Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. BÖLÜM

@kumsallardagezen12

*Ölümsüzlüğe açılan gizemler...*

 

Zamanın çıtırdayan sesleri bir bir yerleşti düşüncelerime .

Derinlerde bana seslenen düşüncelerimin sessizliği gerçeği kulağıma fısıldıyordu.

Gözlerimi yavaşça açıp gerçeğe uyanan ruhumu serbest bıraktım. Hücredekiler tüm hislerin birleşimiyle burada bulunuyordu.

Endişe.... Korku... Heyecan.... Merak...

 

Hiç karanlığa alışmak istedi mi ruhunuz ? Acıya bağımlı olmaya çalıştınız mı? Umursamaz olup her şeyi boş vermeyi istediniz mi? Geçmişinizi bir kalemle silip atmak istediniz mi? Boşluğa düşmek isteyip kendinizi bir anda orada buldunuz mu? Yıkıma sürüklenerek ilerleyen biriydim. Savunmasız bir o kadar da korkak bir kişiliğe sahiptim ve bu hep böyle olacak gibi hissediyorum.

Değişmeyen kuralları değiştirmek isterdim. Sadece mutlu olabileceğim kuralları hayata uygulamaya ve umursamadan kimsenin ön yargılarına maruz kalmadan hayatımı yaşamak isterdim.

 

Her gün ölmeyi istediğim gibi. Dileklerim arasında hep sorunsuz bir ölüm vardı. Böylece rahatça gözlerimi kapayarak acı çekmeden çektirmeden elveda etmek isterdim bu hayata. Gözlerim usulca kapanırken küçük kırık bir tebessüm dudaklarımda peydah olacaktır.

 

Ölüme gözlerimi yummadan geçmişimi hızla gözden geçirip her şeyi baştan ilk kez yaşamışcasına o duyguyu barındırp hatırlayacak ve rahatça geçmişimi arkamda bırakacaktım. Üzülecektim, kırılacaktım ama acı çekmeyi bırakarak ayrılacaktım.

Bu kötülüklerle dolu dünyadan kimseye bir şey söyleyemeden öyle sessizce uzaklaşacaktım.

 

Bir saatimiz vardı. Bu saat içinde birbirimizi tanıyıp oyunda stratejik planlarımızı uygulamalıydık. Gülen surat maskesini takan adamın konuşmasından sonra bizleri buraya getiren kişiler bizi bulunduğumuz odada ki masada oturtmamız için emirde bulunmuştular. Bizde zorluk çıkarmadan masaya ilerleyip yerlerimizi almıştık.

 

Masada yerlerimize oturalı çok olmuştu ve hâlâ konuşan kimse olmamıştı. Gözlerimin hedefi her zaman ki gibi parmaklarımdı. İçimden saydığım sayılarla parmaklarım buna eşlik ediyordu. Bu hareketimle zihnimi oyalıyordum. Zihnimin bana sunduğu gerçeklerden çekiniyordum. Çünkü gerçekler çok acımasızdı.

Bizleri yapmamız denilen şeyi bile yapmamızı sağlıyordu.

 

Zihnim karmakarışık sorunlara çözüm arıyordu. Ama çözümler yeterli değildi . Eksik olan parçalar vardı ve ben o eksik parçaları bulamıyordum. Zihnime ağırlık yapan fikirleri umursamadan düşünmeye devam ediyordum. Her parmağım bir sorunun sembolüydü ama hiç bir sembole çözüm dahi bulamamıştım. Soeunlarımın sayısı gün geçtikçe daha da artıyordu. Ve bu büyük bir kaosa dönüşüyordu zihnimde.

Bazen düşünmek yetmezdi o düşünüş nereye varırdı.

 

Ya varacağı şey senin için tehlike arz ediyorsa bunu nasıl ortadan kaldırabilecektin. Bu bile zordu. Zorluklar aslında hep hayatlarımızdaydı. Onları ortadan tamamen kaldırmak ta bizim elimizdeydi, onun kölesi olmakta. Bu bizim vereceğimiz seçime bağlıydı. Düşünmek güzeldi ama her şeyin de bir sınırı vardı. O sınır geçildi mi sonuçlara katlanmak zorundaydık.

 

Duygusal esintileri sızdırır içime zihnim bana duygularımı sunar. O duygularımın gerçekliğini gösterir. Ve ben bıraktığım bedenimi, zihnimin okyanuslarına zaman geçtikçe usulca yüzeyine çıkarırım. Okyanusun bana hissettirdiği o keskin soğukluğu hissederim ve düşüncelerim uyuşur. Bedenim donup kalır.

Öylede güzel günlerim firar eder zihnime yavaş yavaş içinde düştüğüm hayali bulutlarda dururum.

 

Parmaklarım karşımda oturan kişinin konuşmasıyla ritmini durdurdu. Nefes aldım nefes verdim yavaşça. Kontrolümü sağladım bu sessiz ve gergin ortamda. Başımı kaldırıp konuşan kişiye bakmaya başladım.

 

“ Kimse konuşmama kararında sanırım ama şunu unutmayın ki az bir zamanımız kaldı. Ve kendimi tanıtmakla başlayayım. Ben Meriç Soylu . Polis memuruyum ve yaşım 29.

Başka söyleyecek bir şeyim de yok aslında. .” sözlerini söyledikten sonra sessizliğe gömüldü bizler gibi.

 

Daha önceden de kendimce adlandırdığım siyah gözlü adam kısaca tanıtmıştı kendini. Kendi izlenimlerimden de tanımaya çalıştığım gibi bir karakterdi. İsmini hafızama kazımıştım bile. Farklı biriydi. Hem karakter olarak hemde görünüş olarak. Kumral saçları ve siyah koyu hareleriyle bizleri izliyordu. Uzun yapılı biriydi. Kemikli yüzü ve kirli sakalları ile dikkatleri üzerine çekiyordu. Yakışıklı bir yüze sahipti.

 

Karmançorman olan saçlarından bir iki teli anlına serpilmişti. Uzun kirpikleri ve ruhsuz bakışları onda farklı duruyordu. Genç biriydi. Mesleği gereği birçok suçluyla bir araya gelmiştir ama o nasıl bir oyuna düştüğünü merak ediyordu. Sakin gözüküyordu hemde fazlasıyla. Ona bakan biri sanki bir suçluyu şimdi sorguluyor gibi bir duygu halindeydi. Gergin miydi? Hiç belli olmuyordu. Ya da duygularını gizlemekte çok ustaydı. Tuhaf bir durum içindeydik. Zorla kendimizi tanıtmamızı istiyordular bizden. Ne sakıncalı ve sancılı bir haldi.

 

Meriç ‘ in konuşmasından cesaret alan ikizlerde konuşmaya başladılar. Birbirlerine çok benzeselerde farklarını bulmuştum. Ve bu sayede ayrıt edebiliyorum. Biz birlerine çok bağlıydılar. Hiç kardeşim yoktu kardeş sevgisini hiç bilmiyordum ama bildiğim ve kendimden çok düşündüğüm tek kişi annemdi benim için. Sevgilerin en büyüğünü ona karşı hissediyordum. Düşüncelerimi hızla rafa kaldırıp ikizleri dinlemeye başladım. Tek biri konuşmuştu.

 

“ Biz ikiziz ve 18 yaşındayız . Benim adım Deren ve kardeşimin ismi Lale. Son sınıf öğrencisiyiz.”

 

İkizlerden olan kızıl saçlı kız kendisini cesurca tanıtmıştı ama yanında duran ikizi çok ürkek duruyordu hiç bir kelime dahi konuşmamıştı. Onları incelemeye devam ettim. Kızıl saçları ile aynı renge sahip olan uzun kirpikleri ve kaşarı, yüzlerinde olan küçük benekler. Onları çok sevimli kılıyordu. Yorgun gözüküyordular diğerleri gibi benim gibi. Burada rahat uyku uyuduğum anlar 10 parmağımı geçmezdi. Huzursuz uykularla güne başlıyordum. Diğerlerininde benden farkları yoktu zannımca. Tekrar zihnim ikizlere yoğunlaştı.

 

Benimle yaşıtlardı. Çok kırılgan bir yapıya sahiptiler benim gibi. Şuan 8 kişi arasında en küçükleri bizlerdik. Aslında bedenlerimiz ne kadar büyüsede ruhlarımız hep çocuk kalmayı başarıyordu.

 

Gözlerimi geri kalan kişilerde gezdirdim. Konuşmayan ben ,üç erkek ve bir kadın kalmıştı. Ardından geriye kalanlar konuşmayı devam ettirmeye başladı. Konuşmaya cesaret eden kişi hücrede daha önce göz göze geldiğim kadın başladı.

 

“Merhaba ben Lavin Özdemir , psikoloğum . 30 yaşındayım. Sadece söyleyeceklerim bu kadarla ibaret. Başka bir şey pek aklıma gelmiyor .” diyerek sözlerini tamamladı.

 

Aramızda bizleri iyi gözlemleyecek insan tamda karşımızda duruyordu. Sakin tavırlarıyla bizleri gözlemlemeye çabalıyordu. Mesleği nedeniyle pek çok insan karakteriyle karşılaşmış olmalıydı. Ama korku bedenini istila ettiği için fazla zorlanıyorum hepimiz gibi aynı . Çünkü sağlıklı düşünemeyecek derecede gergin bir haldeydi.

 

Ve korku onu yönetiyordu şuan. Sahi korku değil midir insanı değişime sürükleyen onu değiştirip yeni bir kişiliğe çeviren. Küçük minyon tipli biriydi. Küçük hokka burnu ve dudakları, al al olmuş yanakları ve anlından serpişen sarı kâkülleri. Gözlerine bakınca üzgün, huzursuz ve korktuğu hemen anlaşılıyordu. Onu şimdiden karakter olarak merak ediyorum.

 

Ve gözlerimi daha önce dikkatimi çeken kişide gezdirmeye başladım. Sıkılmış olduğu her halinden belli olan adam bizleri gözlemliyordu. Kısa bir zaman diliminde bakışlarımız keşişti. Gözlerimi hemen gözlerinden çekip parmaklarıma bakmaya başladım. On saniye parmaklarımla olan bakışmayı sağımdan gelen konuşma sesi kesti.

 

“Benim adımda Asır Korkmaz. 30 yaşındayım. Matematik öğretmeniyim.” Dedi. Kısa ve netti cümleleri.

 

Kısa konuşma yapan agresif adam bakışlarıyla burayı umursamadığını belli ediyordu. Ortamı sıkıcı bulsa gerek bizimle muhattap olmayı bile istemiyordu zannımca. Esmer tenli biriydi. Zümrüt yeşili gözleriyle etrafına ruhsuz bakışlarla inceliyor ve uzun uzadıya inceleme yapıyordu. Aramızda büyük olan kişilerden biriydi. Sert kemikli bir çehreye sahipti oda diğerleri gibi onu gören 30 yaşında olduğunu söyleyemezdi. Zaman sanki ona hiç uğramamıştı. Sessizliği bozan kişi karşımdaki adamdı derin bir nefes alıp söze girdi.

 

“ Ben Ediz Sargun, 34 yaşındayım. Beyin cerrahi doktoruyum. “dedi sözlerini kısa tutarak.

 

Doktorumuzda kendini tanıtmıştı. Bir saat önceki sinirli adam ortadan yok olmuş yerine ruhsuz bakışlarıyla karşımızda oturan adam doğmuş.

Çift kişilikli olma olasılığı acaba yüzde kaçtı. Onun ardından geriye kalan son konuşmayan adam kalmıştı. Doktor olduğunu söyleyince kısa bir şaşkınlık yaşamıştım. Ben müdür yardımcısı olduğunu düşünmüştüm. Ama yanılmıştım. Ediz ‘in aksine mavi gözlü ve sarışın biriydi ve gözlük kullanıyordu. Sanırım küçük bir göz rahatsızlığı vardı.

 

“Barboros Kızıltan ,yazılım mühendisiyim. 34 yaşındayım.”

 

Ve kurnaz adamımızda pistte kendine bir yer edinir. Düşüncelerim onun için hiç iyi şeyler söylemiyordu. Çok tuhaf biriydi benim için. Onunla aynı ortamda bulunmak beni rahatsız ediyordu. Barboros buradaki erkeklerden daha iri yarıydı. Kahverengi saçlara ve gözlere sahipti. Bir potreden çıkmışcasına bir yüze sahipti. Kirli sakalları ona farklı bir aura katıyordu. Uzun kirpiklerinin altından bizleri oda izliyordu.

 

En son kalan kişi bendim . Gerginlikler karşı karşıya savaşıyordum ve galibiyetide kazanan kişi o olmuştu. Derin bir nefes alıp verdim aldığım nefesi. Zihnimdeki kelimeleri bir araya getirerek kekelemeden konuşmayı başarabilmiştim .

 

“Hamra Hanzade, 18 yaşındayım. Son sınıf öğrencisiyim.”

 

Konuşmamadan sonra kısa bir sessizlik oldu masada. Aslında sevmemiştim kendimi açıklamayı ben şuana kadar zaten hiç bir şeyi sevmemiştim. Ya da sevmekten korkmuştum. Kendi içimde hep bir şeyler yapmaya çalışmış kazansam da kaybetsem de hep tek başıma bir şeylere yeltenmiştim.

Savunmasız bir bedene hapsetmiştim kendimi. Her gün ağlayıp içimde bir yangını söndürdüm. Yıldım tükendim ama hala yaşayabiliyorum.

Zihnimi işgal eden esrarlı sorular vardı. Her gecenin bir sabahı olduğu gibi. Bu tehlikeli yaşamında bir sebebi vardı.

 

Nasıl ki ruh bedene bağımlıysa kötülükte sebeplere bağlıydı. Yaşamın sırları sadece dudaklarından dökülecek olan kelimelerle son bulacaktı. Her sır aslında sır değildir. Çünkü kişi sırrını birine söylemişse bu sır olmaktan çıkar. Sır kişiye özeldir. Onda başka kimsenin bilmeyişidir. Aynı anılar gibi kişinin ne yaşayıp yaşamadığını tek bir kişi bilebilir. Bunu birinden tüm gerçekleri ile bilemez Ondan başkası bu anıyı anlatmak istesede tüm ayrıntıları anlatamaz. Önemli olan onu yaşayıp anlatabilmek veya saklayabilmektir.

Her insanın söylemek istemediği şeyler vardır. Ve onu kendisine saklayıp yaşamın sonuna kadar gizli tutabilir. Düşüncelerimden sıyrılıp gerçeğe dönüş yaptım.

 

Kimse kısa bir süre hiç konuşmadan öylece durduk. Herkes birbirini izliyordu . Ardından polis memuru konuşmaya başladı tekrar .

 

“Nasıl bir durumun içindeyiz hâlâ bilmiyoruz ama şunu söyleyeyim buradaki her hareketimiz dinlenip izleniyor. Birlik olamamızı isteyeceğim ama bunu kimse yapmayacak biliyorum. Sadece şunu söylemek istiyorum yaşamak için savaşmalıyız ama kimse kimseye zarar vermeden ya da bile isteye zarar vermeden bu durumdan kurtulmak için elinden geleni yapsın . Herkes ailesi için çabalayacaktır . Şunu unutmayın kalbinizin sesini dinleyin daima ve akıllıca davranın. Söyleyeceklerim bu kadar.”

 

Polis memurunun konuşmasından sonra herkes duyduklarının ağırlığını ve sonuçlarını düşünmeye başladı. Buradaki herkesin ilk önceliği tabiki kendisiydi. Kalbimden geçen tek şey ise bu denli herkesin insafsız olmayacağıydı belli etmeden birbirimize yardım edecektik. Buna inanıyordum. Bizler kötü insanlar değildik buna bir inancım vardı. Sessizliğimi ve düşüncelerimi bozan etrafta duyulan sesten başkası değildi.

 

Ve zamanımızın dolduğunu belli eden siren sesi duyuldu bulunduğumuz odada . Siren sesi birkaç dakikanın ardından kesildikten sonra arkamızda duran görevliler masaya doğru ilerlemeye başladı. Kalkmamız gerektiğini belirmek için yanımda duran kadın masayı üç kere tıklattı. Sandalyemi geriye yavaşça itip yerimden doğruldum. Yanıma gelen iki kadın yanımda durdular. Bana herhangi bir temasta bulunmadan yönlendirmeye başladılar.

 

Masadan hepimiz kalktıktan sonra dev ekranın önünde tekrar sırayla dizildi. Bir kaç dakika öylece bekledik. Herkes gerginlikle savaşıyordu. Sonra ardından ekrandan cızırtılar duyuldu.

Ekranda gülen surat maskesi takan adam göründü aniden . Her problemi böylemi çözecekti ekranda mı hep karşı karşıya gelecektik onunla. İrtibatı böyle mi sağlayacaktı bizlerle . Hiç karşı karşıya gelmeyecek miydik acaba? Onun kim olduğunu gerçekten merak ediyorum ama hiçbir sonuca ulaşamıyordum. Bu sefer bizi gözlemlemeden hızla konuşmaya başladı.

 

“ Evet öncelikle zamanımız kısıtlı odalarım. Şunu sizlere söylemeliyim hazırladığım parkur sizi zorlayacak derecede zor. Tabi parkurda istem dışı bile ayrılsanız ailenizin canını yakmaktan çekinmem. Ve parkuru tamamlamak zorundasınız size verilen süre içinde. Parkur üç aşamadan oluşuyor. Her parkur on dakika içinde tamamlamanızı sağlayacak düzeyde hazırlanmış olduğunu bilin . On dakika geçmeden her parkuru bitirin. Evet birinci parkurumuzda bıçaklarla döşenmiş on metrelik yolu on dakikada tamamlamanızı istiyorum. O parkuru bitirir bitirmez karşınızda göreceğiniz buzlarla doldurulmuş cam fanusun içine girip on dakika beklemelisiniz. Parkuru tamamladıktan sonra rahata ereceksin merak etmeyin , son parkuru yarın oynayacaksınız odalarım Son parkur hazır olduğunda sizleri tekrar ağırlayacağım ODALARIM.”

 

Gülen surat maskesi takan adam ekranda yaptığı konuşma bizleri fazlasıyla ürkütmüştü. Herkes derin bir sessizliğe gömülmüştü. Düşüncelerim birbirine düğüm düğüm olmuştu. Çözemeyecek olmam pes etmemi sağlayacaktı. Ama çözebilmek için elimden geleni yapacağım buna inanıyorum. Bizden istedikleri çok fazlaydı. Biz sıradan insanlardık neden burdaydık ki? Burada ölüm kelimesi fazlasıyla dikkat çekiyordu. Ölmek bu zihinlerimize ağır geliyordu. Bizden istediğide buydu belli ki beyaz gülen surat maskeli adamın. Canımızın yanması bir kenara ölebilme olasılığımızda vardı.

 

Ve burda ki önemli şart canımızın yanmasını kenara bırakıp ailemize bir şey olmasın diye canımızın yanması karşılığıyla önlemek. İkinci oyun beni çok zorlayacak ti. Buzlarla dolu fanusta dayanabilme olasılığım çok azdı. Soğuğa dayanıksız bir vücudum vardı. Ne kadar dayanabilirdim bilmiyorum canımın yanmasına. Ve umarım kimseye bir şey olmadan bu parkuru tamamlardık. Âmâ zarar görmemiz imkansızdı. Zihnin perde gördüğü bu oyunda kaybeden ve kazanan olacaktı. Ama kazanan bizler olsak bile kendimizden birçok şeyi feda edecektik. Bizden geriye bir şey kalacak mıydı? Bu sanırım biraz zordu.

 

Çünkü her oyunda duygularımızı yitirecektik . Karakterlerimiz değişecekti. Bizler biz olmaktan çıkacak yeni hayatlarımızda yeni insanlar olarak devam edecektik. Kim bilir belki bir yerlerde karşılaşırsak bile görmezden gelecektik çünkü mazimizde olanları hatırlamamak için kendimizden bile kaçacaktık bizler. Korumaların uyarmasıyla hep beraber oyun parkuru alanına doğru ilerlemeye başladık.

 

Bizim adım atmamızla oyun parkuru alanı ışıklarla aydınlatılmıştı. Oyun parkur alanında gözlerimi gezdirdiğimde şaşkına uğramıştım diğerlerininde benden farkları yoktu. Nasıl bir oyuna alet olmuştuk . Tehlikeli olduğu buradan bile belli oluyordu. Zorlanacaktık sonuna kadar. Kanayacak zarar görecektik hepimiz. Kötü zihinlerle şekillenmiş bu parkur alanı bizlerin sonu olacak gibiydi. Tek isteğim çok kanamadan yaralanmadan oyunu tamamlamaktı.

 

 

Loading...
0%