Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Bölüm 3

@kupra_

Evden ayrıldığımdan beri, gecenin köründe bomboş caddelerde bana eşlik eden hıçkırıklarımla yürüyordum. Kendimi kaybolmuş gibi hissediyordum. Nereye gideceğimi bilemiyor, sadece ağlıyor ve uzanan caddeleri düşüncelerimle takip ediyordum. İçimdeki kimsesizlik hissi daha çok artıyor, kendi dünyamda kendimi kaybediyordum.

Bu gece sadece değişen hayatıma değil, her şeye ağlıyordum. Öyle bir ağlamaktı ki bu, tam dolu bardağa bir damla su eklemek gibiydi, duygularım taşıyordu ve ben buna engel olamıyordum. Göğüs kafesimin tam ortasına oturan koca bir hiçlik hissi, annemi daha çok özlememi sağlıyordu.

Onun yanında olma isteğim coşuyor ve onsuzluk canımı yakıyordu. Kollarının arasına girip, kokusunu içime çekmek istiyordum. Şimdi onun desteğine en çok ihtiyacım olduğu bir zamandaydım. Hoş gerçi yaşıyor olsaydı bende bunları yaşamak zorunda kalmayacaktım.

Bu gece tüm dünyaya kırgındım ben, annemi benden alan, babamı değiştiren, umutlarımı çalan, bana kendimi böyle hissettiren her şeye ve herkese çok kırgındım.
Gecenin ilerleyen saatlerinde perişan bir halde soluğu otogarda almıştım. Önümde kocaman binlerce otobüs vardı ama ben hangisine bineceğimi bilmiyordum. Evsiz kalmak buydu sanırım, bir daha hiçbir yere ait hissetmemek, nerede olacağını bilememek.

Güzel İzmir'i mi arkamda anılarımla bırakacaktım. Koca geçmişime yeni bir sayfa açacaktım. İyi de ben tüm bunları nasıl yapacaktım? Koca hayata karşı nasıl tek başıma savaşacaktım?

Yeni bir yola çıkmak ve yeni temiz bir sayfa açmak böylesine zor değildi elbette, yola çıkmak zorunda kalmak zordu. İstemeden yapmak, zorunda kalmak. İçin kan ağlaya ağlaya gitmek zordu.

Cüzdanımı çıkarıp içinde ne kadar param olduğuna baktım, çok birikimi olan biri olmadığım için en fazla bir ay idare edecek kadar param vardı. Yeni bir şehire gitmek sorun değildi ama gittiğim yerde nerede yaşayacağım, nerede kalacağım büyük bir problemdi.


Cebimdeki paranın yaşam için bir yer kiralamama yetmeyeceğini biliyordum. Bu yüzden acilinden de bir iş bulmam gerekiyordu. İş deyincede aklıma İstanbul geliyordu.
İç sesim bana oraya git diyordu, mantıklı yanım kabul ediyordu, orası büyük çabuk iş bulursun diye onaylıyordu. Kalbim istemiyordu, kalbim ailemle kalmaktan yanaydı, güzel İzmir'im de anılarımla yaşamaya devam etmek istiyordu.

Öğrendiğim ikinci derste bu olmuştu hayat okulundan. Kalpten neyi çok dilersen ilk o olmazdı. Kolay bildiğin zorlaşır, önüne dağlar bir bir diziliverirdi. Kalp çoğu zaman istekli ama yaralıydı. Ve kalbin tüm olmazlara inat bitmek bilmeyen bir istek gücü vardı. Bıkmadan, usanmadan isterdi. Kalp öyle bir şeydi ki, bazen de olmayacağını bile bile isterdi. İmkansıza koşardı.

O gün içimden gelen o sesi dinledim ve İstanbul'a ilk otobüse bilet aldım. İçimdeki kırgınlık nereye gidersem gideyim geçmeyecekmiş gibi hissettiriyordu. Çok uzun bir süre öylede oldu. Uzun uzadıya bitmek bilmeyen yol, ara ara verilen molalarda eklendiğinde çile haline gelmişti.

Güneş tepede yükselmiş, uykusuz gözlerim camdan vuran ışınlarla iyice kısılmıştı. Saatlerce ağlamış olmak gözyaşlarımı durdurmak için yeterli olmamış, damla damla akmaya yol boyu devam etmişlerdi.

İstanbul otogara indiğim anı da hala dün gibi hatırlıyordum. İnsanların birbirine koşarak sarıldığı ya da birlikte yolculuk yapan çiftlerin dinlendiği, yoldan sıkılmış küçük çocukların hırçın tavırları ve annelerinin arkalarından "Dur oğlum! Dur kızım!" koşturmacaları ve o koca kalabalığın içinde benim kimsesizliğim...

Etrafı inceleyen boş bakışlarım, hareket etmek istesem de hangi yöne gideceğimi bilmeyen tavırlarım. Hayatımda ilk defa yalnız kalmıştım ve bu tüm sınavlarımın en zoru olmuştu.

Nereye gideceğimi bilmediğim için bankın birine oturmuş öylece etrafı inceliyordum. İnsanları seyrediyor ve neden böylesi bir mutluluğa sahip olmadığıma küfürler ediyordum. Başımı kaldırıyordum mavinin en eşsiz tonuna, Sevgi'ye bakıyordum. Işığıyla kucaklıyordu beni, sanki ona baktığımı fark ediyor ve buradayım demek istercesine daha çok parıldıyordu.

Meğer o gün Sevgi cidden oradaymış, sadece parlamıyor aynı zamanda tüm yüceliğiyle bana destek olacak birini gönderiyormuş.

Aç karnım gurulduyor ama canım bir şey yemek istemiyordu. Boğazımda düğümlenen yumru hiç geçmiyor kalbim içten içe sızlamaya devam ediyordu. Ta ki oturduğum bankta bir hareketlilik hissedene kadar. O kadar dalmışım ki içimde kopan fırtınalara yanıma birinin oturduğunu bile fark etmemişim.

Orta yaşlı, üzerine giydiği mavi elbisenin içinde parlayan bu kadın çantasından poşete özenle koyduğu sandvicini çıkartmaya çalıştığı sırada onu fark etmemi sağlamıştı.

Göz göze geldiğimizde yüzünde sıcacık bir tebessüm belirmişti. Parlayan gözbebeklerine eşlik eden incecik ses tonuyla bana, "Aç mısın? Sende ister misin?" diye sormuştu.

Teklifi beni şaşırttığı için birkaç saniye konuşamamış öylece ona bakakalmıştım. Bu devirde kim hiç tanımadığı biriyle sandviç paylaşmak isterdi ki!

Sessizliğim onun yanlış anladığım hissine kapılmasını sağlamış olacak ki, aceleyle yeniden konuşmaya, kendini savunmaya başlamıştı.


"AH! Üzgünüm, yanlış anlaşılmak istemem. Siz açsanız tabii gidip kendinize bir şeyler alabilirsiniz. Demek istediğim aslında bunun bana fazla geleceğini bildiğim için ziyan etmemek adına paylaşmak ister misiniz?"

Bu tatlı telaşlı hali beni güldürmüştü. Çatık kaşlarım yumuşayıp, gergin halim yerini keyifli bir ifadeye bıraktığında o da benimle birlikte gülmeye başlamıştı.

"Sorun yok, telaşlanmayın. Sizi anladım ve evet sandviçinizi paylaşmak isterim."

"Harika!" Diyerek elinde tuttuğu sandviçi ortadan ikiye bölerek bir kısmını bana uzatmış ardından, "Afiyet olsun." diye eklemişti.

İçten bir tebessümle ona teşekkür etmiş, ardından kabaran iştahımla sandviçin hepsini hızlıca yemiştim. Ona baktığımdaysa şaşkın bakışlarla beni izlediğini ve sandviçine henüz hiç dokunmadığını görmüştüm.

"Siz aç değil misiniz?"
Sorum karşısında sandviçine bakmış ardından yeniden benimle göz temasına geçmişti. Düşündüğünü belli edercesine mırıltılar çıkartmış, "Aslında değilim, bunu da yemek ister misiniz?" diye sormuştu.

Bunun bir yalan olduğunu biliyordum, sadece hızlı yediğim için benim çok aç olduğumu düşünmüştü. Aslında doğruydu da, deli gibi acıkmıştım ama diğer yarımı da yiyerek ona ayıp etmek istemiyordum.

"Teşekkür ederim, yeterliydi." diyerek onu nazikçe geri çevirmiştim.

Sevgi ablayla böyle tanışmıştık işte. O gün o bankta bir araya gelmiş bir daha da hiç ayrılmamıştık. İstanbul'da tek başına yaşayan, hayata neşeyle bakan biriydi. Gücünün yettiği kadar yaptığı ev işleriyle geçimini sağlıyor, yaşamını ölen eşinin bıraktığı evde devam ettiriyordu. Sevgi abla anneme çok benziyordu, sadece isimleri aynı değildi, yaşamları, bakış açıları, olaylara verdiği tepkiler, böyle bir çok ortak noktaları vardı. En sevdiğim özellikleriyse ikisinin de beni çok seviyor olmasıydı.

Sevgi ablayı tanımak ve sevgiyi yeniden hissetmek beni o zor zamanlarımda ayakta tutan tek şey olmuştu. O gün o bankta Sevgi ablaya tüm hayatımı anlatmıştım, benimle birlikte ağlamış, destek olmak için sırtımı sıvazlayıp durmuştu. Sonra bana asla geri çeviremeyeceğim o teklifi sunmuştu.

"Gel yalnızlığımızı paylaşalım Bilge." demişti. Bu yalnızlığa karşı yaptığımız en güzel ortaklık olmuştu.


En zor zamanımda göndermişti rabbim onu bana. O gün nereye gideceğini bilemeyen ben, Sevgi ablanın peşine takılmıştım. Onun Ataşehir'de bulunan, küçük tatlı evine gitmiştik. İçeri girer girmez evin bir odasını benim için temizlemeye başlamıştı. Ne kadar yardım etmek istesem de elimi bir şeye sürmeme izin vermemiş, her şeyi kendi başına halletmişti.

Birkaç gün iş bakmama bile müsaade etmemiş, önce kafamı toplamam konusunda beni uyarmıştı. Ruhumu dinlendirmeme yardım etmiş, güzel anne yemekleriyle midemi neşelendirmişti. Kaç gün bekledim bilmiyorum ama günden güne onun sevgisi ve yardımıyla daha iyi hissediyordum, bu aralar ev temizliklerini arttırdığı da gözümden kaçmıyordu, zaten bana sahip çıkmış ve imdadıma yetişmişti. Ona yük olmak, benim yüzümden daha çok yorulmasını istemiyordum.

Tatlı tatlı sohbetler eşliğinde yemek yediğimiz bir gece artık iş bulmam konusunda onu ikna edebilmiştim. Ertesi gün vakit kaybetmeden oturduğumuz mevkide dolaşmaya çıkmış, kafe ve mağazalarda gördüğüm ilanlar için görüşmeler yapmıştım.

Tam zorlu yollarım bitti derken, hayatın bana yeni zorluklar hazırladığını bilmiyordum. Gün içinde yaptığım birkaç görüşmenin güzel geçmesiyle neşem yerinde dönmüştüm eve. Sevgi abla henüz gelmediği için akşam yemeğini hızlıdan hazırlamaya koyulmuştum. Çalan telefonum dalgın halde olduğumdan irkilmeme neden olmuştu ki, ekranda yazan numaranın bilinmeyen bir numara olduğunu görmek beni daha çok germişti.

Neyden korktuğumu bile bilmiyorken çağrıyı titreyen sesimle yanıtlamıştım. Korkulacak bir şey olmadığını, telefonda ki adamın iş görüşmesi için aradığını söylemesiyle anlamıştım. Eve yakın konumda olan bir kafeydi burası, dizaynı hoş, çalıştırdığı personeli ayrı hoştu. Sanki özenle iyi insanları seçmişler gibi görünüyordu ki, ben o kafede işe alınmıştım.

Ertesi gün sabah erkenden işimin başında olacak olmanın verdiği mutlulukla yemeklerde hazırlanmıştı. Mutluluğa mutluluk ekleyen Sevgi ablamda kapıdan girdiğinde, hayatımın güzelliği benim için dudak uçuklatan cinstendi.

Loading...
0%