@kumsallardagezen12
|
*Sürgündeyim ruhum kendine sığınaklar ararken...*
Gölgeler tedirginlikle yalnızlığı karşılarken ben karanlığın ay yansımasıyla aydınlatıldığı o yerde korkusuzca duruyordum. Yavaşça benim gücümle küçülen ve yutulan gölgeler bedenimden yansıyan gölge oluverdi. Damarlarımda akan kanın akış hızı adımlarımı hızlandırdı. Bu cesret benim mahzenim Olacaktı . Bugünden itibaren...
Yatağımda oturmuş bugün olanları düşünüyordum . Her şeyi ince ince düşünerek yapmalıydık. En küçük hata bile bizim için kötü sonuçlar doğurabilirdi. Bununla başa çıkmak bile büyük kayıplara sebep olabilirdi. Bu oyun perdesi biz bu oyunu sonlandırmadan kapanamazdı. Oyunun kötü karakterleri iyi karakterlerin oyunu oynamasına engel oluyordu. Yönetmen ise olacaklardan habersiz kendi kurgusuyla seyircilerin karşısında sergileyeceğimiz oyunu bekliyordu. Ama bilmediği bir şeyler vardı. Oyunda küçük değişikler olduğu gibi büyük değişiklerde vardı. Yönetmen ise keyifle oyunun sergilenmesini bekliyordu. Ama sanırım bizim oynadığımız oyunda piyonlar değişmiş oyunu yönetmeye başlayanlar bizler olmaya başlamıştık ama hâlâ bunlardan kimsenin haberi yoktu. Oyunun kurgusu tamamlanır tamamlanmaz bunu yönetmene sunacaktık.
Kurgu kusursuzdu tek kalan şey bunu seyircilere hatasız bir şekilde sergilemekti. Başarımızı hep beraber kutlayacaktık. Hayatlarımıza kaldığımız yerden devam edecektik. İki gündür zamanı kolluyorduk çünkü bugün 1. Oyunun son aşamasını oynayacaktık. Oyunun tehlikesini az çok tahmin edebiliyorduk. Belki oyun alanında hayatımız sonlanabilirdi bunu düşünmek bile tüylerimi diken diken ediyordu yapacaklarına elbet engel olabilirdik ama buna şimdilik karşı gelmiyordu çünkü sonu büyük bir ceza ile bitiyor bizlerin ağır acı çekmesine neden oluyordu , bugün kazasız altlatmayı canı gönülden istiyordum.
Vakit henüz gelmemişti bu bile huzursuz ediyordu beni . Belki de şuan oyun alanını hazırlıyorlardı. Oyun alanında nasıl bir strateji sergilemeliydik bilmiyorduk. Belki yine beyaz gülen surat maskesi takan adamın geleneksel konuşmasıyla bilgilendiriliyor olacaktık az sonraları. Kim bilir... Sakinliğimizi her zaman koruyordu korumayada devam etmeliydik aslında. Keşke karşımızda olabilseydi çok iyi olurdu . İşte o zaman yüzüne sıkı bir yumruk atma isteğimi dizginlemezdim. Ukala ukala konuşmaları , sözlerindeki iğneleme , alaycı hal ve hareketleri insanı sinir ediyordu. Karşımıza çıkacak kadar korkak olmalıydı ki sadece oyun zamanında bizimle iletişime geçiyordu. Ya da karşımıza çıkmasının altında farklı bir neden yatıyordu. Bilemiyordum.
Bunun da elbet bir sonu olacaktı. Bizimde bu oyunda söz hakkımız zamanı geldiğinde gerçekleşecekti. Huzursuz bedenimi sakinleştirmek için elimden geleni yapıyordum ama başaramıyordum. Her oyunda bilinmezlikler beni mahvediyor. Korkuyordum en başta kontrolümü kaybediyor farklı bir kişiye dönüyordum. Göz kirpiklerimi hızla açıp kapıyor.
Soluklarım hızlanarak atan kalbimle yarış haline giriyor ardındam hırıltılı soluklarım odadaki duvarlara çarpıp kulaklarıma boğuk boğuk ulaşıyordu. Damarlarımda akan kan sanki her akışında bedenimiden bir şey söküp atıyordu. Bu canımı yakmakla kalkmıyor benden beni çalıyordu. Yitiriyordum özümü. Vücudum hissizleşiyordu sadece ruhsal acılara yoğunlaşıyordum. Ve o acılarla yaşama karşı koyuyordum. Benimle bütünleşen korkularıma her gün bir yenisi ekleniyordu. Sancılı geçen günlerimin her saati huzursuzluk ve gerginlikle devam ediyordu.
Kaderime eklenen her kötü gün beni yıkıma uğratıyor , uçurumun dibine sürükleyip orada bırakıp beni terk ediyordu. Ben ise kayıtsızca her şeye boyun eğmek dışında bir şey yapıyordum. Ya da yapmak istemiyordum. Aslında burada geçirdiğim günlerde tek bir şeyi anlamıştım. Korku beni esir almıştı ben bu hayata gözümü açtığımdan bu yana. Ve yapmam gereken şey bu korkuya savaş açmaktır. Ama bu cesareti kendimde bulamıyordum. Bunu yapacağıma inancım yoktu onuda her şey gibi yitirmiştim. Bedenimin ihanetine uğruyordum ben günlerdir.
Zihnim bedenime hükmediyordu. Onu kontrol altında tutamıyordum. Sağlıklı düşünemiyor geçmiş ve bugün arasında o zamana tıkılıp kalarak kendime zarar veriyordum. Oyun aşamasında ne kadar temkinli ve sakin olursam bu benim yararıma olacaktı. Çünkü iyi gözlem yapıp ona göre çözüm yolu bulmalıydı. Bu zor olacaktı benim için ama yapmaktan başka çaremde yoktu. Her şeyi kendim için bir savaştı.
Bu benim özüm için verdiğim savaştı kimse yoktu ben ve yansımamdan başka. Hatasız bir şekilde belirli olan zaman içinde süreyi iyi değerlendirip oyunu bitirmeliydim. Ve bedenime korkuyu salan sesler etrafta yankılanmaya başlamıştı. Yataktan hızla doğrulup kapıya doğru adımladım. Kapımın penceresinden koridoru izlemeye başladım. Korumalar bizim koridora doğru geliyordular her zamanki kalabalıklarını koruyordular. Kalabalık grup halindeki korumalar bizim koridorun başında bekleyerek aralarından iki kişi hücre kapılarına doğru ilerlemişti.
Kadın koruma 008 hücresinin karşısında durduktan sonra yavaşça hücre kapılarını açmaya başladı. Hızlıca teker teker çıkartılmaya başlamıştılar hücredekiler korumalar . Her açılan kapı ve her kapatılan kapı kalbime her saniyede daha sert bir yumruk atıyordu.
Ellerim soğuk soğuk titremeye başlıyordu. Hırıltılı bir şekilde ciğerlerime pervasızca çekilen soluklar boğazıma hançer gibi ağır yaralar veriyordu. Acı çekiyor çekmeye devam ediyordum. Nefeslerim kesiliyor hayatla olan bağlantım kopmaya başlıyordu. Ve bunu sonlandıracak gücüme bedenimden günler veya yıllar öncesinden sökülüp atılmıştı.
En son açılmayan hücre kapısı benimkiydi. Hemen hücre kapımın olduğu tarafa adım sesleri gelmeye başladı. Kulaklarım bu sesi reddediyordu ama buna mani olamıyordum. Nefesimi hızla tutup kapıdan uzaklaştım. Kurallara uymayan başka çarem yoktu. Bunu biliyorum ve bilmekten de nefret ediyordum.
Kapı iki saniyenin ardından gıcırdayarak açıldı. Kapının gıcırtısı kulağımda kulak tırmalayıcı bir orkestra başlatmıştı ve ben bu sesten fazlasıyla rahatsız oluyor bu sesin sonlanmasına engel olamıyor dinlemek zorunda bırakılıyordum. Yüzündeki maskelerle karşımda iki kadın koruma vardı. Küçük bir baş işaretiyle hücreden çıkmamı istediler. Bende hemen uyarıya uyarak hücremden çıkıp koridora adımladım. Hücredekilerin bakışları benim üzerimdeydi.
Gözlerimi bir kaç kez kırparak onlara iyi olduğumu belli ettim. Sahi iyiyi miydim? Bunu bile bilemeyecek bir ruh halindeydim. Karamsarlığa gömülüydüm ve bu karamsarlıktan ne zaman kurtulacaktım bilmezdi. Sakinliğimi dışarıdan belli ediyordum ama içimdeki gerginlik volkan misali her an patlayacak gibiydi... Durdurulmayacak bir volkandım ve belki de her şeyin tek sorumlusu ait olduğum yanar dağdı. Belki de her şeyin sebebi onda saklıydı. Ve ben hala bu şeye ulaşamamıştım.
Ya da ulaşmış bunun farkına varamamıştım. Zaten her şey er ya da geç ortaya çıkacaktı. Biraz zaman vermek gerekiyordu her şeye. Kendime ve çevremdekilere ama en çok kendime. Kendimi unuttum ben burada geçirdiğim zaman içerisinde. İnsan kendini unutabilir miydi? Ben unutmuş unutmakla kalmamış unuttuğumu dahi unutuvermiştim. Bu çok garip bir döngüyü ve ben bu döngüde kaybolmaya başlamıştım. Sakin adımlarımı kızlara doğru atmaya başladım. Onlarında benden farkı yoktu.
Bilinmezliğe doğru ilerliyor vücudumuza sızan bu bilinmezlik illeti söküp atamıyorduk. Hep beraber bize eşlik eden korumalarla oyun alanına doğru yürümeye başladık. Gerginlik sinsice etrafta dolanıyordu. Adım seslerimizden başka koridorda ses yankılanmıyordu. İleride duran bir erkek koruma elindeki kartı kapıya okuttu. Bakışlarımı Barboros’a çevirim , kod sayısını görme çabası içindeydi. Bende hızla bakışlarımı kod sayısını görebilmek için kapının yanında duran cihaza çevirdim. Kod sayısı cihazın üstünde sönüp duruyordu. Sayıyı saniye farkıyla görebilmiştim.
“ 1212244 “ dı.
Hafızama kazımayı ihmal etmedim şifreyi . Kapı yavaşça açılmaya başladı. Herkes kapıdan gözüktüğü kadar içeriye göz atmaya başladı. Sadece antrenman yaptığımız havuzu görmüştüm ilk an. Kapı tamamen açıldığında korumalar önde bizde onların arkasında içeriye doğru yürümeye başladık sırayla. Tam havuzun karşısında duran ekrana doğru ilerledik.
Beyaz gülen surat maskesi takan adamla konuşma seansı başlayacaktı sanırım bir kez daha. Ve ben artık bu oyununun içerisinde olduğum her güne lanet ediyordum. Herkes yerleri çoktan almıştı. Korumalarda biraz uzağımızdaki yerlerine geçmiştiler. Zaten onlar hep aynı şeyleri yapıyor ve tekrarlıyordular. Bizleri hücrelerimizden alıp oyun alanlarına getiriyor sonra oyun alanlarında bir köşeye çekilip öylece onlara emir gelene kadar yerlerinden asla ayrılmıyor emirlere itaatsizlik yapmıyordular.
Ne gariptiler. Aslında biz insanoğlu da farklı değildik. Belliöşeyerl için emek sarf ediyor ona ulaşınca tek düze bir yaşam sürüyordu. Farklı bir şey yoktu. Ama yaratmakta bizlerin ellerindeydi. Bakışlarımı onlardan çekip ekrana çevirdim. Ekranda karartı gelip gitmeye başladı, kısa süre sonra onu gördük. Her zamanki haliyle tam karşımızdaydı. Onu tarif edecek olsam gizemli ve basit olarak tanımlarım. Nedeni izlediğim filmlerden farkı yoktu. Yüzünde bir maske ve emirler yağdırıp duruyordu arkamızda duran korumalara. Ama farklıydı çünkü sanki bir şeyleri açık etmeyen korkuyor ama yine de bunun için uğraş veriyordu. Garip bir o kadar da sıra dışı.
Bizi kısa süre izlemeye başladı. Sonra cihazdan kısık bir kahkaha sesi duyuldu. O denli iğrenç bir gülme sesiydi ki zar zor kulaklarımı elime götürmemek için çabaladım. Duyduğum ses midemi bulandırıyor başımı döndürüyordu. Gülme sesi kesildikten sonra zehirli kelimeleriyle bizi zehirlemeye başladı.
“Merhabalar ODALARIM , sizi gördüğüme sevindim. Sizde beni , benim sizi özlediğim kadar özlediniz mi? Hım duyamıyorum ama sizleri. Neden bu kadar sessizsiniz ? Konuşmayacak kadar mı korkaksınız sizler?”
Bizleri sinirlendirerek oltaya getirmeye çalışıyordu ama herkes nasıl bir amacı olduğunu bildiği için sessiz kalmayı tercih ediyordu. En iyisi buydu onunla gereksiz samimiyet ve konuşmalardan kaçınmalıydık. Gözlerimi tekrar ekrana çeviridim usulca. Sessizliğimiz onu pek memnun etmemiş olacak ki sinirle konuşmasına devam etti.
“Pekala o zaman sizleri pek oyalamadan oyunu anlatayım. Oyun kısa ve net. Sizler arkanızda birazdan getirilecek olan kafeslerin içine gireceksiniz . Kilitli olacak kafesler , anahtarıda üstünde duracak ve korumalar sizleri kafesle birlikte havuza atacak . Dikkat etmeniz gereken şey kafesin kapısı havuzun dibine bakacak şekilde olması çünkü anahtar sizle beraber havuza düşecek ve sizlerde anahtarı kafesin içinde havuzda nefeslerinizi tutarak almaya çalışacaksınız . 10 dakika içinde anahtarı havuzdan alıp kafesin kapısını açıp oyunu bitirmelisiniz. Anlaşılmayan bir şey yoktur umarım. Sizlere iyi şanslar diler ve ölmemenizi temelli ederim.”
Kelimelerindeki iğnelemeyi fark etmemek elde değildi. Nasıl diğer oyunlarda başarılı olduysak bunuda kazasız belasız halledecektik. Yanımıza gelen korumalarla oyun için hazırlık zamanının geldiğini anlaşmıştık. Korumalar bizi oyun alanına yönlendiridi.Yavaş adımlarla hepimiz havuzun yanındaki kafeslere doğru ilerlemeye başladık . Yanımda yürüyen Lavin kısık sesle konuşmaya başladı.
“Ben korkuyorum Hamra . Kafesin içine gireceğiz, ya anahtarı alamazsak, başaramayacağız öyle hissediyorum.” Dedikten sonra bir kaç damla akan gözyaşlarını elleriyle silmişti.
Korktuğunu biliyordum. Bende korkuyordum ama elimden geldiğince sakin olup oyunu başarılı bir şekilde bitirmeliydik. Korkularımızı gizlemli ve gerçeğe odaklanmalıydık. Yani oyun parkurlarına.
“Sakin ol Lale , orada olabildiğince planlı hareket et! Sakın ama sakın korkuya yenik düşme tamam mı?” dedikten sonra beni kafasını sallayarak onayladı. Bana ait olan kafesin olduğu yere doğru adımlarımı hızlandırdım. Her kafesin üzerinde hücre sayılarımız yer alıyordu. Burada sayılar hayatımız olmuştular. Kafesin yanında yerimi aldıktan sonra diğerlerine bakındım. Benim gibi yerlerini almışlardı.
Ellerimi yanımda duran kafese doğru uzattım. Soğuğu iliklerime kadar ilk anda hissettim. Bedenim bu amansız soğuk karşısında tedirgin oldu. İstemedi. Kabul etmedi. Bu kafeste az sonra gerilim dolu anlar yaşayacaktım. Nefessizliğin verdiği hissi hissedecektim. Soğuk beni yakacak yıkılacaktı. Soluğum bana acı dolu sancılar bahşedecekti. Acıdan yanıp kavrulup küllere dönüşecektir. Ben ise buna karşı gelmeyerek bu anı yaşayacaktım.
Sanki boynuma zincirler dolanmış ve ben o zincirleri açamayacağımı bildiğim halde çabalayıp boğulmaktan kurtulmaya çalışıyordum. Ama saniyeler sonra ölümü hissedecek onun bir mahkûmu olacaktım. Belki de benim için bu iyi bir çıkış yoluydu ve ben savaşmayı bırakıp boyun eğmeliydim. Ölümden korkmuyordum aslında annemi göremeyeceğimi bilmek beni çaresizliğe sürüklüyordu. Hayatım onunla şekillenmişti ve onunla bu kötülüklerle dolu hayata karşı gelebiliyordum .
O yoksa yaşamak için bir sebebim de olamazdı. Süslü ışıltılı bir hayatımız olmamıştı ki bizim sıradan karanlık hayatlarımıza elimizde bulunan yeterli sayıda ki kibritlerle ışık tutuyorduk. Kibrit tükendiğinde karanlığa gömülecektik hep beraber. Aslında karanlık bizim diğer yaşantımızdı ama biz gerçeği göremeyenler o aydınlığı yuvamız zannediyorduk . Herkes aslında inandığı yeri , ait olabildiği yeri benimsemez miydi yuvası olarak? Bizde bu inancı hayatımıza uygulamıştık ve böylede sürüp gitmesini sağladık yıllarca. Ellerimi kafesten çekip bedenime sardım. Ellerimin soğukluğunu hissediyordum.
Ve bu soğukluk bazı şeylerin başlangıcı gibiydi. Ama derin bir nefes alıp verdim. Belki korkumu , yalnızlığımı böyle giderebilirdim. Ya da kendimi avuttuğum yalanlara böyle davranarak zihnimi kandırıp mahzene tıkabilirdim. Derin bir nefes alıp karşımdaki insanlara baktım. Son görüşüm olacak gibiydi... Zaman beni yanına çağıracaktı ve sonsuzluğuna misafir edecekti. Savaşmalıydım. Yenik düşmemeli buradan hep beraber kurtulmak için çaba göstermeliydik. Piyon olmaktan kurtulup sonsuzluğa boyun eğmemeliydik.
Karşımdaki hareketlilikle beraber bakışlarımı oraya sabitledim. Korumalar bize doğru yürüyorlardı. Ellerinde duran anahtarları sonradan fark edebilmiştim. İtaate bu kadar sadık olmaları beni şaşırıyordu. Ya da bu kadar paraya tapacak olmaları... İnsani duygularını yitirdikleri fazlasıyla belliydi. Ruhsuz bakışlarını fark etmemek elde değildi. Yanıma gelen kadın korumayla yönümü ona çevirdim. Karşıma geçip bir kaç saniye gözlerime bakındıktan sonra keskin sert sesiyle konuşmaya başladı.
“Kafesin içine gir hemen !”
Dediğini ikiletmeden hemen kafesin içerisine doğru yürümeye başladım. Kafesin kapağını açtım. İnsanın kulağını tırmalayan açılma sesi beni anında sarsmıştı. Tepkimin gereksiz olduğunu düşündüm. Bu kadar ufak tefek şeylere bile korkmam beni kızdırmıştı. Çattığım kaşlarımla hemen kafesin içerisine ilk adımımı attım. Kafesin içindeki küçük alan benim şimdiden kesik kesik nefes almamı sağlamıştı. Bedenime firar eden titremeyi durdurmayacak kadar güçsüzdüm.
Kafesin kapağını karşımda duran kadın koruma kapattı ve elinde duran anahtarla kapıyı kilitledi. Kendisini hafif yükselterek anahtarı kafesin üstüne bıraktı. Diğerleride kafesin içinde yerlerini almışlardı . Kafesin kapısına arkamı dönerek yüzümü havuza çevirdim. Biraz sonra bu havuzda içinde bulunduğum kafesle içerisine atılacaktım tek isteğim anahtarı hızla alabilmek ve havuzdan çıkıp oyunu tamamlamak. Kafesin içinde çırpınacağım zamanı ,hissizleşecek ruhumu düşündüm.
Gözlerimi yumdum ve gelecek komutu beklemeye başladım. Ve o saniyede her şey silikleşti, tek duyabildiğim düzensiz aldığım soluğumdu. Hızlı alıp veriyordum bazen uzun uzun nefesimi tutuyor ardından birkaç saniye sonra karanlığa salıveriyordum. Bedenimden yüzüme çarpan soğukluğu hissediyordum. Aralık duran dudaklarımdan kısık mırıltılar firar ediyordu.
“Yapabilirsin.... İçinde var olan gücü hisset.... Ölüme fısılda ve onu yok et hayatından...”
O zaman içinde sanki zaman akmayı bıraktı. Herkes uzun süre hareketsizliğe mâhkum oldu. Karanlığa açılan aydınlık savaş zamana direnemedi. Her şey sonu olmayan hareketsizliğe kapıldı. Denizlerinden gelen dalga sesi kesildi, kuşların cıvıltıları sustu. Esen rüzgâr esmez oldu. Atan kalpler zamana yenik düştü, atmayı bıraktı. Etrafa buz gibi bir sessizlik yayıldı. Saçlarımın uçuşu rüzgâra karşı koydu. Ve yer çekimine itiraz eden bedenim göğe yükseldi.
Gök ve yeri ayıran o çizgi kayboldu. Yer ile gök yer değiştirdi. Bulutlar yok oldu. Gözlerim sadece masmavi bir renk cümbüşüne tanıklık etti. Bedenim yerden yavaşça yükseldi yükseldi... Dünyadan uzaklaştı, buradan artık karanlığı net görebiliyordum . Karanlığa karışan bedenim bu sefer daha hızla yükselmeye başladı. Karanlık artık aydınlığa bıraktı tahtını. Bedenim yükseldikçe buza çevrilmiş bedenim yavaş yavaş ısınmaya başladı. Gözlerim şimdi güneşi görebiliyordu. Güneşin bana aşıladığı sıcaklığı hissediyordum .
Yüzüme yansıyan ısı bedenimin soğukluğunu söküp attı. Ateş oldum yanıp kavruldum. Uzay boşluğunu artık aydınlatan ben oldum. Gözlerimi usulca kapadım ve sessizliğin sesini dinlemeye başladım. Ama sessizliği rahatsız eden bir ses duyuyordu kulaklarım. Sesi net duyamıyordum, parça parça kulaklarıma ilişiyordu. Zihnimi zorladım ve sese odaklandım. O anda zihnimdeki sis perdeleri açıldı ve yok oldu.
“Oyunun başlamasına son 2 dakika herkes yerlerini alsın.”
Gözlerimi gerçek kötülüklerle dolu olan dünyaya açtım. Hücredekiler kafesin içinde yerlerini almış zamanın başlamasını bekliyordu. Bunu nasıl fark edememiştim anlayamıyordum. Kendimi sanki kısa sürede buradan soyutlanmış gibi hissettim. Keskin korku dolu bir hayatın uçurtmasına takılmıştım. Hayal dünyamdan zar zor uyanabilmiştim. Gözlerimi etrafımda dolaştırdım. Korumalar zaman başlamadan hazırlıkları son kez kontrol ediyordu . Onlar için her şey kusursuz olmalıydı. Hataya yer yoktu onlar için. Bazıları bizi çeken kameraları kontrol ediyordu, bazıları da kafesleri havuza doğru konumunu ayarlıyordu. Herkesin bir uğraşı vardı.
Ekranda zaman sinyali sönüp yanıyordu. Bu hazır olun komutuydu korumalara ve bizlere ... Kafesin içinde kıpırdamadan duran bedenime komut vererek bir adım attım.Parmaklarımı kafesin parmaklıklarına dokundurdum. Bulanıklaşan görüntüleri umursamadım. Titreyen bedenime inat güçlü olmak için kendimi sakinleştirmek için zihnime fısıldıyordun.
“Her şeyi unut ... Zamana odaklan... İradeni koru.... Pes etme !”
Ekrandaki süre akmaya başladığı anda bizleri kafeslerimizle beraber havuzun içerisine attılar. Havuzun dibine çakılırken bedenime saplanan ağrılar beni mahvetmişti. Nefesimi bırakmamak için dilimi ısırmış ve dilimden akan kanın tadını tatmıştım. Havuzun dibine toslayan kafes bedenime ağır darbeler hediye etmişti. Kafesin havuzdaki sarsıntısı durduğunda gözlerimi açmış ilk anda havuza düşen anahtarı aramaya başlamıştım. Anahtar havuzun köşesine savrulmuştu.
Oraya kafesi sürüklemek zor olacaktı ama bunu başarmak için elimden geleni yapmaya çalışacaktım. Birkaç saniye nefesimi tutmuş ve onun verdiği acıyı sonuna kadar hissetmem ile ne yapamam gerektiğini düşünmeye başlamıştım. Gözlerimi kafesin içindekilere çevirdim . Hepsi hâlâ hareketsizce duruyorlardı benim gibi.
Bir tek Meriç kafesin içinde hareket ediyor haldeydi. Ayaklarıyla kafesin tepesine vurup ilerlemesini sağlıyordu. Herkes bir an gözleri onun ne yaptığını anlamaya çalışır gibi bakıyordu. Havuzda gözlerim kızlarda bir bir gezindi çaresizce Meriç ne yapıyorlarsa onu yapamaya başladılar benim gibi. Hızla ayaklarımı kendime çektim.
Ayaklarımı kafesin tepesine doğru konumlandıracak şekilde hızla vurmaya başladım. İlk vuruşum kafesi gram yerinden oynatmamıştı. Ve bu bile sinirlerimi bozmaya yetmişti. Ama pes etmeyip daha sert vurmaya başladım. Daha sert ve daha temkinli. Her vuruşumda ilerleme kat ediyordum biraz daha zorlasam anahtara ulaşabilirdim fakat ayaklarım her kafede çarpışında fazlasıyla ağrıyordu ama şuanlık bunu umursamayıp işime devam etmeye çalışıyordum . Ve beni zorlayan nefes alamamak ve ciğerlerimin sızlaması beni fazlasıyla zorluyordu. Umursamadan vurmaya devam ettim.
Duvara doğru yaklaşmıştım ama köşeden uzak kalmıştım bu hızla vurmamla. Bedenimi kafesin enine doğru çevirdim ve enine vurmaya başladım köşeye doğru azar azar yaklaşmaya başlamıştım. Kafes artık ilerlemeyeceği derecede saçma bir şekilde köşeye üçgen olacak şekilde konumlanmıştı. İtmeyi bırakıp ellerimle anahtara uzanmaya başlamıştım. Bir iki denememde başarısız olmuştum ama denemekten vazgeçmeden anahtarı alamaya devam ettim. Anahtara parmaklarımı uzatıp tuttum. Ciğerlerimdeki ağrı kat be kat artmıştı.
Almanın sevinciyle kafesin kapısına doğru ilerledim. Anahtarı kilide sokup çevirip iki kere çevirdikten sonra kapıyı açmaya başlamıştım. Kafesi sonuna kadar açtıktan sonra bedenimi kafesten çıkarıp havuzun yüzeyine çıktım. Soluğuma saplanan acıyı umursamadan derin derin nefesi ciğerlerime misafir ettim. Soluk almanın bu denli önemli olduğunu bu zor dönem içinde daha iyi anlamıştım.
Havuzdaki nefes almalarım devam ederken gözlerimle ekrandaki süreye bakındım. Tam tamına tam 00:07:45 saniye havuzun içinde yaşam mücadelesi veriyorduk. Havuzdan beden sonra Barboros , Meriç , Lavin ,Lale , Deren ve Asır çıkmıştı. Tek çıkmayan kişi Ediz ‘ di. Neden hâlâ çıkamadığını merak ediyordum. Hızla aldığım nefesi tutup havuzun içine daldım. Ediz hala kafesin içindeydi.
Anahtarı almıştı ama açamamıştı kapıyı. Yanına doğru yüzmeye başladım. Kafesin olduğu yere tam yaklaştığımda elindeki anahtarı ellerinden alıp kafesi açmaya başladım. Birkaç kere anahtarı sola sağa çevirdikten sonra açmayı başarmıştı. Kapıyı açıp Ediz ‘in kafesten çıkmasını sağladım. Ediz hızla beni itip havuzun yüzeyine doğru yüzdü. Bedenimi itmesiyle kafam kafesin kapısına sertçe çarptı. Kafamda kendini belli etmeye başlayan ağrıyla gözlerim karardı. Sesleri duyamaz oldum.
Başım dayanılmaz bir acıyla baş başa kaldı. Ölüyor muydum acaba? Bu çektiğim acı artık dinecek miydi? Sonsuz bir huzura mı kavuşacaktım? Acılar artık beni terk edecek miydi? Ama aklıma annem gelince bu kırılganlığı bırakıp kalan gücümle gözlerimi aralamaya çalıştım. Ediz sudan çıkmıştı. Sadece şuan ben kalmıştım havuzda.
Pes etmedim ve bende havuzun yüzeyine yüzmeye başladım. Kafamdaki ağrı git gide artıyordu. Havuzun yüzeyindeki bedenimi yükselterek havuzdan çıktım zorda olsa. Ağlamamak için dilimi ısırıyordum. Hıçkırıklarımın firar etmemesi için derin derin nefes alıp veriyordum. Ayağa kalkarak yürümeye başladım.
Bedenimi artık ayaklarım taşıyamaz hale gelmişti. Ağrımdan dolayı hiçbir şeyi hissedemez hale gelmiştim. Bulunduğum yerden hafifçe ileriye gidip sırtımı sertçe duvara yasladım. Vücuduma sinsice sızmaya çalışan soğuğu hissetmemeye çalışıyordum. Fakat maalesef ki bedenimi ele geçireli çok olmuştu. Titreyen ellerimle duvara tutunarak doğrulmaya çalıştım.
İnce ince sızlamaya başlamıştı parmaklarım hissizlik parmak uçlarımdan bedenime doğru nüksediyordu. Ruhum kanıyor , kalbim sıkışıyordu. Gözlerim artık net göremiyordu etrafı. Bedenime firar eden yorgunluk beni karanlığa hapsedecek uykuya çekiyordu. Uğultuları duyabiliyordum ama sesler etrafımda sanki çınlıyordu.
Konuşulan kelimeleri zihnimde bir araya getirip cümle olacak şekilde birleştiremiyordum kelimeleri kesik kesik duyabiliyordum. Bana ne oluyordu. Nasıl bu hale gelebilmiştim. Korkuyu ilk kez bu denli yoğun hissedebilmiştim ruhumda. Kirpik uçlarıma yoğun bir ağırlık çökmüştü. Göz kapaklarımı açıp neler olduğuna bakmak istesem de başaramıyordum. Her şey sonra sessizliğe gömüldü ve bilincim karanlığa yenik düştü.
Yoksa ölüyor muydum? Bu cehennemden kurtuluyor muydum? Kurtuluş yakın mıydı benim için? Peki bu kurtuluş da bana zorluk çıkaracak mıydı? Yine mi kanayacaktım daha derin.? Artık ben bedenimde huzuru ağırlamak istiyordum acıyı değil hayatın geri kalanında sakin bir hayat yaşamak istiyordum.
|
0% |