Yeni Üyelik
2.
Bölüm

(1) Avukat

@kursunizleri

Gözlerimi açtığımda hâlâ aynı yerde yatıyordum. Hiçbir zaman beni kaldıran olmamıştı, ben kendimi toparlamıştım. Yine kendi kendime yanımdaki koltuğu tutarak zar zor ayağa kalktım. Bir nota, bir bebeğe, bir de ellerime üç defa baktım. Nefes alıp verdim. Sakin ol Alina. Sen neler atlattın, bunu mu atlatamayacaksın? Güçlü ol. Aklımı yoran tek bir şey vardı, Armina neredeydi? Bebeği Flora’ya baktım. Bu sefer yere düşüp bayılmak yerine elindeki zarfı aldım ve açtım.
Acar Akın’dan İzem’e…
Soyadımı yazmamıştı, kızım kelimesini hiç yazmamıştı, yazmasını da istemezdim, beklemezdim zaten. O iğrenç herifin kanından olmak benim elimde değildi, keşke olsaydı. Elimdeki kağıt parçasına döndü gözlerim.
Acar Akın’dan İzem’e…
Bu satırları yazarken ben geçmişten geliyorum, misafirim. Sen benim nefesimi kestiğini düşünürken ben senin bir adım önündeydim sevgili İzem. Fark etmemene şaşırdım doğrusu. Böyle bir çocuk değildin, hiç olmamıştın. En küçük ayrıntıyı bile görürdün, çevrendekilerin canını sıka sıka öğrenirdin. Beni de böyle bitirdin. O gece aslında ne olduğunu biliyor musun? Muhtemelen hayır, çünkü benim yaşadığımı ve seni takip ettiğimi bile bilmiyorsun küçük kız. Sen hâlâ annenin o acınası kızısın. Hiç büyümeyeceksin. Elleri titrerken o bıçağın beni öldürebileceğini düşünen minik bedende yaşıyorsun hâlâ. Her neyse, bu notu yazma amacım farklı. Her zaman senden farklı olan o itaatsız, başkaldıran küçük kardeşin elimde, avucumun içinde ve korkuyor. Hem de çok. Savunmasız ve narin. Tek bir hareketimle o gün beni bitirdiğini düşündüğün şekilde onu bitirebilirim. Sana bir tercih hakkı sunuyorum. Ya minik, tatlı Armina’ya veda edersin, ya da isteğimi yerine getirmek için benimle buluşursun. Seçim senin. O günkü gibi korkaklık etmeyeceksen çalıştığın restorandın arka bahçesinde benimle buluş. Pazartesi, saat 22.00
A.A
Buluşacak mıydım?
Buluşacaktım.
Ne kadar o herifin isteğini yerine getirmek istemesem de Armina’ya kıyamazdım, o benim annemden kalan mirastan sonraki tek değerlimdi. Bir de bu olanlardan sonra Armina’yı o herifin elinden aldığımda kesinlikle bir koruma tutmam lazımdı. Şimdi ise zorlukla da olsa uyumalıydım. Sabah olduğunda gözlerimi bıçak kadar keskin ve yaralayıcı bir kabusa açacağım halde.
♦️
Gözlerimi açtım. Günlerden pazartesi, saat 06:32. Armina’nın neşeli kahkahaları olmadan yataktan kalktım ve yüzümü yıkamaya gittim. Yüzümü yıkadıktan sonra restoranda gitmek için üstümü giyinmeye başladım. Beyaz günlük bir elbise giydim ve aynaya bakmaya başladım. Aynanın karşısında gördüğüm sanki minik Alina’ydı, bana öfkeli bakıyordu, babasına bakar gibi…
♦️
Restoranda işler her zamanki gibi yoğundu. Getir götür yapmaktan ayaklarım ağrımaya başlamıştı. Akşam o herifle buluşacaktım. Bu aklımdan çıkmıyordu. Armina’ya bir şey olması, onun canını yakması, onu korkutması ihtimali gözümün önünden gitmiyordu. Masada oturan müşterinin bana seslenmesiyle gerçek dünyaya geri döndüm düşüncelerden sıyrılıp.
“Pardon?”
“Hm? Ha, pardon efendim.”
“Sipariş verecektim.”
“Tabii.” defteri çıkarıp adamın söylediklerini yazmaya başladım. Bu adamı restorandaki diğer herkes gibi biliyordum. Avukattı. Yolumun hiçbir zaman düşmeyeceği, istemeyeceğim insanlardı avukatlar, evde annemin eski cübbesini bulduktan sonra. Adamın gözleri uzun uzun elbisemde gezindi, sonra kestane rengi saçlarımda. Sanki bir şey hatırlamış gibi bakıyordu. Ya da hatırladığını inkar etmek istiyormuş gibi.
“Bir sorun mu var?” dedim başımı öne eğerek. Az önce benim yaptığım gibi gözlerini daldığı saçlarımın kahvelerinden ayırdı.
“Hm? Ha, pardon. Sizi birine benzettim, üzgünüm.”
“Sorun değil, efendim. İstediklerinizi tekrar edebilir misiniz lütfen?”
“Tabii,” dedi ve tekrar saymaya başladı az önceki isteklerini.
“… Bir de soğuk su. Şimdiden teşekkürler.”
“Hemen geliyor, efendim. Rica ederiz.” dedim ve arkamı döndüm, arkamı dönerken bakışlarının tekrar beyaz elbisemde gezindiğini gördüm ama çok takılmadım.
Geri dönüp adamın söylediklerini Ekim’e söylemeye başladım. Ekim başını aşağı yukarı salladıktan sonra mutfaktakilere döndü. Bu sırada başka bir masaya dönüp işime devam ettim. Akşama az kalmıştı. Cehennemin suratını görmeye az kalmıştı.
♦️
Günlerden pazartesi, saat 21:30. Son yirmi dakika. İşler hâlâ devam ediyordu. Sabahki müşterilerin çoğu gitmemişti, oturup sohbet ediyorlar, içiyorlardı. Sabahki tuhaf ve elbiseme bakıp duran, arada bir de gözleri saçlarımın kestanelerinde gezinen, avukat adam da hâlâ buradaydı. Sabah gelmişti ve yerinden hiç kalkmamıştı. Çoğunlukla gözleri elbiseme ve saçlarıma gidiyordu, sonra bir viski söylüyordu ve sanki acısını çıkartır gibi viski şişesini kafasına dikiyordu. Sabahtan beri aynı rutini tekrarlıyordu. Bu avukatı ilk defa görmüyordum, daha önce de geliyordu fakat hiç onun masasına hizmet etmemiştim. Belki de bütün çalışanlara böyleydi. Bakışları hâlâ üzerimdeki elbisede geziniyordu fakat arsızca ve yatağa atmak ister gibi değil, sanki eskilerdeki bir anıya gitmiş ve o anıyı kurtarmak istiyormuş gibiydi yeşil hareleri üzerimde. Yine uzun uzun elbiseme ve saçlarıma baktı, ardından garsondan viski istedi ve geldiğinde viskiyi kafasına dikti. Beni birine benzettiğini söylemişti, kimdi? Bu kadar dalgın ve kederli bakacak kadar, kimdi ona bu bakışları hediye eden? Saate baktım ve onunla buluşmama 10 dakika kaldığını gördüm. Bu 10 dakika içinde avukatın yanına gidip ona neden böyle baktığını sorabilirdim. Oturduğum tabureden kalktım ve avukatın oturduğu masaya doğru ilerledim. Yanına gittiğimde biraz şaşırdı, belki de bakışlarının farkında bile değildi. Karşısındaki sandalyenin kenarını tuttum.
“Oturabilir miyim?” diye sordum. Omuzlarını sen nasıl istersen der gibi kaldırıp indirdi, bunun üzerine sandalyeye oturdum ve elbisemi düzelttim. Ne soracaktım? Bana neden öyle bakıyorsun, mu? Keşke gelirken bunu da düşünseydim fakat adamın yakasındaki avukat yazısını gördükçe geçmişe gidiyordum ve bir kez daha küçük Alina oluyordum.
“Bir şey mi oldu?” dedim.
“Çok şey oldu.” dedi.
“Ne gibi?” dedim.
“Bir çocuğun çaresizliği gibi.” dedi.
“Anlatmak ister misin?” artık sizli bizli konuşmuyordum ve o da buna takılmıyordu. Bir süre bakışları tekrar saçlarımda gezindi, sonra amberleri kahvelerime değdiği anda bakışlarını kaçırdı.
“Anlatmak istemezsen zorlamam,” diyeceğim sırada,
“Ablam öldü,” dedi.
“Ona çok benziyorsun.” diye itiraf etti.
Ne diyeceğimi bilemeden,
“Üzüldüm,” dedim. Başını aşağı yukarı salladı sadece. Bir an için kalkıp ona sarılmak istedim fakat bunun saçma olduğunun farkındaydım. Yakasındaki avukat yazısına kaydı gözlerim. Avukat Baran Ayaz Alaban. Bu ismi zaten biliyordum onu da araştırdığım için. Gözlerim tekrar ela gözlerine dönünce ben de ona bir şey itiraf ettim.
“Avukat..” dedim gözleri sonunda yüzümü ardından gözlerimi bulduktan sonra.
“Benim de annem avukattı. Sen de ona benziyorsun,” dedim.
“Öyle mi?”
“Öyle. Acı ama öyle.”
İkimiz de gözlerimizi aynı anda kaçırdık bu sefer.
“İsmin ne?” diye sordu bana asırlar gibi gelen saniyelerden sonra.
“Alina. Alina İzem.” dedim ona bakıp. Kafasını olumlu anlamda salladı.
“Tanıştığımıza memnun oldum, Alina.”
“Ben de, avukat.” dedim.
“Adımı bilmiyor musun?”
Gözlerimle yakasındaki kartı işaret ederek,
“Baran,” dedim, o sırada sözümü kesti.
“Ayaz.” dedi buz gibi bir sesle.
“Ayaz’ı mı kullanıyorsun?” dedim anlamaz gözlerle bakarak.
“7 yaşımdan beri.” dedi.
“Anladım.” dedim, devam ettim.
“Ama ben avukat demek istiyorum. Daha güzel.” gözleri kahvelerimi buldu, anlamadığım bir şekilde baktı sonra hafifçe gülümseyip,
“Olur,” dedi. Onun hafif gülümsemesine rağmen ben geniş sayılabilecek şekilde gülümsedim. Kolumdaki saate baktığımda, saat 21:50’idi. 10 dakika kalmıştı. İstemeyerek de olsa sandalyeden kalktım ve kalkarken,
“Umarım tekrar görüşürüz, avukat.” dedim.
“Bence görüşürüz, Alina.” dedi. Başımı salladım sadece. Arkamı döndüm ve lavaboya gidip kapıyı kapattıktan sonra annemi o beton zeminde hatırlayıp dolan gözlerimi sildim, göz altıma kapatıcı sürdüm ve makyajımı tazeledim. Ardından saatime bir kez daha baktığımda 5 dakika kaldığını gördüm. Lavabodan çıktım ve restorandın arkasını gösteren pencerenin önüne gittim. Oradaydı. Yıllar sonra, ilk defa. Ona minik Alina’nın bıçağı işlememişti. Tamamen canlı bir şekilde duruyordu ve sigarasını içiyordu. Onun geldiğini gördüğüm için daha fazla beklemenin sadece güçsüzlük olduğunu düşünüp restorandın arkasına çıktım ve onun olduğu tarafa doğru adımlarımı atmaya başladım. Oraya ulaştığımda yavaş adımlarla tam karşısına, onun zıttı yöne geçtim.
“İzem?” dedi. Yıllar boyunca sırf çocukken bana İzem diye seslendiği için o ismi kullanmamıştım. Şimdi ise onun yüzünden nefret ettiğim o isim, yıllar sonra onun sigaralı nefesiyle dudaklarından dökülüyordu. Çenemi havaya kaldırdım.
“Artık Alina.” dedim.
“Öyle mi, İzem?” dedi, kelimenin üzerine bastırarak.
“Ne istiyorsun?” dedim. Yıllar sonra ona bu soruyu ikinci defa sordum.
“O gün de bana böyle söylemiştin, hatırlıyor musun? Gerçi kime soruyorum, hiç unutmadın ki.” Dişlerimi sıktım.
“Armina nerede?” diye sordum dişlerimin arasından.
“Arabada.” dedi tükürür gibi. Ardından yeni bir sigara daha yakıp dudaklarına götürdü ve derin bir nefes çekti.
“Onu buraya getir.” dedim.
“Bu kadar sabırsız bir çocuk değildin, İzem.”
“Uzatma. Armina’yi getir.”
“Onu getirirsem elime ne geçecek?”
“Seninle pazarlık yapacak değilim. Fakat Armina’yı vermezsen, giderim,” dedim. Ona doğru bir adım attım.
“Fakat gidip de gelmeyeceğimi düşünme. Gelir, onu alıp güvenli bir yere götürür, seninle işime bakarım.” dedim ben de tükürür gibi. Siyah Jeep’in yanında duran iki adama eliyle işaret yaptı, adamlardan sarışın olan yanına geldi. Yanına geldiğinde,
“Kızı getir.” dedi. Adam ikiletmeden arabanın yanına gitti ve bagajın kapısını açtı. Armina bagaj açıldığı gibi yere düştü. Sarı saçlarını arkaya atıp yerden kalktı ve üstünü silkeledi, silkelerken beni gördü ve gördüğü gibi yanıma gelmek için var gücüyle koşacağı sırada Acar’ın yanına kadar geldi ve sarışın adam Armina’nın ellerini tutup arkada birleştirdi. Armina hareket etmeye çalıştı ama adamın iri yarı vücudunun yanında onun güçsüz ve zayıf vücudu yenildi. Direnmeyi bırakıp başını önüne eğdi.
“Eee, İzem Hanım? kalıyorsunuz öyle değil mi?” dedi Acar Akın.
“Kalıyorum. Ama tek bir şartla.”
“Nedir?”
“Bu konuşma bittikten sonra Armina’yı salacaksın ve bir daha onunla görüşmeyeceksin.”
“Hay hay.” dedi sinir bozucu bir tavırla.
Gri saçlarını elleriyle geriye attı ve konuşmaya başladı.
“O gün ve annen hakkında konuşmak istiyorum.”
Hiçbir cevap vermeden gözlerimle onayladım onu. Gözlerim dolsa da bunu ona belli etmedim.
“O gün annen öldükten sonra-“ dedi.
“Sen öldürdün.” dedim.
“Her ne olduysa, zaten önemi yok.” dedi acımasızca ve devam etti.
“Annenin bıraktığı vasiyetnameden haberin vardır,” dedi.
“O parayı kullandığıma göre.” dedim onu alaya alarak. Annem köklü bir ailenin tek kızıydı. Ona bir kere bakan bin kere aşık olurdu. Öylesine güzeldi. Hem de çok. Bana hep ‘Güzel Alina’m’ derdi. “Bana ne kadar benziyorsun,” derdi. Kız çocukları annelerinin kaderini yaşar, derler. Kaderimizin bir olmasını istemezdim. Kocam tarafından ihanetini öğrendikten sonra acımasızca öldürülmek istemezdim.
Acar Akın bu düşüncelerimin arasında devam etti.
“İşte o vasiyetname benim, güzel kızım.” dedi.
“Ne?”
“Doğru duydun, benim. Hep benimdi. Sadece doğru anı bekledim. O parayı alacağım. Hem belki paran gittiği zaman işsizlik ne demek anlarsın, ha?” dedi. Bu ondan zerre beklemediğim bir hareketti. Annemi parası için sevdiğini hatta biz küçükken girdiğimiz ortamlarda annemin parasından bahseder dururdu. Fakat bunu ondan beklemedim. Kendi öldürdüğü karısının mirasını almasını ondan bile beklemezdim.
“Sen ciddi misin?” dedim yüksek bir sesle.
“Annemi senin ne mal olduğunu öğrendikten sonra katlettin ve şimdi de yıllar sonra bana bıraktığı mirasına mı göz dikiyorsun, seni aşağılık herif?!”
“Göz dikmek demeyelim, bu çok kabaca İzem’ciğim.” Kafamı sağa sola hızlı hızlı salladım. Ben bunu yaparken bana yaklaştı ve,
“O davayı açacağım, parayı alacağım, sen de o sürtük kardeşin de haddinizi bileceksiniz.” dedi.
“Rüyanda bile göremezsin.” dedim ona büyük bir nefretle bakarak.
“Mahkeme salonunda görürüz.” dedi. Sanki bilerek yapıyordu, bana annemin mirasını alacağını söylediği yetmiyormuş gibi, annemi hatırlatarak vuruyordu beni. Her mahkeme salonunda onu hatırlayacağımı, hatırlarken daha da mahvolucağımı ve çürüyeceğimi biliyordu. Özellikle yapıyordu. Sanki şeytanla yarışıyordu.
Sarışın adama eliyle işaret verdi ve adam Armina’yı saldı. Armina kurtulduğu gibi direkt bana gelip sarıldı. Acar Akın arkasını döndü ve bütün bir şekilde arkasında geçmiş acısını bıraktı. Enkaz bıraktı.
“Eve dönelim.” dedim Armina’nın alnını öptükten sonra. Bundan sonrası hiç iyi olmayacaktı, hissediyordum. Daha bugün o avukatla tanıştığımda, avukatlarla işim olmaz, demiştim ve sanki evren suratıma ağır bir tokat geçirmişti. Bundan sonrası yıkımdı, acıydı, geçmişti, hatıralardı, ölümdü. Bundan sonrası o mahkeme salonundaydı. Belki de bundan sonrası olmayacaktı, belki de olmamalıydı. Olmasındı. Olmasındı, değil mi anne?

Loading...
0%