@kumsallardagezen12
|
『 Bataklığa gömülü anılar.. 』 Kirlenmiş dünyanın ceset çöplüğüydük. Bedenlerimiz ölmüş ruhumuz avare avare dolaşıyordu bu zifiri dünyada. Azımsanmayacak kadar kimsesizlerin portresi olmuştuk. Başımı hızla Kiran 'a çevirdim çünkü doğru duyup duymadığımı tartmak istedim o da benim gibi bu cevabı beklemiyor olmalı ki babasına şaşkın hareleri ile bakıyordu. Başımı iki yana salladım ve Kiran' a son kez baktıktan sonra masaya Kiran 'ın karşısında olan sandalyeyi çekip oturdum. Tarsis kralı ben oturduktan sonra yemeğini yemeye devam etti. Kiran da yerine bu arada oturmuştu. Tuhaf geçecek bir yemek olacaktı kesinlikle. Ay ışığı yansıması eşliğinde edilen bir yemek ;Sessiz ve huzurlu duyguların olduğu bir yemek salonunda kimse konuşmuyordu. Evet burada soluduğum duygular buydu. İşin garip tarafı da buydu. Tarsis kralı fazlasıyla huzurlu ve sessizdi. Onlarla yemek yememi kabul ettikten sonra yemeğini yemeye devam etmişti hiç konuşmadan uzun bir süre. Çalışanlar benim için de bir servis tabağı açmıştı. Kiran da yemeğini ben yemeğe başladığım an yemeğini yemeye başlamıştı oda. Ara sıra Kiran ile bakışıyor hala olduğumuz bu durumu yadırgıyorduk. Çünkü bu anı hiçbir zaman düşünmemiştik çünkü ben ve Tarsis kralının arasında olan bu gerilim hiç bitmeyecek gibiydi. Sonunda dayanamayıp sessizliği kesip bakışlarımı Tarsis kralına çevirdim. "Bir şeyi merak ediyorum neden sizinle yemek yememe izin verdiniz? Malum benden haz etmiyorsunuz da!"dedim sorgulayıcı sesimle. Başını benden tarafa çevirmeden konuştu. Bakışları daha çok elinde tuttuğu bıçak ve çataldaydı ama konuşurken ara sıra Kiran' a bakıp tekrar önüne çeviriyordu bakışlarını. " Bu senin bu masada ilk ve son yemek yiyişin. Oğlum senin yokluğunda eski Kiran kimliğine dönmüştü. Senin ve Victoria 'nın varlığı ona iyi geliyor bunu oğlum için yaptım devamı olmayacak ama. Ve kaldığımız yerden devam edeceğiz hala senin varlığın beni huzursuz etsede oğlum için susacağım ama bu tavrımı yanlış yere çekme sadece oğlum için senin buraya gelmene izin veriyorum. Ama sınırlarımı zorlarsan sonuçlarına katlanırsın. "dedi ciddiyetle. Sonra elindeki çatal bıçağı tabağın yanına bırakıp sandalyesini geriye itip yerinden doğrulup arkasını dönüp kapıya doğru ilerledi Emin ve kararlı adımlarla ilerliyordu kapıya doğru . O çıktıktan sonra dudaklarımı aralayıp konuştum. " Babana güncelleme gelmiş ama iyi etkisi olan bir güncelleme. Ruhsuzluğu devam ediyor ama biraz anlayış eklenmiş az da olsa." dedim Kiran 'a bakarak. Tabi Kiran dediklerimden pek bir şey anlamadı. Kafası karışmış bir şekilde bana bakıyordu. Birkaç dakika sonra yemeklerimiz bitmiş çalışanlar yemek salonuna gelip masayı toplayıp yemek salonunu terk etmişti. " Eee ben gittikten sonra ne yaptın? " dedim. Harelerim ona çevrilmiş sorumu yanıtlamasını bekliyordum. Sorumun ardından içine çöken üzüntüyü solmuştum. Konuşurken bakışlarını benden çekip önünde duran tabağa çevirmişti. "Eski ben oldum. Derslerim dışında pek bir uğraşım olmadı. Biliyorsun ki buradan dışarı da çıkamıyorum. Aynı günleri devirip durdum." dedi sıkıntıyla. Bu yalnızlık onu hep huzursuz ediyordu. İstemediği bir hayata mahkum olmuştu. Ama benim gelişim az da olsa ona bir değişiklik sunmuştu. "Merak etme yakın bir zamanda bu kuleden çıkabileceksin sana bunun sözünü veriyorum." dedim mutlulukla. "Evet geç oldu ama merak etme yarın sabah olmazsa bile akşama doğru yanına geleceğim Victoria ile." dedim sakin bir sesle. Yani hanımefendi kuleye dönmeyi başarırsa neden olmasın . "Tamam sizi bekliyor olacağım." dedi sesine yansıyan mutlulukla. . Olduğumuz yerden doğrulduk ve yemek salonuna doğru ilerlemeye başladık. Kapıyı açıp dışarı çıktık. Bahçeye doğru adımladık. "Evet geldiler. Hepsi birbirinden farklı klanlar. Alışmak benim için zor olacak. Bakalım nasıl kişiliklere sahipler. Biliyorsun ki şimdilik kimliğimi gizli tutuyorum. Kraliçe ve Ahlas bey onların kolyem yüzünden benim için tehlike arz ettiklerini söylediler. Ben ilk başta kabul ettim bu kimliğimi gizlemeyi o an düşünmeden ama sonra düşündüm ve bir neden aradım gerçek bir neden. Çünkü başka bir nedenden ötürü bu şeyi istedi Süreyya hanım. Bu gizliliğin benimle bir ilgisi yok gayette kendimi koruyabiliyorum bir neden yüzünden ama bakalım yakında öğreneceğimi umuyorum. "dedim sıkıntıyla. " Peki ne yapmayı düşünüyorsun? Bu gizlilik için. "dedi meraksız bir sesle.. " Bilmiyorum ama şu var ki her ne saklanıyorsa ve benim bilmem istenmiyorsa şunu söyleyebilirim ki gerçeğin peşinde olacağım. Bulamazsam bile gerçek kendi yolunda ilerleyip bana ulaşacaktır. Ben sadece onun bana gelmesini bekliyor olurum." dedim tehlike içeren sesimle. Bazı şeylere sessiz kalmam bazı şeylerin bilincinde olamayacağım anlamına gelmiyordu. Sadece zaman kolluyor anın yaklaşmasını bekliyordum. Adımlarımı kulenin kapısına doğru yönlendirdim. Kuleye geçmeli ve Victoria ile konuşmalıydım eğer kuledeyse tabi. Kulübenin kapısını açıp dışarı çıktım ardımdan kapıyı kapatıp kuleye doğru adımladım. Kasabanın arasında ilerlerken etrafıma bakınıyordum ve hiçbir kulübenin ışığı yanmıyordu. Geç olmalıydı bundan ötürü çalışanlar bile uyumuştu. Sonunda kulenin arka kapısının önüne geldiğimde kapıya sessiz bir şekilde vurdum. Kapının diğer tarafında olan asker kim olduğumu söyleyince Efra çalışan dedim ne olur ne olmaz diye birileri gerçek kimliğimi öğrenmemeliydi. İsmimi duyduktan sonra kapıyı açıp içeri girmemi bekledi. Ben içeri girince kapıyı kapattı. Adımlarımı bahçeye açılan kapıya doğru yönlendirdim. Benim sayemde tekrar işleve giren her tarafı camdan oluşan seraya baktım ay ışığı yansımasında içerisi aydınlanıyordu. Başımı önüme çevirip ilerlemeye devam ettim sonunda kapıya gelince kapıyı açıp içeri girip kapıyı sessizce kapatıp koridorda ilerlemeye başladım. Yürürken de Victoria 'nın enerjisini hissetmeye başladım ama burada değildi enerjisini soluyamadım. O vakit Süreyya hanımla önemli bir görüşme yapalım bakalım. Adımlarımı 5.kata doğru yönlendirdim. Süreyya hanım umarım uyumuyordur. Sormam gereken soruların ertelenmesini istemiyordum. Sonunda basamakları çıkmayı bırakmış koridorda Süreyya hanımın odasına doğru adımlamaya başladım. Odanın karşısına gelince kapıyı hafifçe tıklattım. Tıklattıktan sonra biraz bekledim eğer ses vermezse geri dönecektim. Tam tekrar kapıyı tıklayacaktım ki omzumun gerisinde duyduğum sesle bedenimi hızla öne çevirdim. Gözlerimi karşımdaki bedene çevirdim. Önümde olan iki kişi dikkatimi çekti biri Dennis ve tanımadığım biriydi. Şaşkınlığımı atlattım çünkü biriyle karşılaşmayı beklemiyordum. "Bu saatte burada ne yapıyorsun hatun!" dedi karşımda duran adam. Birkaç saniye onu izledim. Esmer, uzun boylu, iri yapılı biriydi. Öfkesi sebebiyle kaşlarını çatmış bana bakıyordu hesap soran bakışlarıyla. Gözlerinde görebildiğim tek şey şüphe küfesiydi. Hemen bakışlarımı ondan çekip Dennis 'e çevirdim. Bana kaş göz işareti yapıyordu. Sanırım bir yalan uydurmamı istiyordu. "Önemli bir sorun olduğu için Süreyya hanıma bildirmek istedim." dedim. Kısmen öyleydi. Sorularım cevap bulmalıydı. Artık bazı şeyler açığa kavuşmak zorundaydı. "Sonra gel şimdi geç oldu vakit, annem de uyumuş olmalı" dedi sinirle. Elinde olsa sürükleyerek gönderecekti beni . Dur? Anne derken Süreyya hanımın oğlu muydu karşımda olan. Böyle nazik bir kadının kaba saba bir evladı olmak. İçler acısı bir durumdu. "Peki.." dedim ve derin bir nefes alıp bakışlarımı etrafa çevirdim. Hadi ama buraya boşuna mı geldim. Önümde olan bu çağ dışı insanı yüzünden sorularım cevapsız kalacaktı. Tamam sakinleş! İlk günden tepkisini çekmek doğru bir fikir değil. Hadi ama şimdi yumruklamak istiyordum karşımda duran bu adamı. Ama ben ne yaptım sesimi ve kendimi kontrol altına alıp dudaklarımı aralayıp konuştum. "Ben gideyim o zaman."dedim ve onların yanından ayrılıp merdivenlere doğru ilerlemeye başladım. Gelecek zamanı buldu. Tamam sakin ol Emira! Hem bu ne öfke ya! Bir kovmadığı kaldı beyefendinin misafir olduğu yerde ev sahibini! Neyse! Aslında bir bakıma oda ev sahibi oluyordu ama yine de haklı taraf bendim. Merdivenlerin başına geldiğimde arkamı dönüp onların olduğu tarafa baktım. Kapının önünden ayrılmıştılar. Gidip gitmemeyi düşündüm ama belki de Süreyya hanım uyuyor olmalıydı. Onu uyandırmam hiç hoş olmazdı. Tıpış tıpış gitmeliydim geldiğim yerden geriye tekrar. Ama uykum olmadığı için kulübeye gitsem canım sıkılacaktı. En iyisi kütüphaneye gitmeliydim. Yasaklı olan kütüphaneye. Biraz araştırma yapmak çok güzel olacaktı. ⭑⃝🦋 Elimden kayan acılarımın izlerini arıyorum. Heveslenmeden aramaya devam ediyor ama başarısız olduğumda anında karanlığa koşuyordum. Alışkanlığımdan vazgeçemiyorum, her an en kötüsünü ya da en iyisini düşünen bir zihne sahibim. Parçaları birleştirmekte iyiyim ama bazen bu parçaların birleşmesini istemiyorum. Gerçeklerin hayalleri yıkmasını istemediğimden. İhanetlerin güvenleri sarsmasını istemediğimden. Zihnimi hep boş tutmayı istiyorum çünkü düşünüp gerçeğe ulaşan zihnim gerçekleri anladığı an yaşadığı hayal kırıklığından kurtulamıyor. Benden çok veya az şeyler saklanıyor ve ben ne zaman buna ulaşma gayretine girsem önünde güçlü barikatlar koyuyorlar. Ama unuttukları bir şey var ben er ya da geç o gerçeğe ulaşıp benden ne saklandığını öğreneceğim. Bugün değilse yarın, yarın değilse elbet bir gün öğreneceğim. Zaman saklanan her şeyi açığa çıkartır. Ve saklanan sırlar benim hakkımda veya beni ilgilendiren sırlar eninde sonunda ortaya çıkacak. Aynı suyun yolunu bulduğu gibi o sırlar da birer birer gün yüzüne çıkacak. Kitap gerçek anlamda ona ihtiyacım varsa ortaya çıkacaktı bunu Lord Yelit söylemişti bana günler öncesinde. Güneş ışınları kütüphaneyi aydınlatana kadar ırklar kitabını incelemeye devam ettim. Artık ağrıyan gözlerim nedeniyle kitabı kapatıp olduğum yerden doğrulup kitabı aldığım yere bırakmak için harekete geçtim. Kitabı aldığım yere bırakıp kapıya doğru yönlendirdim adımlarımı. Kapıyı açmadan önce yakınımda herhangi bir enerji olup olmadığını kontrol ettim. Olmadığını hissedince kapıyı açıp ardımdan kapatıp merdivenlere doğru ilerledim. Merdivenleri inmeye başladım. 5.kattan mutfağın olduğu kata kadar hızla basamakları indim. Sonunda en alt kata indikten sonra mutfağa giden koridora saptım. Mutfağın olduğu koridora geldiğimde çoğu çalışanın koşuşturmaca içerisinde olduğunu gördüm. Yanımdan hızla geçen Mera'yı durdurdum. Merakla ona bakarak konuştum. "Hayırdır? Ne bu koşuşturmaca?" dedim tek kaşımı kaldırıp. Mera ise elinde olan tabaklarla heyecanla bana dönüp konuştu. "Biliyorsun ki misafirler geldi ve Süreyya hanım eksiksiz bir şekilde kahvaltının hazır olmasını istedi. Her şey onun için özenle hazırlanıyor ve onlar uyanmadan erkenden kahvaltı hazır olmalı." dedi soluk soluğa. "Hım.. Bu hengame onlar için diyorsun. Tamam benim yapmam gereken bir şey var mı? Yoksa bahçeye gideceğim de." dedim sakinlikle. Başımı salladım ve ondan önce yemekhaneye doğru ilerledim. Yemekhaneye gelince ardımdan kapıyı kapattım ve gözlerimi kapatıp kolyeme fısıldadım. Anında masalarda tabaklar, bıçaklar, bardaklar, çatallar, içecekler, yiyecekler ve gerekli olan her şey masaların üzerinde olmuştu. Birkaç tane de aperatif yiyecekler ve meyveler yer almıştı masada. Gerekli olan her şeyi kızlar için kolyemin sayesinde halletmiştim. Arkama dönüp kapıyı açtım. Tüm kızlar kapının ardında bana bakıyordu. Onlara tebessüm edip konuştum. "Bugünlük bendensiniz kızlar. Yoğun bir gün olacak bu koşuşturmaca içerisinde biraz da olsa size kolaylık sağlamak istedim. Ben bahçede olacağım herhangi bir sorun olursa söylersiniz." dedim ve kızlar ellerinde olanlarla mutfağa doğru gitmeye başladılar. Mera elinde olan tabakları yanında olan Ayşıl 'a verdi. Bahçeye çıktığımda hemen hızla seraya doğru ilerledim. Seranın önüne gelince kapıyı açıp içeri girdim. Sevdiğim tüm çiçeklerin tohumlarını buraya ekmiştim. Birde Tarsis krallığında beğendiğim çiçeklerin tohumlarını da ekmiştim. Ve buraya özgü olan çiçekleride. Sırayla tüm çiçeklerimi sulamaya başladım. Sulama işlemi bittikten sonra bakımlarını yapmaya başladım. Ara sıra bakışlarımı çiçeklerden çekip camdan etrafa bakıyordum. Bahçede kimsecikler yoktu. Herkes hala kahvaltısını yapıyor olmalıydı ardından da derslere başlayacaktılar öğretmenler ve öğrenciler. Bende bu arada işlerimi halledip Süreyya hanımla konuşmak istediklerimi konuşurdum. Ders zamanı başladığında. Ben düşüncelerime dalıp gitmişken seranın kapısı açıldı ve içeriye Mera girdi. Gelmesine şaşırmıştım. Bedenimi onun olduğu tarafa çevirdim. "Mera bir sorun mu var?" dedim merakla. Çünkü biraz çekinceli bir hal içerisinde bana bakıyordu. "Aslında şuan herkes kahvaltı ediyor ve Süreyya hanım seninde yemekhanede bulunmanı istedi." dedi tedirginlikle. "Sebep?"diye sordum tek kaşımı kaldırıp. Çünkü hem göz önünde olmamamı istemişti şimdide yemekhaneye gelmemi istedi. Bilmiyorum dercesine başını salladı. Derin bir nefes alıp verip başımı salladım ve ona doğru ilerledim. Gerçekten artık şu anında verilen kararlardan sıkılmış usanmıştım. Süreyya hanım bana bir şey demeden kendi isteği doğrultusunda ilerliyordu ve bu beni gerçekten öfkelendiriyordu.
Bunu da bir kenara yazmış hesabını soracaktım. Hem göz önünde olmamam gerekiyordu ama beni çağırıp onca kişinin olduğu yere çağırıyordu. Başımı önüme çevirip yemekhanenin içinde bulunan kazanların konulduğu masaya doğru ilerledim. Her adım atışımda sadece yemekhanenin içerisinde tek duyulan adım seslerimdi. Bakışlarımı önüme çevirmiştim. Bu masada yemekler dağıtılıyordu. Kızların arasında herhangi bir yere geçip bakışlarımı önüme çektim masada bulunanlara bakmadım . Ben yerime geçtiğim halde çoğu kişi hala bana bakıyordu. Sebebini merak etmiştim. Şuan burada tüm eğitimciler, gelenek için gelenler ve burada kulede olan öğrenciler ve buradaki kişilerin değişiyle soylular bulunuyordu. Dikkatlerini mi çekmiştim yoksa başka bir sebepten ötürü müydü? Bilemiyordum. Biraz ileride Süreyya hanım ve Ahlas beyle gelenek için gelen eğitmenler, yöneticiler ve varisler bulunuyordu. Varisler sağ ve sol tarafta olan sandalyelere oturmuştular. Süreyya hanım tüm ihtişamı ile tam karşımda tek kişilik sandalyede oturmuştu. Hemen solunda Ahlas bey vardı. Ahlas bey her zaman ki gibi siyahlara kuşanmıştı. Ve Ahlas beyin yanında dün gördüğüm dünkü Süreyya hanımın oğlu vardı. Bakışları önünde olan tabaktaydı. Dalgın dalgın önünde olan yemeği yiyordu . Süreyya hanımın oğlunun yanında da tanımadığım 6 kişi daha vardı. Sanırım bu 6 kişide Süreyya hanımın oğullarıydı tahminimce . Önümde tek kişilik diğer koltukta oturan Rauf beydi, büyücüler akademisinin yöneticisiydi. Arka profilden onu tanımıştım . Ve onunda solunda ise sevgili eşi Loya hanım yer alıyordu. Loya hanımı sağ profilden görüyordum. Yaşına rağmen hala güzelliği gözler önündeydi. Mavi harelerini ara sıra yanında olan eşine çeviriyor ve ona yoğun bir aşk ile bakıyor onun sohbetine küçük tebessüm ederek katılıyordu. Bakışlarımı loya hanımdan çekip masada bulunan diğerlerine çevirdim . Geri kalan masanın etrafında da elfler, cüceler, titanlar, periler ve önemli eğitmenler vardı. Dikkatimi çeken dünkü kadındı. Serra... Sıkıntılı gibiydi. Siyah harelerini tedirginlik sarmıştı. Onda garip bir şey seziyordum. Anlayamadığım bir tuhaflık vardı ve bu bana tuhaf hissettiriyordu. O ise bakışları önünde olsada hissettiği merak duygusuyla kahvaltısını ediyordu yanında olan kişi onun koluna dokunduğu an Serra anında rahatlamış ve ona bakmıştı . Yanında ki adama bakacağım an masada konuşan kişiyle bakışlarımı ona çektim hızla. "Süreyya hanım Moritanya Prenses'ini ne zaman göreceğiz?" diye sormuştu. Herkes bu soruyla anında Süreyya hanıma bakışlarını çevirmişti. Bende Süreyya hanım ne diyecek diye harelerimi ona çevirdim. Önce bakışlarını Ahlas beye çevirdi sonra hemen ona soruyu soran eğitmene bakarak konuştu. " Kısa zamanda aramızda olacak prenses." dedi. Süreyya hanımın cevabı sonrasında herkes kahvaltısını etmeye devam etti. Ne zaman bu yerden kurtulacaktım sıkıcı olmuştu şimdiden. Herkesin birbirinden gram haz etmediğine emindim bu ortamda .. Sonunda yemekler yenilmiş ve eğitmenler ve öğrenciler dersliklere geçmiştiler. Diğerleri de Süreyya hanımla beraber bahçeye çıkmıştılar. Bende kulede Victoria 'yı aramaya başlamıştım. Dünden beri ortada yoktu ve bu endişe etmemi sağlamıştı. Neden bana doğru dürüst bir açıklama dahi yapmadan ortadan yok olmuştu. Adımlarımı onun odasına çıkacak merdivenlere yönlendirdim. Şimdilik koridor bomboştu. Çalışanlar dışında kimse yoktu koridorda, herkes işlerini hallediyor geriye kalanlar da dersliklerde ilk derslerini dinliyor olmalıydı. İlk basamağı çıkmış ikinci basamağa da tam çıkacakken arkamdan biri bana seslenince anında durduğum basamak üzerinde geriye doğru döndüm. Bana seslenen ve karşımda olan kişi Serra'ydı. Kısa bir süre onu inceleme gafletine düştüm o bana doğru yavaş adımlarla ilerlerken . Kumral saçlarını açık bırakmıştı omuzlarının üzerinde. Giydiği kırmızı elbise bedenine sımsıkı oturmuştu. Elbise beline kadar dar iken belinin aşağısına indiği an kabarık bir şekildeydi modeli. Tam anlamıyla tarihi dönemlere ait elbise üzerinde vardı. Başının üzerine taktığı zarif ince tacın elmas rengi siyahtı Yüzü temiz ve berraktı. Kemikli bir yüze sahipti Serra. Her göz kırpışında elmacık kemiklerine değen kirpikleri upuzun ve inceydi. Doğal bir yüze sahipti. İncelememi bitirdikten sonra onun siyah harelerine gözlerimi çevirdim . Ne diyecek diye sessizce beklerken bana kaşlarını çatarak baktı. "Seni hadsiz! Önümde eğil hemen!" dedi öfkeyle.. Karşısında eğilmediğim için bana olan durgun hali anında öfke saçan bakışlara bıraktı kendini. Anında başımı iki yana sallayıp konuştum. "Maalesef benim saygı anlayışımla sizinki örtüşmüyor. Ne büyük kayıp!" diye masumca konuştum. Tabi bu onu çileden çıkarmıştı. Saygı tabirimiz ne yazık ki aynı olmadığı için. Bana olan içindeki öfke ve nefret büyüdükçe büyümüştü. Artık öfkesi dışa vurdu vuracaktı. Duygularını ve hislerini yoğunluğunu 1' den 10'a kadar sınıflandırmaya kalksam. 10 olurdu ya da daha fazlası . Bana olan bu nefretine anlam verememiştim. Ama sorgulamaya da kalkamadım. Genelde benimle karşılaşan insanları bana karşı ilk duygusu nefret oldurdu . "Hemen saygılarını sun bana yoksa bedelini ödersin seni küstah hizmetçi!" diye bağırmış ve koridorda olan kişilerin dikkatini çekmemizi sağlamıştı. Bana olan şuan ki öfkesi o kadar yoğundu ki ben bile böyle saf bir nefretle şuana kadar Esila dışında kimsede karşılaşmamıştım. Tabi Serra 2.kişi miydi? Yoksa Esila ile yarışır bir konumda mıydı biliyordum? Çıktığım basamağı inip karşısına geçtim. Bu hamlemi itaat olarak gördüğü için anında yüzünde alaycı bir sırıtma oldu. Sen görürsün dercesine başımı salladım. "Önünde eğileceğim tek kişi var ve sen o kişi değilsin Serra hanım." dedim tane tane. Bu sakinliğim karşısında çileden çıkmıştı. Bana saldırmamak için kendisini zor tuttuğu barizdi. Artık histeri krizine girmişti. O bakışlarını bana sabitlemişken ben de onu izliyordum. Onun bakışları bendeyken benim bakışlarım onun sol elinde gezip duruyordu. Sol elinde olan yüzüğün taş olan kısmını avcuna doğru parmakları yardımıyla çevirmeye başladı. Amacını anlamıştım. Kendince bana tokat atacağını düşünüyordu. Böylece hem tokat atacaktı ve de yüzüğün taşının kenarı yüzümde iz bırakmasını istemişti. Ama bilemediği bir şey vardı. Benim onun hamlesine karşı geleceğimi. Hızla elini kaldırıp yüzüme doğru değecek şekilde vurmaya kalkıştı ama anında refleksimle ona mani oldum. Sol elini sol elimle durdurdum. Havada yakaladığım elini tüm gücümle sıkarak sertçe aşağıya doğru ittim. Anında yüzünü buruşturdu, çığlık atmamak için, acısını belli etmemek için büyük uğraş verdi o anda. Ve ona doğru yaklaştım. Aramızda neredeyse sıfır mesafe vardı. Gözlerimi gözleriyle kesiştirdim. Nefret saçan bakışlarımı onun öfke ve dumura uğramış bakışlarına sis perdesini içine çekmişti. "Atmaya çalıştığın tokadın yüzünde patlamasını istemiyorsan bana bulaşma derim zararlı çıkan sen olursun!"dedim nefretimi kusarcasına. " Senin gibi bir hizmetçi benim gibi bir soyluya ne yapabilir ki. Haddini bil seni sefil hizmetçi. "dedi tükürürcesine. Aramıza biraz mesafe koyup ona kısa bir bakış atıp dudaklarımı aralayıp konuştum. " Görmek istersen dene ve gör derim. "dedim ona alaycı bir ifade ile bakarken. Ona karşı olan çıkışımla tekrar bir atakta bulunacakken Süreyya hanımın sesini duydum koridorda. Serra anında başını Süreyya hanımın olduğu tarafa çevirip kısa bir süre duraksadı onları beklemiyor olmalıydı ki şaşırmıştı. Sonra kendisini anında toparladı ve kendini savunmak için yalanlarını sıralamaya başladı. Tahmin ettiğim şeyi yapmıştı. Hiç yanıltmadı beni o anda . Bu tür karakterlerin ilk başvuracağı yolu tercih etmişti. " Süreyya hanım bu hizmetçi bana karşı saygısızlık yaptı. Özür dile dedim ama dilemedi. Birde utanmadan bana ithamlarda bulundu. Hemen bunun bu kötü cüretinden ötürü cezalandırılmasını istiyorum." dedi mağdur biriymiş gibi. Ben de öylece onun bu sergilediği karaktersizliğine bir anlam vermeden bakıyordum. Aslında şaşırılacak bir durum yoktu. Bu her yerde olan bir şeydi. Karaktersiz insanların her zaman başvurduğu bir yöntemdir kendini aklayıp haklı olanı haksız göstermek. Onlar için vazgeçilmez bir sahne performansıydı . Nerede olursam olayım değişmiyor insanoğlu. Sahte yüzleriyle insanları kandırmaya ve aldatmaya çalışmaları. "Süreyya hanım eğer cezalandırılmayacaksam Serra hanımın önünde saygılarımı sunmadığım için izin verirseniz yapmam gereken önemli işlerim varda onlarla ilgilenmeliyim." dedim bakışlarımı Süreyya hanımdan çekip Serra 'ya çevirirken. O kadar rahat bir tavırla konuştuğumu görünce Serra anında bakışlarını onlardan çekip bana çevirdi. Kısa bir bakış attıktan sonra tekrar Süreyya hanıma baktı. Bakışlarım Serra' daydı. Duyacakları karşısında nasıl bir tepki verecek merak ediyordum. Çünkü Süreyya hanımın ne diyeceğini az çok biliyordum. Salisesi salisesine Serra' nın duyduklarından sonra olan yüz değişimini izledim hiçbir detayını kaçırmadan. Ve bunu izlemesi bana büyük zevk verdi. " Efra sen işlerinin başına dön." dedi Süreyya hanım. O an Serra 'nın yüzü mor kesilirken ben sadece izledim. Çünkü Süreyya hanıma karşı çıkamazdı. Sahte kimliğini açık etmemek için. Öfkesini yatıştırdıktan sonra Süreyya hanıma bakarak konuştu. "Ama bana karşı saygısızlık yaptı. Nasıl ceza almaz Süreyya hanım?" dedi sakin tutmaya çalıştığı sesiyle. Süreyya hanım Serra 'nın sözlerinden sonra ona bakarak taviz vermeyen sesiyle konuştu. "Prenses Emira için Efra çok değerli biri Serra. Ben Emira' nın kıyamet verdiği birini cezalandırsam bu hiç hoş olmaz. Sadece senin önünde diz çökmediği için onu cezalandıramam. Efra bu dünyaya ait değil ve onun geldiği yerde bu saygı anlayışı yok. "dedi . Ses tonundaki uyarı apaçık belliydi. Taviz vermeden konuşmasını bitirdi. Bakışlarını Süreyya hanımdan çekip bana öfkeyle baktı." Bunu bilmiyordum. Prenses Emira burada yokken onun burada olması çok garip. Demek onun sadık hizmetçisisin. "dedi sesindeki nefret ve bana olan nefret saçan bakışlarıyla. " Hizmetçi çok kaba bir sesleniş Serra hanım. Onun yerine yardımcısı ya da çalışanı desek daha iyi. Saygı kadar insanlara olan telaffuz da bence önemli. Buda kişiye karşı bir saygı. Bence hizmetçi diyerek o kişiye saygısızlık yapmış olursunuz. Merak etmeyin sizden özür dilemenizi beklemiyorum çünkü yetiştiğiniz koşullar size bunu aşılamış düzeltilmesi zor olur bu sizin değil büyüklerinizin hatası. "dedim ve Süreyya hanıma bakışlarımı sabitleyip sözlerime şöyle devam ettim. " Bence Rauf beye Emira hanıma ait olan serayı gösterin. Çünkü Loya hanım da en az Emira hanım kadar çiçeklere karşı merakı var. Oradaki çiçekleri koparmadan hediye etmesinde bir sakınca görmez Emira hanım." dedim ve bu sefer de bakışlarımı Rauf beye çevirdim bana şaşkın şaşkın bakıyordu böyle bir konuşma yapmamı beklemiyor olmasından dolayı. Tatlı bir tebessüm ile konuştum Rauf beye bakarak ." Eşinizin çiçekleri sevmesini parmağında olan çiçek sembolünden anladım ve de boyunda olan çiçek figürlü kolyeden. Orada olan daha önce görmediği çiçekleri ona hediye ettiğinizde çok sevineceğini umuyorum." dedim bir cevap vermesini beklemeden başımla onları selamladım ve arkamı dönüp mutfağa doğru ilerlemeye başladım. Arkamda gerginliği hat safhada olan bir ortamı terk edip gitmiştim artık bende sonra nasıl bir konuşma yapmışlardı ilgimi çekmiyordu. Serra ile işimiz vardı. Çekişmelerin, tartışmaların ve nefret dolu bakışların olacağı günler bizi bekliyordu. Benden zerre kadar hoşlanmıyordu aynı benim şimdiden ondan hoşlanmadığım gibi. Neyse ki kurallarına göre oynayan bir rakiptim onun için aynı şeyi söyleyemeyecektim. ⭑⃝🦋 Serra ile olan münakaşamızdan sonra kulede Victoria 'yı aramıştım ama ortalıklarda yoktu. Mutfaktan çıkıp koridorda ilerlemeye başladım, uygun bir ortam bulduğum an Süreyya hanımla konuşup aklımdaki soru işaretlerini ortadan kaldırmak istiyordum. Ama şimdi nerede olduğunu bulmalıydım. Karşımda olan yemekhanenin kapısından çıkan Ebrar'ı görünce ona doğru adımladım. "Evet oğulları ile onları arka bahçede görmüştüm en son." diyince teşekkür edip adımlarımı bahçeye çıkan kapıya yönlendirdim. Oğulları varken nasıl konuşacaktım bilmiyorum ama daha fazla ertelemekte istemiyordum. İki geniş kanatlı olan kapıdan çıkıp bakışlarımı bahçede gezdirdim. Ama Süreyya hanımı görmemiştim. Tam içeriye gireceğim an konuşma sesleri duyunca gitmeyi bırakıp oraya doğru ilerlemeye başladım. Süreyya hanım ve oğulları kasabaya çıkan kapıdan içeri giriyordular. Süreyya hanım beni görünce konuşmayı bırakmıştı. Bunu fark eden oğulları benim olduğum tarafa bakmıştılar. Adım atıp onlara doğru ilerledim. Süreyya hanım oğullarına bakıp konuşmuştu. "Siz içeri girin ben sonra geleceğim." demişti oğullarına. Oğulları anında benim olduğum tarafa hızla gelmeye başladılar. Bana anlamız bakışlarla bakıp dururlar sanırım benim bir hizmetçi sebebiyle anneleri onları neden göndermişti merak ediyordular. Onlar yanımdan geçip içeri girerken bende Süreyya hanıma doğru adım atmaya devam ettim. Ortalıkta kimse olamadığını anlayınca sessiz bir şekilde konuştum." Sizinle konuşamam gereken şeyler var. Uygunsanız konuşalım." dedim. Anında beni yanıtsız bırakmadı. "Şimdi olmaz yemeğe geçmeliyim. Ama ondan sonra odama gelirsin orada konuşuruz olamaz mı?" dedi sakinlikle. Başımı evet dercesine salladım. " Peki başka bir sorum daha var. Victoria 2 gündür ortalıklarda yok. Nerede olduğunu biliyor musunuz?" dedim merak içeren ses tonumla." Önemli bir işi olduğu için buralarda bir müddet olmayacak ama kısa süre sonra burada olacak merak etme. Bu sorun biraz onun özel hayatıyla alakalı. O gelince sana anlatmak isterse anlatır. "dedi ve yanımdan çekip gitti. Ben ise merak içinde Victoria 'nın ne işi olduğunu düşündüm. Umarım kısa sürede burada olurdu. Çünkü bana haber vermeden gitmezdi beni ardında böyle merak içinde bırakmaz bilgilendirme gereği duyardı. Bende yapacak bir şey olmadığı için Süreyya hanımın ardından yemekhaneye doğru ilerlemeye başladım. Yemekhane de olan küçük mutfakta bir şeyler atıştırırdım. Acıkmıştım. Yemekhanenin önüne geldiğimde Süreyya hanım da yeni içeri giriyordu onun ardından bende içeri girip kızların olduğu tarafa ilerledim. Kızların yanına varınca sessizce konuştum. Muhatabım Mera 'ydı. "Biz herkesten sonra yiyeceğiz kızlarla mutfakta. Ayşıl şimdi bizler için sofrayı hazırlıyordur." dedi. Başımı sallayıp masaya ilerleyip sandalyeyi çekip oturdum. Sonunda öğle yemeğimi yedikten sonra mutfaktan çıkıp yemekhane bölümüne geçtim. Herkes yemeğini yemiş ve sohbet ediyorlardı. Solumda olan yemeklerin dağıtıldığı masaya geçip karşımdaki manzaraya baktım. Samimiyetsiz bir ortamda samimiyetsiz bir konuşma vardı. Herkes hafif bir müziğin içerisinde bu yerde hiçbir şey yokmuş gibi hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Hepsi bu gelenek olmazsa aynı ortamda olmayı bırakın aynı oksijeni bile solumaya tahammül edemeyecek kişilerdi. Buradaki tek dostluk büyücüler akademisinin yöneticisi Rauf beyle Süreyya hanım, Ahlas bey ve Arın hocanın dostluklarıydı. Nedense bu adamla yakın bir samimiyeti vardı. Adamın yüzüne bakmak istesem de Serra' nın bedenini yan dönmesinden ötürü onun sadece bedenini görebiliyordum. Oda diğer kişiler gibi iri yarı. Kaslı bir vücuda sahipti. Kumral saçlara sahipti. Şimdiden yüzünü merak etmiştim. Ne zaman onun yüzünü görmek isteği oluşsa sanki onu görmem bir şekilde engelleniyordu. Eninde sonunda 3 ay içinde onu görecektim ama ben bunu hızlandırmak istiyordum. Bunuda masaya yaklaşarak gerçekleştirebilecektim. Adım atmaya yelteneceğim anda kapı açılıp içeri askerlerden biri geldi. Herkes kapıdan içeri giren askere baktı. Asker herkse kısa bir baş işareti ile selamını verip masaya ilerledi. Masaların arasından Süreyya hanımın olduğu tarafa ilerledi. Karşısına gelince kısık sesle önemli bir şey olduğunu söyledi. Süreyya hanım söylemesini beklerken asker kısık tuttuğu sesiyle Süreyya hanımın kulağına bir şey söyledikten sonra saygılarını sunup kapıya doğru yönlendirdi adımlarını. Herkes meraklı bakışlarını Süreyya hanıma yönlendirmişti. Bende merak içinde söyleyeceği şeyi duymayı bekliyordum.
" Az önce su tanrısının krallığından buraya bir ulak gönderildi ve su varisinin tehlikede olduğunu ona yönelik bir dış saldırı olabileceğini söyledi az önceki asker. Sende biliyorsun ki böyle bir saldırı olursa ortamda büyük bir kaos olur. Bunu engellemek için de sen güçlü bir kalkan oluştursan bunu önlersin. "dediğinde başımı salladım. Süreyya hanım sözlerine şöyle devam etti." Bizde Ahlas 'la gereken önlemleri alacağız zaten. "dedikten sonra arkasını dönüp ilerlemeye başlarken aklıma takılan soruyu sordum." Bu oluşturmam gereken kalkan gerçekten varis için mi yoksa başka bir nedenden ötürü mü? Birkaç gündür Victoria ortalıkta yok bu kafamı kurcalayan bir şey ve hala gerçek sebebini söylemediniz bana. Aklımda bin bir düşünce var ve bu düşüncelerin ulaştığı sorular ama cevapsız sorular . Ya bu haberi size Victoria gönderdiyse ve siz bana söylemiyorsanız bu ihtimal olamaz mı? Bende daha ne kadar şey saklamayı düşünüyorsunuz Süreyya hanım? Şunu bilin ki sakladığınız her ne varsa eninde sonunda öğreneceğim ama size olan güvenimi zedelemeyin bunun sonuçları herkes için kötü olur! Sonuçları karşımda olanlar için ağır olur haberiniz olsun. Bende gocunmadan çabalar ve gerçeklere ulaşmak istersem böyle bir çaba içerisine girersem sizce ne olur? Sakladığınız ya da ilerde saklayacağınız her şeyi öğrenip bunun sorgusunun yapılmasını, bedelinin ödenmesini sağlarım bilesiniz. " dedim sorgulayıcı ses ve bakışlarımla. Süreyya hanımın sözlerimden sonra gerilemesi ve gözlerini benden çekip uzak bir noktaya sabitlemesi ise bunun bir ihtimalden çok gerçeğe ya yakın ya da yakın olmaya giden bir kanıt olduğunu göstermişti. Bir gerçek vardı. Benden saklanan bilmem istenmeyen bir gerçek. "Kalkanı oluşturacağım." dedim keskin ses tonumla. Omzumu kapının pervazına yasladım ve şöyle devam ettim. "Ama bu oluşturduğum kalkanın sebebini öğreneceğim. Victoria eninde sonunda buraya gelecek o anlatacak keza anlatmazsa da ben öğrenmeye çok meraklı bir insan olduğum için öğrenmek için fazlasıyla çaba göstereceğim. Peki ben sakladığınız gerçeği öğrendiğim an siz ne yapacaksınız? Artık sizin sözlerinize itibar eder miyim sizce? Sanmam. Bence gerçekleri ben öğrenmeden açıklayın bana. Zaman kısıtlı , hızlı olun derim. "dedikten sonra Süreyya hanıma gözlerimi kısrak bakıp başımı iki yana salladım bu arada da kolumda olan saati göstermiştim. Süre başlamıştı. Süreyya hanım endişeli bir şekilde bana bakarken bende bedenimi çevirip arkamda olan kapıyı açıp içeri girdim. Bakalım ne olacaktı? Gerçekleri söyleyecek miydi yoksa saklamaya devam mı edecekti? Bir şeylerin gizli tutulmasından gerçekten artık sıkılmıştım. Daha ne kadar saklayacaklardı benden bir şeyleri. Neden? Bu çaba nedendi? Odaya girdiğimde bakışlarımı rafımda duran kitaba çevirdim. Güçlü bir kalkan oluşturmak zorundaydım. Ama nasıl bir kalkan oluşturmam gerektiğini bilmiyordum hala. Sağımda olan rafa doğru ilerledim. Rafın önüne gelince rafta olan aldığım notlar kitabını elimin arasına alıp sayfalarını karıştırmaya başladım. Aldığım notlara göz attığımda aklıma gelen an gözümün önünde aniden canlandı. Masada oturmuş önümde olan Lord Yelit'e bakıyordum. O ise bakışlarını önünde olan kitaba çevirmişti. Gözlerimi ondan çekeceğim an Lord Yelit 'in sesi yankılandı kütüphanede. "En güçlü kalkan neyle olur Emira?" diye sordu Lord Yelit bana bakamdan. Biraz düşündüm ve aklıma herhangi bir fikir gelmedi. Sessiz kalmamdan ötürü Lord Yelit başını kaldırıp bakışlarını bana çevirdi. Onun mavi harelerine bakarak konuştum. "Bilemem neyle olur? Bu konu hakkında bir şey bilmediğim için cevap veremiyorum ." dedim sakin bir sesle. " Kanla. En güçlü kalkanlar her zaman kanla olandır çünkü bu kanla olan kalkanı ancak tekrar kanını akıtırsan bozulur. Emira bunu unutma." dedi. Anında anı gözümün önünden sis perdesi gibi geçip gitti. Anında elimde tuttuğum kitabı rafa bıraktım ve bu sefer bir üst rafta olan kalkan kitabına uzanıp ellerimin arasına aldım kitabı. Şimdi kitap tam önümde duruyordu. Yanımda olan küçük masanın üstüne olan meyve tabağının yanında olan meyve bıçağını aldım. Sağ elimle tutuyordum bıçağı. Sol elimi avcumu göreceğim şekilde konumlandırdım. Bıçağı sol avcuma yavaşça bıraktım. Odada ses yoktu. Ateşin çıkardığı ses dışında başka bir ses yoktu. Kapının ardında da hiçbir ses yoktu. Derin bir nefes alıp bıçağı hiç düşünmeden sertçe avcumda derin bir iz bırakacak şekilde derime kesik attım. Anında bıçak ve elim kana bulandı. Kesik derin olduğu için sızlamaya başlamıştı bile şimdiden. "Kan yemindir. Kan sonsuza dek süren bir kanıttır. Yok olmaz yok oldurulamaz. İşte bu verdiğim büyük bir yemin. Yeminimi kabul et ve bana güvenini sun. Tüm kötü ruhlar saf kanım karşısında yok olmaya,silinmeye yüz tutsun. Koru beni lanetlerden. Kara büyülerden. Yeminim hayatımdır. Yeminim kanıtımdır. En güçlü kalkanınla beni sarmala, kuşat. Bu kalkan kanımla var oldu kanımla yok olsun. " Sanguis manditur. Sanguinis testimonium est quod manet in aeternum. Deleri non potest, destrui non potest. Magnum est quod feci promissionem. Iuramentum meum accipe et fidem da mihi. Pereant omnes mali spiritus ante purum sanguinem meum. Ab maledictis defende me. Ex magica nigra. Iuramentum meum vita mea est. Juramentum meum probatio mea est. Circumda me clypeo fortissimo tuo. Sanguis iste exstiterit clipeus, sanguine pereat. dedim ve anında etrafımda olan yoğun gücü hissettim. Tüm enerjilerden bile yoğun bir güçle kuşatıldık. Kimse bilmesede, duymasada ve hissetmesede ben kalkan kulenin ve kasabanın etrafında oluştuğu an yankılanan sessiz çığlığı fark edip duydum. İşte şimdi kalkan tüm ihtişamıyla kuleyi ve kasabayı kuşatmıştı. Olduğum yerden doğrulup ayağa kalkarken kitabı da avcumda tuttuğum bıçakla alıp rafa doğru ilerledim. Kitabı rafa koyup şömineye doğru ilerledim. Bıçağı şömineye attım ve elime bakışlarımı çevirdim anında kesik iyileşmeye başlamıştı bile . Benim yapacağım bir şey kalmamıştı bundan sonra. Karşımda duran yatağıma doğru ilerledim ve yatağımın içine girip başımı yastığa koydum. Kendimi fazlasıyla yorgun hissediyordum. Dinlenmek için güzel bir uykuya muhtaçtım. Aslında bugünlerde çok şeye ihtiyaç duymaya başlamıştım. Ama zihnim karanlığa batmadan önce aklıma gelenle uyuduğuma pişman olmuştum. Kolyem kırmızı renkteydi. Ve Esila zihnime kolayca sızabileceği bir gündeydi. Ve ben günün yorgunluğu nedeniyle bunu unutmuştum. Taki uykuya dalıncaya kadar . Etrafımda duyduğum kısık mırıltılı ismimle etrafıma bakıyordum. Ama ne kadar baksamda sesin nereden geldiğini anlayamıyordum. Ve parmaklarım o ıslaklığa dokunduğu an bir tuhaf olmuştum. Hemen parmaklarımı gözlerimin önüne getirdim. Karanlık olduğu için pek iyi seçememiştim ama ay ışığına doğru çevrildiğim an bunun kan olduğunu anladım. Yara mı aldım diye düşünürken birden bakışlarım üzerime çevrildi ve üzerimde olan beyaz elbisenin kana bulandığını fark ettim. Anında irkildim ve bir adım geriye gidince bir şeye çarpmıştım. Tam arkama dönüp bakacağım an bedenim eller tarafından durduruldu. Ve kulağımın yakınında sıcak bir nefes hissettim ardından da bir fısıltı. "Korktun mu Emira? Ama korkman için daha hiçbir şey yapmamıştım ki. Daha bunlar ne ki sırada senin canını almam var. Sıra sende. Önce o sonra sen.. Senden de kurtulacağım ondan kurtulduğum gibi . Bekle. Seni ilk ölümle baş başa bıraktım şimdi ise seni ölüm melodisi çalarken o uçuruma atacağım. Beni karşına almak neymiş göreceksin. "dedi ve anında parmaklarını omzuma batırdı ve sonra sivri tırnakları derimi deşmeye başladı. Acıyı hissetmekle kalkmıyor birde içimde anlamdıramadığım bir acıyla baş ediyordum. Ben yaşadığım bu acıyla çığlık atmaya başladığım anda tüm yer sallanmaya başladı. Büyük bir zelzele koptu ve ben o zelzeleden ötürü çöken toprağın içinde düşmeye başladım. Yaşadığım acıdan dolayı bedenim alev alev yanmaya başlamıştı. Bedenimin yanmasını görünce beni o kadar büyük bir korku sarmalamıştı ki korkumu yüksek çığlıkla belli etmiştim. Yerimden zangır zangır titreyen bedenimle doğruldum. Üstüm başım sırılsıklam olmuştu. Bakışlarımı daha aydınlanmamış odamda gezdirdim. Hala her yer karanlıktı güneş doğmamıştı. Üzerimde olan pikeyi kaldırıp yataktan kalkıp adımlarımı banyoya doğru yönlendirdim. Bir duş almak iyi gelecekti. Artık gördüğüm bu rüyalara anlam veremiyordum. Esila benden ne istiyordu anlamıyordum. Banyoya girip üzerimde olan kıyafetleri çıkartıp kazanda olan sıcak suyla sıcak bir duş almaya başladım. 10 dakika sonra duş almış üzerime giymem gereken kıyafetleri giymiştim. Cevapsız kalan sorularım cevap bulmuyordu. Bazı şeyler eksik bazı şeyler kayıptı. Ve bunu ne Süreyya hanım ne de Lord Yelit anlatıyordu. Sessiz kalmayı tercih ediyordular. Ama ben böyle hiçbir şeyi kavrayamadan duramazdım. Bir şekilde öğrenmeli ve bu saklanan şeyin veya saklanan şeylerin nedenini onlara sormalıydım. Aslında saklanan her şeyin birbiri ile bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Kolye neden Esila dan alındı? Bu kolye nasıl oluştu? Bu kolye nasıl her geçen 100 yılda güçlerini geliştiriyordu? Nasıl oluştu bu kolye? Bu kara ormanın sırrı neydi? İşte bunu çok merak ediyor sebebe ulaşmadığı için içim rahat etmiyordu. 1 saat sonra...... Güneş ışınları yavaşça yemekhaneyi aydınlatmaya başlayınca anında olduğum yerden kalktım. "Günaydın kızlar." dedim. Onlarda günaydın dediklerinde onlara yer verip içeri girmeleri için kapının önünden çekilmiştim. Onlar içeri girip kahvaltıyı hazırlamaya başlamıştılar. Ben ise kapının önünde öylece bekliyordum. Durgundum. Ve gördüğüm şeyin etkisinden hala çıkamamıştım. Sonunda kızlar her şeyi hazırlamış ve teker teker yemekhanenin içinden çıkmaya başladılar. Ben de yavaşça adım atarak bahçeye ilerledim. Bahçeye çıkınca hızlı adımlar atarak solumda olan uçurumun dibine kurduğum salıncağa ilerledim. Sonunda salıncağın karşısına geçince önüne gelip salıncağa oturup hızlı bir şekilde ileri geri sallanmaya başladım. Her öne gelişimde ayaklarım uçurumdan sarkıyordu. Her geriye gidince de ayaklarım çimenlerin üzerinden süzülüyordu. Hafif bir rüzgar olduğu için de omuzlarımda salık bıraktığım saçlarım rüzgarla savrulup yüzümün önüne geliyordu. Gözlerimi kapatıp daha da hızlanmaya başladım. Sanki artık özgür, huzurlu bir ana geçiş yapmış gibi hissediyordum. Salıncağın sallanmasından ötürü çıkan sesten başka bir ses duyulmuyordu etrafta. Her şey bir an yok olmuş sanki tek ben varmışım gibi hissediyordum. Sırtımı biraz eğip kendimi sallanmanın kollarına bıraktım. Ben huzurla sallanırken arkamda duyduğum sesle anında ne ara kapattığımı bilmediğim gözlerimi açtım ve başımı sol omzumdan arkaya çevirdim. Arkamda olan kişi Arın hocaydı. Sallamayı bırakıp öylece ona baktım. "Durgun görünüyorsun. Bir şey mi oldu? Söylemek istersen dinlerim." dedi. Öylece ona bakmaya başladım. Ne diyeceğimi ne yapacağımı bilmiyordum. Çünkü cevabını alamayacağımı biliyordum. Her zaman yaptığım gibi sahte iyi rolüne kavuşturdum ruhumu ve bedenimi. "Bir şeyim yok. Sadece biraz hava almak için dışarı çıktım." diye geçiştirmeye çalıştım Arın hocayı. Ben en çok ve en iyi yaptığım şey geçiştirmek ve kendimi iyi göstermeye çalışmaktı. "Buraya sığmıyor gibisin. Olanlar mı böyle olmanı sağladı? " diye sordu bana bakarak. Sesinde ne merak vardı ne de endişe sadece sordu. Cevap vermedim oda bir daha soru sormadı ve bana dışarıda çok kalmamı söyledi hasta olmak istemiyorsam tabi dedi ve arkasını dönüp kuleye girdi. Onun ardından kısa süre bende oturduğum salıncakta oturdum ardından hava daha da serinlemeye başlayınca doğrulup içeri girmek için harekete geçtim. İçeri geçtiğimde yarı aydınlık koridorda yavaşça ilerlemeye başladım. Adımlarımı 5.kata doğru yönlendirdim. Arık cevapsız sorularım bana ağır geliyordu. Bazı şeylerin cevabını bulmalıydı. Ve bu cevapsız soruları ya Lord Yelit ya da Süreyya hanım cevaplayacaktı bunun için uğraş verecektim. İlk Süreyya hanıma soracağım için onun odasına doğru adımladım. Basamakları çıkmayı bitirince odasına doğru ilerledim. Kapının önüne gelince kapıyı usulca çaldım. Çaldıktan sonra kısa süre bekledim ama Süreyya hanımdan bir yanıt alamadım. Yavaşça kapıyı açıp içeri girdim. Gözlerimi odada gezdirdim ama odasında Süreyya hanımı bulamadım. Bu saatte nerede olabilirdi ki? Zaman kaybetmeden adımlarımı Lord Yelit 'in odasına yönlendirdim. Onun odasının olduğu kata geldikten sonra kapısının önüne geldiğimde içeride duyduğum sesle anında adım atmayı bıraktım. Bu katta sadece Lord Yelit, Victoria ve Ahlas beyin odası bulunuyordu. Sessiz koridorda benden başka kimse yoktu. Odada olanlar enerjimi hissetmesin diye enerjimi gizlemiştim. Ama Lord Yelit 'in enerjimi hissedip hissetmediğini bilemiyordum. Ama yine de ne konuştuklarını dinleyecektim. Anında bedenimden ruhumu çıkarttım ve bedenim yavaşça aşağıya inerken bende ruh formuyla içeriye geçtim kapının içinden odaya. İçeri girdiğimde Lord Yelit çalışma masasında oturmuştu. Karşısında da Süreyya hanım ve Ahlas bey vardı. Hemen adımlarımı onları görebilecek yere doğru döndürdüm. Masanın sağ tarafına geçip onları dinlemeye devam ettim. Bu yaptığım doğru değildi ama bende her zaman bir şeyleri saklamalarından ötürü bunu yapmak mecburiyetinde kalmıştım. Hiç hareket etmeden onları dinledim merakla. "Kalkanı Emira oluşturdu. Artık tehlike etrafımızda değil." dedi Süreyya hanım rahatlamış bir ifadeyle. Onun konuşmasından sonra Ahlas Bey konuşmuştu. "Şimdilik tehlike bizden uzak. Ama ya başka bir yol bulunduğu anda tekrar kuleye sızmaya çalışsalar o zaman nasıl bir yol izlemeliyiz. Bence o gün gelmeden güçlü bir savunma oluşturmak gerekiyor çünkü kulede bizden başka misafirler de var. Onları tehlikeye atmamız ne kadar doğru?"demişti Lord Yelit ve Süreyya hanıma bakarak. " Hayır... Şimdilik bu kalkan bizi koruyacak. Misafirleri şüphelendirmeye gerek yok. Ama bununla yetinmeyip başka bir yolda bulacağız ama kimse tehlikeden haberdar olmadan." dedi ve Süreyya hanım bakışlarını soluna çevirip solumda duran rafa çevirdi ve sözlerine şöyle devam etti." Emira... Bu olayın gerçek sebebini bilmemesi gerekiyor. Onu tehlikeye atamayız."dedi endişeyle. Neyden korktuğunu anlayamamıştım? Tam Ahlas bey konuşacaktı ki Süreyya hanımın tekrar konuşmasıyla Ahlas bey konuşmamıştı." Bu kar küresi onun hediyesi mi? "diye sormuştu bakışlarını hediyemden çekip Lord Yelit 'e çevirerek. Lord Yelit odaya geldiğimden beri ilk defa konuşmuştu. Tekrar ortamda sessizlik hakim olunca bu sefer konuşmadılar. Süreyya hanım ve Ahlas bey yerlerinden doğrulup kapıya doğru ilerlediler. Onlar odadan çıktıktan sonra bende öylece Lord Yelit'e baktım. Onlar gittikten sonra önünde sayfası açık olan kitaba bakışlarını çevirdi. Tam onu odada yalnız bırakacağım esnada benim olduğum tarafa bakıp konuşmuştu. "Çalışacağım ne zaman gitmeyi düşünüyorsun?" diyince anında şaşırmış ve arkama bakmıştım. Odada benden başka biri daha mı vardı? Gözlerimi etrafta gezdirdiğimde kimseyi bulamamıştım. Şaşkınlığım yerini endişeye bırakacağı an Lord Yelit tekrar konuşmuştu. "Senden başka kimse yok burada." demişti benim olduğum tarafa tekrar bakıp. Bu sefer bakışlarını benimle kesiştirdi. Hadi ama en başından beri burada olduğumu biliyordu. Suratımı asıp önümde olan koltuğa geçip dudaklarımı aralayıp konuştum. "Nasıl?"diye sordum. Çünkü sonuçta beni görmesini beklemiyordum. " Nasıl fark eden olabiliyorsunuz ki? Bunun bir sebebi olmalı. Ve o diğer kişi kim? "diye sordum ama Lord Yelit oturduğu yerden doğrulup yürümeye başladı. Adımları odasına doğru gidiyordu. "Biraz dinleneceğim." demiş ve odasının kapısını açıp içeri gireceği an bedenimde zapt edemediğim öfke ve sinirle konuşmuştum. "Neden her soruma eksik bilgilerle cevap veriyorsunuz? Siz ve Süreyya hanım benden bir şeyleri saklayarak onu öğrenemeyeceğimi mi düşünüyorsunuz? Ve neden anlamdıramadığım bir gizem var! Hep bunu yapıyorsunuz beni geçiştirip konuyu kapatıp gidiyorsunuz! Bu adil değil! Bu yaptığınız hiç hoş değil! "diye söylendiğimde Lord Yelit bana bakmış ardından derin bir nefes almıştı." Sormak istediğin her şeye cevap veriyorum ama bazı şeyleri bilmen iyi değil ama haklısın saklanması hoş değil senden. Bu saklanan ne varsa öğrenmelisin ama tek başına çünkü sen öğrendikten sonra ben sana her şeyiyle eksiksiz bir şekilde anlayabilirim." demiş ve kapıyı kapatmıştı. Nasıl öğrenecektim ki? Kime sorsam hep bir sessizlik. Ama pes etmeyecektim. Aklıma gelen fikirle anında hızla gözlerimi kapattım ve bedenime geçmiştim. Şimdiden işe koyulup bilgi elde edecektim. Bunu yasaklı kütüphane de ve karanlık sırlar kitabından başlayarak öğrenecektim. Sonra da burada sorabilecek kişiye soracaktım. ⭑⃝🦋 Düşünceler insana bazen ağırlık verir ve bundan kurtulmak için ya umursamaz olmalısın ya da o düşünceleri açıklığa kavuşturmalısın. Ben de açığa kavuşturmayı tercih etmiştim. Gün tam anlamıyla başlayana kadar kütüphane de bulabileceğim bilgiler için kitapları karıştırmaya başlamıştım. Ne kadar önümdeki kitabı okumaya çalışsam da odaklanamıyordum. Sabahın erken saatlerinde yaşadığım olay hala zihnimde canlanıp duruyordu. Konuştukları konu her neyse önemli bir şeydi. Başımı iki yana salladım ve önümdeki kitaba odaklandım. Bir şey bulmalıydım . Ama şuana kadar önemli hiçbir bilgi edinememiştim. Hepsi şimdilik işime yaramayacak bilgileri ama başka konular hakkında birçok bilgi edinmiştim bu sayede. Karanlık sırlar kitabına ihtiyacım olduğu halde onu bulamamıştım. İlk gün bulduğum yere baksamda orada yoktu içi bomboştu. İhtiyacım olacağı gün ortaya çıkacağını söylemişti Lord Yelit ama nedense şimdi çok ihtiyacım varsa da onu bulamamıştım. Acaba bunun bir sebebi var mıydı? Artık bir şeyler hakkında çıkarımda bulunmaktan sıkılmıştım. Tek çarem kalmıştı ama ondan da pek emin değildim. Zaten 3 günden fazladır Victoria kulede yoktu. Nerede olduğunu da bilmiyordum. Kime sorsam da oda nereye gittiğini söylememişti. Ağrıyan şakaklarımı kemikli parmaklarımla ovmaya başladım. Doğru dürüst bir uykuda çekmemiştim. Esila bu sabah yine zihnime sızmıştı. Bunu engellemek zorundaydım ama nasıl? Kimseye bir şey demeden bunu halledemezdim. Aslında Lord Yelit 'e söylemek istiyordum ama ne diyecektim ki zihnimi işgal eden biri mi var. Muhtemelen saçma bulurdu. Burada zihin ile ilgili bir kitap olacaktı. Hemen gözlerimi kapayıp kitabın kolyem sayesinde bulunmasını istedim. Kendim arasam uzun sürebilirdi ve benim buna zamanım yoktu. Birazdan herkes kahvaltı etmek için yemekhaneye inecekti. Anında kolyeme fısıldadım ve birden önümde duran birkaç dolabın arkasında bir ses duydum anında adımlarımı duyduğum sesin geldiği tarafa yönlendirdim. Son birkaç adım daha attığımda yere düşmüş halde bir kitap buldum. Anında ellerimin arasına alıp kitabı incelemeye başladım. Sayfaları karıştırıp incelerken birden kütüphanenin kapısı açıldı anında gözlerimi kapatıp elimde olan kitabın odamda duran rafta olmasını istedim. Anında kitap elimde yok olmuştu. Hemen kendimi önümde duran dolabın arkasına sakladım. Kimin geldiğini merak etmiştim. Ben sessiz bir şekilde beklerken kütüphanede konuşama sesleri duyuldu. "Buraya herkes girmez Lord Rauf. Ama sizin ısrarınız için Renas hocanın girmesinde sakınca görmüyorum. Ama istediği kitabı buradan alıp diğer kütüphanede inceleyebilir. Burası bildiğiniz üzere Prenses Emira 'ya ait ve yabancıların girmesinden pek haz etmez. "demişti. Konuşan kişi Süreyya hanımdı. Renas da kimdi. Bildiğim kadarıyla buraya ben, Lord Yelit, Victoria, Ahlas bey ve Süreyya hanımdan başka birinin girmesi yasak. Buradaki eğitmenler bile izin alıp öyle burada olan bir kitabı alıp inceleyebiliyordu. Kuleden olmayan birine izin verilmesine şaşırmıştım. Bu adam önemli biri olmalıydı yoksa ona neden bu kitapları almasına izin verirlerdi ki. Düşün düşün Emira bir şeyler bul. Ama ne? Anında kolyeme fısıldadım ve gözlerimi açtığımda odamdaydım. Yanıma telefonumu da getirmiştim. Hemen telefonumla kitabın sayfalarını çekmeye başladım. Alel acele her sayfayı çekmeye başladım. Onlar bulana kadar ben hepsini çekebilecektim. Hızlı hareket ediyor çekebildiğim kadar çekmeye çalışıyordum. Sonunda 3 dakika sonra her sayfayı çekebilmiştim. Hemen önünde olan kitabı kapayıp anında eski yerinde olmasını diledim ve kitap saniyeler içerisinde ortadan yok olmuştu. Umarım Süreyya hanım bir şey anlamazdı. Derin bir nefes alıp yatağa kendimi fırlattım. Bugün erkenden stres, panik ve korkuyla bir güne merhaba demiştim. Birkaç dakika sonra mutfağa gitmeliydim. Ama zihnime sızan anlamsız düşüncelerle boğuluyor gibi hissediyordum. Ne zaman gerçeğe ulaşacaktım. Ya da gerçek beni bulacak mıydı? Bedenimi doğrulup yataktan kalktım. Giysi odasına geçip üzerime giyeceğim çalışan kıyafeti seçtim. Toz pembe renginde uzun yaka kısmı tüllerle kaplı olan elbiseyi alıp anında üzerime geçirmeye başladım. Elbiseyi geçirdikten sonra önlüğü de belime yerleştirip bu sefer saçlarımı biraz ileride duran taramaya başladım. Ardından da saçlarımı omzumun gerisine bırakıp dolabımın çekmecesini açıp içinden bir bandana alıp saçlarıma yerleştirdim . Hazırlığımı bitirdikten sonra adımlarımı kapıya doğru yönlendirdim. Odadan çıkmadan önce birilerinin olup olmadığını kontrol etmek için yakınımda enerjilerini aradım ama şuan koridorda hiçbir kişi yoktu ne varlıklarını hissediyordum ne de enerjilerini. Emin olduktan sonra hemen kapıyı açıp dışarı çıktım. Koridora geçince adımlarımı mutfağın olduğu tarafa yönlendirdim. Bulunduğum koridorda kimse yoktu. Sessizlik etrafa yayılmıştı. Ya hala uyanmamışlardı ya da yemekhanedeydiler. Yemekhanenin olduğu koridora geçtim ve biraz ileride olan yemekhane kapısının önünden geçmek için hızlı giderken ardımda duyduğum ismimle anında bedenimi arkaya çevirdim. Arkamdaki kişi Arın hocadan başkası değildi. Anında onu görünce yüzümde küçük samimi bir tebessüm belirdi. "Günaydın" dedim ona bakarak. Benim durduğumu görünce hemen karşıma geçip başıyla bana selam vermişti. "Günaydın. Nasılsın?"diye sordu. Sanırım bundan saatler önceki halim için endişe etmişti. " İyiyim merak etmeyin. "dedim onun merakını gidermek için. Söylediklerimden sonra artık irdelemedi ve konuyu hemen kapattı. " Yemekhaneye gelemeyecek misin? "dedi ardından." Aslında bakarsanız hiç gelesim yok. Oradaki insanların varlığı benim için bir anlam kazandırmıyor. Ve gerçekten hepsi yabancı ve bir o kadar da sahte. Kimse birbirinden haz etmiyor ama aynı ortamda oluyorlar. Süreyya hanım zaten istemese ben onlara kendimi göstermem bile. Bildiğiniz üzere bu oyundan sıkıldım. İlk başta sorun yoktu. Çünkü düşünmeden kabul ettim ama sonra neden buna gerek duyduğumuzu anlamadım. En kısa sürede bitmesini umuyorum. "dedim soluk bile vermeden cümlelerimi söylerken. Arın hoca beni sessize bir şekilde dinledikten sonra sol elini omzuma koyup konuştu. " Sana şunu diyebilirim anı yaşa boş ver sonunu başını. Seni meşgul eden bir şey olduğunu görebiliyorum ama takılma çünkü bu seni soyutluyor ortamdan. Boş ver ne olacaksa olsun." dedi ve derin bir nefes aldıktan sonra sözlerine şöyle devam etti. "Şimdi içeri gir ve şimdi olduğun kişi gibi davran ve hayattan keyif almaya bak. Ne dersin? Bunu yapmak senin için zor mu olur? "dediğinde kısa bir süre düşündüm de haklı olduğunu anladığımda başımı sallayıp konuştum. " Sanırım önerinizi deneyeceğim. Ne kaybederim ki?"dedim ve anında Arın hocanın önünden çekilip konuştum. " Buyurun lordum. "diyip ona geçmesi için yol verdim. " Sizin gibi tatlı bir kadının nazik davranışı karşısında ne yapabilirim ki. "dedi keyifli sesiyle. " Aslında benim size öncelik vermem gerekiyordu. Ama bu seferlik böyle olsun sizi kıramayacağım."dedikten sonra kapıya doğru adımladı ve kapıyı açıp içeri girdi. Ardından kapıyı açık bıraktı ve benim geçmemi sağladı. Arın hoca ilerdeki masaya doğru giderken bende Mera 'nın olduğu tarafa ilerledim. Herkes çoktan gelmiş ve yemeklerini yemeye başlamıştılar. Benim aklım ise hala Victoria' daydı. Nereye gitmişti bilmiyorum ama geldiğinde büyük bir azarı hak etmişti. Gideli 3 günden fazla olmuştu. Ve hala hanım efendi ortalıkta yoktu. Masada bol gülüşmeli bir sohbet vardı. Tek kaşımı kaldırıp önümdeki sahte manzaraya baktım. Hepsi samimiyetsizdi. Bunu hem enerjilerinden hemde düşüncelerinden anlıyordum. Başımı hafif yana eğip karşımda olan manzarayı izlemeye devam ettim. Bakışlarımı herkeste bir bir gezdirirken birden yerinden doğrulup sarhoş taklidi yapan Arın hocaya sabitledim sanrım bir anıyı anlatıyordu. Çünkü kahkaha atarak bu davranışı sergiliyordu. Birden dengesi şaşınca tam düşecekti ki. Anında olduğu yerde toparlandı. Masadakiler ve diğerleriyle birlikte yanımdaki kızlar da bu olaya kahkaha atarak karşılık vermişti. Arın hocada hiç bozulmadan oda gülmeye başlamıştı. Birden başını çevirip benim olduğum tarafa bakıp gözünü kırpmıştı. O an anladım ki bu davranış biraz da olsa bu ortama eğlence katıp benim sıkılmamı önlemekti. Anında başımı iki yana salladım ve ona bakarak içten bir tebessüm gönderdim. Arın hoca bunu beklemiyor olmalıydı ki birden tekrar bocalayıp oturduğu sandalyeye düşmüştü. Anında kendime engel olamadım ve sessiz bir kahkaha attım olduğum yerde. Benim kahkaha atmamla sahte bir kızgınlığa büründü ve kaşlarını çatıp bana baktı Arın hoca. Anında elimi ağzıma götürdüm ve fermuar kapatır gibi elimi sağdan sola götürdüm ve gülümsemem anında yok oldu. Bu hareketimi kimse fark etmedi çünkü herkes artıp başka bir sohbete yoğunlaşmıştı. Başımı Arın hocanın olduğu taraftan çekip Süreyya hanıma bakacağım an birden bakışlarım bir yabancının bakışlarıyla keşişti. Mavi harelerim lacivert rengine sahip harelerle bir bütün oldu. Sanki o an bir girdapla karşı karşıya kalmıştım . O an da bakışlarımı ondan istesem de çekmemiştim ne yazık ki . Onu tek kelimeyle özetleyebilirdim. Farklı. Enerjisi olsun, duruşu, bakışları fazlasıyla farklıydı. Oda benim onu incelediğim gibi beni inceliyordu yavaş ve sakinlikle. Beni incelerken onda yakaladığım enerji saniyesini saniyesine hep değişti. İlk anda bocalamıştı beni incelerken . Ardından kabullenememişti. Ve sonra bir hissizlik var olmuştu onda. Neredeyse kısa bir süre soluk bile alamamıştım. Duran bedenime ve zihnime komut vermeliydim. Bu anlamsız bakışmamızı kesmemenin tam zamanıydı. Kısa sürmüştü bakışmamız çünkü bu tarifsiz anlamsız duyguyu yok etmek istedim ve bakışlarımı ondan çektim zorda olsa . Gözlerimi onun yanında duran kişiye çevirdim. Serra..... O Serra' nın yanında duruyordu. Şimdi parçaları birleştirmiştim. O gün kü göremediğim adam oydu. Hatta ona odasına kadar eşlik etmiştim. Bu zamana kadar hiç onunla karşı karşıya gerçek anlamda gelmemiştik. Belki de o beni görmüş olsada ben onu şimdi görüyordum. Anında Serra ona dönüp onunla konuşmuştu. Hemen bende olan bakışlarını çekmişti bunu hissetmiştim. Bu sefer bal harelerini Serra 'ya doğru çevirmişti. Yakın oldukları belliydi. Neden bu durumdan hoşlanmamıştım. Kendine gel Emira! Anında bu ortamdan uzaklaşmalıydım ama nasıl? Bakışlarımı etrafta dolaştırırken birden biraz ileride bir adamın bir şeye baktığını gördüm. Daha dikkatli bakınca baktığı şeyin bir resim olduğunu anladım. Baktığı resme hasretle bakıyordu. Bakışlarımı ondan çekmeden Mera 'ya hitaben konuştum. "Şu adam neden elinde tuttuğu fotoğrafa bakıyor? Bir bilgin var mı acaba?" diye sordum merakla. Karşımdaki adam Elflerden biriydi. Üzgün bir halde öylece gözünü bile kırpmadan fotoğrafa bakıyordu. "Kızlardan duyduğum kadarıyla ölen eşinin fotoğrafı elinde tuttuğu ama çok zaman geçmiş ve resim haliyle eskimiş tek kalan fotoğraf ta elinde olan." dediğinde anında onun adına üzüldüm eşini yitirilmenin ona verdiği acıyı tahmin edebiliyordum. Hala burada olan kimseyi umursamadan elinde tuttuğu fotoğrafa bakıyordu. Aklıma gelenle olduğum yerde harekete geçip onun olduğu masaya doğru hızlı adımlarla ilerledim. Herkesin bakışları bana çevrilmişti. Ama bunu umursamayıp adım atmaya devam ettim. Sonunda adamın olduğu masaya ulaşmıştım. Ama o benim geldiğimi fark bile etmemişti. Ama kendimi belli etmeliydim. "Merhaba." diyip bakışlarının bana çevrilmesine izin verdim. Anında bana baktı bakışlarını fotoğraftan çekip. "Evet ne istediniz?" dedi benim gelmemi merak ederek. "Kusura bakmayın sizi rahatsız ettim. Sanırım elinizde tuttuğunuz fotoğraf eşinize ait. Ve elinizde tuttuğunuz resim fazlasıyla eskimiş halde. Eğer sizin için bir sakıncası yoksa sizin için bu resmi tekrardan çizebilirim." dedim ve şunları da ekledim sözlerime. " Resim konusunda çok iyiyim eşinizin resmini yapıp size tekrar vereceğim. Ve asla şuan elinizde tuttuğunuz resme zarar vermeyeceğim söz veriyorum. Ve elinizde tuttuğunuz resimle birlikte size yenisini birkaç gün içerisinde getireceğim. Sözüme itibar edin lütfen. Tabi karar yine sizin . "dedim ne diyeceğini merak ederek. Adam önce şaşırdı ve bakışlarını hemen elinde tuttuğu resme çevirdi . Uzun bir süre sessiz kaldı. Sonra ona doğru uzattığım avcuma elinde tuttuğu resmi bıraktı. " Sizin gibi tatlı bir hanımefendinin bu nazik davranışı için çok minnettarım. Bu resim benim için değerli. Lütfen bir zarar gelmesin." dedi ve resmi avcuma bıraktıktan sonra başını önüne çevirdi. Bana güvenmesiyle tebessüm ettim. Hemen avcumu kapayıp resimle birlikte arkama dönerken kimseye bakmadan yemekhanenin kapısına doğru ilerledim. Bugün yoğun bir gün olacaktı. Akşam yemeğine kadar bu resmi yapmalıydım. Kapıyı açıp dışarı çıktıktan sonra adımlarımı odama doğru yönlendirdim. Şimdi elimden geldiğince bu resmi akşama kadar bitirmeliydim. Çünkü bana verirken yaşadığı tereddüttü görmezden gelemezdim. Hemen ona bunu ulaştırmalıydım. Kolları sıvamanın zamanıydı. |
0% |