Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Bölüm 1

@kupra_

“Hadi kızım! Yapma böyle!”
“Hürrem hadi kızım, ilerle artık!”

Yine mükemmel bir sabaha uyanmıştım, henüz sabah demek yanlış gibi geliyordu ama güneş yavaştan gökyüzünde ilerliyordu. Her gün monoton haline gelen rutinime Hürrem’in asla sıkılmadığı inatlaşmalarıda devam ediyordu.

“Sen inat, ben senden inat, hadi bakalım!” Diyerek önce bir tur direksiyona vurup, anahtarı yeniden çevirdim. 1934 yılından kalma Hürrem yani Vosvos’um bu sabahta işe geç kalmam için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Zaten bu aralar millete maskara olmaktan başka bir işe yaramıyordum.

Sabah erkenden uyanmış olmanın yarattığı gerginliğe, işe gidecek olmam ve Hürrem’in her sabah çalışmayan nazlı edâlarıda eklenince işler epey çekilmez oluyordu. Üstelik işe her gün geç kalıyor, hayatta hiçbir yerde kemer bağlayamadığım yetmiyormuş gibi, basit bir müşteri temsilcisi bile olamıyordum. Canını yediğim, çok sevdiğim çalışma arkadaşlarımın:
“İşe gelse de gülüp, eğlensek” diye hitap ettiği tek kişi olabilirdim. Oysa benim bir ismim vardı, Bilge’ydim ben. İsmimin anlamı bile hayatta bana sırtını çevirenler arasında geliyorken hemde.

Tamam, kabul ediyorum! Zaman zaman çekilmez davranışlarım oluyordu, hatta çoğu zaman… şey sanırım her zaman!

“Hadi Hürrem, hadi kızım!”
“Söz akşam seni köpüklerle yıkayacağım, mis kokulara boğacağım.”

Bu kadar gazlamaya yürüyerek gitmeye karar vermeme çok yakın, anahtarı yeniden çevirişimle birlikte Hürrem’de nazlanmayı bırakıp çalıştığını gösteren güzel motor sesiyle yankılamıştı etrafı.
“Aferin kızıma, işte böyle!”
“Bilgeyim işte!”
En azından sadece Hürremin dilinden anlıyordum, tabi o da benim…

İstanbul’un can sıkıcı trafiği işe geç kaldığım için artık canımı sıkmıyordu. Başlamam gereken mesai saatimin üzerine koca 1 saat geçmesine rağmen ben hala yolda işe gitmek için savaş veriyordum. Bu şehri gerçekten sevmediğimi böyle anlarda yeniden anımsıyorum. Yaşamının zorluğu çok olduğundan, güzel manzaraları ve tarihi İstanbul’u kurtarmak için yeterli olmuyordu gözümde. Büyük lüks arabaların içine karışan Hürrem, ara ara motorundan çıkardığı garip seslerle bana adeta “ben nereye düştüm” mesajları veriyordu.

Her ikimizinde aklından geçenler aynıydı. Sadece nerede olduğunu sorgulayan Hürrem değildi. İzmir’den geldiğimden beri neden burada olduğumu her gün sorguluyordum. Verdiğim cevaplar çoğu zaman bana mantıklı gibi görünsede aslında çok manasızdı. Sadece ailemden uzaklaşmak istediğim için kaçmıştım buralara. Aslında daha yakın bir konumada kaçabilirdim ama nedense o zamanlar içimden bir ses bana İstanbul’a gitmem gerektiğini söyleyip durmuştu.

İç sesimin yönlendirdiği her yolun koca bir yanlışa çıktığını görmezden gelerek yine onu dinlemeyi tercih etmiştim. Daha yeniydim aslında buralarda, alışmak için zaman tanımalıydım biraz kendime. Konfor alanından çıkan her insan evladına zor gelir başta her şey.

Arabada olmama rağmen kan ter içinde kalmış bir şekilde ofise uzanan merdivenleri tırmanmaya başlamıştım. Kapıdan içeriye dahi giresim yoktu. Yine herkes yaşımı umursamadan benimle dalga geçecekti. Her gün aynı şeyleri yaşamak egoma büyük hasarlar veriyordu.

Mantıklı yanım insanların söylediklerini onaylıyor bana, “Kaç yaşına geldin azcık bir şeyler öğrende güldürme kendine!” Diyor, ben akılsız tarafımı seçiyor her gün başka bir nedenle kendime güldürmeye devam ediyordum.

Büyük koç grubuna bağlı bir çağrı merkezinde müşteri temsilcisi olarak çalışıyordum. Dışarıdan bakıldığında çalışma saatlerim herkesin sahip olmak isteyeceği kadar güzeldi. Tabi bir de bu güzelliklerin farkında olmamak için direnenler vardı, yani varım, o sadece benim!

Yaşıtım, küçüklerim, hatta büyüklerim bile dahil olmak üzere herkes sorumluluklarının bilincinde bireylerdi. Hiçbiri benim gibi işlerine geç kalmıyor, bu nedenden olsa gerek mesai saatlerini hep benden önce bitiriyorlardı. İmzaladığım sözleşmede çalışma saatim 09:00/17:00 olarak görünsede ben her sabah 07:00 sularında evden çıkıyor, 10:00’dan önce de iş yerimde olamıyordum. Bu kadar geç kalmanın bir yaptırımı olmalı diyen patronum her gün beni 10:00/ 20:00 arasında mesaide tutmaktan büyük bir keyif alıyordu.

Ofisin kapısını açıp içeriye adım atar atmaz temizlik işlerinden sorumlu ayşe ablayla göz göze geldim. İki saniye süren bakışmamızın ardından her gün geç kalıyor olmamdan rahatsız olduğunu belli etmek istercesine dudaklarının arasından çıkardığı çık çık sesleriyle konuşmuştu benimle. Verebileceğim bir cevap olmadığından adımlarımı hızlandırmakla yetindim sadece.

Çalışma arkadaşlarımın tamamı masalarında yerlerini almış, kulaklarını takmış, hep bir ağızdan müşterilerle iletişime geçmeye başlamışlardı. Onca topluluğun arasında görünen her yeri mas mavi şeylerle donatılmış boş masa ise sahibini beklemekle meşguldu. Ah! Tabiki o masa benimdi. Siz lütfen boş kalan tek yer olduğu için değil, her yerinin mavi olmasından anlayın bana ait olduğunu.

Koridorun tam karşısında yer alan patronumuzun ofisinin kapısı açıldığında, yerin yarılmasını ve içine düşmeyi dilemiştim. Maalesef dilediğim evren tarafından kabul olmadığından Atilla bey ile bakışlarımız hızlıca buluştu. İç sesim bana kızıyor, neden bu kadar oyalandın, hadi oyalandın neden gelince hemen masana geçmiyorsun da bu adama kapı girişinde yakalanıyorsun, diyordu. Sonuna kadar haklıydı ama konumuz kesinlikle bu değildi, ah! Aslında tam anlamıyla buydu.

“Yine mi Bilge?” Diye bağıran ve gözlerinden ateş çıkarcasına köpürmüş sesin sahibi kesinlikle Atilla beydi.

Küçük bir çocuk gibi karşısında gözlerim dolmuş bir şekilde, “Üzgünüm Atilla bey, arabam arıza yaptı, üzerine bir de çok…-“

“Sus Bilge! Üzerine bir de çok trafik vardı diyeceksin değil mi? Gerek yok, hiç kendini yorma! Her gün aynı yalanı söylemekten utanmaz bir hale geldin. Çıkacağın saati biliyorsun, sana kolay gelsin diyeceğim ama eminim ki gelmeyecek!” Diyerek hışımla yanımdan geçip ofisi terketmişti sevgili patronum.

Her gün yediğim lafı yine yemiş, tuvalette küçük bir ağlama seansı atlattıktan sonra masamda yerimi almıştım. Sandalyeye oturduğum an Mehmet yanımdan garip sesler çıkararak odağımı kendisine çekmeyi başarmıştı. Bu sesleri ona bakmam için çıkardığını anladığımda hala adımı bilmiyor olması kalbimi bir kez daha kırmıştı.

“Safsafon yine erkencisin.” Diyerek üzerine bir de çok komikmiş gibi alayla gülmüştü. Cevap vermemeyi tercih ederek işime odaklanmaya çalışsamda kalbim kırıldığı için düşündüğüm tek şey buydu. Yüksek ihtimalle bütün gün neden böyle biri olduğum konusunda kendime acımasız eleştiriler yapacaktım.

Bana safsafon demesinin nedenine de gelecek olursam, çok saf ve salak biri olmamdan kaynaklı, saksafondan türemiş bir kelimeymiş. Evet, yanlış tahmin etmediniz bu kelime bu ofiste sadece benim için türedi. Diğer herkesin adı var!


Saçma sapan başlayan günüm hız kesmeden tüm saçmalığıyla devam ediyordu. Mehmet´in benimle dalga geçerek günlük dozunu almasından sonra biraz canım sıkılsa da artık bu alışık olduğum bir durum haline geldiği için kolayca atlatmıştım. Her gün yeni bir problemi alışkanlık haline getirmeye başlamıştım. Durumun benim için pek iç açıcı olmadığının farkındaydım ancak içimden bir ses bazen insanlara çok hak veriyordu. Benimle dalga geçtikleri her konunun altında büyük bir haklılık yatıyordu, bu nedenden olsa gerek kabullenmek alışkanlık haline geliyordu.


Düşüncelerim arasında bilgisayarıma gelen arama bana hala yapmam gereken işlerim olduğunu hatırlatmıştı. Fazla bekletmeden çağrıyı yanıtladığımda iç sesim saçmalık yapmamam için dua etmeye başlamıştı.

"Ben Bilge, size nasıl yardımcı olabilirim?"


"Merhaba Bilge Hanım, uygulama girişimde anlam veremediğim bir sorun yaşıyorum, neden olduğuna dair bilgi almak için aramıştım sizi."


İç sesimin ettiği dualar kabul olmamışçasına görüşmede sessizlik hakimken araya giren saçma ses tonuma eşlik eden, "Hangi uygulama?" sorusu karşımdaki hanımefendiyi de bir süreliğine sessizliğe uğurlamıştı.

İçinden benim onunla dalga geçtiğimi ya da yanlış hatta bağlandığını düşündüğüne yeminler bile edebilecekken sessizliği bozan, düşüncemi haklı çıkaran yanıt, "Kitap sepeti müşteri temsilcisi değil mi? Yanlış hatta mı bağlandım?" sorusu olmuştu.

İç sesimin küfürleri eşliğinde yediğim bu boku toparlamam gerektiği kafama geçte olsa dank ettiğinde, "Ah! Kusura bakmayın, evet kitap sepeti, doğru hattasınız. Yaşadığınız problem tam olarak nedir?" diyebilmiştim. Görüşmelerimizin kayıt altına alındığını bildiğim için bir haftaya kalmaz patrona uyarı araması yapılacağını da tahmin etmem pek zor olmamıştı.

Kadına, biraz daha saçmalamamak ve işten kovulmamam adına beynimin yüzde yüzünü kullanarak yanıtlar vermiş, sorunu tamamen çözmüştüm.

Bazen bir şeyleri düzgün yapamıyor olmak canımı fazlasıyla sıkıyordu. Aslında hep böyle değildim. Deli dolu, neşeli, hayatı mutlu yaşayan, her ne olursa olsun olumlu bir bakış açısına sahip bir kişiliğim vardı. İyiliği ve insanları o zamanlar çok severdim. Annemin kızıydım çünkü ben, onun bana ilk öğrettiği ve asla unutmamamı istediği şeydi iyilik.

Sonra bir şeyler oldu, sanırım buna büyümek ve tecrübe edinmek deniliyordu, üzerine annem dünyaya veda etti, o günden sonra yavaş yavaş kaybettim her şeyi. Önce iyiliklerim bitti çünkü küçük aklımla Allaha annemin hasta olduğu zamanlarda "Yaptığım iyiliklerin hatırına annemi bana bağışla." diye dualar ediyor olmam bir işe yaramadı.

Sonra yanlış yollar ve aşklar çıktı karşıma. Sanki hayatımda sahip olduğum tüm doğrular annem sayesindeydi de o gidince her şey ve herkes terk etti beni. Sonrada ben hiç kendimi bulamadım zaten, çok aradım ama hiç ulaşamadım.

Dört duvarların içine sıkışıp kaldım, yastığımın ıslanan yüzü ve sessiz çığlıklarımı örten gece şahitti her şeye, onlardan başka kimsem de yoktu. Başımı yaslayacağım omuzlar çok görüldü bana, bende vazgeçtim hayattan, umuttan ve sevmekten. Biraz kafayı da sıyırdım tabi, alkole vurdum tüm acılarımla kendimi. Berbat ettim her şeyi ama benden daha kötü bir durumda olan yoktu etrafımda.

Hayatı ne kadar çok ciddiye alırsam o kadar çok acı çektiğimin farkına vardım ve saldım her şeyi. Önemsemedim, ilgilenmedim, umursamadım. Bana hiç gelmeyen mutluluğun kapımı çalmasına dair olan beklentilerimin hepsini kapının önündeki çöpe sıyırdım.

Annemi kaybedeli dolu dolu iki gün bile olmadan babamın eve başka bir kadınla gelip "Artık bu senin annen." deyişi küçük yaşımda aklıma kazıdığım ve bu yaşıma kadar unutmadan taşıdığım pisliklerden sadece birisiydi. Böyle daha bir sürü neden vardı evden uzaklaşmam için.

O kadının annem hakkında ileri geri konuşmaları, bunları babama anlattığımda beni ciddiye almaması, birlikte bir çocuklarının olacağının haberini aldıktan sonra kadının beni babamın evinden kovuşu ve babamın bana sahip çıkmak yerine kapı dışarı edişi.

Loading...
0%