@kurgularlayasam
|
1997, 21 Aralık Minik bir beden, çok cılız bir sesle ağlarken soğuk ameliyathanede elini tutan adama yorgunluk dolu bir mutlulukla baktı kadın. Yemyeşil gözleri, kahverengi alnına yapışmış saçları, kızarmış yanakları ile yine ve yine çok güzeldi. "Kızımız geldi güzelim, kızımız bizimle." dedi adam ve kalın dudaklarını kadının alnına bastırdı. Az önce sıcak gelen ten şimdi sıcak gelmiyordu. Bir yanlış vardı, bir problem vardı. İçinde engellenemez bir korku belirdi. Kalbinde derin bir sızı peyda oldu, nefesi kesildi. "Kanı durduramıyoruz. Bir sorun var. Çabuk cerrahı çağırın." doktorun bağıran sesini yarım yamalak duydu adam. Mavi gözlerini 1 saniye olsun sevdiği kadından ayıramadı. Büyük elleri ile kadının ince elini sarmış, sıkıca onu yaşama bağlamaya çalışıyordu. Kadın ise küçük bir tebessümle ve dolu gözlerle bakıyordu sevdiği adama. Biliyordu. Ölüyordu. "Onlara iyi bak Yavuz. Sevgim sizinle..." sessizliğin en sesli hâlinde bir fısıltı ile veda etti sevdiği adama. Sol gözünden bir damla yaş süzüldü yanağına. Tebessümü büyüdü. Ve yeşil gözleri bir daha açılmamak üzere kapandı. Zemheri Türksoy ismi gibi soğuk bir kış gecesi, bebeğini dünyaya getirdikten dakikalar sonra son nefesini verdi. "Hayır. Bırakma, beni bırakma kış çiçeğim. Sensiz ben diye bir şey kalmaz ki güzelim." sevdiği kadın gibi fısıldadı adam. Sessizdi. Sessiz ve feryat doluydu. Gözlerinden yaşlar ardı ardına düşerken yavaşça sıkı sıkı tutunduğu ince eli bıraktı ve sevdiği kadının kapanan gözlerinden öptü. Ayrılık getirir, dendiği için hiçbir zaman öpmemişti o tutulduğu yeşilleri. Şimdi öptü. Vedanın da en sessiz tonuydu bu öpücük. Alev alan dudakları, yanan yüreği, devleşen aşkı, dilinin ucunda duran veda cümleleri... Hepsi sessizlik dolu bir öpücükteydi. Üç belki de dört adamın zorla onu tutup çekiştirmesiyle zorlukla çıkarıldı ameliyathaneden, zorlukla ayrıldı hiç ama hiç bırakmak istemediği sevdiği kadından. Bakakaldı kapanan ameliyathane kapılarına. Dizleri üzerine çöktü ve sessizce ağlamaya devam etti. Bu ameliyathanenin çıkışında çok fazla şeye şahit olmuştu. Çok mutluluğa ve acıya... Ama kafasında hiç hem en mutlu ânın hem de en yerle bir olduğu ânın aynı anda olacağını kurmamıştı. O düşünmüştü ki bebekleri ilə buradan çıkıp evlerine giderlerdi. Yıllar geçerdi. Zemheri ile aşkları günden güne büyürdü yine. Belki şehit olurdu, belki gazi ama kafasındaki hiçbir senaryoda sevdiği kadının ölümü yoktu. Olamazdı da. Zemheri onun için kayan yıldız, paketteki ters çevrilen sigara, dört yapraklı yoncaydı. Zemheri onun en büyük şansı, derinleşerek büyüyen sevdası ve hep yenildiği savaşıydı. Gel gör ki Zemheri ilk kez savaşı kaybetmişti. Ve Zemheri'nin kaybettiği savaşta hiçbir kazanan yoktu... Durgunca kafasındaki galoşu çıkardı. Elleri ilk kez titriyordu. Acı bütün damarlarının içinden kalbine yol alan bir zehir misali sinsice yayılıyordu her yanına. İlk kez böylesi yanıyordu adam. 32 yıllık yaşamının tüm ilklerini yaşatan kadın ona son bir ilk vermiş ve hayatını yitirmişti. Geriye sadece sevdiği kadından kalan emanetler vardı. Sevdiğine yansa da evlatlarına baba olmak zorundaydı. "Kalk hadi sevgilim. Kalk ve bebeklerimizin yanında ol. Annesizlik varken babasızlık da yükleme onlara." Geriye kalan ömrü boyunca duyacağı fısıltıyla, sevdiği kadın omuzlarından tutmuş ona telkinler veriyordu. Hayattayken hep yol gösterirdi adama, şimdi ise ruhu yol gösteriyordu. Adam beyninde ona öğretilen bütün o mantık kurallarını çöpe attı ikinci kez. Sevdiği kadını bilincinde de olsa görmek, delirmek demekse hazırdı delirmeye. Yavaşça ayağa kalktı. Beyaz bir duman gibi tüm güzelliği ile ona yol gösteren biriciğini takip etti. Yavaş ve sarsak adımları bebek bakım ünitesinin önünde durduğunda küvezde gördüğü cılız bedeni tanıdı. Kızıydı. İsmini de güzelliğini de annesinden alan minik bir kız çocuğu, minik kızları: Dilruba Ayşe Türksoy. Sağlıklıydı. Erken doğmuştu, küçüktü bedeni ama tutunuyordu hayata. Abisi gibi inatçıydı. Doğduğu gün, annesini kaybettiğini bilmeden, masumca gözlerini açıp kapatıyordu. "Çok güzel değil mi Yavuz?" Duyduğu fısıltı ile gözlerini kızından çekti. Yanında duran beyaz dumanı onayladı başıyla. Sanki konuşsa uçup gidecekti sevdiği kadın, sanki bilincinin ona oyun oynadığı bir halisünasyon değildi de orada bir nefesle dağılacak bir dumandı. "Son nefesimde senden istediğimi unutma olur mu? Onlara iyi bak." Adam gözlerinden düşen yaşları sildi. Nafileydi, yaşlar ardı ardına düşüyordu yeniden ama yine de sildi. İşaret dili ile sessiz bir kelime daha sundu sevdiği kadına. "Sözüm söz, sevda çiçeğim." Yavaşça uzaklaştı beyaz duman. Yok oldu. O an huzursuzlukla kıpırdandı Dilruba. Annesizlik derinden bir acıydı ve bu acıyla yüzleşen iki minik candı... Ağır ağır yok olan dumandan bakışlarını çekip güzeller güzeli kızına döndü adam. Nəfəsi titrədi. Husursuzlanan kızına "Buradayım. Yanındayım Dilruba'm, ay çiçeğim." dedi sessizce. Sesi ulaşmadı belki ama kızına yanında olduğunu hissettirdi. Huysuzca kıpırdanan minik beden sakinleşti. Annesi gitmişti ama babası buradaydı... "Baba." nefes nefese kalmış minik bir oğlan çocuğu koşarak bebek bakım ünitesinin önündeki adamın arkasında durdu. Adam isə kulaklarına dolan sesle irkildi. Sessizliği ve acısı gözlerinden taşmaya devam ederken arkasına döndü. "Evlat." dedi dizləri üzerine çöküp oğlunun ona sarılmasına müsaade ederek. 4 yaşındaki minik oğlan isə babasının mutluluktan ağlamadığını anlayabilmişti. Oysa çok kavram yoktu hayatında. Anne, baba ve kardeş kelimelerini yerine oturtabilmiş, aile denen şeyin ne olduğunu öğrenebilmişti ama bu durum farklıydı. Anlayabileceği bir acı değildi bu. "Baba, neden?" diye sordu babasının gözyaşlarını minik parmakları ile göstererek. Cevap veremedi adam. Veremezdi. "Baba, annem nerde?" Masumca sorulmuş, meraklı bir soruydu lakin cevabı matemdi, cevabı feryattı, cevabı bir âh çekişti. Yıkılışı dahi yıkıldı adamın. Sessizce, titreyerek, acıyla ve oğluna sarılarak ağlamaya devam etti. "Yavuz, oğlum, tutamadım. Sana koşup geldi." dedi koşarak koridordan gelen kır saçlı, dinç duruşlu adam. Yaklaştıkça acıyı sezdi yüreği. Sabahtan beri yüreğinde beliren sıkışma bu noktada boğazında bir yumru ile şiddetlendi. "Yavuz!" diye gür bir sesle ihtimal vermek istemediği o acıyı sorguladı. Kızım nerede Yavuz? diye sormak istiyor ama cevabı zaten biliyor, itiraz etmek istiyordu. Çehresi acıyla sarsıldı, orman yeşili gözlerine kara gölgeler düştü. Oğluna sarılıyorken karşıdan gelen kayınbabasına baktı adam. Bakışlar her şeyi anlatırdı. Anlattı da. Kızın, sevdiğim kadın, Zemheri, öldü baba. Dizleri üzerine çöktü ellilerindeki adam. Kırışıklık düşmüş yüzünde namütenahi bir acı yayıldı. Evladı, biricik kızı, tutunduğu en güzel dal... "Zemheri'm, soğuk kış gecesi bana verilen hediyem, güzel yavrum..." kısık sesiyle haykırdı. Boğazını delen acı, gözlerinden taşan gözyaşına da bulaşmıştı, zehir gibi. Yakıyordu. Her zerresi yanıyordu. Evlat canın yongasıdır, derdi hep. Canının yongası yitip gitmişti, biricik eşi gibi... Soğuk bir kış gecesi, annesinin ölmüş bedeninden sağ çıkan bir bebekti Zemheri. Annesi gibi yeşil gözleri, çipil çipil bakışları, ufak bir tebessümü vardı. Annesi gibi sessizdi, onun gibi konuşur onun gibi susardı. Annesi gibiydi... Sadece yüz veya davranış olarak benzememişti annesine. Annesinin kaderini omuzlamış, çeyizine işlemişti. Kader cilvesini yapmış, bir anneyi daha evladından, bir evladı daha annesinden doğduğu gün ayırmıştı. . . . . . . . . *** . . . . . . . . 1997, 20 Aralık Ayın on dokuzunu yirmisine bağlayan gecenin sonlarında müthiş bir çığlık koptu Karadeniz'de. Yağmur şimşeklerle dans ediyor, gecenin en karanlık zamanı düşen yıldırımlar ve çakan şimşeklerle aydınlanıyordu. Beyaz geceliği kanlara bulaşmış, simsiyah saçları dağılıp terle yüzüne yapışmış, acısının hiddetiyle yüzü kızarmıştı. "Asiye bira daha ikun hayde." dedi Karadeniz ağzı ile, ebelik yapan kadın. Acı ile son bir kez ıkındı kadın. Sonunda güneşin doğumu ile doğdu bir oğlan çocuğu. Ağladı güçlü bir sesle. "Uşak oldi, Asiye. Soyina soy, boyina boy oldi." dedi ebe kadın. Ellerindeki oğlanı sarıp sarmaladı ve annesinin kucağına bıraktı. Minik oğlunu sarmaladı kadın. "Hoş geldin Ali'm, Yiğit Ali'm." diye fısıldadı. Oğlunun yüzünün kocasına olan benzerliği gözlerinin dolmasına sebep oldu. İnce elini oğlunun yuvarlak suratında gezdirdi. "Baban burada değil diye korkma oğlum, bize dönecek." diye fısıldayıp oğlunun minik alnına bir öpücük kondurdu. Ebe kadın hızla ortalığı toplayıp "Ben cideyrum kizum. Canun yanarsa Fatma'yi yolla bağa, goşar celirum." dedi ve kapınin eşiğine yöneldi. Gülümsedi ona bakarak kadın. "Sağ olasın Sakine Ana. Allah razı olsun senden. Hastaneye varamazdım yoksa. Var ol." dedi minnetle. Eşikte durup gerisine baktı yaşlı kadın, gülümsedi genç kadın gibi. Bir şey söylemedi. İhtiyat dolu bir ifade ile derin bir nefes aldı ve evden ayrıldı. "Abla hadi sen uyu ben de oğlanı temizleyip beşiğine yatırayım." dedi gördüğü kanla bayılmış, yeni ayılmış olan genç kız. Kollarını bebeğe uzattı. "Dikkatli ol Fatma. Yağmur durunca şehre inip hastaneye gitmemiz lazım. Onun için Cemşid'e haber ver. O bizi götürür." dedi yorgun gözlerle kadın. Oğlunu genç kıza verdi. Onun hər hareketini izledi. Evlat, gözden hep sakınılıyordu. Kız, çocuğu bir güzel kandan arındırıp annesinin yatağının yanındaki beşiğe yatırdı. Hafiften ağlayacak gibi huysuzlandı bebek.
"Ha Bu Feleğin Kuşi Demirdendir Pençesi Kuş Yollarım Kanadini Uç Da Getir Annesini
Nenni Uşağum Nenni Nenni Oy Nenni Nenni Nenni Uşağum Nenni Nenni Oy Nenni Nenni"
Dilinden dökülen ninni oğlunun sakinleşmesine ve babası gibi çipil çipil bakmasını sağlamıştı.
"Oğlum adam olacak Kanı deli akacak Mertliğin destanını benim oğlum yazacak
Nenni uğaşum nenni Oy Nenni Nenni Nenni uğaşum nenni Oy Nenni Nenni"
Hafiften gözleri ağırlaştı bebeğin. Hafiften sesi tizleşti kadının. Anneliğin merhameti sesinden taştı.
"Sabah sesinle olur Yayla sesinle meşhur Bekle sevdiğum bekle Uşağum seni bulur
Nenni uşağım nenni nenni Oy nenni nenni nenni Nenni uşağım nenni nenni Oy nenni nenni"
Bu noktada gözlerini kapattı minik oğlan. Huzur dolu bir ifade ile uyudu. Kadının ise yüreğine müthiş bir acı saplandı. Sızlayan kalbinin üzerine yumruğunu bastı. Yavaşça ninninin sözlerini tekrarladı. Bekle sevdiğum bekle, uşağum seni bulur. "Bizi bırakmamış ol Korkut. Oğlunun kokusunu içine çekmeden gitmemiş ol." dedi içinden. Lakin biliyordu, çoktan yitip gitmişti sevdiği. Seven sevdiğini hissederdi. Hissediyordu. Sevdiğinin kalbi artık atmıyordu. Sessizce ağladı bu hise. Kaçmak istedi. İnanmak istemedi. Uyuyamadı. Genç kız uyudu ama o uyumadı. Saatler geçerken göğsündeki ağrı derinleştikçe derinleşti. Derken kaçtığı gerçek onu buldu. Yağmur şiddetini hafifletmeden geceden kaldığı gibi devam ediyordu. Yaylanın çamur olan yollarında peş peşe arabalar vardı, bir konvoy. Düğün yoktu. Bu konvoy düğün konvoyu değil şehit konvoyuydu. Ve şehit konvoyu koca yaylada yayla halkının dahi orası olmasın dediği evin önünde durdu. Tören üniforması ile bir binbaşı arabadan indi. Ardından ona şemsiye tutan postası da indiğinde ona "Şemsiyeyi kapat asker." dedi. Ağır adımlarla yayla evinin kapısına dayandı. Kapıyı çaldı yavaşça. Kadının canından can gitti. Sesine soluğuna bittiği adam sahiden de artık nefes almıyordu. Nefesi kesildi. Başı zonkluyor, elleri titriyor, vücudu güçsüzlükle sarsılıyordu. Yavaşça beşikteki uyanıp güçlü bir sesle ağlayan oğlunu kucağına aldı. Sarsak adımlarla kapıya yürüyüp tahta kapıyı açtı. "Sus!" dedi hiddetle. "Bana kocamın şehadet haberini verme!" diye gürledi. Derin bir nefes aldı karşıdaki binbaşı. Kadının kucağındaki bebeğin yeni doğduğu aşikardı. İçi titrədi. Kollarında can veren askerin son sözleri aklına geldi. "Bir ölür bin diriliriz komutanım. Ben ölsem ardımdan oğlum gelir." Gelmişti. Oğlu, Yiğit Ali'si doğmuştu. "Kızım bak bil-" bir şeyler söylemeye çalıştı binbaşı ama kadın onu susturdu. "Sen binbaşı, sen hiçbir şey bilmiyorsun. Bana biliyorum demeye sakın dilin varmasın." diye bağırdı. Asiye'm, deniz gözlüm, ben yoksam oğlum var. Güçlü dur. Duyduğu sesle soluna döndü kadın. İnce bir duman bulutu olan adama baktı. Veda etmeye gelmişti sevdiği, anladı. Oğlunu gösterdi. Dudaklarını kıpırdattı hafiften, "Oğlumuz." dedi. Gülümsedi adam, mavi gözleri titredi. Elveda Asiye'm. Elveda oğlum, Yiğit Ali'm. Başka söz çıkmadı ağzından. Mavi gözlerinden uzun uzun veda cümleleri okunuyordu ama o hiçbirini söylemedi. Sol gözünden bir damla yaş süzüldü. Oğluna ve karısına son kez baktı. Yavaşça kayboldu duman. Ve deniz gözlü kadının gözleri kaybolan dumanın bıraktığı boşluğa doldu. Dizləri üzerine düştü. Ağlayan oğlunu yağmur damlalarından korurken sarıp sarmaladı. "Korkut!" dudaklarından dökülen feryat karadenizi dahi titretti. Yağmur şiddetlendi, toprak yumuşadı, kuşlar sustu, hayvanlar köşelerine çekildi. Karadeniz'in şehidi vardı. Türkiye'nin şehidi vardı. Binbaşı kadının omzuna teselli verircesine dokundu. Islanmaması için şeffaf bir torbaya koyduğu eşyaları kadına uzattı. "Korkut Türkmen'in kanı yerde kalmadı kızım. İntikamı alındı." dedi belki kadınin içine bir su serpilir diye. Lakin olmadı. Sevdanın yanışı su ile sönmezdi. "İntikam bana kocamı geri vermiyor. Yere batsın intikam." diye acıyla dağlara doğru haykırdı Asiye. Sesinden taşan feryada koşan herkesin dilinde bir ağıt dolaştı. "E Asiye coxo skani kurbani..." Çocukluk sevdası olan Korkut'un dilinden düşürmediği Gyuli Ckimi ağıdı asıl şimdi ağıt olmuştu. Fakat ağıt Korkut'a değil Asiye'ye yakılıyordu. Çünkü herkes biliyordu, şehit olan Korkut'tu ama Asiye ölmüştü. Gyuli ckimi sin var ida baskasa Ckimire do gickitas gyuli Ağıt bitti. Asiye de bitti... Askeri konvoy görevini tamamlayıp giderken ambulansla hastaneye götürüldü Asiye ve oğlu. Dünyaya geldiği ilk gün büyük bir acıyla sarsılan Yiğit Ali, ikinci gününde babasının tabutuna minik elleri ile tutunmak zorunda kaldı. Vedanın ne olduğunu bilmeden veda etti babasına.
Şehit, geride bir ailesi varken vatanı seçen yiğit demekti. Hep de sıvalı evlerden,yaralı yüreklerin olduğu yuvalardan çıkardı. Hem hayranlık duyar hem mateminde bogulurdu onu görenler. Şehit asker, korkusuzluğu sonsuzluğa taşıyan askerdi. Kalabalık bir tören, yakılan ağıtlar, uzun bir yürüyüş, toprağın altına giren yağız bir adam... "Ağlama uşağum, ağlama! Baban şehit olduysa sıra sende, ağlama." dedi ağlayan oğlunun kulağına yiğit yürekli kadın. Asiye ölmüştü ancak Yiğit Ali için anne olmaya devam edecekti. Kocasını bu vatana kurban etmişken oğlunu da kocasının izinde eğitecekti. Korkut'un son dileğinin oğlunun ardından gelmesi olduğunu hissediyordu kalbi. Ve o dileği gerçekleştirmeden yüreğini gömdüğü bu toprağın altına girmeyecekti. Korkut, annesi ve babasını 20'li yaşlarda kaybetmiş bir adamdı. Sevdasına hayran kaldığı annesi ve babası peş peşe yitip gitmişti. Sevgiyle büyüyen, yüreği güzel seven bir adamdı. Daha 8 yaşına basmadan Asiye'yi görmüş, gördüğü gibi de vurulmuştu ona. Sevdaya sevda ekmiş, yıllarca beklemişti sevdiğini. Sonunda evlendiğinde ise mutlulukları 4 yıl sürmüştü. Yine de yüzünde bir tebessümle şehit olmuştu. Son nefesini sevdasından şaşmadan vermek ve şehit oluyor olmak onun için en güzel sondu. Ve Karadeniz henüz habersizdi. Korkut Türkmen şehit oluyorken, Zemheri Türksoy ölmüştü. Bir tarafta yeni baba olmuş Korkut Türmen diğer tarafta yeni anne olmuş amca kızı Zemheri Türksoy. İki kuzen, geride yarım bıraktıkları sevdikleri ve çocukları varken toprağın altında kalmıştı... . . . . . . . . *** . . . . . . .
. 1997, 23 Aralık
23 Aralık olmasına 15 dakika kalmıştı. Siyah kısa saçları, gece kadar koyu kara gözleri, yumuşak yüzü, hafif çilleri, dolgun dudakları, minik burnu ile huzur ile uyuyordu minik kız. Mutfakta pasta ile uğraşan kadın ise kızının kime benzediğinin kanıtıydı. Resmen kendini kızıyla kopyalamış gibiydi. Önündeki pastayı süslemeyi bitirdiğinde hemen salona götürüp kurduğu masaya yerleştirdi. Üzerine diktiği mumları yaktı. 10 dakika kalmıştı. Mutfağı 6 dakikada toparlayıp masaya döndü. Son rütuşları yaptı. 4 dakika kalmıştı. Kızının odasına girip kızının yatağının kənarına oturdu. Yavaşça ince elini yuvarlak yüzde gezdirdi. "Ülkü, ay parçam, kalk hadi." dedi naif sesiyle. Yavaşça aralanan kara gözler mayışık bakışlarla, annesinin tebessümünde durdu. Hafiften gülümsedi. Kadın kızını kucağına alıyorken kızı direkt annesinin omzuna başını koydu. Küçücük yaşında huzuru hissettiği tek yer annesinin omzuydu, kalbiydi. Yavaş adımlarla salona giriyorken kızının gözlerini tek eliyle kapattı kadın. Yavaşça kızını sandalyeye bıraktı. Son 1 dakikadayken tam karşısına oturdu elini çekmeden. Oturduğu sandalye, dış kapının hizasındaydı. Son 30 saniye kalmıştı. Sarsak adım sesleri geldi dışardan ama ne kadın duydu ne de küçük kız. Son 10 saniye. Demir kapının kilidi açıldı. İçeriye düz bile duramayan bir adam girdi. Saçı sakalı birbirine girmişti ve güzel yüzünü kapatmıştı. Alkol benliğini ele geçirmiş ve iyiliğini elinden almıştı. Son 5 saniye. Geriye dahi bakamadan kafatasına saplanan kurşunla kafası beyaz masa örtüsü serilmiş masaya düştü. Zarif eli kızının gözlerinden çekilip düştü. 00.00 Bir kurşun daha. Bu defa çenesinin altına dayadığı silahla kendini vurmuştu adam. Her şeye şahit olmuş küçük kız donakaldı. Yüzüne sıçrayan kan, gözlerinden süzülen yaşlara karıştı. Sessizce annesinin uyanmasını bekledi. Lakin uyanmadı annesi. Bir daha hiç uyanmayacaktı. Masadaki mumlar hâlâ yanıyor, pastadaki kanı ve parçalanan kafatasından kopan parçaları aydınlatıyordu.
2 saat 38 dakika öylece orada kalakaldı. 2 saat 38 dakika annesi ve babasının cansız bedenlerinin ayağa kalkmasını bekledi. 2 saat 38 dakika durmadan, sessizce ağladı.
39. dakikada içeriye bir polis girdi. Ardından sağlık ekipleri ve diğer polislerde gelmişti. Kapkara gözleri mum ışığı ile aydınlanan minik kız çocuğu ela gözlü adama öylece baktı. Yaklaşan adamdan korkmadı, korkamadı. Korkuyu hissedemedi. Adam yavaşça küçük kızın yüzünü sildi. Hiçbir şey diyemedi. "Geçti, her şey düzelecek." diyemedi. "Korkma." diyemedi. "Güvendesin." diyemedi. Yavaşça küçük kızı kucağına aldı ve ahşap evden çıktı. Günlerdir yağan yağmur hızını kesmeden devam ederken polis arabasına geçip arka koltuğa oturdu, kucağındaki çocukla beraber. Kapkara gözler camı izledi. Sağlık ekiplerinin iki ambulansa götürdükleri torbalara baktı. Annesi ve babası o torbaların içindeydi ama anlayamadı. Ölüm ne demek bilmiyordu. Annesine ve babasına ne olduğunu bilmiyordu. Yine babası annesine vurmuş ve annesinin bayılmış olduğunu zannediyor, uyanacaklarını düşünüyordu. Lakin minik kalbindeki sızı gerçekleri bildiriyordu ona. Minik kızın yüzünü avuçları arasına aldı adam. 2 yıl önce yitirdiği kızına ne çok benziyordu öyle? Rüya gibiydi. "Gece sen misin kızım?" Dudaklarından dökülen sorunun cevabı olumsuzdu. Gece değildi minik kız, Ülkü'ydü. Usulca başını iki yana salladı. Aldığı cevaba rağmen kolları arasında sıkıca sardı minik kızı. İmkansız gibiydi. Kızı gibi kokuyor, kızı gibi bakıyor, kızı gibi başını iki yana sallıyordu. Ela gözlerinden damlalar süzülüyorken minik kız da ağlıyordu. Babalar böyle mi sarardı evlatlarını? Bilmiyordu. Babası hiç babalık yapmamıştı ki ona. Ya dövmüştü ya bağırmıştı. Hele annesinin çığlık sesleri kabuslarının ritmi olurdu. Fakat tanımadığı bu adam baba hissiyatıyla sarıyordu onu. "Turan Abi bu kızı çocuk şubeye götürmemiz gerekiyor. Sosyal hizmetler gelecekmiş." dedi araca dan diye dalan daha mesleğe yeni girmişlerden biri. Adam başını gömdüğü saçlardan kaldırıp iyice sardı kızı. Ve minik kollar da iyice sarıldı adama. Büyük gövdesinde saklandı minik kız. "Vermem, kimseye vermem onu." dedi adam. Başını iki yana salladı. Gözlerindenyaşlar süzüldü. Bir kere daha mı kaybedecekti kızını? Buna asla izin veremezdi. Sert çenesi titredi, siyah dağınık saçları alnına düştü, ağır ağır minik kızın saçlarını sevdi. "Ama-" "Aması yok Erhan. Ben onu kimseye vermem!" diye gürledi. Minik kızın korkma ihtimaline karşı kulaklarını kapattı elleriyle. "Yıllar sonra buldum lan ben kızımı. Kimse alamaz onu benden. Koruyucu ailesi olurum, her şeyi olurum ben. Almasınlar lan benden kızımı. Toprağa kendi ellerimle bir kızımı gömdüm ben. Şimdi geri bana gelmişken nasıl onu ellerin eline verebilirim ben? Yapamam." dedi gür sesiyle. Adem elması hareket etti. Boğazına oturan yumruyu geçıremedi. Sakince kızının saçlarına kafasını tekrar gömdüğünde arabanın çalıştığını da, engebeli yolu da, emniyetin önüne vardıklarını da anlamadı. Kapı birden açılıp içeriye soğuk dolduğunda kapıyı açana baktı. Tanımadığı takım elbiseli adam ve kadın vardı. "Ben, ben olurum koruyucu aile. Lütfen. Lütfen kızımı benden almayın." dedi yalvarır tonda. İlk defa birinin ayaklarına kapanmak istedi. Boyun eğmek, yalvarmak, yakarmak istedi. "Prosedür var beyefendi. Önce araştırılmalısınız." dedi kadın. İnce elleri kıza tutunuyorken inatla yapıştı minik kız adama. "Dokunma bana!" dedi minik bir çığlıkla. İyice sindi adama. Baba duygusunu hissettiği yerde kalmak istedi. Annesinin ve babasının ölümünden sonra, o gördüğü vahşetten sonra tek sığınacağı liman bu adamdı, öyle hissediyordu ve bu limandan ayrılmak istemiyordu. "Benim yanımda kalıyorken araştırın beni. Neye şahit olduğunu biliyorsunuz, size söylendiği için bu kadar erken geldiniz. Benim yanımda kalmak istiyorsa onu daha fazla psikolojik olarak zorlayamazsınız." dedi adam. Karşıdaki adam da kadın da kabul etmek zorunda kaldı. Minik kız ve komiser araba ile komiserin evine gitti. 2 yıl boyunca düzenli temizlenmiş olan Gece'nin odasına girdi kucağındaki minik kızla komiser. Yavaşça kızının yatağına uzandı. 2 yıl önceki son gecedeki gibiydi. Kucağında kızı vardı, kendi kızı olmayan kızı... Büyük elleri ile hâlâ ağlayan minik kızın saçlarını sevdi. Onu şefkatle sararak uyuttu. Kendi de gözlerini kapattı. "Şimdi seni bırakıyorum babacım, sana getirdiğim meleğe iyi bak." Uykuya teslim oluyorken duydukları gözlerinden yaşlar gelmesine sebep oluyorken "Elveda Gece'm..." diyebildi. Bir babanın kızına olan aşkı, eşine olan aşkını kıskandırırdı. En azından baba olabilmiş babalar için bu durum böyleydi. Turan Türkoğlu için de babalık eşsiz bir lütuftu. Güzeller güzeli eşi ve onu andıran güzeller güzeli kızı ile mutluydu. Ta ki bomba düzeneği yerleştirilmiş aracına binen kızı ve karısının dağılan parçalarını topladığı zamana dek. 2 yıl geçmişti ama dün gibi yangın vardı yüreğinde. Ve ilk kez bu gece soğumuştu içi. Minik kızına tıpatıp benzeyen minik bir kız çocuğuyla... Şimdi ise veda vaktiydi. Güzel kızı 2 yıl boyunca yanında kalmış, ona yoldaş olmuştu beyaz bir duman gibi. Kendisine benzeyen minik kız çocuğuna, güzel kızı götürmüştü onu. Kendi yerine bir kız çocuğu koymuş ve babasına veda edip gitmişti.
Gece Türkoğlu, 5 yaşında ölmüş ama yaşında babasını terk etmişti.
Ülkü Göktürk ise annesi Nalan Göktürk ve babası Tarık Göktürk'ün yerine tek bir adamı koymuştu, Turan Türkoğlu. Kader, bir oyun kurmuştu Karadeniz'de. 2 gün önce doğumda ölen bir anneyi ve şehit olan bir babayı toprağa gömmüş, şimdi ise baba olamayan bir baba ve anneliği hakkıyla yerine getiren bir anneyi çalmıştı hayattan ve onların yerine bir komiseri koymuştu. Kader, bu oyunla, Karadeniz'i kana bulamış ve kanın bulaştığı her canı birbirine bağlamıştı. . . . . . . . .
Her yara iyileştiğinde acısı dinmez, kendini unutturmaz.Her sızı seni sana hatırlatır. -Kurgularlayasam- Başlangıç bölümümüz böyle oldu, bölüm hakkındaki fikirlerinizi alırım. Karadeniz'in şahit olduğu bu acı da ne diyenler vardır, eh her hikayede eser miktarda acı olur sonuçta diyeyim ben de. Aralık ayını da lanetli bulabiliriz sanırım artık. Doğum günlerinde saklı ölümlerin ayı artık Aralık. Zemheri, Korkut ve Nalan... 💚 Bizim simgemiz olsun. Tarihlerinizi buraya atın ve sorularınızı burada sorun bakalım. Son olarak, bu kitabı amatör bir biçimde yazdığımı unutmayın, beni uyarın ve ben de düzeltmeye çalışayım. Sanırım bu kadar söyleyeceklerim. Selametle 🙋🏻♀️ 06.02.2023 ❤️🩹 💚
|
0% |