@kumsallardagezen12
|
*Ay attığım çığlıklarımın karşısında sadece şekil değiştiriyordu...*
Sisler bulvarı haykırıyordu sessizliğe , ruhlar yorgundu yatıyorlardı. Onlara ağlayan bedenler ıstırap içindeki o kor kızıllıkla bütünleşmişti. Katledilen duygular kaçışmaktaydı. Sığınacakları yaralı bedenler uğranmayan mekana ev sahipliği yapıyordu. Acı insan bedenine bürünmüşcesine sinsi sinsi insanlığın içine sızmıştı. Yavaşaca kötülüğü yayıyordu gizliden gizliye. Ruh ve bedeni birbirine düşman haline getirmişti .
Beden ve ruh zıt kutuplar gibi birbirini itiyordu. Karmakarışık duygulara misafir olmuştum bilmeden. Ne yapmalıydım bilmiyordum? Elimden ne gelirdi? Lale ‘ nin çığlığı etrafa atılmış bir ok gibi hedefini vurmuştu Herkesin bakışları onun üzerinde toplanmıştı. Yaşlarımı dindiremiyordum istemsizce alıveriyordu. Acı ve çaresizlik içinde kalakalmıştım yardım isteyebileceğim kimse yoktu. Donmuş bir şekilde Lale ‘ nin ayak topuğuna batan bıçağın açtığı yaradan akan kanda gözlerim sabitlenmişti. Lale hıçkırarak ayağın tutmuş olduğu yerde çömelmişti. Çektiği acıdan dolayı kısık kısık inliyor ve alnındaki ter damlaları usulca akıyordu şakağından. Onun yerinde asla olmak istemezdim.
Gözlerimi Lale ‘ den çekip Deren ‘ e kaydı hızlıca .Korku dolu ifade ile ikizine bakıyordu. Yerinde öylece durmuş Lale’ nin kanayan ayağında gözlerini sabitlemişti. Dikkatimi yumruk olan eline kaydı sağ elini sımsıkı sıkmış öylece duruyordu. Çaresizdi bi o kadar da öfkeli . Kardeşini bu acıdan kurtaracak hiçbir şeyi yoktu. Yanına gidip destek olamazdı da bedelini ağır öderdi.
Ne yapmam gerektiğini de bilmiyordum. Ama elim kolum bağlıda olsa bir şeyler yapmalıydım. Düşünmeye çalıştım ama o kadar stres ve korku dolu bir an içindeydim ki bunu yapmak her zamankinden daha zordu. Zihnim işgal altındaydı sanki. Hiçbir düşünemez olmuştum. Zihnimi zorlamaya devam ettim. Bir şeyler yapmalıydım. Bu kargaşa ve acıya son vermeliyim. Zihnimi düşünmeye zorladım. Ama bu şuan için çok zordu. Ve o anda ağzımdan istemsizce dökülen sözlerle herkesin bakışlarıyla karşılaştım.
“ Doğrul yerinden Lale . Bunu ailen ve ikizin için yap. Cesaretini toplayıp bu lanet olasıca parkuru tamamla. Süren azalıyor. Hızlı ol.” Sözlerimin ardından bir kaç saniye yaşlı gözleriyle gözlerime baktı. Acı vardı o bakışlarda ve umut ışığı arayan bakışlar. Sözlerim ona ne kadar tesir ederdi bunu bilmiyordum. Ama elimden bir şeyin gelmesi beni azda olsa rahatlatacaktı. Hiçbir şey yapmadan öylece bakmaktan daha iyiydi. Seyirci kalmamak her zaman önemliydi benim için.
Benim sözlerimin ardından yerinden doğrulmak için çabaladı. İlk başta bocalamıştı kalkmadan tekrar eski pozisyonuna geri dönmüştü ama kendini zorladığı yüz ifadesinden belli oluyordu. Sonunda kendini zorlayarak ikinci denemesinde zor da olsa başarmıştı. Bu hem ikizini hemde beni çok mutlu etmişti. Pes etmemesi güzeldi. Yerinden doğrulup parkuru tamlamaya başlamıştı ağrıyan ayağına rağmen .
Parkurun sonuna az kalmıştı birkaç adım daha atsa bitirebilecekti . Canı yansada son adımını atarak birkaç adım daha atarak parkurdan indi yavaşça . Gözlerim iki kız kardeş arasında gidip geliyordu. İndiği anda Deren ‘ in tuttuğu nefesi yavaşça verdiğini fark ettim. Zor da olsa parkuru tamamlamasına sevinmişti. İndiği anda Deren onun yanına sürünerek geldi.
Herkes aynı acıdan müzdaripti. Canlarımız yanıyordu ama bizler bunu durdurmayı beceremiyorduk. Karşısında durduktan sonra Lale ‘ ye sarıldı hızla . Dere ‘nin kollarında küçük bir kız çocuğu gibi hüngür hüngür ağlamaya başladı. Deren onu sakinleştirmek için bir kaç kere kulağına bir şey fısıldıyordu ama buradan duyamıyorum. İyi bir tablolardı. Aralarındaki sevgi bağı çok belliydi. Kafamı çevirip gözlerimi yerde oturanlara tek tek gezdirdim. Yaralarıyla meşguldüler. Herkes çektiği acının yoğunluğunda savaş mücadelesi veriyordu. Yanlarına doğru ilerledi ağrıyan ayağıma rağmen . Yavaşça ayağımı zorlamadan yere oturdum. Bu biraz sancılı olmuştu.
Gözlerimi kapatıp sırt üstü uzandım yere halsizdim. Acı bedenimi tüketmişti. Halsizlik zihnimi bulandırıyordu . Hiçbir şeyi artık düşünemez olmuştum. Yerden bedenime doğru geçiş yapan soğuk bel kavisimden yükseliyordu ;sinsi bir yılan edasıyla bedenime zehrini geçiriyordu. Ayak seslerini duyduğumda gözlerimi açıp kimin geldiğine baktım ellerinde ilk yardım çantalarıyla bizim tarafa doğru yürüyorlardı korumalar. Pansuman yapacaklarını düşünmemiştim hiç. Yerden doğrulup oturma pozisyonunu aldım. Hafifçe ayaklarımı kendime doğru çektim. Ayağımdaki ayakkabıları çıkartıp kadın korumaya kolaylık sağladım .
Ayaklarıma uzun uzun baktım hala kanamaya devam ediyordu. Ve düşündüm devam edecek miydi bu acı çekmelerim. Hep böyle mi olacaktı hayatım acılarla sonlanan bir hayat ve ölüme sürüklenen bir yaşamın talihsizliği. İnsan artık pes etmek ve ölüm uçurumundan kendini bırakmak istiyordu. Ama bazı tereddütlerimde vardı ama bunlar sadece bir anlık duraksamamı sağlıyordu kararımdan dönmeni değil. Yaşamak ve ölmek biz insanoğlunun kaderidir. Ve bu kader nasıl bir yaşamla nasıl bir ölümle sonuçlanacak her insanoğlu merak ediyordur.
Derin bir nefes alıp ciğerlerimin kurak topraklarına hayatı getirim. Ve sonra o nefesi vererek hayatı elinden aldım. Düşüncelerimden sıyrıldım. Zihnim beni fazlasıyla yorgun düşürmeden. Kararsızca etrafımdakilere bakındım onlarda benim yaptığımı yapmış ve ayakkabılarını çoraplarını dahi çıkartmışlar. Onlarında benden farkları yoktu derin yaralar almıştık hepimiz. Herkes yorgundu. Meriç, Ediz, Asır, Barbaros, Lavin, Lale ve Deren.... Herkes büyük bir acıdan bertaraf olmuştu ama şimdilik. Veya hiçbir zaman.
Yerimizde öylece bekliyorduk hareketsizce durup onların bize doğru gelmesini bekledik.
Yanımıza gelip korumalar elinde tuttukları küçük pansuman çantasındaki malzemeleri çıkartıp malzemelerle yaralarımıza pansuman yapmaya başladılar. Canım yana yana pansumanın bitmesini bekledim. Acılı dolu saniyelerde pansumanın bitmesini bekledim .Gözlerimi ayaklarımdan çekip bacağımın yanında duran ayakkabılara çevirdim. Çıkarttığım ayakkabımı ellerimin arasına aldım.
Tabanı felaket haldeydi. Paramparçayım. Bıçaklar ayakkabımı kullanamaz hale getirmişti. Diğerlerinede baktığımda onlarda pansumanları yapılıyordu hepsi sessizce pansumanların yapılmasını ve hemen bitmesini bekliyordu pansuman yapılırken canımız epeyce yanıyordu. . Ayaklarımızdaki yaranın ciddiyetini kavramış değildiler korumalar. Pansuman sırasında canım felaket yanmıştı. Kaba davranıyordular. Hiç ama hiç nazik değildiler ne bana nede diğerlerine.
Pansuman bittikten sonra korumalar yanımızdan ayrıldılar. Yerimden doğrulmayacak derece halsizdim. Ve ağrım kesik kesik kendini belli ediyordu. Ağrım için keşke ilaç verselerdi . Ama sanırım bile isteye vermemiştiler. Acı çekmemizden zevk alıyordu o pislik adi adam. Günün sonunda beni nasıl bir ağrı bekliyordu kim bilir. Gece yine huzursuz bir uyku çekecektim. Ve gece ağrımla baş başa kalacaktım. Yine huzursuz bir gece geçirecektim ağrımın sebebinden. Zaten buraya geldiğimden beri hiç rahat bir uyku uyuyamamıştım. Uyuyamayacaktım da sanırım. Dalgınlığım etrafta yankılanan sesle savrulup gitti.
Cızırdayan hoparlörden gelen sesle bedenimi arkaya çevirdim ayaklarıma dikkat ederek.
“Evet odalarım hepiniz başarıyla tamamladınız parkuru. Aferin sizlere . Şimdi karşınızda duran buz dolu olan fanusta 10 dakika dumanınızı istiyorum. Şunu tekrar hatırlatayım süre bitmeden çıkamazsınız.”
Söylediklerinden sonra etraf sessizliğe gömüldü. Kendini ara ara belli eden ağrım beni fazlasıyla zorluyordu. Diğer parkuru tamamlayacağımdan emin bile değildim. Daha ayağımdaki ağrıyı atlatamamışken bedenimin soğuk suyla olacak mücadelesine mi katlanacaktım? Bu artık işkenceydi ve ben daha ne kadar dayanabileceğimi düşünüyorum. Ne zaman pes edecektim ya da pes etmeme kalmadan belkide yitip giderdim.
Bu her dakikadan sonra zorlanmaya başlayan işkenceden farkı yoktu. Bunların amacı neydi ve bundan ne gibi bir kazançları olacaktı. Bu tahminimin olmaması beni daha da tedirgin ediyordu. Bilinmezlikler her zaman korku verirdi. Ve bunu tüm bedenim hissediyordu. Sadece uyuyup her şeyin bir hayalden ibaret olmasını isterdim. Şuan derin bir uykuya muhtaçtım.
Etrafımdaki hareketlenmeyle gözlerimi usulca oraya çevirdim. Herkes buz dolu olan fanusun yanına ilerliyordu aksaya aksaya . Yerimden ayağıma dikkat ederek kalkmaya başladım. Bu çok acı vermişti. İlk adımı atarken ayağıma giren sancıyla küçük bir inleme dudaklarımdan firar etti. Bu berbattı. Ama kendimi sıkarak ilerlemeye tekrar devam etti. Bende ağrıyan ayağımın sebebinden aksaya aksaya buz dolu olan fanusun yanına doğru gittim.
Adımlarım fanusun önüne gelince durdu. Karşısında yerimi aldıktan sonra fanusu yavaşça incelemeye başladım. Fanusun yüksekliği ayaklarımdan belimin bir kaç cm yüksekliği kadardı. Fanusun tamamı buzlarla doluydu. Bakışlarımı ayaklarıma çevirip hafif kanayan ayağımdaki bandaja baktım. İyileşmesini engelleyecektir bu buz dolu fanusa girersem. Gözlerimi ayaklarımdan çekip etraftakilere bakmaya başladım .
Herkes benim gibi yerlerini almıştı fanusun karşısında. Gözlerim ekranda hâlâ başlamamış olan süredeydi. Bize verilen bu süre içerisinde soğuğa dayanabilecek miydim bilmiyordum? Bedenim aşırı soğuk karşısında nasıl bir tepki verecekti? Üşüme hissini hiç bir zaman sevmemiştim ve şuan biraz sonra büyük bir üşüme dalgası beni bekliyordu. Güçlü olmayı başarırsam 10 dakikanın ardından kurtulabilirim bu işkenceden dakikalar sonra. On dakika dayanmalıydım bu fanusun içinde ama ayaklarımın ağrısı ve hissizleşen bedenimle ne kadar dayanabilirdim kestiremiyordum.
Çaresizce aldığım keskin soluklarımın sesi duvarlara çarpıp tekrar bana geliyordu. Sanki bu fanus zamanımın son yolculuğu gibiydi. Bu yolculuğu ne kadar uzatabilsem o kadar hayatta kalacakmışım gibi ... Peki ben bu yolculuğu istiyor muydum? Bilmiyordum. Sadece her şeyi sonsuza dek bitmesini istiyordum. Düşüncelerimin zifiri karanlığından çıkıp kendime tuttuğum aynayı gerçeğe çevirdim.
Tam anlamıyla kaosun ortasındaydım. Dönüşü olmayan bu bataklık yolunda istemeye istemeye yürüyordum. Her adımımda yavaşça batıyordum. Bataklığa tamamen gömüleceğimi bile bile yürümeye devam ediyordum. Belkide bu kurtuluşum olacaktı ben bilmiyordum. İnsanoğlu hiçbir şeyi bilemediği için hissizdi. İşte böyle berbat bir sorunun içindeydim. Sirenin çalmasını bekliyorduk. Ama sanki bile isteye bu direnin çalması erteleniyordu. Gözlerimi tekrar hep yaptığım gibi bizimkilere çevirdim.
Herkes gözlerini fanusa dikmiş ruhsuzca bakıyordu. Kimse bu oyuna devam etmek istemiyordu ama zorunluktan yapmak zorundaydık. Daha aldığımız acılara alışmadan yeni acıları ağırlıyorduk. Bu durumdan hemen kurtulmalıydık. Siren sesi hâlâ çalmamıştı ilki bu denli uzun sürmemişti . Neden bu bekleyiş uzun sürdü ki garip bir şeyler mi oluyordu. Bunu bulmalıydı ama nasıl? Artık bir şeyi düşünmekle sadece yetiniyordum. Gözlerimi yavaşça etrafta gezdirmeye başladım. Gözlerim farklı bir şey arıyordu.
Önemli bir şey ama ne? Dikkatimi çeken en büyük şey etrafımızda kameralar olmasıydı hemde fazlaca , gözlerimi arkamda duran bıçaklarla dizili olan parkura baktığımda daha önceden fark etmediğim bir şey gördüm. Tam beklediğimiz yerin yanında birden çok kameralar vardı. Bu her hücrede olan kişilerin yanında vardı. Tekrar bakışlarımı etrafta gezdirdiğimde fanusun yanı başında da bu kameralardan da bulunuyordu.
Her mücadelemiz kayıt altındaydı. Neden bu kameralar vardı? Peki bu kayıtları ne yapacaklardı. Nerede kullanacakları. Amaçları neydi? Neden bizlerin bu görüntüsünü kaydetme gereği duyuyorlardı? Her şeyimizi kaydediyordular. Bu çok tuhaftı ve insanın rahatsız ediyordu. Bu karmaşık bir şeydi ve bunu nasıl öğrenecektim bilemiyordum.
Kararsız bakışlarımla karşımda duran ekranda sürede herhangi bir hareket olup olmadığını gözlemliyordum . Ama değişen bir şey yoktu. Ekran da hâlâ beyaz gülen surat maskeli adam belirmemişti.
Neden hâlâ bekliyorduk biz? Amaçları neydi bunların? Gözlerimi hemen Meriç’e çevirdim. Oda benim gibi sorgulayıcı bakışlarını etrafta gezdiriyordu. Garipsediği olaylar vardı ve bunu arıyordu etrafta. Bakışlarımı biraz ilerisinde duran Deren ‘ de gezdirmeye başladım. Bakışları hiç ayırmadığı kardeşindeydi.
Canı yandığı halde önceliği ikiziydi. Deren kendisinden bile daha çok değer veriyordu kardeşine. Bağları çok kuvvetliydi birbirlerine karşı. Bu bir unut değil miydi? Hala gerçek sevgi vardı az veya çok. Hala kendisini koruyordu. Sevgi güzeldi insan sevildiğini hissetmek ve sevmesi güzeldi ama bu duyguyu katletmeden yaşamak en güzelidir. Aklıma gelen hayalleri zihnimden bir bir silip attım. Şimdi zamanı değildi. Kendimi zorda olsa toparlayarak şimdiye odaklandım. Ağrım kendini tekrar belli etmeye başlamasıyla gözlerimi ayağıma çevirdim. Ayağımdaki sargıdaki kan biraz daha da artmış neredeyse sargının çoğu kana bulanmış.
Sanırım fazla ayakta durmam kapanmış olan taze yaramı kanatmış olmalıydı. Sızım sızım sızlanmasında cabasıydı. Umarım on dakika boyunca bu ağrıya göğüs gelebilirdim. Ayağımın birini yavaşça ayağa kaldırıp diğer ayağıma ağırlığımı verecektim ki sağ ayağımdaki ağrım buna dayanamamış olacak ki fazlasıyla acımıştı. Hemen kaldırdığım ayağımı tekrar yavaşça indirdim yere.
Böyle durarak acıyı az da olsa azaltıyordum. Ayağımı yere indirmemle siren sesini duymam bir oldu. Afallayarak etrafıma bakındığımda herkes adımlayarak fanusa ilerliyordu. Kendimi toparlayarak odaklanmaya başladım. Başımı fanusa doğru çevirip yavaş adımlarla fanusun içine girmek istedim ama istemekle kaldım. İlk çabam başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
Tekrar deneyip kendimi hafif yükseltip sol ayağımı fanusun içine soktum. Diğer ayağımda soktuğumda ayaklarımdan bedenime doğru yükselen soğukluk bedenimi titretmişti. Soğukluğa rağmen bedenimi içerisine yerleştirmeyi başarmıştım. Buzlarla dolu fanusta zamanımın bitmesini bekliyordum. İlk başlarda soğukluk pek rahatsız etmiyordu ama zaman ilerledikçe bedenimin ısı kaybetmesi gitgide daha fazla titrememe sebep oluyordu. Yavaşça dişlerim birbirine çarpmaya başlamıştı bile ve ben bunu durdurmayı başaramıyordum. Gözlerim fanustan bana yansıyan yansımamdaydı.
Kendimi tek kelimeyle anlatabilirdim. Paramparçaydım. Ve etrafa dökülen parçacıklarımı toplamayacak kadar halsizim. Yıkık dökük bir harabeydim alınan herhangi bir darbede hemen yerle bir olacaktım tozu dumana katarak . Her geçen dakikadan sonra bedenim ısısını kaybetmesiyle uyuşan bedenim ve göz kapaklarıma çöken uyku direnme gücümü hafiften hafiften kırıyordu. Gözlerimi ve bilincimi açık tutmakta zorlanıyordum.
Etrafımı yavaştan yavaştan bulanık görmeye başlamıştım bile . Ne oluyordu bana? Göz kapaklarıma çöken yorgunlukla gözlerim usulca kapandı istemsizce ve kendimi uykunun rehavetine kaptırdım. Uzaktan bana seslenen bir ses vardı. Sesin nerden geldiğini anlamak için kafamı arkaya çevirdiğimde karşımda annemi gördüm. Bana her zaman sunduğu o tatlı gülümsemeyle bakıyordu gözlerime.
Yüzündeki küçük kırışıklar ve tatlı gülümsemesiyle ortaya çıkan gamzesiyle benim için dünyanın en güzel kadınıydı. Etrafıma göz gezdirdiğime deniz kenarındayım sahile vuran dalganın sesi kulağımda çınlayıp duruyordu. Ve etraftaki denizin kokusu ciğerlerimi ferahlatıyordu. Tam karşımda elleri çakıl taşlarıyla dolu annem duruyor ve bana bir şeyler fısıldıyor. Ama sesini boğuk boğuk duyuyordum. Onu daha iyi duymak için yanına doğru ilerlediğimde her zamanki o naif sesini işittim.
“Böyle olmaz ki kızım hani bana yardımcı olacaktın çakıl taşları toplamamda. Deniz kenarına geldiğimizde beri beni unuttun hatırlatırım.” Gülümseyerek ona doğru koşmaya başladım. Yanına vardığımda ellerinden tuttum. Ellerinde duran çakıl taşlarını yere bırakarak annemle etrafımızda dönmeye başladım. Her dönüşümüzde annemin yapma etmelerini duyarken benimde kahkahalarım etrafta yankılanıyordu. İnanılmaz bir mutluluk vardı.
Ve bu mutluluğun sonsuza dek sürmesini istiyordum. Annemin de sonradan bana eşlik eden kahkaha sesleriyle günüm şenlenmiş onunla güzel dakikalar geçirmiştim o anlarda. Mutluluğun ve huzurun hiç eksilmediği bir hayatı kucaklamak istiyordum. Acıyı ve üzüntüyü sonsuza dek hayatımdan çıkarmak istiyordum. Sonra her şey uzaklaştı benden denizler, dalga sesleri ve annemin kahkahası ve güzel yüzü. Gözlerimi açmaya başladığımda etrafım kapkaranlıktı . Hiç bir şeyi göremiyordum. Annem de yok olmuştu. Etrafta yankılanan tek şey siren sesinin o yüksek gürültüsüydü.
⚓⚓
Gözlerimi gerçeğe açtığımda fanusun içinde duruyordum. Hiçbir şeyi hissedemez hale gelmiştim. Kollarımı dahi kaldıramaz haldeydi. Bedenim kaskatıydı. Bedenimde son kalan gücümün kırıntılarını kullanarak doğrulmaya çalıştım. Ama bu çok zordu benim için.
Bedenimi hafif yükseltip fanusun kenarlarından tutunarak doğruldum. Ne ara sürenin bittiğini bile fark edememiştim. Sanırım gözlerimi kapattığımda hafif bir uykuya sarmalanmıştım.
Fanustan çıkmayı zar zorda olsa başardığımda hafif hafif kendini belli eden ağrım ve bedenimdeki titreme beni ele geçirmişti. Fanusun yanına çöküp bedenimin ısınmasını bekliyordum. Ama sanki burası bedenimden daha soğuktu. Titreyen bedenime çare bulamıyorum. Bedenimi ısıtacak herhangi bir ısı yoktu.
Etrafımda yankılanan ayak sesiyle kafamı eğdiğim yerden kaldırdım. Yanımızdaki görevli kadınlardan biri yanı başıma gelmişti. Kalkmam için komut verdiğinde fanusa tutunarak oturduğum yerden doğrulmaya başladım. İlk başta tökezlememle oturduğum yere tekrar hızla düştüm bu düşüş çok sert olmuştu ve canım çok fazla yanmıştı bunu umursamadan tekrar ayağa kalkmaya çalıştım. İkinci denememde bulunduğum yerden kalkabilmiştim ama yürüyecek gücüm yoktu.
Yavaş yavaş yürümeye başladım. Diğer hücredekiler yerlerine geçmişlerdi ve benim gelmemi bekliyorlardı. Yerimi aldığımda hareketsizce bu olayların ve bu günün bitmesini bekliyordum.
Kesintisiz gerilim ve korku etrafta dolanmaktaydı. Herkes esrarlı bir sessizliğin mahkumiyeti altına sığınmıştı. Sırayla dizilmiştik, beyaz gülen surat maskesi takan adamın bizimle iletişime geçmesini bekliyorduk. Her salisede acımız daha da artıyordu. Ve bedenime çöken hissizlik artık bir şeyleri algılamamı engelliyordu. Bulanık zihnimle ekrana bakıyordum.
Uzun bir bekleyiş olacaktı galiba. Bu kadar beklememiz tuhaftı . İlk parkuru bitirir bitirmez sirenden onun sesini duymuştuk. Şimdi ise bekliyorduk uzun bir zamandır . Acı çekmemiz hoşuna gittiği için miydi bu bekleyişimiz? Daha fazla düşünemeyecek kadar kafam allak bullaktı. Ve başım ağrımaya başlamıştı acılarımdan dolayı.
Sanırım bedenim soğukluğa dayanamamış olacak ki hastalanmış olmalıydım. Hafif hafif titreme bedenimi ele geçirmişti. Belim üşüyordu sırtımdaki ara ara kendini hatırlatan titreme kötü hastalığın belirtisiydi. Keşke şimdi evimde olabilseydim. O zaman annemin yaptığı ilaçlarla hemen toparlanırdım.
Ama bu karanlık soğuk mahzeni andıran yerde hastalığımı kolay kolay atlatamazdım. Hem zaten yatağım hem rahatsız hemde yere serili olduğundan yerdeki soğukluk gece gece bazen uyanmamı sağlıyordu. Aramızdaki korumalar ellerinde bulunan pikeleri bizlere uzatıp almamızı istemiştiler. Aldığım pikeyi hemen üzerime sardım. Üşümem hala devam ediyordu. Üzerime serdiğim pike de pek işe yaramıyordu. İçinde bulunduğum imkana ayak uydurmaya çalışsam da yadırgıyordum yargısızca. Ve koşullar bu denli ağır olması direnme gücümü kırıyordu.
Herkesin bu durumda olduğunu düşünüyordum. Çünkü yerde uyumamızın başka bir sebebide yastık olmadığı için boynumuzun tutulması , bedenimizin uyuşmasıydı. Eski yaşantımız gerçek anlamda özlemiştim.
Bu rahatsız edici durumdan ne zaman kurtulacaktık bilmiyorum ama bu bilmeme de insanı karamsarlığa sürüklüyordu. Düşüncelerimden sıyrılıp karşımda duran ekranda ve hoparlörde gözlerimi gezdirdim. Ama hâlâ bir hareket yoktu. Sanırım bu bekleyiş uzun olacak gibiydi. Yapacak bir şeyimizde yoktu zaten karşıda gelemezdik onlara. Sessizliğin çığlığını Ediz sözleriyle kesti.
“Ne zamana kadar beklemeye devam edeceğiz . Hepimiz yorgun ve yaralıyız .Hücrelerimize gidip dinlenmemiz gerekli. Ve herkesin ilaç ve yemeğe ihtiyacıda var bunları karşılarsınız umarım.” diyerek konuşmasını tamamladı.
Edizin konuşmasından sonra kimseden ses çıkmadı. Sanırım bu konuda emir almadıkları için konuşamazlardı. Ama bir açıklamaya da ihtiyacımız vardı hepimizin. Konuşmamakta kararlı gibiydiler. Sessizce karşımızda duruyorlardı. Ve herhangi bir tepkide de bulunmuyorlardı. Adeta robot gibiydiler. Sadece itaat etmekle yükümlüydüler . Hür iradeleri yoktu. İstekleri yerine getirmek onlar için yaşamak için koşul gibiydi. Bunlar varken işimiz zordu. Ekrandaki hareketlilikle gözlerim ekrana çevrildi. Her zamanki yerine kurulmuş olan beyaz gülen surat maskeli adam bize doğru bakıyordu.
“Merhabalar odalarım . Kusura bakmayın sizi birazcık bekletmek zorunda kaldım. Ama size iyi haberlerim var. Beni bugün çok mutlu ettiniz. Sizin sayenizde zenginliğe basamak basamak ilerleyeceğim. Şimdi belki benim ne söylediğimi anlamamış olabilirsiniz . Sizlere açıklayayım o zaman . Öncelikle ilk başta size bahsetmiştim 8 odamız var ve sizler bu 8 odayı tamamlamalısınız . Burada ölmekte var bunuda unutmayın. Ama size güzel küçük bir sırrı açıklayacağım daha ölmenize izin vermeyeceğim. Neyse konudan sapmayalım şimdi. Bu sadece buradan ibaret değil odalarım bu oyun parkurlarıyla dolu odada sadece sizler yoksunuz gizli seyircilerimizde var. Etrafınızdaki kameraları fark etmediğinizi söylemeyin bana sakın. O kadar ulaşılmayacak yerlerde değil sonuçta. Bu kameralarla sizleri izleyen seyircilerimiz izlemek için belli bir miktar ödemek zorunda . Her yatırılan para büyük oyunlar demek ve bu oyunlarda her zaman kademe kademe zorlanacak. Sizleri yormak ve zora sokmak istemezdim ama ne kadar imkansızı yakalarsak o kadar izlenme miktarımız yükselecek. Ve bu sayede siz odalarım beni milyonlara boğacaksınız. Unutmadan sizi de ufak ufak ödüllendireceğim. Mesela bugün sizlere o rahatsız yataklarınızdan kurtaracağım. Bir hatırlatmada yapayım odalarıma hücrenizdeki kameralar erişime açık . Yani belirli bir saatte sizi izleyebilirler seyircilerimiz. Onları hem heycanlandırıyorsunuz hemde üzüyorsunuz. Çünkü geceleri gördüğünüz kabuslar onların sizlere acımasını sağlıyorsunuz. Neyse çok konuştum . Kısa keseyim heycan verici bir günün ardından hücrelerinize çekilebilirsiniz. Sizleri hücrenizde ilk yardım çantaları, yeni yatağınız ve güzel bir yemek bekliyor olacak . Hoşça kalın odalarım. Tekrar yakın bir zamanda görüşeceğiz sizlerle. O zaman kadar kendinize iyi bakın.”
Konuşmasının ardından sonra ekran kapandı. Bizleri derin düşünceler içinde bırakarak kayboldu. Bunu her zaman yapıyordu. Cevapsız sorularım günden güne artıp duruyordu. Hepimiz öylece karşımızda duran ekrana bomboş gözlerle bakıyorduk. Üşüyen bedeninle gözlerimi korumalar dahil herkeste tek tek gezdirdiğimde hepsinin bu oyunda daha nelerle karşılaşabileceğini düşündüm. Ne olacaktı bizlere? Başımıza daha neler gelecekti? Peki bu oyunun bir sonu var mıydı? Yoksa sonsuz bir oyunun pençesine mi kapılmıştık.
Ruhumuzdaki acıları unutup bedensel acılara yoğunlaşmıştık bugün. Peki bu bedensel ağrılarımız ne zaman dinecekti. Ve bizler artık bu ağrıları almamayı ne zaman başaracaktık. Zihnimde dönüp duran düşünceler beni ürkütüyordu. Çünkü bu düşüncelerin gerçekliği beni ürkütüyordu. Bu gerçekler bir insanın bile aklı almayacak derecede ağırdı. Bu gerçekleri normal bir insan düşünüp hayata uygulayabilirdi. Ve bizim karşımızdaki adamında normal olmadığı aşikârdı. Korktuğum bir şeyde bundan sonra daha tehlikeli şeyler bizi bekliyor muydu? Acılarımız daha da artacak mıydı? Ruhumuz daha ne kadar kanayabilirdi. Oyunlar bizi tüketmeden bitmeyecek gibiydi.
|
0% |