonra o uyumuş bende kala işlerimi buradan halledip hepsini bitirmişim. Bakışlarımı önümde duran dosyadan çekip Victoria ‘ya sabitledim. Uyuyordu. Huzurlu bir şekilde. Benim hiç sahip olamayacağım uyku onunla beraberdi.

Eski puslu geçmişimden sonra artık huzurla başımı yastığa koyamıyorum. O umut içimde olduğu anda ise ben daha büyük kâbuslarla, huzursuzluklarla uyanıyorum geceye. Karanlık korkutucu geceye. Sırlarıma, düşüncelerime tanıklık yapan zifiri karanlığa gözlerimi açıyordum. Yatakta kıpırdayan Victoria ile düşüncelerimi savuşturup gözlerimi ona çevirdim.

Artık uyanmaya başlamıştı. Önce kaşlarını çattı ardından gözlerini açtı usulca. Önce nerede olduğunu kavramaya çalıştı. Anlayamadı ilk ama sonra hareleri beni bulunca anında yüzünde gerçek bir tebessüm oluştu. “Uyumamışsın.” Dedi “Evet uyumadım. İşlerim vardı.” Dedim. Yalan. Uykum yoktu. Uyku bana rastlamadı.

Keza hiçbir zaman da rastlayacak da değildi. O benden uzakta bir yerlerdeydi. Ve benim onu bulamamı bekliyordu. Bulur muydum? Zordu ya. Ben artık bir şeyleri aramayı bırakmıştım. Huzuru, sevgiyi, güveni aramayı bıraktığım gibi. Artık ben sadece bana gelebilecek darbeyi, ihanetin yollarını bekliyordum. Evet Victoria ‘ya güveniyorum ama o da bana asla ihanet edemez diyemiyorum mesela.

Neden mi? Ben bu hayatta bir kişinin ilk önceliğiydim ama o önceliğim de kısa süre önce sona erdi. Şimdi ben kimsenin önceliği değilim aynı ben benim önceliğim olamadığım gibi. Herkes benim önceliğim olabilirdi ama ben değil sadece ben benim önceliğim olmayacaktı. Çünkü hayat artık bana çok ağır geliyordu ve ben bu ağırlığı kaldıramıyorum. Ya ölecektim ya da kendimi terk etmeliydim. Ama ben ikisini de başaramıyordum. Ne acıydı değil mi? Arafta kalıp derin keskin bir acıyla yüzleşmek tek başına.

“Emira ” Victoria bana seslenince anında bakışlarımı ona çevirdim. “

Evet seni dinliyorum.” dedim acı dolu sesimle. Zihnimdeki bana kendini bas bas belli eden acı dolu çığlıklarım, beni işgali altında eziyordu. “Diyorum ki kahvaltı edip mi Moritanya topraklarına gideceğiz.” diye sordu anlamayan bakışlarla bana. Beni ilk kez böyle hissiz bir o kadar da yorgun görüyordu.

“Hayır. Kahvaltı yaptıktan sonra benim uğramam gereken bir yere gitmem gerek. Oradan sonra ben seni ararım dağ evine geçersin. Sonra odadan geçeriz kuleye.” dedim . Başını salladı.

“Sen iyi misin Emira ‘’ diye sordu Victoria yüzümdeki ruhsuz ifadeye bakarak. Başımı evet derecesine salladım." Hadi sen bir duş al sonra kahvaltıya inelim sonra işlerim bitince gideriz. Tamam mı ?" diye sordum. Oda benim gibi kafasını salladı. Yataktan çıkıp banyoya doğru ilerledi. O banyoya girdikten sonra bende çalışma masamın üzerinde olan belgeleri toplayıp sandalyeden doğrulup adımlarımı gardırobuma doğru yönlendirdim.

Gardırobu açıp içinde gözüme kestirdiğim siyah kare yaka tulumu ellerimin arasına aldım. Ayakkabı olarak da ten renginde olan bir stiletto aldım. Victoria ‘nın işi uzun süreceği için kolyeme fısıldadım ayakkabı ve tulum anında üzerimdeydi. Geriye saçlarım kalmıştı anında makyaj masasına geçip saçlarımı yapmaya başladım. Saçlarıma düz bir fön çektikten sonra doğal bir makyaj yapmaya başladım. Her şey tam olunca Victoria ‘yı bekledim. Birkaç dakika sonra oda banyodan hazır bir şekilde çıktık.

“Hadi aşağıya inelim bizimkiler masada yerini almıştır.” dedikten sonra adımlarımı kapıya doğru yönlendirdim.

Bakalım akşam beni ne bekliyordu. Neyle karşı karşıya kalacaktım.

Aşağıya inip ailemle birlikte güzel bir kahvaltı yapmış ardından birkaç ay boyunca seyahate gideceğimi söylemiştim. İlk başta bu seyahatte hoşlanmadılar ama kabullenmek zorunda oldukları için pek bir şey diyemediler. Kahvaltıdan sonra uğramak istediğim yere doğru yola çıkmıştım. Nereye gideceğimi kimse bilmiyordu ya da bildikleri halde susmayı tercih ediyordu.

Victoria olanları bilmiyordu. Söylemek istiyordum ama bazen bilmemesi daha iyi olurdu bir tek bu şey bana kalmalıydı. Kimse bilmemeli kimse öğrenememeliydi.

⭑⃝🦋

Dağılıyorum azar azar. Parçalarım küle dönüşüp rüzgar yeliyle etrafa saçılıyordum. Bir toz bulutu gibi. Savunmasız ve kimsesiz bir toz bulutuna karışıyor kendi benliğim içinde kayboluyordum. Aklımda ise uğradığım ihanetler ve yaşadığım acılar var. Neden deyip duruyorum? Neden bu şeyleri yaşamak zorunda bırakıldım, bırakıldık? Neden acılar etrafımızı kuşattı?

Neden her acı çeken bu acılarını dahi göstermiyorlar içlerinde yaşayıp daha da karanlığa hapsoluyor? Rüyalarımızda bile mutlu değiliz. Gözlerimizde düştü düşecek gözyaşlarımız var hep. Bedenlerimiz bu acı hayata ayık olsada ruhumuz sonsuz bir uykuda. Ve gerçek mutluluk hayata uygulanana kadar uyumaya da devam edecek. Ya sonsuza dek uyuyacak bir ruhla öleceğiz ya da o ruh uyandığında ölmüş olacağız. Her türlü uyandığını göremeyeceğiz gerçek mutluluğu .

İnsanlar avutulur. Ya da avuturlar kendilerini çünkü onlarda farkındadır gerçeklerin. Ya görmezden gelirler gerçekleri ya da kendilerini olmayan bir gerçeğe inandırırlar. Sevilmezler ama sevildiklerine kendilerini inandırırlar. Aldatılırlar ama buna kulak tıkarlar. Görseler bile görmezden gelir ya da yanlış gördüklerini sanırlar. Hep bir şeyleri inkar ederler.

Gerçekleri, yalanın parmaklıklarına bırakır yok olup gitmesine izin verirler. Gerçek her zaman en istenmeyen şey olmuştur çünkü gerçeğin verdiği dehşet kaldırılamaz. O yükü kimse kolayca bedeninden uzaklaştırmayı beceremez. Ve bu nedenle inkar edilir her zaman. Aynı benim inkar ettiğim gibi. Şimdi yoğun yağan bu yağmurun altında durmuş sırılsıklam bir halde duruyordum. Ne ıslanan kıyafetlerim umurumdaydı ne de üşüyen bedenim.

Bakışlarım dudaklarımdan firar eden nefesin buğusunda kısa bir süre oyalandı. Bir nefes olup anında tüketilip yok olmak isterdim. Ömrüm bir kelebeğin kadar az olsun isterdim. Öylece bir gerçeğe bakıyorum. Bakabildiğim kadar. Yadırgadığım gerçeğe. Bir türlü kabul dahi edemediğim gerçeğe bakıyorum acı dolu bakışlarımla.

Hep böyle mi olacak sevdiklerimize hep uzaktan bakan mı olacağız? Hayatın bile artık önemsiz olduğunu düşünerek ruhumuzu ölüme teslim olmaması için zorlayacak mıyız? Acıya acıya bir diğer güne mi uyanmaya zorlayacağız zihinlerimizi? Hep bir zorundalık içinde bir ömür mü yaşayacağız? Bomboş bir zihinle düşünüp onu kaoslu bir düşünce bataklığına bırakıp gidecek miyiz? Ulaşamadığımız anıların hesabını kime soracağız? Kendimize mi? Ben artık bu cevapsız sorular karşısında yıkıldım ve bu yıkımdan bana boş bir ruh kaldı.

Ölümü saniye saniye bekleyen bir ruh. Ölüm melodisini duymayı bekleyen bir ruh. Zihnime firar eden sessiz düşüncelerin sessizliğine uydum her şey durdu bir tek düşüncelerim konuştu. Etrafa kuru bir gürültü bıraktı. Bitmeyecek bir gürültü sessizliği.

“Şimdilik elveda küçük adam yakında yine yanında olacağım. O vakte kadar huzur içinde uyu. Ruhumun sana huzursuzluk verdiğini bile bile yanına geliyorum. Affet beni çünkü ben kendimi affedemiyorum. Sen affet ama beni.. Affet... .”

Arkama dönerek arabama doğru ilerledim. Uyuşmuş ve soğuktan dolayı tutulmuş bedenim umurumda değildi. Arkamda birçok ruhun misafirlik yaptığı yerden ruhsuzların olduğu yere gidiyordum. Yağmur hala hızını kaybetmeden yağmaya devam ediyordu. Düşüncelerim arkamdaki mezarlık kadar kalabalıktı ve bu kalabalıktan ancak ruhumu oraya bırakınca kurtulacaktım.

İnsan ancak yalnız kalınca düşünce bataklığının esareti arasına girip oradan çıkamıyor hale gelirdi. Ama ben o günden sonra bir daha çıkamamıştım. O zaman ben her zaman yalnızdım. Bunu her gün fark edip sonrasında unutmak ise büyük bir acıydı. Yalnızlık kötüydü. Ve ben bunu her an her saat hatırlıyor daha da kahroluyorum.

Arabanın kapısını açıp sürücü koltuğuna oturdum. Islak kıyafetimden ötürü koltuğa oturunca hafif kaymış kendimi direksiyona tutunarak düşmeyi önlemiştim. Arabanın içi soğuk olduğu için alıp verdiğim soluğun izi arabanın içinde geziniyordu. Kısa bir süre o ince sisi izledim. Benim karanlık soluğumun yayılmasını izledim arabanın içinde. Bakışlarım arabada yankılanan melodiyle telefona çevrildi. Arayan Victoria ‘ydı. Telefonu açıp kulağıma yasladım.

“Neredesin? Ne zamandır arıyorum açmıyorsun? Bir şey olmadı demi? Emira konuşsana?” dedi kaygı dolu sesle.

“Bir şey olmadı. İyiyim.” dedim bu kelime bana çok ağır geldi altından kalkamadı ne zihnim ne ruhum. Ama bedenim en büyük ağırlığı bile sırtlandığı için onun için bir zorluk oluşturmadı. Ve sözlerime şöyle devam ettim.

“Uğramam gereken yere gidince telefonu yanıma almadım. Sanrım araman ondan yanıtsız kaldı. Ama şimdi dağ evine gidiyorum. Sende oraya gel. Orda buluşalım tamam mı?” dedim. Ve onaylanmasını bekledim telefonu kapatmak için. O onayladığı an telefonu kapayıp telefonu yan koltuğa bırakıp arabayı dağ evine sürmeye başladım. 2 saat sonra dağ evine varmıştım. Arabayı park ettikten sonra kapıyı açıp dışarı çıktım.

Arabayı kilitledikten sonra yönümü dağ evine çevirdim ve oraya doğru hızlı adımlarla ilerledim. Artık güneş batmış ve ay ortaya çıkmıştı. Merdivenlerin oraya geldiğimden basamakları çıkmaya başladım. Son basamağı da çıktıktan sonra çantamda bulunan anahtarı alıp kapının anahtar kısmına yerleştirdim.

Victoria portalı açıp geldiği için kapı şuan kilitliydi. Kapıyı açıp içeri girdim. Anahtarı çantama koyduktan sonra çantamla beraber onu koltuğa fırlattığımda bakışlarım içeride gezdirdim. Victoria ‘yı görememiştim. Gelememiş miydi acaba? Adımlarımı odama doğru yönlendirdim. Kapının önüne gelince kapıyı açıp girdiğimde odanın içinde Victoria çalışma masamın üzerinde olan çizimlerimi incelerken bulmuştum.

Omzumu kapının pervazına yasladım. Geldiğimi dahi fark etmemişti. “Eee beğendin mi bakalım?” diye sordum. Gözlerini masada duran çizimlerden çekip bana çevirdi "Bu halin ne Emira ? Ne oldu." diye sordu. "Bir şey yok sadece biraz yağmurun altında kaldım." dedim . Sözlerimin ardından üstelemedi konuyu.

"Ee peki soruma cevap vermeyecek misin?" diye sordum.

“Evet çok güzeller. Böyle bir yeteneğim olsun isterdim. Ruhuna iyi geliyordur resim yapmak değil mi?” dedi merak içermeyen sorusuyla. Başımı olumlu derecesinde salladım.

“Gitmiyor muyuz?” dedim sorundan sonra olduğu yerden doğrulup bana doğru geldi.

“Gidelim bakalım. Seni o halde görmek bana çok iyi gelecek.” dedi muzurluk dolu sesiyle. Tek kaşımı kaldırıp dudaklarımı aralayıp konuştum.

“Beni o halde görsen bile bunun keyfini çıkarmayacaksın çünkü o anlarda orda olmamalısın biliyorsun değil mi? Sen ve Lord Yelit bir süre yani ilk gün ortada olmaman gerekiyor.

Benim kimliğim ortaya çıkmadan. Zaten aslında bunu ilk ben istedim ama sonra sıkıcı olacağını anlayınca vazgeçtim ama Süreyya hanım böylelikle herkesi daha iyi tanıyacağımı söyledi kim düşman kim dost diye . Buna aslında gerek yok. Bakışları ele verir ya da düşünceleri. Anında anlarım bana karşı olan hal ve hareketlerinden bana yönelik olan düşüncelerini. “dedim. Gitmeden önce kıyafetlerimi değiştirmeyi unutmamıştım.

Üstümü değiştirip odama tekrar geldiğim andan sonra ikimizde Moritanya topraklarında olmayı diledik. Yarın büyük gün için ilk gündü.

Victoria ile kulenin dış kapısının önündeydik. Askerler bizi görünce anında kapıyı açtı. Kapıdan geçip bahçede ilerlemeye başladık.

“ Kaç krallık burada olacak bir bilgin var mı?” dedim merakla. Kaç kralık vardı bilmiyorum. Tek gelmeyecek krallık Tarsis krallığıydı. O hiçbir geleneğe katılmaz misafirperverlik de yapmazdı. Yıllardır bu böyleymiş. Bunu bir ara bizzat Tarsis kralına soracaktım.

“ Yani bende tam olarak bilmiyorum ama 30’ dan fazla 100’ den az sanırım.” diye yanıtladı hemen beni,bakışları önündeyken. Bu kadar çok olduğunu bilmiyordum çünkü ben bile daha gezmediğim krallıklar olduğunu biliyorum. Yolun geri kalanını sessiz bir şekilde ilerleyerek devam ettik. Sonunda kulenin iki kanatlı devasa kapısının önüne gelince derin bir nefes aldım.

Yeni bir gün ve getirecekleri şeyler beni bekliyordu. Kapıyı bizim için açan asker eski yerine geçerken Victoria hemen adım atarak içeri girdi. Ardından bende adım atıp onu takip ettim. Biz önümüzde benim odamın olduğu koridorda ilerlerken Süreyya hanımı benim odamın öğünde Ahlas beyle konuşurken gördüm.

Adımlarımızı Victoria 'yla hızlandırıp onlara doğru ilerledik. Bizi ilk fark eden Ahlas bey olmuştu. Süreyya hanım, Ahlas bey konuşmayınca bakışlarını bizim olduğumuz tarafa çevirdi. Bizi görünce anında hoş bir tebessüm yüzünde belirmişti. Ona doğru son adımlarımızı atıp karşılarında yerimizi aldık. “Hoş geldiniz kızlar” dedi Ahlas bey. Ve sözlerine şöyle devam etti.

“Ben siz tatlı hanımları yalnız bırakayım.” dedi ve küçük baş işaretiyle Süreyya hanıma hoş çakal dedi. Ahlas bey gittikten sonra Süreyya hanım bana bakarak konuştu. “Uzun zamandır görüşemiyoruz Emira . Nasılsın?” diye sordu. İyiyim dercesine salladım kafamı. Sonra bizi arkamızda duran toplantı odasına yönlendirdi. Süreyya hanım önde ben ve Victoria arkada olacak şekilde toplantı odasına doğru ilerledik.

Kapıyı açıp Süreyya hanım içeri girdikten sonra bizde odaya girdiğimizde Süreyya hanım kapıyı kapatıp karşımda olan 70 kişilik olan masaya doğru ilerledi. Masanın en başında ki yerini alıp ben ve Victoria ‘nın da oturmasını bekledi. Yerime geçtiğimde bana yönünü çevirdi. “Yarın gelenek için tüm krallıklardan belli kişiler gelecek. İlk anda senin kimliğini belli etmek istemiyorum. Önce senin için tehlike arz edip etmeyeceğini öğrenmek istiyorum hepsinin.” dedi.

“Ya ederseler ne olacak?”dedim merakla. Bakışlarım onun bakışlarına sabitlenmişti.

“Gereken her neyse onu yapacağız. Kimse Moritanya Prenses’ine zarar veremez.” dedi tehlike içeren sesiyle. Beni mi önemsiyordu yoksa varlığımla var olan kolyenin varlığını mı? Bunu yakında öğrenirdim.

Benim sessiz kalmamdan ötürü o konuşmasına devam etti.

“ Seni daha öncede konuştuğumuz gibi prensesin sadık yardımcısı olarak tanıtacağım. Böylece senin varlığından az da olsa şüphe edecekler.” dedi gergin bir ifadeyle.

“Neden az da olsa dediniz? Anlayamadım da?” dedim merakla.

“Neden mi? Emira sana ben bile bakınca güzelliğinin esaretine girerken onlar bir hizmetlinin senin deyişinle bir çalışanın bu denli güzel olmasını yadırgamazlar mı?” dedi ciddiyetle.

“Abartmasanız mı o denli güzel değilim.” deyince Victoria önündeki peçeteyi bana doğru hızla fırlattı anında havada kaptım.

“Sen kör müsün? Ya da kendinin farkında değilsin? Sen en iğrenç kıyafetleri giy çık dışarıya bak her önüne gelen sana nasıl içten bir ah çekerek bakar.” dedi soluyarak kızgınlıkla.

“Konu benim ne kadar güzel olup olmamam değil demi? Asıl konumuza gelelim. Zaten siz benim hakkımda çalışan derseniz en fazla görünüşümü yadırgarlar. Diğer türlü şüphe etmezler. Kim prenses kimliğini gizler ki ve bulunduğu kulede bir süreliğine çalışan olur? Bunu düşünmezler akıllarına gelmez”dedim.

“Haklısın bu çılgınlığı anca sen yaparsın. Normal değilsin de ondan. Neyse.” dedi iğneleyici sesle. Bakışlarımı ondan çekip Süreyya hanıma çevirdim . Süreyya hanım konuşmasına kaldığı yerden devam etti.

“Birkaç gün öyle idare ederiz. Sonra senin için bir davet düzenleyeceğiz öyle kimliğini açıklarız. Sonra zaten geri kalan günlerde de onları tanımakla geçirirsin.” dedi samimi ifadesiyle.

“Peki o zaman beni tanıyan kişiler var gelen kişilerin arasında ama onlar kimliğimi açık etmezler. Bu arada oğullarınız da mı gelecek. Hala 5 oğlunuzu görmedim. Bir kızınız var mı merak ediyorum.” dedim hala 5 oğlu olduğuna inanmadığım için sesimdeki şaşkınlık fazlasıyla belliydi.

“ Ah evet onlarda gelecekler. Biliyor olmalısın ki onlar şuan Avcı oldukları için kendi yani Ahlas ‘ın krallığında yaşıyorlar. Bazen beni görmek için buraya geliyorlar. Sen gittikten birkaç ay sonra beni görmek için buraya geldiler. Onlar seni isim olarak biliyorlar ama seni pek iyi tanımıyorlar. Aralarında birkaçı ile çok iyi arkadaşlık kurabilirsin belki de.” dedi sevecen bir sesle.

“ Bilemeyiz göreceğiz zamanla. “dedim. Ve sözlerime şöyle devam ettim.

" Ben ders filan almayacağım değil mi onlar gibi?" dedim aklıma takılan soruyu sorarak.

“ Yani şimdilik bu tür bir şey için Lord Yelit ‘le karar almadık olursa haberin olur zaten. Aslında bu konu halkında bir düşüncesi var Lord Yelit’ in ama gelmesini beklediği kişi gelirse o zaman bu sorunun cevabı evet olur.” dedi . Beklediği kişi derken kimden bahsediyordu. Bakışlarımı Victoria ‘ya çevirdim. Bana bir şey bilmiyorum dercesine baktı.

“ Victoria’ ya bakma oda bunu bilmiyor. Ben ve Lord Yelit ‘in düşüncesi bu. Ama kesin bir şey de değil yani ondan dolayı bu konuyu fazla kafana takma.” dedi ve olduğu sandalyeden doğrulup son sözlerini söyledi.

“Evet ben artık gideyim Emira giyeceğin kıyafeti sabah sana Mera getirecek. Onlar şafak söktükten sonra burada olurlar. Sen ondan önce yine odama bir uğra. Victoria sen ve Lord Yelit bir süre etrafta olmayın sizin varlığınız demek Emira 'nın varlığının etrafta olması demek. Her şey ortaya çıkınca sende rahat bir şekilde kulede istediğin şeyleri yapabilirsin.” dedi ve adımlarını kapıya doğru yönlendirdi. Kapıyı açıp çıkmadan önce iyi geceler dileklerini iletmeyi de unutmamıştı.

Bakalım yarın beni nasıl kaoslu bir gün bekliyordu? Victoria ve ben yorgun olduğumuz için direk odalarımıza geçtik. Kolyem ne bordo ne de kırmızı renkti. Yine kabuslarımda o kadın olmayacaktı.

⭑⃝🦋

Gündüzlerimi benden alan acım geceleri bana en büyük karanlığı bahşediyordu. Gün benim için erken başlamıştı. Kalktığım an odamın kapısı Mera tarafından çalınmıştı. Yataktan doğrulup kapıya doğru ilerlemiştim. Kapıyı açtığımda karşımda heyecanlı bir Mera vardı. Giyeceğim çalışan kıyafetleriyle bana capcanlı olan bakışlarıyla günaydın demişti. Kıyafetlerimi alıp banyoya doğru geçmiş hemen güzel bir duş aldıktan sonra üzerime verilen kıyafetleri geçirmiştim.

Mera benim giyinmemden zaman kazanıp kahvaltımı odama getirmişti. 15 dakika içinde kahvaltımı edip Mera ‘yla beraber üst kata doğru ilerlemiştik merdivenleri kullanarak . Süreyya hanımın odasına kadar bana eşitlik etmişti. Ardından ona kısa bir süreliğine hoşça kal demiştim.

Önümdeki kapıyı hafifçe tıklatmıştım. Süreyya hanım gel komutu verince kapıyı açıp odaya girdim. Süreyya hanım üzerinde zarif bir elbiseyle bana tebessüm ederken bakmıştı. Nasıl oluyor bilmiyorum ama sanki onun odasına geldiğimi ben daha kapıyı açmadan alıyordu. Enerjimden mi yoksa başka bir şeyden mi ötürü onu bilmiyordum. Kapıyı ardımdan kapayıp ona doğru ilerledim.

“Ne güzel aramızdan biri mutlu. Buna sevindim.” dedim çünkü bu oyuna daha başlamadan sıkılmıştım. Eğlenceli olmayacağından olabilirdi de. Aslında bu tarihi öncesi bir yerde eğlence kelimesinden bahsetmek bile saçma da neyse.

“Hadi ama Emira surat asmayı bırak. Senin için güzel bir başlangıç olacak bence belki de buradan kaçarak başka krallıklara giderken eğlendiğin gibi eğlenceli geçer bu güzel anlar senin için . Sıkıcı olduğunu anlamadan bu surat asmanı da anlamıyorum.” dedi tebessümle. Başımı ya ya dercesine salladım. Neyse olmazsa bende kendi eğlencemi kurardım.

“Sıkıcı olsun ya da olmasın ben bırakmak istediğim an bu oyun biter.” dedim omuz silkerek. Çünkü bir şeye istemediğim müddetçe katlanamazdım.

“Tamam seninle bir anlaşma yapalım mı bu oyun benim istediğim an sonlandırılırsa sana artık başka krallıklara giderken kızmayacağım ama Tarsis krallığı hariç oradaki tutumum hala oraya gitmemen yönünde. Ne dersin kabul ediyor musun anlaşmayı?” dedi merakla.

Bu kadar önem verdiğini bilmiyordum bu oyuna. Benden ilk ricası değildi ama ilk anlaşması olduğu için kabul edecektim. Başımı olumlu anlamda salladım. Kabul etmem onu mutlu ettiği için bu mutluluk gözlerine yansıdı. Işıl ışıl gözlerle bana bakmaya başladı.

“Artık çıkabilir miyim? Misafirler gelemden kulede son kez rahatlıkla Lord Yelit konuşmak istiyorum da.” dedim sakin bir sesle. “Neden Lord Yelit ‘le konuşacaksın bir sorun mu var?” dedi. Hayır dercesine kafamı salladım. “Artık gidebilir miyim peki?” diye sordum. Başını salladıktan sonra yönümü kapıya doğru çevirdim ve kapıya doğru yönlendirdim adımlarımı. Kapının önüne gelince kapıyı açıp odadan dışarı çıktım.

Adımlarımı 3. Katta olan Lord Yelit ‘in odasına doğru yönlendirdim . Umarım ihtiyar uyanmıştır da onunla konuşabilirdim. Dün onunla konuşmamıştım. Adımlarımı merdivenlere doğru yönlendirdim. Yavaşça basamakları çıkamaya başladım. Birkaç dakika sonra son basmağıda çıktıktan sonra koridorda Lord Yelit’ in odasına doğru ilerlemeye başladım.

O huysuz bunak bakalım ne alemlerdeydi. Özlemiş miydim onu? Görünce anlardım ama onun beni özlediğine fazlasıyla emindim! Beni görmek onun yaşlı kalbine çok iyi gelecekti! Umarım yine en son onunla konuştuğum an ki gibi sessiz kalarak beni çıldırtmaz. Çünkü o anlarda sinirden odada yıldırım çıkartıp odayı küle çevirmek istiyordum. Kapının önünde durup derin bir nefes aldım. Bu nefes odada sakin kalmam için lazım olacaktı. Kapıyı tam çalacağım an kapı korku filmlerinde açılan kapı gibi kendi kendine yavaşça açıldı. Bunu beklemediğim için bir adım geriye doğru gitti adımlarım.

Gözlerim şaşkınlıktan ötürü şokla aralandı sonuna kadar. Buda neydi? Kendi kendine mi açılıyor? Tuhaf gerçekten ama gerçekten tuhaf. Kendimi toparlayıp içeri doğru adım attım kapı ben içeri girdiğimde az önce ki gibi kendi kendine kapandı hızla. Bir şey de normal olsa garipserdim. Bakışlarımı kapıdan çekip odada gezdirdiğimde Lord Yelit çalışma odasında yoktu. Allah bilir neredeydi bu ihtiyar. Acaba uyuyor muydu? Bildiğim kadarıyla erken kalkardı her zaman . Yavaşaca önümde duran çalışma masasına ilerledim.

Masanın üzerinde olan kitaplar olsun araç gereçler olsun hepsi düzenli bir şekilde masada duruyordu. Düzeni en az benim kadar seviyor olmalıydı. Bakışlarımı bu sefer kapalı duran kapıya çevirdim. Çünkü çalışma odasında 3 kapı vardı biri koridora çıkan biri terasa çıkan biri de Lord Yelit ‘in odasına çıkan kapıydı. Uyuyor olma durumunu düşündüm ve o uyanana kadar odasında beklemem en iyisiydi. Hem zaten üzerime giydiğim kıyafetten ötürü kimse bu katta olmamı yadırgamazdı.

Bakışlarımı dört duvarı kaplayan kitaplıklara çevirdim. Kitap aşığı bir bunak mı demeliydim yoksa öğrenmeye ne kadar öğrense de yeni şeyler eklemeyi seven bir huysuz bunak mı demeliydim? Bu kararı sorduğum soru belirleyecekti.

Tabi huysuz bunak uyanırsa. Uzun bir süre bekleyecektim sanırım onun için arkamda duran sandalyeye tam oturacakken biraz ileride rafın üzerinde duran nesne dikkatimi çekti. Çünkü bu nesne benim ona hediye ettiğim eşyaydı. Ona ilginç bir kar küresi hediye etmiştim. Aslında onun için bu kar küresi özel olarak tasarlanmıştı.

Kar küresinin içinde iki yılan vardı biri beyaz biri siyah. İç içe geçmiş şekilde asılı duruyordu kar küresinin içinde ve yağan karın bir kısmı siyah bir kısmı beyazdı. Karanlığı ve aydınlığı... İyiyi ve kötülüğü temsil ediyordu. Ona bunu hediye etmek istemiştim. Bunu göz önünde bulunduracağını düşünmemiştim.
Ona doğru ilerlemeye başladım. Rafın önünde durunca parmaklarım kar küresinin üzerine yavaşça gezinmeye başladı.

Tam avuçlarıma alacakken arkamdan kapı açılma sesi duydum. Başımı arkaya çevirdim ve Lord Yelit ‘i odasından çıkarken gördüm. Hemen elimi kar küresinin üzerinden çekip bedenimi tamamen Lord Yelit’ çevirdim. Yüzüme tatlı bir tebessüm yerleştirip dudaklarımı aralayıp konuştum. “Hediyemi beğenmiş olabilir misiniz?” dedim tek kaşımı kaldırıp. Bakışlarını benden hemen uzak bir yere çevirip konuştu. “Yanılıyorsun, sadece kabalık olmasın diye hediyeni odamdaki rafa yerleştirdim. Bir anlam çıkarma.” dedi hızlı cümleler kurarak. Öylemi dercesine baktım yüzüne.

“Çıkarmadım sonuçta ne siz bana değer veriyorsunuz nede ben değil mi?” dedim. İnatçı huysuz ne olacak. Sanki anlamadım. Hediyemi çok sevmişti.

Ona birçok insan hediye alıp gönderiyordu kuleye ama hiçbir hediyeyi odasında duran rafa yerleştirmiş değildi. Benzer özelliklere sahibiz doğruyu inkar etme. Sorumun cevabını kafasını sallayarak vermişti. Başını çevirip çalışma masasına doğru ilerledi. Bende hemen karşısında duran sandalyeye doğru ilerledim ve oturdum. Dirseğimi masaya yasladım ve avcumu yanağıma yaslayıp aklımda olan soruları sormaya başladım.

“Kapınız neden korku filmlerindeki gibi kendi kendine açılıyor? Bu çok tuhaf.” diye sordum hızla.

Başını önünde duran evraklara çevirmiş önünde duran kağıtta yazılanları okuyordu ya da inceliyordu.

“Kapım tehlike arz etmeyen kişiler için böyle davranıyor. Kendi kendine açılması ondan.” dedi sakin ses tonuyla. Bende bakışlarımı yüzüne çevirdim yuvarlak gözlükleri ve uzun beyaz sakalları ve beyaz saçları onu yaşlı tonton dedelere benzetmemi sağlıyordu. Düşüncelerimden ötürü kısa bir kahkaha atmamla anında bakışları beni buldu.

Hemen yüzümde olan tebessümü kaybettim . Bir şey yok dercesine sol elimi salladım. İkna olduğu için tekrar önündeki kağıtlara odaklandı. Yerimde kıpırdanıp masaya doğru yaklaştım.

“Hep böyle midir?” dedim sessiz kalarak. Sorumun ardından Lord Yelit anında başını kaldırdı ve bana baktı.

“Ne hep böyle midir?” dedi merak içeren sesiyle. Masadan uzaklaşarak sırtımı sandalyeye yaslayıp gözlerimi Lord Yelit ‘le kesiştirdim.

“Hep kendi odanızda böyle tek başınıza mı vakit geçiriyorsunuz?” dedim merakla. Bakışlarındaki anlayamadığım bir duyguyla bana baktı.

“Böyle bir hayatı ben seçmedim ama boyun eğdim. Olması gereken buydu. Çünkü geçmiş insanı değiştirir ve bu değişim ya kötüdür ya da iyidir Emira. Bazı şeyler senin elinde olmaz ama o şeylere ayak uydururuz.” dedikten sonra bakışlarını benden çekip öylece baktı önünde duran kağıtlara şuan burada değildi. Geçmişin kara trenine binip buradan kısa süreliğine uzaklaşmıştı.

Herkesin bir acısı vardı ve bu kolay kolay belli olmuyordu.

“ Acı veriyor değil mi?” dedim sesimdeki acı dolu ses tonuyla. Bir şey demedi ve sakinliğini korudu.

Bu sessizliğe son verdim tekrar bir soru sorarken. “Siz ve Süreyya hanım birini bekliyormuşsunuz. Sanırım gelip gelmeyeceği kesin olmayan biri hatta bana ders verecek biri. O kim öğrenebilir miyim?” dedim örgülü olan saçlarımı omzunun gerisine atarken.

“Gelirse zaten tanışacaksın bazı şeyler zamanı geldiğinde öğrenilebilir ve sen zamanı gelmeden öğrenmek istiyorsun.” dedi uyarıcı bir ses tonuyla sanırım sorgulanmayı sevmedi.

Başımı tamam dercesine salladım. Olduğum yerden kalkıp aşağıya inmek için harekete geçtim. Arkamı dönüp adımlarımı kapıya doğru yönlendirdim. Kapıya ulaşmış tam kapının kolunu tutacağım an söyledikleriyle başımı arkaya çevirdim. “Elbise yakışmış küçük hanım. Dikkatli ol! Tehlike her an nerden gelebilir bilemeyiz ama merak etme ben ve Victoria yanında olmasak bile yakınındayız. Gelebilecek darbeleri önceden önleyeceğiz.” dedi .

“Buna gerek kalmayacak çünkü ben tehdidi anında sezip size gerek kalmadan önlerim.” diye soludum. Şuana kadar kimsenin beni korumasını istemedim ve izin vermedim. Bundan sonrada sırtımı yaslayacak biri olmayacaktı çünkü bu hayatta herkes tek başındaydı. Kimse kimseyi kendinden önce düşünüp onu önceliği yapmazdı.

Kapının kolunu kavrayıp kapıyı açıp dışarı çıktım ama çıkmadan önce Kısık sesle Lord Yelit ‘in kendi kendine söylediği sözü duymuştum.

“İstesen de istemesen de birine sırtını yaslayacaksın ondan gelebilecek darbeleri bildiğin halde.” demişti.

Hemen adımlarımı merdivenlerin oraya doğru yönlendirdim. Yavaşça basamakları inmeye başladım. Süreyya hanımla dün aklıma takılan bir soruyu sormuştum ve cevabı çok açıklayıcı olmuştu. Ona bu çalışan kılığına girdiğim anlarda ismimin ne olmasını sorduğumda bana buna gerek olmadığını hayatın o kadar acımasız olduğunu ve beni çağırırken ismimle değilde hizmetli diye çağıracaklarını söylemişti.

Bir ilk olurda ismimi sorsalar ismimi Efra olarak dememi istemişti. Aslında dünya değişse de insanlar değişmiyordu para, mevki, hor görme, adaletsizlik vb her an insanın olduğu yerde bulunuyordu.

Son basamağı indiğimde önümdeki koridorda büyük koşuşturmayla misafirlerin geldiğini anlamıştım. Çoğu çalışan bahçeye çıkan koridora doğru koşturup duruyordu. Tam bende oraya gidecekken arkamdan Mera ‘nın beni çağırmasıyla anında başımı arkaya çevirdim. Koşuşturarak bana doğru geliyordu. Biraz sonra karşıma gelince nefes nefese kalmış halde konuşmaya başladı.

“Neredesin seni arıyordum? Süreyya hanım seninde çift kanatlı kapının önünde bizimle beraber olmanı istedi. Misafirler geldi bahçedeler hepsi şuan. Bizde oraya gidelim.” dedi heyecanlı heyecanlı.

“Mera bu kadar heyecanlanman gerekmiyor. Malum gelenler sizlere büyük sorun oluşturacak malum yeme, içme ve barınma gibi. Daha çok üzülmen gerekiyor. Yorgun bir 3 ay seni bekliyor da. Anlamanı bekliyorum gerçeği .” diye homurdandım. Sevinmesi çok garipti. Ben olsam üzülürdüm.

“ Ben halimden memnunum. Bu benim için güzel bir 3 ay olacak. Farklılık iyidir. Hep aynı gündü benim için ama onların varlığı biraz olsa bu kulenin havasını değiştireceğini düşünüyorum.” dedi mutlulukla.
Neyse bu misafirlerin geldiğine benden başka sevinen birileri vardı. Başımı salladım.

“ Ama şunu unutma farklılık bazen iyi değildir. Neyse hadi gidelim de bakalım misafirler ne alemde. Bu arada gerçek ismimi zikretme bana Efra diyebilirsin oldu mu? Hadi harekete geç bekletmeyelim sevgili misafirleri yoksa kraliçe canıma okur.” dedim muzur sesimle. Ben ne kadar heyecansız isem o benim tam zıddımdı.

“ Bence bu 3 ay çok eğlenceli geçecek sence?”dedi merakla Mera.

“ Daha çok kimin gırtlağını sıkmamak için kendimi zorlayacağım günler olacak gibime geliyor bana.” dedim ters bir ifadeyle.
Buradan derhal kendi ülkeme gitmek istiyordum. Birkaç adımla odamın bulunduğu koridora geçtik bu koridorda hem benim odam hemde toplantı odası ve de odamın sağında çalışma odam vardı . Odamın karşısında çift kanatlı bahçeye açılan kapı bulunuyordu.

Ve bahçe kapısına çıkan kapının solunda da bir koridor vardı. Daha önce orda bulunan odanın neden boş olduğunu sormuştum Süreyya hanıma ve Lord Yelit ‘e ama soruma cevap alamadım.

Odamın kapısının önünden geçip bahçeye açılan kapıya doğru adımladım. Tam toplantı odasının önüne geldiğimde orada durdum. Durmamdan ötürü Mera hemen dönüp bana baktı. “Neden durdun ki?” dedi üzgün bir ifadeyle.

“Hadi ama Mera zaten birazdan hepsi tek tek içeri girecek neden bahçeye çıkıp tekrar içeri girelim boşa zaman kaybı. Bekle birazdan zaten burada olurlar. Malum hepsini ben görmeden Süreyya hanım onları odalarına göndermez. Bir de bana onları içeri gelirken Arın hoca tanıtacağını söyledi Süreyya hanım. Arın hoca nerede ?”diye sorarken anında arkamda duyduğum sesle arkama döndüm. Omzum şimdi toplantı odasının kapısının pervazına yaslandı.

“ Buradayım. Beni aradığını bilmiyordum. Evet şimdilik Mera sen soluma geç ama birkaç adım arkamda ol ki tepki çekmeyelim. Sende Emira sağıma geç ve Mera ‘yla aynı hizada ol. Evet iyi dinle beni Emria bir kere anlatacağım onun için dediklerimi sakın kaçırma!”dedi bana göz kırparak. Görünüşüne göre farklı biriydi. Uzaktan soğuk ve ruhsuz olarak niteleyeceğim adam samimi, sevecen bir karaktere sahipti. Bir öğretmenden çok arkadaş gibi davranmıştı bana. Başımı salladım ve olacakları izlemeye başladım.
Başlasın bakalım bu onay verip vazgeçtiğim oyun.

Arın hoca ve ben kapıya uzakta duruyordu ki bana kişileri anlatırken sorun olmasın diye. Toplantı odası iki kanatlı kapıya epey uzaktı. Ben sırtımı duvara yaslamış içeri girecek kişileri bekliyordum.

“Dikkatle beni dinle birazdan herkes içeri girecek.” dedi Arın hoca.

Bakışlarımı kapıya sabitledim ilk içeri giren Ahlas Bey ve Süreyya hanım olmuştu. Onların ardından erkekli kadınlı bir grup içeri girdiği anda Arın hoca anlatmaya başladı.

“Bu gelen grup ;Titanlar Krallığı :Altın Çağ’da dünyayı yönetmiş olan güçlü tanrı ırkıdır. Onlar yeni bu geleneğe katılım sağladılar. İlk başta kabullenemiyordular. Ve gelen 6 kişi içinde kral yok sadece oğlu Karin ve görevlendirdiği birkaç adamı var sadece.” dedi ve Süreyya hanım onları karşıladıktan sonra hemen önümden geçip gittiler bakışlarım onlarda gidip geldi.

Oğlu olan şu zırhlara sarılmış adamdı iri yapılı biriydi etrafında olanların da ondan farkı yoktu. Zamanla zaten onları tanırdım. Ardından onları iki çalışan odalarına kadar eşlik etti. Onlar merdivenlerin oraya giderken içeriye yeni kişiler geldi. Bakışlarım onlardayken Arın hoca onları tanıtmaya başlamıştı.

“ Gelen bu grup ise ; Demeter krallığı : Demeter, tarım, bereket, tahıl ve hasat tanrıçasıdır. Ekinleri ve en önemlisi buğdayı simgeler. Ve onların diyarına gitmelisin ömründe göremeyeceğin bitki türleri görebilirsin. Bizim topraklarımıza karşı bir düşmanlıkları olmayan krallıklardan biridir.” dedi. Bakışlarım grupta olan 4 kadın ve 6 erkeğe çevrildi. Kadınlar başlarındaki çiçek taçları ve pembe, mavi ve sarı renkli kıyafetler içinde ilerleyip önümden geçmeye başladı. Erkekler ise tam anlamıyla kahverenginin hükmü altındaydı. Ve bu 4 kadının etrafında ilerliyordu.

Şimdiden onları görmek bana tuhaf hissettiriyordu. Hala gördüklerime inanmış değildim. Neyse zaten onlar gidene kadar pek onlarla iletişim kurmazdım merhaba merhaba dışında. Onlar gittikten sonra yeni bir grup içeri girdi. Ve gördüklerimi ilk başta kavrayamadım. Kitaplarda veya filmlerde gördüğüm efsanevi cücelerle bakışıyordum. Ve Arın hoca bu şaşkınlığımı gördüğü an bana küçük tatlı bir tebessüm bahşetti.

“Bu gelen grup zaten görüyorsun.
Cüceler’:dağlarda ve yeryüzünde yaşayan bir varlıktır. Bu varlık; bilgelik, demircilik, madencilik ve zanaatkarlık ile çeşitli şekillerde ilgilenirler. Biraz huysuz olsalarda sorun çıkarmadığın an onlara pek kimselerle muhatap olmazlar.” dedi ciddiyetle.

Toplam grupta 14 tane cüce yer alıyordu etrafa attıkları huzursuz bakışları bir an beni bulunca onlara ruhsuz bakışlarımla karşılık verdim. Anında yönlerini önlerine çevirdiler. Onlarda çalışanların yardımıyla odalarına doğru ilerlediler.
Onlar gittikten sonra Süreyya hanım ve Ahlas bey her gelen grubu teker teker ağırlayıp çalışanların onları odasına kadar eşlik etmesini sağlıyordu. Onlar gittiği an yeni bir grup daha içeri girdi. Ve Arın hoca derin bir iç çekerek konuştu.

“İşte beklediğim krallık burda.
Elfler: kimi zaman iyi yürekli, şefkatli, hastalıkları iyileştiren, bitkilerin ve taşların gizli sırlarını öğreten varlıklarken, kimi zaman zararlı, hilekâr, kötü niyetli ve tehlikeli olabilirler. İnsanları ve hayvanları büyüleyip hastalandırabilirler. Garip bir krallık ama o krallığa gelenek için gittiğimde çok eğlenmiştim. Bize karşı bir sorunu olmayan krallıklardan bir diğeri.” dedi. Anında onları inceledim. Görünüşleri biz insanlar gibiydi sadece kulak yapıları farklıydı. Onları incelemem önümden geçerlerken sona ermişti. Ben daha başımı çevirmeden Arın hoca tekrar konuşmuştu.

“ Bu gelenlerde Elflerden ama aralarında ufak bir sorundan ötürü bir düşmanlık olan ışık Elfleri. Işık Elfleri:Elfler genellikle insanlara benzerler fakat insanlardan biraz daha narindirler. Bu narinliğe rağmen hızlı ve güçlüdürler. Melodik bir ses tonuna sahiptirler. Elfler insanlara oranla daha güzeldirler. Gökyüzünü görerek yaşamak bir şeyler yetiştirmek, ormanlarında huzurlu bir hayat sürmek elflerin istediği yaşam tarzıdır.”dedi. Diğer gelenlerden bir farkları yoktu. Türlere de mi ayrılıyorlardı. Tuhaflık etrafımda yok olamamak için var olmuştu. Ve Arın hoca sözlerine kaldığı yerden devam etti.

“ Diğer Elf türü olan Kara Elfler ise daha çok Cücelere yakındır ve bazen Cüce sayılmaktadırlar. Işık Elfleri’yse daha çok Vanirlere yakındır ve Vanir büyüsünde ustadırlar. Kara Elfler Svartalfheim’de, Işık Elfleri Alfheim’de yaşamaktadır.” dedi.

Bu kadar bilgi yeterde atardı. Kütüphane de zaten ırkların kitabı vardı çoğu ırka oradaki bilgiler sayesinde tanıyordum. Zaten bu geleneğe katılım sağlayan krallık sayısı da azmış diğer krallıklar bu geleneğe katılmak istememişler. Topu topuna en fazla 20 krallık arasında bu gelenek yapılıyormuş. Başımı bu seferde kapıdan gelen kişilere çevirdim.

Aralarında olan kişiyle anında bakışlarımı oraya sabitledim. Gözlerim Dennis ‘te sabitlendi. Oda beni görünce hatta çalışan kıyafetleri içinde görünce şaşırdı ama şaşkınlığı az sürdü sanırım anladı kimliğimi hemen belli etmeyeceğimi. Bana göz kırpıp önümden geçip gitti geldiği grup arasında. Ve Arın hoca onların ırkını anlattı.

“Cadı avcıları klanı :Cadı avı; cadı olduğuna inanılan kimselerin yakalanması, yargılanarak veya yargılanmadan cezalandırılması olayıdır. Aslında cadı avları genellikle cadıların yakılarak veya linç edilerek öldürülmesi ile sonuçlanır.. Yani nerede bir cadı varsa bil ki onlarda onların ardından geliyordur.” dedi

Kısık sesle konuştum.” Peki cadılar da bu geleneğe katılıyor mu?”dedim. Başını sallayarak hayır cevabını verdi. Bencede katılmamaları onların iyiliğine olurdu.

“ Şimdi son 6 krallık kaldı. Geri kalanlar ise sadece basit krallıklardan gelenler. Ateş krallığı, su krallığı, hava krallığı ve toprak krallığı. Ve sonuncu olan da büyücüler krallığı.” dedi Arın hoca. Ve sözlerine şöyle devam etti.” Biliyorsun ki Süreyya hanımın oğulları da avcılar krallığında ama onlar bir işi olduğu için bu akşama ancak gelebilirler. Ve Su, ateş, toprak ve hava krallığından tanrılar gelmeyecek sadece veliahtları, sadık askerleri ve onların yakınları olacak burada.”dedi ve hemen içeriye giren 4 grup dikkatimi çekti hepsi aralarında mesafe olacak şekilde sırayla içeri girdi. Onlarda ki ihtişam ve auraları fazlasıyla belli oluyordu. Dış görünümleri insanın dikkatini çok çekiyordu. Enerjileri bile farklı ve güçlüydü.

Ben onlara bakarken Arın hoca onları bana tanıtmaya başlamıştı. “İlk gelen grup su krallığından önde duran su tanrısının varisi. Diğer oğlu sanırım geleneğe katılmadı ama krallığı o yönetecek babasından sonra. Varis Enfal. Sana şunu söyleyebilirim acımasızlığıyla biliniyor.

Katı, sert bir karaktere sahip. Alt sınıftan insanlara tahammül bile edemiyor. Genelde yalnız olan bir insan. Sevmediği insanlarla asla konuşma gereği duymaz. Anlayacağın insan canlısı değil.” dedi ve sustu. Bakışlarım onu hedef almıştı. Mavi harelere sahipti. Çıkık elmacık kemikleri ve sert kemikli yüze sahipti. Saçları kumraldı ve epeyce uzun biriydi. Beyaz bol gömleği ve omuzlarında asılı olan siyah pelerini ve kumaş siyah pantolonun yanında belinde duran kılıç kınıyla filmlerden çıkmış gibiydi. Fazlasıyla yapılıydı.

Bakışları önündeydi etrafa bile bakma gereği duymuyordu ve o bakışlarda ruhsuzluk fazlasıyla belli oluyordu. Huzursuzdu bir o kadar da tahammül edemediği belliydi burada olmaya hatta bitsede gitsek havasındaydı. Yanında olan iki kız da onun gibiydi. Uzun boylu sarı saçlı, iri yapılıydılar sımsıkı bağladıkları sarı saçlarında gümüş zarif taçlar vardı. Üzerlerinde ise siyah tül elbiseler vardı. Sade ama göz alıcılardı. Onlar önümden geçip merdivenlerin oraya doğru giderken Arın hoca diğer gelen grubu tanıtmaya başladı.

“Bu gelen grupta ateş tanrısının oğlu Dehri. Eli kınında duran kişi. Çok çapkınlığıyla tanınır ama oda Enfal’den farkı yok. Fazla katı. Arkadaşları dışında kimseyle muhatap olmaz. Ön yargılı ve çokcada bencil biri. Veliaht olabilmek için ağabeyini öldürdüğü söyleniyor. Abisi bir savaş sırasında öldü ama hala nasıl öldürüldüğünü kimse tam olarak bilmiyorlar. Dehri babası ve annesi dışında kimseye uzun süre tahammül edemiyor. Kız kardeşi onun için çok değerli. Onun canını yakanın nefesini keser hiç acımadan. Yanında duran siyah saçlı kişi kardeşi Riya. Riya ile karakterleri çok benziyor. Ve birbirlerine çok bağlılar. Onların yanında olanlarda arkadaşlarından ve kuzenleri olmalı.” dedi ve sustu.

Dehri hızla önümden geçerken kısa bir süre ben ve Arın hocaya baktı . Ardından bakışları yine beni buldu önce kısa bir süre yüzümde durdu. Enerjisini o an hissettim ve beğeni ve arzu enerjileri yoğundu sonra baştan aşağı beni inceledi. Üzerimde olan kıyafetlerden ötürü hemen bana olan yoğun nefret duygusunu fazlasıyla hissettim. Ona aynı onun gibi hiçbir duygu barındırmayan bakışlarla baktım. Bakışlarını hemen benden çekti ve bakışlarını önüne çevirdi. Onlarda gittikten sonra bir diğer grubu anlattı bana Arın hoca.

“Bu gelen ise Hava krallığından Varis Kavi. Diğerlerin aksine o sanıldığından daha farklı biri kırılgan bir yapıya sahip ve hava tanrısının tek evladı. Babası için utanç kaynağı. Ama tanısan çok seveceksin. Kibar, naif ve kadınlara çok değer veren biri. Annesine olan bağlılığı inanılmaz derecede fazla. Annesi de ona çok değer veriyor ama aynısını babası için diyemem. O biraz soğuk ona karşı ama buna rağmen Kavi yine de babasını çok seviyor. Yanında olan iki erkek arkadaşı ve 1 kız onun kuzeni.” dedikten sonra bende bakışlarımı Kavi ‘ye çevirdim. Sarışın, mavi gözlü, kirli sakallı, sert çıkıntılı kemikli yüz hatlarına sahipti. Sempatik biriydi de. Onlar hızlı adımlarla önümden geçerken ben de Arın hocaya baktım bakışları beni buldu ve kısık sesle konuştu. “Kafan çorba gibi oldu demi. Neyse zamanla tanırsın zaten son iki krallık var diğerleri de sonra öğrenirsin önemli olan krallıkları öğrendin zaten.” dedi ve sözlerine şöyle başladı. Yeni gelen grup içeri girince.

“Toprak krallığı veliahdı Nehar. Diğer veliahtlar gibi oda soğuk bir mizaca sahip. Ailesine çok düşkün ve ateş veliahdından nefret eder. Nedeni ikiside aynı kızı sevmiş olması ve kız Nehar ‘la evlenmek isterken Ateş kralının oğlu onu zehirleyerek öldürmesi aralarında böyle bir düşmanlığın başlamasına sebep olmuş.”dedi. Anında bakışlarımı Nehar’ a çevirdim. Ruhu sökülmüş adam. Ruhunu sonsuza dek kaybetmişti. Onlarda önümden hızla geçip gitti.

“ İşte beklediğimiz krallık büyücüler burada onlar diğerlerine göre daha kalabalık geldi.”dediği anda başımı kapıya doğru çevirdim. İçeri giren topluluğa bakındım. Grup fazla kalabalıktı. İçlerinde 10 erkek ve 8 kadın vardı. Bakışlarımı Süreyya hanım ve Ahlas beye çevirdim . Onların gelişi her ikisini de mutlu etmişti. Ben Süreyya hanım ve Ahlas beyi incelerken Arın hoca konuşmuştu.

“Büyücüler krallığı bak ilk başta gelen şu kolunda eşi ile ilerleyen adam Rauf büyücüler krallığında büyük bir konumu var. Büyücüler akademisinin yönetiminde akademi onun sorumluluğu altında. Yanındaki eşi Loya oda bir büyücü ve ikiside çok yetenekli ve bir o kadar da tehlikeliler çünkü onlarla kapışmak yürek ister. Arkalarında olanlar ise onların en iyi öğrencileri ve eğitmenleri büyücüler akademisinde Loya ve Rauf onlardan sonra sözü geçen tek öğretmen var onunla bizzat tanışacaksın. Ve bizle gerçek dostlukları olan tek krallık. Evet benim işim bitti benden bu kadar gidip onları ağırlamam gerekiyor.” dedikten sonra onlara doğru gitti. Bende bakışlarımı oraya sabitledim Loya hanımı ve Rauf beyi Süreyya hanım ve Ahlas bey karşıladı. Hemen başımı Mera ‘ya çevirdim.

“ Eee Mera hanım gördün gelenleri ne düşünüyorsun?”diye sordum. Anında heyecana kapılıp çipil çipil gözlerini kırpıp kırpıp bana bakarak konuştu.

“ Beklediğimin ötesinde oldu gelen misafirler. Gerçekten kulede çok güzel anlar olacak. Düşünsene her krallık burada neler yaşanacak acaba çok merak ediyorum ben.” dedi anda bu tatlı haline kısık sessiz bir kahkaha attım. Emindim ki gözlerim kısılmış ve kahverengi harelerim ışıl ışıldı. Çünkü onca aydan sonra ilk kez bu kadar içten gülmüş ve kahkaha atmıştım. Bakışlarımı Mera ‘dan çekip karşımda olanlara baktım tekrar beni görmemişlerdir umarım çünkü neden nedeni olmadan güldüğümü merak edeceklerdi belki de. Bakışlarım onları bulduğu anda hepsinin bakışları bendeydi. Anında ruhsuz bakışlarımı takınıp onlara bakmaya başladım. İçten içe kendime olan sinirim katbekattı.

Hadi anladım gülüyorsun neden sesli gülüyorsun ki. Dikkatleri ilk günden üstüme çektim. İstemediğim anlarda istemediğim an nasıl olmayı beceriyordum ki bu bir şansızlık değil de ne!

Bakışlarım onlarda gezinirken Loya hanım ve eşi Rauf bey bana küçük bir tebessüm ile bakarken onların arkasında olan bir kadının bana olan nefretini anında sezdim ve kadına bakınca daha önce onu kulenin kapısında gördüğümü fark ettim. Oydu bana aynı bu bakışların bir benzeri ile bakmıştı o günde. O da beni hatırlamış olmalı ki şaşkınlığını soludum anında.

Diğerlerinde ise sadece beğeni sezdim ama birinde daha çok anlamlandıramadığım bir hissi soldum. Bu hissi soluduğum kişi arkada olduğundan ötürü onun ne yüzünü ne de bedenini görebilmiştim. Kadın mıydı erkek miydi anlamamıştım? Kendimi toparlayıp bakışlarımı görmediğim kişinin olduğu taraftan çekip Süreyya hanıma çevirip konuşmasını dinledim.

“Yorgun olmalısınız, sizler odalarınızda dinlenin akşam yemeğinde tekrar bir araya geleceğiz zaten.” dedi Süreyya hanım yüzündeki tatlı tebessümle.
Sözlerinden sonra biraz ileride olan çalışanlar onlara doğru ilerleyip odalarına götürmek için yardımcı oldular. Omzumu arkamda duran kapının pervazına yasladım. Rauf bey ve Loya hanım önümden geçip ilerlemeye başladılar merdivenlerin olduğu koridora. Arkasında olan kişilere de diğer kızlar yardımcı oldular odalarına gitmeleri için. Bende tam arkalarından mutfağa doğru gideceğim an Süreyya hanım konuştu.

“Sizin geleceğinizi düşünmedim. Sizler için ayırdığımız katın odaları tamamı dolu. Bu katta bulunan bir oda da mı kalmak istersiniz? Yoksa sizin için bir başka katta oda ayarlayalım mı? Gürültüyü sevmediğinizi biliyorum diğer katlarda belki rahatsız olursunuz. Bu kattaki oda da sizin olacağınız koridorda başka bir oda yok. Ne dersiniz?” diye sormuştu. Bu kadar değerli miydi bu adam? Şuan tam karşımda duruyordu ama arkası bana dönüktü. Ben sadece Süreyya hanımı ve Ahlas beyi görüyordum birde şu daha önce gördüğüm kadın. Arın hoca çoktan buradan ayrılmıştı. Rauf beye eşlik etmişti. Adam konuşmadan kafasını salladı ve kabul ettiğini belirtti.

Süreyya hanım bakışlarını bizim olduğumuz tarafa doğru çevirdi.

“Mera sen Serra ‘ya odasına kadar eşlik et.” dedi . Demek ki adı Serra’ ymış. Serra, Süreyya hanım’a önünde eğilip selam verdikten sonra yanından ayrılarak Mera’ ya doğru ilerledi. Mera ‘nın ardından giderken benim karşıma gelince bana son kez baktıktan sonra bakışlarını önüne çevirip ilerlemeye devam etmişti. Gözlerinde gördüğüm nefrete anlam veremedim.

Neden bir insan tanımadığı bir insandan bu denli nefret edip, ona nefret dolu bakışlarla bakardı ki. Garip gerçekten garip artık hayatımda normal gerçek anlamda normal şeyler olmalıydı. Bu anormallik bünyeme fazlaydı. Gerçekten uzun soluklu bir tatile ihtiyacım vardı. En kısa zamanda Victoria ile tatile çıkmalıyım. Buna kesinlikle sevinecektir Victoria. Bende tam onların arkasından mutfağa geçecekken Süreyya hanım ismimi zikretti.

Altını çiziyorum sahte ismimi.

“Efra sende Renas beye odasına kadar eşlik et.” dedi sakin sesiyle. Ona kaşlarımı çatarak baktım. Nedense bu şeyde bir iş olduğunu düşünüyordum ama yapacak bir şey olmadığı için kafamı yavaşça salladım. Süreyya hanım sözlerine şunları ekledi. “Renas beyi ortak olan kütüphaneye çıkan koridorda olan odaya götür bundan sonra Renas bey orada kalacak.” dedi. O odanın bu zamana kadar boş olması ayrı sorunken şimdi neden bu adam o odada kalacaktı. Anlam veremedim ama bunu sonra Süreyya hanıma sormak için zihnime not ettim. Bedenimi çevirip ilerlemeye başladım. Adama bakmadan yürürken konuştum.

“ Beni takip edin lütfen.” dedim ve hızlı adımlarla kalacağı odanın bulduğu koridora adımlarımı yönlendirdim. Önünden geçip giderken ruhunu soludum ve bu adamın var olup olmadığını düşündüm çünkü adamın nötrsüzlüğü beni şaşırttı. Hiçbir duygu kırıntısı dahi hissedemedim. Ben yürüdükten sonra oda benim arkamdan beni takip etti. Koridora gelince sadece duyulan tek ses bizim adım seslerimizdi. Konuşmadan ilerledim ve kapının önüne gelince kapıyı açıp bir adım arkaya doğru gittim. Ona bakışlarımı değdirmeden son kez konuştum.

“İşte odanız başka bir isteğiniz yoksa sizi yalnız bırakacağım.” dedim bakışlarım onun dışında her yerde gezerken. Soruma bir cevap vermeden odasına doğru ilerledi ve ardından odaya geçip kapıyı yüzüme kapadı. Bakışlarım anında kapıya çevrildi.

“Kendini beğenmiş.” dedim kısık sesle. Ve hemen sinirli adımlarla mutfağa doğru ilerlemeye başladım.

İşin gücün yoksa birde bu şuursuzlarla ilgilen. Şimdiden sabrım tükendi.
Neyse buradan uzaklaşmak bana iyi gelecekti. Adımlarım bahçeye açılan kapıya gelince anında yönümü kapıya çevirdim ve bahçeye doğru ilerledim. Kapıdan çıkıp arka kapıya ilerledim. Birkaç dakika sonra arka kapının önüne gelmiştim.

Askerler kapıyı açıp geçmeme izin verirler. Kapıdan çıkıp kendim için yeniden inşa ettiğim kulübeye doğru ilerlemeye başladım. Dikkat çekmemek için ara sıra bu kendim için yaptığım kulübede kalmak zorundaydım. Dakikaların ardından kulübeye varınca elbisemin önünde olan önlüğün cebinde olan anahtarı çıkartıp içeri girip odama doğru ilerledim. Biraz uyumak bana iyi gelecekti. Ardından Tarsis krallığına gidecektim.

⭑⃝🦋

Acının hissiyatı artık beni ürkütüyordu. Zihnimdeki susmayan sesler beni yorgun düşürüyordu. Uyku bile artık yorgunluğuma çare olmuyordu. Uzandığım yataktan doğrulup bedenimi kapıya yasladım. Üzerime bir şey örtmeden yattığım için her yerim uyuşmuş birde buz tutmuştum. Yataktan kalkıp salona geçtim. Victoria ‘nın gelmesi gerekiyordu. Tam kapıya ilerleyecekken masamda olan küçük kağıt dikkatimi çekti. Hemen masaya ilerledim ve kağıdı parmaklarımın arasında tutarak okudum.

“Acil bir işim olduğu için Tarsis krallığına gelemeyeceğim. Yarın sabah görüşürüz.”

Diye yazmıştı. Kağıdı yırtıp yanmakta olan şömineye attım. Benim için yakmış olmalıydı Victoria. Karşımda olan pelerinimi alıp omzuma geçirdim. Pelerinin önünü bronş takarak kapattım. Şapkasını da geçirdikten sonra gözlerimi kapattım ve kolyeme fısıldadım. Ve etrafımda olan ışık huzmesi ile olduğum yerden ayrıldım. Gözlerimi açtığımda kendimi Kiran ‘ın balkonunda buldum.

Hemen balkondan odaya doğru ilerledim ve önümde duran balkon kapısından odaya geçtim. Odaya geçtiğim anda odada Kiran’ ı bulamadım. Bu saatlerde genelde odasında olurdu. Nerede olabilirdi acaba? Ders saati de değildi. Babasının yanında mıydı? Hemen odada bulunan kapıya doğru ilerledim ve kapıyı açıp odadan çıktım. Kiran ‘ın enerjisini hissetmeye başladım. Ama şuan bulunduğum yere uzaktı.

Merdivenlerin oraya ilerledim ve basamakları inerken Kiran’ ın enerjisine yavaşça yakınlaşmaya başladım. Son basamağı inip koridora geldiğimde karşımda duran kapının ardında Kiran ‘nın enerjisini katbekat soludum. Koridorda beni gören hizmeti ve askerler hiçbir şey yapmadan benim yemek salonuna gitmemi izlediler.

Önümde duran siyah çift kanatlı kapıyı kendime doğru çekip kapıyı açtım. Masanın başında olan Tarsis kralı anında başını benim olduğum tarafa çevirdi. Kiran, babasının anında benim olduğum tarafa bakmasıyla oda yönünü bana çevirdi. Beni görünce anında içten bir gülümseme ile bana baktı.

“Emira hoş geldin. Ne zaman döndün? Victoria yok mu?” dedi soluk bile almadan. Başımı iki yana salladım ve dudaklarımı aralayıp konuştum.

“Hoş buldum. Victoria ‘nın bir işi vardı ondan gelemedi. Ve evet dün geldim. Asıl sen nasılsın?” diye sordum bu arada da ona doğru ilerledim. Karşısına geçince anında bana sarıldı.
Bana olan özlemini solurken tenim yarıldı. Beni bu kadar benimsemiş olduğunu düşünmüyordum. Bende onun sarılışına karşılık verdim.

“ Beni çok mu özledin bakayım?” dedim mutlulukla. Bir şey demedi ama sorumun cevabını biliyordum. Ondan ayrılıp bakışlarımı ona çevirdim.
“Eee ben de size eşlik edebilir miyim?” dedim aslında bu sorum Tarsis kralınaydı. Kiran başını babasına çevirdi ve benim oturup oturamayacağımı sordu. Bende merakla bekliyordum aslında hayır diyeceğini bende Kiran ‘da adımız gibi biliyorduk.

Ama cevabına bu kadar şaşıracağımı bilmiyordum. Değişim gerçekten başlıyordu.

Loading...
0%